HABERLER
Dini Haber

KORKUYORUM..(!)

Yazan: Wiseman


KORKUYORUM..(!)


●►UYARI: Diğer makalelerde zaten defalarca savaş konulu sure ve ayetleri önceki ve sonrakilerle birlikte tüm olarak defalarca ele aldım. Bu makalede surelerin sadece kelimesinin geçtiği ayetlere yer verilmiştir. Amaç; "Herkesi yaratan" bir Allah var ise onun "ne şartlar altında olursa olsun, gerekçesi ne olursa olsun" kendi yarattıklarını birbirine düşürmesinin ve sürekli savaşmaktan bahsetmesinin absürt olduğunu göstermektir. Taraf tutan ve sürekli taraf değiştiren, her kitabında savaştan bahseden "merhametli" bir ilah olamaz. İyi okumalar.

Diyorlar ki neden dinleri, dinbazları ve dincileri bu kadar eleştiriyorsun? Bu kadar eleştirmen onlardan korktuğunu göstermez mi?
Evet, itiraf ediyorum. Onlardan çoook korkuyorum.

3300-2000 ve 1400 yıldır dünyaya hâkimler. Hangi taşı kaldırsanız altından Teistler, dinciler, Dinbazlar ve siyasal İslamcılar çıkıyor.

Bunca yıldır zihniyetleri uğruna dünyada yüzlerce, binlerce savaş çıkarmışlar. Milyonlarca insan öldürülmüş.
Ne için? Benim inandığım Yaratıcı’ya inanmıyorsun diye!
Ne için? Benim Peygamberime inanmıyor, saygı duymuyorsun, benim gibi düşünmüyor ve inanmıyorsun diye!
Ne için benim gibi ibadet etmiyorsun diye!

Peki, sizler gibi düşünmeyenlere, inanmayanlara ne yaptınız?
Öldürdünüz, yaktınız, kestiniz, taşladınız, tecavüz ettiniz!

Nasıl korkmayayım ki? İnandığınız Yaratıcınız bile sözde gönderdiği kitaplarında:

KUR'AN'DA;
  • Bakara 191: “Onları bulduğunuz yerde ÖLDÜRÜN.”
  • Bakara 193: “Fitne ortadan kalkıp Allah’ın dini tamamı ile egemen oluncaya kadar onlarla SAVAŞIN!”
  • Bakara 216: “SAVAŞ size farz kılındı.”
  • Nisa 89: “Onlar kendileri inkar ettikleri gibi, keşke siz de inkar etseniz de eşit olsanız isterler. Allah yolunda hicret etmedikçe onlardan dost edinmeyin. Eğer yüz çevirirlerse onları tutun, bulduğunuz yerde ÖLDÜRÜN. onlardan dost ve yardımcı edinmeyin.”
  • Maide 33: “Allah ve peygamberiyle savaşanların ve yeryüzünde bozgunculuğa uğraşanların cezası ÖLDÜRÜLMEK veya ASILMAK yahut çapraz olarak EL VE AYAKLARI KESİLMEK ya da YERLERİNDEN SÜRÜLMEKTİR. Bu onlara dünyada bir rezilliktir.”
  • Maide 35: Ey inananlar! Allah’tan sakının, O’na ulaşmaya yol arayın, yolunda CİHAD edin ki kurtulasınız.”
  • Maide 38: Erkek hırsız ve kadın hırsızın, yaptıklarından ötürü allah tarafından ibret verici bir ceza olarak, ELLERİNİ KESİN.”
  • Enfâl 5: “Nitekim Rabbin seni, hak uğruna SAVAŞMAK için evinden çıkarmıştı.”
  • Enfal 12: “Rabbin meleklere, “ben sizinleyim, inananları destekleyin” diye vahyetti. “Ben inkar edenlerin kalblerine KORKU SALACAĞIM, artık VURUN ONLARIN BOYUNLARI ÜSTÜNE VURUN HER PARMAĞINA” dedi.”
  • Enfâl 39: “Ortalıkta fitne kalmayıp, din tamamıyla Allah’ın dini oluncaya kadar onlarla SAVAŞIN.”
  • Enfâl 58: “Eğer bir kavmin, sözleşmeye aykırı bir hainlik yapmasından KORKARSAN, SAVAŞTAN önce aynı şekilde ANTLAŞMAYI BOZDUĞUNU kendilerine bildir.”
  • Tevbe 5: “Hürmetli aylar çıkınca, puta tapanları bulduğunuz yerde ÖLDÜRÜN; onları yakalayıp HAPSEDİN; her gözetleme yerinde onları bekleyin.”
  • Tevbe 14: “Onlarla SAVAŞIN ki Allah, SİZİN ELLERİNİZLE onların CEZASINI versin ve … onları rezil ve rüsvay etsin...”
  • Tevbe 29: “Kendilerine kitap verilenlerden oldukları halde ne Allah’a, ne ahiret gününe inanmayan, Allah’ın ve Resulünün haram kıldığını haram tanımayan ve hak dini din edinmeyen kimselere ALÇALMIŞ oldukları halde elden CİZYE verecekleri hale gelinceye kadar SAVAŞ yapın.”
  • Tevbe 73: “Ey Peygamber! KAFİRLERLE CİHAT ET; onlara karşı SERT DAVRAN. Varacakları yer cehennemdir.”
  • Nur 2: “Zina eden kadın ve erkeğin her birine yüzer değnek vurun. Allah’a ve ahiret gününe inanıyorsanız, allah’ın dini konusunda o ikisine ACIMAYIN. Onların ceza görmesine, inananlardan bir topluluk da ŞAHİT olsun.”
  • Muhammed 4: “Savaşta inkar edenlerle karşılaştığınızda BOYUNLARINI VURUN; sonunda onlara üstün geldiğinizde onları esir alın; savaş sona erince onları ya karşılıksız, ya da fidye ile salıverin; allah dilemiş olsaydı, onlardan başka türlü ÖÇ alabilirdi, bunun böyle olması, kiminizi kiminizle denemek içindir.”
  • Tahrim 9: “Ey Peygamber! Kâfirlerle CİHAT et; onlara karşı SERT davran. Onların varacakları yer cehennemdir.” DİYORSA!

TEVRAT’TA;
  • Samuel 15:3: “Şimdi git Amekliler’e SALDIR. Onlara ait her şeyi tümüyle YOK ET. Hiçbir şeyi ESİRGEME. Kadın, erkek, çoluk, çocuk, öküz, koyun, deve, eşek hepsini ÖLDÜR!”
  • Yeşeya 13:15-18: “Yakalananın bedeni DELİK DEŞİK EDİLECEK, ele geçen KILIÇTAN GEÇİRİLECEK. Yavruları gözleri önünde PARÇALANACAK, evleri YAĞMALANACAK, kadınlarının IRZINA GEÇİLECEK!”  DİYORSA!

İNCİL’DE;
  • Matta 10:34: “Yeryüzüne barış getirmeye geldiğimi sanmayın. BARIŞ DEĞİL KILIÇ GETİRMEYE GELDİM.”
  • Luka 12:49: “Ben dünyaya ATEŞ YAĞDIRMAYA GELDİM. Keşke bu ateş daha şimdiden alevlenmiş olsaydı. Yeryüzüne barış getirmeye mi geldiğimi sanıyorsunuz? Size HAYIR diyorum, AYRILIK GETİRMEYE GELDİM.” DİYORSA!

EĞER BİR DİN ÖLDÜRMEYİ EMREDİYORSA ÖLDÜRÜLMESİ GEREKEN O DİNİN KENDİSİDİR!

Nasıl korkmayalım?!
Önce Ahlak, Adalet ve her türlü güzelliği dininize bağladınız. Sonra dininiz adına öldürmekten, yakmaktan, taşlamaktan, tecavüz etmekten, hırsızlıktan, adaletsizlikten, ahlaksızlıktan ve her türlü pisliği yapmaktan çekinmediniz!

Nasıl korkmayalım?!
Dinimiz “Oku”, “Düşün”, “Akletmez misiniz?” diyor. Dediniz ama sözde âlimleriniz çıktı “İslam vallahi de billahi de akıl dini değildir”, “Her şeyi sorma” dediniz! Aklı yok saydınız.

Nasıl korkmayalım?!
Hem “İlim Çin’de de olsa gidip alınız, İlim Müslümanın yitik malıdır” dediniz!

Ardından “Uzayda ne var? Niye gidiyorsun? O kadar masraf edeceğine ver bana yüzbin dolar ben sana söyleyeyim.” dediniz. Tübitak’a yapılan onlarca bilimsel başvuruyu reddettiniz! Ledli ekmek dolabına ödül verdiniz. Hiçbir bilimsel faaliyette yer almadınız. Bilimi reddettiniz!

Nasıl korkmayalım?!
Bizler, emredilen şey ne olursa olsun akıl, vicdan, ahlak ve bilimin dediği, doğru olanı yapın derken; sizler, emredilen şey istediği kadar doğru, akli, ahlaki, vicdani ve bilimsel olursa olsun, dinimiz, peygamberimiz ne diyorsa onu yapın dediniz!

Akıl, Vicdan, Ahlak ve Bilimi yok sayıp yerine dinlerinizi tercih ettiniz!

Nasıl korkmayalım?!
Dincileriniz, dinbazlarınız, siyasal İslamcılarınız, bizlere bu dünyada şükrettirip, cehennem ile korkuturken, öbür dünyada cenneti vadettiler. Kendileri, “haram helal ver Allah’ım, aciz kulun yer Allah’ım” deyip, her türlü mala sahip olup ,dünyada cenneti yaşıyorlar!

Nasıl korkmayalım?!
Şeytan bile sizleri görünce, kendisine gerek kalmadığını düşünüp İslam dünyasını terk etmiş!

Nasıl korkmayalım?!
O kadar cahil bir nesil yetiştirdiniz ki düşünemiyor, sorgulamıyor, eğri ile doğruyu ayırt edemiyor. İletişim bile kuramıyoruz.

Nasıl korkmayalım?!
İnandığınız bir kitap var ve onu kendi dilinizde bile okumuyorsunuz. Okuyan bizler, bakın söylediğin yanlış, kitabınızda böyle yazıyor dediğimizde, bizleri yalancılıkla suçlayıp, kitabınızı açıp okumaya tenezzül bile etmiyor, körü körüne inanmaya devam ediyorsunuz.

Nasıl korkmayalım?!
“İnanmıyorsan saygı duy” deyip öldürmeye, vurmaya, kırmaya kalktığınız için korkuyoruz.

Bizler, iyi insan olmaya çalışırken sizler ille de “inanan insan” diye direttiğiniz için korkuyoruz.

Bizler, kölelik ve cariyelik insanlığa yakışmaz dedikçe dininiz ve sizler kölelik hak, cariyelik helal dediğiniz için korkuyoruz.

Bizler, “tek eşlilik, kadın hakları, kadın erkek eşit” dedikçe sizler “dört ver Allah’ım dört de yetmez üstüne sayısız cariye ver Allah’ım” dediğiniz için korkuyoruz.

Bizler, evlilik için en az 18 yaş derken sizler bir yaşında ki bebeklerle bile evlenilebilir dediğiniz için korkuyoruz.

Bizlere “eşlerinizi bizden nasıl koruyacaksınız?” dediğiniz için korkuyoruz.
“Kafirlerin eşleri Müslümanlara helaldir” dediğiniz için korkuyoruz.

Bizler, dinler dünya nimetlerinin haksız bölüşümünü insanların kolay kabul etmelerini sağlayacak, psikolojik bir kontrol mekanizmasıdır, kutsal sandığınız dinler emperyalizmin ilahi versiyonlarıdır dedikçe, sizler başınızı dinlere gömüp sömürmeyi ve sömürülmeyi seçtiğiniz için korkuyoruz.

Bizler akıl, bilim, vicdan, ahlak dedikçe, sizlerin “cahilliği, aptallığı” yüzünden insanlarımız ve ülkemiz mahvolduğu için, aynı nüfusa sahip medeni ülkelerden bile on kat fazla camiye ve on kat fazla din personeline sahip olmamıza rağmen, gelişmişlik ve medeniyette yüz kat geri olduğumuz için korkuyoruz.

Yüz binlerce atanamayan öğretmenler açıkta beklerken, her kurum ve kuruluşa din personeli atamanızdan, din adamlarınız günde bir saat çalışıp, kalan zamanda siyasal İslamcı partilerinizin militanlığını yaptığı için korkuyoruz.

Diyanetin bütçesi son on beş yılda on kat arttığı ve çoğu bakanlıktan yüksek olduğu içi, akıl ve bilim ile kalkınacakken din, dinci, dinbaz ve Siyasal İslamcılarınız ile hem duyarsız hem ahlaksız olduğunuz için korkuyoruz.

Düşünmek ve sorgulamak yerine kendi ellerinizle yönetimi ve kontrolü dinci, dinbaz ve siyasal İslamcılara verdiğiniz ve onlara inanıp peşinden gittiğiniz için korkuyoruz.

Binlerce yıl önceki kralları ve yöneticileri peygamber diye dayattığınız, inancınız ve dinleriniz adına aklın, vicdanın, bilimin kabul edeceği bir delili binlerce yıldır ortaya koyamadığınız için korkuyoruz.

İnancınız, akıl, vicdan, bilim ve sevgi üzerine değil “ganimet ve seks” üzerine kurulu olduğu için korkuyoruz.

Zayıfken hoşgörülü, güçlenince zalimleştiğiniz için korkuyoruz.

Her Müslüman Kur’an’ı ve dini kendine göre farklı anlayıp farklı uyguladığı için korkuyoruz.

Gerçek Şeytan’ın bu dünyada size din ve ahlak dersi vermeye kalkan yobazdan başkası olmadığını göremediniz, toplum olarak sizlere Allah, din, peygamber denilip Kur’an sallandığında, aklınızı ve vicdanınızı kaybettiğiniz için korkuyoruz.

Dünya bilgi çağını yaşarken sizlerin hala geleceğe 1400 yıl önceki gözlük ve akılla baktığınız için korkuyoruz.

Sözde dinciler, Dinbazlar, siyasal İslamcılar, hocalar kadın ve çocuklara camilerde, vakıflarda tecavüz ederken sustuğunuz için korkuyoruz.

Tübitak’ın başına hayvanat bahçesi müdürünü atadığınız, sözde profesörlerinizin “cahilin ferasetine güveniyorum” dediği için korkuyoruz.

İlkokul ve İmam Hatiplilerin, iki liralık tespih sallayarak, Boğaziçi, Bilkent ve ODTÜ lülere “biz Osmanlı torunuyuz” deyip ayar vermeye kalktığınız için korkuyoruz.

Çarşaf giyenlere “saygı beklerken”, etek giyenlere “cehennemlik” deyip saldırdığınız, her türlü pisliği ve günahı işleyip kendinizin mahşer günü sorgusuz cennete gideceğinizi söylerken bizleri cehennemlik deyip aşağıladığınız için korkuyoruz.

Kadınları aklen ve dinen eksik, erkekleri kadınlardan üstün ve hâkim, mirasta ve şahitlikte iki kadın bir erkeğe eşit, kadınları köpek, eşek, domuz gibi fitne ve uğursuz, satılan bir mal gibi gördüğünüz, itiraz eden kadını dövün dediğiniz için korkuyoruz.

Bu gün ben peygamberim diyen birini akıl hastanesine kapatırken, binlerce yıl önce “ben peygamberim ve Allah oğlumu kurban etmemi istedi” diyenleri peygamber kabul edip peşinden gittiğiniz için korkuyoruz.

Cenneti bu dünyada hep beraber yaşamak ve dünyamızı cennete çevirmek varken, bu dünyayı cehenneme çevirip, cenneti bilinmeyen öbür dünyada yaşamaya ötelediğiniz, güneşin balçığa battığı, dünyanın evrenin merkezi ve dünyayı düz olarak gördüğünüz gerçek dışı fikirlerinizden korkuyoruz.

Dinlerle yetinmeyip, tarikatlara bölündüğünüz ve aynı dinden ama farklı tarikattan olanları bile cehennemlik ilan ettiğiniz için korkuyoruz.

Bu dünyada seks yapıp içki içenleri cehennemlik görürken, cennette seks ve içkiyi ödül yapmanızdan korkuyoruz.

Aklınızı ve vicdanınızı esir alan inançlarınızdan düşünme, sorgulama ve araştırma ile kurtulabilecekken aklınızı ve vicdanınızı özgür bırakmadığınız için korkuyoruz.

İnandığınız Yaratıcı bile kendisine inanmayanlara hayat hakkı verip rızıklandırırken sizler, sizin gibi düşünmeyip inanmayanlara hayat hakkı tanımadığınız için korkuyoruz.

Dinleri terör unsuru haline getirdiğiniz, ne göründüğünüz gibi ne de olduğunuz gibi görünmediğiniz için korkuyoruz.

Dua ile her şeyi halledebileceğinizi sanıyorsunuz ama bir aspirinin verdiği faydayı milyonlarca dindarın duasının veremeyeceğini göremediğiniz için korkuyoruz.

Demokrasi, Cumhuriyet ve Laikliğin insan onuruna en yakışan değerler olduğunu göremediğiniz için korkuyoruz.

İşinize gelmeyen ayetleri bile zamana, mekâna, kişiye göre işinize geldiği gibi eğip bükmenizden, kendi öz dilimiz Türkçe yerine Arapça’ya sahip çıktığınız için korkuyoruz.

Aç insanları sofranıza çağırmayıp gözyaşlarını seyrederken, insanları cennete çağırmanızdan korkuyoruz.

Dindar ama ahlaksız, akıllı ama vicdansız, güçlü ama adaletsiz, ibadetinde ama hırsız durumuna geldiğiniz için korkuyoruz.

Dinlerin sermayesi yalan olan en karlı ticaret ve insanlık için en büyük toplumsal hastalık olduğunu göremediğiniz için korkuyoruz.

Toplumsal en büyük silah olan dininizi ve inancınızı, siyasetçilerin eline verdiğiniz için korkuyoruz.

Ticari kuruluşlar olan tarikat ve cemaatlerin müşterisi haline geldiğiniz için korkuyoruz.

Başörtüsünün, kadının saçını değil beynini ve fikirlerini örtmek olduğunu göremediğiniz için korkuyoruz.

Binlerce yıldır dinlerin insanlığı, inananlarını mükemmelleştiremediğini göremediğiniz için korkuyoruz.

Dinlerin bilim değil cehalet ve cahil ürettiğini göremediğiniz için korkuyoruz.

Dinlerin tedavi edilebilen bir akıl hastalığı olduğunu, tedavisinin de düşünme, sorgulama, bilimsel eğitim olduğunu göremediğiniz için korkuyoruz.

Bilmenin inanmaktan üstün olduğunu, bilirseniz kandırılamayacağınızı, inanç ile gerçekleri görüp bilemeyeceğinizi anlayamadığınız için korkuyoruz.

Bir dinin birden çok Tanrısının olması ne kadar saçma ise, bir Tanrının birçok dininin olmasının da o kadar saçma olduğunu göremediğiniz için korkuyoruz.

Domuzu haram diye yemeyip haramları domuz gibi yediğiniz, yaratıcının ve dinlerin değil insanların korunmasına ihtiyaç olduğunu göremediğiniz için korkuyoruz.

Hukukta, adalette, suçlarda bilimsel delil ararken, dinlerde bilimsel delil aramadığınız, din beyne girince aklın beyni, vicdanın kalbi, ahlakın dili terk ettiğini göremediğiniz için korkuyoruz.

İnsanların dinlerini seçemediğini ana, baba ve çevrenin baskısı ile dindar olduğunuz için korkuyoruz.

Yapılan zulümler karşısında “gerçek İslam bu değil” deyip İslam adına yapılan zulümleri görmezden geldiğiniz için korkuyoruz.

Siyasal İslamcı liderlerinize, “peygamber”, “Allah seviyesine çıkardığınız”, “g-tünün gılıyık”, “anamın üstünde görsem or-spuluk anamdadır”, “istesin cariyesi olurum”, “b-ku bile mis gibi kokar” deyip, tapındığınız için korkuyoruz.

Dünyayı kan gölüne çevirdiğiniz, kadın-erkek-bebek öldürdüğünüz, yaktığınız, taşladığınız, kol bacak kestiğiniz için korkuyoruz.

“İslam mükemmeldir” dediniz ama ne dininizi ne kendinizi mükemmel yapamadığınız için korkuyoruz.

Aslında senin inanmana, tapınmana itirazım yok ama inancınızı insanlara dayattığınız için korkuyoruz.

Yaratıcının elçisinin peygamberler değil Akıl ve Vicdan olduğunu göremediğiniz, öldürmeyi Allah’a yakıştırdığınız, dininiz korkutma dini olduğu için korkuyoruz!

Allah var diyorsunuz ama Allah yokmuş gibi yaşadığınız için korkuyoruz.

Onlar, İNANDIKLARI ALLAH’TAN KORKMAZKEN benim onlardan korkmam normal değil mi?

Sağlık, Sevgi ve Bilimle kalın.

MUHAMMED İNSANLIĞA NE KAZANDIRDI?

Yazan: Serdar Kaangil


MUHAMMED İNSANLIĞA NE KAZANDIRDI?


1391-1425 yıllarında Bizans imparatoru olan II. Manuil (Manuel Paleologos) 1391 yılında Ankara’da kış kampında kaldığı sırada bir İslam alimiyle din münazarasına girmiş. Bu İslam alimi müderris’in Hacı Bayram Veli olduğu kesin. Çünkü hem o tarihlerde ve o bölgede yaşamış hem de Müderris diye anılan sadece o var.
II. Manuil İslam’ı ve Kur’an’ı çok iyi bilmekte ve İslâm’la Hristiyanlığı karşılaştırıp tartışmaya son derece meraklıdır.
Bu tartışmanın 7 gün sürdüğü, 26 oturumluk büyük bir tartışma yaşandığı ve son gün bir hayli ateşli geçtiği söylenir. Küçük bir topluluk tarafından izlenen tartışmada imparatorun şu sözleri kayıtlara geçmiştir.

“Bana Muhammed’in getirdiği yenilikleri göster. Sadece kötü ve insanlık dışı şeyler bulacaksın. Tıpkı vaaz ettiği dinin kılıç gücü ile yayılması emrini verdiği gibi. Dine davet için, şiddet ve tehdit yerine, iyi konuşma kapasitesi ve doğru akıl yürütme gerekir..”

Bu sözler karşısında Hacı Bayram Veli’den doyurucu hiçbir yanıt gelmez ve münazara o gün sona erer.

1965 yılında Avusturyalı akademisyen ve Bizans uzmanı Erich Trapp, kayıtları arşivlerden çıkararak ve eski Yunancadan çevirerek “Bir Persli ile Diyalog” başlığı altında yayımlar. 1966 yılında Lübnan asıllı Theodore Khoury yirmi altı bölümden oluşan bu tartışmayı kitap hâline getirir. Fransızca olan kitabın adı “Manuel II Paléologue Entretiens Avec un Musulman”dır. Bu kitap, Hristiyanlığın İslam’a karşı üstünlüğünü sergileyen bir manifesto gibi olmuştur.

2006 yılında papa Benedict, bu sözleri hatırlatarak soruyu tekrarlar: “Muhammed, insanlığa ne kazandırmıştır?”

Bu soruya bir yanıt geleceği yerde, “İslam’a saldırılıyor. Peygamber efendimize hakaret ediliyor” yaygarası koparılır. Papa da amacının İslam’a saldırmak olmadığını belirten bir açıklama yapar. Ama sonuçta Muhammed’in insanlığa ne katkıda bulunduğu sorusu yine ortada kalmış, bir yanıt bulamamıştır. Gerçi hangi din, hangi peygamber insanlığa bir şey kazandırmıştır ki düşmanlığı körüklemek ve gerçeği boğmaktan başka…

“Muhammed’in asıl ideali neydi?” yazımda Muhammed’in yaptığının Araplar açısından bir devrim olduğunu ama dünyaya kazandırılmış bir yenilik getirmemesinden dolayı insanlık açısından devrim sayılamayacağını belirtmiştim.
O yazımı hazırlarken çok araştırdım ama Muhammed’in yaptıkları içinde iyi bir şey bulamadım. Bir yenilik göremedim.
Yeni bir şey olarak ezan vardı ki yenilik sayılmazdı. Günde 5 kez kendi isminin haykırılması ise kendi egosunu tatmin edici. Hele hoparlör çıktıktan sonra bayağı rahatsız edici olmuş.
2. yeni bir şey; evlatlığı gerçek evlat yerine koymama ve evlatlıklarla, evlatlıkların boşanan karılarıyla evlenmeyi serbest kılan kanunu getirmiş ki, bunun insanlığa yararından değil zararından söz edilebilir. Kaldı ki bunu Zeynep ile evlenebilmek için yapmıştı.
Zekat dense zaten önceden de vardı ve bir vergi olarak her devlette uygulanırdı. Fakire dağıtılan ise sadakaydı ki o da putperestler dahil her millette vardı.

Muhammed’in putperestliği kaldırmasını insanlığa bir hizmet olarak görmek yanlıştır. Bir dinin yerini bir başka dinin almasının insanlığa ne faydası olabilir. Tersine bunu yaparken insanlık kaybeder. Çünkü silahla, kanla, savaşla yapılan bu değişimler insanları birbirine düşman eder, ölümlere, acılara neden olur. İslam da getirilirken insanları bölmüş, iç savaşa ve katliamlara neden olmuş, anneyi-babayı-kardeşi-amcayı-dayıyı birbirine düşman yapmış, insanları yurtlarından yuvalarından etmiştir.

Ayrıca toplumsal değişimler oldukça dinler de evriliyor ve ilkel inançlar yerini daha mantıklı inançlara bırakıyordu. Kureyş’deki putperestliğin değişimi de kaçınılmazdı. Nitekim tek tanrıcı dinler tarafından kuşatılmış durumdaydı ve son demlerini yaşamaktaydı. Bırakılsa kendiliğinden ve kan dökülmeden monoteist dine geçilecekti belki. Koskoca Roma İmparatorluğu bile pagan dinini bırakmış, Hristiyanlığı din edinmişti. Ama Muhammed bu değişimi zamana bırakmadı ve savaşarak putperestliği yıktı. Bunu da kendi hükümdarlığı için yaptı ve Allah’ı kullandı.

Kız çocuklarının öldürülmesi bir mavaldır. Her toplumun içinden caniler, vicdansız-merhametsiz katiller çıkar. Hele ilkel, geri kalmış toplumlarda bunların oranı çok daha yüksek olur. Bugün bile çocuklarını acımasızca öldürenler mevcuttur. O dönemin münferit olaylarını genelleyip sanki kız çocuklarını öldürmek bir adetmiş gibi sunmak, insanları aldatmaktır.

Kadınların Cahiliye döneminde insan yerine konmadıkları, mirastan hiç pay almadıkları ve horlanıp aşağılandıklarını öne sürerek, Muhammed’in kadınlara yeni haklar getirdiği söylenir. Ancak İslam öncesi kadınların bu durumunu doğrulayan bir kaynak yoktur. Tersine İslam kaynaklarından putperest dönemin kadınlarının çok daha özgür ve hak sahibi olduklarını görmekteyiz. Örneğin Muhammed’in annesi, ilk eşi Hatice, amcalarının eşleri, Ebubekir’in eşi, Süfyan’ın eşi Hind ve diğer anlatılan kadın örnekleri tersini göstermektedir. Muhammed, kadınları 2. sınıf görmüş, eve kapatmış, tesettüre sokmuş, şahitlikte ve mirasta yarım erkeğe eşit tutmuş, 4 kadın almayı erkeğe hak görerek kadınları aşağılamıştır.

Zina, fuhuş, içki, kumar, fal vs. ise bilinen tarihin her döneminde olan ve hiç bir zaman kaldırılamamış olan konulardır. Bunlar yasaklanarak önlenemez, önlenememiştir. İslam’da da her zaman zina-fuhuş olmuş, içki içilip kumar oynanmıştır. Dört halife döneminden sonraki halifelerin çoğu içkicidir. Kumara düşkün olanları da vardır. Osmanlı padişahlarının neredeyse tamamı içermiş. Bir çoğunun ise oğlancı olduğu söylenir. Bunların kötü olduğunu söylemek ve yasaklamakla insanlığa bir hizmet sağlandığından bahsedilemez. Kaldı ki ondan önceki dinlerde de bu tür söylemler ve yasaklar mevcuttur. İlk söylemiş olan Muhammed değildir.

Muhammed ne yapsaydı, insanlığa hizmetinden bahsedilebilirdi?

Muhammed, köleliği kaldırmış olsaydı; insanlığa büyük bir hizmetinden bahsedilirdi. Ama kitabında kölelikten bahsederek, kadın kölelerle yani cariyelerle ilişkiyi caiz görerek köleliği meşrulaştırmıştır. O yüzden de insanlıktan kölelik en son İslam’da, Suudi Arabistan’da kaldırılabilmiştir. Halbuki Muhammed kaldırsaydı, ilk kaldırılan Arabistan olurdu.

Muhammed, savaşın doğru olmadığını belirtse, mecbur kalmadıkça ve saldırıya uğramadıkça savaşmayı yasaklasa insanlığa bir hizmetinden söz edilebilirdi. Ama tersini yaptı. İslamı dünyaya ve diğer dinlere üstün kılmak için savaşmayı, cihadı emretti. İslam uğrunda savaşarak ölenlerin cennetlik olduğu yalanıyla insanları aldattı, savaşa teşvik etti. Bunun en büyük acısını ise Türkler yaşadılar. Türkler, tarihlerinde en acımasız, en hunharca katliamları Müslüman Araplardan gördüler. Talkan ve Curcan’da 100.000’e yakın Türk öldürüldü. On binlerce Türk köle yapıldı. Kadınlar, kızlar cariye pazarlarında satıldılar.

Muhammed, sevgiden, aşktan, dostluklardan bahsetseydi ve bunları övseydi yine insanlığa bir katkıda bulunmuş olacaktı. Ama onun bahsettiği tek sevgi vardı, Allah sevgisi. O yüzden Müslümanlar, Müslüman olmayanları sevmedikleri gibi birbirini de sevmediler. Birbirlerine düştüler. Birbirlerini öldürdüler. İlk halifelerden üçünün öldürülmesi, Cemel Savaşı, Sıffin Savaşı, Harra ve Kerbela katliamları bunun örnekleridir. Tarih boyunca da devam etmiştir. Hala da birbirlerini öldürmekteler.

Muhammed, doğayı ve hayvanları sevmekten, korumaktan söz etse yine iyi bir hizmet yapmış olurdu. Ama ne hayvanları sevmekten bahseder ne ağaçları kesmemekten, ormanları korumaktan. Çiçek sevgisini bile ağzına almamıştır. Sadece kediden, örümcekten, karıncadan, güvercinden, bal arısından, deveden bahsedildiği için Müslümanlar neredeyse o hayvanları kutsallaştırmış ama diğerlerine karşı acımasız olmuştur. Örneğin yoğun bir köpek düşmanlığı vardır ki köpekler en faydalı ve sadık hayvanlardandır.

Muhammed, kitap okumayı da teşvik etmemiştir. O sadece Kur’an’ın okunmasını emretmiştir. O yüzden de Kur’an’dan başka ne kadar kitap varsa yok edilmiştir. İslam öncesi Araplar hakkında doğru dürüst bir bilginin olmaması bu yüzdendir. Kendi ülkelerinin, milletlerinin geçmişini acımasızca tarihe gömmüşlerdir. Kesin bir bilgi yok ama eğer doğruysa Ömer’in İskenderiye Kütüphanesini yakış sebebi de bu olabilir. Binlerce değerli tarihi eser bu ilkellikler nedeniyle Romalılar, Araplar ve Moğollar tarafından ortadan kaldırılmıştır.

Muhammed’in ilimden anladığı da dindir, dini konulardır. Her şeyi Allah’la ilişkilendirerek bilimin önünü tıkamıştır. Uydurduğu akıl dışı, bilim dışı safsatalar nedeniyle 21.yüzyılda bile hala Müslümanlar bilime sarılamamış, hala 1400 yıl önceki zırvalara inanmayı sürdürmüştür.

Muhammed için hastalığın ilacı okumak, üflemektir. Ne tıptan ne ilaçtan bahsetmiştir. Tersine hastalığı sırasında kendisine verilen ilaç yüzünden etrafındakileri haşlamıştır. Şifa için önerdiklerinden biri deve sidiğidir ki çağımızın İslamcıları hadisi sahih kabul etmekle beraber bazı hadislerde deve sidiği ile birlikte deve sütünü de yazdığını öne sürerek durumu hafifletmeye çabalarlar. Elle tutulur tek bahsi baldır ki o da Muhammed’den 1000-1500 sene öncesinden beri bilinmekteydi ve Tevrat’ta yazılıydı.

Muhammed’in fenle, teknolojiyle ilgili getirdiği bir yenilik de olmadığı gibi bu alanda kendinden önce bulunmuş olanlar hakkında da bilgisi yoktur. Örneğin tekerlekli arabalar Muhammed’den binlerce sene öncesinden beri vardı. Ama hiç bahsetmemiş ve kullanıma almamıştır.  Muhammed’den 2000-2500 yıl önce beyin ameliyatı yapıldığı bulunmuştur. Milattan önce Hipokrat, metinlerinde beyinden geniş şekilde bahsetmiştir. Ama Muhammed beyini bilmez. O beyinin fonksiyonlarını kalp görüyor zanneder. Thales, Muhammed’den 1200 yıl önce matematikte çığır açmış bir bilgindir ama Muhammed miras hesabında basit aritmetikte bile hata yapacak kadar matematik bilgisinden yoksundur.

Bu örnekleri çoğaltabiliriz. Sonuç olarak Muhammed’in insanlığa yararlı tek bir savunulacak hizmeti olmamıştır. Bir yenilik getirmemiş, bir güzellik sunamamıştır. İnsanlığa büyük katkılarda bulunmuş bilim adamları, kaşifler onun gözünde Müslüman olmadıkları sürece ebedi cehennemliktir. Kendisine ve getirdiği dine inanmadıkları için hesap gününde tartıya bile alınmayacak ve dünyadaki tüm iyi-güzel işleri boşa gitmiş olacak ve cehennemi boylayacak, sonsuza kadar yakılacaklar, irin içmeye ve zakkum yemeğe mahkum olacaklardır. Edison, Galileo, Gutenberg, Copernic, Newton, Benjamin Franklin, Pascal, Faraday, Morse, Einstein ve aklınıza gelen tüm insanlığa katkıda bulunmuş gayrimüslimler onların gözünde ebedi azaba layıktırlar.

BAĞLARIN EFENDİSİ : DİONYSOS

Yazan: HERMES Trismegistos

BAĞLARIN EFENDİSİ : DİONYSOS

Dionysos yada Roma adı ile Bakkhus mitolojide şarap ve üzüm tanrısıdır. Eski mitolojik eserlerde şarabın yeri ne kadar önemli ise şarabı bulan tanrı yani Dionysos’un da yeri bir o kadar önemlidir. Zira şarap denilen içkinin tüm dünya mitoslarında yeri ayrıdır. Persler şarabı Cemşid'in bulduğunu söyler, Yunanlar ise Dionysos'un. Bu yüzden Dionysos büyük bir tanrıdır.
Örnekler vermek gerekirse özellikle Homeros'un İlyada'sında şarap savaştan yorulan askerler için bir çıkış, ferahlayış yoludur.
Bununla birlikte tekrar konumuz olan Dionysos'a dönebiliriz.

Babasının Zeus, annesinin Semele olduğunun bilinmesi dışında kökenleri belirsizdir ve kültleri pek çok şekilde olmuştur; bazı eski kaynaklarda Trakya , diğerlerinde ise Yunanlı olarak tanımlanmaktadır. Kayıtların çoğu Trakya'da doğduğunu, yurt dışına gittiğini ve yabancı olarak Yunanistan'a geldiğini söylese de, Yunan tarihinin Miken döneminden gelen kanıtlar onun Yunanistan'ın en eski tanrılarından biri olduğunu gösteriyor. Dışarıdan gelen bir tanrı olarak "yabancılık" niteliği , bazen "gelen tanrı" olarak adlandırılan bir aydınlanma tanrısı olduğu için kültlerine içkin ve gerekli olabilir .

Şarap Yunan kültüründe önemli bir rol oynamıştır ve Dionysos kültü şarap tüketimini çevreleyen ana dini odak noktasıydı. Şarap ve şarabın üretilmesini sağlayan asma ve üzümler sadece tanrının bir armağanı olarak değil aynı zamanda onun yeryüzündeki sembolik bir enkarnasyonu olarak görüldü. Bununla birlikte Dionysos dini, Klasik sonrası dönemde sıklıkla klişeleşmiş olduğu gibi Dionysos'u bir sarhoşluk tanrısı olmaktan ziyade acı çekmeyi kolaylaştıran, neşe getiren ve ilahi olana ilham veren doğru şarap tüketimini merkezinde topladı. [13] Performans sanatı ve drama da dininin merkezindeydi ve festivalleri tiyatronun gelişiminin arkasındaki ilk itici güçtü. [14] Dionysos kültü aynı zamanda bir "ruhlar kültü" dür; onun bakireleri ölüleri kan sunularıyla besler ve yaşayanlar ve ölüler arasında ilahi bir iletişimci olarak hareket eder. [15] Bazen ölen ve yükselen bir tanrı olarak da sınıflandırılır. [16]

Dionysos'un bir Tarım ve Bitki Tanrısı olduğu gösterilmiştir. Şarap, üzüm hasadı, meyve bahçeleri [17] ve bitki örtüsüyle olan bağlantısı onun bir doğa tanrısı rolü olduğunu gösterir. Bağcılık ve Üzüm tanrısı olarak meyvenin büyümesi ve hasadı ile bağlantılıdır. [5] Efsaneye göre o bitkiyi yetiştirme sanatını öğretir. İlk tiyatro, yani oyunlar bağbozumu zamanında Dionysos için yapılırdı ve ona sunular sunulurdu. Bu yüzden tiyatral sanatların doğuşu Dionysos kültüyle paralellik gösterir.

DİONYSOS DİNİ

Dionysos tanrısal bir figür olarak diğer Olimposlu tanrılardan biraz daha farklıdır. Bu yüzden sıradan politeist anlayıştan çıkılıp tıpkı Mitraizm'deki Mitra, İsis rahibeleri veya Apollon rahiplerine benzer olarak kendi ayin ve ritüelleri ile ayrışmıştır. Dionysos'un merkezi dini kültü Bakhik (Bacchic) veya Dionysos Gizemleri olarak bilinir. Bu dinin tam kökeni bilinmemekle birlikte Orpheus'un Dionysos'un gizemlerini icat ettiği söyleniyor. [77] Kanıtlar, tipik olarak benzer Orfik Gizemlerin bir parçası olduğu düşünülen birçok kaynak ve ritüelin aslında Dionysos gizemlerine ait olduğunu öne sürüyor. [13] Bazı bilim adamları ek olarak Dionysos gizemleri ile Persefoni'nin gizemleri arasında hiçbir fark olmadığını, ancak bunların hepsinin aynı gizemli dinin yönleri olduğunu ve her ikisinin de Dionysus ve Persefoni'nin önemli rolleri olduğunu ileri sürmüşlerdir. [13] [78] Daha önceleri, Yunan dininin temelde kırsal ve uç kısımlarından biri olduğu düşünülen Atina'nın büyük şehir merkezi, Bakhik gizemlerinin gelişmesinde ve yayılmasında önemli bir rol oynadı. [13]

Bakus gizemleri insanların yaşamlarında geçişler için ritüel gelenekler yaratmada önemli bir rol oynadı; başlangıçta öncelikle erkekler ve erkek cinselliği için, ancak daha sonra kadınların değişen rollerini ritüelleştirmek ve bir kadının hayatındaki statü değişikliklerini kutlamak için alan yarattı. Bu genellikle Hades ve Persefoni gibi ölüme ve değişime hükmeden tanrılarla, aynı zamanda muhtemelen gizemlere başlama ile ilgili bir rol üstlenmiş olan Dionysos'un annesi Semele ile bir toplantıyla sembolize edildi. [13]

Dionysos dini genellikle keçi veya boğaların kurban edilmesini içeren ritüelleri içerir ve en azından bazı katılımcılar ve dansçılar tanrı ile ilişkili ahşap maskeler takarlardı. Bazı durumlarda kayıtlar tanrıya maskeli ve giysili bir sütun, direk veya ağaç aracılığıyla katılan ibadet edenlerin ekmek yer ve şarap içerken kullanıldığını gösterir. Dionysos'a tapınmada maskelerin ve keçilerin önemi ibadetinin ilk günlerine kadar uzanıyor gibi görünüyor ve bu semboller Girit'teki Phaistos yakınlarındaki bir Minos mezarında bir arada bulundu.

Dionysos gerek marjinalliği gerekse edebiyat ve sanattaki yeri ile 12 tanrıdan daha fazla yer edinmiştir. Niçe Tragedyanın doğuşunda iki farklı görüşü öne sürerek Apollonculuk ve Dionysosculuğu karşılaştırır.

Dionysos heykellerde, tablolarda ve fresklerde oğlak ile betimlenir, sadece bunlarla da değil bazen yanında bir nymphe bazen kafasında asma bağı bezen ve daha sıklıkla elinde bir şarap kadehi ile resmedilir.

Michelangelonun eserinde Dionysos elinde şarap kasesi başında asma çelengi ve arkasında bir satir ile betimlenmiştir.

Dionysos, Caravaggio'nun eserinde de aynı şekillerle betimlenmiştir fakat çok daha realistiktir.

Guido Reni’nin eserinde ise diğerlerinin aksine Dionysos küçük bir çocuktur ve bu onun doğduktan sonra orman perilerine emanet edilmesine atıfta bulunur.
Çocuğun şarap içip gölcüğe işemesini de Homeros’un İlyada'sındaki şarap tanımı ile açıklayabiliriz. Şarap içince ne olur der Homeros: içine bir hoşluk yayılır, uykun gelir, birde bol bol işersin tabi..

PASCAL'IN KUMARI

Yazan: Kirpi


PASCAL'IN KUMARI


Ünlü Fransız matematikçi Blaise Pascal 19 haziran 1623 tarihinde Fransa'nın Auvergne-Rhône-Alpes bölgesindeki Clermont-Ferrand şehrinde doğmuş. Matematiğin yanı sıra fizikle ve müzikle ilgilenen yazar ve Katolik bir ilahiyatçıydı. İlahiyatla ilgilenmeye başlamasının nedeni babasının başına gelen talihsiz bir kazaydı. 1646 yılının soğuk bir kış günü Pascal'ın babası sokakta yürürken kayarak düştü ve kalça kemiğini kırdı. Dönemin tıbbını göz önünde bulundurursak bu çok ciddi bir kazaydı. O dönemde Rouen, Fransa'nın en iyi iki doktoruna ev sahipliği yapıyordu: Dr. Mösyö Deslandes ve Doktor de La Bouteillerie. Bu iki ünlü doktor onun babasını 3 ay boyunca tedavi ettiler ve Pascal'la samimi bir arkadaşlık kurdular. Fakat bu iki doktor Jansencilik olarak bilinen Katolik öğretisinden parçalanmış bir grubun savunucusu olan Jean Guillebert'in takipçileriydi. Pascal onlardan Jansenist yazarların eserlerini ödünç aldı. Kısa zamanda katı bir Augustinizm'i benimsedi.

Babasının ölümünden ve kız kardeşinin Port-Royal'in Jansenist manastırına bir postulant olarak katılmasından sonra 1656 ve 1657 yılları arasında takma isimle “Louis de Montalte” isimli kitabını yayınladı. Dönemin Katolik ilahiyatçılarının ahlaki felsefesini sert bir dille eleştiren bu kitap Kral XIV Louis'i o kadar çok sinirlendirmiştir ki 1660 yılında kitabın toplatılarak yakılmasını emretmişti. Pascal, argümanlarında mizah, alaycılık ve kısır hiciv kullanarak milleti derinden etkilemişti. Bunun yanı sıra kendi görüşleriyle Hristiyanlığı ve İncil'i çok tutkulu bir şekilde savunmuştur. Teolojide en ünlü eseri, asıl ismi Apologie de la din Chrétienne ("Hıristiyan Dininin Savunması") olan 1662 yılında henüz 38 yaşında ölümünden sonra yayınlanan ve çokları tarafında Pensées ("Düşünceler") olarak bilinen eseriydi. Pascal'ın Pensées'i bir başyapıt ve Fransız nesirlerinde bir dönüm noktası olarak kabul edilir . Sainte-Beuve eser hakkında yorum yaparken onu Fransızca'nın en iyi sayfaları olarak över. Will Durant da Pensées'i "Fransız nesirindeki en etkili kitap" olarak nitelendiriyordu.

Pascal Pyrrhonism ve Stoicism (şüpheciler, inanmayanlar) felsefi akınlarına katılan insanları Tanrıyla buluşturmak için bir tez üretiyordu. Günümüz modernist Müslümanlarında sıkça kullandığı ve sonraları Pascal'ın Kumarı olarak isimlendirilen bu teolojik tez özetle şu şekildedir:

“Tanrı'nın yokluğuna dair olasılıklar ne kadar yüksek olursa olsun, bu konudaki yanlış bir varsayımda bulunmanın cezası devasa boyutta olacaktır. TANRI'ya inanırsanız bu sizin için iyi olacaktır. Çünkü eğer haklı iseniz; sonsuz mutluluğa sahip olacaksınız. Ancak eğer yanılmış iseniz; zaten bir şey değişmeyecektir. Diğer yandan, eğer TANRI'ya inanmayıp haksız çıkarsanız sonsuza kadar lanetleneceksiniz. Ama haklı iseniz; yine bir şey değişmeyecektir.”

Müslümanlar bu tezin hilafetin son halifesi olan Ali bin Ebu Talibe ait olduğunu savunuyorlar. Genellikle bu tezi Agnostik ve Ateist felsefeye sahip insanlara karşı kullanıyorlar. Şimdi bu tezi daha detaylı bir şekilde inceleyeceğiz ve gerçekten Tanrıya inanmanın bir artı mı yoksa eksi mi olduğunu hep birlikte göreceğiz.

Öncelikle söylediğim gibi bu tez Hristiyanlığı ve İncil'i savunmak için ortaya atılmış. Bu durumda sormamız gerek: Pascal Tanrıya inanları bu kumarda kazanan taraf olarak görüyorsa o zaman Hristiyanlığın tam olarak hangi tanrısını kast ediyor? Zira Hristiyanlıkta Tanrının 3 kimliği var. 1-Baba (Peder). 2- Oğul ve 3-Kutsal Ruh

Müslümanlar bu tezi kendi Allahlarına uyarlamışlar ve “Allah'a inanmazsam cehennemde yanma riskim var o yüzden benim için Allah'a inanmak daha karlı” diyorlar. Yani cehennem korkusu olmasa Allah'a inanmaları için de bir neden kalmayacak. Biz yıllardır Müslümanlar cehennem korkusuyla dinde kalıyor derken bize kızanlar bu gün bunu kendi dilleriyle bu gerçeği itiraf ediyorlar. Kusura bakmayın da ben Tanrıyla kumar oynamam. Sizin gibi menfaatlerim çıkarlarım için de inanmış gibi rol yapmam.

Öncelikle şunu belirtmem gerek ki Ateistler “Ben Tanrıya inanmıyorum” derken mevcut dinlerdeki yaratıcı sıfatı taşıyan Tanrılardan bahsediyorlar. Mevcut dinlerin Tanrı anlatımlarına bakarak bunu mantık süzgecinden geçiren Ateister bu anlatımların doğru olmadığını düşündükleri için Tanrıya inanmıyoruz derler.

Şimdi sizinle küçük bir hesap kitap yapalım. Bakalım siz Tanrı olsanız Müslümanları yoksa ateistleri mi cennetinize alırsınız?

ALLAH
MÜSLÜMANLAR ATEİSTLER
Cehennem korkusuyla inanmak Dürüstçe, kanıt olmadığı için inanmamak
Cehennem korkusuyla iyi işler yapmak Hiç bir baskı olmadan iyilik yapmak
Doğduğu toplumun ona dayattığına inanmak Özgür düşünceyle, kendi mantığıyla karar vermek
Allah'tan gelmiş denilen kitapların içinden körü körüne birini seçmek ve diğerlerini okumadan dahi reddetmek Kur'an'ın da diğerleri gibi nakil yoluyla geldiğini ve toplumların çıkarlarının yazılı metinleri şekillendirdiğini bildikleri için kesin kanıt olmadan hiç birine inanmamak
Kötülük yaptığında şeytanı günah keçisi yapmak Tüm yaptıklarının sorumlusu olarak kendini görmek ve işlediği suçları başkalarına yüklememek
Kendi gibi düşünmeyenleri kafir ilan edip malını canını kendine helal saymak İnsanlara insan olduğu için değer verip yalnızca ahlaki değerler üzerinden ayrım yapmak
Küçük çocuklarla evliliğe din kılıfı giyindirerek sübyancılık yapmak Çocuklara tecavüzleri önlemek için protestolar yapmak
İslamı siyasallaştırarak toplumu kafir-mümin diye ayırıp kutuplaştırmak Eşit haklara sahip toplumlar inşa ederek kardeşçe yaşamak için elinden ne geliyorsa yapmak
Dinini kutsalını eleştirenleri kafir ilan ederek öldürmek Eleştirel toplumların yaranması için her türlü fedakarlığı yapmak
Kadını çarşafa kapatarak kocasına kul yapmak Kadınlarında en az erkekler kadar toplumsal haklarının olduğunu savunmak
Hayatını camilerde namaz kılarak oruç tutarak zekat vererek yaşamak. 1000 senedir eli açık mı kapalı mı namaz kılınır diye bir birinin kafasını kesmek Üniversiteleri kapatıp imam-hatip açmak. “Ben cahil halkın ferasetine güveniyorum” “Bilim insanları fuzuli işlerle uğraşıyor” demek. Bilimde, teknolojide dünya lideri olmak için kaliteli eğitimin şart olduğunu savunmak. Çocuklara küçük yaşlarında din dersi dayatarak onların özgür düşüncelerini kısıtlayanlara karşı çıkmak. Hayatın her alanında en iyisi olmak için elinden geleni yapmak. Yaptıklarıyla içinde bulunduğu topluma yararlı birer vatandaş olmak.

Bu listeyi istediğiniz kadar uzatabilirsiniz. Fakat meselenin önemli kısmı bu değil. Pascal kendi tezini üretirken zaten kazanan tarafa Hristiyanlığı kaybeden tarafa ise inançsızlarla beraber diğer dinlere inanan insanları da koymuş oluyor. Buna İslam'a iman etmiş Müslümanlar da dahil.

Pascal Hristiyanlığın tarif ettiği Tanrıyı kabul edenleri kumarın kazanan tarafı diğerlerini ise kaybeden olarak nitelendiriyor. Bunu nereden anlıyoruz?  Çünkü siz bir kumar oynarken  kazanırsanız eğer bu elinizde olan kartların sayesinde oluyor. Dolayısıyla Pascal'ın kumarında her bir inançlı insan kendi inandığı Tanrı kavramını doğru kabul ederek bu kumar masasına oturuyor.  Pascal'da zaten öyle yapmıştı. Hristiyanlığın anlattığı Tanrı kavramını doğru diye kabul ederek kendini kazançlı, farklı tanrıları kabul eden yahut hiç inancı olmayanları da kaybeden olarak gösteriyordu.
 
Hiç bir dini inancı olmayan bir kuruluş olan Adherents'a göre dünyada yaklaşık 4.300 din vardır. Şimdi siz Müslüman olarak Pascal'ın kumar masasına oturduğunuzda elinizde olan Allah kartıyla diğer 4299 Tanrıya karşı kumar oynamış oluyorsunuz. Ve bu 4299 Tanrının çeyreği hakkında bile doğru düzgün bilginiz yok. Ya bu 4299 Tanrının içinden biri veyahut bir kaçı doğruysa?  Kumarda yalnız biri kazanacak diye bir kural yok değil mi?
 
Aslına bakarsak bu kumar masasında Ateistlerin, Agnostiklerin, Deistlerin vs. şansı daha fazla. Zira Tanrı hakkında kesin bilgi olmadığı için bizim dinlerin dayattığı tanrıyı veya ona atfedilen din, sıfat ve ideolojileri inkar etmemizin mantıklı bir gerekçesi olmuş oluyor. Biz yarın ahirette Allah'ın karşısına çıkarsak kesin bilgi olmadığı için onunla beraber hiç bir Tanrıya inanmadığımızdan veya sadece tanrının varlığına inanıp ona çeşitli sıfatlar ve insani özellikler yükleyen dinlerin tanrılarına inanmadığımız için bağışlanma şansımız vardır. Ya siz Müslümanlar yarın ahirette Allah değilde Zeus ile karşılaşırsanız ne olacak? O zaman onu değilde başka bir dinin tanrısını kabul ettiğiniz için cehennemde yanacaksınız. Veya 4300 Tanrı içinde Allah yalancı ve geri kalan 4299 Tanrı doğruysa? O zaman cehennemde o 4299 Tanrının azap fantezilerini deneyeceksiniz. Fakat ben bir Tanrıyı inkar ettiğim için o cehennemden çıkma şansım var.

Gözünüzün önünde daha iyi canlanması için şöyle bir örnek vereyim.
Örneğin siz 10 kişilik bir  kumar masasına oturdunuz. 9 kişinin hepsi size resti çekmiş. Herkes resti çekmişse demek ki herkes elindeki kartların kazanma şansı olduğuna emin durumda. Şimdi başkalarının elindeki kartların ne olduğunu bilmeden “restinize rest ulan”  demek mi daha mantıklı yoksa  kazanacağına dair kesin bilgi olmadığı için “pass” demek mi? Sizi bilmem ama ben “gereğinden fazla cesaret aptallıktır” diye düşünenlerdenim.

Burada şöyle bir itirazda bulunabilirsiniz: “Allah'a inanırsam en fazla ne kaybedebilirim ki?” Çok şey kaybedersin. Kaybedeceğin şeylere bir tane örnek vereyim.
Karamanda çocuklarını yatılı Kur'an kursuna bırakan ebeveynler de ellerindeki Allah ve cennet kartlarıyla Pascal'ın kumar masasına oturmuşlardı. Ama çocuklarının yüzündeki tebessümü, sevinci kaybederek kalktılar o kumar masasından. Ne kazandılar biliyor musunuz? Ömürleri boyu hiç unutamayacakları psikolojik travmalar.
İşte bu gibi nedenlerden dolayı bizler elimizde kazanacağımıza dair kesin bilgi olmadığı sürece kumar masasına oturmamalıyız diyoruz.

"RICHARD DAWKINS "TANRI YANILGISI" (The God Delusion) isimli yazısında şunları aktarıyor:
"Eğer Tanrı'yı hoşnut etmek istiyorsan yapmak zorunda olduğun tek şey ona inanmaktır" fikrini neden bu kadar kolay kabul ederiz? İnanmayı bu kadar özel yapan şey nedir? Tanrı'nın iyiliği, cömertliği ya da alçak gönüllülüğü ödüllendirmesi de inanmayı ödüllendirmesiyle aynı olasılıkta değil midir? Ya da dürüstlüğü? Ya eğer TANRI gerçeği içtenlikle aramayı en yüksek erdem sayan bir bilimci ise? Cidden, evrenin tasarımcısı bir bilimci olmak zorunda değil midir? Bertrand Russell'a öldükten sonra karşısında TANRI'yı bulduğunda ve onun Russell'a neden ona inanmadığını sorduğunda ne cevap vereceği sorulmuştu. "Yeterli kanıt yoktu TANRI, yeterli kanıt yoktu," cümlesi Russell'ın (neredeyse ölümsüz diyebileceğim) cevabıydı. Ödlek bahisçiliği için TANRI'nın PASCAL'a duyacağından çok daha fazla saygıyı cesur kuşkuculuğu için (hapse düşmesine neden olan, Birinci Dünya Savaşı'nda gösterdiği cesur vicdani reddi bile boş verirsek) Russell'a göstermesi daha olası değil midir? Ve TANRI'nın ne karar vereceğini bilemesek bile Pascal'ın Bahsini çürütmek için TANRI'nın hangi yönde karar vereceğini bilmeye ihtiyacımız yoktur. Unutmayın ki bir bahisten bahsediyoruz ve Pascal bu girişiminin yalnızca ve yalnızca çok düşük olasılıklarda işe yarayacağını iddia etmiyordu. TANRI'nın ahlaktan yoksun, sahte inancı (ve hatta dürüst inancı) açık yürekli kuşkuculuktan daha değerli bulacağına bahse girer miydiniz?

Siz nasıl düşünüyorsunuz? Eğer bir Tanrı varsa o Tanrı cehennem korkusuyla ona iman edeni mi yoksa dürüstçe kesin bilgi sahibi olmadığı için iman etmeyen birisini mi ödüllendirirdi? 
Fakat size yani Müslümanlara yalnız bir şey söyleyebilirim. Dua edin de Allah'ın her şeyden haberi olmasın. Zira sizin kendi çıkarlar ve kaygılarınız yüzünden ona inandığınızı öğrenirse haliniz perişan olabilir.. 

İSA ve MUHAMMED

Yazan: Serdar Kaangil


İSA ve MUHAMMED


Kanaldaki videolardan ve internet sitesindeki makalelerden de bildiğiniz üzere zaman zaman Hristiyanlık ve Musevilik hakkında da eleştirel yayınlar yapıyorum. Tıpkı en son hazırladığım İncildeki Çelişkiler videosu gibi. O yüzden lütfen takacağınız etiketleri ve atacağınız iftiraları kendinize saklayınız.
Benim gözümde tüm dinler ve peygamberler aynıdır, hiçbirine inanmam. O yüzden dini metinlerden bildiğimiz 2 farklı karakter olan İsa ve Muhammed'i yine kendi dinlerine ait metinler üzerinden tarafsızca kıyaslayacağım. 

İsa ve Muhammed’in hayatlarını genel olarak biliyoruz. Bazı hatırlatmalar yaparak konuya giriş yapalım.

İsa’nın hayatı İncillerde anlatılır. Matta ve Luka hem Hz.İsa’nın soy kütüğünü verirler, hem de doğum öncesi olayları ve doğumunu anlatırlar, çocukluğundan bahsederler. Markos ile Yuhanna da ise İsa’nın şeceresi yoktur, doğumundan ve çocukluğundan bahsedilmez.
İsa’nın gençlik yılları ile ilgili hiçbir bilgiye de yer verilmez.

Benzer durumu Muhammed’in hayatında görsek de, az da olsa gençlik yılları ile ilgili bilgiye rastlayabiliriz. Çocukluk yıllarında bolca mucizelerden bahsedilirken gençlik yılları sade anlatımlıdır. İsa’nın ise hemen hemen tüm hayatı mucizelerle doluymuş gibi anlatılır.

Hem İncillerde hem de Kur’an’da İsa’nın annesi Meryem’in hiçbir erkekle ilişki kurmaksızın bakire iken Allah tarafından melek vasıtasıyla döllendirilerek İsa’ya hamile kaldığı ifade edilir.

Muhammed’e cinsel yönden sıkıntıya düşmemesi için ayetle evlilik serbestliği getirilmişken, İncilde İsa’nın cinsel hayatı ile ilgili olarak hiçbir ifadeye rastlanmamaktadır.

Muhammed’in 15-16 eşi ve cariyeleri bilinirken, 6 çocuğu ve küçük yaşta ölen oğulları hakkında bilgi mevcutken, İsa’nın evliliği ve çocuğu olup olmadığı hakkında bilgi mevcut değildir.

İsa’nın gerçekten yaşayıp yaşamadığı dahi tartışmalıdır. Yaşamı ile ilgili tek kaynak İncillerdir.
Muhammed’in yaşadığı ile ilgili olarak ise dönemin Hristiyan kayıtlarında bilgi bulunmaktadır.

Kur’an ve Muhammed İsa’yı doğruladığına göre, yani İslam’a göre İsa’yı da Muhammed’i de elçi olarak gönderen aynı Allah olduğuna göre yaşam tarzlarındaki bu uçurumun nedeni nedir?
Neden Muhammed çok eşli bir yaşam sürmüşken, İsa hiç evlenmemiştir?
İsa hiç evlenmemişse, yaşamı boyunca cinsel ilişkide bulunmamış mıdır?
Cinsel ihtiyacı olmamış mıdır? Yoksa iradesiz midir?

İsa 33 yıl yaşar. Sahneye çıkışı ise takriben 30 yaşındadır.
20’li yaşlarda İsa ne yapmıştır?
30 yaşında iken “Hadi başla!” emri mi almıştır da bayrak açmıştır?
Bunlar İncillerde belirtilmez.

Muhammed’e vahiy ise Kur’an ve hadislerde belirtilmiştir.

Ama efsanevi anlatımlarda benzerlik vardır.
Muhammed’in annesi Amine’ye de, İsa’nın annesi Meryem’e de müjde verilmiştir.
Her ikisinin de doğumlarında mucizevi olaylar öne sürülür.
Fakat belli bir yaşa kadar ikisi de ortaya çıkmaz.
İsa 30’unda, Muhammed de 40’ında çağrıya başlar.

İsa’nın cinsellikten uzak oluşunun etkisi Hristiyan din adamlarına da yansımış ve onlar da İsa gibi cinsellikten ve evlilikten el çekmişlerdir.
Bu ne derece doğrudur?
Mesele dünya zevklerinden kaçınmaksa Muhammed neden tersini yapmıştır?
İsa gerçekten cinsel yaşamdan ve kadınlardan kopuk muydu?

İsa kadınlardan pek kopuk değildir aslında.
Örneğin İncillerde Mecdelli Meryem olarak anlatılan günahkar fahişe kadın için İsa ile evli olduğu, ondan hamile kaldığına dair kurgular da vardır. Bir başka Meryem’in İsa’nın ayaklarını yıkadığı, saçlarıyla kurladığı, öpüp okşadığı yazılıdır. Daha sonra bu kadın İsa’nın öğrencileri arasına katılır.

Luka / 7. 36-39:
Ferisiler’den biri İsa’yı yemeğe çağırdı. O da Ferisi’nin evine gidip sofraya oturdu.
O sırada, kentte günahkâr olarak tanınan bir kadın, İsa’nın, Ferisi’nin evinde yemek yediğini öğrenince kaymaktaşından bir kap içinde güzel kokulu yağ getirdi. İsa’nın arkasında, ayaklarının dibinde durup ağlayarak, gözyaşlarıyla O’nun ayaklarını ıslatmaya başladı. Saçlarıyla ayaklarını sildi, öptü ve yağı üzerlerine sürdü.
İsa’yı evine çağırmış olan Ferisi bunu görünce kendi kendine, “Bu adam peygamber olsaydı, kendisine dokunan bu kadının kim ve ne tür bir kadın olduğunu, günahkâr biri olduğunu anlardı” dedi.

İncillerde İsa’nın dirildikten sonra Mecdelli Meryem’e göründüğü yazılır.
Bu kadın Da Vinci’nin kurgusundaki Maria Magdalena’dır ve İsa’dan Sarah isminde bir kız çocuğu doğurur. İsa’nın çarmıha gerilmesinden sonra çocuğunu korumak amacıyla Fransa’ya kaçar ve oradaki yahudilere sığınır.

Fransa’da 22 temmuz Meryem günü olarak kutlanır ve ilk olarak onun manastırında yapıldığına inanılan Madeleine çörekleri o gün kutsal bir yiyecekmiş gibi tüketilir.

Yuhanna 11-2:
Meryem, Rab’be güzel kokulu yağ sürüp saçlarıyla O’nun ayaklarını silen kadındı. Hasta Lazar ise Meryem’in kardeşiydi.

Bu kadınla İsa’nın dostluğu daha sonra ilerledi öyle ki başbaşa bile kalıyorlardı:

Luka 10:39-42:
39. Marta’nın Meryem adındaki kızkardeşi, Rab’bin ayakları dibine oturmuş O’nun konuşmasını dinliyordu.
40. Marta ise işlerinin çokluğundan ötürü telaş içindeydi. İsa’nın yanına gelerek, “Ya Rab” dedi, “Kardeşimin beni hizmet işlerinde yalnız bırakmasına aldırmıyor musun? Ona söyle de bana yardım etsin.”
41. Rab ona şu karşılığı verdi: “Marta, Marta, sen çok şey için kaygılanıp telaşlanıyorsun.
42. Oysa gerekli olan tek bir şey vardır. Meryem iyi olanı seçti ve bu kendisinden alınmayacak.”

Bu noktada İsa’nın bu kadar çok kadına ayaklarını yıkatmış, okşatmış olması düşündürücü gelebilir.

İsa ile Maria Magdalena’nın evliliğinin kurgu olarak ileri sürüldüğünü yazmıştım.
İncil’de Mecdelli Meryem olarak geçen Magdalena fuhuş suçu nedeniyle recmedilirken İsa tarafından kurtarılan kadın olarak sunulur.
Buna karşın bu kadının ezoterik bir tarikat üyesi olduğu öne sürülür.

Şimdi gelelim karşılaştırmaya. Siz karar verin İsa ile Muhammed’in tanrısı aynı olabilir mi?

6 Asırda Bu Ne Değişiklik:

İsa Diyor ki: ( Tanrıdan esinlendiği rivayetiyle)

Matta 5/ 39: Ama ben size diyorum ki, kötüye karşı direnmeyin. Sağ yanağınıza bir tokat atana öbür yanağınızı da çevirin.

Muhammed diyor ki: (vahiy rivayetiyle)

Bakara 178: Ey iman edenler! Öldürmede kısas size farz kılındı. Hüre hür, köleye köle, kadına kadın. Ama her kim, ölenin kardeşi tarafından bir şey karşılığı bağışlanırsa, o zaman örfe uyması, ona diyeti güzellikle ödemesi gerekir. Bu, Rabbiniz tarafından bir hafifletme ve bir rahmettir. Her kim bunun arkasından yine saldırırsa, artık ona acı veren bir azab vardır.

Merhamet Farkı

İsa, Yahudilerin recmetmek istedikleri bir kadını taşlanarak öldürülmekten kurtarır.

Muhammed ise, aralarındaki zina yapan kadın ve erkeğe dayak cezası vermek isteyen Yahudilere recmi emreder ve taşlatarak öldürtür.

İsa’nın Recmi Önlemesi:

Yuhanna 8:3-9:
3. Din bilginleri ve Ferisiler, zina ederken yakalanmış bir kadın getirdiler.
4. Kadını orta yere çıkararak İsa’ya, “Öğretmen, bu kadın tam zina ederken yakalandı” dediler.
5. “Musa, Yasa’da bize böyle kadınların taşlanmasını buyurdu, sen ne dersin?”
6. Bunları İsa’yı denemek amacıyla söylüyorlardı; O’nu suçlayabilmek için bir neden arıyorlardı. İsa eğilmiş, parmağıyla toprağa yazı yazıyordu.
7. Durmadan aynı soruyu sormaları üzerine doğruldu ve, “İçinizde kim günahsızsa, ilk taşı o atsın!” dedi.
8. Sonra yine eğildi, toprağa yazmaya başladı.
9. Bunu işittikleri zaman, başta yaşlılar olmak üzere, birer birer dışarı çıkıp İsa’yı yalnız bıraktılar.

Muhammed’in Recme Zorlaması:

Ebû Hüreyre (r.a.) anlatıyor:
“Yahûdilerden bir kadınla bir erkek zinâ yaptılar. Birbirlerine: ‘Bizi şu peygambere götürün. Çünkü bir kısım hafifletmeler getiren bir peygamberdir. Bize recm dışında fetvâlar verirse kabul eder, Allah indinde O’nun hükmünü kendimize delil kılarız ve: ‘Peygamberlerinden bir peygamberin bize verdiği fetvâlar(la amel ettik, hevâmıza uymadık) deriz’ dediler. Mescidde ashâbıyla birlikte oturmakta olan Hz. Peygamber (s.a.s.)’e gelerek: ‘Ey Ebû’l-Kasım, zinâ yapan kadın ve erkek hakkında kanaatin nedir?’ dediler. O, onlara tek kelime söylemeden Beyt-i Midrâslarına geldi. Kapıda durarak: “Hz. Mûsâ (a.s.)’ya Kitabı indiren Allah aşkına söyleyin, muhsan olan birisi zinâ yapacak olursa bunun Tevrat’taki hükmü nedir?” diye sordu. “Yüzü siyaha boyanır, eşek üzerine ters bindirilir ve dayak atılır.”
Hadiste geçen tecbiye: Zânileri, enseleri birbirine bakacak şekilde bir eşeğe bindirilip, bu halde sokaklarda dolaştırılmasıdır.
Râvi devamla der ki: “Yahudilerden bir genç (bu cevaba katılmayap) susmuştu. Rasûlullah (s.a.s.) onun suskunluğunu görünce sualinde ısrar etti. Bunun üzerine genç: “Madem ki sen bize Allah’ın adına yemin veriyorsun (gerçeği söyleyeceğim): “Biz Tevrat’ta recm emrini görüyoruz” dedi. Rasûlullah (s.a.s.): “Allah’ın emrini hafifletmenizin başlangıcı nasıl oldu?” diye sordu. (Genç) şu cevabı verdi: ‘Krallarımızdan birinin bir yakın akrabası zinâ yaptı. Kralımız, recmi ona tatbik etmedi. Sonra halka mensup bir aileden bir erkek zinâ yaptı. Bunu recmetmek istedi. Ancak adamın kavmi buna mâni olup: ‘Sen yakınını getirip recmetmedikçe biz de adamımızın recmedilmesine müsâade etmeyeceğiz!’ dediler. Bunun üzerine, aralarında şimdiki cezâyı vermek üzere anlaşıp sulh yaptılar.’ (Bu açıklama üzerine) Rasûlullah (s.a.s.): “Ben Tevrat’taki âyetle hükmediyorum!” dedi ve onların recmedilmelerini emretti ve recmedildiler.
(Ebû Dâvud, Hudûd 26, h. no: 4450, 4451)

Hümanist İsa’ya karşın Savaşçı Muhammed

Muhammed, Müslüman olmayanların yurtlarını, mallarını yağmayı, onlara karşı savaşı, cihatı, fethi emretmiş, teslim olmayanların öldürülmesini istemiştir.

Ahzab 27: Allah sizi onların topraklarına, yurtlarına, mallarına ve henüz ayak basmadığınız topraklara varis kıldı. Allah her şeye hakkıyla gücü yetendir.

Saff  11: Allah’a ve Resulüne inanırsınız, mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda cihat edersiniz. Eğer bilirseniz sizin için en iyisi budur.

Fetih 1: Biz sana doğrusu apaçık bir fetih ihsan ettik.

Tevbe 5: Haram aylar çıkınca putperestlerin gelip geçecekleri bütün yolları tutun, onları kuşatın, bulduğunuz yerde öldürün, yakalayın hapsedin. Fakat tövbe ederler, namaz kılarlar ve zekat verirlerse bırakın onları, şüphe yok ki Allah suçları örter, rahimdir.

İsa’nın ise şiddetten uzak durduğu, savaş, cihat, fetih çağrısı yapmadığı, yayılmacı bir din anlayışında olmadığı görülür.
Buna karşın “Ben barış değil, kılıç getirdim”, ” Abanızı satın, kılıç alın” dediği gibi,
“Kılıç kullanan kılıçtan geçirilir” sözleri mecazi anlamları itibarıyla tartışmalıdır.

Bir genelleme yapacak olursak İsa’nın daha barışçı ve hümanist, Muhammed’in ise daha savaşçı ve daha katı olduğunu söyleyebiliriz.

Muhammed Çalışmayı Öğütlerken İsa Tersini Söylüyor:

Muhammed, ayet ve hadislerde boş durmamayı, çalışmayı, ticareti öğütlemiştir.
İsa’nın ise çalışma, üretme konusunda bir teşviki olmadığı gibi tersini ima eden söylemleri vardır.

Necm 39-40: İnsan ancak çalıştığını elde eder, şüphesiz karşılığını da görecektir.

“Hiç ölmeyecekmiş gibi çalış, yarın ölecekmiş gibi ibadet et.”
“Çalışmak ibadetin yarısıdır.”
“Çalışanın hakkını alın teri kurumadan verin.”
“Ticaret yapın! Çünkü rızkın onda dokuzu ticarettedir.”

Hadislerde çalışma ve ticaretle ilgili başka örnekler de çoktur.

İncil'de ise İsa kaygılanmamayı öğütleyerek şöyle der:

Matta 6:25-26:
25. Bu nedenle size şunu söylüyorum: `Ne yiyip ne içeceğiz?` diye canınız için, `Ne giyeceğiz?` diye bedeniniz için kaygılanmayın. Can yiyecekten, beden de giyecekten daha önemli değil mi?
26. Gökte uçan kuşlara bakın! Ne eker, ne biçer, ne de ambarlarda yiyecek biriktirirler. Göksel Babanız yine de onları doyurur. Siz onlardan çok daha değerli değil misiniz?

İsa Komüncü, Muhammed Sadakacıydı

İsa, Muhammed’e göre dünya nimetlerine, zenginliğe, ganimete, mala-mülke düşkün değildi.
İsa, insanların tasarruf etmesine, mal ve para biriktirmesine kesinlikle karşıydı.
Bu mülkiyet karşıtı dünya görüşüyle onu bir komünist olarak tanımlayamasak da o döneme göre dinsel bir komün yaşamını savunan biri olarak görebiliriz. Zaten içinde yetiştiği Esseniler bu yapıdaydı.

Söylemlerinden bazı örnekler:

Markos 10:21-25:
21 Ona sevgiyle bakan İsa, “Bir eksiğin var” dedi. “Git neyin varsa sat, parasını yoksullara ver; böylece gökte hazinen olur. Sonra gel, beni izle.”
22 Bu sözler üzerine adamın yüzü asıldı, üzüntü içinde oradan uzaklaştı. Çünkü çok malı vardı.
23 İsa çevresine göz gezdirdikten sonra öğrencilerine, “Varlıklı kişilerin Tanrı Egemenliği’ne girmesi ne güç olacak!” dedi.
24 Öğrenciler O’nun sözlerine şaştılar. Ama İsa onlara yine, “Çocuklar” dedi, “Tanrı’nın Egemenliği’ne girmek ne güçtür!
25 Devenin iğne deliğinden geçmesi, zenginin Tanrı Egemenliği’ne girmesinden daha kolaydır.”

Muhammed ise Müslüman olmayanlara karşı yayılmacı, Müslümanlar için de sosyal adaletçiydi. Sadaka ve zekatı, yoksulların doyurulmasını, komşusu açken tok olunmamasını Müslümanlığın şartları arasına koymuştu.
Ama zenginlere, zenginliğe karşı değildir. Der ki “Allah zengindir, dilediği kullarına da zenginlik verir.” Muhammed, Halil İbrahim zenginliğine erişmek ister ve bunun için Müslümanlardan kendisi için salavat ister. Hala Müslümanlar bunun için dua eder, salavat getirirler.

MASONLUĞUN KISA TARİHİ

Yazan: HERMES Trismegistos

MASONLUĞUN KISA TARİHİ

Masonluk veya farmasonluk , kökenlerini 14. yüzyılın sonlarından itibaren taş ustalarının niteliklerini ve yetkililer ve müşterilerle etkileşimlerini düzenleyen yerel taş ustalarının kardeşliklerine kadar izleyen kardeş örgütlerden oluşur . Masonluk, yıllar boyunca çok sayıda komplo teorisinin konusu olmuştur . [1] Modern Masonluk genel olarak iki ana tanıma grubundan oluşur:

Düzenli Masonluk , çalışan bir kulübede bir kitap kitabının açık olması, her üyenin bir Yüce Varlığa inandığını iddia etmesi ve hiçbir kadının kabul edilmemesi konusunda ısrar eder (ancak bazı yargı alanlarında, başlatıldıktan sonra kadına geçiş yapanlar kalabilir din ve siyaset tartışmasının yasaklanmasıdır.

Kıta Masonluğu artık bu kısıtlamaların bir kısmını veya tamamını kaldıran yargı bölgeleri için genel bir terimdir.
Masonluğun temel, yerel organizasyon birimidir loca . Bu özel Localar genellikle bölgesel düzeyde (genellikle bir eyalet, il veya ulusal sınırla aynı anda) bir büyük loca veya büyük organizasyon tarafından denetlenir . Tüm Masonluğu denetleyen uluslararası, dünya çapında bir Büyük Loca yoktur; her Büyük Loca bağımsızdır ve birbirlerini meşru olarak kabul etmeleri gerekmez.

Masonlar dünya üzerinde farmasonlar olarak ta bilinir mason ismini almalarının sebebi rivayete göre Süleyman tapınağının yapımında bulunan taşçı ustalarıdır.

Masonluk; pek çok ülkede dışa kapalı bir örgüt olarak etkinlik gösteren, özgürlük, eşitlik, kardeşlik ve dayanışma temeline dayalı, ilkeleri ve kuralları ancak üyelerince bilinen, üyeleri arasında büyük bir dayanışma bulunan, 6 veya 7 üyeden oluşan ve lonca denilen bölümlere ayrılan, üyelerinin birbirlerini masonluğa özgü imlerle, simgelerle tanıdığı, gizliliğe önem veren bir tür örgüt, dernektir.

Masonlar gizli bir örgüt değildir aksine mason olan biri mason olduğunu rahatlıkla dile getirebilir fakat her tarikatta olduğu gibi onlarında sırları vardır ve bu sırların dışarı sızdırılmaması gerekir

Masonluğun en bilinen ve eski sembolü budur;



Görüldüğü gibi bir pergel ve cetveldir. En eski sembolün bu şekilde olmasının sebebi ise tanrının muhteşem bir düzenle yaratmış olduğu evrenin yüce mimarı sıfatına vurgu yapmak istemeleridir.

Ayrıca asla tanrı inancı olmayan biri mason olamaz zira bir mason kendisinden daha üstün bir güce inanmak zorundadır. Dini önemli değildir. Yahudi Müslüman yada Hristiyan olması önemli değilken ilahi varlığa, kutsal saatçiye inanması yeterlidir. Mason felsefesi bu biçimiyle deizmle de benzerlik gösterir. Tanrıya inanırlar fakat bir ibadet biçimleri yoktur.

Masonluğun 33 kademesi vardır ve her kademenin de kendi selamlaşma biçimi vardır. Masonlar dini inançtan çok kardeşlik sevgi saygı gibi erdemlere önem verirler.

Mason olmanın şartları şunlardır;
  • Katılmayı özgür iradeyle istemek.
  • Evrenin bir yaratıcısı olduğuna inanmak.
  • 18 yaşından büyük olmak. (Bazı durumlarda masonların çocukları daha erken yaşlarda kabul edilmektedir.)
  • Ahlaklı olmak ve iyi bir itibara sahip olmak.
  • Zihinsel ve bedensel olarak sağlıklı olmak. (Bu, eskilerde daha çok rastlanan kurallardandır.)
  • Özgür bir insan olmak. (Bu da köleliğin hüküm sürdüğü eski dönemlere ait bir kuraldır.)
  • Bir ya da birkaç masonun referansına sahip olma

Bunlar üstünden yapılacak yorum şudur ki masonlar yoldan geçen avare insanı almazlar. Bir iyi itibarı ve zihnen ergin olması gerekir tabi birde yaratıcıya inanması var garip mason yeminleriyle bunu tescillerler. Gerçekliği bilinmeyen zira masonlar açık tarikat olmasına rağmen gizlidir bir ayine göre bir kasede şarap vererek yalancılık yada öteki suçların içinde olup tarikata girmek isteyenlere şarabın içen ve tarikata yeni katılmak isteyen kişiye zehir olmasını dileyip şarabı içmesini buyuruyorlar. Gelelim kuzey Amerika ve masonluğa.

Kuzey Amerika Masonluğu

Masonluk tahmin edilebileceği gibi Kuzey Amerika'ya İngiltere'den gelmiştir, koloniler mason geleneklerini taşımış ve localar oluşturmuştur.

1700'lerin başında Britanya çok hızlı bir şekilde büyüyordu. Önce iç savaştan başarı ile çıktı. Bunu kralın tahttan indirilmesi izledi ve başarılı bir devrim gerçekleşti. 1714'de Hanover'li George'un tahta çıkışı ile Britanya hızlı bir dinamizm yakaladı. Devrin süper gücü Fransa bu büyümeyi engellemek için 1800'lerin sonuna kadar ne kadar uğraştıysa da başarılı olamamıştı. Bütün bu gelişmeler Londra'yı dünyanın merkezi haline getirmişti.

Daha sonra ise masonluk bu bölgeden kolonicilerle birlikte Amerika'ya taşınmış ve Amerikan kültürü özellikle kuruluş döneminde masonlukla oldukça kaynaşmıştır.



Amerika'nın kurucusu George Washington'ın masonik anıtına dair tarihsel resimler bulunmaktadır. Fakat sadece Washington değil Jefferson Ulysses S. Grant gibi büyük Amerikan başkanları da masondur. Hatta Amerika kongre binasının tavanında Washington’un göğe yükselişinin resmi vardır ve resmin içinde Latince olarak çoğun birliği yazar. Çoğun birliği çok derin bir kavramdır, yani hepimiz tanrının tecellisiyiz ve tüm insanlık tanrıyı oluşturur anlamı taşır. Tanrıdan geldik tanrıya döneceğiz şekliyle İslam'da bile bulunan bu kavramın bizdeki adı kötüye çıkmış olsa da bu bir devir kuramıdır. Eski Ahit'te insanı kendimize benzer yaratalım diyen tanrı fizikselliği kastetmiyordu, aklen insanı kendine benzer yaratmak ona kendinden bir şeyler katma anlamında kullanılmıştı. Masonlarda ve Türk tasavvufunda olan bu kavramın demin bahsettiğim gibi bizim tanrıdan parça olduğumuzu savunması şirk gibi karşılanır. Hatta bir örnek vermek gerekirse Hallac-ı Mansur bir gün tasavvufa dalmışken şiirinde şu sözleri kullanır: "En el hak" yani "tanrı, Allah benim". Abbasi halifesi bu sözün içindeki devir kuramından habersiz olduğundan ne demek istediğini bile anlamadan Hallac-ı Mansur'u astırmıştır.

Masonların illuminati gibi örgütlerle ilişkisi yoktur, onlar gibi yer altı örgütü de değildir. Defalarca dile getirdiğimiz gibi elbette sırları vardır fakat gayet meşrudur. Masonlar mistisizme, özellikle de rakam, biçim ,geometri mistisizmine düşkünlerdir. Bunun üyelerinin çoğunun bilim insanı olmasından ve evrenin ilahi düzenine saygı duyuyor olmalarından ileri geldiğini düşünebiliriz. Bu sayı mistisizminin en güzel örneği ise büyük usta Dürer'in Melankolya 1 adlı eseridir.

Bu eserde düşünen bir karakter ve etrafında sayısız bilgi unsuru vardır. Bu, insanlığın derin sırları ve mistisizmi anlamada zorlanmasını temsil eder. En önemli unsur ise düşünen meleğin tam kanadının üstündeki karedir.



İşte bu kare de bulunan metaforlar şunlardır;

En alt satırdaki 15 ve 14 eserin tarihidir.
Sihirli sabitimiz 34'tür ve 86 farklı kombinasyon vardır.

Örnek
Saat yönünde: (3 + 8 + 14 + 9)
İlk satır soldan sağa: (16 + 3 + 2 + 13)
Son satır yukarıdan aşağı: (13 + 8 + 12 + 1)
Köşeler: (16 + 13 + 4 + 1)
İki dış sütun ve sıranın ortadaki iki girdisi: (5 + 9 + 8 + 12)
Dörtlülerin her biri, merkez dört kareler, köşe kareleri, dört dış sayı ve aynı şekilde: (2 + 8 + 9 + 15 ve 3 + 5 + 12 + 14)

Ancak burada bulunacak daha fazla şifre var. Bu kareyi dört hücrenin dört grubuna bölmek için on üç farklı yol vardır. Dört hücrenin her bir grubunun toplamı 34'dür.
Dürer karesindeki pozisyonlar sonlu vektör uzayı olarak görülebilir; burada dört hücrenin dört grubunun her biri bir dizi paralel afin düzlemdir.

Bunlar üstünden anlatmak istediğim ana konu masonluğun çok eski tarihlere dayanan, meşru ve açık olduğu kadar gizemli ve köklü bir tarikat olduğudur. Her bir kolu bir köktür ve incelemeye çalıştığımızda Dürer'in gravüründeki düşünen kişi gibi kalırız ve yüzeyden ileri geçemeyiz.

PAGAN VE PAGANİZM TERİMLERİNİN TARİHİ

Hazırlayan: A.Kara


PAGAN VE PAGANİZM TERİMLERİNİN TARİHİ 

Paganizm ilk kez dördüncü yüzyılda erken Hristiyanlar tarafından Roma İmparatorluğu'nda çok tanrıcılığı uygulayan insanlar için kullanılan bir terimdir. Bunun nedeni ya Hristiyan nüfusuna göre daha kırsalda yaşayan taşralılar olmaları ya da Mesih'in askerleri olmamalarıdır. [1] [2] Hristiyan metinlerinde aynı grup için alternatif olarak Helen yani Yunan, gentile yani Yahudi olmayan ve putperest terimleri de kullanılmıştır. [3] Kurban törenleri eski Yunan-Roma dininin [4] ayrılmaz bir parçasıydı ve bu yüzden bir kişinin pagan mı yoksa Hristiyan mı olduğunun bir göstergesi olarak kabul edilirdi. [4]

Paganizm aslen çok tanrıcılığı aşağılayıcı, küçültücü bir terimdi ve bu inancın aşağılık olduğunu ifade ediyordu. Paganizm geniş anlamda "köylülerin dini" anlamına gelmektedir. [3] [5] Orta Çağ boyunca ve sonrasında paganizm terimi alışılmadık dinleri anlatmak için uygulanıyordu ve bu terim sahte tanrı veya tanrılara inancı varsayıyordu. [6] [7] Günümüzde var olan modern yani neopaganizm gibi modern pagan inançlarının çoğu [8] [9] panteist, çok tanrılı veya animist bir dünya görüşünü ifade eder; ancak bazıları tek tanrılıdır. [10]

Pagan teriminin çok tanrıcılığa uygulanmasının kökeni tartışılmaktadır. [11] 19. yüzyılda paganizm antik dünyadan esinlenen çeşitli sanatsal grupların üyeleri tarafından kendilerini tanımlamakta kullanıldı. 20. yüzyılda ise Modern Paganizm, Neopagan hareketleri ve çok tanrılığı yeniden yapılandıranlar tarafından kendilerini tanımlayıcı bir terim olarak uygulanmaya başlandı. Modern pagan gelenekleri çoğunlukla büyük dünya dinlerinden farklı olan doğaya tapınma gibi inançları ve uygulamaları içerir. [12] [13]

Pagan inançlarına ait sahip olduğumuz bilgiler antropolojik saha araştırma kayıtları, arkeolojik eserlerin kanıtları ve Klasik antik çağda bilinen kültürlerle ilgili eski yazarların tarihi kayıtları dahil olmak üzere çeşitli kaynaklardan gelir.

İsimlendirme ve Etimoloji

Pagan

"Başlangıçtan itibaren 20. yüzyıla kadar insanların (paganların) uyguladıkları dini tarif etmek için kendilerine putperest demediklerini vurgulamak çok önemlidir. Bugün genel olarak anlaşıldığı şekliyle Paganizm kavramı ilk olarak Hristiyan Kilisesi tarafından yaratılmıştır. Bu, Hristiyanların kendini tanımlama sürecinde zıttı olan diğerlerine uyguladığı bir etiketti. Bu nedenle de tarih boyunca genellikle aşağılayıcı anlamda kullanılmıştır."
- Owen Davies, Paganism: A Very Short Introduction, 2011 [14]

Pagan terimi Rönesans döneminde canlanan Geç Latin paganus teriminden türetilmiştir. Başlangıçta 'işaretlerle sınırlandırılmış bölge' anlamına gelen klasik Latince pagustan türetilen paganus terimi aynı zamanda 'kırsallıkla ilgili', 'taşra sakini', 'köylü', 'cahil', 'hödük' anlamları kazanmıştı ve Roma askeri jargonunda 'savaşçı olmayan', 'sivil', 'vasıfsız asker' anlamında kullanılıyordu. [15]

Paganus teriminin Latin Hristiyanlar tarafından müşriklere dair her şeyi kapsayan aşağılayıcı bir terim olarak benimsenmesi, dini bir grup içinde başlangıçta dini anlamdan yoksun olan bir Latin argo kelimesinin garip bir biçimde uzun süreli ve öngörülemeyen biçimde kalıcı kullanımı bu terimin zaferini temsil eder. Kelimenin bu evrimi yalnızca Latin batıda ve Latin kilisesi ile bağlantılı olarak gerçekleşti. Helen ve gentile (etnikler [ethnikos]) terimleri bazı yerlerde pagan kelimesinin yerini alırken paganos sözü 'aşağı ve sıradan' olanı ima eden tamamen seküler bir terim olarak kullanılmaya devam etti.
- Peter Brown, Late Antiquity, 1999 [16]

Bazı ortaçağ yazarlarına göre paganus sözcüğü Hristiyan terminolojisindeki anlamını daha çok Roma askeri jargonu aracılığıyla kazanmıştır. İlk Hristiyanlar askeri motifleri benimsemiş ve kendilerini Milites Christi (Mesih'in askerleri) olarak görmüşlerdir. [15] [17] Hristiyanların paganus yani 'sivil' olarak anıldığı Tertullian'ın De Corona Militis'inde (XI.V) paganusu hala dini bağlamda kullananlar için iyi bir örnek vardır [17] :

Apud hunc [Christum] tam miles est paganus fidelis quam paganus est miles fidelis.[18]
O'nun (mesihin) yanında sadık vatandaş da askerdir, tıpkı sadık askerin de vatandaş olması gibi. [19]

Paganus dini çağrışımlarını 4. yüzyılın ortalarında edinmiştir. [17] 5. yüzyılın başlarında paganos sözcüğü mecazi olarak Hristiyan cemaatinin sınırları dışındaki kişileri belirtmek için kullanılırdı. I. Theodosius döneminde Hristiyanların bayramlarını yasaklamak, tapınaklarını yıkmak gibi çeşitli eylemlerle paganlara karşı uyguladığı zulümden 15 yıl sonra Roma Vizigotlar tarafından yağmalanınca hemen ardından [20] insanlar arasında eski tanrıların şehri Hristiyan tanrısından daha çok koruduğunu söyleyen mırıltılar yayılmaya başladı. Augustinus bu duruma cevap olarak 'De Civitate Dei Contra Paganos' u ('Paganlara Karşı Tanrı'nın Şehri') yazdı. İçinde, düşmüş "İnsan şehri" ile tüm Hristiyanların nihai olarak vatandaşı olduğu "Tanrı şehri" ni karşılaştırdı. Bununla yabancı işgalcilerin şehirden veya kırsaldan olmadığını vurguluyordu. [21] [22] [23]

İngiliz dilinde ise pagan terimi 17. yüzyıla kadar onaylanmamaktadır. [24] Hristiyanların kullandığı gavur ve kafir sözcüklerine ek olarak Yahudilikte gentile (גוי / נכרי) İslamiyet'te kafir (كافر, 'inançsız') ve müşrik (مشرك, 'putperest') gibi birkaç aşağılayıcı terim kullanılmıştır. [25]

Helen

Yeni Hristiyanlaşan Roma İmparatorluğunun Latince konuşan Batı Roma İmparatorluğu'nda, Koini Grekçesi Antik Yunan'ın geleneksel çok tanrılı diniyle ilişkilendirildi ve batıda yabancı bir dil (lingua peregrina) olarak görüldü. [26] 4. yüzyılın ikinci yarısında Yunanca konuşulan Doğu İmparatorluğu'nda paganlar genellikle Helenler (Ἕλληνες, lit. 'Yunanlılar') olarak adlandırılıyordu. Kelimenin kültürel anlamda kullanılmasına neredeyse tamamen son verildi. [27] [28] Fakat bu anlamını aşağı yukarı Hristiyanlığın ilk bin yılı boyunca korudu.

Bu terim Hristiyanlığın Yahudi olan ilk üyelerinden etkilendi. Zamanın Yahudileri kendilerini yabancılardan etno-kültürel standartlardan ziyade din açısından ayırıyorlardı ve ilk Yahudi Hristiyanlar da aynısını yapardı. Roma'nın doğusundaki baskın pagan kültürü Helen kültürü olduğu için paganlara Helen adı verdiler. Hristiyanlık Yahudi olmayanlar için Yahudi terminolojisini miras aldı ve temas halinde oldukları Hristiyan olmayan toplumlara atıfta bulunmak için bunu uyarladı. Bu kullanım Yeni Ahit'te de kayıtlıdır. Pavlus'un mektuplarında gerçek etnik kökene bakılmaksızın neredeyse Yahudi olmayan herkes için kullanıldığı görülür. [28]

Helen'in dini bir terim olarak kullanılması başlangıçta yalnızca Hristiyan terminolojisinin bir parçasıydı ancak bazı Paganlar meydan okurcasına kendilerini Helen olarak adlandırmaya başladılar. Hatta diğer paganlar kelimenin dini gruplaşmaya yönelik geniş kapsamlı kültürel anlamı yerine daha spesifik olan dar anlamını tercih ettiler. Bununla birlikte terminolojinin evrimine şiddetle karşı çıkan birçok Hristiyan ve pagan da vardı. Örneğin Konstantinopolis Başpiskoposu Nazianzus'lu Gregory, Helen kültürünü (özellikle sözlü ve yazılı Yunanca konusunda) bastırmak için uğraşan imparatorluğa karşı çıkarak imparatoru açıkça eleştirdi. [27]

Helenizmin dini yönden damgalanmasının artışı 4. yüzyılın sonlarında Helen kültürü üzerinde caydırıcı bir etki yaptı. [27]

Bununla birlikte geç antik çağda kendini Helen olarak algılamadan da ana dil olarak Yunanca konuşmak mümkündü. [29] Yunancanın hem Doğu Roma İmparatorluğu içinde hem de çevresinde uzun süre boyunca ortak dil olarak kullanılması ironik bir şekilde Hristiyanlığın yayılmasını sağlamada merkezi hale gelmesine olanak tanıdı. Örneğin Pavlus'un Mektuplarında Yunanca kullanımının görülmesi gibi. [30 ] 5. yüzyılın ilk yarısında piskoposların iletişim kurduğu standart dil Yunanca idi [31] ve "Kilise Konseylerinin İşleri" (Acta Conciliorum) orijinal olarak Yunanca dilinde hazırlandı ve daha sonra diğer dillere çevrildi. [32]

Kafir

Kafir, eski İngilizcede Hristiyan veya Yahudi olmayan anlamındaki hæðen'den kelimesinden gelir ve eski İskandinav dilinde bu kelime heiðinn'dir. Terimin bu anlamı İncil'in Cermen diline ilk çevirisi olan Wulfila'nın İncil'indeki Helen'i (çapraz başvuru Markos 7:26) tercüme etmek için kullanılan ve Gotların Yahudi olmayan kadın anlamında kullandığı haiþno teriminden kaynaklanıyordu. Paganlar için kullanılan bu kelime zamanın Yunanca ve Latince terminolojisinden etkilenmiş olabilir. Eğer öyleyse Got dilindeki haişi'den (fundalıkta ki mesken) türetilmiş de olabilir. Ancak bu kanıtlanmamıştır. Hatta Yunancadaki etnik (ἔθνος - ethnos) kelimesi Ermeni dilindeki hethanos ödünç alınmış bile olabilir. [33]

Bir süre sonra bu terim, taraftarlarının kendilerini Kafir olarak tanımlayabilecekleri Germen neo-pagan hareketinin alternatif isimleri olan Heathenry ve Heathenism olarak yeniden canlandırıldı.

TANIM

[Devrin] başlangıcında (yani Milattan Sonra) paganizm gibi bir din olduğunu söylemek belki de yanıltıcı olabilir... Putperestlerin Hristiyanlıkla rekabet etmeden önce hiçbir dine sahip olmadıklarını söylemek de daha az kafa karıştırıcı olabilir. Aileleri ve siyasi bağlamları dışında ritüel veya dini konular hakkında söylem gelenekleri, kendilerini adamaları istenen organize inanç sistemleri, dini alana özgü otorite-yapıları, her şeyden önce belirli bir grup insana veya fikir kümesine bağlılıkları yoktu. Eğer pagan yaşamı hakkındaki doğru görüş buysa paganizme oldukça basit bir şekilde MS 2. ve 3. yüzyıllar arasında Hristiyanlar, Yahudiler ve diğerleriyle rekabet ve etkileşim için icat edilmiş uyduruk bir din olarak bakmamız gerektiği sonucu ortaya çıkar.
- North 1992, 187–88, [34]

Putperestliği tanımlamak sorunlu olduğu gibi ilgili terminolojinin bağlamını anlamak da önemlidir. [35] İlk Hristiyanlar kolaylık olması nedenleriyle çevrelerindeki çeşitli tarikatlardan tek bir grup olarak bahsetmişlerdir. [36] Paganizm genellikle çok tanrıcılığı ima ederken, klasik paganlar ile Hristiyanlar arasındaki temel ayrım tektanrıcılığa karşı çoktanrıcılık değildi. Putperestler genellikle tarih boyunca yüce bir tanrıya inandı. (Bununla birlikte bu tür putperestlerin çoğu ikincil tanrılar / iblisler sınıfına - bkz. Henoteizme - ya da ilahi varlıklara inanıyordu.) [10] Hristiyanlar için en önemli ayrım kişinin tek gerçek Tanrı'ya tapıp tapmadığı idi. Bunu yapmayanlar ister çok tanrılı veya tek tanrılı olsun ister ateist, kiliseye yabancı olmalarından dolayı putperestlerdi. [37] Benzer şekilde klasik paganlar grupları takipçilerinin saygı duyduğu tanrıların sayısına göre ayırmayı garip bulurlardı. Rahip heyetlerini (Pontifler Koleji veya Epulones gibi) ve kült uygulamalarını daha anlamlı ayrımlar olarak değerlendirirlerdi. [38]

Paganizme Hristiyanlık öncesi yerli dinler olarak değinmek de aynı derecede savunulamazdır. Tüm tarihsel pagan gelenekleri Hristiyanlık öncesine ya da onların ibadet yerlerine özgü değildi. [35]

Paganizm, terminolojisinin tarihi nedeniyle geleneksel olarak klasik dünyanın içinde ve çevresindeki Hristiyanlık öncesi ve dışı Greko-Romen, Kelt, Germen, Slav kabilelerininkiler de dahil olmak üzere kolektif kültürleri kapsar. [39] Bununla birlikte folklorcuların ve özellikle çağdaş paganların dili, ilk Hristiyanlar tarafından kullanılan asıl dört bin yıllık alanı tarih öncesine kadar uzanan benzer dini gelenekleri içerecek şekilde genişletmiştir. [40]

Paganizm Hristiyanlar tarafından şehvetli, materyalist, kendine düşkün, geleceğe ilgisiz ve daha ana akım dinlere ilgisiz olanları temsil eden bir hedonizm duygusuyla eşitlendi. Paganlar genellikle dünyevi klişeleri tanımlamak için de kullanılmıştı. [41] 
Bu nedenle G. K. Chesterton şöyle yazmıştır: "Pagan, takdire şayan bir duyguyla kendisinden zevk almaya koyuldu. Uygarlığının sonunda bir insanın kendisinden zevk alamayacağını ve başka bir şeyden zevk almaya devam edemeyeceğini keşfetti."