HABERLER
Dini Haber

TAKİPÇİMİZ EMİR'İN DİNDEN KURTULMA HİKAYESİ

sizden gelenler, din,islamiyet, Dinden çıkış, Dinden çıkış hikayesi, İslam'ı neden terk ettim?, İslam'ı terk, Dinleri terk edişim,

EMİR'İN DİNDEN KURTULMA HİKAYESİ


Ben Emir. Küçüklükten aşırı meraklı her şeyi merak eden birisiyim. Bir şey duysam ya da görsem gider araştırır bilgi edinir işime yaramayacak olsa dahi okurum. Büyük uzaktan kumandalı arabaları söküp içine bakardım öyle bir merak vardı. Zaten merak sayesinde bu kadar çok şey biliyorum.  Ortaokul zamanları yaz tatili annemin isteği üzere camide olan Kur'an kursuna gittim. Verdiler elime Arapça Türkçe kitaplar. Ezberle dediler. Alfabeyi ezberlemeye başladım. Sonraki günlerde de hoca sureleri ezberlememi istedi. Ezberliyorum. Ama aklımda şu var. Neden anlamıyorum neden Türkçe değil. Hocaya sordum hocam ben bunu anlamıyorum neden Türkçe okumuyoruz diye. Tek verdiği cevap. Sen bir daha gelme. O gündür gitmedim. O gün başladı zaten düşünce. Neden anlamamızı istemiyor da gelme dedi. Tabi o zamanlar çok üzerine düşmedim okulum öncelikli diye. Uzun bir süre de hiç uğraşmadım. Allah var din var ama namaz kılmıyorum arada sırada cuma namazına giderdim. Bu böyle devam etti.

Lise bitti üniversite başlayacak. Bir arkadaşım sen neden namaz kılmıyorsun dedi. Ben de bilmiyorum dedim. O gün tekrar başladı öğrenme merakı. İnternet'ten diyanet meali okuyordum fakat Kur'an ile sınırlı kalmadım, hadisleri de okuyordum. Bilime de meraklı birisiyim çünkü elektrik elektronik okuduğum için Tesla, Thomas Edison, Einstein gibi bilim insanlarını da araştırıyor okuyorum. Tabi sadece yabancı bilim adamları değil. Celal Şengör de izliyorum. Celal hocanın bir videosuna denk geldim. Dağlar depremden korunsun diye yarattık videosu. Koskoca jeoloji profesörü kitabı yalanlamak için uydurmuş olamaz ya diye düşündüm. Din, bilim, Darwin videosunu gördüm ve onu izlemeye başladım. Ve bir şeyi fark etmeye başladım. Ve böyle videolar izlemeye devam ettim. Bilim ne derse din adamları zaten o kitapta yazıyor deyip bilimin önüne geçme çabası gösteriyordu.

Peygamberin Türkler hakkında dediklerinden tut, eş değiştirme olaylarına kadar. Bize anlatılan cicili hikayeler masallar nerede bunlar nerede. 6 yaşında kızla evlenmesinden tut hakkında şiir yazan kadını öldürmesine kadar her şeyi okudum. O zamanlar kızlar diri diri toprağa gömülüyor öldürülüyordu ama Muhammed kızını omuzlarında gezdiriyordu geldi ve bunun kesin yalan olduğunu anlamış oldum. Daha da merak sardı. Daha da öğrenmek istedim. Facebook'ta İslam ateizm tartışma gruplarından başladım. YouTube'de GİGTV, Din ve Mitoloji, Akıl, Bilim ve Din gibi kanalların videolarını izliyor her gün daha fazla bilgi ediniyor bilgiye doymuyordum. Twitter'dan da böyle Aklın Gözü diye bir site buldum. Gerçekten çok şaşırdım. Zincir halinde paylaşım yapıyor ve okuduklarım inanılmazdı. Mitolojilere de merakım olduğu için İskandinav olsun Mısır Türk Mitolojisi hepsini araştırır okurdum.

Sümerolog İlmiye Çığ kitapları okuyor videoları izliyorum. Bunca yıl neye inandığımı neye iman ettiğimi öğrenmek istiyordum ve çoğu şeyi öğrendim. Oturup düşününce Kur'an tanrı tarafından değil de insan eliyle yazılmış olduğu açık. Kime sorsam orada öyle değildir ya da öyle demek istemedi demesi ve kitapta apaçık şekilde gönderdik demesi arasında kalıyordum.  Yakınımdaki herkese öneriyorum Türkçe okumasını. Çünkü bu kitabı Arapça okuyup ağlayan ama Türkçe okuyup gülünecek şeyler olduğunu gördüm. Hangi tanrı kadını dövmeyi emreder ki (Nisa 34). Dünyadan binlerce kat büyüklükte olan güneşin nasıl balçıkta battığını yazar (Kehf 86) ya da Dünya'nın düz olduğunu iddia eder (Hicr 15, kaf 7 vb). Daha nicesi var. Tin suresinde en güzel şekilde yarattığını söyler ama sakat doğum gibi gerçekler var. Bunu çoğu kişiye sorduğum zaman bana tek verilen cevap Sınav Dünyası olduğuydu. Herkes sınav oluyor madem o halde herkesin eşit olması lazım. Neden aynı kitaptan sorumlu olan herkes eşit ve ayette dediği gibi kusursuz yaratılmıyor. Yoksa Arapın tanrısı sadece Muhammed'e kadın bulmaya mı yarıyor (Ahzab 50), daha böyle nice şey.

Ben hala okumaya devam ediyorum. Şu an neye inanacağım bilmiyorum ama ben Kur'an ya da diğer kitaplara inanmıyorum. Tanrı var mıdır bilemem ama dinler bence yok. Yurdundan kovulurken senin dinin sana benim dinim bana diyen kitabın, din Allah'ın olana kadar savaş demesi bana saçma geliyor. Türkiye'nin de bu dini neden bu denli benimsediğini anlamış değilim. Kime ne söylersem ne sorarsam cevap alamıyorum. Orada onu demek istemedi, İsrailiyat çevirisi o, ateistler çevirdi onu, ayeti cımbızlamışsın gibi dansözlükler yapıyorlar. Apaçık bir kitap değil miydi bu? Bunu Türkçe'ye çeviren kişiler diyanetin profesörleri, yani ilahiyatçılar değil mi? Nasıl oluyor da diyanet çevirisi de ateist çevirisi oluyor. Ayetleri zaten evirip çevirip cevap veren insanlara bir de hadisleri söylediğin zaman onlar yalan demeleri çok hoşuma gidiyor.

Namazı bile hadislere göre kılıp işine gelen hadisi alıp işine gelmeyeni o yalan demeleri çok komik. Dine inanmadığımı yakınlarıma söylediğim zaman bana kötü gözle bakmaları ve benim yanlış düşündüğümü ve böyle yapmamam gerektiğini söylediklerinde ayet hadis söyleyip, hatta kaynağını da verdiğim zaman bana boşver, kafamı karıştırma demeleri acınası bir durum.

Cehennemde yanma korkusu ile dine bu kadar sarılmak saçma bir şey. Korku yüzünden inanmaktan başka bir şey değil. İnanmıyorum deyince direk yanacaksın demeleri de trajikomik. Ben de isterim tabi cennette kadehlerle şarap içip göğüsleri yeni tomurcuklanmış kadınları. Sevgilim kapanmak istediği zaman da ona şakasına sen kapanırsan ben de 3 eş ve sınırsız cariye alırım demiştim. Tepkisi ise benimle olmaz git bunu kabul edecek birini al dedi. Dininde bu var inkâr mı ediyorsun dediğimde ise o 1400 yıl öncesinde kaldı diyor. Tek sıkıntı bu. Güzel kısımlar devamlılığını sürdürür ama işine gelmeyenler 1400 yıl önce kaldı.

Şu an 22 yaşımdayım ve dinden çıkmış birisi olarak içimin rahat oluşu ile öğrenmeye devam ediyorum. Herkese de öneririm. Çünkü o kitap duvarda asılı durmamalı. Okuyun anlayın. Dinden çıktığım için Maide 33e göre öldürülmem gerekiyor ama İslam'a inanan arkadaşlarım nedense bunu yapamıyor ve bu da çok garibime gidiyor. Neye inandığım konusunda en ufak fikrim yok ama deist ya da agnostik arasında gidip geliyorum.

SİZDEN GELENLER | Yazan: EMİR

Eleştirisel bakış açısı ile her din ve inanca ait yazılarınızı, inancınızın değişim sürecini anlattığınız sorgulama süreçlerinizi dinvemitoloji@gmail.com adresine gönderebilirsiniz.
  • Bu yazılar biz-siz gibi sorgulama evresine girmiş herkese mutlaka biraz olsun ışık tutacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazılar sitemizde adınızla veya takma adınızla yayınlanacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazının başka bir internet sitesinde yayınlanmamış olması gerekmektedir. (KOPYA içeriğe karşı olduğumuzdan, sitemizdeki tüm içerikler özgündür)

KUR'AN'IN İLK EMRİ OKU!

Yazan: Kainatta Toz Zerresi
KTZ, din, Kur'an'ın ilk emri, Kur'an'daki eksikler, Kur'andaki çelişkiler, islamiyet, İslami yorumlar, Kur'an mealleri,

Kur’an’ın İlk Emri OKU!

Kur’an-ı Kerim’in ilk Suresi ve ilk emri:
Alak Suresi 1’inci ayet: Yaratan rabbinin adıyla oku!
Kimilerine göre kitap okumak, kimilerine göre kutsal kitaba akıl erdirmek ve kafa yormak, kimilerine göre ortada henüz kitap olmadığı için “oku” değil  Yaratan rabbinin adıyla “Söyle”  manasına gelen “İkra”.

Türkiye’de kaç Müslüman var? Bütün Müslüman kardeşlerimiz, hepiniz okuyun. İnandığınız dinin kutsal kitabı Kur’an-ı Kerim’i kaç kez anlayabileceğiniz bir dille okudunuz? Şöyle başından sonuna kadar, ders çalışır gibi not alarak, akıl erdirerek.
“…Düşünmüyor musunuz?...”
“…Hiç akıl erdirmez misiniz?...”

Kur’an-ı Kerim’in bir çok ayetinde geçen düşünmek ve akıl erdirmek ile ilgili onca cümle varken siz hâlâ, “Kur’an-ı Kerim’i anlamak herkesin harcı değil, O mukaddes kitabı ancak Âlimler, İlâhiyatçılar anlar, bizlere anlatır” inancıyla mı yaşıyorsunuz? Adının Allah olduğuna inandığınız ya da inandırıldığınız İlah, Müslümanlara “…düşünmez misiniz, akıl erdirmez misiniz?...” sözlerini, sadece Âlimlere, Peygamberlere, İlâhiyatçılara hacılara hocalara mı göndermiş? Eğer bu cümleler sadece Âlimlere gönderildi ise sizin korkacak bir şeyiniz yok. Ne yaparsanız yapın, ne günahı işlerseniz işleyin cennetliksiniz, yani Kur’an’ın emir ve yasaklarından  muhafsınız. Ya da inandığınız hoca size nasıl bilgiler veriyorsa o bilgilerle yükümlüsünüz. Yok eğer hepiniz kutsal kitabınızı okuyup anlamakla sorumlu iseniz yani bu akıl erdirme ile ilgili cümleler herkese gönderilmiş ise sen ne yapıyorsun?

Kutsal kitabın olan Kur’an-ı Kerim’i kaç kez okudun Türkçe meali ile? Nasıl okuyorsun peki?
Kur’an-ı Kerim’i okumak sevaptır, kutsaldır”  deyip mevlüt okur gibi düşünmeden dümdüz mü okuyorsun?

Yoksa “bana Kur’an-ı Kerim’i okumak emredilmiştir, ömrümde bir kez bile olsa şu Kutsal kitabı başından sonuna kadar bir okuyum da Müslümanlık görevimi yerine getireyim, üstümdeki şu yük de kalksın” niyeti ile mi okuyorsun?

Sana doğuştan öğretilen bir dini, hakkını vererek öğrenmeden iman ediyorsun, inanıyorsun, aslında inandırılıyorsun farkında mısın? Aklını kullanmıyor musun? Hakkında çok fazla bir şey bilmediğin belki de hiç bilmediğin ve sana birilerinin “bu böyledir” diye öğrettiği bir şeylere dayanarak içinde sağlam bir inanç oluşturulmuş. Bu senin beyninde  bir şeyler uyandırmıyor mu? Hıristiyan, Yahudi, Hindu ve Budist olanlar da senin gibi dini bütün bir dindar olarak yetiştiriliyorlar. Bir çoğu kendi kitapları ya da dinleri hakkında hiçbir şey bilmeden inandırılıyorlar. Şu an bir Müslüman ailede değil de bir Yahudi ailesinde doğmuş olsa idin dinini sonuna kadar savunan bir Yahudi olacaktın? Yani Maide Suresi 51’inci ayette yazdığı üzere “…Yahudi ve Hıristiyanları dost edinmeyin…” denilenlerden olacaktın. Bunu hiç düşünmedin mi? Senin inandığın ve adının Allah olduğuna inandırıldığın İlâh,  Maide 48’inci ayette “Allah dileseydi sizi tek bir ümmet yapardı. Fakat size verdikleriyle sizi denemek istedi” derken Maide 51’de “Yahudi ve Hıristiyanları dost edinmeyin” derken ne demek istiyor hiç düşündün mü? Araştırdın mı? Yani bütün Hıristiyanlar ve Yahudiler şu an Allah’ın imtihanındalar. O imtihanda olan Yahudi ve Hıristiyanlardan kaç tanesi Müslüman oldu? Onların Müslümanlığa geçebilmesi için dünya Müslümanlarına baktıklarında nasıl bir sebep görüyorsun? Böyle bir imtihanın adaletini hiç düşündün mü? Nasıl adalet bu?

Kamer suresi 17 nci ve 22 nci ayette “Andolsun ki Kur’an’ı düşünülsün diye kolaylaştırdık. Düşünecek yok mu?” derken milyonlarca insanın akıl erdiremediği Kur’an’a yönelik binlerce soruyu hacılara hocalara, İslâm âlimlerine neden sormak zorunda kaldıklarını düşünmedin mi hiç? Bu nasıl kolaylaştırma, hiç aklını kullanmadın mı? Biz ilâhiyatçı olmayanların aklı ermiyorsa bile bu kolaylaştırılan kutsal kitap ayetlerinin tefsiri söz konusu olduğunda neden o kadar okuyup üfürmüş olan İlâhiyatçılar âlimler bir biri ile ittifak yapıp aynı görüşü paylaşamıyor? Hiç düşünmüyor musun bunları?

İnandırıldığın ilâh, dost edinmeyin dediği Hıristiyan ve Yahudileri, bugün dünyanın yöneticileri konumuna getirip de Müslüman alemini de açlıktan sefaletten sürünen ve adeta Hıristiyan aleminin kölesi  haline sokan bir dünya düzenine nasıl müsaade ediyor hiç mi düşünmüyorsun?
Müslüman ülkeler başta olmak üzere bugün dünyadaki bir çok kadın koca şiddetinden hayatını kaybederken, bu şiddete şahitlik eden çoluk çocuk, alt üst olmuş psikolojileriyle  berbat bir hayat yaşarken adının Allah olduğuna inandırıldığın İlâh,  kocasından dayak yiyen ve kimisi de bu dayakla hayatını kaybeden milyonlarca kadına yardım için “Kadınlara asla şiddet uygulamayınız” gibi bir ayeti,  bir tanecik ayeti niye göndermemiş hiç düşünmedin mi? İnandırıldığın Allah, çocuğunun gözü önünde dayak yiyen anneyi korumak için bir ayeti bile çok görürken Maşallah Ahzab suresi 50’inci ayetinde biricik Peygamberine hangi kadınların helal olduğunu anlatmak için en ince ayrıntısına kadar tarif etmiş, bu seni düşündürmüyor mu?  İnandırıldığın İlâhın, kadına ve çocuğa yönelik şiddeti önleyici tek bir ayeti bile göndermediğini ama buna karşın Nisa suresi 34 üncü ayette “…baş kaldırmasından endişe ettiğiniz kadınlara öğüt verin, onları yataklarda yalnız bırakın ve onları dövün…” emrini, milyonlarca erkeğin gönül rahatlığıyla ve sorunsuzca uyguladığını görmüyor musun? Bırak bizim İlahiyatçılarımızın “o kelime dövmek değil, evden göndermek anlamındadır” açıklamalarını kardeşim. Koskoca bir ilâh yaaaa, kâinatın en muhteşem zekâsı olduğuna inandığın bir ilâh, bu kadar önemli bir konuda hangi kelimeyi ayetine yazacağını ve o kelimenin nasıl anlaşılacağını düşünemedi de bizim İlâhiyatçılar mı fark etti? İnandığın İlâh bu kadar mı düşüncesiz, bu kadar mı geleceği görme yetisinden uzak?

Hayır hayır, İslâm böyle bir din değil, İslâmı yanlış yorumluyorlar… Siz de yanlış yorumluyorsunuz, bile bile ayetleri cımbızlayıp çarpıtıyorsunuz, iftira atıyorsunuz” diye naralar atıyorsun, sosyal medyalarda yorumlar yapıyorsun. Madem İslâm böyle bir din değil, sen bu ayetlerin doğrusunu araştır, öğret bize kardeşim, biz de öğrenelim. Allah, kadından iki kat güce sahip olan ve kadına kuvvetli bir tokadında, kadının beyninde kanama gerçekleştirebilecek güce sahip olan erkeğe hangi ayetinde “kadına vurma, kadına çocuğa şiddet uygulama” ayeti göndermiş, oku bana da öğret, aydınlat beni. Aydınlat ki, karısını döven en cahil adam bile okuduğunda hemen anlayabilsin karısını dövemeyeceğini. Ben de öğreneyim ve diyeyim ki “Aaaaa, gerçekten de ben İslâmı yanlış öğrenmişim, karısına tokadı indiren adama bu dünyada Allah’ın verdiği bir ceza hükmü olduğu gibi  öte dünyada da o adamın yatacak yeri yok, Kur’an’da yazıyor, falanca alim söylememiş filanca halife söylememiş bizzat kadını yaratan Allah söylemiş ” diyeyim.
Ülkemizde son yıllarda şahit olduğumuz ağaç katliamı, hiç ulaşmadığı seviyeye ulaştı. Yangınların bile neden çıktığını bilmeyen yok. Binlerce zeytin ağacı katledildi. Bazılarınız “Bunlar gerçek Müslüman değiller” naraları atmaya devam etsin. Hadi sizinle birlikte bir kampanya başlatalım. Hele şu Arap şeyhlerine peşkeş çekilen ağaçlık  alanları koruma altına almak için lüzumsuz ağaç katliamını önlemek için yazılmış olan Kur’an ayetini bulup sosyal medyada paylaşalım ne dersiniz? Peygamberin “kıyametin kopacağını bilseniz bir fidan dikiniz” hadisinden bahsetmiyorum. Bunca kâinatı, gezegeni ve bu gezegende hem insanlar hem de hayvanlar için inanılmaz öneme sahip olan ağaçları yaratan koskoca ilâh,  yarattığı bu kadar ağacı korumak için bir ayet göndermiş olmalı değil mi? 6000 sayfalık kitapta onca ayeti tekrar tekrar yazdırırken ağaç katliamını önleyen bir tanecik ayeti göndermiştir herhalde. Haydi Müslüman kardeşim, bul o ayeti de ağaçlık arazileri üç kuruş paraya peşkeş çeken  bürokratlara ver Allah’ın cevabını. Ney? Yoksa Allah, kendi yarattığı ağaçların korunmasına ya da sayılarının muhafaza edilmesine yönelik tedbir amaçlı dahi olsa ayet göndermemiş mi? Nasıl olur? Senin bahçeli bir evin olsa ve kiraya versen, kira sözleşmesine yazmaz mısın, “bahçedeki ağaçların bakımının sağlanması, eve düzgün bakılması gibi” anlaşma şartlarını yazmaz mısın? Koskoca bir ilâh yarattığı kuşların ve bir çok hayvanın tek yuvasının, insanların adeta akciğeri görevi gören bu eşsiz canlıların, müteahhitlerin hırsı uğruna hor görülmesini önlemek için bir ayet dahi göndermez mi? Adının Allah olduğuna inandırıldığın İlâh bu kadar mı fikirsiz, bu kadar mı aciz? Yoksa yorumlarını izlediğin İlâhiyatçıların Allah’ın kolaylaştırdığını söylediği kitaptan ağaç katliamının önlenmesi için gereken sonucun çıkartılmasına yönelik sana hiç ilgisi alakası olmayan bir sürü ayet okuyup matematikteki olasılık hesabı yapar gibi dolaylı yollardan sonuç çıkartacağın bir yol mu tarif edecekler? Aklını kullanmıyor musun Müslüman kardeşim?

Bugün İslâm dünyası bir sürü dini cemaate ve tarikata ayrılmış durumda ve üstelik hepsi de bir biri ile kavgalı ve hiç birisi bir birini sevmiyor. Birinin gittiği camiye öteki sınıf Müslüman gitmiyor. Dahası bu dini sınıflar, cemaatler ve tarikatların büyük kısmı bir birlerini kesip işkence ederek öldürüyorlar. Adının Allah olduğuna inandırıldığın İlâh, Maide suresi 38’inci ayette hırsızlık eden kadın ve erkeğin ellerinin kesilmesini emrederken bugün sırf alevi diye Allah’a inanan, tekrar ediyorum Allah’a inanan bir kızcağızın ırzına geçip onu öldüren ve kendine Müslüman diyen mahlukatların çükünün kesilmesini emreden bir ayet göndermiş mi? Okudun mu kutsal kitabını? İnandırıldığın ilâhtan geldiği söylenen kutsal kitabın adaletini araştırdın mı hiç? Yoksa sen bu dine inandırılırken bu dünyada hesabı görülmeyen bir çok şeyin hiç görmediğimiz öte aleme bırakıldığını mı anlattılar sana? Belki de doğrudur Müslüman kardeşim. Bugün ultra lüks bir Müslüman dindar ailesinde doğan bir erkek, lüks içinde yaşarken, bol parası ile de fakirlere bol bol yardımda bulunup bol bol sevaba girecek. Sen ise senin Allah’ının imtihan için verdiği fakir fukara hayatı içinde debelenirken bırak birilerine maddi manevi yardımda bulunarak sevaba girmeyi, aileni geçindirmek için gününün 12-13 saatini düşük ücretle çalışıp eve yorgun argın gelip uyuya kaldıktan sonra ve hayatını bu şekilde geçirdikten sonra ömrün tamamlanacak ve öte aleme gittiğinizde, dünya hayatında ultra zengin yaşayan Müslüman kardeşin ile fakir fukara hayatı yaşayan sen, cennetin hangi köşesine yerleştirileceksiniz? Belki de o zengin kardeşin, bol parasıyla çok insana ve aileye yardımda bulunduğu için, binlerce ailenin evine ekmek götürdüğü bir iş potansiyeli sağladığı ve bunu devam ettirdiği için yani o ultra lüks ailenin kucağında doğduğu için cennetin daha güzel yerine yerleştirilecek. Sen sadece ailenin karnını doyurup çocuk yetiştirebildin. Parayı kötü amaçlar için ve sadece çıkarı için kullanan zenginler de var fakat iyi kalpli bir zengin Müslüman adam ile iyi kalpli fakir Müslüman adam aynı sevabı işleyebilir mi? Düşündün mü hiç? Belki diyeceksin ki, o zengin kişinin işleyeceği sevapla benim işleyebileceğim sevap Allah katında aynıdır. Olabilir. Bir zenginin parasal durumuna göre 50 kişiye yardımda bulunması ile senin sadece aileni geçindirmen Allah katında belki de aynı hesaba geliyordur. Sen böyle devam et. Zengin Müslüman kardeşim de böyle devam etsin. Hiç görmediğimiz öte aleme gittiğinizde, aynı cennet katına yerleşirsiniz. İkinizin arasındaki tek fark ise dünya hayatı içinde senin fakirlikle cebelleşmen, zengin Müslüman kardeşinin ise dünya hayatı içinde bol para ile lüks ve sefa içinde yaşamış olması olur. Ya inandığın din gerçek değil ise. Öte aleme gittiğinizde seni hiç inanmadığın, haberdar olmadığın bir durum karşılayacaksa, zengin Müslüman kardeşin ile senin arandaki fark ne kadar olacak biliyor musun? Dünyalar kadar. Sen boş vakitlerini dinlenerek geçirmek yerine, ek iş yaparak, biraz daha para kazanmak için çareler arayıp hamallık yaparak geçirirken zengin arkadaşın boş zamanlarını, lüks tatil beldelerinde şezlonglara uzanarak geçirdi. Dünyanın en güzel şehirlerini gezdi. Tatmadığı lezzet kalmadı. Sen ise sefalet içinde süründün ve bu sefalete “haksızlık” veya “eşitsizlik” veya “adaletsizlik” deyip bu düzeni değiştirmek için, en azından çocukların ya da torunların için bu düzeni değiştirmek için bir şeyler yapmak yerine “kaderim, imtihanım bu” deyip öylece yaşantına devam ettin. Zengin insanların küfre düşmeleri, şeytana hizmet etmeleri daha kolay, onların durumu daha kritik değil mi? O kadar para ile şımarabilirler. Ya fakir insanlar? Fakir insanların da cehalete saplanmaları ya da o parasızlık içinde sırf para kazanmak için ahlâksızca ve insanlık dışı işlere girişmeleri kolay değil mi? Hele bir de ergen çocuklarınız varsa!  Şu durumda fakirin yoldan çıkması, zenginin yoldan çıkmasından daha mı zor? Düşünmüyor musun Müslüman kardeşim bunları? Kur’an’ın değimiyle akletmezmisin? Bu imtihan saçmalığını sana neden yutturmaya çalışıyorlar farkında değil misin?

İnandığın kutsal kitabın yarıdan fazlası geçmiş peygamberlerin yaşantısını anlatıyor. “…Onlar şöyle şöyle yaptılar, biz de onlara karşı şöyle şöyle yaptık. Onlara şunu şunu dedik. Onlar da bize şöyle dediler, sırt çevirdiler. Onlar Peygamberimize şunu şöyle dediler biz de Peygambere dedik ki onlara şöyle söyle, yapmazlarsa onların hesabını bize bırak dedik… Şunu dedik, bunu dedik, şöyle yaptık, böyle yaptık…” Müslüman kardeşim, dost edinmemeniz emredilen milletler bugün hem yazılımda hem robotik teknolojide hem ilaç üretiminde hem enerji kaynaklarının kullanılmasında ve hem dahası… dünyayı değiştiren yöneten geliştiren işlerle meşgulken sen inandığın kutsal kitabının yarıdan fazlasını meşgul eden ve şu an hiç birimizin bir yarasına merhem olmayan tarihi olayları “…şu şunu yaptı, bu bunu yaptı, biz de böyle böyle yaptık…” gibi mahalle dedikodusu anlatır gibi, masal anlatır gibi anlatan bir kitapla zaman geçirip kafa yoracaksın, anlamaya çalışacaksın. Akletmiyor musun? Hâlâ mı sorgulamayacaksın?

Seni anlıyorum. Ben de bir zamanlar senin gibiydim. Anamdan, babamdan, atamdan öyle gördüm. Okullardaki  öğretmenlerimizin çoğu ise tam bir dinci idi. Dindar demiyorum bile dinci. Benim de beynime öyle kazınmıştı. “İslâm yer yüzünün tek gerçek dini. Yobazlar bizim dinimizi kirletiyorlar” inancı sapasağlam oturmuştu beynime. Eninde sonunda sen de göreceksin gerçeği. 1400 yıl öncesinin çöl Araplarının hayalleri ve arzuları ile kurulmuş olan cennet ayetlerini okuyacaksın ve yine o dönem Araplarının geleneklerine uygun şekilde yazılmış olan Kur’an ayetlerini şu zamanın medeniyetine uyarlamaya ve ardından kafanda oluşan soru işaretlerine cevap armaya başlayacaksın. Nisa 34 üncü ayette bir erkeğin maddi açıdan karısına baktığı için karısından bir derece üstün olduğu belirtilen cümleyi okuduktan sonra bu çağda çalışma hayatının içinde olan kadınların Kur’an’daki yerini, hukukunu bulmaya çalışacaksın, bulamayacaksın. Ve ardından kadınların çalışmasını istemeyen ve bunun dine, Kur’an’a aykırı olduğunu haykıran onca İslâm ülkesine, Kur’an’dan verecek bir cevap ayeti olmadığını göreceksin. İşte o Arap ülkelerini cehaletle suçlayacak delilleri, kutsal kitabında bulamayacaksın. Bizler de bulamadık çünkü.

Okul yıllarından itibaren sana Türklerin geçmişte Talas savaşı sırasında  Araplara yardım ettiğini daha sonra da kültür ve inanç benzerliği nedeni ile Türklerin kendi rızası ile Müslümanlığa geçtiği masalını okudular. Şu an, senin göreneklerine ve dini inancına benzer bir toplulukla dost olsan, onların dinine geçer misin, güzel kardeşim. Niye Türkler Arapların dinini seçmiş de Araplar, biz Türklerin dinini seçmemiş? Biz Türklerin nasıl Müslüman yapıldığının hikâyesini araştırdın mı Müslüman kardeşim? Gözü kara ve adet göreneklerine, dinine aşırı bağlı bir Türk topluluğundan bahsediyoruz. Bizim Tarihsel kökenimizde gelenek ve göreneklerimize ve dinimize ne kadar bağlı olduğumuzu bilmeyen var mı? Özüne, dinine bu kadar bağlı  bir gurup atamız Araplara bir savaş sırasında yardım etmiş de ardından kendi dinini bırakmış ve Arabın dinini kabul edivermiş. Aklınızı kullanmıyor musunuz? Tarihi nereden okuyup nereden öğreniyorsunuz? İkra, oku, söyle!
Onca internet sitesi, video paylaşım sitesi, kulaktan dolma dini bilgilerle ve bebeklikten itibaren inandırılmış bir dini savunma sistemi ile yüzbinlerce dindarın yorumlarını yayınlıyor. Bu yorum yazanlarınızın çoğu, dinsiz olan insanlara Kur’an’ı okuyup araştırmalarını ve 6000 sayfalık kitabın ayetlerini cımbız ile seçerek bir şeylerin çarpıtıldığını iddia ediyor. O yorumları yazan dindar kardeşlerimiz, siz bize öğütlediğiniz kutsal kitabınızı bizzat kendiniz okudunuz mu? Bütün sayfalarını teker teker akıl süzgecinizden geçirdiniz mi? Biz okuduk hem de kaç defa! İkra! Siz de okuyun, siz de akledin.

Eğitime önem veren ve milli kaynaklarının çoğunluğunu eğitime harcayan ülkelerin vatandaşları, statüsü yüksek işlerde çalışıp bol para kazanıp yıllık tatillerinde dünyayı dolaşırken o ülkelerin tuvaletlerini, sokaklarını temizleyip çöp toplamak gibi ayak işlerini yaptırmak için gelişmemiş ülkelerin insanlarını göçmen olarak ülkelerine çağırıyorlar. Ayak işlerini yapan işçilerin çoğunluğu Müslüman. Adının Allah olduğuna inandırıldığın İlâhın, kendisine inanan bu kullarının durumuna ne diyor sence? Geleceği gören bir İlâh, bu günleri de hesap edip, eğitimin önemi ile ilgili ya da çocukların eğitim alması ile ilgili bir tek ayet bile göndermeyen İlâhının sana gönderdiğini düşündüğün kitabı aklederek okumadın mı hiç? Yoksa herkesin dilinde dolaşan “Allah, Kur’an’da bir çok bilimsel ayet indirmiştir” nakaratını mı söyleyeceksin. O zaman bu gün şöyle bir şey yap. O bilimsel dediğin ayetlerin hepsini bul, oku bakalım, ne anlayacaksın? O bilimsel dediğin ayetler, bilim dünyasına ne kazandırmış, bilim adamlarının hangi icadı bulmasını sağlamış bir düşün. Ya da o bilimsel dediğin bilgileri, İslâmiyetten binlerce yıl önce hangi kavimler keşfedip kullanmış bir de bunu araştır ve ardından bana bir Kur’an ayeti göster: “Ey iman edenler, ilimde bilimde yarışınız” gibi bir ayet yok mu? İnandığınız Allah, “Takvada yarışınız” diye ayet göndermiş. Yani bana kulluk ve ibadet konusunda yarışınız demeyi hiç unutmamış ama “Benim yarattığım kâinatın yasalarını öğrenin, ilminizi biliminizi geliştirin” gibi şu dönem Müslümanları için hayati öneme sahip olacak bir ayeti göndermeyi akıl edememiş Müslüman kardeşlerim. Sizler de bunları hiç akletmezmisiniz? Düşünmez misiniz?

Kur’an’da “kadınlara tecavüz etmeyin, onlarla zorla cinsel ilişkiye girmeyin, çocuklarla cinsel ilişkiye girmeyin” gibi uyarılar yoktur dediğimiz zaman hemen kükremeye başlıyorsunuz.  “6000 sayfalık Kur’an’ı okumuyorsunuz, dininizi Tv’lerden, kendine hoca diyen sahtekârlardan öğreniyorsunuz” açıklamasına sığınıyorsunuz. Siz okudunuz mu 6000 sayfalık kutsal kitabınızı? Hadi bize göstertin kadınların çocukların cinsel istismara uğramasını kesinlikle ve açık bir dille yasaklayan ayetleri. Biz cahilsek bulun bu ayetleri de bize öğretin Müslüman kardeşlerimiz. Ananızı, kızınızı, karınızı, bacınızı, çoluğunuzu çocuğunuzu  sağdan soldan sakındığınız kadar sakınıyorsunuz başlarına bir şey gelmesin diye Müslüman kardeşlerimiz. Bu kadar korktuğunuz bir cinsel saldırıyı engellemek için adının Allah olduğuna inandırıldığınız bir İlâh bu konuda hangi ayetleri göndermiş bilmiyor musunuz? Zinadan bahsetmiyorum, cinsel saldırıdan bahsediyorum. Hadi bize o ayetleri okuyun da öğretin. Apaçık bir ayet olmalı ama. Öyle evelemeli, gevelemeli, anlamı farklı şeylere de yorulabilecek bir ayetten bahsetmiyorum. Okuma yazması olmayan birisine bile okuduğunuzda şakkadanak hemen anlamalı.

Söyleyecek daha çok şey var aslında. Herhangi bir sosyal ortama girip sohbet etmeye başlıyorsun. Konu dine geliyor ve herkesin ağzında aynı cümleler, aynı nakaratlar, tıpkı değişmeyen telefon melodisi gibi, “Doğru tercümeyi bulmak lâzım, işte o cahil Araplar var ya İslâm dinini mahfeden onlar, biz dinimizin doğrusunu yaşıyoruz” gibi klişeleşmiş sözleri kullanmaktan ileri gitmeyen ondan sonra da yerinden kalkıp “Şükür Allah” çektikten sonra cebinde taşıdığı Arapça Kur’an’ı, hiç anlamını bilmediği Arapça okunuşu ile okuyan bir sürü Müslüman. Kimisi annemiz, kimisi komşumuz, kimisi arkadaş kimisi de akraba. Kur’an ayetleri ile ilgili gram bilgisi olmamasına rağmen karşısında birisi “Ben Allah’a inanmıyorum” dese, üstüne atlamaya hazır ve kendisini çok bilgili zanneden ateşli Müslüman topluluğu! Bu Müslüman topluluğunun inandığı Kutsal kitabın ise en önemli ihtiyacı okunmak! Anlaşılır şekilde ve hazmedilerek okunmak sadece.

İSLAM DİNİNDE CEVAPSIZ KALAN SORULAR |1

Yazan: The Guiding
din, En'am 141, Fatihasız namaz, Guiding, İslam dininde cevapsız kalan sorular, İslam öncesi namaz, İslama yönelik sorular, islamiyet, Kabeyi tavafta abdest şartı, Kur'andaki çelişkiler,

İSLAM DİNİNDE CEVAPSIZ KALAN SORULAR |1

Allah katında hak dinin  İslam dini olduğu [1] ve bundan başka bir dinin kabul edilmeyeceği [2], bu dinin peygamberi Muhammed’in son peygamber olduğu [3] Müslümanlarca kutsal kabul edilen Kur’an’da yazılıdır. Üstelik  bu kitapta her şeyin açıkça bildirildiği söylenir. 
"Kitapta hiç bir şeyi ihmal etmedik." (En'am  Suresi-38)
"Yaş, kuru her şey kitab-ı mübin (Kur'an) de vardır." (En'am Suresi-59)
"Biz sana her şeyi apaçık beyan eden kitabı indirdik." (Nahl Suresi-89) 
“Böylece biz Kur’an’ı apaçık âyetler hâlinde indirdik. Şüphesiz Allah, dilediğini doğru yola iletir.” (Hac Suresi-16)
"Andolsun ki sana apaçık âyetler indirdik. Onları ancak fâsıklar inkâr eder."
(Bakara Suresi-99)
“O, kara ve denizin karanlıklarında kendileri ile yol bulasınız diye sizin için yıldızları yaratandır. Gerçekten biz, bilen bir toplum için âyetleri geniş geniş açıkladık.”
(En’am Suresi-97)

Ancak ayetler arasındaki tutarsızlıkları ve Kur’andan çıkan hükümleri desteklediği söylenen hadisler arasındaki çelişkileri görmezden gelmek ve bu ikisinden hüküm çıkaran alimler arasında bile bir birlikten söz etmek mümkün değildir. Zaman içinde, ayetler ve sahih olduğu konusunda hemfikir olunan hadisler bile izah edilemediğinde, onu anlamının dışında -en iyimser yaklaşımla-, eğerek, bükerek izah etmeye çalışanlar ile dolu bir İslam kültürü ortaya çıkmıştır.
Yıllarca Müslümanlar kendi kutsal kitaplarından habersiz olarak yaşayageldiler. Dolayısıyla bilmeden inandılar ve inançlarını sorgulamadılar. Kutsal saydıkları kitaplarını anlamadan okuyup durdular. Dolayısıyla dinlerinin kendilerinden ne istediğini öğrenemediler. Yeni yeni camilerde, Ramazan ayında okunan mukabelelerde ve namaz öncesi merkezi olarak yayın yapılan Kur’an okumalarında, Arapça metnin ardından ayetlerin manası verilmeye başlandı. Teknolojinin gelişmesiyle ve sosyal paylaşımın artmasıyla birlikte Müslümanlar,  Kur’anda var olduğunu duydukları çelişkilere, inançlarının bir gereği olarak öncelikle bir refleks gösterip, itiraz etme gereği duyarak, katıldıkları tartışmalarda, gerçekleri yüzlerine vuran, araştıran ve sorgulayan insanlara karşı kin, nefret dolu hakaretler ile küfür etmeye başladılar. Bunların bir kısmı daha sonra itiraz ettikleri kişilerin, aslında doğru söylediklerini görüp, sorgulayan düşünce yapılarına gelip, hatalarından vazgeçerek gerçeğin peşinde yol almaya başladılar. Bunlar güzel gelişmeler olup gün geçtikçe bu gibi kişilerin sayıları artmaktadır. Çünkü Kur’anı, inancını, cenneti ve cehennemi bir kenara bırakarak okuyan ve peygamber olduğu iddia edilen Muhammed’in hayatını araştıran kimsenin ulaşacağı sonuç: “Kur’an bir yaratıcı kitabı olamaz, Muhammed gibi biri de peygamber olamaz. “ olmalıdır.  Ama cehennem korkusu ile sarmalanmış bir zihinden ancak “Saçma bile olsa inanıyorum” dan başka bir sonuç çıkması beklenemez. Ne diyelim herkesin inancı kendine… Herkes görmek istediğini görecektir.
Biz bu yazımızda da sorgulamaya devam ettik. Belki okuyanlara da bir nebze faydamız olur diye düşündük. Ya da sorguladıklarımıza cevap bulursak belki biz de aydınlanırız dedik. Çünkü  biz de sizin gibiydik bir zamanlar. Duyduk ve inandık. Ama artık sahip olduğumuz akıl bize, inanmayı değil bilmeyi emrediyor. Daha doğrusu aklımızın kabul edebileceği gerçeklere inanmayı emrediyor. Aşağıda bizi düşünmeye ve anlamaya sevk eden cevapsız kalan onlarca sorudan bazılarını bulacaksınız. Aklın ve bilimin peşinde ilerlemeye devam edeceğiz. Makul cevaplarınız olur ve açıklamalarınız tutarlı olursa  neden kabul etmeyelim? Buyurun başlayalım.

1) Alâk suresinin 9. ve 10. ayetinde geçen  "Sen, namaz kılan kulu bundan menedeni gördün mü?" ifadesinden Kur’an ayetleri inmeye başlamadan önce Muhammed’in namaz kıldığını anlıyoruz. Üstelik Mekke’de namazları 2 rekat olarak kıldığını biliyoruz. [4] Buna rağmen Namazların rekatları konusunda ise, açık bir ayet yoktur. [5] Sadece bu konuda “Namazı benden gördüğünüz gibi kılınız.” [6]  anlamında hadisler vardır. Abdest ile ilgili ayet ise (Maide Suresi-6) Medine döneminde indirilmiştir. [7] Mekke’de indirildiğini ancak -zorlamalı bir görüşle- önemine binaen Medine’de farz olduğunu söyleyenler de mevcuttur. [8] Muhammed abdest almayı Cebrail’den öğrenmişse, bununla ilgili ayet neden Mekke’de iken Müslümanlara açıklanmadı ve vahiy katiplerine yazdırılmadı?

2) Şu an kılınan namazlarda Kur’an’ dan ayetler okunuyor ve hatta  hadislerde “Fatiha’ sız namaz olmaz.” [9] ifadeleri yer alıyor. Fatiha suresi Mekke’de 5. inen suredir. [10] Bu sure ininceye kadar Muhammed’in kıldığı namaz ile şu an Müslümanların kıldığı namaz aynı namaz değil mi? Yani Muhammed,  ‘Fatiha olmadan namaz olmaz’ dediği nasıl bir namaz kılıyordu?

3) “Ey iman edenler! Namaz kılmaya kalkacağınız zaman yüzlerinizi, dirseklere kadar ellerinizi yıkayın; başlarınızı mesh edin, ayaklarınızı da topuk kemiklerine kadar (yıkayın). Eğer cünüp olursanız temizlenin. Şayet hasta veya yolculuk halinde veya içinizden biri ayak yolundan gelirse yahut kadınlarla cinsel ilişkide bulunursa, bu hallerde su bulamadığınız takdirde temiz bir toprağa yönelin (teyemmüm edin), yüzünüzü ve ellerinizi onunla mesh edin. Allah size herhangi bir güçlük çıkarmak istemez, fakat O sizi tertemiz kılmak ve üzerinizdeki nimetini tamamlamak ister ki şükredesiniz.”
(Maide Suresi-6)

Ayette geçen “Namaz kılmaya kalkacağınız zaman” ifadesinden namaz kılmak için abdestli olmanın farz olduğunu anlıyoruz. Ancak Kabe’yi tavaf etmek için , Kur’an okumak için ve cenaze namazı kılmak için abdestli olmak ile ilgili bir ayet ve hadis yok. Kabe’yi tavaf ederken abdestli olma şartı nereden geliyor? Hatim indirileceği zaman abdestli olunmazsa, okunan Kur’an hatimden sayılır mı? Buna dair bir ayet var mı?

4) Muhammed, Habeşistan Kralı Necaşi Ashame’nin cenaze namazını gıyabi olarak  [11] ve münafık Abdullah İbn Übey İbn Selül’ün ise cenazesinde bulunarak cenaze  namazını kıldırmıştır. [12] Hatta bu cenaze namazı için Muhammed’e ikaz niteliğinde ayet inmiştir. [13]
Bir peygamber, Müslüman olmayan birinin cenaze namazını kılmaması gerektiğini nasıl oluyor da bilmiyor? Önceden neden uyarılmıyor? Üstelik peygamberler masum değiller miydi? Bu durumda ümmetleri için nasıl örnek olabiliyorlar?

5) “Çardaklı ve çardaksız bağları, değişik ürünleriyle hurmaları, ekinleri, birbirine benzeyen ve benzemeyen biçimlerde zeytin ve narları meydana getiren O’dur. Her biri ürün verdiğinde ürününden yiyin; hasat günü de hakkını verin; fakat israf etmeyin; çünkü Allah israf edenleri sevmez.” ( En’am Suresi-141)
Ayette geçen “Hasat günü de hakkını verin” ifadesinden zekatın hemen verilmesi gerektiği anlamı çıkıyor. Halbuki zekatın farz olması için üzerinden 1 yıl geçmesi gerekir deniyor? [14] Bununla ilgili bir ayet var mı yoksa hüküm hadislere göre mi veriliyor? Eğer hadislere göre hüküm veriliyorsa;

Aşağıda geçen Şura Suresi’nin 21. Ayetini nasıl anlayacağız?
“Yoksa onların, Allah'ın izin vermediği bir dini getiren ortakları mı var? Eğer erteleme sözü olmasaydı, derhal aralarında hüküm verilirdi. Şüphesiz zalimlere can yakıcı bir azap vardır.”
Bu soru ile ilgili cevap olarak  “Peygamber size ne verdiyse onu alın, neyi de size yasak ettiyse ondan vazgeçin. Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz, Allah’ın azabı çetindir.” (Haşr Suresi-7) ayetinden hareketle peygamberin dinde hüküm koyucu olduğu iddia edilebilir ancak bu ayet, Bedir Savaşı sonrası ganimetlerin dağıtılması ile ilgili indirilen bir ayettir ayrıca hüküm koyucu olanın sadece Allah olduğu ile ilgili başka ayetler mevcuttur. [15]

6) “Hac bilinen aylardadır. Kim o aylarda hacca karar verip niyet ederse, bilsin ki hac sırasında kadına yaklaşmak, günaha sapmak ve tartışıp çekişmek yoktur. Ne hayır işleseniz Allah onu bilir. Azık edinin; kuşkusuz azığın en hayırlısı takvâdır. Öyleyse bana saygı duyun, ey akıl sahipleri!” (Bakara Suresi-197)

Ayette geçen اَلْحَجُّ اَشْهُرٌ مَعْلُومَاتٌۚ “Hac bilinen aylardadır” ifadesini nasıl anlayacağız? Hac ayları hadislere göre  Şevval ve Zilkade ayları ile Zilhiccenin ilk on günü ise, [16] Haccın farzları olan ihram, Arafat ve tavaf, Kurban Bayramı arefesinde ve bayram günlerinde yapılıyor. Peki bunlar olmadan hac olmayacağına göre, çünkü Peygamber, " Hac Arafat'tır" buyurmuştur. Bu yüzden vakfe yapamayan kimse haccı kaçırmış olur ve ertesi yıl yeniden hac yapması gerekir. [17] O halde neden hac bilinen aylardadır deniyor? Diğer aylar hac ayları sayılıyor?

DİNLERİ TERK ETME HİKAYEM

Din yok, Dindarlıktan dinsizliğe, Dinden çıkış hikayesi, dinlere inanmıyorum, Dinsizliğe giden süreç, İslamı neden terk ettim?, sizden gelenler,

DİNLERİ TERK ETME HİKAYEM
(Bir takipçimizin hikayesi)


Hikayemi anlatmadan önce, az da olsa kendimi tanıtmak istiyorum:
Anadolu'nun küçük bir şehrinde bir hastanede dünyaya gelen, sıradan bir kişiyim. Sıradan bir çocuktum, herkes gibi okula gittim, büyüdüm, iş hayatına atıldım. Çocukluğumdan beri kitap okumaya karşı aşırı ilgim vardır. Bende adeta bir tutku olan kitap okuma sevdam Cin Ali serisi ile başladı. Zamanla Milliyet ve Karacan yayınlarının piyasaya sürdüğü minik, mavi kaplı romanlara evrildi. Ian Fleming’in Chitty Chitty Bang Bang’ini (yani uçan otomobil romanı, hatta sonradan filminin çekildiğini de öğrenmiştim), Jules Verne’in Arzın merkezine seyahat, aya yolculuk, denizler altında 20.000 fersah gibi yazıldığı çağın ötesinde romanlarını, yazarını ve kitabın ismini hatırlamadığım, Türkiye’de yaşayan iki küçük çocuğun başka gezegenlere olan yolculuğunun konu edildiği romanı hep bu minik mavi kapaklı kitaplar sayesinde tanıdım. Gülten Dayıoğlu’nun kaleme aldığı “Dünya Çocukların Olsa” romanı o dönemlerde benim için adeta bir baş yapıttı. Ömer Seyfettin, Reşat Nuri Güntekin, Yaşar Kemal vb gibi muhteşem eserler veren yazarları da göz ardı etmedim tabi. Bilim kurguya merakım sebebiyle Erik von Daeniken’in “Tanrıların Arabaları” kitabı, benim romanları bırakıp araştırma kitaplarına yönelmemde büyük etken oldu. Bu kitabı okuduğumda daha ortaokula yeni başlamıştım ve bazı şeyleri sorgulamaya başlamam da o döneme rastlar. Ancak ne yazık ki tüm bu kitaplara olan sevdama rağmen, dinden çıkmam, bazı şeyleri anlayabilmem için hayat yolculuğunun büyük bir kısmını tamamlamam gerekti. Bu arada yaşımı söylemeyi unuttum, yaşım 49.

Büyüyüp hayata atılmam, iş yaşamı, ailevi sorunlar gibi sebeplerle eskisi kadar kitaplara vakit ayıramasam da, fırsat buldukça okuyordum. Bugüne kadar aklınıza gelen her türde kitabı (İngilizce ve Almanca kitaplar da dahil olmak üzere) okudum, okumaya da devam ediyorum.

Bu girizgahtan sonra, gelelim asıl konu olan dinlerden sıyrılma hikayeme.

Bundan bir süre önce bir ameliyat geçirdim. Ameliyattan sonra ne yazık ki iş yaşamım sona erdi ve erken emekli oldum. Bu döneme kadar, herkes kadar Müslümandım, sadece bayramlarda ve arası sıra Cuma günleri namaz kılan, (ki bazen bayram namazı konusunda eşimle kavga etmişliğim, başa çıkamayınca bayram günü evden camiye diye çıkıp kahvehanede çay içerek namazın bitmesini müteakip dini vecibelerini yerine getirmiş mağrur kişi edasıyla eve gidip kahvaltı sofrasına oturmuşluğum da vardır)  Ramazanlarda ilk gün öfleye pöfleye oruç tutup sonrasında kendimce mazeretler uydurarak oruca boş veren, kuranın haram kıldığı içkiyi içip, yine kuranın haram kıldığı domuz etini yemeyen, herhangi bir işe başlarken besmele çeken, başım sıkıştığında anlamını bilmediğim Arapça duaları mırıldanan, çoğu Türk insanı gibi “sözde” Müslüman…

Ameliyattan kısa bir süre önce, “neden işlerim yolunda gitmiyor” hissi ile nasıl daha iyi Müslüman olunur diye düşünerek beş vakit namaz kılmaya, çevremi de buna teşvik etmeye başladım. Namazın vaktini kaçırmamak için uzun yolda arabayı durdurup, arabadaki insanların duygu ve düşüncelerine aldırış etmeden, en yakın camiye koşarak namaz kılmışlığım bile vardır. Dahası İslama karşı olanları acımasızca eleştirir, ancak şeyhlere, şıhlara, hacılara, hocalara, cemaatlere de verir veriştirirdim. Böylesine iki arada bir derede kalmış, acınası bir Türk Müslümanıydım.

İşe gidip gelirken serviste Kuran okuyordum. Arapça bilmiyordum ama bu sorun değildi, ne de olsa Türkçe çevirisi mevcuttu, akıllı telefon sayesinde kuran mealleri adında bir uygulamayı indirmiştim. Amacım “nasıl daha iyi Müslüman olunur” sorusunun cevabını bulmaktı. Allah indirdiği kitaptan sorular soracak, kitabı okuyup okumadığımıza göre bizi değerlendirecekti. Ya da ben öyle sanıyordum… Hatta bir yerde okuduğuma göre (Hep bu okuma sevdası işte:)) kabirdeki melekler, onlar kimse artık, ilk olarak kuran okuyup okumadığımızı soracaktı. Sanki Allah bilmiyordu. Tövbe tövbe… Neyse…

İşte bu duygu ve düşüncelerle, Kuranın yarısına bile gelmeden ameliyat günü geldi çattı. Ameliyat sonrası kendime geldiğimde, artık benim için iş hayatı bitmişti. Ayrıntılara girmek istemediğim için ameliyat sırasında ve sonrasında neler olduğunu burada anlatmayacağım. İş hayatım bitmişti demiştim ya, normalde 3600 prim günü dolduğu için emekliliğe hak kazanmıştım, ancak kanun gereği 56 yaşı beklemem gerekiyordu. Fakat çalışamayacağım için devlet kanun gereği beni erken emekli etti. İşte ne olduysa bundan sonra oldu. Artık emekliydim, az da olsa bir gelirim ve bolca da vaktim vardı. Bıraktığım işi yani kuran okumayı hızlandırabilir, rahatlıkla “nasıl daha iyi Müslüman olunur” sorusuna cevap bulabilirdim. Bolca namaz kılar, cami cami gezebilirdim. Bir İngiliz “ignorance is bliss” demiş ya, yani cehalet mutluluktur, kuran okudukça, cevap bulmak bir yana sorular katlanarak arttı. Bu arada Kitap okumak bir kanser gibidir, ilerledikçe vücudunuzu sarar, sizi dermansız bırakır, çaresizce kaçınılmaz sonu beklersiniz. Çünkü okudukça beyninizi kemiren sorular çoğalır, cevaplar yerini daha çok soruya bırakır, bir açmazın içine girersiniz. İşte bu sebeple cehalet mutluluktur. Şaka şaka:)) okuyun , bilinçlenin… Neyse, kuranı bitirdiğimde çıkmaz bir sokaktaydım, cevapsız sorular beynimi kemiriyordu. Aşağıda beynimi kemiren sorulardan bazıları :

Bakara Suresi 30. Ayet :
Hani, Rabbin meleklere, “Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım” demişti. Onlar, “Orada bozgunculuk yapacak, kan dökecek birini mi yaratacaksın? Oysa biz sana hamd ederek daima seni tespih ve takdis ediyoruz.” demişler. Allah da, “Ben sizin bilmediğinizi bilirim” demişti.

Bu ayet Diyanet mealinden ve Ademin yaratılması ile ilgilidir. Allah bir gün (hangi gün olduğunu bilmiyoruz) yeryüzünde bir halife  yaratmak istediğinden bahseder. Melekler Allaha sitem ederler, biz zaten seni yüceltiyoruz diyerek aslında yeryüzünde bir halife yaratmanın ne anlamı var demeye getirirler. Allah kendisini yücelten melekler ile tatmin olmamakta ve illa halife yaratacağım diye tutturmaktadır. Oysa melekler bilmektedir ki, halife yaratmak bozgunculuk çıkarmaya ve kan dökmeye davetiye çıkarmak demektir. Allah daha önce de bir veya daha fazla halife yaratma girişiminde bulunmuş mudur? Bu halife ya da halifeler bozgunculuk yapmış ve kan mı dökmüştür? Hani adem ilk insandı? Allah halife yaratma işinde daha önce başarısız mı olmuştur? Bu sefer kesin olacak diye mi düşünmüştür? Allah sayısız deney yapan fakat nedense başarısız olan bir bilim adamı, melekler de onun yardımcıları mıdır?

Bakara Suresi 62. Ayet :
Şüphesiz iman edenler; Yahudilerden, Hristiyanlardan ve Sabiilerden de Allah'a ve ahiret gününe inanıp salih amel işleyenler için Rableri katında mükafatlar vardır. Onlar için herhangi bir korku yoktur onlar üzüntü çekmeyeceklerdir.

Yahudiler ve Hristiyanlar? Hani şu islama geçmemekte ısrar eden Yahudiler ve İsa’yı tanrı olarak kabul eden Hristiyanlar mı? Ya Sabii’lere ne demeli?

Bu sorularla elbette dinden çıkmadım çünkü İslam alimlerinin veya dincilerin bu sorulara verilecek geçerli cevapları vardı. En kötü Bakara 30 da Allah'ın dediğini tekrar ederlerdi : Allah bilir sen bilmezsin…

Kuranı okurken, bir husus dikkatimi çekmişti. Bir çok ayette Kurandan önce İncil ve Tevrat indirildiği yazıyordu fakat ne hikmetse Tevrat ve İncil parantez içinde yazılmıştı. Bir tek ayet hariç :

Ali İmran 48. Ayet :
Veyu’allimuhu-lkitâbe velhikmete ve-ttevrâte vel-incîl(e)
Ve Allah ona kitabı, hikmeti, Tevrat ve İncil’i öğretecek.

Kurana göre Tevrat, her ne kadar değiştirilmiş olduğu iddia edilse de, Kuran onu tasdik edici olarak indirilmişti. Dolayısıyla Tevrat da her ne kadar değiştirilmiş olsa da hak bir kitaptı. Kaldı ki Semavi dinlerin tamamı bir bütündü ve kaynağı aynı Allah'tı. Bilgi sahibi olabilmek için Tevrat ve hatta İncil de okunmalıydı. Burada şu soru sorulabilir ; madem Tevrat değiştirilmiştir ve aslından sapmıştır, İslam son din, kuran son kitap, Muhammed de son peygamberdir, o halde neden okumaya gerek vardır?

Şu bir gerçektir ki, her ne kadar değiştirildiği iddia edilse de, kuranda geçen bir çok husus tevratta da mevcuttur. Bunu Tevratı bitirdiğimde anladım.

Kuran ve Tevrattaki ortak konuların bazılarını aşağıdaki sitede bulabilirsiniz :
https://www.answering-islam.org/turkce/mukaddes/tevratvei.html

Arzu edenler ve konuya ilgi duyanlar bu siteden bakabilirler. Ancak bunlardan farklı olarak benim tespit ettiğim konular şunlardır :
1- Dünyanın 6 günde yaratılması
2- Adem hikayesi
3- Nuh tufanı (bu konuyu daha sonra Sümer mitlerindeki Gılgamış destanında da rastladım)
4- Her iki kitapta da geçen bilumum peygamberler
5- Ahzab suresi 37. Ayette söz konusu edilen Muhammed'in Zeynep ile olan evliliği ile Tevratta geçen Davud ile bat-şeva ilişkisi

O kadar çok birbirine benziyorlar ki.

Kuranda olmayıp Tevratta olan çok fantastik hikayeler de var. Örneğin nefilimler. Tevratı okudukça bu ve bunun gibi fantastik hikayeler bulabilirsiniz.  Bu noktada benim kafama takılan soru şu oldu ; Tevrat değiştirilmişse bu benzerlikler nereden geliyor? Tam olarak neresi değiştirildi? Bu soruya İslamı savunan hiçbir kimse cevap veremedi. Eğer cevabı biliyorsanız bana da söyleyin.

İncil'den burada söz etmeyeceğim. İncilin İsa’nın öğretilerinden oluştuğu ve havariler tarafından kaleme alındığı incilin başında bizzat belirtilmektedir. Daha da tuhaf olan şudur ki, Hristiyan inancında Tevrat ve İncil kavramı yerine eski ahit ve yeni ahit kavramı vardır. Eski ahitte yaratılış ve İsa'ya kadar olan süreç, yeni ahitte ise İsa'nın öğretileri mevcuttur.

Durum giderek çetrefilleşiyordu. Sorular soruları doğuruyordu. İşte antik tarihle tanışmam bu döneme denk gelir. Antik mısır, antik Sümer, antik yunan, güney Amerika medeniyetleri ve daha birçokları. Daha önce ismen duyduğum fakat din ile bağdaştıramadığım medeniyetlerden özellikle Sümer medeniyeti ile tanışmam, elime geçen  Muazzez İlmiye Çığ’ın “Kuran, İncil ve Tevrat’ın Sümer'deki kökeni isimli” kitabı ile oldu. Çünkü Orta doğulu semavi dinlerin yine Orta doğu medeniyeti olan Sümer kaynaklı olduğunu acı da olsa öğrenecektim.  Sözün özü, birileri bizi çok fena işletiyordu. Antik Sümer ile ilgili pek çok kitap okudum, özellikle de Samuel N. Kramer’in “Tarih Sümer'de başlar” isimli kitabını tavsiye ederim. İlgilenenler için Sümer konusunda söyleyebileceğim tek şey şudur ; Zecharia Sitchin ve Anunnaki meselesi bana göre tamamen palavradır. Bu kişinin kitapları bilim kurgu filmlerine malzeme olmaktan öte gitmez.

Ben,  hiçbir kimsenin desteği olmadan, tamamen kitaplar sayesinde, dinlerin ne denli gereksiz olduğunu öğrendim.  Siz dinden çıkmak üzere olan kardeşlerime acizane tavsiyem ; bol bol kitap okuyun, sevmeseniz bile karşıt fikirleri inceleyin, araştırın, kulaktan dolma bilgiler ile hareket etmeyin. Din konusunda sayfalarca yazı yazılabilir, çok daha derinlere inilebilir, fakat okuyacak kimse olmadıktan sonra ne kadar yazarsanız yazın boştur.  Son olarak söyleyebileceğim şudur; Ulu önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün de dediği gibi “hayatta en hakiki mürşit (yol gösterici) ilimdir fendir”.  Esenlikle kalın…

SİZDEN GELENLER | Yazan: ADEM

Eleştirisel bakış açısı ile her din ve inanca ait yazılarınızı, inancınızın değişim sürecini anlattığınız sorgulama süreçlerinizi dinvemitoloji@gmail.com adresine gönderebilirsiniz.
  • Bu yazılar biz-siz gibi sorgulama evresine girmiş herkese mutlaka biraz olsun ışık tutacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazılar sitemizde adınızla veya takma adınızla yayınlanacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazının başka bir internet sitesinde yayınlanmamış olması gerekmektedir. (KOPYA içeriğe karşı olduğumuzdan, sitemizdeki tüm içerikler özgündür)

MUHAMMED'İN SAVAŞ KANUNLARI

Hazırlayan: A.Kara
A,din, islamiyet, Muhammed'in savaş hali emirleri, Hz. Muhammed'in savaş kanunları, Yahudi katliamı, Beni Nadir, Beni Kurayza, Dırar Mescidi, İslama zorlama, Müminlerin köle ticareti,

MUHAMMED'İN SAVAŞ HALİ EMİRLERİ


Bazı Müslümanlar Muhammed'in savaş sırasında: Ağaçları kesmemeyi, kadınları, çocukları, hastaları, yaşlıları, rahip ve keşiş gibi din adamlarını öldürmemeyi, yemek dışında hayvan öldürmemeyi, tapınak ve ibadethaneleri yıkmamayı, ölülerin biçimlerini bozmamayı, evleri yıkmamayı, teslim olanları öldürmemeyi, esirlere karşı iyi olmayı ve onları beslemeyi, kaçanları öldürmemeyi veya İslam'a geçmeye zorlamamayı emrettiğine inanıyorlar. Kur'an ayetleri ve hadislerle iddia edilen bu savaş kanunlarının gerçek durumuna bakacağız.
Başlarken belirtmeliyim ki "hasta olanları öldürmeyin" maddesini kafadan eliyorum, çünkü bununla ilgili ayet yada hadis yok.

Ağaçları Kesmeyin

Muhammed'in sedir ağacını kesmeyi yasaklamasının bazı doğru yönleri var:

Abdullah ibn Habeşi anlatıyor:
Peygamber şöyle dedi: Eğer biri sedir ağacı keserse Allah onu cehenneme sürükler.

Ebu Davud bu geleneğin anlamını sordu. Dedi ki: "...Eğer birileri gereksiz yere, haksız yere ve herhangi bir hakka sahip olmadan, gezginlerin ve hayvanların gölgesinde barındığı bir ağacı keserse Allah onu cehenneme getirir.
[Sunan Abu Dawud 42:5220]

(Abdullah) bin Ömer şöyle rivayet ediyor :
Peygamber muhasara esnasında Beni Nâdir'in yaş hurma ağaçlarını yaktırdı ve kestirdi. Onların durumunu dile getiren Resûlullah'in şâiri Hassan bin Sabit;
"Beni Nadir Yahudilerinin hurmalığı olan el-Buveyrc mevkindeki yaygın olan yangın mümin olan Kureyş eşrafınca kolayca gerçekleşti" şiirini bu olay hakkında söyledi."
[Sunan Ibn Majah 4:24:2845]

Kadınları Öldürmeyin

Peki erkeği öldürmekte sorun yok mu? Ya saldıran askerler kadın olursa?

Muhammed'in çocukları öldürmeyi yasakladığı bir hadise bakalım:

Muhammed'in önderliğindeki keşif gezileri sırasında bir kadın öldürülmüş bulundu ve Allah'ın elçisi kadın ve çocukları öldürmeyi yasakladı.
[Sahih Bukhari 4:52:257]

Bu hadiste Muhammed kadın ve çocukları öldürmeyi yasaklıyor görünse de başka bir hadiste farklı bir alternatif sunduğu görülüyor:

Sa'b'ın rivayetine göre Allah'ın elçisine gece baskınında öldürülen çok tanrılı kadın ve çocuklar hakkında sorulduğunda şöyle dedi "onlar da onlardandır (هم منهم, hum min-hum)"
[Sahih-i Müslim, Kitap 32, Hadis 30; Sahih-i Müslim 1745a]

Dolayısı ile bu ifadesi ile Muhammed'in putperest kadın ve çocukların öldürülmesine onay veren bir savaş felsefesine sahip olduğu görülüyor.

Peki ilk hadise dönersek, Muhammed neden kadınları öldürmeyi reddetmişti?

Hanzale anlatıyor:
Huneyn gününde Allah'ın elçisi ile seyahat ettik ve akşam olana kadar uzun bir süre yolculuk yaptık. Resulullah ile birlikte duaya katıldım.

Bir süvari geldi ve şöyle dedi: "Resulullah, senden önce gittim, tüm kabileyi gören bir dağa tırmandım ve Huneyn'de toplanan kadınları, sığırları ve koyunları gördüm." dedi.
Resulullah gülümsedi ve şöyle dedi: "Allah dilerse yarın Müslümanların ganimetleri olacaklar."
[Sunan Abu Dawud 14:2495]

Sonra Allah'ın elçisi Abdu'l-Ashal'ın erkek kardeşi Said bin Zeyd'i Beni Kurayza'dan esir alınan kadınların bir kısmı ile birlikte Necid şehrine gitti ve onları (esir kadınları) at ve silah almak için sattı.
[Ibn Ishaq, p. 693]

Bu nedenle bazı savaşlarda Muhammed ve ordusunun kadınları öldürmediği doğrudur ancak bunun nedeni askerlerin cinsel ihtiyacını karşılamak ve bu esir kadınları satmaktır. Köleleştirilmiş kadınların bir seçeneği yoktu ve ganimet olarak görülüyorlardı. Zaten Kur'an "sağ elinizin sahip oldukları" ve "savaşta ele geçirilen kadının ganimet olduğu" ayetlerle bu gerçeği görmek isteyene gösteriyor.

Çocukları Öldürmeyin

Bu da tıpkı Muhammed'in "onlar da onlardan (هم منهم, hum min-hum)" dediği hadisteki durum gibidir. Yani gece baskınlarında öldürülürler. Öldürmezsen de yine köle pazarında satarsın.

Yaşlıları Öldürmeyin

Durum böyle mi gerçekten? Hadise bakalım:

Abdullah anlatıyor:
Hz. Peygamber Necm suresini okudu ve secde etti ve onunla birlikte olan herkes de secde etti. Fakat yaşlı bir adam bir avuç toz aldı ve “Bu benim için yeterli” diyerek alnına dokundu. Daha sonra onun bir kafir olarak öldürüldüğünü gördüm.
[Sahih Bukhari, Dar-us-Salam reference Hadith 3972; In-book reference Book 64, Hadith 25]

Bunun yanında Ebu Davud'da iki zayıf hadis var, biri "eli ayağı tutmayan yaşlı adamı öldürme" diyor, diğeri ise "çok tanrılı olan yaşlıları öldür" diyor. Peki hangisine inanalım?

Semûra b. Cündüb'den rivayetle; Rasûlullah (s.a.v); "Müşriklerin yaşlılarını öldürün, çocuklarını bırakın" buyurmuştur.
[Sunan Abu Dawud, Dar-us-Salam reference Hadith 2670]

Keşiş yada Papazları Öldürmeyin

Bu sözde emir ile ilgili de herhangi bir hadis bulunmamaktadır. Fakat Müslüman olmayıp kitap ehli olanlarla savaşmayı emreden ayet vardır:

Tevbe suresi 29.ayet:
"Ehl-i kitap’tan Allah’a ve âhiret gününe inanmayan, Allah ve resulünün yasakladığını yasak saymayan ve hak dine uymayan kimselerle, yenilmiş olarak ve kendi elleriyle cizye verinceye kadar savaşın."

Tapınak ve İbadethaneleri Yıkmayın

Muhammed'in Mescid-i Dırar'ı yıktırması:

Allah'ın elçisi Tebük'e gitmek üzere hazırlandığı sırada, "Dırâr Mescidi"nin kurucularından beş kişilik bir heyet gelerek, "Yâ Resûlallah! Kış gecesinde ve yağmurlu zamanlarda hasta ve hâcet sâhibi olanların namaz kılmaları için bir mescid yaptık. Sel geldiği zaman vâdî, Kubâ Mescidi cemâati ile aramıza engel oluyor. Böyle durumlarda, namazımızı kendi mescidimizde, sel çekilip gidince de Kubâ Mescidi'nde onlarla birlikte kılacağız. Senin gelip mescidimizde bize namaz kıldırmanı arzu ediyoruz" dediler. Peygamber (s.a.v): "Ben, şimdi sefere çıkmak üzere meşgul bulunuyorum. Seferden dönüp gelecek olursak ve Allah da dilerse, yanınıza gelir, onun içinde size namaz kıldırırız" dedi.

Peygamber, Tebük'ten dönüp Medîne'ye gelirken Zi-Evân denilen yerde konakladı. Bu sırada Allah ona "Dırâr Mescidi" ile ilgili ayetleri (Tevbe suresi 107-110.ayetler) gönderdi. Bunun üzerine Peygamber, takipçilerini çağırarak "Gidin ve sahipleri adaletsiz olan bu camiyi yakın" dedi...
[Tabari, Volume 9, The last Years of the Prophet, pg 60-61]

Muhammed, tapınak ve kiliseleri yıkmayı emretmediği gibi şöyle de bir tavsiye vermişti:

Talha bin Ali şöyle anlatıyor: "Peygamberin delegeleri olarak dışarı çıktık; ona bağlılık yemini ettik ve onunla birlikte dua ettik. Topraklarımızda bize ait bir kilise olduğunu söyledik ve arınma için bize kalan abdest suyunu vermesini sorduk. Suyu istedi, abdest aldı ve ağzını çalkaladıktan sonra bir kabın içine çıkardı ve bize : 'Gidin, ve topraklarınıza geri döndüğünde kilisenizi yıkın, bu suyu oraya serpin ve orayı Mescid yapın' dedi.
Dedik ki: 'Topraklarımız çok uzak ve çok sıcak, gidene kadar su kuruyacak.'
Dedi ki: 'Ona daha fazla su ekleyin çünkü bu onu iyi hale getirecek.' Böylece oradan ayrıldık ve ülkemize geldiğimizde kilisemizi yıktık, sonra o yere su döktük, mescide dönüştürdük ve içinde Ezan okuduk. Keşiş Tayy'den bir adamdı. Ezan'ı duydu ve  'Bu gerçek bir çağrıdır.' dedi: Daha sonra tepelerden birine doğru yöneldi ve onu bir daha hiç göremedik."
[Sunan an-Nasa'i 1:8:702, In-book reference Book 8, Hadith 14, Reference Hadith 701]

Kabe putperestler için kutsal bir yerdi. Orada 360 putları vardı fakat Muhammed onları yok etti:

Hazreti Peygamber Fetih gününde Mekke'ye girdiğinde, Kâbe'de 360 tane put vardı. Peygamber onlara elindeki bir sopa ile vurmaya başladı ve "Hakikat geldi ve yalan ne başlayacak ne de yeniden ortaya çıkacak." dedi.
[Sahih Bukhari 5:59:583, Dar-us-Salam reference Hadith 4287, In-book reference Book 64, Hadith 320]

Dolayısıyla mescidleri, kiliseleri, tapınakları ve putperestlerin putlarını yok etmekte bir sorun yok gibi görünüyor.

Ölülere Zarar Vermeyin

Abdullah bin Yezid El-Ensari anlatıyor:
Peygamber, izinsiz olarak başkalarına ait olanların ellerinden alınmasını ve ayrıca cesetlerin biçimini bozmayı yasaklanmıştır.
[Sahih Bukhari 3:43:654]

Ölünün şekli bozulmuyormuş, birde yaşayanlara bakalım:

Enes ibn Mâlik şöyle demiştir: Ukl kabilesinden bir topluluk Peygamber'in huzuruna geldiler, İslam dinine girdiler. Fakat hastalandıklarından dolayı Medine'de ikamet etmek istemediler. Peygamber de onlara Beytu'1-mâl'e ait sadaka develerinin bulunduğu yere gitmelerini, develerin sidiklerinden ve sütlerinden içmelerini emretti. Onlar Peygamberin dediğini yaptılar ve sağlıklarını kazandılar. Sonra dinden geri döndüler, develerin çobanlarını öldürdüler ve develeri sürüp götürdüler. Onların bu işleri Peygamberce ulaşınca arkalarına bir süvari birliği gönderdi. Yakalanıp getirildiler. Peygamber onların ellerini ve ayaklarını kestirdi, gözlerini oydurdu. Peygamber onların kesilen yerlerine kanın dinmesi için dağlama ameliyyesi yapmayıp öylece terk etti. Nihayet öldüler.
[Sahih Bukhari 1:4:234]

Yemek İhtiyacı Dışında Hayvanları Öldürmeyin

Fakat Muhammed'in aşağıdaki hadiste belirtilen hayvanları öldürmekle herhangi bir problemi yok gibi görünüyor:

İbn Ömer'den rivayetle:
"Peygamberin karısı Hafsa Allah'ın Elçisinin şöyle dediğini söyledi: "Onları öldüren kişinin günah işlemeyeceği beş hayvan var: Akrepler, kargalar, çaylak kuşları, fareler ve köpekler."
[Sunan an-Nasa'i, Dar-us-Salam reference Volume 3, Book 24, Hadith 2892; In-book reference Book 24, Hadith 0; Reference Hadith 2889]

Teslim Olanları Öldürmeyin

Beni Kurayza katliamına bakalım. Bu olayda savaşmakta olan Yahudilerin artık dayanacak güçleri kalmamıştı ve teslim olmayı seçtiler. Onlara verilecek hüküm için Muhammed, eski bir Yahudi olan Sad Bin Muaz'a danışıyor ve Sad'ın kararı şöyle oluyor:

“Ben, onlar hakkında buluğ çağına eren erkeklerin boyunlarının vurulmasına; malların Müslümanlar arasında taksim edilmesine, çocuklarla kadınların ise esir alınmasına hükmettim.”
Peygamber Efendimiz, Hz. Sa’d’ı bu hükmünden dolayı tebrik ve takdir ederek, “Sen, onlar hakkında, Allah Teâlâ’nın yedi kat gökler üzerinde verdiği hükmüne uygun hüküm verdin” buyurdu. [Sîre, 3:251; Tabakât, 3:426; Taberî, 3:56]

İslami kaynaklara göre 400 ila 900 civarı Yahudi'nin, eş ve çocuklarının gözleri önünde boyunları vurulur. Daha sonra bunları Medine'nin pazar yerinde kazılan hendeklere atarlar.
[Ibn İshaq, Sîre, 684-700/II, 233-54.]

Esirlere İyi Davranın ve Onları Besleyin

Bedir savaşından bahsedilen Enfal suresinin 67, 68 ve 69.ayetlerinin nüzul sebebi ile ilgili ilginç bir rivayet var. Sebeb-i Nüzul şöyle diyor:

Resulullah, Müslümanlara Bedir esirleri hakkında danıştığında şöyle dediler: 'Ey Allah'ın Elçisi, onlar sizin kuzeninizdir, bu yüzden onları fidye karşılığında serbest bırakın'. Ömer bin Hatta şöyle dedi: 'Hayır, Ey Allah'ın Elçisi, onları öldürmelisin'. Sonra "O yerde gerekli temizliği yapıp hâkimiyetini kuruncaya kadar bir peygamberin esirlerinin olması uygun değildir" (Enfal 67) ayeti açıklandı.
İbn Ömer şöyle dedi: “Sonra Allah'ın Elçisi Bedir mahkumlarıyla ilgili olarak Ebubekir'e danıştı ve Ebubekir şöyle dedi: "Onlar sizin halkınız ve klanınız, serbest bırakın!". Fakat sonra Ömer'e danışınca Ömer şöyle dedi: 'Öldür onları'.
Resulullah, fidye karşılığında onları serbest bıraktı. Yüce olan Allah daha sonra şunu söyledi: "Allah’ın daha önceden yazılmış bir hükmü olmasaydı elde ettiğiniz menfaat sebebiyle size büyük bir azap dokunurdu." (Enfal 68)
"Artık aldığınız ganimetten helâl ve hoş olarak yiyin, Allah’a itaatsizlikten sakının, Allah son derecede bağışlayıcı ve esirgeyicidir." (Enfal 69)
Sonra peygamber Ömer'in yanına gitti ve ona şöyle dedi: 'Az kalsın görüşüne uymayarak bir talihsizlik yaşayacaktık'
[Asbab Al-Nuzul, on verse 8:67]

Yani esirlere iyi davranmak bir yana, Allah emretti denerek tümünün öldürülmesine karar veriliyor.

Kaçanları Öldürmeyin

Cabir bin Abdullah, Muhammed'in şöyle dediğini aktarıyor:
"Eğer bir köle şirk ülkesine kaçarsa, kanını akıtmaya (öldürülmesine) izin verilir" dedi.
[Sunan an-Nasa'i, Dar-us-Salam reference Volume 5, Book 37, Hadith 4058; In-book reference Book 37, Hadith 88; Reference Hadith 4053]

İslama Geçmeleri İçin Zorlamayın

Halid bin Velid Necran'a giderken İslam peygamberinin ona verdiği talimata bakalım:

Resûl-i Ekrem Efendimiz bu tarihte Hz.Halid bin Velid'i dört yüz mücahitle Yemen civarındaki Necran'da oturan Haris bin Ka'b oğullarına gönderdi.
[İbni Hişâm, Sîre, 4:239; İbni Sa'd, Tabakât 1:339; Taberî, 3:156]
Resûlullah'ın Halid bin Velid'e emri şöyleydi:
"Onları üç gün İslâm'a dâvet et, icâbet ederlerse, gerekeni yap. Şayet icabet etmekten kaçınırlarsa onlarla SAVAŞ!"
[İbni Hişâm, Sîre, 4:239; İbni Sa'd, Tabakât, 1:339]

Şimdi Tirmizi, Ebu Davud, Sahih Muslim gibi kaynaklarda geçen daha detaylı hadise bakalım:

Büreyde anlatıyor:
"Resûlullah bir ordunun başına komutan tayin ettiği zaman, Allah'a karşı muttaki olmasını, beraberindeki Müslümanlara da hayır tavsiye eder ve sonra şunları söylerdi: "Allah'ın adıyla ve Allah'ın rızası için savaşın. Allah'ı inkâr eden kâfirlerle çarpışın. Gazâ edin fakat ganimete hıyanet etmeyin, haksızlıkta bulunmayın, ölülerin vücutlarına sataşıp burun ve kulaklarını kesmeyin, (önünüze çıkan) çocukları öldürmeyin!

Müşrik düşmanlarla karşılaşınca onları önce İslâm'a dâvet et. İcâbet ederlerse hemen kabul et ve elini onlardan çek. Sonra onları yurtlarından muhâcirler diyarına hicrete dâvet et. Ve onlara haber ver ki, eğer bunu yapacak olurlarsa Muhacirler'e va'd edilen bütün mükâfaat ve vecibeler aynen onlara da terettüp edecektir. Hicretten imtina edecek olurlarsa bilsinler ki, Müslüman bedevîler hükmündedirler ve Allah'ın mü'minler üzerine câri olan hükmü onlara icra edilecektir; ganimet ve fey'den kendilerine hiçbir pay ayrılmayacaktır. Müslümanlarla birlikte cihâda katılırlarsa o hâriç, (o zaman ganimete iştirak ederler.)

Bu şartlarda Müslüman olma teklifini kabul etmezlerse,  onlardan  cizye iste, müspet cevap verirlerse  hemen kabul et ve onları serbest bırak.

Bundan da imtina ederlerse, onlara karşı Allah'tan yardım dile ve onlarla savaş. Bu durumda bir kale ahâlisini muhâsara ettiğinde onlar senden Allah ve Resûlü'nün ahd ve emânını talep ederlerse kabul etme; onlar için, kendine ve ashâbına ait bir emân tanı. Zira sizin kendi ahdinizi veya arkadaşlarınızın ahdini bozmanız, Allah'ın ve Resûlü'nün ahdini bozmaktan ehvendir.

Eğer bir kale ahalisini kuşattığında onlar, senden Allah'ın hükmünü tatbik etmeni isterlerse sakın onlara Allah'ın hükmünü tatbik etme, lâkin kendi hükmünü tatbik et. Zira Allah'ın onlar hakkındaki hükmüne isâbet edip etmeyeceğini bilemezsin."
[Tirmizî, Siyer 48, (1617), Diyât, 14, (1408); Ebu Dâvud, Cihâd 90, 2612, 2613]
[Sahih Muslim, In-book reference Book 32, Hadith 3; Reference Hadith 1731a; Related Qur'an verses 9.29]

Yani durum şu: "Haraç ver ya da öl!"
Müslüman olmayanlara saldırmanın ve onları İslam'ı kabule zorlamanın yanı sıra Muhammed'e göre eğer bir Müslüman İslam'dan ayrılmaya karar verirse o da öldürülmelidir:

İkrime şöyle rivayet ediyor:
Allah'a inanmayanlardan bazıları Ali'ye getirildi ve Ali onları yaktı. Bu olayın haberi İbn’i Abbas’a ulaşınca Abbas şöyle dedi “Eğer onun yerinde olsaydım (Ali) Allah’ın cezası ile kimseyi cezalandırma ”diyerek, Allah’ın Elçisinin yasakladığı gibi onları yakmazdım. Onları Allah'ın Elçisinin söylediği “Her kim İslam dininden başka bir dine geçerse onu öldürün” ifadesine göre öldürürdüm.”
[Sahih Bukhari, Dar-us-Salam reference Hadith 6922; In-book reference Book 88, Hadith 5; Reference Volume 9, Book 84, Hadith 57]

Müslüman olmayanları öldürme öğretisi nedeniyle bugün bile dünyanın dört bir yanında dinden çıkmış olan eski Müslümanların ölüm tehditleriyle başa çıkmaları gerekiyor...

BÖĞÜREN ALTIN BUZAĞI

Yazan: Serdar Kaangil
SK, din, islamiyet, Samiri ve Buzağı, Samiri'nin Buzağı, Altın buzağı, Harun'un yaptığı buzağı, Altın buzağıya tapan İsrailliler, Musevi tanrısı, Muhammed'in buzağıları karıştırması, yahudilik,

BÖĞÜREN ALTIN BUZAĞI


Araf 148: Mûsa’nın kavmi, onun ardından, ziynet takılarından yapılmış, böğürebilen bir buzağı heykelini ilah edinmişti. Görmediler mi ki, o onlarla ne konuşabiliyor ne de kendilerine yol gösterebiliyor? Onu benimsediler ve zalimler haline geldiler.

Olayı bir de kaynağından, yani Tevrat’tan aktaralım:
Mısır’dan Çıkış 32
1. Halk Musa`nın dağdan inmediğini, geciktiğini görünce, Harun`un çevresine toplandı. Ona, “Kalk, bize öncülük edecek bir ilah yap” dediler, “Bizi Mısır`dan çıkaran adama, Musa`ya ne oldu bilmiyoruz!”
2. Harun, “Karılarınızın, oğullarınızın, kızlarınızın kulağındaki altın küpeleri çıkarıp bana getirin” dedi.
3. Herkes kulağındaki küpeyi çıkarıp Harun`a getirdi.
4. Harun altınları topladı, oymacı aletiyle buzağı biçiminde dökme bir put yaptı. Halk, “Ey İsrailliler, sizi Mısır`dan çıkaran Tanrınız budur!” dedi.
5. Harun bunu görünce, buzağının önünde bir sunak yaptı ve, “Yarın RAB`bin onuruna bayram olacak” diye ilan etti.
6. Ertesi gün halk erkenden kalkıp yakmalık sunular sundu, esenlik sunuları getirdi. Yiyip içmeye oturdu, sonra kalkıp çılgınca eğlendi.

Ayetlerden anlaşıldığı gibi Musa, tanrısının çağırması üzerine Yeşu’yla birlikte Sina dağına çıkar.
Üç ay kavminden uzak kalır. Kavminin eski putperest adetleri nükseder ve Harun’dan kendilerine put yapmasını isterler. Harun, altın takıları toplar ve bir buzağı heykeli yapar. Kur’an’a göre buzağı aynı zamanda dana gibi böğürmektedir. Yahudiler, buzağı heykeline tapınmaya başlar.

Buzağı şeklinde yaptıkları put, Mısırlıların APİS tanrısını temsil ediyordu. Apis, güneşi iki boynuzun ortasında taşıyan kuvvetli bir bereket ve gençlik tanrısı idi.Kur’an’da buzağının süs eşyalarından, Tevrat’ta ise altından yapıldığını yazar.
Buzağının böğürdüğü ise Tevrat’ta yazmaz.
Bu arada Musa’nın tanrısıyla görüşmesinin üç ay sürmesi ilginçtir. Topu topu Tanrı Musa’ya isteklerini iletmiş ve On Emir’i iki levhaya yazıp vermiştir. Bir günde tamamlanabilecek bir görüşmenin üç ay sürmesinin izahı yoktur. Kavmine put yaptırtmak için böyle bir süreye ihtiyaç duyuldu herhalde.
Musa’nın kavmi, tanrının dağa gelişini de görmüş ve korkmuştu. Buna rağmen put edinmesi de çok gariptir.

Mısırdan Çıkış Bab 19, 18. ayet: Sina Dağı`nın her yanından duman tütüyordu. Çünkü RAB dağın üstüne ateş içinde inmişti. Dağdan ocak dumanı gibi duman çıkıyor, bütün dağ şiddetle sarsılıyordu.

Bab 20 18. ayet: Halk gök gürlemelerini, boru sesini duyup şimşekleri ve dağın başındaki dumanı görünce korkudan titremeye başladı.

İlginçlik ve gariplikler devam ediyor. Kur’an’a dönelim ve Ta’ha suresinden devam edelim:

Taha 85. ayet: Allah, "Şüphesiz, biz senden sonra halkını sınadık; Sâmirî onları saptırdı" dedi.

Musa dağdayken Allah, Samiri’nin kavmini aldattığını haber veriyor. Samiri, Kur’an’a göre Yahudilerin Mısır’dan çıkıp çölde karşılaştıkları Samiriyelilerin lideri.

Araf suresi 138. ayet: Ve İsrailoğullarının denizden geçmelerini sağladık. Derken bir kavme vardılar ki, onlar, kendilerine mahsus bir takım putlara tapıyorlardı. Dediler ki; Ey Musa! Onların tanrıları gibi, sen de bize bir tanrı yap! Musa da onlara dedi ki: Siz gerçekten cahillik eden bir kavimsiniz.

Tevrat’ta Musa döneminde Samiriyelilerden bahis yok.
Samiriyeliler çok daha sonra krallar döneminde ortaya çıkıyor.İslamcıların bir kesimi ise Samiri hakkında kaynağı bilinmeyen bilgiler aktarıyor:
Samiri’nin, İsrailoğullarının Samiriler kolundan bir kuyumcu olduğunu ileri sürenler Kur’an-ı Kerim’de geçen Samiri’nin “Ben onların görmediklerini gördüm; elçinin ayak bastığı yerden bir avuç aldım, onu (eritilmiş mücevherlerin içine) attım” (Taha 96) âyetini şöyle yorumlarlar:

“Samiri, Hz. Musa ile aynı yıl doğmuştur; onun annesi Firavun’un katliamından kurtarmak için Samiri’yi bir mağaraya bırakır ve Allah’a emanet eder.
Altın buzağı yapmakla görevli olan Samiri ise o güne kadar yaşaması gerektiğinden dolayı, Allah onun bakımı için Cebrail’i görevlendirir.
Mağarada kaldığı süre içinde insan suretinde gelen Cebrail’i tanıyan Samiri, Cebrail, Hz. Musa’ya vahiy getirdiği zaman da onu görmüş ve tanımıştı.
Zira Cebrail at sırtında bir adam kılığında gelmekteydi.
Samiri onun atının bastığı yerdeki otların yeşillendiğini ve onun bastığı toprakta hayat cevherinin oluştuğunu görür ve diğerlerine fark ettirmeden o topraktan bir avuç alır ve ileride kullanmak üzere saklar.”

Bu görüşü kabul edenler Samiri’nin yaptığı altın buzağının, içine atılan bu toprak sayesinde canlandığını, et ve kemiğe dönüştüğünü ve hatta yürüyüp böğürdüğünü ileri sürerler. Bir kısmı ise heykelin böğürmesini teknik bilgilerle açıklar ve heykeldeki bazı deliklerden geçen rüzgarın böğürme şeklinde ses çıkardığını söylerler.

Bu yorumcular tarafından bilinmezlikten kurtarılan (!) diğer bir olay da altın buzağının nasıl yakılabildiğidir. Normal şartlarda altın madeninin yanıcı olmadığından yola çıkan bu yorumcular onun yakılabilmesi için kimyâ otu bulurlar.
“Cebrail (a.s), kurutulduktan sonra kalaya katıldığında gümüş, gümüş veya bakıra katıldığında altın üretilmesini sağlayan kimya otunu Hz. Musa’ya öğretir. Bu ot, altına atıldığında onu yakıp küle çevirmektedir. Hz. Musa Cebrail’in öğrettiği şekilde otu kurutur, döver ve buzağının üzerine saçar, buzağı anında kül olur…” (Zübeyr Yetik, Samiri, 66, 67).

Kalayı gümüş yapan, gümüşü-bakırı altın yapan kimya otu, altını da yakıp toz etmez mi? Ediyormuş demek ki :D

Gelelim asıl çelişkilere, 1 Tevrat’tan, 1 Kur’an’dan

Yasa’nın Tekrarı 9. Bölüm
21. Yaptığınız günahlı nesneyi, o buzağıya benzer dökme putu alıp yaktım. Parçalayıp ince toz haline getirinceye dek ezdim. Sonra tozu dağdan akan dereye attım.

Oysa, Mısır’dan çıkış 32. Bölüm’de şöyle yazıyordu:
20. Yaptıkları buzağıyı alıp yaktı, toz haline gelinceye dek ezdi, sonra suya serperek İsrailliler`e içirdi.

Bu arada ilave edelim;
Musa, altın buzağı putunu yakmış yok etmiş olsa da, Yahudilerin bir kısmı Musa’dan sonra zaman zaman altın buzağı yapmaya ve tapmaya devam ettiler. Zaten, Tevrat’ta İsrail’in tanrısının Yahudilere öfkesinin ve vaad edilmiş topraklara Yahudileri ulaştırmamasının sebeplerinden biri altın buzağı putlarına tapınmaları olarak gösterilir.

1. Krallar Bab 12, 28. ayet: Kral, danışmanlarına danıştıktan sonra, iki altın buzağı yaptırıp halkına, “Tapınmak için artık Yeruşalim`e gitmenize gerek yok” dedi, “Ey İsrail halkı, işte sizi Mısır`dan çıkaran ilahlarınız!”

Şimdi de gelelim Muhammed’in muhtemelen kendisine Tevrat okunduğunda aklında kalan altın buzağı ve Samiriye konusuna:

Hoşea Bab 8, 5 ve 6. ayetler:
5. Ey Samiriye, atın buzağı putunuzu, Öfkem alevleniyor size karşı! Hiç mi temiz olamayacaksınız?
6. Çünkü bu İsrail’in işidir. O buzağıyı bir usta yaptı, Tanrı değildir o. Samiriye’nin buzağı putu parçalanacak.

Samiriye, Krallar döneminde kurulmuş bir kenttir. Adı da kent kurulduğunda konulmuştur. Yani, o tarihten önce Samiri ya da Samiriye adından bahsetmek mümkün değildir. Çünkü, İsrail krallarından Omri, Şemer adında birinden sahip olduğu toprakları satın alır. Bu topraklara da Şemer adından dolayı Samiriye adını verir.

1. Krallar, Bölüm 16
24. Omri, Şemer adlı birinden Samiriye Tepesi`ni iki talant gümüşe satın alıp üstüne bir kent yaptırdı. Tepenin eski sahibi Şemer`in adından dolayı kente Samiriye adını verdi.

Muhammed’in öğretmenleri ona Tevrat’tan okurken Hoşea bölümündeki buzağıyı da okumuşlar herhalde. Musa’nın kavminin buzağısıyla, Samiriyelilerin buzağısını karıştırmış olmalı. :)
Ya da “Bir peygamber put yapıp, kavmini o puta taptırmaz” diyerek bilinçli olarak Harun’un yerine Samiri’yi koymuş olabilir.

Muhammed, “Samiri” yi ve altın buzağının böğürmesini nereden çıkardı?Altın buzağı hikayesinde Tevrat’la Kur’an arasında iki büyük tutarsızlık var.
Birincisi, altın buzağıyı yapanın Tevrat’ta Harun, Kur’an’da ise Samiri olduğu.
İkincisi, altın buzağının böğürmesi Tevrat’ta yok ama Kur’an’da var.
Şimdi Samiri ile böğürme arasındaki ilişkiye değinelim.

Önce Muhammed dönemine gidelim. Bu dönemde Yahudilerin Tevrat dışında bir de Talmud’ları var. talmud’un içinde de hikayelerin, efsanelerin anlatıldığı Agada kitabı. Yahudiler, dini efsane ve masallarını Tevrat ve Talmud’dan okuduklarıyla harmanlayıp anlatıyorlar. Herkesin elinde kitap olmadığından daha ziyade sözlü aktarımlar yapılıyor. Dolayısıyla anlatılanların bir kısmı Tevrat’ta yazılanlardan farklı olabiliyor.

Tevrat’ta altın buzağı konusu iki yerde geçiyor.
Biri Musa zamanında, diğeri ise son Yahudi kralı Yerovam zamanında ve Samiriye’de.

Samiriyeliler halkının ortaya çıkması, İ.Ö. 722 senesinden sonra oldu. Yani, yaklaşık olarak Musa’dan 700 yıl sonra. O dönem Asur kralı Sargon İsrail’in kuzey tarafını ele geçirip, Yahudilerin çoğunu başka bölgelere dağıttı ve başka yerlerdekini oraya yerleştirdi. Bu yolla zamanla melez bir halk meydana geldi.
Onlar da zamanla asıl Yahudilerin çok koyu düşmanları olmaya başladılar.
Asıl Yahudiler, melez ve putperest olan Samiriyelileri ‘iğrenç ve dokunulmaz’ saydılar.

Muhammed, karısı Hatice’nın kervanelerinde çalışırken Filistin’i ve Suriye’yi de gezdi.
Yaptığı o yolculuklarda birçok Yahudi ile karşılaştı ve onların Samiriyelilere karşı ne kadar büyük nefretleri olduğunu fark etti.
Samiriyelilerin eskiden bir altın buzağına taptıklarını işitti. Musa dönemindeki altın buzağı hikayesini de dinlemişti. Ve Samiriyelileri de Musa’nın zamanında sandı. Tevrat’ı hiç kendi gözleriyle okumadığı için, Yarovam’ın yaptığı altın buzağılarından habersiz idi ve böylelikle o iki olayı karıştırdı.
Musa’nın kızkardeşi Meryem’le, İsa’nın annesi Meryem’i birbirine karıştıran ve aynı Meryem zanneden Muhammed, Samiriyelileri de Musa zamanında diye karıştırmaz mı?
Meryem’leri karıştıran, diğerlerini haydi haydi karıştırır. ;)

Gelelim Muhammed’in böğürme ilavesine:

Altın buzağının böğüren hali, Tevrat dışındaki Yahudi kitaplarında geçiyor.
Ve şöyle diyor:
“O dana çıkıp böğürmeye başladı, İsrailliler de onu gördü. Rabbi Yehuda bu konuda dedi ki: Sammael o buzağının içinde saklanıp İsrail’i saptırmak için böğürdü.”

Kitapta geçen “Sammael” adı ‘ölüm meleği’ demektir. Büyük olasılıkla Muhammed, Yahudilerin dilini bilmediği için, ‘Sammael’ adını Arapçaya en yakın olan ‘Samiri’ sözü ile değiştirdi, çünkü Samiriyelilerin Yahudilerin düşmanları olduklarını biliyordu.

Altın buzağının büyüklüğünü, ağırlığını bilemiyoruz. Tevrat’ta bu konuda bir bilgi yok. Ama Mısır’dan çıkan Yahudilerin ellerinde bol miktarda mücevher ve altın var. Çünkü Çıkış’tan önce Mısır’lıları aldatıp soymuşlar.

Mısırdan Çıkış, Bab 12, 35-37. ayetler:
35. İsrailliler Musa`nın dediğini yapmış, Mısırlılar`dan altın, gümüş eşya ve giysi istemişlerdi.
36. RAB İsrailliler`in Mısırlılar`ın gözünde lütuf bulmasını sağladı. Mısırlılar onlara istediklerini verdiler. Böylece İsrailliler onları soydular.
37. İsrailliler kadın ve çocukların dışında altı yüz bin kadar erkekle yaya olarak Ramses`ten Sukkot`a doğru yola çıktılar.

Mısırdan Çıkış, Bab 38, 26. ayet: Sayımı yapılan yirmi ve daha yukarı yaştaki 603.550 kişiden adam başına bir beka, yani yarım kutsal yerin şekeli düşüyordu.

Yirmi yaş yukarısı erkek sayısı 600.000’den fazla. Bu durumda toplam nüfusun 2 milyona yakın olduğunu tahmin edebiliriz. 1 milyon insanın 5’er gr. altına sahip olduğunu varsayarsak; 5 milyon gr. = 5.000 kg. = 5 ton altın yapar. 5 gr. değil, 1 gr. altın üzerinden hesaplasak 1 ton altın az değil doğrusu. Altından yaptıkları sadece buzağı değil. Altın, gümüş ve tunçdan kutsal eşyalar yapmışlar. Örneğin Ahid Sandığı, Ekmek masası, kandillik, buhur sunağı, yakmalık sunak, yıkanma kazanı ve konut avlusu malzemeleri.

Tüm bu malzemeler için yaklaşık olarak 30 talant altın harcanmış. Bu da yaklaşık olarak 900 kg. altın yapıyor. 1 talant = yaklaşık 30 kg. Harcanan gümüş miktarı 3,2 ton, tunç miktarı ise 2,1 ton. Anlaşılan İsrail oğullarının elinde değerli gördükleri ne varsa almışlar, hem de Musa’nın tanrısının emriyle. Bakın neler istemiş Musa’nın tanrısı:

Mısırdan Çıkış 25
1. RAB Musa`ya şöyle dedi:
2. İsrailliler`e söyle, bana armağan getirsinler. Gönülden veren herkesin armağanını alın.
3. Onlardan alacağınız armağanlar şunlardır: Altın, gümüş, tunç.
4. Lacivert, mor, kırmızı iplik; ince keten, keçi kılı,
5. Deri, kırmızı boyalı koç derisi, akasya ağacı,
6. Kandil için zeytinyağı, mesh yağıyla güzel kokulu buhur için baharat,
7. Başkâhinin efoduyla göğüslüğü için oniks ve öbür kakma taşlar.
8. Aralarında yaşamam için bana kutsal bir yer yapsınlar.
9. Konutu ve eşyalarını sana göstereceğim örneğe tıpatıp uygun yapın...
Liste böyle devam ediyor.

Eski Mısır’ın tanrılarından Apis Öküzü

Arapça Bakara sözcüğü, Apis Öküzü’nü tanımlar. Kur’andaki sure olan Bakara, ad’ını Altın Buzağı’dan alır. Bakara suresine adını veren Bakar, sözlükte inek, öküz, sığır anlamlarına gelir. Kelime cins isimdir. Bakara hem inek, hem de öküz için kullanılır. Kelimenin sonundaki ”tâ”, te’nîs-dişillik için değil, birlik içindir. (Ekrabu’l-Mevârid, Kâmûs ve Sıhâh).

Fakat Mecmeu’l-Beyân, Râğıb ve Merâğî tefsiri ”tâ”yı te’nîs-dişillik olarak kabul etmişler ve şöyle demişler: Bakara-İnek, Sevr ise Öküzdür. Râğıb, ”sevr” mânâsını, “deniliyor” diyerek aktarmıştır. Mecmeu’l-Beyân’da ise “bakara” cinsinde müennes (dişil) değil, müzekker (eril) ismin sözkonusu olduğu ilave edilmektedir. Tıpkı cemel (erkek deve) ve nâka (dişi deve), racül (erkek) ve mer’e (kadın), ceddi (erkek keçi) ve inâk (dişi keçi) kelimelerinde olduğu gibi.

Eski Mısır tanrıçalarından Hathor Boğası

Mısır’ın boğa ve inek tanrıları Hathor ile Apis, güneş kültünün sembolleriydiler. Sina Dağı’ndaki altın buzağı ve kutlanan bayram da güneşe tapınmayla ilgilidir. Hathor, Mısır mitolojisindeki en önemli tanrıçadır. Güneş tanrısı Ra’nın kızıdır. Aşk ve müzik tanrıçası olarak da bilinir. Bazı figürlerinde memelerinden süt akan ilahi bir inek olarak çizilir.

Apis, beyaz lekeleri olan siyah tüylü, başında üçgen şeklinde beyaz bir alamet olan bir öküz olup Memfis’te takdis edilip beslenerek korunmuştur. Bu hayvan Memfis’in ilahı Ptah’in bir canli numunesi sayılır ve onun bu hayvanda yaşadığına inanılırdı. Alnındaki siyah üçgenden başka sırtında akbabaya benzeyen bir şekil, sağ yanında bir hilal, dili üzerinde ise hamam böceğine benzeyen bir işaret bulunması şarttı. Aynı zamanda da kuyruk tüylerinin çift olması gerekiyordu. Bu şartlara uyan Apis Öküzü Ptah mabedinin karşısına yapılmış bir mabette, itina ile rahipler tarafından bakılır ve beslenirdi.

Gündüzleri belirli zamanlarda avluya çıkarılan mukaddes öküzün her hareketinden rahipler bir anlam çıkarırdı. Bu hayvan ölünce Mısırlılar tarafından büyük bir matem olurdu. Ama yenisinin meydana çıkışı büyük sevinçle karşılanırdı. Ölen öküzler mumyalanarak büyük cenaze törenleri yapılır ve Saqqara’da bulunan yeraltı galerilerindeki lahitlere konulurdu. İsis-Apis olan bu hayvan için, Serapeum denilen mabette ayinler yapılırdı. Ölen öküzün yerine yenisi geçirilerek totem hayvan yaşatılmış olurdu.