HABERLER
Dini Haber

İÇGÜDÜ VE AKIL

Yazan: Kirpi

İÇGÜDÜ VE AKIL

Deniz kaplumbağaları tüm hayatları boyunca genellikle suda bulunurlar. Dişi deniz kaplumbağası yalnızca yumurtlama döneminde kumsallara çıkar. Yumurtadan çıkan kaplumbağaların ilk işi denize doğru ilerlemek ve kendini bir an önce suya atmak olur. Peki kıyıda yumurtadan çıkan yavru kaplumbağalar denize doğru gitmeleri gerektiğini nerden anlıyorlar? Bilim insanları buna iç güdü diyorlar. Peki nedir içgüdü? Bu yazıda içgüdü ve aklın bilimsel tariflerini anlatarak sizleri yormayacağım. Genellikle bu iki kavramın felsefi yönlerini ele alacağım. Öncelikle şunu söylemem gerekir ki ben içgüdü ve aklı aynı şey olarak kabul ediyorum. Bunun nedenlerini biraz sonra açıklayacağım.

Türk dil kurumunun (TDK) içgüdü için yaptığı açıklama şu şekildedir:

- Bir canlı türünün bütün bireylerinde akıl ve düşünceden bağımsız olarak doğuştan gelen bilinçsiz her türlü hareket ve davranış, insiyak, sevkitabii

- Organizmayı o türe özgü olan bir amaca ulaşmaya sürükleyen davranış eğilimi


Açıklamada kullanılan “akıl ve düşünceden bağımsız olarak” ifadesi yanlıştır. Genellikle bu tarz izahlar yüzünden insanlar aklın ve içgüdünün farklı şeyler olduğunu zannediyorlar. Peki bu neden yanlış? Çok basit. İnsanlar kendi türlerine (yani etrafında bulunan insanlara) bakarak akıl ve düşünce diye tabir ettikleri şeyin tüm canlılarda yalnızca kendilerinde bulunduğu şekilde bulunması gerektiğini düşünüyorlar. Bu yüzden insanlar deniz kaplumbağasının yavrusunun yumurtadan çıktıktan hemen sonra denize doğru gitmesinin akılla verilen bir karar olmadığını aksine bunun içgüdüsel bir şey olduğunu düşünüyorlar. Doğru ya bir kaplumbağa denizde dolaşırken balıkçının av için bıraktığı yemin tuzak olduğunu anlamayarak balık toruna yakalanıyorsa onda akıl ne arar. Tıpkı kolay yoldan zengin olmak için parasını saadet zincirine yatıran insanlar gibi. Saadet zincirine inanmayan insanlarda var diyorsanız o zaman balıkçı toruna yakalanmayan kaplumbağalarda var derim. Mesele şu ki insanlar kendilerinin daha üstün olduğuna inanmak için hayvanların yaptıklarına iç güdü kendi yaptıklarınaysa akıl diyorlar. Esasında bunların her ikisi de aynı şey. Fark yalnızca içgüdü ve akıl dediğimiz şeyin işleyişi kısmındadır. Bu farklılığı yaratan en önde nedenler çevresel faktörler ve türüne göre gelişim sürecidir. Bunu daha iyi anlamanız için kendi hayatınız boyu yaptığınız her şeyi her hangi bir hayvan dediğimiz farklı türden olan canlının yaptıklarıyla kıyaslayın. Örneğin bizler yani insanlar yaşamımız boyunca 3 ana yoldan yürürüz. 1-Beslenme 2- Hayatta kalma 3-Üreme Bunu yapmayan her hangi bir canlı türü biliyor musunuz? Tabi ki hayır. Tüm canlılar bu 3 şeyi bire bir yada dolaylı yollarla kendi yaşamları boyunca yapıyorlar. Fakat bazı sivri akıllı arkadaşlarımız bir takım örnekler vererek insanı diğer tüm canlılardan farklı yapan bir şeyin olduğunu iddia ediyorlar. Söyledikleri argümanların zaten saydığımız 3 esas kolun birer parçaları olduğunu ise unutuyorlar. Şimdi o örneklerden bir kaçına hep birlikte bakalım.

1. Örnek: İnsanlar Hayvanlardan Farklı Olarak Konuşabiliyor

Sıradan bir örnek fakat bazı kesimler bu örneği insanla hayvanları ayırt eden en net argüman hesap ediyorlar. “Hayvanlar koklaşa koklaşa insanlar konuşa konuşa anlaşır” atasözü boşuna söylenmemiş. Argümanın yanlış yahut doğru olduğunu eleştirmeden önce önemli bir şeyi dikkatinize sunmak isterim. Öncelikle insan türünün bilimsel sınıflandırılması nasıldır ona bakalım.

İnsanın bilimsel sınıflandırması:
  • Âlem: Animalia
  • Şube: Chordata
  • Sınıf: Mammalia
  • Takım: Primates
  • Alt takım: Haplorhini
  • İnfra takım: Simiiformes
  • Familya: Hominidae
  • Alt familya: Homininae
  • Oymak: Hominini
  • Cins: Homo

Yani insanların hayvanlar aleminin bir parçası olarak memeliler sınıfına ait olması nedeniyle insanları ayırt etmek için kullanılan her türlü örnek bizzat hayvanlar aleminin kendisine aittir. Bu örnekler farklı türlerin farklı evrim süreçlerinde edindikleri bir takım becerilere verilen isimlerdir. Hayvan ve insan ayrımı yapmak bilimsel olarak bir hata olsa da bu yazımda öne sürülen örnekleri tek tek ele alacağız. 

Lafı fazla uzatmadan konumuza dönecek olursak insanın konuşabilmesi onun hayvanlardan daha üstün olması yahut hayvanda olmayan akla sahip olması anlamına gelmez. Bir yunusun yahut bir maymunun çıkardığı seslerin aslında onların konuştuğu diller olmadığının kanıtı nedir? İlla senin yahut benim gibi birbiriyle karşılaştığında selam vermesi, naber-nasılsın demesi mi gerek?
Yer yüzünde farklı dilleri konuşan milyonlarca insan var. Neden konuşma dediğimiz eylemin bir tek bizim çıkardığımız seslerden ibaret olduğunu düşünelim ki? Türkçe bilmeyen bir İngilizin önünde saatlerce konuşursak onun bizim söylediklerimizi anlama oranı bir kedinin miyavlamasını anlayacağı kadardır. O zaman bir kuşun bize bakarak ötmesi bir Türkün kendi dilinde bir İngiliz'e bir şeyler anlatmaya çalışmasından farkı ne? Aslında hiç bir şey sadece kendisine hayvan denilince bunu hakaret olarak kabul eden insanlar kendilerini üstün ırk yapmak için “konuşmayı yalnızca biz beceriyoruz” diye yalanlar uydurup kendilerini avutuyorlar. Kendisinden zayıf olan ve ona bir şeyler anlatabilmek için sürekli miyavlayan yahut havlayan kedi köpekleri öldürerek susturabilme yetkisini de üstün ırklarının temel hakları ilan etmeyi unutmamışlar. Kim bilir belki sokak köpekleri de insanların konuşmasından rahatsız olup onları sustura bilmek için saldırıyordur, olamaz mı?

Peki konuşabilme becerisi bir ayrıcalık mı? Konuşma eyleminin nasıl ortaya çıktığı hala kesin olarak bilinmiyor. Fakat bazı teoriler vardır. Dilleri dolayısıyla konuşma tarihimizi iki döneme bölebiliriz:
  1. İşaretleşme dönemi
  2. Yazı dönemi (sözel iletişim)

İnsanların yazılı iletişim döneminin genellikle yerleşik toplumların oluşmasıyla ortaya çıktığı düşünülüyor. Avcı ve toplayıcı topluluklarda (ilk insansı türlerde) genellikle işaret yöntemiyle konuşuluyordu. Nitekim günümüzde bile konuşurken kendimizi el kol hareketleri ve mimiklerimizle ifade etme yöntemi o dönemlerden kalan içgüdülerdir diyebiliriz. Dini kesim insanların konuşmasının Tanrı tarafından verilen bir şey olduğunu düşünüyor. Örneğin Rahman suresi 4. ayet.
Bu yüzden konuşmanın insanları diğer tüm canlılardan ayırt eden ve onu Tanrı katında özelleştiren bir şey olduğu kanısındalar. Tanrı insanlarla konuşarak kendini ifade ediyor ve harflerden oluşan kutsal kitaplar gönderiyor. Peki ya hayvanlar?
Ben insanların konuşmaya çevresinde olup bitenleri sesli olarak yansıtma yaparak başladıklarını düşünüyorum. Nitekim modern dillere baktığımızda bu sesli yansıtmayı tasdikleyen fosil kelimelerin hala yaşadığını görüyoruz. Örneğin İngilizcede var olan boom, bang gibi kelimeler. Bu kelimeler duyulan gürültülerin sesli yansımalarıdır. 

Örneğin sizin bir çocuğunuz oluyor ve çocuğunuzun ilk sözü anne oluyor. Peki anneyi neden İngilizce yahut Almanca değil de Türkçe söylüyor? Çünkü onun çevresinde konuşulan dil Türkçe ve duyduğu Türkçe sesleri yansıtmaya yani taklit etmeye çalışıyor. Nitekim taklit yöntemiyle insanlarla konuşan hayvanlar dahi olmuştur.

1971 yılında San Francisco Hayvanat Bahçesi'nde doğan Koko isimli bir goril Amerikan İşaret Dilinin (ASL) değiştirilmiş bir versiyonundan birçok el işareti öğrenerek insanlarla iletişim kurabiliyordu. Hatta bu goril bir yavru kediyi evcilleştirerek ona isim bile vermişti. Eğitmeni ve bakıcısı Francine Patterson Koko'nun "Goril İşaret Dili" (İngilizce: Gorilla Sign Language=GSL) olarak adlandırdığı 1000'den fazla işaretten oluşan aktif bir kelime dağarcığına sahip olduğunu söylemişti. Bu kadar kelime bilen bir goril 3 yaşında bir çocukla aynı konuşma düzeyine sahip demektir. Koko'nun çevresinde küçük yaşlardan itibaren İngilizce konuşulduğu için işaretlere ek olarak yaklaşık 2.000 İngilizce kelime anlayabiliyordu.

Dolayısıyla konuşma bir tek bizim yaptığımız şekilden ibaret değil, tüm canlılar kendi evrim süreçlerinde kendilerine has olan iletişim becerisi kazanmıştır. İnsanlarınki bu iletişim şekillerinden sadece birisidir. Bu yüzden konuşma örneği hayvanları içgüdü, insanları akıl sahibi olarak ayırmamız için yeterli değildir.

2. Örnek: İnsanlar Hayvanlardan Farklı Olarak Sanat Yapabiliyor ve Zevke Sahip.

Şimdi sizlere resim yapan bir kaç hayvan fotoğrafı göstereceğim. Bu fotoğraflara bakıp düşünmenizi istiyorum.


İlk bakışta “bu ne ya, böyle resim mi olur!” dediğinizi duyar gibiyim. Bunu söylemenizdeki neden resmin yalnızca sizin anladığınız ve sizin hoşunuza gidecek tarzda olması gerektiği önyargısıyla yaklaşmanızdan kaynaklıdır. Örneğin siz bir resim galerisine giderek hoşunuza giden bir resim alıyorsunuz. Fakat sizden önce o resme bakarak beğenmediği yada anlamsız bulduğu için satın almayan insanların olduğunu hiç düşündünüz mü? O zaman neden bir maymun yahut bir fil sizin hoşunuza gidecek resim çizmek zorunda olsun ki? Ya bu fotoğraftaki hayvanların çizdikleri resimleri anlayacak kadar gelişmediysen, yada onların gözüyle bakamıyorsan? Sonuçta senin anlamsız dediğin resimlere binlerce lira para veren insanlar var. Size çok basit bir örnek daha vereyim.
Sevdiği kadını etkilemek için hoşuna giden bir müzisyenin yaptığı aşk şarkısını söyleyen herhangi bir erkek de aslında o şarkıcıyı taklit ediyor değil mi? Peki kendi dişi türünü etkilemek için duyduğu tüm sesleri taklit eden Lir kuşunun insandan farkı ne? Kuşlar insanlar gibi şarkı bestesi yapamıyor diyorsanız yanılıyorsunuz. Şu resme iyi bakın.


1 numaralı görsel kuş melodilerinin zamana bağlı frekans değişimini göstermektedir. 2 numara kuşun melodilerinin notaya dökülmüş halidir. 3 ve 4 numaraysa insanlara ait bestelerdir.

Lir kuşu da duyduğu sesleri taklit ederken zaten bir nevi o duyduğu sesleri kendi enstrümanıyla notalara dökmüş oluyor, tıpkı insanlar gibi. Zaten müzisyenlerde yaptıkları tüm müziklerini notaları farklı kombinasyonlarda kullanarak oluşturdukları farklı dizilimler sonucu ortaya çıkarmıyor mu?

Örneğin sivrisineklerin vızıltısı sizi rahatsız edebilir fakat bir dişi sivrisineğin çıkardığı ses bir erkek sivrisinek için aşk şarkısı gibi bir şey. Önemli olan kimin hangi şekilde algıladığıdır.

Bir başka müzik yapan hayvansa Manakin kuşlarıdır. Tırtıklı, tarak benzeri tüylere sahip bu kuş kanatlarını bir sinekkuşundan bile daha hızlı titreştirerek kemana benzer bir müzik sesi çıkarır. Manakin'in kanatlarında diğer kuşlarda bulunmayan, müzik yapmaya yarayan kemikler vardır.

Dolayısıyla bizim hayvan ve insan diye ayırdığımız tüm canlılar kendi beden yapıları ve evrimsel süreçlerinde edindikleri beceriler sayesinde seslerden ve renklerden ibaret olan, sanat dediğimiz şeyi yapabiliyorlar. Yaptıkları sanatın sonunda ödül olarak bir dişiyle çiftleşmek varsa emin olun yaptıkları sanattan zevk te alabiliyorlar. Nitekim biz insanlar da sanatı ya birilerini etkilemek yada maddi anlamda hayatımızı sürdürebilmek için yapmıyor muyuz?.

3. Örnek: Hayvanlarda Duygu Yok

Dindar insanların genellikle duygu ile kast ettikleri şey, hayvanların insanlar gibi dini inanca sahip olamayacağıdır. Enteresan olan şu ki bunu Müslümanlar da iddia ediyor. Fakat her ne hikmetse secde yapan kuş, Kur'an'a basmayan kedi, Allah diyen aslan videolarını mucize diye paylaşmayı da ihmal etmiyorlar.
Gelelim asıl anlamıyla var olan duygunun hayvanlarda olup olamayacağına. Duyguya bir örnek olarak intikamı gösterebiliriz. Birisi bize kötü bir şey yaptığında ondan intikam alma duygusuyla yanıp tutuşuruz değil mi? Hatta tek bir kişinin intikam duygusu yüzünden koca devletler savaşlar dahi yapmıştır. Şimdi sizlere kısas duygusuyla ordu toplayıp savaş yapan hayvanları, hatta bu hayvan savaşının Türkiye'de yapıldığının tarihini anlatacağım.

Kuşların İlk Dünya Harbi 
 

Olay 1934 yılında Aydın, Trakya ve Bursa'yı da kapsayan geniş bir arazide gerçekleşmiş. Bursa'nın Orhangazi ilçesinde 6 kartal bir leylek yuvasına saldırıyor. Anne ve baba leylek te dahil tüm yavrularını öldürüyorlar. Bu olaydan bir kaç gün sonra kartallar saldırmak için yeni leylek yuvaları aramaya başlıyorlar. Fakat buldukları yuvaların hepsi boş durumunda. Çünkü leylekler bir gün önceden yavrularını korunaklı bir bölgeye taşımıştılar.
Fakat asıl ilginç olan kısmı çok başka. İnsanların savaş zamanı devletin her bölgesinden kendi rızasıyla orduya katılması gibi Türkiye'nin dört bir tarafından leylekler Orhangazi'ye gelmeye başlamıştı. Büyük bir kalabalık şeklinde kartalları aramaya başlayan leylekler sonunda onları bulup kanlı bir savaşa girişmişler. Bu savaş öyle bir merak uyandırmış ki çevre halkı yaralanmış leylekleri tedavi edip yeniden savaşa gönderiyordu. Bunun yanı sıra leyleklere yardım için av tüfekleriyle bir kaç kartalı dahi vurmuşlar. 18 Ağustos 1934 yılında The Times'ın İstanbul muhabirinin haberine göre çevre halkı dönemin Genelkurmay Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak Paşa’ya haber göndererek savaşa müdahale etmelerini rica etmişler.

1934 yılının gazete kupürlerinde bu olay şöyle anlatılmış:
Üç gündür süren leylek ve kartallar savaşında bugün leylekler üstün duruma geldiğinden leylekler yuvalarına gelip yavruları ile meşgul olmuşlardır. Aldıkları yaralarla yuvalarına gelen leylekler ölen yavruları yuvadan atmışlar sonra dönüp tekrar savaşa gitmişlerdir. Halk yavru leylekleri gözetip kolluyor. Menderes yakınında çalışan çiftçiler 2000 kadar leyleğin takviye birlik olarak savaşa geldiğini bildirmişlerdir.

Savaşın sonucunda 29 leylek ve 33 kartal hayatını kaybetmiş ve savaş leyleklerin kazanmasıyla sonuçlanmıştı.

Aklı ve duyguları yok dediğimiz hayvanlar yavrularının öldürülmesi nedeniyle ordu toplarcasına organize olarak savaşa tutuşabilir mi? Leyleklerin eğer savaşmazlarsa kartalların geri kalan yavrulara da zarar vereceğini düşünmesi gerçeklik değilse nedir? Soruyorum sizlere; Çocuğunu öldüren insan anne ve babalar mı akıllı yoksa ölmüş yavrusu için ordu toplayıp savaş yapan leylekler mi?

Sonuç olarak insana özgü dediğimiz her şeyin karşılığı diğer tüm canlılarda dolaylı yahut birebir aynısı olarak mevcuttur. Zira insanın kendisi hayvanlar aleminin bir parçası olduğu için sizin "insana has" dediğiniz her türlü beceri aynı zamanda hayvanlar aleminin bir parçası olmuş oluyor. Fakat insan türünün yaptığı şeyleri göstererek başka canlılar bunu yapamıyor, onun için tek akıllı biziz diyemeyiz. Zira her türün kendine özgü bir evrim süreci vardır. Siz buna ister içgüdü deyin ister akıl. Sonuçta hem içgüdü hem de akıl canlıların hayatta kalma, beslenme ve üremesi için gerekli olan unsurların ve bu çabalarının birleşmiş halidir.

« ÖNCEKİ YAYIN
SONRAKİ YAYIN »