HABERLER
Dini Haber

MUĞLA'DA 2.300 YILLIK ANTİK TABLET BULUNDU

Derleyen & Çeviren: A.Kara
A, Arkeoloji, Antik tarih, tarih, Muğla'da tablet bulundu, Arkeoloji Türkiye, Arkeolojik keşif, Türkiye'de taş tablet bulundu MUĞLA'DA ANTİK ÇAĞA DAİR ÖNEMLİ BİR BELGE NİTELİĞİNDEKİ TABLET BULUNDU

Muğla ilindeki bir okulun bahçe duvarı içerisinde antik Yunan alfabesine sahip 2.300 yıllık bir tablet şans eseri keşfedildi.

Duvardan güvenli bir şekilde çıkarılan tabletin 3. yüzyıldan kalma olduğu ortaya çıktı. Arkeologlar bu tabletin başlangıçta bir heykele bağlı olduğuna inanıyorlar ve tabletin bir kısmının kırıldığını ve okunamadığını belirttiler.

Şimdilik eser hakkında çok fazla şey bilinmemekle birlikte, antik çağlarda tarihi öneme sahip olan bir bölgede bulundu.

Anadolu'da eski zamanlarda, güneydeki Menderes ve Dalaman (İndus) nehirleri arasındaki bölgeye Karya denirdi. Sakinleri Karyalılar ve Leleglerdi. Homer tarafından yazılan "İlyada" da Karyalılar, Truvalılar ile işbirliği içinde ortak seferlerle ülkelerini Rumlara karşı savunan, Anadolu’nun yerlileri olarak tanımlanırlar.

Antik bir Karya kenti olan Muğla'nın, bölgedeki Antik Yunan sömürgecileri tarafından yerleşilene kadar Mısırlılar, Asurlar ve İskitlilerden oluşan topluluklar tarafından baskınlara maruz kaldığı bilinmektedir.


Yunanlılar bu kıyılarda uzun süre yaşadılar ve Knidos (Datça Yarımadası'nın sonunda), Bodrum (Halikarnassos) gibi önde gelen şehirlerin yanı sıra Bodrum yarımadasının sahili boyunca ve iç kesimlerinde Fethiye'nin Telmessos, Xanthos, Patara ve Tlos kentlerini de kapsayan şehirler kurdular.

Sonunda sahil Büyük İskender'i yenen Persler tarafından fethedildi ve Karia'nın satraplığına son verdi(Satraplık: Bir satrapın yönetimi altındaki bölge).

Daha sonra il, Ege Adaları, Girit ve Venedik ve Mısır'a kadar ticaret yaparak önemli bir deniz gücü haline geldi. Menteşe döneminde Türk yerleşim yeri genellikle Kütahya-Tavas ekseni boyunca yer alan göçlerle gerçekleşmiştir.

Muğla 1390'da Osmanlı İmparatorluğu tarafından ele geçirilmişti ancak sadece on iki yıl sonra, Tamerlane ve güçleri Ankara Savaşı’nda Osmanlı'yı yendi ve diğer Anadolu beylikleri için yaptığı gibi, bölgenin kontrolünü eski yöneticileri olan Menteşe Bey’lere geri verdi. Muğla 1451'de Sultan II. Mehmed tarafından tekrar Osmanlı kontrolü altına alındı. Osmanlı döneminde bölgedeki en önemli olaylardan biri Marmaris'ten başlatılan Rodos'a karşı Kanuni Sultan Süleyman tarafından başlatılan seferlerdi.

Özalp, "Tabletin, şehre hizmet eden birini onurlandırmak için yazılmış olması ve kişiye teşekkür etmek için bir heykelin yanına yerleştirilmiş olması mümkün olabilir" dedi ve tabletin kesin tarihinin müze uzmanları tarafından yapılacak analizlerle belirlenebileceğini söyledi.

TANRILARIN BİNEĞİ GARUDA

Derleyen & Çeviren: A.Kara
A, mitoloji, Hint mitolojisi, Budizm, Hinduizm, Amrita, Garuda, Tanrı Garuda, Tanrıların bineği, Vişnu'nun bineği, Hint efsaneleri, Vinata, Kashyapa, Nagalar, Anzu, Zu, Mahabharata, TANRILARDAN ÖLÜMSÜZLÜK İKSİRİ AMRİTA'YI ÇALAN KUTSAL KUŞ GARUDA

Kutsal kuş Garuda, Hindu panteonundaki en ilginç figürlerden biridir. Yarı insan ve yarı kuş olan Garuda (tanrının kendisi değil) yılanların düşmanıdır (Nagalar).

Garuda cesareti sembolize ederken Vedaların kutsal öğretilerini ve onları okuyanların yıldırım gücü eşliğinde bilgelik kanatları üzerinde taşınmasını temsil eder.

Garuda gökyüzünde uçarken kanatlarının Vedaların ilahilerinin seslerini çıkardığına inanılıyor.

Benzer mitolojik yaratıklar diğer ulusların inançlarında da bulunabilir. Bir Babil / Sümer efsanesi insan gibi iki bacağı ile yürüyebilen dev bir aslan başı olan yarı insan ve yarı kuş bir yaratıktan bahseder. Anzu / Zu adlı bu yaratık tanrıların elçisidir ve bilgedir.

Slav folkloruna göre Ateşkuş güneş gibi parıldayan tüylere ve kristal gibi parlayan gözlere sahip bir yaratıktı. Roma, Yunan veya Mısır mitolojileri, Güneş, ölümsüzlük, yeniden doğuş, diriliş ve ebedi yaşamın sembolü olan efsanevi bir ateş kuşu olan Phoenix hakkında konuşur. Bu efsanevi yaratığın Çin ve Japonya'da da benzerleri vardır.

GARUDA'NIN DOĞUŞU, HİNDUİZM VE BUDİZM'DEKİ ÖNEMİ
Hindistan'ın büyük destanı Mahabharata'ya göre Garuda bir yumurtadan doğdu ve her çağın sonunda tüm dünyayı yok eden devasa kozmik felaketi başlatmak için güçlü ve son derece parlak bir ışık olarak göründü.

Garuda'nın sınırsız gücünden korkan Devalar, kendisini beden ve enerji bakımından küçültmesi için ona yalvarınca Garuda da onların dualarına kulak verdi.

Efsaneye göre Garuda öylesine büyüktü ki herkes onu ateş tanrısı Agni ile karıştırıyordu.

Garuda en sık şekilde, altın kanatları, keskin pençeleri ve gagasında bir yılan tutan insansı bir yaratık olarak tasvir edilir. Hindu ve Budist mitolojisine göre kanatlarının hareketi bir fırtınaya yol açtı; tüylerinin parlaklığı o kadar güçlüydü ki güneşin parlamasını bile gölgede bıraktı. Garuda'nın kanatları o kadar büyüktü ki birkaç mil boyunca uzanabiliyordu ve kanatlarının çırpılması, gökleri karartan ve evleri tahrip eden kasırga benzeri rüzgarlar yaratmaya yetiyordu.

Gücünü ihtiyaç duyduğu kadar arttırma yeteneğine de sahipti.


GARUDA'NIN ANNESİNİN ESARETİ
Garuda bilge Kashyapa ve kuşların annesi Vinata'dan doğdu. Kashyapa ayrıca bin yılanı (bugün dünyada yaşayan tüm yılanların ataları) doğuran Vinata'nın kız kardeşi Kadru ile evlendi. Bir gün, Vinata ve Kadru, Süt Okyanusu'nun çalkalanması sırasında ortaya çıkan yedi başlı uçan at olan Uchchaihshravas'ın kuyruğunun rengiyle ilgili önemsiz bir iddiaya girdiler. Kadru atın kuyruğunun siyah olduğunu iddia ederken Vinata beyaz olduğuna ikna olmuş.

Kadru'nun aldatması sonucunda Vinata bahsi kaybedince Kadru'nun kölesi olurken o ve yılan oğulları tarafından çok kötü muamele gördü.

ÖLÜMSÜZLÜK İKSİRİ AMRİTA'NIN ÇALINIŞI
Annesinin bu küçük düşürücü tutsaklıkta acı çekmesini durdurmaya çalışan Garuda, yılanlara gitti ve annesinin özgürlüğünü satın almak için onlara ne vermesi gerektiğini sordu.

Nagalar, annesini serbest bırakmak için tanrıların okyanusun derinliklerinden cesurca ele geçirdiği Ölümsüzlük Nektarı'nı (Amrita) getirmesi gerektiğini söylediler.

Garuda, devaların iksiri tüm gökyüzünü kaplayan bir ateş, keskin dönen bıçaklar ve iksirin yanındaki koruyucu bir şekilde yerleştirilmiş iki büyük zehirli yılanla fanatik olarak koruduğundan bunun başarılması zor bir görev olacağını biliyordu.

Ancak kuşların güçlü kralı korkmadı. Hepsini yendi ve Amrita'nın depolandığı ve korunduğu bölgeye girdi. Ağzındaki Amrita kabı ile doğrudan annesini kontrolünde tutan Nagalara doğru yöneldi.

Sonra aniden her şeyi koruyan, en yüksek ilahiyatlardan biri olan, genellikle mavi derisi ve dört koluyla tasvir edilen büyük Hindu tanrısı Vişnu (Vishnu) karşısında belirdi. Birbirlerine karşılıklı olarak söz verdiler ve Vişnu, Amrita'nın kabından içmeden Garuda'ya ölümsüzlük sözü verdi. Garuda ise Vişnu'ya özel bineği olarak hizmet vermeyi kabul etti.

Garuda ileride İndra ile karşılaştı ve ona iksiri Nagalara ulaştırdıktan sonra ilahi amrita'nın İndra'nın eline geçmesini sağladığından emin olacağını söyledi. İndra da Garuda'ya yılanları yiyecek olarak vereceğine söz verdi.

Nagaların topraklarına ulaşan Garuda, iksiri içeren kabı çimlerin üzerine koydu ve hemen annesi Vinata'yı serbest bırakmalarını ve amritaları içmeden önce gerekli dini törenleri yapmalarını istedi. Nagalar ayinlerle meşgulken İndra hızlıca geldi ve amrita dolu kabı aldı. Yılanlar geri döndüklerinde iksirin ortadan kaybolduğunu ve yere dökülen amrita damlalarını yalamaya çalıştıkları sırada kabın orada olmadığını görünce şok oldular. Efsane yılanların (nagalar) dillerinin bu şekilde ikiye bölündüğünü söylüyor.

Garuda görevi yerine getirdiğinde ve amrita tanrılara döndüğünde Vişnu’ya verdiği sözü yerine getirmek zorunda kaldı. O andan itibaren Garuda, Vişnu ile yakından ilişkili oldu ve Vişnu'ya ek olarak karısı Lakshmi de Garuda'yı binek kuşu ('vahana') olarak kullandı.

TEBÜK SEFERİ AYETLERİ

Yazan: Mehmet W. Gündoğdu
MWG, din, islamiyet, Tebük seferi, Tebük savaşı, Hz Muhammed Tebük savaşı, Tebuk savaşı, Tevbe suresi, Muhammed'in savaşa katılmaya zorladığı halk, Zorla Tebük savaşına sokulan insanlar,
TEBÜK SEFERİ AYETLERİ


Hicretin 9. Yılı, miladi tarih 631. Medine’de kuraklık var, işler tersine gitmeye başlamış, hurmalar toplanmayı beklemekte, hasat zamanı gelip çatmış, mevsim yaz, sıcaklık aşırı derecede yüksek… Tam böyle bir zamanda; Muhammed Tebük seferi için ayetler getirerek, halkı seferberliğe çağırıyor. Besbelli kafasında yeni ganimetler var. Çünkü Tebük seferi için ortada ciddi bir neden yok. Tebük seferinin ön yüzündeki neden; Bizans ordusunun Medineli Müslümanlara saldıracağından korkulmasıdır. Yazılı kaynaklara göre; Suriyeli İseviler Bizans İmparatoru Heraklius'a mektup yazarlar. Mektupa Muhammed’in öldüğü, halkın yokluk kıtlık içinde olduğu yazıldıktan sonra; bu durumdan yararlanıp Müslümanlarla savaşmanın tam zamanı olduğunu, böyle bir savaşta Arap kabilelerinin her türlü desteği de vereceği bildirilir. (Heysemî, Mecmau'z-Zevâid, VI, 191). Aynı günlerde de Muhammed’e de asılsız bir haber ulaşır. Rumların yani Bizanslıların Şam’da toplanıp Müslümanlara karşı savaş hazırlığı yaptıkları haberini duyan Muhammed, ayetlerin de yardımıyla hemen cihat için seferberlik çağrısında bulunur. Ancak Muhammed’in çağrısı pek işe yaramayınca, Muhammed’in ayetleri yardımcı olur:
  • "Ey iman edenler! Size ne oluyor da: Allah yolunda cihada çıkın, denildiğinde, bazılarınız ağırdan alarak, bulunduğunuz yerden kımıldamak istemiyorsunuz? Yoksa siz ahreti bırakıp, sadece dünya hayatına mı razı oldunuz? Hâlbuki dünya hayatının geçici zevki, ahret saadeti yanında pek az ve değersizdir." (Tevbe, 38)
  • "Ey müminler! Güçlünüz, zayıfınız hep birlikte savaşa koşun. Allah yolunda mallarınızla canlarınızla cihat edin. Eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır." (Tevbe, 41)

Oysa Bizans Arap ortak ordusunun Müslümanlara saldırmak gibi bir girişimi yoktur. Onlar, İran’a saldırma hazırlığı yapmaktaydılar.

Halk vardan yoktan yardım edip ordu donatılarak, eli silah tutan herkes bu kutsal savaşa katılacak… Oysa Şam nerede, Medine nerede? Ayrıca Şam’da böyle bir hazırlık da görülmüyor. Her ne kadar ayetlerle duyurulsa da halk bu seferberliği benimsemekte ikircikli kalır. Herkes kendine göre bir bahane bulup savaşa gitmek istemediğinden, Muhammed hemen yeni ayetler icat etmeye başlar. İleride görüleceği gibi Muhammed, savaşa gitmek istemeyenlerden bazılarına izin vermişti. Hemen arkasından da savaşa katılmak istemeyenlerin her birinin durumuna göre icat ayetleri ortaya çıkarır. Öncelikle, tam bu sırada icat edilen Tevbe suresinin ayetlerine bakılırsa konu daha kolay anlaşılacaktır.
  • 42: "Eğer o sefer, yakın bir ganimet ve kolay bir sefer olsaydı mutlaka peşine düşer gelirlerdi. Fakat o zorlu yolculuk kendilerine uzun bir sefer geldi. Bununla beraber, "Bizim de gücümüz yetseydi, sizinle beraber elbette sefere çıkardık." diyerek Allah'a yemin edecekler, nefislerini helâke sürükleyecekler. Allah biliyor ki, onlar iyice yalancıdırlar.” (Tebük seferinin ganimet için yapıldığı bu ayette belli. Sefere katılmak istemeyenler yalancılıkla, hatta başka yorumlarda münafık ve kâfirlikle suçlanıyorlar.)
  • 43: (Allah peygambere söylüyor.) "Allah seni affetsin. Doğru söyleyenler kimler, gerçekten yalancılar kimlerdir, bunların iyice belli olmasını beklemeden niçin onlara izin verdin?
  • 44: Allah'a ve ahret gününe inananlar, mallarıyla ve canlarıyla cihat etmeyi görev bildiklerinden-zaten geri kalmak için-senden izin istemezler. Allah onların kimler olduğunu bilir."
  • 45: "Senden izin isteyenler, Allah'a ve ahret gününe inanmayanlar olabilir. Onların kalpleri hep işkillidir. Bundan dolayı şüphe içinde bocalayıp dururlar."
  • 46: "Eğer sizinle beraber cihada çıkmak isteselerdi, elbette onunla ilgili olarak bir takım hazırlıklar yaparlardı. Fakat Allah davranmalarını istemedi de onları yoldan alıkoydu ve kendilerine "oturun oturanlarla beraber" denildi." (42. Ayette; Yalancılıkla, kâfirlikle suçladığı kişilerin; Tebük seferine katılmalarını Allah istememiş. Oysa 46. Ayette sefere katılmadıkları için suçlananlar için Allah bu sefere katılmalarını önledi deniliyor. Lütfen çelişkiye dikkat ediniz!)
  • 47: "Eğer içinizde sizinle beraber cihada çıkmış olsalardı, bozgunculuk etmekten başka şeye yaramayacaklar ve aranıza fitne sokmak için uğraşacaklardı. İçinizde onların laflarına kanacaklarda vardı. Allah, o zalimleri iyi bilir." ( Bu kez de onların bozgun ve karışıklık çıkarmamaları için sefere katılmalarının Allah tarafından önlendiği söyleniyor. Oysa ayeti falan takan olmamış ki, bu ayet de Allah önledi deniliyor. Bu ne çelişkidir?)
  • 48: "Şurası kesindir ki, bunlar daha önce de fitne çıkarmak istediler ve sana türlü işler çevirdiler. Nihayet hak yerini buldu ve Allah'ın emri onların zoruna gitmesine rağmen açığa çıktı."
  • 49: "İçlerinden "Aman bana izin ver, başımı derde sokma" diyen de var. Dikkat et, başlarını asıl kendileri derde soktular. Hiç şüphesiz cehennem, kâfirleri elbette kuşatacaktır."

Burada ünlü Kur'an yorumcusu İmam Suyuti araya girecek. Suyuti; Ed Dürrü'l Mensur, Tevbe Suresi 49. Ayetin açıklamasında (c.7/399)  bakalım, görelim neler söylemiş? Bir bilgi sunar sitesinde yazarı belli olmayan kısa bir yazıda Suyuti’nin 49. Ayetin yorumu anlatılıyor. “Hz. Muhammed Tebük seferi hazırlığı aşamasında Müslümanlara seslenerek, "Biz bugün Rum'la savaşır, Beni Asfer kızlarına kavuşuruz" diyor. İmam Suyuti devamla, Hz. Muhammed onların kızlarının güzelliğini arkadaşlarına anlatmakla onları savaşa teşvik etmek isterdi diyor. Bunları anlatınca Müslümanlardan biri (bunu söylediği için inen ayetlere göre münafıklardan sayılıyor), ey Müslümanlar, Muhammed sizi kız-kadınla helak edecek, diyor. Suyuti buna benzer birçok hadis sunuyor. Tebük harbinde birçok kişi savaşa katılmak istemiyor; ancak Muhammed onları zorluyor. Örneğin Ced b. Kays camide otururken Muhammed geliyor. Ced ona, bırak ben savaşa gelmek istemiyorum diyor. Muhammed, sen varlıklısın, haydi hazırlan. Ola ki Asfer kızlarından (Şimdiki gibi nasıl Avrupa kızlarına sarışın deniliyorsa o zaman Rum kızlarına Beni'i Asfer deniyordu) birkaçına sahip olacaksın diyor. Adam, bırak beni, ben savaşa katılmak istemiyorum, başımı Rum kızlarıyla belaya sokma diyor. Bu gibi muhalifleri susturmak için ayet üzerine ayet iniyor (Tevbe suresinde). İşte İslam'ın en önemli yayılma nedeni bu: Cariye ve ganimetler formülüyle insanları harekete geçirmek.”

Tevbe suresinin 50-57 arası ayetlerinde Müslüman Medineliler, çok ağır şekilde suçlanılıyor ve onların korkak-bozuk bir toplum olduğu anlatılıyor. Çelişkilerle dolu bu 7 ayette Tebük seferine katılmak istemeyenler korkunç azapla korkutuluyor.

Konuya dönelim. Yoksul olduğu her zaman öne sürülen ileri gelenler, yüklü bağışlarda bulundular. Ömer, dört bin dirhem gümüş para getirip, mal varlığının yarısı olduğunu söyledi. Ebubekir de dört bin dirhem; Abdurrahman b. Avf,  sekiz bin dirhemlik sermayesinin yarısını verdi. Osman üç yüz deve, yüz at bağışlayıp, ayrıca bin altın lirayı da Muhammed’in önüne koydu. Ümmü Sinan el-Eslemiyye şöyle anlatır: "Hz. Ayşe'nin evinde resulullahın önüne serilmiş bir örtü gördüm ki üzerinde bilezikler, bazubentler, halhallar, yüzükler, küpeler, develerin ayaklarını bağlayacak bir takım kayışlarla, kadınlar tarafından gönderilen ve savaşta işe yarayabilecek bir takım şeyler bulunuyordu" (Vâkıdî, Meğâzî, III, 991, 992).

“Muhammed kırk bin kişilik Bizans ordusunu oyuncak mı sanıyor? Bu savaşın ganimeti de olmaz, zaferi de…” diyenlerin toplandığı Yahudi Suveylim’in evi yakılıyor, içindekiler damdan atlayarak zor kurtuluyorlar. (İbn İshak, İbn Hişâm, Sîre, IV, 160; Diyarbekri, Hâmis, II, 124).

Gülünç Sonuç
Bu konu hakkında söylenilecek ve söylenilmesi gereken pek çok şey varsa da; uzatıp dağıtmadan Tebük seferine dönelim. Muhammed’in ordusu yarı gönüllü, yarı gönülsüz yola çıkar. Güneş bir yandan, susuzluk bir yandan, yolun uzunluğu bir yandan; ordu zor duruma düşer. Üstelik Bizans ve Arapların kırk bin kişilik bir ordusu olduğuna da inanmaktalar. Bir süre sonra kırk bin kişilik ordu karşısında savaşmayı göze alamayan Muhammed, türlü bahanelerle geriye döner. Uydurulan bahanelerin biri duydukları haberin asılsız çıktığı, ötekisi de Şam’da veba salgını olduğudur. Günümüz dinci kesiminin iddiası daha da gülünç: “Tebük seferiyle, Müslümanlar askeri güçlerini büyük bir orduyla, 40000 kişilik Bizans- Arap ordusuna karşı koyabileceklerini gösterdiler.” Oysa Medineliler çölden çıkıp Şam’ın yakınına bile varamadan geriye döndüler ki kimlere ne göstersinler, kimlere gözdağı verebilsinler?

Olayın Gerçek Yüzü ve Düşünceler
Düşünmeyi bilenler bu olaydan çok ders çıkarabilirler. Kuran ayetleri ve hadislere bakarak, şöyle bir yaklaşım getirilebilir: O günün Müslümanları inançlarında samimi değiller. İnançlarını kılıç zoruyla ve Muhammed’in ganimet vaatleri üzerine kurmuşlar. Kendilerine duyurulan savaş ayetleri bile fazla etkili olamamış, çünkü savaşın kazanılıp ganimet toplamanın olanaksız olduğunu biliyorlar. Bu yüzden bazıları birer bahane bulup, mal ve parayla bu “kutsal savaşa” katılmak istemiyorlar. Muhammed’in, tutsak alıp paylaşacakları taze sarı kızlar vaadi bile çok ilgi görmüyor. Muhammed’in Uhut, Bedir, Hayber savaşlarını Allah’ın ve meleklerin yardımlarıyla kazandıklarını,  bu savaşı da Allah’ın yardımıyla kazanacaklarını söyleyip, ayetler göstermesi bile işe yaramıyor. Madem, önceki savaşlarda Allah ve melekler yardım etti; Tebük’te de yardım ederdi. Muhammed’in kendisi buna inanıyor muydu? İnansaydı, geri dönmezdi.

İşte böylece, gülünç bir sonuçla, Muhammed’in sarışın taze kızlar ve iştah kabartan ganimet beklentisi suya düşmüş oldu.

TANRIÇA SERKET (SELKİS)

Derleyen & Çeviren: A.Kara
A, mitoloji, din ve mitoloji, mısır mitolojisi, Serket, Akrep tanrıça, Kötülük yapanları cezalandıran akrep tanrıça, Serqet, Selkis, Yarı akrep tanrıça, Zehirden koruyan tanrıça, Antik Mısır, Mısır Tanrıçaları, Kanopik ZEHİRLİ ISIRIKLARI İYİLEŞTİREN VE KÖTÜLÜK YAPANLARI CEZALANDIRAN AKREP TANRIÇA

Eski Mısır inancında Serket (Serqet, Selkis) hayatın soluğunu (nefes) kontrol ediyor, doğru işleri onaylayıp korurken, ölümcül yılan ve akrep ısırıklarını iyileştiriyor ve kötülük yapanları cezalandırıyordu.

Akrep veya bir kadın başı ve gövdesiyle bir akrep, hatta bazen başında akrep olan bir kadın olarak tasvir edildi. Akrep, M.Ö. 3100 civarındaki Erken Hanedanlar Dönemi'nin başlangıcında en eski insan yerleşim alanlarındaki Mısır eserleri üzerinde ortaya çıkan bir semboldür.

Yavrusunu korumakla ünlü olan akrep ile güçlü bir ilişki içinde olan Serket, anneliğin güçlü korumacı yanını ve çocukların beslenmesini sembolize ediyordu. Bu yönüyle, Horus'u çocukluğu boyunca kaos tanrısı Seth'ten koruyan Mısır tanrıçası İsis'le karıştırılıyordu.

Genel olarak yardımsever ve koruyucu bir tanrı olarak görülen Serket'e “Cennetin Hanımı”, “Kutsal Toprakların Hanımı”, “Güzel Çadırın Hanımı”, “Güzel Evin Hanımı” gibi farklı ve güzel sıfatlar verildi. Fakat inanışa göre bu tanrıça onaylanmadığı veya insanlarca onaylanmayacak kötü eylemler gerçekleştirenleri gerektiğinde cezalandırıyordu.

Eski Mısırlılar, Serket'in yılanlar ve akrepler, hatta onların zehirli, ölümcül ısırıkları üzerinde gücü olduğuna inanıyordu, böylece kötülük yapanlara acı çektirebiliyor, akrep sokmaları ve yılan ısırıklarından muzdarip olanları tedavi edebiliyordu.

Serket yılan ısırıklarını tedavi edebildiği için eski Mısır'da kötü yılan-tanrı olarak bilinen şeytani bir yılan figürü olan Apep (veya Apophis)'e karşı canlıları koruyan tanrıça olarak da biliniyordu. Yani Serket ayrıca yılana karşı mücadelede de rol oynuyordu.


Tabut Metinleri 752 tılsımında ölen kişi şöyle der: "Serket-Hetyt'in sanatında yetenekliyim; bu yüzden Apophis’i uzaklaştıracağım."

Piramit metinlerinde ölen kralın tabutunda yazanlar da Serket'in koruyucu rolünü kanıtlıyor (PT 1375): "Annem Isis, hemşirem Nephthys… arkamda Neith ve önümde Serket…”
Diğer üç tanrıça Nephthys, Isis ve Neith ile birlikte Serket, vefat eden kişinin vücudunu ve hayati organlarını koruyordu.

Organlar geleneksel olarak kanopik (Antik Mısır'da insanlar mumyalanırken iç organların konulduğu kaplardır) kavanozlarda saklanır ve 'Horus'un Dört Evlatı' olarak adlandırılan dört küçük tanrı tarafından korunurlardı.

Bunlardan biri akciğerleri koruyan ve Neftis'in (Nephthys) koruması altında olan maymun başlı Hapi (Hapy) idi. Ayrıca karaciğeri Isis tarafından korunan insan başlı Imsety, mideyi genellikle Neith (Nit) tarafından korunan çakal başlı Duamutef ve bağırsakları genellikle Serket tarafından korunan Qebehsenuef koruyordu.

Kavanozlar dört koruyucu tanrıça olan Isis, Nephtys, Neith ve Serket ile tanımlanıyordu.

Bu ilahın şerefine yükseltilmiş çok tapınağı yoktu ancak birçok toplulukta ona ibadet eden çok sayıda rahip vardı. Ona ilk başta Delta'da ibadet edildi, ancak ünü toprakların ötesine, Djeba (Edfu) ve Per-Serqet'te (Pselkis, el Dakka) bulunan tarikat merkezlerine kadar yayıldı.

Eski Mısırlılar, akrep tanrıçasına saygı göstererek kendilerini tüm zehirli yaratıklardan koruyabileceklerine inandılar.

Görünüşe göre bu tanrıça sihir ile de ilişkiliydi çünkü onun akrep ve yılanların zehirli ısırıklarıyla mücadele eden sihirli tıp pratisyenlerinin lideri olduğunu doğrulayan birçok büyülü tılsımı vardı.

Kaynaklar: Hart, G. A Dictionary of Egyptian Gods and Goddesses

PEYGAMBER İLE ÖZEL GÖRÜŞME SADAKASI

Yazan: Kainatta Toz Zerresi
din, islamiyet, KTZ, Peygamber ile özel görüşme sadakası, Hz Muhammed ile görüşmeden önce sadaka, Mücadele 12, Mücadele 13, Allah'ın peygambere sadaka verin demesi, Sadaka, Kur'andaki çelişkiler, MUHAMMED İLE ÖZEL GÖRÜŞME ÖNCESİ SADAKA

MÜCADELE Suresi 12. Ayet: "Ey iman edenler! Peygamberle özel görüşme yapmak istediğiniz zaman, bu görüşmenizden önce bir sadaka verin. Sizin için en iyi ve en nezih davranış budur. Şayet bulamazsanız, bilin ki Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhametlidir."

MÜCADELE Suresi 13. Ayet: "Özel görüşme yapmadan önce sadaka verecek olmanızdan dolayı (vermediğiniz takdirde) korkuya mı kapıldınız? Madem bunu yapmadınız ve Allah da sizi bağışladı, o halde namazı özenle kılın, zekâtı verin, Allah’a ve resulüne itaat edin. Allah yapıp ettiklerinizden tamamen haberdardır."

“Ey iman edenler! Peygamberle özel görüşme yapmak istediğiniz zaman, bu görüşmenizden önce bir sadaka verin...”  emrini “Efendim bu sadaka Peygamberin kendisine değil fakirlere verilmek üzere istenmektedir” şeklinde yorumlayanlar… Hadi öyle olsun. Peygamberin özel görüşmeleri, fakirlerin doyurulması açısından fakir  fukaranın  sadakasına  vesile olsun.


Gelelim Mücadele Suresi 13’üncü ayete. Her hangi bir sebepten dolayı Hz Muhammed  ile özel görüşme yapmadan önce sadaka vermeyenleri Allah’ın bağışlayacağı yani affedeceği belirtiliyor. Benim kafam buna basmadı. Zekât vermekle ilgili, yoksullara, yetimlere vb kişilere yardım etmekle ilgili onca ayet varken bir de Peygamberle özel görüşme öncesi ayrıyeten sadaka verilmesi gerektiği emrolunuyor ve bu emri yerine getirmeyen ya da getiremeyenlerin Allah tarafından bağışlanacağı belirtiliyor. Ben gene anlamadım. Benim algılamamda ve mantığımda bir hata mı var acaba? Hz Muhammed ile özel görüşme öncesi sadaka vermemek nasıl bir günahmış ki Allah, bu fiili yerine getirmeyen kulunu affedeceğini özellikle belirtiyor. Allah’ın bu hususla ilgili affetme lütfu özellikle belirtildiğine göre demek ki ayette geçen Hz Muhammed ile özel görüşme öncesi sadaka vermek hadisesi ciddiye alınacak günahlardan birisi olsa gerek. Belki de Peygamberle görüşecek olan kişi aklını, beynini biraz çalıştırdı ve dedi ki: “Sadaka için ayırdığım bir para zaten var ve ben bu parayı kötü durumda olan falanca akrabama vereceğim. Madem amaç fakiri fukarayı doyurmak, başkası nasipleneceğine kendi akrabam nasiplensin” diyemez mi? Üstelik ilk ayette yani  Mücadele suresi 12’inci ayette “Şayet bulamazsanız Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhametlidir” yazıyor. Nasıl yani? Peygamberle görüşmek isteyen ve cebinde beş parası olmayan birisi, görüşme sadakasını bir yerlerden bulamadı diye Allah onu affediyor, bağışlıyor. Yani kuluna, taşıyamayacağı kadar yük yüklemeyen Allah, sadaka parasını bulamayan kulunu, kulunun elinde olmayan bir durum sebebi ile affediyor. Hem o yükü kuluna yükle yani fakirlik yükünü kuluna yükle sonra  beş parasız kuluna Peygamberle görüşme öncesi Sadaka emrini ver sonra da “para bulamazsan önemli değil, ben seni affederim” de…

Sanki bu ayeti birileri deneme maksatlı yazmış, ortaya bir yem atmış, bakmış ki yemi yiyen yok, attığı yemleri geri toplamış. Bu ayetler, merhamet sahibi ve bağışlayıcı bir Tanrı tarafından değil de sanki verdiği emrin insanlar tarafından nasıl karşılanacağını hesap edememiş bir insan tarafından yazılmış gibi duruyor.

ÖMER'E ÖZEL AYETLER

Yazan: Mehmet W. Gündoğdu
MWG, din, islamiyet, Hz Ömer, Ömer'e özel ayetlere, Ömer için ayet geliyor, Kur'an ayetleri nasıl oluştu?, Kur'an Muhammed'in el yazmasıdır, Ömer'in söylemesiyle gelen vahiyler,

ÖMER'E ÖZEL AYETLER

Muhammed’in ayet diye duyurduklarının pek çoğu; Ömer’in istek ya da önermesiyle ortaya çıkmıştır. Hadisçiler ve Kuran yorumcuları, bazı ayetlerin geliş nedenlerini Ömer’le ilgili konulara bağlarlar. Sanırız ki, Ömer olmasaydı ya da Ömer’in başına bazı işler gelmeseydi, bu ayetler de ortaya çıkmayacaktı! Bu konuyu açıklığa kavuşturmak için İslam kaynaklarından bazı örnekler veriyoruz.

İslam kaynaklarına göre; Nisa suresi 34. Ayetin ortaya çıkışı, Ömer’in isteği ve önerisiyle olmuştur.

Medineli kadınlar kocaları tarafından dövüldükleri için Muhammed’e şikâyete gelirler. Muhammed “eşlerinizi- kadınlarınızı dövmeyin” diye erkeklere öğüt verir. Muhammed’in bu öğüdü duyulunca; erkekler bunu hoş karşılamazlarsa da Muhammed’e de karşı gelemezler. Ömer gelip “kadınların çok şımarıp, azdıklarını” söyleyerek, “bir ayet getir ya da bir fetva ver de eşlerimizi dövebilelim” der. İşte bunun üzerine hemen Nisa suresi ve 34. Ayet geliverir. “Erkekler, kadın üzerine idareci ve hâkimdirler. Çünkü Allah birini (cihat, imamet, miras gibi işlerde) diğerinden üstün yaratmıştır. Bir de erkekler mallarından (aile fertlerine) harcamaktadırlar. İyi kadınlar, itaatkâr olanlar ve Allah'ın korunmasını emrettiği şeyleri kocalarının bulunmadığı zamanlarda da koruyanlardır. Fenalık ve geçimsizliklerinden korktuğunuz kadınlara gelince: Önce kendilerine öğüt verin, yataklarından ayrılın. Bunlar da fayda vermezse dövün. Eğer size itaat ederlerse kendilerini incitmeye başka bir bahane aramayın. Çünkü Allah çok yücedir, çok büyüktür."

Muhammed, birisini bir iş için Ömer’e yollar. Ömer çıplak bir haldeyken adam bunu görür ve Muhammed’e söyler. Daha sonra Ömer, Muhammed’e gelip, bu olayı anlatarak, bu konuda bir ayet olmamasının eksiklik olduğunu söyler. Cebrail alelacele Nur suresi ayetlerini getiriverir. (Nur suresi: 27-28-29-30 ve 58- 59) Ömer’in dileği hemen kabul olunmuştur! Ömer’in dilemesiyle Cebrail’in getirdiği ayetlerden 58. ayetin Türkçesi şöyledir: “Ey inananlar, ellerinizin altında bulunanlar (köle ve hizmetçiler) ve henüz erginliğe ermemiş çocuklarınız üç vakitte (odalarınıza girebilmek için) izin istesinler. Sabah namazından önce, öğle vakti elbisenizi çıkarıp yatacağınız /uzanacağınız zaman ve yatsı namazından sonra. Bunlar sizin üstünüzün açık olabileceği üç vakittir. Bu üç vakit dışında (köle-hizmetçi ve çocuklar) izin almadan içeri girebilirler; bunda ne size, ne de onlara bir sakınca yoktur. (Onlar sizin) yanınızda dolaşabilirler, birbirinizin yanına girip çıkabilirsiniz. Allah ayetleri size böyle açıklar. Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir."

Bedir baskını sırasında inmiş bir ayet vardır ki Bu da Ömer’le ilgilidir. Bu baskın sırasında Ömer öz dayısını öldürmüştür. Bedir savaşı denilen olay, sonuç olarak bir kervan baskınıdır. Bu baskında hısım akraba, baba oğul, dayı yeğen birbirlerinin kanlarını dökmüşlerdir. Baskın bittiğinde Müslüman savaşçıların bazıları yakınlarını öldürdüklerinden dolayı üzülüp pişmanlık duymaya başlamışlardı. Öz dayısını bile öldürmekten çekinmeyen Ömer’in hukuksal sıfatı soyguncu- katildir. Çok yakınlarını öldüren Müslümanlar da pişmanlık duyuyorlardı ve onların sıfatı da soyguncu- katil. Hem baskına katılanlara cennet müjdelemek, hem de pişman ya da kafası karışık Müslümanların katilliğini meşrulaştırmak için; hemen Mücadele suresi- 22. Ayet imdada yetişiyor. “Allah’a ve ahret gününe iman eden hiçbir topluluğun, babaları, oğulları, kardeşleri yahut kendi soy-sopları olsalar bile, Allah’a ve peygamberine düşman olan kimselere sevgi beslediğini göremezsin. İşte Allah onların kalplerine imanı yazmış ve onları kendi katından bir ruh ile desteklemiştir. Onları, içlerinden ırmaklar akan ve içlerinde ebedi kalacakları cennetlere sokacaktır. Allah onlardan razı olmuş, onlar da Allah’tan razı olmuşlardır. İşte onlar, Allah’ın tarafında olanlardır. İyi bilin ki, Allah’ın tarafında olanlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.” Ömer öz dayısını öldürmeseydi bu ayet yine gelir miydi?


Ömer, Muhammed’e gelerek “helak oldum, eşimle ters ilişkide (anal seks) bulundum” diyerek yardım ister. Muhammed bir süre bekledikten sonra Bakara suresinin 223. Ayeti gelerek Ömer’i kurtarır. Başka kaynağa gerek görmeden ayetin Diyanet İşleri Başkanlığı’nın çevirilerine bakalım. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın eski çevrisinde ayetin Türkçesi şöyledir: “Kadınlarınız sizin tarlanızdır, tarlanıza istediğiniz gibi gelin. İstikbal için hazırlıklı olun, Allah'tan sakının. O'na, hiç şüphesiz kavuşacağınızı bilin, bunu inananlara müjdele.” Diyanet İşleri Başkanlığı yeni çevirisi: “Kadınlarınız sizin ekinliğinizdir. Ekinliğinize dilediğiniz biçimde varın. Kendiniz için (geleceğe hazırlık olarak) güzel davranışlar takdim edin. Allah’a karşı gelmekten sakının ve her hâlde onun huzuruna varacağınızı bilin. (Ey Muhammed!) Mü’minleri müjdele.” Diyanet İşleri Vakfı’nın çevirisi: “Kadınlarınız sizin için bir tarladır. Tarlanıza nasıl dilerseniz öyle varın. Kendiniz için önceden (uygun davranışlarla) hazırlık yapın. Allah'tan korkun, biliniz ki siz O'na kavuşacaksınız. (Yâ Muhammed!) müminleri müjdele!"

Eğip bükmeden, yorumsuz olarak ve özellikle daha güvenli olması açısından çevirileri Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan aldık. Şimdi sıra sizde sevgili okuyucular! Siz bu ayeti okuyunca aklınıza ilk gelen şey nedir? Ayetin ne dediği, neyi anlatmak istediği ortada, yoruma bile gerek kalmadan anlatılmak istenen şey belli. Böylece Ömer’in ters ilişkisi meşrulaştırılmıştır. Bu ayetin neden dolayı geldiğinin kaynakları da var. Çoğu kaynaklar, bu ayetin Ömer’in bu ters işi yapmasından dolayı geldiğini yazıyorlar. Bazı kaynaklar: Cessas, İbni Kesir, Kutubi, İbni Arabi, Suyuti, Begavi, Er Razi gibi Kuran yorumcuları Ömer’in bu olayından dolayı bu ayetin geldiğini yazmışlardır. Öteki bazı yorumcular farklı neden sonuç ilişkisi kurmaya ve durumu kurtarmaya çalışsalar da; gördüğünüz gibi ayetin ne anlatmak istediği apaçık ortadadır.

Bazı hadislere ve Kur'an yorumcularına göre; Bu ayette anlatılmak istenen şey, insanın üreme yoluyla soyunu sürdürebilmesi için normal cinsel ilişkiyi anlatıp ters ilişkiden kaçınılmayı öğütlemektedir. Bazılarına göre; normal ilişkide, istenmeyen hamileliklerin önlenmesi için bu ayet gelmiştir. Bazılarına göre; bu ayet, ters ilişkinin normal bir iş olduğunu anlatmak içindir. Oysa cahil ve ilkel bile olsa, insanın hangi koşullar altında, önden cinsel ilişkiyle ürediğini herkes bilir. Böyle normal bir işin ayete dökülmesinin bir anlamı yoktur. Ayet anormal ilişkiye dikkat çekip yasaklamak için olsaydı, tarla benzetmesi yapılmaz ve insana cinsel ilişkide seçenek bırakmazdı. Şunu da unutmamak gerekir ki; Kuran içindeki ayetlerin çoğunluğu yoruma açıktır. Kuran ayetlerinin çoğunda ince bir siyaset; kızı vermeyip, dünürcüyü küstürmemek gibi bir tutum görülür. Böyle ayetler her kesime bir mavi boncuk takarak, herkesin işine geldiği gibi davranmasını da sağlar.

Orucun farz kılındığı ilk zamanlarda akşamla yatsı arasında yenip içilip cinsel ilişkide bulunulabiliniyordu. Bu zaman dilimi içinde eşlerden birisi uyur da sonra uyanırsa sabaha kadar cinsel ilişki haramdı. Böyle bir zamanda gece eve geç gelen Ömer, eşiyle cinsel ilişkide bulunmak ister. Eşi uyuyup uyandığını söyleyerek bu işin haram olacağında diretir. Ancak Ömer, eşini dinlemez ve eşiyle cinsel ilişkiye girer. Sabah olunca Muhammed’e giden Ömer, durumu anlatır. Sonunda Bakara suresinin 187.  Ayeti Ömer’in sorununu çözümler. Diyanet çevirisinden Bakara suresinin 187. ayeti: “Oruç gecesinde kadınlarınıza yaklaşmak size helal kılındı. Onlar, size örtüdürler, siz de onlara örtüsünüz. Allah (Ramazan gecelerinde hanımlarınıza yaklaşarak) kendinize zulmetmekte olduğunuzu bildi de tövbenizi kabul edip sizi affetti. Artık eşlerinize yaklaşın.”

Kaynaklar:
Suyuti, Dürrü’l Mensur tefsiri,
Bakara suresi 187. Ayeti
 Nisaburi, Esbab-i Nüzul, Bakara 187.

SU RUHU VODYANOİ (VUDAŞ)

Derleyen & Çeviren: A.Kara
A, mitoloji, İskandinav mitolojisi, Slav mitolojisi, Su ruhu Vodyanoi, Vodyanoi, Slav efsaneleri, İskandinav efsaneleri, Suyun ruhu, Kötü ruh, Eski inanışlar, Antik efsaneler,

ANTİK SLAV İNANIŞINDAKİ SU RUHU "VODYANOİ"
Eski inançlarda gizemli ve güçlü ruhlar bölgeleri kontrol ediyorlardı ve şimdikinden daha fazla insani niteliklere sahiplerdi. Tehlike derecesine bağlı olarak kişiler onlara kötü ya da iyi bir nitelik kazandırmıştır.

Doğaüstü güçlerin temsilcilerinden biri suyun ruhu (özü) idi.

Eski Slav inancındaki Vudaş (Vodyanoi) isimli erkek su ruhu, suyu kıskançlıkla koruyan ve ona saygısızlık edenleri affetmeyen bir iblistir. İnanışa göre doğularak öldürüldükten sonra su cinine dönüşen bu varlık suçlu olanları boğabilir veya ciddi şekilde sakat bırakabilirdi. Ayrıca kendi alanına yaklaşanlar ile dalga geçmeyi de seviyordu.

O, sulak alanların koruyucusudur ve suda boğulan insanların ve hayvanların ruhlarını izler.

Bölgeye bağlı olarak çeşitli isimler altında bilinmektedir. Rusya'da, "Vodyanoi" ("Su-Dedesi"), Polonyalı eşdeğeri Wodnik (Vodnik) ve Slavların yaşadığı diğer bölgelerde benzer isimlerle bilinir. Bununla birlikte davranışları, görünüşü ve kökeni oldukça farklıdır.

VODYANOİ GÖRÜNÜMÜNÜ DEĞİŞTİREBİLİR AMA ASLA SEVİMLİ VEYA GÜZEL DEĞİLDİR
Şekil değiştirme ustası Vodyanoi nadiren güzel ve hatta sevimli olarak tasvir edilir. Bazen uzun yeşilimsi veya beyaz sakalı (genellikle ıslak, karışık sakalı), kurbağa yüzlü, uzun saçlı, yaşlı, çıplak bir adam olarak görünür. Diğer kılık değiştirmelerde ise bir hayvan, bir çocuk veya bir cüce olabilmektedir.

Çocukken vücuda göre orantısız şekilde büyük bir kafası vardır. Bazen kocaman ayak parmakları, pençeleri, boynuzları, balık kuyruğu ve insan yüzünde yanan gözleri olan bir yaratıktır. Bazen ise Vodyanoi yosun ve balçık kaplı bir gövdeye sahiptir, hatta yosun kaplı bir balık ve uçan bir ağaç gövdesi gibi göründüğüne dair inanışlar bile mevcuttu.

Sualtı krallığı onun merkezidir. Nehirlerde, göllerde, göletlerde, kuyularda, su birikintilerinde ve değirmenlerin yakınında yaşar ancak deniz suyuyla ilişkili değildir çünkü deniz suyu onun için ölümcül derecede tehlikelidir.

VODYANOİ'NİN KÖTÜ DOĞASI
Bütün su tanrıları yardımsever değildi; birçoğu güçlerini zarar vermek için kullanırdı. Slav su ruhlarından biri olan Vodyanoi'nin aşırı derecede kötü niyetli olduğu biliniyordu ama aynı zamanda yardımsever olduğu da oldu. Denizcilere güvenli seyahat etmeyi garanti etti ve onlara iyi balık avları sağladı. Ancak kızdırılırsa eski balıkçıların da inandığı gibi onları suların altına sürüklüyor ve kurbanlarını dalgalar altındaki kristal meskeninde köle olarak kullanıyordu. Sinirli olduğunda barajları ve su değirmenlerini imha ediyordu.

Bir inanışa göre öğlen vakti veya gece yarısı banyo yapanları bile boğuyordu. Boğulan kurbanların cesetlerinin üzerindeki koyu izlerin şeytani ruhla mücadelelerinden kaynaklanan çürükler olduğuna inanılıyordu.

Boğulan bir bedeni almanın ruhu kızdırdığı düşünülürdü çünkü ganimetini korumak istiyordu. Gün ışığından hoşlanmıyordu ancak bazı inançlara göre köylülerin arasında gezinip onlardan biri gibi davranabilirdi ve gerçek doğası paltosunun sol tarafından akan su ile kolayca açığa çıkardı.

Aksi takdirde suların efendisi Vodyanoi sadece gece boyunca gün boyu ortaya çıkan pusuda gizlenirdi. Suda iken inanılmaz bir güce sahipti ancak karada iken çok zayıftı.

Eski insanlar suda olan biten herşeyin Vodyanoi'nin isteğiyle yapıldığına inanıyordu.

Kaynak: Giants, Monsters and Dragons., Carol Rose (2001), Norton & Company, p. 384. ISBN 9780393322118.

İSLAM’A VE KUR’AN’A YÖNELİK BAZI SORULAR

Yazan: Kainatta Toz Zerresi
KTZ, din, islamiyet, İslamiyet ve Kur'an hakkında sorular, Müslümanlara sorular, Kur'an'daki çelişkiler, Kur'an apaçık bir kitap mı?, Kur'an'ın yaratıcısı,

İSLÂM’A VE KUR’AN’A YÖNELİK BAZI SORULAR



1
KONU: Bakara 2: O kitap (Kur'an); onda asla şüphe yoktur. O, müttakîler (sakınanlar ve arınmak isteyenler) için bir yol göstericidir.

SORU: Biraz önce okuduğumuz Bakara suresinin 2 inci ayeti ne anlama geliyor? “O’nda asla şüphe yoktur” dendiği zaman:
  • O’nda tek bir şüphe bile yoktur.
  • Bazı şüpheler olabilir.
  • Şüphe denilen şey okuyanın anlayışına göre değişen bir şeydir.
CEVAP YUKARIDAKİLERDEN HANGİSİDİR?


2
KONU: Bakara 8: "İnsanlardan, inanmadıkları halde, «Allah'a ve ahıret gününe inandık» diyenler vardır." (Bazı tercümelerde “İnsanlardan Allah’a ve ahret gününe iman etmedikleri halde iman ettik diyenler vardır” şeklinde çevrilmiştir. İman etmek ile inanmak, aynı anlamdadır.)

Bakara 9: "Bunlar Allah'ı ve inananları aldatmaya çalışırlar, oysa sadece kendilerini aldatırlar da farkında değildirler."

8’inci ayette “İnanmadıkları halde Allah’a ve ahret gününe inandık” diyenlerden yani münafıklardan bahseder. Devamı olan 9’uncu ayette ise münafıkların (Yani inanmadıkları halde “inandık” diyenlerin) Allah’ı ve müminleri kandırmaya çalıştıklarından bahseder.

SORU: Allah’a inanmayan birisi müminleri kandırmaya çalışabilir fakat inanmadığı bir varlığı yani inanmadığı Allah’ı nasıl kandırmaya çalışır? (Tercümede hata yok)


3
KONU: Dünyanın, milletlerin en önemli meselesidir eğitim. İnsan yetiştirmek, çocuk yetiştirmek. Geçmişte ölümcül olan bir çok hastalık, bugünün imkânları içerisinde sadece bir iğne, bir serum veya bir kutu hap ya da birkaç dakikalık lazer tedavisi  ile iyileşebiliyorsa, dünyanın öteki ucuna sadece birkaç saatte ulaşılabiliyorsa, hepsinin alt yapısında eğitim yatıyor. Hani hepimiz bir araya gelsek Kur’an’ın bir ayeti gibi bir cümle kuramayız ya! Ben, eğitimle ilgili ayetler yazdım. Yazdığım ayetler aşağıda, lütfen okuyun.
  • Ey müminler, eğitime önem veriniz. Çocuklarınızı ilimle bilimle eğitiniz.
  • Ey anne ve babalar, çocuklar anne babalarını örnek alırlar, siz onlara nasıl örnek olursanız onlar da sizin gibi olurlar. Çocuklarınıza iyi örnek olunuz.
  • Ey müminler, çocuğu yetiştiren, büyüten annedir, kadındır. Kız çocuklarınızın  eğitimine,  tahsiline  önem veriniz, onları eğitiniz ki onlar da anne olduklarında çocuklarını eğitsinler.
  • Ey müminler, cahillik yolunu terk etmenin tek yolu eğitimdir. Çocuklarınıza fen ve matematik öğretin, zekâlarını geliştirin, tahsillerine  önem verin. Torunlarınız öyle bir zamanda doğacak ki, en bilgili, en akıllı, en eğitimli  milletler  dünyayı yönetecek. O yüzden size verilen aklı, ilimde, bilimde yarıştırınız.
  • Ey müminler, ilimde bilimde yarışınız.
SORU: Kur’an’ı Kerim’de eğitim ile ilgili benim üretip yazdığım yukarıdaki ayetlerden daha güzel ve daha anlamlı ya da aynı derecede ayetler var mıdır? Varsa o ayetler hangi ayetlerdir?


4
KONU: Dünyadaki Müslüman milletlerin içler acısı durumu ortadadır. Üretip dünyaya kazandırdıkları hiçbir bilimsel buluş  olmadığı gibi, kullandıkları en basit ilaçlar bile Hristiyan ve Yahudi üretimidir. Üstelik dünyanın en azılı, en acımasız teröristleri de İslâmi dinci teröristlerdir.

SORU: Dînî savaşlarda, Peygamberlerinin zor zamanlarında yardım eden Allah, kendisine iman eden, günde beş vakit namaz kılıp her yıl 30 gün boyunca oruç tutan  büyük insan kitlesinin bu kadar sefil halde olacağını görememiş miydi? Eğer gördüyse, kendisine gece gündüz ibadet eden insanlara neden yardım etmiyor? Eğer bu insanlar, cahilliklerini kendi seçimleri doğrultusunda yaşıyorlarsa bile, suçsuz günahsız doğan yavrular da zorunlu olarak, anne babalarının ve içinde doğdukları toplumun cehaletinden gereken payı haydi haydi alıp(mecburen) yaşamlarını bu cehalette devam ettirirler. Bu cehaletin kucağında  doğan çocukların günahı ne? Allah, en azından bu suçsuz günahsız yavruların geleceğini kurtarmak için neden bir şey yapmıyor?


5
KONU: İslâmî inanca göre, bir insan, dünyanın neresinde olursa olsun, İslâm dinini bulup, inanmakla mükelleftir. Bir insan düşünün ki, İslâm dışında başka bir dine mensup bir ailede doğmuş ve büyümüş. Ailesinden ve çevresinden iyi bir eğitim, iyi bir terbiye almış. Güzel bir evlilik yapmış ve yaşamı boyunca düzgün bir hayat yaşamış. İyi bir baba, iyi bir eş, anne babasına karşı vefalı bir evlat,  çevresine karşı yardımsever bir adam olmuş. Hayatı, faydalı işlerle, mutlulukla ve iç huzuruyla geçmiş. İnandığı din ise bu adamın dünya hayatı, Tanrı ve öte alem ile ilgili sorularına makul ve mantıklı olabilecek cevaplar vermiş.

SORU: Bu adam, hangi sebeple İslâmı aramak ya da araştırmak zorunda kalacak?


6
KONU: Bir ülke düşünün. Ülkenin adı atıyorum “LEMİNYA” olsun. Bu ülkenin bir başkanı olsun. Bu başkan bir gün kendisine bir yardımcı seçiyor. Yardımcısının adı atıyorum “Veli” olsun.  Başkan, ülkesi Leminya için, bir anayasa hazırlıyor. Bu anayasanın  içerisinde kanunlar, ülkeye ait temel değerler vs… Bu arada  Başkan, yardımcısının hanımlarıyla sıkıntı yaşadığını işitiyor. Veli’nin hanımları, cinsel ilişki sırasına yönelik bir tartışma yaşıyorlar. Başkan, yardımcısının hanımları ile olan bu problemine çözüm getirmek için Veli’nin  hanımları ile konuşmak  ve bu işi gizliden halletmek yerine bu konu ile ilgili tavsiyelerini, ülkesi için hazırladığı anayasanın içine resmi olarak ekliyor. Yani LEMİNYA ülkesinin anayasasının içinde, başkan yardımcısının hanımları ile hangi sıra ile birlikte olacağının maddeleri eklenip ayrıyeten bir de Başkan olmanın verdiği gücün etkisi ile “Ayağınızı denk alın, benim biricik yardımcımı üzmeyin, gerekirse hakimleri, mahkemeleri devreye sokar, sizi Veli’den  boşatır, sizin yerinize onu başka kadınlarla evlendiririm ha” diye tehdit eklemeyi de unutmuyor ve bu anayasa  tüm ülkede ve dünyada yayınlanıyor.

SORU: Bu başkan hakkındaki düşünceleriniz nelerdir?


7
KONU: Allah, kadınlarla ilgili bir çok ayette erkeklere seslenmiş ve kadını değil erkeği muhatap almıştır.

SORU: “Ben bir Tanrı olsaydım ve gerici, yobaz, sığ bir bölgede zaten kocası yanında eksik etek durumunda olan ve ahırdaki inek kadar bile değer verilmeyen  kadına övgüler dolusu ayetler indirir, bizzat kadının kendisine seslenip kadına ne kadar değer verdiğimi hissettirir ve o kadının özgüvenini inşa etmek için gerekeni yapardım” desem siz bu düşünceyi nasıl değerlendirirsiniz? Eğer konuyu, şımarık olarak düşündüğünüz kadınlara getirecekseniz, Kur’an’da bizzat kendisine seslenilen erkek milletinin hali de pek mütevazi değil.


8
KONU: Geçmişten günümüze kadar kadın, bir çok millette mal gibi alınıp satılmış, ezilmiş ve şiddete uğramıştır. Hâlâ da dünyada ve ülkemizde, kadınlar haksız yere şiddete maruz kalmaktadırlar.

SORU: Bir çok konuda, derinlemesine ve detaylı olarak bilgi veren ve onlarca ayetin tekrar tekrar yazılı olduğu  Kur’an’ı Kerim’de çeşitli ayetleri irdeleyip dolaylı yollardan anlam aramaya ve bu konuyla bağlantı kurma çabalarına mahal bırakmadan kadınların, erkekler tarafından şiddete uğramalarını engellemek için “Kadınlara vurmayınız” veya “kadınlara asla şiddet uygulamayınız” şeklinde ya da benzer şekilde, bir cahilin bile okuduğunda apaçık bir şekilde anlayacağı net  ifadeli bir ayet var mıdır? Yok ise neden yoktur?


9
SORU: Dünyada bir çok kadın, halen haksız yere kocasından şiddet görüp işkenceye uğruyor.

KONU: Hırsızlık yapan kadın ve erkeğin, bir ceza olarak ellerinin kesilmesini hükmeden Allah, kocasından haksız yere şiddet gören veya işkenceye uğrayan kadına hangi çözümü sunmuştur? Hangi ayette bu çözüm yazmaktadır. Ya da bu şiddeti ve işkenceyi uygulayan erkeğe hangi ceza hükmünü emretmiştir?


10
KONU: Geçmişten günümüze kadar kadınlar, kız ve erkek çocukları, defalarca tecavüze uğramışlardır ve bu durum hâlâ da devam etmektedir.

SORU: Hz Peygamberin, hanımları ile birliktelik sırasına kadar malumat verilen Kur’an-ı  Kerim’de, dolaylı yollardan anlam arayıp mânâ ve sonuç çıkarmaya mahal vermeden “kadınlara tecavüz etmeyiniz” veya “kadınları cinsel ilişkiye girmeye zorlamayınız” veya “çocuklarla cinsel ilişkiye girmeyiniz” gibi bir çocuğun ve bir cahilin bile okuduğunda rahatlıkla anlayabileceği açık ifadeli bir ayet var mıdır? Yok ise neden yoktur?


11
KONU: Bir insan düşünün. Bu insan dinsiz bir ailede doğuyor fakat çok iyi bir aile terbiyesi alıyor. Dini bir inancı yok ama gönülden bağlı olduğu ve inandığı insani değerler var. Hayatı boyunca değil bir insana, hayvanlara bile zarar vermeyen bu insanın hayatı hep iyilikle geçti. Zor durumda olan insanlara yardım etti. Çeşitli yardım kuruluşlarında çalıştı. Kimseye bir zararı dokunmadı fakat bu adam, düşünsel olarak bir Tanrının var olabileceğine hiçbir zaman inanmadı ve bu inançsızlığı ile öldü.

BEYYİNE – 6 : Elbette, ehl-i kitaptan [Yahudi ve Hristiyan] olsun, müşriklerden olsun bütün kâfirler Cehennem ateşindedir, orada ebedi kalırlar. Onlar yaratıkların en kötüsüdür.

SORU: Özünde ve yaşantısında iyi birisi olan bu adama  Allah’ın sırf kendisine inanmadı diye ömür boyu ateş içinde işkence etmesi merhametsizlik ve adaletsizlik değil midir? “Kulum benim var olduğuma inanmadı, beni inkâr etti” diyerek o insanın dünya hayatında yaptığı bütün iyilikleri bir kenara itip sırf kendisine inanmadı diye sonsuz cehennem ateşine layık görmek ve o kimseyi “Yaratıkların en kötüsü” olarak nitelemek, egoistlik değil midir? Bu ölen kişi, çok iyi bir insan olmasa ve işlediği bazı günahlar olsa bile, bu günahlardan daha fazlasını işlemiş olan bir müslümanla kıyas edilince, Müslüman olarak ölen günahkârın bir süre cehennemde yanıp daha sonra cennete alınması fakat Müslüman olmayıp ölen kişinin de sırf öte alemde Allah’a inanmış olmak torpili yok diye sonsuz cehenneme alınmasının adaleti  nasıl açıklanabilir?


12
KONU: Bir insan, dünya hayatı boyunca Müslüman olarak yaşıyor fakat İslâmî bir terör örgütüne hizmet etmenin yanı sıra bir çok insana işkence edip, bir çok insanın ölümüne ve bu ölümlerle birlikte bir çok çocuğun ailesiz kalmasına sebep oluyor  ve ölmeden iki üç sene önce “ben yanlış yaptım, dinimi yanlış yaşamışım, yanlışlarımın da farkına vardım” deyip samimi olarak tövbe ediyor  ve tövbesinden üç sene sonra Kelime-i Şehadet getirdikten sonra ölüyor. Fakat tövbe etmeden önce işlediği suçların acı sonuçları çoğalarak artıyor. Babasız bıraktığı çocuklar acımasız birer birey olarak büyüyor, o bireyler de başkalarına zarar veriyor derken yapılan bu kötülük, sonraki nesillere dallanıp budaklanarak adeta bir kötülük ağacına dönüşüyor.

SORU: Tövbe eden bu adam, öte alemde Allah’a inanmamış ve Allah’ı inkâr etmiş Kâfirler gibi ebedi cehennemde mi kalacak yoksa uzunca bir süre cehennemde yanıp cezası tamamlandıktan sonra eninde sonunda cennete geçiş mi yapacak?


13
KONU: Bakara 14: Onlar iman edenlere rastladıkları zaman: "İnandık" derler. Fakat şeytanlarıyla  yalnız kaldıkları zaman: "Biz, sizinle beraberiz, biz sadece (onlarla) alay ediyoruz." derler.

Bakara 15: (Asıl) Allah onlarla alay eder ve taşkınlıkları içinde serserice dolaşmalarına mühlet verir.

Bir insan düşünün EVLİYA gibi. Öylesine olgun ve yüce gönüllü ki, kendisi ile dalga geçenlere dönüp bakmıyor bile. Bir insan daha düşünün çocuk gibi. Öyle ki, en ufak bir kıvılcımdan alev alıyor ve hemen karşılık veriyor.
-Bana bak, benim babam senin babanı döver.
-Yok yaaaa, asıl benim babam senin babanı döver.

SORU: Bir evliya ile karşılaştırıldığında o evliyadan misli oranında yüksek ve yüce olan, olgunluk, anlayış ve nezaket gibi mukaddes özelliklerin en yücesinde bulunan bir yaratıcının, kullarıyla alay etmesini nasıl açıklarsınız? “Allah, iman eden müminlerle alay eden kullarının da, doğru yolu bulmasını diler.” Gibi Yaratıcıya yakışır bir cümle yerine “(Asıl) Allah onlarla alay eder” cümlesinin kurulması nasıl yorumlanmalıdır?


14
KONU: Ahzab Suresi 33/37: "Hani hem Allah’ın nimet ve ihsanına, hem de senin iyiliğine nail olmuş olup da hanımını boşamaya karar vermiş olarak sana danışmaya gelmiş olan kişiye sen: “Eşini yanında tut Allah’tan kork!” demiştin. Allah’ın açığa çıkaracağı bir durumu içinde saklamıştın, çünkü insanlardan çekinmiştin. Halbuki asıl Allah’tan çekinmen gerekirdi. Neticede, Zeyd eşini boşayıp onunla ilişkisini kestikten sonra, Biz onu sana nikâhladık ki, bundan böyle evlatlıkları, eşleriyle ilişkilerini kestikleri, onları boşadıkları zaman, o kadınlarla evlenmek hususunda müminlere bir güçlük olmasın. Allah’ın emri her zaman gerçekleşir.”

Allah’ın gönderdiği ayete göre yani Allah’ın uygun gördüğü yasaya göre bir erkek, öz olmayan evlatlık oğlunun boşadığı kadınla evlenebilir.

SORU: Bu durum serbest kılınmış olmasına rağmen, Hz Muhamed’in ölümünden günümüze kadar geçen süreç içerisinde evlatlığının boşadığı kadınla evlenip tarihi kayıtlara geçmiş bir Müslüman erkeği var mıdır? Etrafınızda böyle bir evlilik yapan erkek olmuş mudur? Evlendirmek üzere olduğu kızını, damadına ve damadının üvey babasına getirip “kızım size emanet” diyen bir adamın kızını emanet aldıktan sonra kocası boşarsa,  boşanan kadının eski üvey kayınpederi ile yani boşadığı adamın üvey babası ile evlenmesini ayıplar mısınız yoksa normal mi karşılarsınız?


15
KONU: Herhangi bir sebeple iki erkek tartışmaya başlar fakat  tartışma bir süre sonra biter ve ikisi de ayrılıp giderler. Bu iki erkekten birisi evine doğru giderken yolda bir arkadaşına rastlar ve  yaşadığı tartışmayı anlatır. Arkadaşı ise saf olduğunu bildiği arkadaşına  “o kadar lafı püsün püsün işittin de elin ayağın bağlı oturdun mu? Ne biçim erkeksin lan sen? Soğan erkeği misin? Adamın gözünün üzerinde yumruğunu patlatamadın mı?” gibi sözlerle adamı  iyice  doldurur. Arkadaşının dolduruşuna gelen adam gerisin geriye dönüp tartıştığı erkeği bulur ve kavga etmeye başlar. Sonunda tartıştığı adamı öldürür ve  cinayetten hüküm giyer.  Kendisini dolduruşa getiren arkadaşı da hiçbir şey olmamış gibi yaşantısına devam eder.

SORU: Tartışmayı bitirmiş olan arkadaşını dolduruşa getirip cinayet işlemesine vesile olan  adama uygulanacak olan cezai hüküm, Kur’an’ın hangi ayetinde yazmaktadır? Ya da şöyle sorayım, Kur’an’da cinayete azmettirmek veya cinayete sebebiyet vermek gibi bir günahtan bahseder mi?


16
KONU: Şu an, tüm dünya milletlerini gözlerinizin önünden geçirin. Bütün ülkelerin maddi ve manevi olarak üç aşağı beş yukarı nasıl imkânlar içerisinde olduğunu biliyorsunuz. Allah’ın  adeta lanetlediği Yahudiler yani israiloğulları, şu an dünyayı yöneten en büyük şirketlerin sahibi durumunda. Üstelik Allah tarafından lanetlenmiş olan İrailoğullarının yaşadığı İsrail, Filistin dışındaki bütün ülkelerle, özellikle de İslâm ülkeleriyle fıstık gibi geçiniyor ve her konuda işbirliği yapıyor. Biz Türkiye olarak bile yediğimiz içtiğimiz her şeyin tohumunu İsrail’den alıyoruz. Şu an dünyanın en büyük ve en güçlü ülkeleri Hıristiyan dinine bağlı olan ülkeler. Onların icat edip onların ürettiği ürünleri kullanıyor ve bu ürünlere bir sürü para verip onları zengin ediyoruz. İslâm ülkelerinin çoğunluğunda ise bu ülkelerin belli başlı petrol zengini aileleri dışındaki Müslüman halklar hem maddi hem de manevi sefalet içinde. Eskisi gibi kılıçla kalkanla  toplumları basıp, savaşıp galibiyet ve ganimet elde etme zamanı çoktan geçti. Günümüzün şartlarında güçlü olmak, ülkesinin çıkarlarını üstün tutmak çok daha farklı politik yöntemlerle, en önemlisi akıl ve zekâ ile yapılıyor. Günümüzün en güçlü ülkeleri, kendi ülke insanının aklını ve zekâsının en iyi şekilde kullanıp değerlendiren ülkelerdir. Eskilerden günümüze kadar çok şey değişmiş olmasına rağmen “Allah, kullarına  artık yardım etmiyor” cümlesini kimse kuramaz hâşâ.

SORU: Yukarıdaki gerçekleri göz önüne aldığımızda  dürüst olarak söyleyin lütfen, Allah, yaşadığımız şu çağda,  hangi dinlerin mensuplarına yardım ediyor? Gece gündüz kendisine iman eden Müslümanlara mı yoksa  Lanetlediği ve “…dost edinmeyin…” dediği  dinlerin mensuplarına mı?


17
KONU: “Allah, kadına kocasını boşama hakkı vermemiştir” denildiği zaman çeşit çeşit ayetler sıralanıp “bak şu ayete göre erkek kadına iyi davranmak zorunda”,  “bak erkek kadını boşarken şunu şunu yapmak zorunda” gibi konuyla alakası olmayan yorumlardan bıktım. KARDEŞİM, karısına iyi davranması gereken bir erkek tam tersi bir şekilde karısına iyi davranmayıp onu sürekli olarak sudan bahanelerle tartaklıyor. Çok genç yaşta ve ailesinin zoruyla evlenmiş olan bu kadın, evlenirken boşama hakkını da kocasından almamış çünkü böyle bir uygulamadan haberi olmadığı gibi anne babası ve evleneceği adam da böyle bir hakkı ona verecek kişiler değil. Bu kadın, sürekli dayak yediği kocasından boşanmak istiyor. “Erkek eziyet etmemeli karısına” evet, etmemeli ama ediyor, nasihatten de anlamıyor, eziyetinde de ısrarlı.

SORU: Karısından boşanmak isteyen erkeğe çeşit çeşit ayet gönderen yüce Allah, dayak yediği kocasından ve hatta içip içip vücudunda sigara söndürerek kendisine işkence eden kocasından  boşanmak isteyen kadına, kocasını boşayabileceği ya da hangi şartlar altında boşayabileceği ile ilgili hangi ayeti göndermiştir? Göndermedi ise neden göndermemiştir?


18
KONU: Belki bunu söylemek sizde hemen karşı bir tepkiye ya da köpürmeye neden olacaktır ama söylemek zorundayım ve bunun için şimdiden özür diliyorum.  Belirli bir IQ seviyesinde olan,  kariyer yapmış, akademik başarılar elde etmiş, kendisinde güzel, doğru ve insancıl duygular geliştirmiş, hayatın ve insan olmanın erdemini baştan aşağıya kendi varlığında  özümsemiş olgun bir erkek, yeşil çimenli bir bahçe içerisinde kendisine tahsis edilecek olan 72 tane huriyi hayal etmez. Onun erdemi, onun ahlâkı, yüksek ve yüce gönül duyguları, insanoğlunun  bir kız bir de erkek olarak yani eşit sayıda dünyaya gelmesinin fıtratına uygun olarak iç dünyasında tezahür eder. Ahlâki yapısı gerçek anlamda düzgün bir erkek, hayatına neşe katacak, kalbindeki o en güzel romantik duyguları kabartacak bir tek kadın hayal eder.

Diğer taraftan servetiyle kendine taht kuran ya da şöhretin ve zenginliğin verdiği nefsanî  duygularla yaşayan bazı ünlü ve bazı zengin erkekler için aşk denilen temiz duygular askıya alınmış ya da silinmiş durumdadır. Onlar kadınlar konusunda daldan dala uçtukları gibi cinsel arzularının peşinde giderken aynı anda çok sayıda kadınla da birlikte olabilirler ve hayalleri de bu yöndedir. Cennette erkeklere öyle bir yer hazırlanmış ki bu dünya hayatında dört tane hanımla sınırlanan erkekler, cennet hayatında 72 huriye kavuşuyorlar. Yani cennetteki erkeklerin durumu, bir kadınla yetinebilecek erdemli ve olgun bir erkeğin durumuna değil tam aksine, paranın verdiği imkanların ya da çapkınlığın verdiği azgınlığın sonucu olarak çeşit çeşit kadınla birlikte olan kontrolsüz ve nefsine yenik düşmüş bir erkeğin durumuna işaret ediyor.

Konunun en can sıkıcı ve içinden çıkılmaz olan durumu ise son 4-5 yıl içinde, cennetteki hurilerle ilgili yapılan yorumlarda bazı ilahiyatçıların “efendim, cennette verilen bu huriler, seksüel amaçlı değildir tamamen erkeğin hizmetini görecek gençleri kast etmektedir” veya “ayetlerde geçen kelime huri değil hur dur ve hem kadını hem de erkeği kast eder yani cennette hem kadınlara hem de erkeklere 72 şer tane sevgili verilecektir” gibi yorumlar sadece bizim ülkemiz Türkiye’de  tek tük ilahiyatçılar tarafından dile getirilmeye başlanmıştır. Kadına da 72 huri verilmesi, hoş karşılanacak bir şey değildir tabi ki.

SORU: Eski, klasik yorumcularla modern yorumcular arasında bir karşılaştırma yapacak olursak cennetteki bu 72 huri ile ilgili olarak kim doğruyu söylüyor? İspatı, hangi ayettedir? O ayeti ya da ayetleri, anadili Arapça olan dünya Müslümanlarına tasdik ettirebilir misiniz? Yoksa biz Arapçayı, Araplardan daha mı iyi bilip, yorumluyoruz?


19
KONU: İslâm inancına göre, insanlığın başlangıcından Hz Muhammed’in yaşadığı zamana kadar her millete, her kabileye Peygamber gönderilmiştir.

SORU: Kur’an’da neden sadece Ortadoğu bölgesine gönderilmiş olan Peygamberlerin ismi zikredilir? Meselâ, Avrupa kıtasına veya Avustralya’daki aborjinlere gönderilmiş  olan Peygamberlerin ismi de zikredilseydi, o insanların İslâm’a geçmesi için bir sempati oluşturulmuş olmaz mıydı?


20
SORU: Kur’an’da neden sadece Ortadoğuda yetişen yiyeceklere ve coğrafi özelliklere yer verilir?


21
SORU: Diyanet işleri başkanlığı Türkiye’deki Müslümanlara Kur’an’ı öğretirken neden Kur’an’ın hiç anlamadığımız Arapçası ile okunmasına büyük önem verir ve sırf Arapça okunuşunu insanlar öğrensin diye Kuran Kursu öğretmenlerine maaş verir?


22
SORU: Bir Müslüman, hoşgörü ve barış dini olan İslâm dininden çıktıktan sonra neden bu kararını etrafındaki insanlara söyleyemez?


23
SORU: Diğer dinler, eleştirilere karşı (İslâm ile karşılaştırıldığında) çok daha hoş görülü iken neden İslâmi çevreler ve insanlar İslâm’ı ve Kur’an’ı eleştirenlere karşı acımasızdır? İslâm’ı eleştiren karşıt görüşlü aydınlar neden öldürülür?


24
SORU: Dünyanın en cahil insanları neden müslümanlardır?


25
SORU: Günümüzde, çalışma hayatında olan ve kocası gibi çalışıp para kazanarak, elde edecekleri gayrı menkulde ve her türlü maddi birikimde oldukça fazla katkısı olan çalışan kadının mirastaki durumuna,  Kur’an’ın hangi ayetinde açıklık getirilmiştir?


26
KONU: Nisa 34: "Allah`ın insanlardan bir kısmını diğerlerine üstün kılması sebebiyle ve mallarından harcama yaptıkları için erkekler kadınların yöneticisi ve koruyucusudur. Onun için sâliha kadınlar itaatkârdır…"

Bu ayette çeşitli meal farklılıkları bulunmakla birlikte anlaşılması gereken durum ortadadır yani erkekler, “mallarından harcama yaptıkları için”

SORU: Günümüzde, çalışan kadınların da bir hayli fazla olduğunu göz önüne alırsak, bu ayeti, yaşadığımız yüzyılın neresine ve hangi coğrafyasına yoracağız. Eğer Arap coğrafyası bu ayete çok uygun görünüyorsa biz Türklerin yaşamına uygun olan ayetler, Kur’an’ın neresindedir?


27
KONU: Tin Suresi 4. Ayet: "Biz insanı en güzel biçimde yaratmışızdır."

SORU: Peki Allah, insanı olabilecek en güzel şekilde yaratmışken müslümanlar neden sünnet olur? Allah erkekleri kusurlu mu yaratmıştır da sonradan düzeltme yapılması gerekmiştir? Bu durumda sünnet olmak Allah’a karşı gelmek değil midir?


28
KONU: Fecr suresi 1. ayetinde ve Kur’an-ı Kerim’in daha birçok ayetinde sürekli “and olsun” diye başlayan ayetler bulunmaktadır.

SORU: Kâinatın yaratıcısı neden yemin etme gereği duyar? Yemin etmek, insana mahsus bir davranış değil midir?


29
KONU: Tevbe Suresi 5.ayet: "Haram aylar çıkınca Allah'a ortak koşanları artık bulduğunuz yerde öldürün, onları yakalayıp hapsedin ve her gözetleme yerine oturup onları gözetleyin. Eğer tövbe ederler, namazı kılıp zekâtı da verirlerse, kendilerini serbest bırakın. Şüphesiz Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir."

Bu ayetin tefsirine göre Müslümanlarla anlaşma yapan müşriklerin yani Allah’a ortak koşanların, anlaşmalarını bozmalarından dolayı haram aylarını çıktıktan sonra bulundukları yerde öldürülmeleri emrolunur fakat tövbe edip, namazı kılar ve zekâtı verirlerse serbest bırakılıyorlar.

Zengin ve güçlü bir erkeğin, kendisini sevmeyen veya hem kendisini hem de başka bir erkeği aynı anda seven bir kızın karşısına geçip “eğer beni sevmez ve benimle evlenmezsen, bana beni sevdiğini söylemezsen, seni öldürürüm, ya da öldürtürüm” tehdidi ile yukarıdaki ayet arasında hayli benzerlik var.

SORU: İslâm dinindeki ibadetlerde samimiyetin yani içtenliğin bir önemi var mıdır? Eğer varsa ölümden kurtulmak için  namaz kılıp tövbe eden bir adamın içtenlikle tövbe ettiğini ve içtenlikle ve isteyerek namaz kıldığını kim kontrol edecek? İNSAN MI?


30
KONU: Hz Muhammed’in ölümünden sonra, hanımlarının artık başka erkeklerle evlenmesi yasaklanmıştır?

SORU: Geçmişi ve geleceği bilen Allah, sonradan elçisi yapacağı kişinin, dul, zengin ve ahlâk sahibi bir kadınla evlenmesine müsaade ederken neden Peygamberin diğer  hanımlarının hayatlarının sonuna kadar dul olmalarını istemiştir? Eğer sebep, o kadınların kötü niyetli erkeklerle evlenmesine ve bu sebeple  İslâm’a Peygamber hanımı olma münasebeti ile zarar gelmesine mani olmak ise Peygamberine kadınlar konusunda türlü türlü avantaj veren, yol gösterten  Allah, bu kadınlara neden Peygamber ahlâkına yakın, hayırlı kocalar nasip etmemiştir?


31
KONU: Maide 38: "Hırsızlık eden erkek ve kadının yaptıklarına karşılık bir ceza, Allah’tan bir ibret olarak ellerini kesin. Allah güçlüdür, hikmet sahibidir."

SORU: Bu ceza, çocuğuna ilaç parası bulamadığı için hırsızlık etmek zorunda kalan baba için de geçerli midir? Buna açıklık getirecek bir ayet var mıdır?


32
KONU: Duhan 43-46: "Zakkum ağacı günahkârın yiyeceğidir. O, karınlarda, fokurdayan su misali kaynayan bir tortu gibidir."

Gâşiye 6: "Onlar için kuru, dikenli bir bitkiden başka yiyecek yoktur."

SORU: Kur’an ayetlerine göre cehenneme girenler sadece dikenli bitki mi yiyecekler yoksa zakkum ağacını mı yiyecekler, yoksa her ikisini de mi? Gâşiye suresi 6’ıncı ayetteki “başka yiyecek yoktur” ifadesinden ne anlamalıyız?


33
KONU: Mülk 5: "Gerçek şu ki biz yakın göğü kandillerle süsledik. Ayrıca bunlarla şeytanların taşlanmasını sağladık ve onlara alevli ateş azabını hazırladık."

SORU: Yukarıdaki ayeti açıklamaya yönelik tefsirleri aklım, zekâm kabul etmiyor. Bu ayetin mantıklı bir tefsiri var mı?


34
KONU: Hz Muhammed’in Peygamber olarak tayin edilmesinden sonra etrafında yaşayan ve Müslümanlığa dahil edilmeye çalışan insanların, Hz Muhammed ile ilgili iftira veya ithamlarına yönelik Allah katından bir sürü açıklama ayetleri gelmiştir.  Bu ayetlerin tamamını da doğal olarak,  kendisine iftira edildiğini, ihtilaf edildiğini düşünen Peygamber bildirmiştir.

SORU: Bu nasıl bir çıkmazdır? Bir insanı, çeşitli konularda suçlayacaksınız fakat kimsenin konuşamadığı Rab’dan gelen bilgileri, sizin hiç samimiyetine inanmadığınız ve suçladığınız kişi size açıklayacak ve siz de buna inanacak mısınız? Bunun mantığı nedir?

KUR'AN'DA ZİNANIN CEZASI

Yazan: Kainatta Toz Zerresi
KTZ, din, islamiyet, Zinanın cezası, Kur'an'da zina, İslam'da zinanın cezası, Nur 2, Nur suresi 2.ayet, Zina ayeti, Zina yapana dayak, 100 sopa cezası, Çağ ve mantık dışı ayetler, KUR'AN'DA ZİNANIN CEZASI

Nûr 2: Zina eden kadın ve zina eden erkekten her birine yüzer değnek vurun. Allah’a ve ahiret gününe inanıyorsanız, Allah’ın dini(nin koymuş olduğu hükmü uygulama) konusunda onlara acıyacağınız tutmasın. Mü’minlerden bir topluluk da onların cezalandırılmasına şahit olsun.

“Hayır İslâm böyle bir din değil, iftira atıyorsunuz” veya “Efendim bu ayetteki uygulama eski Araplara aittir. Cahiliye dönemindeki Araplarda fuhuş kol geziyordu. O dönemin insanlarını bu pis işlerden alıkoymak için böyle bir emir gelmiş olabilir ama bunu yaşadığımız dönem için geçerli kılmak mümkün değil. Şu an kanunlarımız var, kanunlar gerekeni yapıyor” diyebilirsiniz.

Cahillikle suçlanan İslâm ülkelerinde bu cezalar zaten rutin olarak uygulanıyor. Türkiye  müslümanları,  batıdan alınmış olan medeni kanunun hüküm sürdüğü bir ülkede yaşamaya alışkın oldukları  için  bizim  din Âlimlerimiz, iman ettirilmeye çalışılan  Kur’an’a  laf  söyletmemek  için yaşantımıza  uymayan ve bir çoğumuza  cahilce  ve canice  gelen ayetlerdeki hükümleri kendi kendilerine geçersiz kılabilirler.  Tamam da siz hâşâ kimsiniz ki Allah’ın zina konusunda size getirdiği hükümleri Allah adına geçersiz kılıyorsunuz? Peki o cahil ve cani  dediğiniz ülkelerde bu cezalar uygulandığı zaman neden o ülkeleri cehaletle ya da dinlerini bilmemekle suçluyorsunuz? Onlar İslâm’ın doğup yayıldığı yıllardan beri Kur’an’ın bu hükmünü uygulamayı hiç değiştirmediler, aksatmadılar. Ayetin hükmü ne ise aynı şekilde de uyguluyor ve Allah’ın hükmünü yerine getiriyorlar. Siz kime kızıyorsunuz?  Medeni bir ülkede  medeni bir hayat yaşadığınız için bu ayetin hükmünü gerici bulup Allah’a sesinizi çıkartmayıp bunun yerine cahil dediğiniz Arapları mı suçluyorsunuz?  Arapların ne suçu var ki? Bizim gibi medeni olmadıkları için mi? Neden olsunlar? Kur’an  müminlere medeni bir hayat yaşamalarını mı öğütlüyor? Bize Kur’an’dan bir ayet göstertin ki bu zinanın akıllara durgunluk veren cezasının gelişmiş medeniyetler seviyesinde yaşanırken kaldırılması gerektiğini belirtsin. (“Bu cümleleri kurarken hemen bazılarının aklına “hımmmm, bunun zihniyeti belli, bunu yazan Avrupa zihniyetindeki gibi zinayı olumlu karşılayanlardan” gibi önyargılı okuyanlar olacaktır fakat İslâm’da Zina, evli bir kadının veya evli bir erkeğin, eşi dışında birisiyle cinsel ilişki yaşamasıdır ki bunu hiç kimse tasvip etmez, ben de etmiyorum.)


Şimdi bu Zina cezasını farklı açılardan değerlendirelim.

  • Çok güzel evli bir kadın düşünün. Tesettürlü olmasına rağmen yüzünün açık olan bölümünden zümrüt yeşili gözleri, incecik kaşları, dolgun dudakları ve ay gibi parlayan beyaz teni görünüyor. Mahallesinde bilinen bir kadın. Evine, eşine bağlı terbiyeli ve iffetli. Kadın çok güzel olduğu için bir şekilde kenara sıkıştırmaya çalışan,“kocanı terk et, benimle evlen” diyen, beraber olmak isteyen vb. erkekler var. Bir gün bu güzel kadına, kendisi ile birlikte olmayı reddeden bir  erkek iftira atarak kadının zina yaptığı konusunda şikâyet ediyor. Şikâyet eden adam bu iftirasını kanıtlamak için dört tane yalancı  şahit bulmakta zorlanmıyor ve yanında getirdiği dört şahit ile kadının zina yaptığına kanaat getiriliyor. Bu kadına ne olacak? Zina yapan bu  kişi erkek de olabilir. (Böyle bir olasılığı neden mi yazdım? Günün birinde, olur da bir şeriat yönetimine mecbur bırakılırsak bu ayetin uygulanmayacağını söyleyebilir misiniz? İslâm ülkesinde yaşıyoruz.)
  • Zina iyi bir şey değil fakat insanlar da kusursuz, hatasız değil. Henüz 18 yaşında olmasına rağmen  kendisinden 35 - 40 yaş büyük bir erkekle yani neredeyse  dedesi yaşında  bir adamla ailesi tarafından evlenmek zorunda bırakılan  genç kız, birlikte olmaktan artık  tiksindiği  adamdan  boşanmasının hiçbir şekilde gerçekleşemeyeceğine kanaat getirdikten sonra bir gün kendisine karşı arzu duyan genç bir erkekle  bir veya birkaç cinsel birliktelik  yaşadığı zaman bu genç kadını çok fena bir şey yapmış olmakla mı  suçlayacaksınız? Tabi ki yaptığı doğru bir şey değil fakat o gencecik kızı, gencecik yaşındayken, yüzü gözü kırışmış, saçı sakalı ağarmış, dedesi yaşındaki  bir adamın koynuna sokan ailesine hiçbir ceza vermeyeceksiniz fakat o hayallerle dolu,  kendisiyle yaşıt bir genç erkeğin hayaliyle yaşayan bu genç kızın çaresizlik içinde işlediği  günahı, yaptığı hatayı  iffetsizlik ve çirkeflik olarak değerlendirip  topluluk önünde  sopaya mı çekeceksiniz?
  • Gelelim cezanın şekline. Bu yüz sopa, nasıl bir sopa? Küçük bir sopa mı büyük bir sopa mı? İnce mi kalın mı? Bu sopanın hiçbir şekilde tarifi yapılmamış. Çok mu abartıyorum? Bu detayı neden irdelediğimi de açıklayayım. Eğer bu sopa, sopayı vuracak olanların insafına kalmışsa ve bu sopa hayli uzun, kalın ve ağır bir sopa ise, sopayı yiyecek olan kadın veya erkeğin ölme ihtimali içten bile değil. Bu bir nevi linç gibidir. Bu tür cezaları veren kişiler özel seçilmiş ve böyle işleri kendisine adeta meslek edinmiş kişilerdir ve bu kişiler işlerini çok iyi yaparlar. Yani sopa, oldukça sert bir şekilde vurulur. Topluluk önünde bu sopayı atan şahıs  zaten sırf ceza amaçlı değil aynı zamanda topluluk önünde işini ne kadar iyi yaptığını göstertmek için adeta şov yapacaktır ve sopanın gücü daha da artacaktır. SONUÇ ÖLÜM.
  • Para için, mevkii için, şahsi çıkarı için insanları dolandıran, usülsüz işler yapan, kendi zevki için milyonları fakirliğe mahkûm eden  kişilere böyle bir ceza var mı? Küçük yaştaki çocuklara tecavüz eden sapıklara böyle bir ceza var mı? Yolsuzluk yapıp ülkesinin parasını kendi zevki için har vurup harman savuran  rezillere bu ceza hükmedilmiş mi(bırakın Hz Muhammed’in böyle birinin cenaze namazını kıldırmamış olmasına, bu tür insanlara Allah 100 sopa cezası vermiş mi)? Para karşılığında muska yazıp satan şarlatanlara bu ceza öngörülmüş mü? İki kadeh  şarabı devirdikten sonra karısının ağzını burnunu kırıp  kadını yerde  elli metre sürükleyen adama bu ceza hükmedilmiş mi?
Şimdi bana deyin ki İslâm’ın kılavuzu olan Kur’an-ı Kerim, 1400 sene önceki Araplar tarafından Arap gelenekleri ve tarihi  efsaneler  harmanlanarak yazılmadı. Aksine bütün yüzyılların, bütün insanların ve kâinatın hakimi olan Allah tarafından  son derece adil bir şekilde yazılıp gönderildi. Ben de inanayım.

ALLAH KÖLELİĞİ KALDIRMAYI TEŞVİK ETTİ Mİ?

Yazan: Kainatta Toz Zerresi
KTZ, din, islamiyet, İslam'da kölelik, Kur'an'da kölelik, Allah köleliği yasakladı mı?, Kuran köleliği yasaklıyor mu?, İslam ve kölelik, Maide 89, Nisa 92, Mücadele 3, Nur 32,

KUR'AN KÖLELİĞİ YASAKLIYOR MU?

Maide Suresi, 89. ayet: Allah sizi, yeminlerinizdeki rastgele söylemelerinizden, boş sözlerden' dolayı sorumlu tutmaz, ancak yeminlerinizle bağladığınız sözlerden dolayı sizi sorumlu tutar. Onun (yeminin) kefareti, ailenizdekilere yedirdiklerinizin ortalamasından on yoksulu doyurmak ya da onları giydirmek veya bir köleyi özgürlüğüne kavuşturmaktır. (Bunlara imkân) Bulamayan (için) üç gün oruç (vardır.)…

Nisa Suresi, 92. ayet: Bir mü'mine, -hata sonucu olması dışında- bir başka mü'mini öldürmesi yakışmaz. Kim bir mü'mini  'hata sonucu' öldürürse, mü'min bir köleyi özgürlüğüne kavuşturması ve ailesine teslim edilecek bir diyeti vermesi gerekir…

Mücadele 3: Kadınlarından zıhâr ile ayrılmak isteyip de sonra dediklerini geri alacaklar (için), birbiriyle temas etmezden evvel, bir köle azat etmek (lâzımdır), işte size bununla öğüt veriliyor. Allah, ne yaparsanız, hakkıyla  haberdardır.

Nur Suresi, 32. ayet: İçinizde evli olmayanları, kölelerinizden ve cariyelerinizden salih olanları evlendirin. Eğer fakir iseler Allah, Kendi fazlından onları zengin eder. Allah geniş (nimet sahibi)dir,  bilendir.

Köleliğin kesin olarak kaldırılması ile ilgili Kur’an’da hiçbir ayet yoktur. Bir çok yenilikçi Kur’an yorumcuları kölelik konusunda hep şunu savunurlar: “Eski zamanlarda kölelik çok yaygındı ve Araplar da kölelik sistemine çok bağlıydı. Eğer Kur’an o dönemlerde köleliği yasaklasaydı hiç kimse Müslüman olmazdı. Bu yüzden Allahü Teala köleliği kesin olarak yasaklamamış fakat köleliğin kaldırılması ve onların özgürlüklerine kavuşturulması için Müslümanları teşvik etmiştir.”

Köleliğin kaldırılabilmesine olanak sağladığı iddia edilen birkaç tane ayeti yukarıda paylaştım. Bütün ayetleri buraya eklemeye gerek görmedim. Yukarıdaki ayetlerde köleliğin kaldırılmasını teşvik etmeye yönelik bir durum  ya da niyet de  göremedim. Bir insan bir günah işlediğinde işlediği  günahın dört ya da beş farklı kefaret seçeneğinden birisi köle azat etmek. Hatta köle o kadar değersiz ki, bile bile yalan yemin eden birisinin ettiği yeminin kefareti olarak ailesine yedirdiğinin orta hallisinden on fakiri yedirmek ya da giydirmek, veya bir köle azat etmek ya da üç gün oruç tutmak. Yani köle azat etmek en fazla on fakirin birer öğünlük yemeğine eş değer tutulmuş durumda. Hz Muhammed’in döneminde insanların evinde o kadar çok köle ve cariye var ki müminin işlediği günahlar karşılığında bir köleyi azat etmesi bu sorunu çözmüyor. Eğer bir köle bu kadar ucuzsa kölenin birini özgür yapar bir başkasını alırsın. Yani biri gider biri gelir. Üstelik kölenin azat edilmesine yönelik ayetleri dikkatlice değerlendirdiğimizde niyet köle azat etmek değil, insanların günah işlemesine engel olmak. Hani bir erkeğin karısını üçüncü defa boşadıktan sonra aynı kadınla dördüncü kez evlenebilmesi için karısını başka bir adamla evlendirmesi ve ancak kadın o erkekten de boşanırsa evlenebiliyor ya. Yani erkeğe “aklını başına al, evliliğin çocuk oyuncağı değil, eğer karınla zırt pırt boşanırsan dördüncü sefer karını bu kez başka erkeğin koynuna sokmak zorunda kalırsın ona göre haaaa!” gibi bir ihtardan bahsediyorum. İçinde köle azat etmekle ilgili ayetlerde esasında kölelerin azat edilerek özgürlüklerini amaçlayan bir şey olmaktan çok mümin erkeklere bir ihtardır. “Doğru durun,  günah işlemeyin, şu şu yasakları çiğnemeyin yoksa şunu şunu yapmak zorunda kalırsınız ya da elinizdeki kölelerden birini özgürlüğüne kavuşturmak zorunda kalırsınız haaaa!”.

Eğer müminlerin kölelerini azat etmeleri teşvik edilmek istenseydi nasıl ayetler gönderilirdi hadi şimdi de ben ayet yazayım.(Hepimiz bir araya gelsek, Kur’an’daki gibi ayetler yazamayız ya!)

“Ey müminler, Ramazan bayramı, Müslümanlar için bir barış, bir sevinç,  köleler  ve cariyeler için de bir umuttur. Kim Ramazan bayramına girer de elinde bir  tane köle veya cariye bulunursa onu azat etsin ve kimin evinde birden fazla köle ve cariye bulunursa muhakkak ki onların yarısını azat etsin.”

Veya

“Ey müminler,  Allah, elinizdeki köleleri azat etmenizi emreder fakat isteyenlerin kölelerini şartlı olarak azat etmelerinde sakınca yoktur. İsteyen karşılıksız olarak kölelerini azat eder. İsteyen ise kölelerini belirli bir ücret karşılığında olmak üzere azat edebilir. Buna göre azat edilen köle, özgürlüğünden sonra çalışmaya ve kazanç elde etmeye başlar. Bu kazancının belirlenmiş miktarını düzenli olarak kendisini azat edene  verir ve anlaşmış olduğu ücretin tamamını ödedikten sonra artık özgürdür. Kişinin kölesi ile yapacağı bu anlaşma, civarda bulunan ailesi dışındaki 10  şahidin önünde yapılır.”

Veya

“Ey müminler, Allah, elinizdeki cariyeleri azat etmenizi emreder fakat isteyenlerin cariyelerini şartlı olarak azat etmelerinde sakınca yoktur. Eğer cariyenizle evlenmek isterseniz ve cariyeniz de sizinle evlenmek isterse onlarla evlenmenizde sakınca yoktur. Eğer onlarla evlilik gibi bir niyetiniz yoksa  sizin belirleyeceğiniz  bir mehir karşılığında  mümin erkeklerle, cariyenizin de rızasını alarak evlendirebilirsiniz. Eğer bu da mümkün değilse, sizin evinizde size ve ailenize yapacağı 7 yıllık hizmet sonucunda onları mutlaka azat ediniz.”

Ya da

“Ey müminler, Kur’an’ı Kerim’in bütün ayetlerinin indirilmesinden sonraki yüz  yıla kadar bütün kölelerinizi özgürlüğüne kavuşturunuz ve bu  yüz  yılın bitişinden kıyamete kadar geçen süre içerisinde de köle uygulamasına bir daha riayet etmeyiniz. Bu size Allah katından kesin bir uyarıdır.”