HABERLER
Dini Haber

İSLAM PEYGAMBERİ MUHAMMED GERÇEKTEN YAŞADI MI? | 4

Yazan: Gregoire de Fronsac
Bilgi çoğaldıkça değer kazanır sevgili arkadaşlar ve insanoğlu hayatının her döneminde yeni şeyler öğrenmeye devam eder. Herhangi bir olaya tek taraftan bakmak , bu kesin doğrudur demek , bazen ciddi yanılgılara sebep olabilir. O yüzden bu yazıda malum konuyu farklı bir şekilde ele almaya karar verdim.. Takip edenler bilir bu platformda  yayımlanan serinin ilk üç makalesinde , İslam peygamberi Muhammed'in yaşamadığını , onun olsa olsa bir literatür figürü olduğunu ve Eyyamü'l Arap içinde biri veya birilerinin Muhammed efsanesine esin kaynağı olmuş olabileceğini yazmıştım.
Evet somut tarihi veriler ışığında , hadis ve siyer kaynakları dışında bize anlatılan Muhammed hakkında somut hiç bir delil bulunmamaktadır. Hadis ve siyer kaynakları ise yine bu kaynaklara göre Muhammed'in ölümünden 150-200 sene sonra yazılmaya başlanmış , rivayete dayalı bilgilerden oluşur yani doğruluğu oldukça şüpheli bir rivayetler zinciridir.
Ama ilk başta da dediğim gibi bir olaya tek taraflı bakmamak gerekir. O yüzden bu yazıda hadis ve siyer kaynaklarının yüzde yüz doğru olduğunu varsayarak bu bilgiler ışığında Muhammed Peygamberin izini sürmeye çalışacağım.

Buradaki ana kaynaklarımız İbn Hişam , İbn İshak gibi siyer yapıcıları , Taberî gibi tarihçiler ve Buhari , Müslim , Ebu Davud gibi muhaddisler olacak.
Sevgili arkadaşlar , bize anlatılan klasik hikayede ; Muhammed yetim kalmış , amcasının himayesinde büyüyen çobanlıkla uğraşan ve genç yaşında Hatice isimli , kendinden yaşça büyük ve varlıklı bir kadınla evlenen bir profil. Kırk yaşlarında vahiy alıp peygamberliğini ilan ediyor. İlk başlarda kendisine inanan sayısı çok az olduğu için büyük sıkıntılar yaşıyor ve Medine'ye sürülüyor ( yada hicret ediyor ) Medine günlerine kadar geçen zaman ve Medine'den sonraki zaman yaşanan tüm olaylar Mekke'de geçiyor. İddiaya göre Mekke zengin bir ticaret kenti.
Peki gerçekten öyle mi ?

Mekke'nin o dönemde zengin bir ticaret merkezi olduğuna dair başta Bizans ticaret kayıtları dahil hiç bir medeniyetin kayıtlarında bir bilgiye rastlanmamaktadır oysa hadis ve siyer kaynakları aksini yazar. Aksine Mekke küçük bir köyden ibaret bir yerleşkedir.
Acaba hikayenin başlangıcında ve sonuna sahne olan Mekke bugün bildiğimiz Mekke mi , yoksa Ürdün'de  bulunan ve eski adı "Bekke" yada "Bekka" olan antik yerleşim yeri olan Petra mı ?
Bu yazının ana hatları anlaşılacağı üzere Petra merkezli olacak arkadaşlar.
Eğer Muhammed (yada ona esin kaynağı olan kişi) yaşadı ise , onun bugün bildiğimiz Mekke'de değil Petra da yaşadığını , yine onun hayatını anlatan kaynaklar ışığında takip edeceğiz ve Muhammed'in bugün bilinen Mekke'den Medine'ye değil , Petra'dan (Bekke yada Bekka) Medine'ye hicret ettiğini göreceğiz.


Önce İslamiyet'in ilk yıllarından kalan bazı camilerin kıble yönünden bahsedelim ; 750 yıllarından önce Basra , Kufe , Mısır , Suriye ve bölgede ki bir çok caminin kıblesi bugün bildiğimiz Mekke'ye değil net şekilde Petra'yı gösteriyor.
Örneğin , Ömer döneminde yaptırıldığı iddia edilen Amr ibn Al-As camii ki bu cami Afrika'da inşa edilen ilk camidir , 642 yılında inşa edilen bu caminin kıblesi 827 yılında bugün bildiğimiz Mekke yönüne çevriliyor , o tarihe kadar bu caminin kıble duvarının Petraya baktığına dair tarihi ve arkeolojik kanıtlar mevcuttur.
Örneğin Yemen'in başkenti San'a'daki Eski Cami , Kudüs'de ki el Aksa cami , yine Kudüs yakınlarındaki Baalbek cami , Şam'da bulunan Umayyad Cami (Meşhur Emevi Cami) , Quasr al Mushatta cami gibi  camilerin kıble yönlerinin 750-800 yıllarına kadar Petra'ya baktığını tarihi ve arkeolojik veriler ışığında görebiliyoruz.

Yine klasik hikayede anlatılan Muhammed sonrasındaki hilafet mücadelesi esnasında yaşanan meşhur Mekke kuşatması ve Kabe'nin mancınık taşları ile yıkılması da çok ilginç bir detaydır.
Haccac komutasındaki birlikler , Kabe'nin yakınlarındaki hakim tepelere mancınıkları konuşlandırıp Kabe'nin duvarlarını yıkana kadar ateşe devam etmişler . Oysa bugün umre ve hac vazifelerini yapmak için bölgeye gidenler dahi gayet iyi bilirler ki bugün bildiğimiz Mekke ve özellikle Kabe civarında o tür yükseltilerek , mancınık menzilinde olabilecek hakim tepeler yoktur , taşlık düz bir arazidir.
Oysa Petra kenti bu hikayeye ev sahipliği yapacak ideal bir coğrafi yapıya fazlasıyla sahiptir.
Yine aynı hikayede Mekke (Bekke - Bekka) valisi Zübeyr'in kutsal emanetler denilen karataş (Hacer'ül Esved) Muhammed'den kalan yazmalar ve bazı materyalleri , Kabe yıkılmadan önce kaçırdığı  , savaş alanından uzak , güvenli ve Kabe'si olan başka bir yere taşıdığı anlatılır..
Bakın sevgili arkadaşlar , İslam öncesi Arap coğrafyasında tek bir Kabe yoktur , Kabe yani küp İslam öncesi inançlarını kutsal mabetleriydi ve şuan da yıkıntı halinde dahi olsa bir çok Kabe mevcuttur. ( Bu detay unutulmasın , ilerleyen satırlarda bu konuya geri dönülecek)

Yine başka bir detay:
Buhari'nin aktardığı bir hadiste ; "Allah'ın elçisi Kabe'yi ziyaret edeceği zaman yukarı yarıktan gelir ve Kabe'yi terk ederken de aşağı yarıktan terk ederdi" diyor.. (Burada yarıktan kasıt dağ geçidi , kaya geçidi , kaya yarığıdır)
Bir çok İslami kaynakta Mekke'nin ve Kabe çevresinin dağ yarıkları ile ulaşılan bir vadide olduğu anlatılır.
Oysa bugün bildiğimiz Mekke görselde de görüleceği üzere ne bir vadide yer almakta ne de dağ yarıkları ile ulaşım sağlanmaktadır.

GF,din, islamiyet, Muhammed gerçekten yaşadı mı?, Hz Muhammed yaşadı mı?, Petra,Ayn al Bayda,Petra Mekke mi?,Hira mağarası,Safa ve Merve tepesi, İslam çelişkileri, Mekke ve Bekke

Fakat Petra bölgesi gerçek bir vadidir ve merkeze yani Kabe civarına giriş dağ yarıkları ile sağlanmaktadır.

GF,din, islamiyet, Muhammed gerçekten yaşadı mı?, Hz Muhammed yaşadı mı?, Petra,Ayn al Bayda,Petra Mekke mi?,Hira mağarası,Safa ve Merve tepesi, İslam çelişkileri, Mekke ve Bekke

Yine bu hadislerden aktarıldığı üzere , Peygamber Kabe'yi tavaf ettikten sonra Safa ve Merve tepeleri arasında yürürdü.
Bugün bildiğimiz Mekke'de bize Safa ve Merve tepeleri diye yutturulan yerler üzeri kubbe ile kapatılabilecek kadar küçük iki kayadan ibarettir.
Görselde de göreceğiniz gibi bunlar tepe falan değildir , iki tane küçük kaya parçasıdır.

GF,din, islamiyet, Muhammed gerçekten yaşadı mı?, Hz Muhammed yaşadı mı?, Petra,Ayn al Bayda,Petra Mekke mi?,Hira mağarası,Safa ve Merve tepesi, İslam çelişkileri, Mekke ve Bekke

Oysa Petra'daki gerçek Safa ve Merve tepeleri aşağıdaki görselde net şekilde görülmektedir..

GF,din, islamiyet, Muhammed gerçekten yaşadı mı?, Hz Muhammed yaşadı mı?, Petra,Ayn al Bayda,Petra Mekke mi?,Hira mağarası,Safa ve Merve tepesi, İslam çelişkileri, Mekke ve Bekke

Başka bir detaya bakalım simdi de ; Kur'an da Fil Suresinde geçen hikayeye göre , Mekke Muhammed'den çok önceki bir dönemde,  fillerle güçlendirilmiş bir ordu tarafından saldırıya uğramış.
Bu sure yorumlanırken İslam tarihçileri , Yemen'in Hristiyan valisinin gönderdiği bir ordudan bahsederler.
Sevgili arkadaşlar Yemen'de fil yaşamaz ve fillerle donatılmış bir ordunun Yemen'den kalkıp koskoca çölleri aşarak Mekke'ye kadar gelmesi imkansız bir olaydır zira fillerin günlük su ihtiyaci 1.5 ton üzerindedir.
Oysa Nebati tarihinde Petra ve civarında fil savaşları adı verilen savaşlar yaşanmıştır. Bölge Büyük İskender kontrolü altında iken Persler 200 filin bulunduğu bir ordu ile şehre saldırmışlar lakin geri püskürtülmüşlerdir.
İşte bu hikaye Kur'an'a fil suresi olarak geçmiş fakat olayın yaşandığı yer bugün bildiğimiz Mekke değil Petra'dır.

Başka bir detaya daha bakalım.
Yine klasik hikayede , Muhammed'in Hira dağındaki bir mağarada vahy aldığı anlatılır.
Oysa Hira mağarası bildiğimiz Mekke'deki kaybeden en az 5-6 km uzakta yer alır. Bir insanın her gün o mesafeyi yürümesi akla çokta yakın gelmiyor ayrıca yine hadis ve siyer kaynaklarında aktarıldığı üzere malum mağaranın ağzının baktığı yön Kabe'yi kesinlikle görmemektedir ve hatta mağaranın bulunduğu bölge Kabe'yi görmemektedir.

GF,din, islamiyet, Muhammed gerçekten yaşadı mı?, Hz Muhammed yaşadı mı?, Petra,Ayn al Bayda,Petra Mekke mi?,Hira mağarası,Safa ve Merve tepesi, İslam çelişkileri, Mekke ve Bekke

Oysa Petra'da Kabe'yi gören öyle mağaralar var ki şüpheye yer bırakmıyor. Özellikle birisinde, çok ilginçtir ki mağara duvarında kayaya oyulmuş bir hilal sembolü vardır. Bu sembol İslam öncesi inanışlarda ay tanrıçası Al-İlah'ın simgesidir. Aynı bölgede Al-ilah'ın kızlarına ait heykeller de mevcuttur.

Yine klasik hikayede hicretten sonra Medine'den Mekke'ye bir ilerleme ve Mekke'nin fethi anlatılır.
Muhammed ve yakınında bulunanlar Medine'de kendilerine taraftar toplayıp sayıca belirli bir üstünlük sağladıktan sonra ufak tefek saldırılar , kervan baskınları ve savaşlar başlıyor.
Dediğimiz gibi Muhammed ve yakınında bulunanların kovuldukları Mekke'ye yeniden saldırıp fethetme düşüncesi var akıllarında.
Fakat sevgili arkadaşlar bu ilerleme hiç bir şekilde güneye yani bugün bildiğimiz Mekke'ye yapılmıyor tam aksi yöne yani kuzeye , Petraya doğru yapılıyor.
Mesela Hayber savaşı; Hayber Medine'nin kuzeyinde Petra yolu üzerinde bir Yahudi yerleşkesidir.
Bu savaşta ilginç bir detay dikkati çekiyor arkadaşlar ve çok önemli olduğunu düşünüyorum.
Taberi'nin aktardığına göre ; Kuşatma esnasında Al - Hajjaj isminde bir adam Muhammed'in huzuruna gelerek "Ey Allah'ın elçisi , ben zengin bir adamım Mekke'nin yakınlarında arazilerim ve mallarım var , benim ve eşimin canını bağışla , bütün mal varlığımı seninle bölüşeyim" der.
Muhammed bu teklifi kabul eder.
Aynı hikayeye Taberi'den devam edelim ; Al-Hajjaj diyor ki " Yola çıktım ve Mekke'ye vardım , al - Bayda'ya geldim"
Sevgili arkadaşlar Ayn al-Bayda, Petra'nın biraz kuzeyinde ama Petra'ya çok yakın bir yerleşim yeridir, bugün bilinen Mekke ile arasında binlerce kilometre vardır.

GF,din, islamiyet, Muhammed gerçekten yaşadı mı?, Hz Muhammed yaşadı mı?, Petra,Ayn al Bayda,Petra Mekke mi?,Hira mağarası,Safa ve Merve tepesi, İslam çelişkileri, Mekke ve Bekke

Kısacası arkadaşlar Bedir , Uhud , Hendek , Hayber , Ben-i Nadir , Ben-i Kurayza , Yarmuk , Mute , savaşları gibi önemli savaşlar ve bir çok gazve ile seriyye Medine'nin kuzeyine yani Petra'ya doğru gerçekleştirilmiştir.

Peki bu hikaye Petra'dan alınıp bugün bildiğimiz Mekke'ye nasıl uyarlandı ?
İşte erken İslam tarihindeki asıl kilit nokta bu sevgili arkadaşlar.
Üst satırlarda , Muhammed sonrasında yaşamıştır Mekke valisi Zübeyr'den bahsetmiştim.
Zübeyr , Ali'den ve Hasan ile Hüseyin'in ölümünden sonra Emevilerin hilafetini kabul etmez ve kendi hilafetini ilan eder , bunun neticesinde Emevi ordusu Mekke'yi ikinci kez kuşatır ve mancınıklarla Kabe'yi yıkar. Zübeyr ise Kabe'yi savunurken ölür. Fakat kuşatmadan önce Hacer'ül Esved ve Muhammed'den kalan yazmalar gibi materyallerin yani kutsal emanetleri Petra'dan yani gerçek Mekke'den kaçırır ve bugün Mekke dediğimiz küçük köyde saklanmasını sağlar.
O köy özellikle seçilmiştir zira Medine'nin de güneyinde savaş bölgesinden uzak , Kabe'si yani kutsal mabedi olan bir köydür. Bu köyün ismi daha sonraları Bekke - Bekka dan evrilerek Mekke'ye dönüşür. ( Kur'an da bir kez Mekke , bir kez de Bekke ifadesi geçer )
Bu süreçte kutsal emanetlerinde saklanması neticesinde o küçük köyde bir inanç , bir kült şekillenmeye başlar dönem içinde.
Abbasiler , Emevileri yenilgiye uğratıp güneye yani Medine ve bugün bildiğimiz Mekke civarına doğru işgal ederek kontrol altına aldıktan sonra , o bölgede halihazırda bulunan bu kültü , bu inanışı sahiplenmişler ve Kabe , Hacer'ül Esved gibi kutsal simgeleri benimseyerek bu inancı yeni bir din olarak kabul etmişler.
Fakat ellerinde bulunan rivayete dayalı bilgilere göre anlatılan hikaye bugünkü Mekke'ye uymadığı için hadisler yeniden yazılmaya başlanmış ve Petra'daki hikaye Mekke'ye uyarlanıp yeni bir peygamber hikayesi eklenerek kabul edilmiş ve muhtemelen 130-150 yıllık bir zaman diliminde , Muhammed'den kaldığı iddia edilen yazmalar , bölgede ki diğer inançlara ait yazmalarla ( Monofizit Hristiyanlar , İsmaili Yahudiler ) derlenerek bugünkü Kur'an oluşturulmuş, islamiyet genel hatları ile oluşmaya başlamıştır.

Her daim sevgi ve umutla kalın dostlar.
Yazan: Gregoire de Fronsac

Kaynaklar:
Es - Siretu'n Nebeviyye : İbn Hişam'dan aktaran , Taberî
Es - Sire : İbn İshak'dan aktaran , Taberî
Tarih er - Resul ve'l Muluk ve'l Hulefa : Taberî
El - Camius Sahih : Muhammed el - Buhârî
Sünen-i Ebu Davud : Ebu Davud Sicistani
El - Camius Sahih : Tırmizi
Sahih-i Müslim : Ebul - Hüseyn Müslim
The Origins Of İsmailism ; The Historical Backround of the Fatimid Chaliphate : Bernard Lewis
Karanlıktaki İlk Yıllar ; İslam'ın Menşei ve Tarihine Yönelik Güncel Araştırmalar : Karl Heinz Ohlig + Gerd Puin
The Nabataeans ; Builders of Petra : Dan Gibson

Serinin diğer yazıları aşağıdadır:
Muhammed gerçekten yaşadı mı? 1 | Muhammed gerçekten yaşadı mı? 2 | Muhammed gerçekten yaşadı mı? 3

Yazan: Gregoire de Fronsac

15 YIL TANRI VE ATEİZM | 11

Yazan: Zübeyde Savaş
15 yıl tanrı ve ateizm 11, din, Farklı tanrılar, Gerçek hayat hikayesi, Küçük çocuklara tanrı masalları, Tanrılar nasıl oluştu?, Zübeyde SAVAŞ,

15 YIL TANRI VE ATEİZM | 11

-Çalıştığım tarla da işçilerin bazıları yayla da koyunların sütünü toplamadıklarını söylüyorlardı, yol olmadığından bahsederlerdi, ben de tarla sahibi'nin yanına giderek yapmak istediklerimi anlattım ve ondan iki tane at istedim parasını yayla döneminden sonra vereceğimi söyledim, tarla sahibi tanıdığım çok mert insandı, olmaz dedi atlar için, şu an kış yaklaşıyor senin atlara bakacak durumun yok, eğer kışın yanım da kalır hayvanlarıma bakarsan bahar geldiğinde de sana iki at veririm anlaşma bu, ben çok sevinmiştim tamam dedim, kışın kalacak yerim ve yemekte olacaktı, baharın iki atımla birlikte süt toplayacaktım. Bahar geldiğinde atları alarak yaylaya doğru yola koyuldum, sütü  kime vereceğimi de ayarladım sorun çobanlardan süt alacak çok param olmamasıydı, yaylaları özellikle yolu olmayan ve kötü olanları seçiyordum, yayla da çobanların yanına giderek süt topladığımı söylüyordum neredeyse bütün çobanlar  buna çok sevinmişlerdi, çobanlara topladığım sütlerin parasını da haftalık vereceğimi onlar da önemli olmadığını önemli olanın sütlerinin alınması olduğunu söylüyorlardı, çobanlardan sütleri alıyordum, güneş doğmadan sütleri atın sırtına koyarak götürür satardım, güneş batana kadar süt toplardım atlar ve ben çok yorulurduk o yayla döneminin en zoru ve acı tarafı geceleri yaylanın çok soğuk olması benimse sadece bir kazağım olmasıydı, ailem aklıma gelir ısınırdım,  yayla döneminde çok fazla para kazandım, çobanların paralarını düzenli olarak her hafta vererek güvenini de kazandım, yayla bitiminde köyüme gittim ilk olarak babam, abim ve kardeşimin mezarlarını yaptırdım, mezar taşlarına yoksul olarak yaşadıklarını ve isimlerini yazdırdım dinle ilgili hiçbir şey yoktu, köylü bu duruma çok sinirlenmişti umutları sorgulanıyordu, köyde bulunan bakkala giderek ilk kez ekmek alıyordum bu anlatılmaz bir duygu bunun tarifi bana göre yok çok mutlu olmuştum, bakkalın sahibi veresiye olmaz demişti çok güldüm içimden, canım ne çekerse almaya başlamıştım evime gerekli olan eşyaları televizyon dahi almıştım, köylüler yolda yürürken artık az da olsa merhaba demeye başlamışlardı, köylüler benim nasıl nereden para kazandığımı düşünür ve tartışırlardı bana da soracak bir cesaretleride yoktu, bense köylülerle konuşmak bile istemiyordum, yayla zamanı geldiğin de  at sayısını on yapmıştım ve çok paralar kazanıyordum köyde bir çok tarlayı aldım ve şehirden evler, yaylaya yollar açılırken bıraktım süt toplamayı, artık başkaları bana süt topluyordu. Bilimle ilgili olan her kitabı okumaya ve kendimi geliştirmeye başladım, evlendim, bir kızım var dedemin ailesi oldu soyu devam ediyor, bu yıllar içinde de yoksula aç kalanlara çok yardım ettim, köyüme gittiğim zaman evime gelen giden belli olmuyor sen kıyasla, ben acımasız mı olmuştum hayır, gösterilen saygı kime bana mı, hayır bir kağıt parçasına ben de değişen hayatımdan inancı çıkarmak oldu neden biliyor musun? Ben, babam, abim, kardeşim ve dedem tanrıyı aradık, umut ettik anlatılan tanrı yardım eder diye.

Derin bir sessizlik sarar her yanı, Ramadan, Barış’ın gözlerine uzun uzun bakar.
Ramadan:
- Kaç yıl oldu tanrıyı arayalı?
Barış bir anda irkilir, yılları unutmuştur zaman sanki kaybolmuşcasına ürperir birşey söyleyemez.
Ramadan:
- Gelecekle ilgili  umudun yok muydu? Aynaya bak kendine sor yılların nasıl geçtiğini ne için olduğunu sor, hayallerine ulaştın mı? Yoksa uzaklıştın mı? Denize balık tutmak için gittiğinde bir kaç sefer mutlaka balık yakalarsın, senin yanına ilk geldiğimde tanışmak için geldim aslında, köylüler seni o kadar anlatıyordu ki, bu kim dedim içimden öğrenmek istediğim insanlığını bulmuş muydu? Evet dedim tanıştığımızda, koyunların sütünü yıllar sonra kendim almak istedim neden biliyor musun? Seni daha iyi tanımak ve dost olmak için, baktığımda dostum dediğim insan eriyor, hayallerinden uzaklaşıyordu senin görmeni sağlamaya çalıştım olmadı umuduna yenildin hayallerin çok uzaklaşmıştı artık buna da ben katlanamıyordum, yıllar sonra bunu bir şekilde öğrenecektin fakat ortada hayallerin de kalmıyacaktı bu sana daha fazla acı verecek, umudun  boş olduğunu anladığında yılların nasıl kaybolduğunu anlayacaktın.

Ramadan, yavaşça kalkarak Barış’a tebbessüm eder, çok da üzgündür, arabadan bir ayna alır Barış’ın yanına bırakır, oradan ayrılır. Barış, düşünceler içinde kaybolur, aynaya bakar saç ve sakalları uzamış olduğunu farkeder, zamanı hatırlamaz saatler geçer aradan. Artık unuttuğu herşeyi hatırlamıştır;
- Tanrı sana inandığımdan bu yana on beş yıl geçmiş! On beş yıl! Mutlaka tanrı istediklerini verir demişlerdi ben de inandım sorgulamadan sana gecemi gündüzümü dua ederek geçirdim ne için? Koyunların bazılarının ikiz doğmasını istemiştim sana inanmadan önce çok gördüm ikiz kuzuları, otuz altı yaşına gelmişim çok basit bir istekti benim istediğim, ay,  yıldız değil, ben aynı yerde evimin çatısı olmayan Barış’ım sen ne yaptın bana, yıllarımı sana dua ederek geçti başka ne yaptım? Söyle bir kere duasız bir işe başladım mı? Annemi, babamı görmedim diye sana sitem ettim mi ? Her yerde seni yüceltmedim mi ? Bir anım duasız oldu mu? Sana inanalar bile bana yardım etmedi, senin adına çok para aldılar neden diye sormadım, niye uçak mı ? Şehirler mi? İstedim bir çatıydı istediğim  peki bana bunu anlatacak var mı ? ben de fakirim bir kere sızlandım mı ? Neden ? Fakirim diye isyan ettim mi? Nerde? Bir aç yoksul görsem elimden geldiği kadar yardım etmedim mi? Ne yazık ki üzülüyorum şimdi  insanlar insanlığı unutup benim yaptıkları mı sen yaptın diye anlatırlar, seni yüceltenler aslında kendi yaşamları için yaptıklarını daha iyi anladım, ben yaşadığım süre içinde yine yoksul olanlara yardım etmeye devam edecem insan olduğum için, on beş yılım gitmiş çok acı veriyor, yayla da bir dağ dan bir dağa yürümüş olsaydım çoktan adımlarımla en azından insanlar için bir yol açmış olurdum üzülüyorum zavallı görüyorum kendimi.

Barış elinde bulunan bütün din kitaplarını ateşe atmaya başlar sesinin çıktığı kadar bağararak:
- On beş yılımı verdiğim tanrı sadece beş dakika ısınmak içinmiş.
Bu sözleri yüzlerce kez söyler.  Öğleden sonra uyanır, koyunların yünlerini kestiği makasla saçını ve sakallarını keser, yeniden doğmuş gibi hisseder kendini, bir anda evini görmek ister, Ramadan gelir o sıra da, Barış arabadan inmesini istemez.
Barış:
- Hemen beni köye götürmeni istiyorum lütfen.
Barış arabaya binerek köye doğru giderler, yol boyunca hiç konuşmazlar, köye geldiklerinde evine bakar çatısı aynı şekildedir. Barış, huzurla arabaya  biner ve yaylaya geri dönerler.

Ramadan ve Barış huzur ve mutluluk içerisindedir. Gece geç saatte yaylaya gelirler Ramadan, Barışı’ı bırakarak gider. Barış koyunları kontrol ederek uyur, sabah olduğunda koyun sürüsü, köpekler ve atı Barış’ı sanki tebrik edercesine bakarlar, Barış çok sevinçlidir, çay ve kahvaltı hazırlarlar, kahvaltısını  yaparken, Barış sevinçle ayağa kalkar:
- Artık yalvarmak yok çok çalışmak var.
Koyunların yünlerini kesmeye başlar, akşam olmadan sütleri sağar, hazır eder, koyunlar sütleri artmıştır daha fazla süt verirler, Barış çok sevinir, aradan iki hafta geçmiştir, bir gece yarısı köpeklerin sesleriyle uyanır baktığında bir arabanın uzaktan geldiğini görür, araba bir gelir durur sonra tekrar gelir bir sorun olduğunu düşünür, köpekleri ve fener alarak arabaya doğru gider, arabanın içinde bir kişi olduğunu görür.
Barış:
- Merhaba, sorun olduğunu düşündümde geldim.
Kişi arabadan inerek sarılır, çok korkmuş bir hali vardır.
Yabancı:
- Ayı çıktı karşıma ne olduğunu anlamadan hangi yola girdim bilmiyorum arabanın yakıtı da bitti.
Barış:
- Gel benle yanımda kal, sabah dostum gelecek aracın için mutlaka yakıt buluruz, burası güvenli, köpeklerden korkma, ben Barış.
Yabancı:
- Ben Abdül, çok sevindim karşıma çıktığın için.
Barış, Abdül’ü alarak kaldığı yere götürür, hemen çay demler, ekmek ve peynir getirir, gülerek:
Barış:
-Turşucuda turşu, çobanda da peynir olur.
Abdül:
- Çok açıkmıştım, teşşekkür ederim.
Barış:
- Herkes aynısını yapar eminim.
Abdül:
- Ben emin değilim.
Çaylarını içmeye devam ederler, Barış’ın  gördüğü ayılar gelir aklına.
Barış:
- Ayıları nerde gördün, bende buralarda görmüştüm.
Abdül, biraz daha rahatlamıştır.
Abdül:
- Göl kenarında, göle bakarken bir anda arabanın yanına gelmişler, ben de gölün alt tarafındaki ormanın kesimini aldım genelde akşamları gölü izlemeye giderdim. Ayıları gördüğüm anda korkuyla nereye gideceğimi bilmeden sürdüm, hava yeni kararmıştı korkunun verdiği etki ile olmalı sanki ayılar benim peşimden geliyor zannettim buraya geldim nerden  nasıl bilmiyorum sen olmasan sabahı göremezdim eminim.
Barış:
- Bazen olur insana neye inanıp inanmıyacağını bilemez, boş ver geçti.
Abdül:
- Bu dağ başında yalnızlık zor olmuyor mu?
Barış, gülümseyerek:
- Para kazanmaya çalışıyorum, tabiki zor, küçüklüğümden beri çobanım.
Abdül:
- Bilirim para kazanmanın zorluğunu ben de çok zor günler geçirdim neyse, eğer ağaçla ilgili bir ihtiyacın olursa mutlaka benim yanıma gel lütfen yardımcı olurum.
Barış’ın  aklına evinin çatısı gelir:
- Öğrenmek istiyorum sadece merak ettim, evimin çatısını yaptırmak istiyorum ne kadar ağaç gider kaç parayı bulur.
Abdül'ün gözleri dolar:
- Sen hangi köydensin.
Barış:
- Buraya uzak kalır ak ağaç köyünden.
Abdül, Barış’a sarılır:
- Seni duydum çok kişiye iyilik yapmışsın, seni çok söylerler anlatırlar, tanışmak bu gecenin karanlığında oldu.
Abdül bir kez daha Barış’a sarılır.
Barış:
- Ben her insanın yapması gerekeni yaptım.
Abdül, tebbessüm ederek güler:
- Dünya üzerinde insan sayısı artı fakat senin bahsettiğin insanlardan kalmadı ne yazık ki, sen zor durumda olsan sana kim yardım eder.
Barış, çok duygulanır bir cevabı yoktur, düşündükçe üzülür. Abdül, Barış’ı anlatılanlardan duygulu ve onurlu olduğunu çok iyi bilir.
Abdül:
- Neyse boş ver, evin kaç metre biliyormusun.
Barış, heyecanlanır ilk kez evi için konuşur, gözleri dolar.
- Bilmiyorum metre olarak, köy evi bildiğin tek katlı üç odalı, ben sadece bir odayı kullanabiliyorum.
Abdül üzgündür:
- Çok yorgunum yatalım mı?
Barış:
- Tamam.

Yatakları açar yatarlar, Barış evi için konuşurlarken ne oldu, her halde yorgun olmalı diye düşünür. Barış, sabahtan kalkar sütleri hazır eder, çayı demler peyniri ve ekmeği getirir, o sırada Ramadan gelir. Abdül uyur, Barış, olanları anlatır, Ramadan, Abdül’ün arabasına yakıt koyar, sütleri alarak gider. Abdül bir süre sonra uyanır:

Diğer sayfalar:
◄ [10] , [12] ►

PAMUK PRENSESİN ÖLÜMÜ

Yazan: Demon Product
DP,din, islamiyet, İslamda çocukla evlenme geleneği,Çocuk gelinler ve İslamiyet,Pamuk prensesin ölümü,Çocuk istismarı,Artan çocuk tecavüz haberleri, Talak suresi 4.ayet,Tecavüz sınavı
Yazıma Jeanne COLDELIER’ in harika kitabının adı ile başlamak istedim "Pamuk prensesin Ölümü". Bu kitabı okumanızı şiddetle tavsiye ediyorum. Sebebi mi? Sebebi azda olsa yazımla alakalı da ondan.

Çocuk istismarı konusunda hit yapmaya başladık. Tabi bir grup ki ülkemizde çoğunluk olan bir grup hemen çıktı ve öne atıldı: "Hep İlluminati ve Masonların yapıyor. Yahudiler tezgâhlıyorlar bu işi. İngiliz ve Amerikan emperyalistlerinin planları bu. Amaçları bizi bölmek!..."

Diğer bir grup ki bunlar daha akılcı bir yaklaşım sergiliyorlar: "Eskiden de vardı ama bilinmiyordu, televizyon ve internet yoktu yayılmıyordu. Şimdi her şey yayılıyor tez zamanda!..."

Ağrımıza gitti, gururumuza dokundu, insanlığımıza sığdıramadık, mantığa oturtamadık. O küçücük bedenlere yapılanları bir türlü yakıştıramadık kendimize.

Bir KIZ ÇOCUĞU olmalı… Sokakta özgürce oynaması gereken, komşu Okan abisinden terleyince su isteyebilen, rahatça bakkal muhittin amcadan çikolata alabilen, Annesi ve Babası bir yere gittiğinde Melahat Teyze ve Mehmet Amcaya emanet edilebilen. Başı sıkıştığında mahallenin Semih abisine gidebilen, Merak ettiklerini rahatlıkla öğretmenine sorarak öğrenebilen, korkusuzca, güvenle, insanlıkla yaşayabilen…

Bilmiyorum çocuğunuz var mı? Benim var. Elinizden öper minik bir kızım var. Bana göre minik. Kendine göre genç kız. Hani tabiri caizse gözümden sakındığım.

Bir grup soracak şimdi : "Kendin gibi dinsiz, imansız mı yetiştiriyon la çocuğu?" diye. Yok, öyle değil. Öğrensin. İslamiyeti de öğrensin, diğer dinleri de öğrensin. İsterse inançla yaşasın, isterse inançsız yaşasın. Net bir cevap mı lazım: Evet Kur'an kursuna da gitti. Bilsin. Öğrensin. Kendisi sorgulasın. Ne hoca söylediği için dindar olsun ne de ben dedim diye dinsiz olsun.


İnancını veya inançsızlığını kendi seçsin. Eşini kendi seçsin. Hayatını kendi seçsin. İşini kendi seçsin. Okulunu kendi seçsin. Korkularını ve sevinçlerini kendi seçsin. Ne benim doğrularımla yaşasın ne de başkalarının doğrularıyla. Kendi doğrularını yaşasın.

Elbette ebeveynlerin görevi doğruyu ve yanlışı öğretmek. Peki, hangi doğruları veya hangi yanlışları?

Eğer Afganistan’da Taliban rejimi altında, Etiyopya’da, Yemen’de, Arabistan’da, İran’da, Malezya’da, Endonezya’da, Suriye’de bir baba olsaydım kızımı daha 9 yaşındayken benden dahi yaşlı bir adamla evlendirecektim. (Sakın yok diye iddia etmeyin, Ülkemiz yargı sistemi ile Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlıklarımız güneydoğu başta olmak üzere Suriyeli çocuk gelinlerin hukuki durumunu tartışıyor. Çünkü Suriye yasalarına göre 16 yaş yasal. Daha küçük yaşlarda hoca izni ile evlenilebiliyor. Bir sağlık görevlimiz Suriyeli çocuk annelerin dramını daha birkaç ay önce medyaya taşımıştı. Tabi tüm bunlar dış güçlerin oyunu. Yok aslında böyle şeyler.)

Devlet izin vermese de şeriat mahkemesi veya izni ile verecektim. Öyle bilecek, öyle öğrenecektim. Belki de cennetle müjdelenmek için kendi ellerimle teslim edecektim kızımı. Ağlayacaktım, üzülecektim ama içimi buruk bir sevinç kaplayacaktı. Cennetle müjdelenecektik. Sünnet’i tamamlıyorduk. Ayşe’de o yaşta evlenmemiş miydi? Kızını Peygambere veren Ebu Bekir edası ile mutlu olmayacak mıydım? O cennetlik sahabe gibi kızımı sanki Ayşe’ymişçesine vermeyecek miydim?

Ya ben? Belki de eşimle 9 yaşında evlendirilecektim. Daha aşkı hiç tanımadan, görmeden dünyayı, gençliği hiç yaşamadan… Ama hiç olur mu? Kız kızmısı başıboş bırakılır mı? Hemen evlendireceksin. O-ospu olur yoksa. Ya ben? Diyelim ki o yaşlarda evlenmek istemedim. “Gız mı olcen la sen? Çalışmıyor mu makine? Hehehe!” gibi soğuk, anlamsız, buram buram cahillik kokan kelimelere maruz kalacaktım.

(Bu arada o yaşlarda evlenerek hayata adım atanların bu dünyadaki sınavı bu mu? O yaşlarda zorla ve sapıkça bir şekilde cinsellik ile tanıştırılmak ne gibi bir sınav olabilir? Hani bu Dünya sınavdı ya? Şu an bu dünyada sınava tabi tutuluyorduk ya. O bakımdan. Düşünsenize, daha çocukken cinsellik ile beni sınava tabi tutan bir yaratıcım var.)

Bulunduğum ülke, yaşadığım toplum, inandığım din, kurallar bunu gerektiriyordu. O yaşlarda evlenmeliydim. Normali buydu. Cinsellik mi? O da ne? Zevk? Yok, be gardaş, biz normal ürüyoruz o kadar. Varsayalım öyle bir yaşa geldim ki artık cinselliğin zevkini aldım. Eşim? O hep aynı. Peki ya diğer kadınlar?

E param var, o halde "bakabilmek kaydı ile", "cariye olaraktan" alırım birkaç tane olur biter. Şimdi diyeceksiniz ki bakabilmek veya zengin olmak önemli değil. Hanımının rızası da önemli. Öyle ya tüm dünyada ikinci-üçüncü-dördüncü eşini almak isteyenler diğer hanımlarından helallik istiyor. Yersen. Bu arada kaç kadın kocasına ikinci-üçüncü-dördüncü eş için izin verir bu da ayrı bir merak konusu. Neyse diyelim ki aldım birkaç hatun. Hak geçmesin diye sıraya sokarım onları. Kimsenin hakkını çiğnemem. Hepsinin bir sırası olacak. Boşanmak? O var olabilir. Mehir hakkını veririm olur biter. Yalnız ben “One Night” istiyorsam ne olacak? Kolayı var. Basarsın bir Muta nikâhı olur biter. Yeter ki helalinden ve caiz olsun. Kadınlar helal olduktan sonra bizim tarlamızdı. Dilediğimizce sürebilirdik.

Sakın bana o dönemin şartları, yok savaş hali, yok erkek nüfusu azaldı diye komik komik savunmalar ile gelmeyin. Bunların safsata olduğu artık cümle âlem öğrendi. Örneğin o sırada cariye yapılan kadınlar sayesinde mi nüfus arttı? Eğer kadın yoksul ve kocasız kalmış ise illa yatağına mı alacaksın? Yatağa almadan bir kadına yardım edemiyor musun? Böyle bir kaide mi var? Kaide var tabi. Ayetlere bakınca cariye de yapıyorsun eş de yapıyorsun.

Konu çok dağıldı. Ayşe’den, pardon Hz. Ayşe’den bahsediyordum. 9 yaşında evlenmişti.

Pardon. Bu hurafe idi. Dine atılan bir iftiraydı. Ayşe 16 idi. Pardon 18. Yok 19. Aman efendim olur mu öyle şey o dönemin şartları, bilmem ne Hoca efendinin hesaplarına göre 23. Olmadı değil, şimdi o dönemin Arap kültürüne ve Arap coğrafyasında iken evlilik yaşı 17 idi, Yalancılar, Ayşe annemiz 20 yaşında evlendi.

Eeeeehhhh bir karar verin be!. Kabul edin. Kıvırmayın, bükmeyin.

(Bu konuda site yazarı Gregoire De Fronsac’ın "AİŞE MUHAMMED’LE EVLENDİĞİNDE KAÇ YAŞINDAYDI" adlı makalesine göz atabilirsiniz.)

Ayşe 9 yaşında evlendi sevgili Tatlısu Müslümanları. Bunu o vicdanınıza ve beyin kıvrımlarınıza iyice yerleştirin. İster kabul edin ister etmeyin. İsterseniz saçınızı başınızı yolun. Gerçek bu. Sadece sizin gibi Tatlısu Müslümanları inkâr ediyor. Diğer Müslümanlara ve İslam ülkelerine bakın neyi kabul ediyorlar.

Özür dilerim. Benim sapkınlığıma ve cahilliğime verin. Hiç esenlik ve barış üzerine olan dinimizde böyle şeyler olur mu? Uydurma hadisler üzerinden dinimize saldırma diyorsanız ki saldırmıyorum. Şu ayete bir göz atın. Bu ayeti ben uydurmadım. Hatta bu sitede yer alan makalelerde o kadar çok yer aldı ki sayısını unuttum:

Talak Suresi 4. Ayet:
"Kadınlarınızdan âdetten kesilmiş olanlarla, henüz âdet görmeyenler hususunda tereddüt ederseniz, onların bekleme süresi üç aydır. Hamile olanların bekleme süresi ise, doğum yapmalarıyla sona erer. Kim Allah’a karşı gelmekten sakınırsa, Allah ona işinde bir kolaylık verir."

“… henüz adet görmeyenler…” cümlesinden ne anlıyorsunuz? Hatta bu surenin tamamını okuyun. Tüm eski İslam âlimlerinin tefsirlerine bir bakın. Kendi gözlerinizle görün. Kimler için henüz adet görmemiş tabiri kullanılır? Menopoz dönemindeki kadınlar için mi? Hamileler için mi? Zaten adetten kesilmek tabiri kullanılmış ayetin başında. Yani, hamile ve menopoz dönemi kadınları kapsamış Burada anlatılmak istenen başka bir şey var görün artık. Dedim ya bana da güvenmeyin. Eski tefsirlere göz atın. Tatlısu hocalarına kanmayın.


Amacım dinciler çocuklara tecavüz ediyor. Dinsizler sütten çıkmış ak kaşık imajı yaratmak değil. Sapkınlığın dini inancı olmaz. Ateist sapık ta olabilir. Bu yazıda sapıklardan ya da tecavüzcülerden bahsetmedim/bahsetmiyorum.

Sadece şunu sormak istiyorum, yeğeninizi, kızınızı, kardeşinizi, ne bileyim küçük bir kız çocuğunu gözünüzün önüne getirin. 9-12 yaş civarı. Onu evlendirmek, yaşlıca birinin koynuna sokmak vicdanınıza ve insanlığınıza sığıyor mu? Sanmıyorum. İnançlı, hatta şu an bana küfür eden inançlı okurlarımızın dahi vicdanına sığmıyor biliyorum. Hadi beni ve size göre sapkın fikirlerimi boş verin. Kendi hocalarınızın – ama eski sağlam tefsircilerin ve âlimlerin- bilgilerine ve yazdıklarına göz atın. Cevaplar pek hoşunuza gitmeyecek.

Hele ki kadınlar hakkında ki ayetlere bir bakın. O "SAĞLAM" hadislere bir göz atın. Tabi göz atmaya ve araştırmaya cesaretiniz varsa. Bakın bakalım kadınlar hangi statüde. Sizin savunmanızı size karşı kullanacağım: "Kurandan cımbızladığınız ayetlerle kalkıp kendi fikrinizi savunmayın!". Bakın bakalım Kuran’ın ve sahih hadislerin geneline; kadın hakları ne durumda. Tabi "The Last Ayet Bükücü" hocalarınız buna zaten cevap geliştiriyorlar.

Çocuk gelinler alenen bir istismardır. Kusura bakmayın ama eğer bir inanç minicik bir kızın bedenini bir erkeğin yatağına uygun görüyorsa o inancı reddediyorum.
Sizin mideniz kaldırıyorsa size de eyvallah.

Bu arada geçenlerde Minik Eylül Ankara/Polatlı’da uğradığı istismarın ardından hunharca öldürüldü. Aklıma Site Baş Yazarı ve Yöneticisi A.KARA dostumun birkaç yıl önce bir makalesinde sorduğu soru geldi: Bu güleç yüzlü güzel Kız’ın bu dünyada ki sınavı bu muydu? Artık sınavını tamamladığı için cennete mi gitti? Yüce yaradan O’ na bu sınavı mı reva gördü? Ya da bu istismarcının mı sınavıydı? Madem istismarcının sınavıydı, küçük Eylül sadece bir sınav sorusu muydu? O’ nun var olma sebebi bir sınav sorusu olmak mıydı?

Gelin Pamuk Prensesleri Öldürmeyelim.

Yazımın başlığını Jeanne CORDELIER’ in kitabının başlığından almıştım. Bu kitap gerçi sadece çocuk istismarını ele almıyordu. Aile içi istismar söz konusuydu. Neyse detaya girmeyeyim. Şimdi o kitabın arka kapağındaki yazıyı size aktarmak istiyorum:

"Masanın üstünde anne. Yemek yediğimiz masanın üstünde. Bütün pislikler masada çıkıyordu anne, sen alışverişini yaparken, 'Arala bacaklarını,' derdi babam, ' Rahibeler duadan başka ne öğrettiler?. Ve sen çarşıda gün geçtikçe daha çok zaman harcadığından, bir pazar, mutfak masasının üzerinde en büyük aralamayı yaptım. Yürüyüşümün değiştiğini fark etmemiştin bile. Bana bakmıyordun artık. Gerçekte, bütün gerçeği sana bugün söylesem neye yarardı? Bir çocuğun dilinden anlamasını bilmediğine göre. Körsün. Bana vurduğunda gözlerinin içinde bunu görebiliyordum. Bunun için bakışlarımı indirmemi istiyordun.
... Babam neden bunu yapıyor? Annem neden izin veriyor? Sanki tahtaya şunları yazsam ne olur? Babam oramı elliyor. Sınıfta kaç kişinin oraları artık kendilerine ait değil?"