HABERLER
Dini Haber
A etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
A etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

MUHAMMED'İN SAVAŞ KANUNLARI

Hazırlayan: A.Kara
A,din, islamiyet, Muhammed'in savaş hali emirleri, Hz. Muhammed'in savaş kanunları, Yahudi katliamı, Beni Nadir, Beni Kurayza, Dırar Mescidi, İslama zorlama, Müminlerin köle ticareti,

MUHAMMED'İN SAVAŞ HALİ EMİRLERİ


Bazı Müslümanlar Muhammed'in savaş sırasında: Ağaçları kesmemeyi, kadınları, çocukları, hastaları, yaşlıları, rahip ve keşiş gibi din adamlarını öldürmemeyi, yemek dışında hayvan öldürmemeyi, tapınak ve ibadethaneleri yıkmamayı, ölülerin biçimlerini bozmamayı, evleri yıkmamayı, teslim olanları öldürmemeyi, esirlere karşı iyi olmayı ve onları beslemeyi, kaçanları öldürmemeyi veya İslam'a geçmeye zorlamamayı emrettiğine inanıyorlar. Kur'an ayetleri ve hadislerle iddia edilen bu savaş kanunlarının gerçek durumuna bakacağız.
Başlarken belirtmeliyim ki "hasta olanları öldürmeyin" maddesini kafadan eliyorum, çünkü bununla ilgili ayet yada hadis yok.

Ağaçları Kesmeyin

Muhammed'in sedir ağacını kesmeyi yasaklamasının bazı doğru yönleri var:

Abdullah ibn Habeşi anlatıyor:
Peygamber şöyle dedi: Eğer biri sedir ağacı keserse Allah onu cehenneme sürükler.

Ebu Davud bu geleneğin anlamını sordu. Dedi ki: "...Eğer birileri gereksiz yere, haksız yere ve herhangi bir hakka sahip olmadan, gezginlerin ve hayvanların gölgesinde barındığı bir ağacı keserse Allah onu cehenneme getirir.
[Sunan Abu Dawud 42:5220]

(Abdullah) bin Ömer şöyle rivayet ediyor :
Peygamber muhasara esnasında Beni Nâdir'in yaş hurma ağaçlarını yaktırdı ve kestirdi. Onların durumunu dile getiren Resûlullah'in şâiri Hassan bin Sabit;
"Beni Nadir Yahudilerinin hurmalığı olan el-Buveyrc mevkindeki yaygın olan yangın mümin olan Kureyş eşrafınca kolayca gerçekleşti" şiirini bu olay hakkında söyledi."
[Sunan Ibn Majah 4:24:2845]

Kadınları Öldürmeyin

Peki erkeği öldürmekte sorun yok mu? Ya saldıran askerler kadın olursa?

Muhammed'in çocukları öldürmeyi yasakladığı bir hadise bakalım:

Muhammed'in önderliğindeki keşif gezileri sırasında bir kadın öldürülmüş bulundu ve Allah'ın elçisi kadın ve çocukları öldürmeyi yasakladı.
[Sahih Bukhari 4:52:257]

Bu hadiste Muhammed kadın ve çocukları öldürmeyi yasaklıyor görünse de başka bir hadiste farklı bir alternatif sunduğu görülüyor:

Sa'b'ın rivayetine göre Allah'ın elçisine gece baskınında öldürülen çok tanrılı kadın ve çocuklar hakkında sorulduğunda şöyle dedi "onlar da onlardandır (هم منهم, hum min-hum)"
[Sahih-i Müslim, Kitap 32, Hadis 30; Sahih-i Müslim 1745a]

Dolayısı ile bu ifadesi ile Muhammed'in putperest kadın ve çocukların öldürülmesine onay veren bir savaş felsefesine sahip olduğu görülüyor.

Peki ilk hadise dönersek, Muhammed neden kadınları öldürmeyi reddetmişti?

Hanzale anlatıyor:
Huneyn gününde Allah'ın elçisi ile seyahat ettik ve akşam olana kadar uzun bir süre yolculuk yaptık. Resulullah ile birlikte duaya katıldım.

Bir süvari geldi ve şöyle dedi: "Resulullah, senden önce gittim, tüm kabileyi gören bir dağa tırmandım ve Huneyn'de toplanan kadınları, sığırları ve koyunları gördüm." dedi.
Resulullah gülümsedi ve şöyle dedi: "Allah dilerse yarın Müslümanların ganimetleri olacaklar."
[Sunan Abu Dawud 14:2495]

Sonra Allah'ın elçisi Abdu'l-Ashal'ın erkek kardeşi Said bin Zeyd'i Beni Kurayza'dan esir alınan kadınların bir kısmı ile birlikte Necid şehrine gitti ve onları (esir kadınları) at ve silah almak için sattı.
[Ibn Ishaq, p. 693]

Bu nedenle bazı savaşlarda Muhammed ve ordusunun kadınları öldürmediği doğrudur ancak bunun nedeni askerlerin cinsel ihtiyacını karşılamak ve bu esir kadınları satmaktır. Köleleştirilmiş kadınların bir seçeneği yoktu ve ganimet olarak görülüyorlardı. Zaten Kur'an "sağ elinizin sahip oldukları" ve "savaşta ele geçirilen kadının ganimet olduğu" ayetlerle bu gerçeği görmek isteyene gösteriyor.

Çocukları Öldürmeyin

Bu da tıpkı Muhammed'in "onlar da onlardan (هم منهم, hum min-hum)" dediği hadisteki durum gibidir. Yani gece baskınlarında öldürülürler. Öldürmezsen de yine köle pazarında satarsın.

Yaşlıları Öldürmeyin

Durum böyle mi gerçekten? Hadise bakalım:

Abdullah anlatıyor:
Hz. Peygamber Necm suresini okudu ve secde etti ve onunla birlikte olan herkes de secde etti. Fakat yaşlı bir adam bir avuç toz aldı ve “Bu benim için yeterli” diyerek alnına dokundu. Daha sonra onun bir kafir olarak öldürüldüğünü gördüm.
[Sahih Bukhari, Dar-us-Salam reference Hadith 3972; In-book reference Book 64, Hadith 25]

Bunun yanında Ebu Davud'da iki zayıf hadis var, biri "eli ayağı tutmayan yaşlı adamı öldürme" diyor, diğeri ise "çok tanrılı olan yaşlıları öldür" diyor. Peki hangisine inanalım?

Semûra b. Cündüb'den rivayetle; Rasûlullah (s.a.v); "Müşriklerin yaşlılarını öldürün, çocuklarını bırakın" buyurmuştur.
[Sunan Abu Dawud, Dar-us-Salam reference Hadith 2670]

Keşiş yada Papazları Öldürmeyin

Bu sözde emir ile ilgili de herhangi bir hadis bulunmamaktadır. Fakat Müslüman olmayıp kitap ehli olanlarla savaşmayı emreden ayet vardır:

Tevbe suresi 29.ayet:
"Ehl-i kitap’tan Allah’a ve âhiret gününe inanmayan, Allah ve resulünün yasakladığını yasak saymayan ve hak dine uymayan kimselerle, yenilmiş olarak ve kendi elleriyle cizye verinceye kadar savaşın."

Tapınak ve İbadethaneleri Yıkmayın

Muhammed'in Mescid-i Dırar'ı yıktırması:

Allah'ın elçisi Tebük'e gitmek üzere hazırlandığı sırada, "Dırâr Mescidi"nin kurucularından beş kişilik bir heyet gelerek, "Yâ Resûlallah! Kış gecesinde ve yağmurlu zamanlarda hasta ve hâcet sâhibi olanların namaz kılmaları için bir mescid yaptık. Sel geldiği zaman vâdî, Kubâ Mescidi cemâati ile aramıza engel oluyor. Böyle durumlarda, namazımızı kendi mescidimizde, sel çekilip gidince de Kubâ Mescidi'nde onlarla birlikte kılacağız. Senin gelip mescidimizde bize namaz kıldırmanı arzu ediyoruz" dediler. Peygamber (s.a.v): "Ben, şimdi sefere çıkmak üzere meşgul bulunuyorum. Seferden dönüp gelecek olursak ve Allah da dilerse, yanınıza gelir, onun içinde size namaz kıldırırız" dedi.

Peygamber, Tebük'ten dönüp Medîne'ye gelirken Zi-Evân denilen yerde konakladı. Bu sırada Allah ona "Dırâr Mescidi" ile ilgili ayetleri (Tevbe suresi 107-110.ayetler) gönderdi. Bunun üzerine Peygamber, takipçilerini çağırarak "Gidin ve sahipleri adaletsiz olan bu camiyi yakın" dedi...
[Tabari, Volume 9, The last Years of the Prophet, pg 60-61]

Muhammed, tapınak ve kiliseleri yıkmayı emretmediği gibi şöyle de bir tavsiye vermişti:

Talha bin Ali şöyle anlatıyor: "Peygamberin delegeleri olarak dışarı çıktık; ona bağlılık yemini ettik ve onunla birlikte dua ettik. Topraklarımızda bize ait bir kilise olduğunu söyledik ve arınma için bize kalan abdest suyunu vermesini sorduk. Suyu istedi, abdest aldı ve ağzını çalkaladıktan sonra bir kabın içine çıkardı ve bize : 'Gidin, ve topraklarınıza geri döndüğünde kilisenizi yıkın, bu suyu oraya serpin ve orayı Mescid yapın' dedi.
Dedik ki: 'Topraklarımız çok uzak ve çok sıcak, gidene kadar su kuruyacak.'
Dedi ki: 'Ona daha fazla su ekleyin çünkü bu onu iyi hale getirecek.' Böylece oradan ayrıldık ve ülkemize geldiğimizde kilisemizi yıktık, sonra o yere su döktük, mescide dönüştürdük ve içinde Ezan okuduk. Keşiş Tayy'den bir adamdı. Ezan'ı duydu ve  'Bu gerçek bir çağrıdır.' dedi: Daha sonra tepelerden birine doğru yöneldi ve onu bir daha hiç göremedik."
[Sunan an-Nasa'i 1:8:702, In-book reference Book 8, Hadith 14, Reference Hadith 701]

Kabe putperestler için kutsal bir yerdi. Orada 360 putları vardı fakat Muhammed onları yok etti:

Hazreti Peygamber Fetih gününde Mekke'ye girdiğinde, Kâbe'de 360 tane put vardı. Peygamber onlara elindeki bir sopa ile vurmaya başladı ve "Hakikat geldi ve yalan ne başlayacak ne de yeniden ortaya çıkacak." dedi.
[Sahih Bukhari 5:59:583, Dar-us-Salam reference Hadith 4287, In-book reference Book 64, Hadith 320]

Dolayısıyla mescidleri, kiliseleri, tapınakları ve putperestlerin putlarını yok etmekte bir sorun yok gibi görünüyor.

Ölülere Zarar Vermeyin

Abdullah bin Yezid El-Ensari anlatıyor:
Peygamber, izinsiz olarak başkalarına ait olanların ellerinden alınmasını ve ayrıca cesetlerin biçimini bozmayı yasaklanmıştır.
[Sahih Bukhari 3:43:654]

Ölünün şekli bozulmuyormuş, birde yaşayanlara bakalım:

Enes ibn Mâlik şöyle demiştir: Ukl kabilesinden bir topluluk Peygamber'in huzuruna geldiler, İslam dinine girdiler. Fakat hastalandıklarından dolayı Medine'de ikamet etmek istemediler. Peygamber de onlara Beytu'1-mâl'e ait sadaka develerinin bulunduğu yere gitmelerini, develerin sidiklerinden ve sütlerinden içmelerini emretti. Onlar Peygamberin dediğini yaptılar ve sağlıklarını kazandılar. Sonra dinden geri döndüler, develerin çobanlarını öldürdüler ve develeri sürüp götürdüler. Onların bu işleri Peygamberce ulaşınca arkalarına bir süvari birliği gönderdi. Yakalanıp getirildiler. Peygamber onların ellerini ve ayaklarını kestirdi, gözlerini oydurdu. Peygamber onların kesilen yerlerine kanın dinmesi için dağlama ameliyyesi yapmayıp öylece terk etti. Nihayet öldüler.
[Sahih Bukhari 1:4:234]

Yemek İhtiyacı Dışında Hayvanları Öldürmeyin

Fakat Muhammed'in aşağıdaki hadiste belirtilen hayvanları öldürmekle herhangi bir problemi yok gibi görünüyor:

İbn Ömer'den rivayetle:
"Peygamberin karısı Hafsa Allah'ın Elçisinin şöyle dediğini söyledi: "Onları öldüren kişinin günah işlemeyeceği beş hayvan var: Akrepler, kargalar, çaylak kuşları, fareler ve köpekler."
[Sunan an-Nasa'i, Dar-us-Salam reference Volume 3, Book 24, Hadith 2892; In-book reference Book 24, Hadith 0; Reference Hadith 2889]

Teslim Olanları Öldürmeyin

Beni Kurayza katliamına bakalım. Bu olayda savaşmakta olan Yahudilerin artık dayanacak güçleri kalmamıştı ve teslim olmayı seçtiler. Onlara verilecek hüküm için Muhammed, eski bir Yahudi olan Sad Bin Muaz'a danışıyor ve Sad'ın kararı şöyle oluyor:

“Ben, onlar hakkında buluğ çağına eren erkeklerin boyunlarının vurulmasına; malların Müslümanlar arasında taksim edilmesine, çocuklarla kadınların ise esir alınmasına hükmettim.”
Peygamber Efendimiz, Hz. Sa’d’ı bu hükmünden dolayı tebrik ve takdir ederek, “Sen, onlar hakkında, Allah Teâlâ’nın yedi kat gökler üzerinde verdiği hükmüne uygun hüküm verdin” buyurdu. [Sîre, 3:251; Tabakât, 3:426; Taberî, 3:56]

İslami kaynaklara göre 400 ila 900 civarı Yahudi'nin, eş ve çocuklarının gözleri önünde boyunları vurulur. Daha sonra bunları Medine'nin pazar yerinde kazılan hendeklere atarlar.
[Ibn İshaq, Sîre, 684-700/II, 233-54.]

Esirlere İyi Davranın ve Onları Besleyin

Bedir savaşından bahsedilen Enfal suresinin 67, 68 ve 69.ayetlerinin nüzul sebebi ile ilgili ilginç bir rivayet var. Sebeb-i Nüzul şöyle diyor:

Resulullah, Müslümanlara Bedir esirleri hakkında danıştığında şöyle dediler: 'Ey Allah'ın Elçisi, onlar sizin kuzeninizdir, bu yüzden onları fidye karşılığında serbest bırakın'. Ömer bin Hatta şöyle dedi: 'Hayır, Ey Allah'ın Elçisi, onları öldürmelisin'. Sonra "O yerde gerekli temizliği yapıp hâkimiyetini kuruncaya kadar bir peygamberin esirlerinin olması uygun değildir" (Enfal 67) ayeti açıklandı.
İbn Ömer şöyle dedi: “Sonra Allah'ın Elçisi Bedir mahkumlarıyla ilgili olarak Ebubekir'e danıştı ve Ebubekir şöyle dedi: "Onlar sizin halkınız ve klanınız, serbest bırakın!". Fakat sonra Ömer'e danışınca Ömer şöyle dedi: 'Öldür onları'.
Resulullah, fidye karşılığında onları serbest bıraktı. Yüce olan Allah daha sonra şunu söyledi: "Allah’ın daha önceden yazılmış bir hükmü olmasaydı elde ettiğiniz menfaat sebebiyle size büyük bir azap dokunurdu." (Enfal 68)
"Artık aldığınız ganimetten helâl ve hoş olarak yiyin, Allah’a itaatsizlikten sakının, Allah son derecede bağışlayıcı ve esirgeyicidir." (Enfal 69)
Sonra peygamber Ömer'in yanına gitti ve ona şöyle dedi: 'Az kalsın görüşüne uymayarak bir talihsizlik yaşayacaktık'
[Asbab Al-Nuzul, on verse 8:67]

Yani esirlere iyi davranmak bir yana, Allah emretti denerek tümünün öldürülmesine karar veriliyor.

Kaçanları Öldürmeyin

Cabir bin Abdullah, Muhammed'in şöyle dediğini aktarıyor:
"Eğer bir köle şirk ülkesine kaçarsa, kanını akıtmaya (öldürülmesine) izin verilir" dedi.
[Sunan an-Nasa'i, Dar-us-Salam reference Volume 5, Book 37, Hadith 4058; In-book reference Book 37, Hadith 88; Reference Hadith 4053]

İslama Geçmeleri İçin Zorlamayın

Halid bin Velid Necran'a giderken İslam peygamberinin ona verdiği talimata bakalım:

Resûl-i Ekrem Efendimiz bu tarihte Hz.Halid bin Velid'i dört yüz mücahitle Yemen civarındaki Necran'da oturan Haris bin Ka'b oğullarına gönderdi.
[İbni Hişâm, Sîre, 4:239; İbni Sa'd, Tabakât 1:339; Taberî, 3:156]
Resûlullah'ın Halid bin Velid'e emri şöyleydi:
"Onları üç gün İslâm'a dâvet et, icâbet ederlerse, gerekeni yap. Şayet icabet etmekten kaçınırlarsa onlarla SAVAŞ!"
[İbni Hişâm, Sîre, 4:239; İbni Sa'd, Tabakât, 1:339]

Şimdi Tirmizi, Ebu Davud, Sahih Muslim gibi kaynaklarda geçen daha detaylı hadise bakalım:

Büreyde anlatıyor:
"Resûlullah bir ordunun başına komutan tayin ettiği zaman, Allah'a karşı muttaki olmasını, beraberindeki Müslümanlara da hayır tavsiye eder ve sonra şunları söylerdi: "Allah'ın adıyla ve Allah'ın rızası için savaşın. Allah'ı inkâr eden kâfirlerle çarpışın. Gazâ edin fakat ganimete hıyanet etmeyin, haksızlıkta bulunmayın, ölülerin vücutlarına sataşıp burun ve kulaklarını kesmeyin, (önünüze çıkan) çocukları öldürmeyin!

Müşrik düşmanlarla karşılaşınca onları önce İslâm'a dâvet et. İcâbet ederlerse hemen kabul et ve elini onlardan çek. Sonra onları yurtlarından muhâcirler diyarına hicrete dâvet et. Ve onlara haber ver ki, eğer bunu yapacak olurlarsa Muhacirler'e va'd edilen bütün mükâfaat ve vecibeler aynen onlara da terettüp edecektir. Hicretten imtina edecek olurlarsa bilsinler ki, Müslüman bedevîler hükmündedirler ve Allah'ın mü'minler üzerine câri olan hükmü onlara icra edilecektir; ganimet ve fey'den kendilerine hiçbir pay ayrılmayacaktır. Müslümanlarla birlikte cihâda katılırlarsa o hâriç, (o zaman ganimete iştirak ederler.)

Bu şartlarda Müslüman olma teklifini kabul etmezlerse,  onlardan  cizye iste, müspet cevap verirlerse  hemen kabul et ve onları serbest bırak.

Bundan da imtina ederlerse, onlara karşı Allah'tan yardım dile ve onlarla savaş. Bu durumda bir kale ahâlisini muhâsara ettiğinde onlar senden Allah ve Resûlü'nün ahd ve emânını talep ederlerse kabul etme; onlar için, kendine ve ashâbına ait bir emân tanı. Zira sizin kendi ahdinizi veya arkadaşlarınızın ahdini bozmanız, Allah'ın ve Resûlü'nün ahdini bozmaktan ehvendir.

Eğer bir kale ahalisini kuşattığında onlar, senden Allah'ın hükmünü tatbik etmeni isterlerse sakın onlara Allah'ın hükmünü tatbik etme, lâkin kendi hükmünü tatbik et. Zira Allah'ın onlar hakkındaki hükmüne isâbet edip etmeyeceğini bilemezsin."
[Tirmizî, Siyer 48, (1617), Diyât, 14, (1408); Ebu Dâvud, Cihâd 90, 2612, 2613]
[Sahih Muslim, In-book reference Book 32, Hadith 3; Reference Hadith 1731a; Related Qur'an verses 9.29]

Yani durum şu: "Haraç ver ya da öl!"
Müslüman olmayanlara saldırmanın ve onları İslam'ı kabule zorlamanın yanı sıra Muhammed'e göre eğer bir Müslüman İslam'dan ayrılmaya karar verirse o da öldürülmelidir:

İkrime şöyle rivayet ediyor:
Allah'a inanmayanlardan bazıları Ali'ye getirildi ve Ali onları yaktı. Bu olayın haberi İbn’i Abbas’a ulaşınca Abbas şöyle dedi “Eğer onun yerinde olsaydım (Ali) Allah’ın cezası ile kimseyi cezalandırma ”diyerek, Allah’ın Elçisinin yasakladığı gibi onları yakmazdım. Onları Allah'ın Elçisinin söylediği “Her kim İslam dininden başka bir dine geçerse onu öldürün” ifadesine göre öldürürdüm.”
[Sahih Bukhari, Dar-us-Salam reference Hadith 6922; In-book reference Book 88, Hadith 5; Reference Volume 9, Book 84, Hadith 57]

Müslüman olmayanları öldürme öğretisi nedeniyle bugün bile dünyanın dört bir yanında dinden çıkmış olan eski Müslümanların ölüm tehditleriyle başa çıkmaları gerekiyor...

ZEMZEM SUYU GERÇEĞİ (ARSENİK ZEHİRLENMESİ)

Hazırlayan: A.Kara
A, din, islamiyet, Zemzem, Zemzem suyu, Kutsal su, Zemzem yararlı mı?, Zemzemin içeriği, Zehirli Zemzem, Zemzem kuyusu, Zemzem suyunun kökeni, Arap paganizmi, Eski Arap inançları,

KUTSAL ZANNEDİLEN ZEHİRLİ SU : "ZEMZEM"


Zemzem Kuyusu, İslam'ın en kutsal yeri olan Kabe'nin 20 metre doğusunda, Suudi Arabistan'ın Mekke kentindeki Mescid-i Haram'ın içinde yer almaktadır. 35 metre derinliğindeki kuyuya tepesindeki zarif bir kubbe ev sahipliği yapıyor.

Her yıl milyonlarca Müslüman Hac veya Umre sırasında kuyuyu ziyaret edip zemzem suyundan içiyor ve pek çok durumda yakın arkadaşlar arasında dağıtılmak üzere suyun bir kısmından eve götürüyorlar.

Zemzem suyuyla ilgili bazı hadislere bakalım:

Ebu Zer: ”Tam otuz günden beri buradayım” diye cevap verir.  “Peki seni kim doyuruyordu” diye sorar Allah Resulü. Şu cevabı verir Ebu Zer: “ Zemzem suyundan başka yiyeceğim yoktu. Fakat karnımın kıvrımları kaybolacak kadar kilo aldım. Açlık da hissetmiyorum”. Peygamber (sav) Efendimiz şöyle buyurdu:
“O zemzem gerçekten mübarektir, o gerçekten doyurucu bir gıdadır.”
[Müslim, Fedailü’s-sahabe, 132, İbn Hanbel, V, 174]

Peygamber (sav) Efendimizin ifadesiyle “ Zemzem, “mübarek bir sudur” ve “ne amaçla içilirse ona yarar sağlar. Şifa için içersen Allah şifa verir. Açlığı gidermek için içersen karnını doyurur, susuzluğunu gidermek için içersen, susuzluğunu giderir. O Cebrail (as)’in kazıp çıkardığı ve Allah’ın İsmail (as)’i suladığı sudur”
[El-Hakim, Müstedrek, 471]

 Enes b. Malik (ra) anlatıyor:
“Resulullah (sav) çocuklarla oynarken Cebrail (as) yanına geldi. Onu tutup yere yatırdı, kalbini yardı ve oradan bir kan pıhtısı çıkardı ve Resulullah (sav) e: “Şeytanın senden olan nasibi işte budur” dedi. Kalbini altın bir tasın içinde Zemzem ile yıkadıktan sonra yerine koydu ve kapattı. Çocuklar koşarak sütannesine geldiler ve: “ Muhammed’i öldürdüler” diye durumu haber verdiler. Peygamber (sav) Efendimizin yanına geldiklerinde, renginin atmış olduğunu gördüler”. Enes b. Malik bu olayı anlattıktan sonra: “Peygamber Efendimizin göğsünde meleğin diktiği iğnenin izini gördüm” derdi.
[Sunen-i Tirmizi Bölüm 83 Hadis 3346; Buhârî, Menakıb: 27; Müslim, İman: 17;]
[Müslim, İman, 261. Ahmet b.Hanbel, Müsned, III,149. 288]

"İşte şuradan şurama kadar, yâni boğazın altındaki çukurdan göğüste kıl biten yere kadar yardı. Kalbimi çıkardı, içi îmân dolu altın bir tas getirdi. Kalbimi yıkadı sonra da iç organlarımı yıkadı. Sonra kapattı."
[Senâullah-ı Pânî Pütî, Abdülhâk-ı Dehlevî]

Muhammed bin Abdirrahman bin Ebî Bekir (Radtyaüâhü an-hüm)'âen rivayet edildiğine
göre şöyle demiştir:
Ben (bir defa) İbn-i Abbâs (ra) yanında oturuyordum. Bir adam onun yanına geldi. İbn-i Abbâs (ra), adama:
— Nereden geldin? diye sordu. Adam:
— Zemzem'den (geliyorum), dedi. İbn-i Abbâs (ra) ona:
— Zemzemden lâyıkıyla içtin (mi?), dedi. Adam:
— Bu nasıl olur?, diye sordu. İbn-i Abbâs (ra):
— Zemzem'den su içmek istediğin zaman kıbleye doğru dur, Allah'ın ismini an, Zemzem suyunu içerken üç defa nefes al ve ondan kana kana iç. Zemzem suyunu böylece içtikten sonra Allah'a hamd et. Çünkü Resûlullah (sav) buyurdular ki: Bizimle münafıklar arasındaki alâmeti farika onların Zemzem'den kana kana içememeleridir."
[Sünen-i İbn Mace, Bab 78, Hadis 3061]

Hadislerden anlayabileceğiniz gibi zemzemin kutsal olduğuna dair ciddi bir inanış var öyle ki anlatımlara göre Muhammed'in kalbi yerinden çıkarılıp zemzemle yıkanıyor. Ayrıca yüzlerini Kabe'ye dönmeden içmemeleri, suyu içmenin yüksek ateşe ve ne niyetle içilirse ona fayda vereceği söyleniyor.

İSLAM ÖNCESİ TARİHİ

Sefa ve Merve, Mekke'de bulunan iki tepedir. Sefa ve Merve çevresindeki tavaf, Zemzem kuyusu ve Mekke'ye hac yolculuğu şimdi Müslümanların uyguladığı eylemler olsa da bunlar İslam öncesi putperestler tarafında da uygulanan ayinlerdendi.

Arap tarihçilerine göre Zemzem Kuyusu kuruduğu veya kum altına gömüldüğü birkaç dönem dışında yaklaşık 4000 yıldır kullanılıyor. İnanışa göre kuyu Allah'ın emri altındaki Hz. İbrahim'in karısı Hacer ve küçük oğulları İsmail'i terk ettiği çorak ve ıssız bir vadiden mucizevi bir şekilde çıkan bir kaynak yerini işaret eder. Su arayışında olan Hacer susuzluktan ölmekte olan İsmail'e su sağlamak için umutsuzluk içinde Sefa ve Merve'nin iki tepesi arasındaki kavurucu sıcakta yedi kez ileri geri koştu. Allah merhamet edip Cebrail'i gönderince Cebrail zemini kazıyıp su kaynağının ortaya çıkmasını sağladı. Hacer kaynak bulduğu ve suyun bitmesinden korktuğu için onun çevresini kum ve taşlarla sardı. Zemzem isminin kaynağı "Zomë Zomë" ibaresidir ve "akmayı kes" anlamına gelir. Bu söz Hacer'in kaynak suyunu zapt etmeye çalışması sırasında tekrarlanan bir komuttur. Daha sonra kuyuya dönüştürülen kaynağın çevresi karavanlar için dinlenme yeri haline geldi ve sonunda Hz. Muhammed'in doğum yeri olan ticaret kenti Mekke'ya dönüştü.

MÜSLÜMANLARIN ZEMZEM'İ ŞİFA ZANNETMESİNE DAİR

İnanışa göre zemzem suyunun mucizelerinden biri hem susuzluğu hem de açlığı giderebilmesidir. Muhammed'in İslam öncesi yoldaşlarından biri suyun 'shabbaa'ah' yani doyurucu olduğunu söylemişti. Su kaplara dolduruldu ve insanların ailelerini beslemelerine yardımcı oldu.Yine iddiaya göre son birkaç yılda Zemzem suyu örnekleri bilim adamları tarafından toplanmış ve suyun içinde onu daha sağlıklı hale getiren yüksek kalsiyum gibi bazı özellikler bulmuşlardır.
Muhammed peygamber Zemzem'in iyileştirici etkileri olduğunu söyledi. Bu nedenle Mekke'ye gelen hacılar hasta olan akraba ve arkadaşlarına içirmek için şişelere doldurup taşırlar.

Ayrıca İslam peygamberinin iki torunu Hasan ve Hüseyin'in diş etlerini  zemzemle ovaladığı da söylenmektedir. Ek olarak Muhammed'in zemzem suyunu ibrik ve su derilerine doldurarak Medine'ye götürdüğü bildirilir.

Hastaların üzerine bu suyu serpiyor ve içmelerini sağlıyordu.

Bazı Hadislerde zemzem suyunun iyileştirici etkileri olduğu bildirilmiştir. Hadislerde şöyle söylenir: Cabir'den rivayetle Hz. Muhammed şöyle demiştir: "Zemzem Suyu herhangi bir amaçla içip sarhoş olmak için iyidir." Başka bir hadiste" Zemzem Suyu her hastalığın şifasıdır." deniyor. Dünyanın dört bir yanındaki Müslümanlar suyun kutsandığına inanıyor.

BİLİME KARŞIT MÜSLÜMAN İDDİALARI

İdrar, süt ve alkolde olduğu gibi Müslümanlar çoğu zaman dini inançlarının bilim tarafından desteklendiğini iddia ediyorlar.

İddia şu yönde:
Bangladeş Atom Enerjisi Komisyonu'nun dört kıdemli uzmanı zemzem suyunun musluk suyu veya solar pompa suyundan bilimsel olarak daha üstün olduğunu söyledi. Uzmanlar zemzem, musluk suyu ve güneş pompalarından gelen su örneklerini analiz etmiş ve test etmiştir.
Zemzem suyunun iyileştirici bir etkiye sahip olduğu bulunmuştur.

Doğada alkalik olan zemzem suyu midede oluşan fazla hidroklorik asidi nötralize edebilir ve mide yanmasını azaltır.

İyodür, sülfat ve nitrat içerikleri de zemzem suyunda daha yüksektir. Zemzem yoluyla temin edilen iyodür insan vücudunun tiroid bezi için gerekli iyot ihtiyacını yeterince karşılayabilir.

Zemzem'de magnezyum, sodyum ve potasyum gibi makro besin maddelerinin içeriğinin musluk suyu ve solar pompa suyundakinden daha yüksek olduğu ortaya çıkmış ve bilim adamları zemzem suyunun tüm verilerinin normal yeraltı suyundan çok daha fazla besin değerine sahip olduğunu belirtmiştir.

Zemzem suyunun sertliği musluk suyunun ve güneş pompa suyunun dört katıdır ancak araştırmacılar bunun Dünya Sağlık Örgütü tarafından belirlenen sınırlar içinde olduğunu söylemektedir.

ARSENİK ZEHİRLENMESİ

Arsenik zehirlenmesine vücutta arsenik elementinin artan seviyeleri neden olur. Arsenik zehirlenmesi baş ağrısı, sersemlik, uyku hali, kasılmalar, kusma, ishal, böbrek, karaciğer ve akciğer problemlerini içerir ve hatta koma veya ölüme neden olabilir.

Arsenicosis genellikle 5 ila 20 yıl gibi uzun bir süre boyunca arsenik zehirlenmesinin etkisidir. Uzun süre arsenikli su içmek cilt problemleri, cilt kanseri, mesane kanseri, böbrek ve akciğer kanserleri, bacak ve ayaklardaki kan damarları hastalıkları ve muhtemelen diyabet, yüksek kan basıncı, üreme bozuklukları gibi çeşitli sağlık etkileriyle sonuçlanır.

Dünya Sağlık Örgütü, 0.01 mg / L arsenik seviyesinin 10.000 de 6 oranında cilt kanseri riski oluşturduğunu ve bu risk seviyesinin kabul edilebilir olduğunu iddia etmektedir.

FLORÜR VE DOĞAL YOLLARLA OLUŞAN DİĞER ELEMENTLER

Florür, içme suyu ve yiyeceklerde doğal bir şekilde düşük seviyede bulunur. Doğal olarak oluşan küçük miktarlardaki florür yararlıdır ve bunun diş çürümesini önlediği bilinmektedir.

Benzer şekilde demir, gıdada doğal olarak bulunan bir elementtir ve vücudumuzdaki demir eksikliği dünya çapında en yaygın anemi şekli olan demir eksikliği anemisine neden olabilir.

Öte yandan arsenik tüketilen miktardan bağımsız olarak insanlar için sağlığa belirgin bir etkisi olmayan zehirli bir elementtir.

ARSENİK VE ZEMZEM

Ekim 2005’te İngiliz Gıda Standartları Ajansı tehlikeli düzeyde arsenik içeren ve etrafta satılan sahte zemzem sularının Dünya Sağlık Örgütü tarafından önerilen arsenik yasal sınırının üç katından fazla olduğu konusunda uyarıda bulundu.

Bununla birlikte Mayıs 2011'deki bir BBC soruşturması 2005'te satılan "sahte" zemzem suyunda olduğu gibi kuyudan alınan orijinal zemzem suyunun da yasal sınırın üç katı arsenik seviyesine sahip olduğunu tespit etti.

Tehlikeli arsenik seviyelerine ek olarak kutsal olduğu düşünülen zemzem suyu yüksek düzeyde nitrat ve potansiyel zararlı bakteriler içeriyordu.

Daha önce zemzem suyuyla ilgili uyarıda bulunan çevre sağlığı görevlisi Dr. Yunes Ramadan bunun hassas bir konu olduğunu, insanların bunu kutsal bir su olarak gördüğünü, bundan dolayı da sağlıksız olduğunu kabul etmekte zorlandıklarını ancak Suudi Arabistan ve İngiltere'deki yetkililerin harekete geçmeleri gerektiğini belirtti.

Her yıl milyonlarca Müslüman zemzem suyu içiyor. Bininin düzenli olarak bu suyu içtiği veya çocukları ve diğer sevdikleriyle paylaştıkları düşünülürse bu nedenle kendilerini ve yakınlarını kanseri de içeren arsenicosis riskine soktuklarından şüphe yoktur.

Fakat Arapların para kazanabilmesi için insanların Hacca gidip zemzem içmesi şarttır. Ülkemiz İslam ülkesi kabul edildiğinden ve maalesef Müslüman kesimimiz hiçbir inanışına-kutsal bildiği tabularına toz kondurmak istemediğinden ısrarla zemzem içmektedir..

YAHUDİLİKTEN AYRILIŞ HİKAYESİ

Yazan: David Dvorkin
yahudilik, musevilik, Yahudilikten ayrılış, Eski Musevi, Eski Yahudi, din, A, Eski bir Yahudi, Koşer, Şabat yasaları, Şabat, Yahudilikte Sünnet, Yahudi dünyası, Yahudi inanışları, Yahudi kültürü,

NEDEN ARTIK YAHUDİ DEĞİLİM?
Eski Bir Yahudi'nin Yahudilik Eleştirisi
(Tercüme Eden & Düzenleyen: A.Kara)

Yahudi olan birinin artık Yahudi olmadığı süreçle ilgili birkaç sözle başlayacağım. Doğal olarak, gerçekten kendi yaşadığım süreç hakkında konuşacağım. Sonuçta en yakından tanıdığım eski Yahudi kendimim :)

Dinimi ilk önce duygusal olarak reddettiğimi hatırlıyorum, daha sonra yetişme sürecimdeki kırılmalar arttı çünkü entelektüel bir sürece girmiştim. Benim için inanmama ihtiyacı ve arzusu, rasyonel bir inanç analizinden önce geldi. O sırada hissettiğim şey kurtuluş değil suçluluk duygusuydu.

Eminim ki Hristiyanlar da kendilerini suçlu hissederler fakat sadece bir kaçının gerçekten Yahudilerin hissettiği yoğunluk ve derinlikte suçluluk duygusu hissedebildiğinden eminim. Sonuçta Hristiyanlar'ın suçluluk duygusu temelleri sadece iki bin yıldır var. Yahudilerin bu konuda çok daha fazla pratiği var.

Özellikle Yahudiler ebeveynlerinin beklentilerini karşılayamadıkları için tüm hayatlarını suçluluk duygusuyla geçirdiler. Bu suçluluk duygusu yalnızca fiziksel ebeveynlerle alakalı değildir, bu duygu aynı zamanda ruhsal ebeveynleri, ataları, İbrahim, İshak, Yakup ve adları her ne ise bu eski ataların-babaların eşlerini de kapsar. Ve elbette Yakup'un merdivenin tepesindeki Büyük Baba'yı.

Bu nedenle dinden ayrılma süreci Yahudiler için uzun ve zor bir süreçtir. İnançtan hoşlanmayan bir genç adamın düşündüğü şeylerden dolayı hissettiği suçluluk duygusu arasındaki bir savaş. Sonunda, gerginlik çok büyüdüğünde ve duygusal bağ koptuğunda (sadece bağın koptuğu kişilerden bahsediyorum, bağı koparmamak için sessizce tekrar dine ayak uyduranlardan değil) inanç konusunun entelektüel incelemesi başlar. Bu akıl yürütme süreci bir ömür veya on yıl kadar sürebilir ancak asıl amaç bir Yahudinin artık eski bir Yahudi olması için sağlam, entelektüel ve duygusal olmayan bir temel bulmaktır. Eski bir Yahudi için Yahudiliğin sıkıntı veya hoşnutsuzluk nedeniyle reddedilmesinin gerçekten suçlu hissetme sebebi olduğunu anlamalısınız, bu dini reddetme durumu için sunulan akılcı gerekçeler suçluluk duygusuyla savunuluyor ve kendilerini Yahudi olarak adlandıranlar eski Yahudi’yi ihanet etmekle suçluyorlar. Fakat akla-mantığa kim karşı çıkabilir ki?

Etkili bir savunma olması için akılcı sürecin sonucunun Yahudilerin eski Yahudi yoktur (Yahudi dinden çıkamaz demek istiyorlar) iddiasına da karşı durması gerekir. "Bir kez Yahudi isen her zaman Yahudisin" diye iddia edeceklerdir. Bu iddia dinden çıkmış bir Yahudi aleyhinde o kadar güçlü bir duygusal silah ki oldukça ayrıntılı bir incelemeye tabi tutulmasının uygun olduğunu düşünüyorum.

BİRKEZ YAHUDİYSEN HEP YAHUDİSİN
"Ben Yahudiydim ama şimdi değilim" demek ne demektir?

Kaçınılmaz olarak maalesef bu soru bizi bir başka soru olan "Yahudi nedir?" sorusuna götürür. "Maalesef" diyorum çünkü bu çok eski bir soru, aslında Yahudilerin, Yahudi olmayanların, eski Yahudilerin ve evet, Yahudi aleyhtarlarının hepsinin kendi kendine hizmet eden kendi cevaplarını ürettiği bir soru.

Bir Yahudi'nin her zaman bir Yahudi olduğu iddiası iki temele dayanır:
  • Birincisi Yahudiliğin ırksal bir kimlik olduğu, sadece bir din olmadığı ve bu nedenle onu entelektüel düzeyde de reddedemeyeceğindir.
  • İkincisinde ise eski Yahudi’nin kendisini, dünyayı, diğerlerini, goyimi (Yahudi olmayan) tanımlamayı nasıl seçtiği önemli değildir. O her halükarda bir Yahudi olarak tanımlanmaya devam edecektir ve bu yüzden mücadeleyi bırakıp Yahudiliği kabul etmelidir.

Önce ikinci fikri ele alalım.

Geçtiğimiz yarım asır boyunca Yahudilere gözyaşı döktüren en favori örnek Naziler olmuştur. Veya belli bir kişiyi kullanmanın retorik aracını tercih edilirse en sevilen örnek kötülüğün kişileşmesi olan Adolf Hitler olur. Onlar altı milyon Yahudiyi öldürmekten fazlasını yaptılar; Bir Yahudi'nin onu çevreleyen ve Yahudilerden oluşmayan topluma uyabileceği hayalini öldürdüler. Asimilasyon sonrası Almanlara bakarak hareket eden, onlara resmen puta tapar gibi tapan Yahudiler de farklı bir sonla karşılaştılar. Çünkü zaman geldiğinde Nazilerin kim olduğunu, kimin gerçek bir Alman ve gerçekte kimin bir Yahudi olduğunu hatırlamak zorunda kaldılar...

Güçlü tarihsel ilişki ve anlatımlarından dolayı değil de Alman Yahudilerinin trajik masalını anlatan kendini beğenmiş şık sesten çok etkilenmiştim. Açıklanamayan mesaj şuydu: Yahudi Soykırımı'nın nedeni Alman Yahudilerinin gerçekte Yahudi olduklarını unutmalarının sonucunda cezalandırılmalarıydı. Verilen mesaj ölen kişinin mutlaka geri döneceği ve ardından gerçekte kim olduklarını unutmaya çalışan modern Yahudilerin hepsinin uygun cezaya çarptırılarak cezalandırılacağı şeklindeydi. Öyleyse kasvetli kaderinizi kabul edip cuma akşamından cumartesi sabahına kadar susmaya devam edebilirsiniz (Bkz: Shul) çünkü her halükarda kapana yakalanmışsınız, ne kadar bükülüp dönseniz, kaçmaya çalışsanız da önemli değil.

Bu görüşe göre Yahudi olmayan eski Yahudiler kibirleri ve gerçekte kim olduklarını unutukları için RAB tarafından cezalandırılan araçlardan ibaretti ve bu yaşanan soykırım vb. olaylar tanrının elinden çıkmaydı. Bana tuhaf gelen yanı şu ki bütün bu tutum kenar mahallelerdeki Yahudilerin gerçekten yığının dibine ait olduğu ve bu gerçeği unutup üst seviyeye çıkmaya çalışan Yahudilerin acı çekeceği inancına dayanıyor. Kısacası buna gözdağı argümanı denilebilir.

Tüm bunlara göre özgür bir adam olmayı tercih ediyorum ve kaderlerinin böyle olduğuna inanan kölelerin itaatkar, sapkın suratlı duruşunu kabul etmiyorum.. Eğer bir Goyimin (Yahudi olmayan) beni bir sokak köpeği gibi gördüğü doğruysa neden beklentilerini yerine getirmeli ve fiziksel bir mahrumiyet ve zihinsel hapis cezası yaşamalıyım? Daha da gerçekçi olursam neden bir gün biri beni sokak iti statüsüne indirgeyebilir diye kendimi özgürlük, açıklık ve tarafsızlık dolu yaşamımdan mahrum bırakmalıyım?

Kendini eski Yahudi ilan edenlere karşı kullanılan ilk argüman Yahudiliğin tek taraflı olarak kurtulunamayacağı ırksal bir kimlik olduğudur. Gerçekten mi?

Sanırım bu argümana cevap vermek için öncelikle şu soru düşünülmeli: Irk nedir? “Irk” kelimesi, anın sıcağında ne istediğimizi ifade ettiğinden bunun verimsiz bir yaklaşım olacağını düşünüyorum. Fakat Yahudiler bu bulanık kavramı argümanlarında kullandıklarında ne anlama geliyor, ona nasıl bir anlam yüklüyorlar? İnsanlar ortak atalarından evrimleşerek günümüzdeki halini alırken Yahudiler onlardan ayrılıp başka bir yerden gelmediler herhalde.

Yani Yahudiler diğer insanlardan ayrı bir tür değildir. Sonuçta bizler çapraz-üreyen canlılarız.

Daha da önemlisi tarih herhangi bir Avrupalı'nın ırksal kan çizgilerini izlemeye çalışmanın abes olduğunu göstermektedir. Çünkü Avrupa tarihi büyük ölçüde istila, fetih ve bunun sonucunda ortaya çıkan etnik ve cinsel karışmalara ev sahipliği yapmıştır. Bazı Yahudiler atalarının kendilerini bu homojenizasyondan uzak tutmayı başardıkları efsanesine tutunmaya devam edebilirler ancak bu tarih yerine mitolojiyi seçmek demektir. Ne de olsa ırksal saflık efsanesi doğru olsaydı modern Avrupalı ​​(Amerikan, Avustralyalı, Güney Afrikalı vb.) Yahudiler ataları Orta Doğu'da kalan ve hiçbir zaman diasporaya katılmayan Yahudiler gibi görünürdü. Fakat bunun yerine Orta Doğu Yahudileri Araplara daha çok benziyor (sürpriz!). Bana Doğu'da üyeleri oldukça oryantal görünen çok eski Yahudi toplulukları olduğu söylendi (ancak hiçbir zaman onaylanmadı). Öyleyse atalarını doğrudan takip ettiklerini iddia eden Yahudiler İncil'deki İsraillilerin Yahudilerine doğrudan geri dönüyor olmalılar çünkü onlar oldukça siyahlar. Levanten (Avrupa asıllı Yakındoğulu) burnu bile Avrupa Yahudileri arasında evrensel değildir. Öte yandan Levant'ta da yaygın olmasına rağmen sadece Levant Yahudilerinde görülmez. Kuşkusuz birçok Yahudi bir Yahudi’nin nasıl göründüğü hakkında basmakalıp fikre sahiptir. Cain'in herhangi bir Yahudi damgası (işareti) yoktu değil mi?

Bu nedenle Yahudi ırk kimliği tam olarak şudur: Bir efsane!

Öyleyse Yahudilerin etnik bir topluluk olduğu kadar dini bir topluluk olduğu sonucuna da varıyoruz. Bu inkar edilemez durumdadır. Genelde kendisini komşularından uzak tutan, bir zamanlar kendi dili, müziği, edebiyatı ve kendine has kültürel yapısı olan herhangi bir gruba etnik grup denebilir. Ancak bunu kabul edince kayda değer bir şeye ulaşıldığını göremiyorum. Yani Yahudiler belirli bir etnik topluluktan ortaya çıktıysa ne olmuş yani? Bu neden her zaman kendilerini bu grubun bir parçası olarak görmeleri gerektiği anlamına geliyor? Bir birey hayatının geri kalanını tesadüfen bir bölgede doğdu diye gözardı edebilir mi? Eğer Batı medeniyeti dünyaya tek bir önemli katkı yaptıysa bu da bireysellik kavramıdır. Yani bir insanın toplumun kendisi için seçtiği şey değil kendinin bizzat seçtiği kişi olduğu, yalnızca kendini temsil ettiği ve bazı aile veya etnik gruplara ait hücreler olmadığı kavramıdır. Benim mantığıma göre bu Hümanizm'in gerçek özüdür.

Amerikan Yahudileri arasında popüler hale gelen aptalca bir rasyonalizasyon hakkında yorum yapmadan duramayacağım. Bunların bazıları dinlerinin dogmalarından rahatsızlar ancak kendilerini eski Yahudi olarak ilan ederlerse suçluluk hissedecekler. Bu yüzden de kendilerini "etnik Yahudiler" olarak isimlendirmeyi tercih ettiler. Bu onların sırtlarını etnik gurur ve etnik özdeşleşmeye dayayabilecekleri ve boyunlarının etrafına yeni icat edilmiş çeşitli etnik madalyonlar takabilecekleri anlamına geliyor ancak aynı zamanda Yahudiliğin sert yasalarına uymak yerine mazeret üretmiş oluyorlar. Bir düşünün: Gururla Yahudi olduklarını söyleyebilirken diğer yandan domuz etini de yiyebilirler! Bazı "etnik Yahudiler" domuz eti yemiyorlar ancak onun Noel'den ayırt edilemeyen Hanuka (Yahudi bayramı) versiyonunu kutluyorlar (Sanırım o arada tatil sezonu başlıyor).

Hayret ediyorum bu kişiler manevi veya entelektüel bütünlük hissi duyuyorlar mı?
Bence bir gruba ait olmanın rahatlığını ararıyorlar.

ETNİK GURUR
Etnik gurur fikrine zaten değindiğimizden bunu biraz daha ilerletelim.

Etnik gruplara düşmeleri için çok fazla tuzak verilmiş. Sanırım birçok etnik grup komşuları tarafından hor görüldüğünü biliyor, bu yüzden de kendini savunma ve haklı çıkarma konusunda çare olarak etnik gurura başvuruyor. Kuşkusuz, Yahudiler de bu kendini özel görme oyununa eğilimlidirler. Bu yüzden her Yahudiye, özellikle de çocuklara, seçkin bilim adamlarına (genellikle fizikçiler), ünlü müzisyenlere (genellikle kemancılar, bazen piyanistler) Yahudilikleri ile gurur duymaları söylenir.

Peki neden? Sırf aynı etnik gruptan geliyor diye bir başkasının başarısıyla neden gurur duymalıyım?

Diyelim ki Bay A ünlü bir kemancı ve aynı zamanda bir Yahudi (ya da Bay A'nın halka açıklayamamış eski bir Yahudidir). Onun Yahudiliği hakkında övünürsem, ya Sayın A’nın Yahudiliği nedeniyle erdemini tamamladığını söylüyorum (soyadı ve yüz özellikleriyle birlikte keman çalmak için miras aldığı bir yetenek, yani "kanındaki" özel bir şey) ve onun başarısı tüm Yahudilerin doğuştan gelen müzikal üstünlüğünün bir başka kanıtı sayılıyor. Ya da başka bir deyişle Bay A'nın kendi çabalarından dolayı başarılı olduğunu söylüyorum ancak bu arada ikimiz de Yahudi olduğumuz için onun başarısı ile kendimi üstünleştirip parlatıyorum.

Yani ya kanı onun güzel sanatlardaki ustalığı için itibarı hak ederek Yahudi kanının üstünlüğünü ispatlıyor ya da bunu kendisi hak ederek tüm "ırkı" nın kozmik itibarına ekliyor. Bu da yine bir şekilde Yahudi kanının üstünlüğünü vurgulama çabasına giriyor.

Ancak sadece tartışma uğruna Yahudi kanının gerçekten keman ve fizik için üstün yetenekler verdiğini varsayalım. (Kendi teneke kulağım ilk iddianın güçlü bir karşıtlığıdır ve kolejideki fizik notlarımdan bahsetmeyeceğim bile.) Diyelim ki sözde grupta kendileri dışındaki topluluklardan olan kişilerle evlenmedikleri için genetik olarak belirlenmiş bir üstünlük var. O halde bu saf bir kalıtım kazasıdır ve Levanten Yahudilerinin burnundan daha anlamlı falan değildir. Neden birileri bununla gurur duyarken miras kalan hastalıklar için utanç duymuyor? Yahudiler için bir enzim hastalığı olan Tay-Sachs hastalığı, siyahlar için orak hücre anemisi (SCA) vb.

Belki de Yahudilerin başarıları etnik özelliklerden veya genetikten kaynaklı değildir. Örneğin Yahudi kültürü öğrenmeye her zaman büyük saygı göstermiştir ve bu nedenle Yahudi çocuklar küçük yaşlardan itibaren okumaya, bilgi biriktirmeye ve üniversitelerin verdiği üstün bilginin dışa dönük onaylarını biriktirmeye teşvik edilir. Sonuç olarak Yahudi çocuklar genellikle tüm okul seviyelerinde kalite merdiveninin üstünde veya yanındadırlar.

Eğer bundan dolayı gurur duyuyorsak ve diğer insanlardan üstün oluşumuzun kanıtı olarak görürsek o zaman etnik grupları alttan üste doğru bir spektrumda sıralayabileceğimizi söylemiş oluruz. Bu en azından kendi kendine hizmet etmek demektir. Başka bir etnik grup belirli sporlardaki mükemmelliğin etnik grupları bu spektrumda sıralamak için daha uygun bir temel olduğunu düşünebilir. Böyle bir yönteme göre Yahudiler sıralamada hiç iyi bir konumda olmayacaktı. Entelektüel gelişmeyi teşvik eden aynı Yahudi kültürü toplumunu bedensel gelişim ve çeşitlilik için cesaretlendirmez. Böyle bir etnik kültür sıralaması fikri Yahudilerin çok iyi bilmesi gereken sosyal olarak tehlikeli bir düşüncedir (Hitler'in Yahudi katliamı öncesi Almanlara aşıladığı görüşler).

Şimdi ikinci olasılığı göz önünde bulunduralım: Bay A'nın Yahudiliğini herkese hatırlattığımda, beni dinleyenlere bir Yahudi olarak üstü kapalı bir şekilde onun başarısını paylaştığımı hatırlatıyorum. Bu elbette saçmadır. Bütün saatler ve yıllar boyunca onunla birlikte çalışma odasında mıydım? Okulda ders çalışırken, hayal kırıklıklarını, derslerden geçmek için verdiği çabalarını benimle paylaştı mı? Bu akrabalık iddiası başkasının yaptıklarından dolayı itibar kazanmaya çalışan ucuz bir teşebbüsten başka bir şey değildir ve daha fazla tartışmayı hak etmemektedir.

Etnik kökenden gurur duyma saçmalığı dikkat çekici bitr şekilde ailesinden ve yakın kültüründen uzak kalmış olan Gauss gibi yalnız bir dehayı bile hesaba katmıyor. Böyle bir adamın büyüklüğü açık bir şekilde tamamen bireysel bir şeydir bu başarılar kazara sahip olduğu genlerinin ve kişisel eğilimlerin bir birleşimidir. Onun başarılı bir deha olmasını etnik kökeniyle ilişkilendirmek kişisel eğilim ve uğraşlarla başarılı olduğu fikriyle alay eder. Gerçekten de Gauss gibi adamları başarılarından dolayı onurlandırmalıyız ama kuzenlerini veya atalarını onurlandırmamalıyız, mantıklı değil.

ETNİK GURURUN DİĞER YÖNÜ
Bu makalenin başlangıcında kişinin çocukluk çağı inancının içsel entelektüel eleştirisinin inancından duygusal yönden uzaklaşmadan önce geldiğini söylemiştim. Bu duygusal tiksinme çeşitli nedenlerden kaynaklanabilir ancak benim onlara, Yahudi arkadaşlarıma karşı duyduğum antipatik hisler çok erken geldi.

Bugün göründüğünden çok daha fazla Yahudi karşıtı topluluk Yahudileri onların Tanrı tarafından seçilen insanlar oldukları ve bu nedenle diğer tüm halkları yönetecekleri inancına sahip olmakla suçlarlar. Bu Zion (İsrail kavmi) büyükleri nerede ve onlarla nasıl temasa geçebilirim? Eğer kendi ülkemi yönetmekle ödüllendirirlerse inancımı çok hızlı bir şekilde yeniden keşfedebilirim :) Dünyaya hükmetmek istediğini dile getiren hiçbir Yahudi ile hiç karşılaşmadım. Bildiğim Yahudilerin çoğu Yahudiler hakkındaki en kalıplaşmış klişelerden birine aykırı olarak gelecek ayın faturalarını nasıl ödeyecekleri konusunda çok endişeliler.

Ancak Yahudi kültürünün üzücü sırrı bu Yahudi karşıtı suçlamanın ilk kısmının esasen doğru olmasıdır. Gerçekten de Yahudiler kendilerini dünyanın geri kalanından manevi olarak üstün buluyorlar. İster Tanrı'nın seçtiği insanlar olarak adlandırın ister Yahudi kanının doğuştan üstünlüğüne inanın sonuç yine aynı olacaktır: Yahudi olmayanları aşağılama ve hor görme. Bu etnik gururun sadece ahlaki açıdan endişe uyandıran bir yüzüdür.

Başkaları sizinkinden daha üstün fiziksel yetenekler sergiliyorsa o zaman bu yeteneklerin değerini inkar edip bunu kişinin zayıflığının bir kanıtı olduklarak düşünebilir misiniz? Bu kadar saçma bir şey olamaz, sanki ince, saf ve narin bir fiberden yapılmışsınız. Aynı şekilde inhibisyon eksikliğinin veya yüksek libido seviyesinin değerini de düşürmelisiniz. Kültürlü ve saf insanlar ışıklarını bir çalının altına gizlemeyi, bunu yapmayı tercih ederler çünkü bunu yapmak daha mantıklı ve iyidir.

Bu sadece geleneksel Yahudi toplumunun Yahudi olmayanlara yönelik hala inandığı tuhaf kavram yanılgılarına işaret ediyor.

Eski moda ve özellikle Avrupalı kökenli Yahudi ebeveynler Yahudi olmayan her kocanın karısını dövdüğü, ailesine bakmadığı, aşırı içki tükettiği, zamanlarını diğer kadınlar ve fahişelerle geçirdiği ve kadınların sosyal hakları olmadığı yönünde bir inanışa sahiplerdi. Onlara göre bunlar dünya tarihinde hiçbir Yahudi kocanın işlemediği suçlardı.

Bütün bu Hristiyan sosyal kurumların bir sonucu olarak Yahudi çocuklara her zaman (ve belki de hala) Yahudi olmayan kızların (Şiksalar) Yahudi erkeklerin çok çalışacağını bildikleri için uygun genç Yahudi erkekleri evlenmek için gözetledikleri söylenirdi. Buna sahip olmak dövmeyen, içki içmeyen, kadınların peşinde koşturmayan iyi kocaları olacağı anlamına geliyordu. Ancak dikkat çekici bir sorun vardı ki Yahudi olmayan bu büyüleyici kadınlardan biriyle evlenmeyi düşünen tüm "iyi" Yahudi erkekler buna dikkat etmeliydi. Çünkü aslında Yahudi olmayan her kadın (Şiksa) bir s-rtük, sadakatsiz, savurgan ve hepsinden de en kötüsü itaatsiz, vefasız ve haindi. Bir Yahudi onlarla evlenirse "kirli bir Yahudi" olacaktı. Kısacası bir kızgınlık anında tüm gerçek hisleri ortaya çıkacaktı.
Bu beyin yıkama durumu ironik ve kaçınılmaz bir biçimde Yahudi olmayan her kadını Yahudi erkekleri için daha cazip hale getirecektir.

Bana söylenenlere inanacak kadar gençken bütün bu saçmalıkları yuttum. Yahudi olmayanlar hakkındaki her şeyi biliyordum çünkü küçük bir çocuğun soru sormadan inandığı bir grup yetkililer tarafından (aileler) bize anlatılıyordu. Daha sonra tecrübe sayesinde inanılmaz bir şey keşfettim: yaşıtım olan goyimler de aynen benim gibiydi. Sonrası benim söylediklerimin de Yahudi karşıtı söylemlerin eşdeğeri olduğu idrakine vardığım kısa bir adım oldu.

Bu kötü ve yaygın etnik nefret biçimi için bir sözümüz olmamasının önemli bir eksiklik olduğunu düşünüyorum, bu yüzden şu anda hemen bir tane bulup yazıyorum: Anti-Goyisizm. Bu kelime tamamiyle uygundur çünkü orijinal İbranice'de goy bir halktır ve goyim genel olarak dünya milletlerine atıfta bulunmak için kullanılmıştır. Bu nedenle anti-Semitizm hakkında söyleşmek dünyanın geri kalanının nefreti ve korkusudur.

Bana öğretildiği gibi neredeyse her Goy'un bir Yahudi karşıtı olduğu doğru mu? Basmakalıp bu soruyu başka bir soruyla cevaplayarak tatmin edeceğim: Hemen hemen her Yahudi'nin bir Anti-Goy olduğu doğru mu? Cevap: Çok değil ama neredeyse tamamen öyle.

Abartıyor muyum? Anti-Goyizm'i her yerde, hatta alakası olmayan yerlerde bile görmüyor muyum? Bizi Yahudi olarak yetiştiren ailelerimizi, komşularımız Yahudi aleyhtarlığı belirtilerine sahipler mi diye dikizletmeleri konusunda suçlayabiliriz

İşte bu yüzden anti-Semitizm çok kullanışlıdır, bunları dile getirmemin nedeni de bu.

Tıpkı Avrupanın geri kalan kısmındaki Yahudiler gibi Amerikan Yahudileri de her yerde anti-Semitizmi görmekte oldukça yetenekli ve hızlılar. Belki de bu sadece geçmişteki Yahudi zulmünden kaynaklanan kompleksin bir tezahürü ve kendine aşırı acıma yöneliminin kültürel bir eğilimidir. Eğer öyleyse bu durum birçok ergen Yahudi’nin Yahudilikten neden ayrıldığını kesinlikle açıklıyor. Ne de olsa kendine saygısı ve ego gücü olan hiç kimse böyle zihinsel alışkanlıklara düşkün etnik bir grupla özdeşleşmek istemez. Fakat korkarım ki her eleştirmene Yahudi karşıtı denilmesi daha derin ve daha kötü bir konudur. Bu, eleştirmenleri susturmak için kasıtlı olarak yapılan, oldukça basit, hileli bir yöntemdir.

Amerikan Yahudilerinin işgal altındaki bölgelerdeki İsrail politikalarını eleştirmek için cesaretlerini toplamalarının kaç yıl sürdüğünü bir düşünün. Kendi halklarını eleştiren Yahudileri özellikle suçlu hissettirmek için tasarlanmış olan "Yahudi karşıtı Yahudiler" sözüyle etiketlenmekten korkuyorlardı ve bu söz aynı zamanda onları suçlu hissetirmeyi amaçlıyor. Şuan bile İsrail’in politikalarını ya da herhangi bir resmi Yahudi kurumunu eleştirmeye cesaret eden Yahudi olmayan biri "Yahudi karşıtı" etiketiyle saldırıya uğrayabilir ve uğruyorda. Altı Milyonu kim unutabilir? Holokost'u kim unutabilir? (Yapamazsınız, çünkü size izin vermeyeceğiz!) Herhangi bir Yahudiyi eleştirmeye kalktığınızda sizi hemen Nazilerle ilişkilendirirler. Ve sizde bu sözün üzerini kapamak için koşturursunuz. Eğer din karşıtı yazılar yazıyorsanız muhtemelen kendinizi Hristiyanlık karşıtı söylemlerle sınırlandırıyor, Yahudileri ve dinlerini yalnız bırakıyorsunuzdur. Yani Yahudi karşıtı olarak etiketlenme riskinden bile kaçınırsınız. Dolayısıyla kişileri etiketlemenin boğucu eleştirilerdeki etkinliği tam olarak Yahudilerin onu bu kadar aşırı ve hızlı kullanmasının nedenidir.

Ben oldukça erken yaşta bu kadar tatsız tutumla ortaya çıkan bir grubun parçası olmaktan rahatsız olduğumu fark ettim. Entellektüel rasyonelleşme yıllar sonra olduysa da tiksinme erken başlamıştı.

DİNİ TÖRENLER, AYİNLER VE SÜPER GEREKÇELER
Yahudiler de tıpkı diğer dini grupların üyeleri gibi ritüellerinin ve dogmalarının sahte gerekçelerine dayanıyorlar. Umutsuz bir şekilde akıllarını ve Batı eğitimini kendilerini hala Yahudi olarak adlandırmaya duydukları ihtiyaç ile bağdaştırmaya, suçluluk hisseden vicdanlarını yatıştırmak için çeşitli jestler yapmaya çalışmaya ve inandıkları saçmalıkların bazı objektif gerekçelere sahip olduğu konusunda ısrar ediyorlar.

Örneğin Yahudilerce diyet yasalarının İncil dönemlerindeki yaygın hastalıklara karşı koruma sağladığı söyleniyor. Sonuçta bunlar gerçek sağlık kurallarıydı dini dogmalar değil! O halde onlarla nasıl tartışabilirsiniz? Cevabı kendi kitaplarında gizli. Kaşrut  yasaları (Yahudi perhiz yasaları) o kadar esrarlı ve karmaşıktır ki mantıksal saldırılar için size sonsuz fırsatlar sağlar.

Ancak bu argümanın daha genel olan maddesine bağlı kalalım.

Birincisi, diyet yasalarının büyük kısmı hiçte İncil kökenli değildir, Eski Ahit'in yorumlarına dayanarak ortaçağ hahamları tarafından karara bağlanmıştır. Peki biz kılı kırk yaran, çarpık saçlı bu adamların bölüşen akıl yürütmesinin yirminci yüzyılda geçerli bir sağlık rehberi olduğuna inanmalı mıyız? Diyet yasalarının Orta Çağ Yahudilerine fayda sağladığına, sağlıklarının yaşadıkları topraklarınkinden daha iyi olduğuna dair herhangi bir nesnel kanıtın farkında değilim. İkincisi, örneğin et ve sütün aynı öğünde karıştırılmamasının veya daha da tuhaf bir şekilde et ve süt yemeklerinde kullanılan kapların neden birbirleriyle karıştırılmaması gerektiğine dair sağlam bir neden sunması için herkese meydan okuyorum! Diğer sayısız ve aynı derecede tuhaf diyet yasaları için de bu söylenebilir. Son olarak pragmatik bir gerekçe olduğu savı uğruna bu yasaların bir zamanlar yararı olduğunu kabul etsek bile bugün bizimle olan ilgileri nelerdir? Faydası nedir?

Bütün bunlara kişisel bir nokta eklemeliyim. Güney Afrika'da bir çocukken babamın görevlerinden biri sığır eti ve tavukları Yahudi inançlarına uygun olarak öldürüp kesmekti. Onu arka bahçemizde sık sık bu işi yaparken izledim ve bir keresinde (sadece bir kez) mezbahaya onun nasıl yaptığını izlemek için gittim. Otuz yıldan fazla bir süre geçti, manzaraları, kokusu ve dehşeti hala hafızamda duruyor. Günümüzün en ciddi genç Yahudilerini bir koşer kesimhanesini ziyaret etmeye ve kesilmiş boğazlarıyla kendi kanlarında boğulmak üzere olan hayvanların ölümcül acılarını izlemeye davet edebilirim. Kim bu suistimali emreden bir Tanrı'ya ibadet etmek ister ki?

Şabat yasaları altı günlük çalışmadan sonra insanlara ihtiyaç duyulan bir günlük dinlenmeyi sağladığı için akıllıca ve haklı görülüyor. Her yedi günde bir gün! Bu ne kadar insancıl bir Tanrı! Yedi gün içinde bir günün dinlenme için yeterli olduğunu düşünebilir; Ben düşünmüyorum.

Gençliğimde Indiana’dayken Hıristiyan köktencilerin aynı gerekçeyi kullanarak mavi yasaları yani pazar günleri kapanış yasalarını duyurduğunu hatırlıyorum. Açıkçası gerçek motivasyon oldukça farklı. Hem Yahudiler hem de Hıristiyanlar Kutsal Kitabı siyasi düzeyde insan hukukuna dahil etmenin haklı yollarını bulmaya çalışıyorlar. Duygusal olarak hümanizmin kalbi olan insancıl özerkliği reddediyorlar ve kendilerini gökyüzündeki hayali bir babanın yönetimine tabi kılmanın nedenlerini arıyorlar. Duygusal olan sonuncu motivasyon ise kendine saygı duyan bir yetişkinin küçümsemelerinin altında gizlidir.

Sünnet, sünnetli erkeğin karısına rahim ağzı kanserine karşı koruma sağlamasıyla lanse edilir. İstatistikler bunu yansıtmıyor gibi gözüküyor. Bunun doğru olduğunu varsayarak eski Yahudilerin bunu bildiğine gerçekten inanan var mı?

Eski zamanlarda sünnet çeşitli dinlerde ortak bir törendi (ve yine de çeşitli ilkel insanlar arasında uygulanıyordu). Tıpkı diğer eski halklar gibi eski Yahudiler de dini fantezileri nedeniyle bu kendine özgü sakatlanma biçimini uyguladılar. Sağlık yönünden herhangi bir yararı olduğu onlar tarafından bilinmiyordu ve sünnet şanslı bir yan ürün gibiydi. Gerçekten de o antik çağda kaç Yahudi erkek bebeğin sünnet yapmak için kullanılan aletlerin sterilizasyon eksikliğinden dolayı virüslü penise bağlı acı verici ölümlere maruz kaldığını merak ediyorum. Ölen bebeklerin sayısının rahim ağzı kanserinden kurtulmuş olan Yahudi kadınlardan daha fazla olduğundan şüpheleniyorum çünkü onların eşleri bebeklik dönemindeki ameliyat sonrası hayatta kalmışlardı...

DÜNYA ALGINIZI DEĞİŞTİREBİLECEK 6 FELSEFİ DÜŞÜNCE

Hazırlayan: A.Kara
din, A, Dışsalcılık, Şimdicilik, Şimdikicilik, Tekbencilik, Solipsizm, Felsefi görüşler, Fenomenizm, Fenomenalizm, Hedonizm, Felsefi akımlar, Dünya algısı, Felsefe, Hayat algısı,

DÜNYA ALGINIZI DEĞİŞTİREBİLECEK 6 FELSEFİ DÜŞÜNCE

Felsefe genişleyip büyüdükçe varlığımıza dair düşünceler de artar.

Neden burada olduğumuzu ve hayatın ne anlama geldiğini sürekli merak ediyoruz. Cevap arayışında olan büyük filozoflar varlığımızı ve yaşamı nasıl deneyimlediğimizi açıklamak için kendi felsefi düşüncelerini geliştirdiler. Bu felsefi düşünceler zamanla onların görüşlerini paylaşan savunucuları ve teorilerinin etkisiyle gelişti.

Bazı felsefi düşünceler doğal sezgilerimizle konuşurken bazıları her şeyi sorgulamamızı sağlar. Aşağıda, bildiklerinizi, yaşamın ne anlama geldiğini ve gerçekte ne deneyimlediğimizi sorgulamanızı sağlayacak en ilginç felsefi düşüncelerden bazıları verilmiştir.

DIŞSALCILIK VE ŞİMDİCİLİK
Eternalizm ve Şimdikicilik, zaman deneyimimizle ilgilenen iki felsefi düşüncedir.

Eternalizm geçmişteki, şimdiki ve gelecekteki tüm anların aynı anda var olduğu inancıdır. Bu, her birinin aynı anda olduğu anlamına gelmez ancak geleceğin zaten bizim için ayarlandığı ve onu değiştiremeyeceğimiz anlamına gelir. Bu teori deneylerde öngörülebilirlik ve yeni verilerin keşfi gibi nedenlerden dolayı şu sıralar bilimde popüler.

Şimdikicilik, şimdiki zamanda var olan tek zaman diliminin olduğu fikridir. Geçmiş artık yok ve gelecek henüz yok. Var olan tek şey şu anda olan şeydir. Bu teoriye göre gelecek tamamen kontrolümüz dahilindedir ancak geçmiş artık var olmadığından ve gelecek henüz olmadığından zaman yolculuğu gibi bir durum asla gerçek olamaz.

TEKBENCİLİK (SOLİPSİZM)
Solipsizm bize gerçekten doğrulayabileceğimiz tek şeyin kendi varlığımız olduğunu söyler. Bu görüş aynı zamanda Matrix gibi filmlere de ilham vermiştir.

Bu düşünce ana hatlarıyla beynin vücutta yaşamadığını, sadece yaşamı sürdüren bir sıvının bir fıçıda askıya alındığı ve bilgisayara bağlı olduğu bir senaryoyu belirtir. Bu bilgisayar vücudumuza bağlı olduğunu gördüğümüz elektriksel dürtüleri sağlar. Öte yandan bedenlerimizde ve dünyada yaşadıklarımız bu dürtülerin bir ürünüdür.

Her ne kadar bu düşünce deneylerle test edilebilir yada ıspatlanabilir olmasa da gerçek olduğunu bildiğimiz tek şeyin kesinlikle kendimiz olduğunu vurguluyor. Nesnelerin, ortamlarımızın ve hatta başkalarının varlığını ispatlayamayız. Hepsi beynin bir fıçıdaki ürünü olabilir.

FENOMENİZM (FENOMENALİZM)
Bu teoriye göre deneyimlerimizin ötesinde bir şey olduğunu söyleyemeyiz. Bir şey gördüğümüzü söyleyebiliriz ama o şeyin orada olduğunu söyleyemeyiz.

Fenomenizm, Solipsizm'in daha hafif bir şeklidir. Fenomenizm, Solipsizm'in yapmadığı, yalnızca onlarla ilgili deneyimlerinizle kendi varlığınızın ötesinde şeyler deneyimlemenize izin verir. Fenomenizm görüşüne göre başkalarının deneyimlerinin gerçekten var olduğunu ispatlayamayız.

Dahası bir nesnenin gerçekten var olduğunu söyleyemeyiz. Fenomenalizm teorisine göre başkalarının ne düşündüğünü, hissettiğini ya da yaşadığını tam olarak bilemeyiz. Bunun yerine gördüğümüz, duyduğumuz veya hissettiğimiz her şeyin yalnızca duyusal bir uyarıcı olduğu söylenebilir.

Solipsizm'e benzer olarak Fenomenalizm yalnızca kendi deneyimlerimize güvenebileceğimizi ileri sürmektedir. Ancak bu diğer insanlar tarafından gerçekleştirilen bilimsel teorileri reddetmemiz gerektiği anlamına gelir.

HEDONİZM VE NİHİLİZM
Hedonizm ve Nihilizm bize yaşamda hangi şeylerin anlam ifade ettiğini söyleyen iki felsefi düşüncedir.

Hedonizm değeri olan tek şeyin zevk veren şey olduğu inancıdır. Hedonistik filozoflar yaşamdaki nihai hedef olarak mutluluk ve zevk peşinde koşarlar ve başkalarının hayatlarına zevk getirmek için ellerinden geleni yaparlar. Doğal olarak bizi mutlu eden ve başkalarına mutluluk getirmekten zevk alan şeyleri yaptığımız için hedonizmin insan içgüdüsüne en yakın şey olduğu söylenir.

Nihilizm ise tam tersidir. Nihilizm yaşamdaki hiçbir şeyin hiçbir değeri olmadığını ve bu nedenle yaşamın kendisinin bir amacı olmadığını belirtir. Nihilizm gibi felsefi düşünceler insanların korktuğu düşüncelerdendir.

Neden burada olduğumuzu sürekli sorgulamamıza neden olan Nihilizmdir çünkü Nihilist bir cevapla karşılaşmaktan korkarız. Bu nedenle modern Nihilizm hayatı mümkün olduğu kadar anlamlı hale getirmemiz gerektiğini belirtir.

Varlığımıza gelince kimse kesin cevaplara sahip değil. Neden var olduğumuzu veya çevremizdeki dünyayı nasıl tecrübe ettiğimizi bilmiyoruz. Felsefe dünyanın nasıl çalıştığını ve bilgimizi neye dayandırdığımızı araştırmaktır. Aklımızı çevremizdeki dünyaya açmamıza yardımcı olabilir ama ilk baştakinden daha fazla soruyu da beraberinde getirebilir. Zaten felsefe böyle çalışır.

Kaynak: Stanford Encyclopedia of Philosophy

VİKİNG KAHRAMANI STARKAD EFSANESİ

Hazırlayan: A.Kara
İskandinav mitolojisi, mitoloji, Starkad, Viking efsaneleri, Viking mitolojisi, Viking inanışları, Savaşçı Starkad, Ünlü Viking savaşçı, Thor'un lanetlediği savaşçı, Thor, Odin, A,

TANRILAR TARAFINDAN HEM LANETLENEN HEM DE KUTSANAN VİKİNG KAHRAMANI STARKAD EFSANESİ

Starkodder olarak da bilinen Starkad, birçok efsanede kahramanca işler yapan ve işlediği suçlarla adı çıkan büyük bir savaşçı olarak tanımlanan İskandinav kahramanıdır.

Aynı isimde birkaç farklı kahraman olabilir fakat temel olarak Starkad adında iki kişi var. Bu Starkad'dan biri (soyadı "Aludreng") devlerin soyundan geliyordu, altı ya da sekiz kolu vardı ve en ünlü Starkad'ın dedesi, İskandinav savaş ve sihir tanrısı Odin'in koruyuculuğunu yapıp büyüttüğü oğluydu.

Starkad, yarı dev bir nesile sahipti ve zaten bir çocukken bile Jötunheimr'da yaşayan Jotunlar gibi süper-insan özelliklerine sahipti. Aldığı eğitimler ve efendisi At Kılı Sakal (Hroszharsgrani)'ın büyüsü ile Starkad sadece harika bir öğrenme ve kahramanlık cesareti elde etmekle kalmadı, aynı zamanda insan formuna ve erkeksi güzelliğe de sahip oldu.

Ünlü Sigurd Fafnirsbane'den sonra Starkad'ın kahramanlık efsanelerinin en büyük şampiyonu olduğuna inanılıyor ve Danimarkalı tarihçi ve yazar olan Saxo'nun (1150/1160 -1206) yazdığı çok sayıda masalda ondan bahsediliyor.

Odin genç Starkad'ı büyütmeye yardım etmişti ancak arzusu bunun gizli kalmasıydı. Bir gün efendisi bir bot aldı ve onunla bilinmeyen bir adaya yelken açtı. Sonrasında genç Starkad tahtta oturan on bir adam topluluğuna tanık oldu. Ancak taht, büyük Odin meclis salonuna girip boş tahtın üzerine oturuncaya kadar boştu. Starkad koruyucu babasını hemen tanımıştı. Ustası At Kılı Sakal (Hroszharsgrani) büyük tanrı Odin'in ta kendisiydi.

TOPLANTI BAŞLADI VE THOR ŞÖYLE DEDİ:
"Starkad’ın annesi Alfhild çocuğu için baba olarak bir dev seçti, bu yüzden ırkının sonuncusu olarak çocuksuz olacağına karar verdim."

"Sonra Odin, Starkad'a ölümlü insanın üç katı uzunluğunda bir hayat verdiğini söyledi."

Thor şöyle cevap verdi "Onu her yaştan insanın gözünde utanç ve onursuzluk eseri olacak şekilde mahvederim."

Odin bir kerede cevap verdi: "Ona en sağlam zırhı ve en değerli elbiseleri ihsan ediyorum."

"Onu yasaklıyorum" dedi Thor "ne bir ev ne de bir toprak parçası olsun."

"Ben ona altın paylaştırırım ve bolca koyun sürüsü veririm" diye cevapladı Odin.

"O zaman onu asla huzur ve rahatlığın tadını alamayacağı altın ve servet susuzluğuna mahkum ediyorum." dedi Thor.

Odin "Ona cesaret, kahramanlık ve savaşta zafer veririm" dedi.

Thor cevapladı "Yine de her savaşta kemiğe kadar ulaşan bir yara taşımayacak mı?"

İkili karşılıklı devam etti:

"Belki de Skald'ların soylu ilmi onun olacak, belki de koruyucusu için sözler söyleyecek ve sözlerinin her biri bir şarkı olacak."

"Hafızası söylediği her şeyi unutması için lanetlenmeli."

"Erkekler arasında en soylu ve en hayranlık duyulan olarak onurlandırılmalı"

Böylece Thor'un son laneti ağzından çıktı "Ama bütün kabilesi ondan kopacak ve ondan nefret edecek"

Böylece karar verildi ve Odin’in iyi duygularının ve Thor’un kötü duygularının öznesi olan Starkad, uzun ömründe gerçekleştirdiği iyi ve kötü işler hem beğenilen, ayrıcalıklı hem de sevilmeyen biri haline geldi.


TANRI THOR STARKAD'DAN NEFRET EDİYORDU
Gökgürültüsü tanrısı güçlü Thor, Odin'in favorisi olan Starkad'dan nefret ediyordu. Bir keresinde Odin savaşçı Starkad'ın cesaretini onurlandırmak istedi ama Thor ona zarar vermek istedi. Odin genç savaşçıya zenginlik, savaşlarda başarı, sağlamlık, büyük zenginlik ve şairlik gibi büyük beceriler ve birçok nimet verdi. Diğer taraftan Thor tüm bu hediyeleri yalanlıyordu çünkü kasten kahramana zarar vermek istiyordu.

Starkad'ın bu eşsiz muamelesi onun her savaşta ciddi şekilde yaralanmasına, zenginliklerinden asla zevk almamasına, şiirlerinin değer görmemesine ve insanlar tarafından takdir edilmemesine neden oldu.

Starkad genellikle gri saçlı, deforme olmuş ve çok yaşlı olarak tasvir edildi. Hayatı sıradan insanlarınkinden çok daha uzundu. Daha önce onuruyla hizmet ettiği kralı öldürmek de dahil olmak üzere birçok kötü iş yaptı.

"YANLIŞ" KURBAN OLARAK PLANLANAN BİR TRAJEDİ
Gautreks Saga'ya göre, Norveç Kralı Vikar'a yapılan bir Viking saldırısında, filolar kuvvetli rüzgar tarafından ele geçirildi ve bir koyda sığınmak zorunda kaldılar. Kasırga günlerce devam ederken yaptıkları hiçbir dua ve verdikleri hiçbir kurban onlara yardımcı olamadı. Bu olay Odin'in gerçek bir kurban istediğinin bir işaretiydi: Bir insanın hayatı.

Birdenbire, geniş siperlikli şapkası ile At Kılı Sakal (Odin), Starkad'dan önceki gece ortaya çıktı ve ona bir sazlık ve ince bir söğüt dalı verdi. Kahraman, Odin’in isteğini anladı ve ertesi gün Vikar ve danışmanlarına tanrıların saf bir fedakarlık gösterisinden memnun kalacağını söyledi.

Kralın boynuna ince dallar dolanacak, daha sonra onu bir ağacın incecik dalına bağlayacak ve onu sazlarla çevrili şekilde kurban edeceklerdi. Böylece fedakarlık (kurban verme) sağlanacak ve Odin yine onlara olması gerektiği şekilde rüzgârlar gönderecekti.

Vikar bu öneriyi kabul etti ve ritüeller neredeyse gerçekleştiğinde, ağacın ince dalları yukarı doğru fırladı, söğüt dalı bir ip haline geldi ve Starkad'ın krala salladığı saz aniden bir mızrağa döndü ve kurbanın kalbine isabet etti.

Odin'in isteği üzerine düzenlenen basit bir fedakârlık eylemi Kral Vikar’ın cinayeti haline geldi. Bu, Starkad’ın utanç verici işlerinden biriydi. Onun bunu bilerek yaptığını düşünüyorlardı. Ancak İzlanda efsanelerinde bu öldürme eylemi isteyerek gerçekleştirmediği bir olay olarak tasvir edilir.

STARKAD'IN ÖLÜMÜ
Starkad’ın hayatı başarılar, kutsamalar ve suçlarla karmaşık bir hal almıştı.

Ayrıca bazıları çok ciddi olan birçok yara aldı, ancak yaşamı çok uzun sürdüğü için hayatta kalmayı başardı. Ama sonunda o gün gelmişti, bir kahraman bile er ya da geç ölmeliydi.

Snorre Sturluson'un İzlanda krallarında olduğu gibi gerçek kahramanlar gerçek bir ölümü hak ediyordu. Starkad kendi ölümünü kendi ayarlamıştı çünkü antik çağlarda savaşçı olan insanların hastalıktan ölmesi utanç verici bir durum sayılıyordu.

Kendisini öldürecek adamı bularak ona bir çuval para ve kılıcını verdi. Sonra boynunu eğdi ve aldığı ölümcül bir darbe ile hayatı son buldu.

SIRA DIŞI KANATLI YARI İNSAN FİGÜRÜ

Hazırlayan: A.Kara
mitoloji, Arkeoloji, Arkeolojik keşif, Sıra dışı kanatlı yarı insan figürü, Elamit figürleri,Kanatlı insan figürü, Yarı hayvan yarı insan, Eski putlar, Eski İran sanatı,

SIRADIŞI KANATLI YARI İNSAN FİGÜRÜ

Bu sıradışı figür çeşitli yönleriyle benzersizdir. Doğaüstü güçlere sahip kanatlı yarı insan yarı hayvan bir yaratığı temsil eder. Gümüş ve elektrumdan yapılmıştır ve geçmişi M.Ö. 3.000'in ikinci yarısına kadar uzanır.

Figür kafanın tepe noktasına kadar yaklaşık 12 cm yüksekliğindedir.

Görebildiğiniz gibi sol dizi üstüne çömelmiş, yüzünü hafifçe yukarı doğru yönlendirmiş ve her iki kolunu öne doğru uzatmıştır.
Tüy şekillerinin kazındığı ve elektrumdan yapılmış bir çift büyük kanat üst kollarının her iki tarafından dışarı çıkar. Her kolunun ucunda dört tane tırnak vardır. Figürün kılları sırtındaki balıksırtı benzeri bir desenle gösterilmiş olup, alın ve kulaklar ile boynun tabanı da dahil olmak üzere yüzü ince elektrum tabakası ile kaplanmıştır.

Her iki bacağı sağda ve sola gösterilen şekilde katlanmış durumdadır. Her uzuv ucunda toynaklı hayvan tipinde bir yapı vardır. Figürün sağ kolunda tırnağın tabanı öne doğru bakarken, sol kolunda tırnağın tabanı karına doğru bakacak şekilde durmaktadır.
Başın iki adet üç çatallı öküz boynuzu vardır ve hafif dalgalı saçlar ortada bölünerek arkaya salınmıştır.

Mevcut arkeolojik keşiflere dayanarak, bu boynuz tipinin benzer bir örneği henüz bilinmemektedir. Ancak İran'ın güneyinde Mezopotamya stilini temsil eden benzer heykel örnekleri vardır. Bunlardan biri MÖ. 3.000'lerde Elam'dan çıkarıldığı düşünülen bir figürdür.

Yukarıda bahsettiğimiz yaratık, genellikle bir insanın kafasına, bir öküz veya aslan vücuduna ve bir kuşun kanatlarına sahip olarak betimlenen Asur koruyucu tanrısı Lamassu ile biraz benzerdir (Aşağıdaki görsel).

Yarı çıplak figürler eski Batı Asya sanatında da yaygın olarak görülür ve büyük kuşak ve etek giyen figürlerdeki çömelme veya düz duruş özellikle İran'ın güneydoğusundaki silindir mühürlerinde ve taş kaplarında sıkça görülmektedir.

mitoloji, Arkeoloji, Arkeolojik keşif, Sıra dışı kanatlı yarı insan figürü, Elamit figürleri,Kanatlı insan figürü, Yarı hayvan yarı insan, Eski putlar, Eski İran sanatı,

MARDUK'UN KEHANETİ VE TANRININ ÇALINAN HEYKELİ

Hazırlayan: A.Kara
din ve mitoloji, Marduk, 1.Nebukadnezar, Marduk heykelinin çalınışı, Çalınan Marduk heykeli, Asur tanrısı Aşur, Elamitler, Antik tarih, tarih, A, mitoloji, sümer mitolojisi, Enki'nin oğlu,

MARDUK'UN KEHANETİ VE TANRININ ÇALINAN HEYKELİ

İnsanlığın yaratıcısı ve koruyucusu olan güçlü tanrı Enki'nin oğlu olan Marduk, Mezopotamya mitolojisinde ve Babil tarihinde önemli bir rol oynamaktadır.

Babil, Marduk kültüne adanmış "kutsal şehir" idi ve şehirde onun tapınağı, altında da bir heykeli vardı. Antik çağda Babil neredeyse "dünyanın merkezi" olarak kabul edildi. Hatta Büyük İskender bile oranın güzelliği ve gücü ile büyülenmişti.

Eski bir Asur metni olan ve “Marduk Kehaneti” olarak da bilinen metin "Sulgi Kehaneti"nden de bahseder. Bu metinlerde Marduk'un Hitit, Asur ve Elamitlerin topraklarına olan yolculuklarını gördüğümüz gibi aynı zamanda güneybatı İran'ın eski bir ülkesi olan Elam'dan gelerek Marduk'u yeniden yönetecek olan krala dair kehaneti de görmek mümkündür.

Tarihçilere göre Marduk Kehaneti MÖ. 713-612 tarihleri arasında yazılmıştır. Bu eski belge Asur İmparatorluğu'nun ilk başkenti olan Asur kentindeki bir tapınağa yakın olan Cin Evi'nde ortaya çıkarıldı.

Bu belge büyük olasılıkla Kral 1.Nebukadnezar döneminde yazılmıştı ve çoğu tarihçiye göre bu yazıt onun zaferlerini kutlamak için kullandığı bir propaganda malzemesiydi.

Marduk kehaneti eve tanrı heykelini getirerek huzuru ve düzeni geri getirecek güçlü ve kudretli bir kralın dönüşünü anlatır.

Kral 1.Nebukadnezar: "Elam'a girdim ve çalınan Marduk heykelini geri getirdim".
Babil Kralının listesi onun 22 yıl boyunca hüküm sürdüğünü bildirir ve bir kudurru, Kral Nebukadnezar'ı işaret eder:
"Elamitlere karşı olan savaş sırasında tanrı Marduk'un heykelini geri aldım."

Babilliler üzerlerine oyarak ve keserek hitabeleri yazdıkları oyulmuş taşlara sahiptiler ve onlara "kuduru" diyorlardı. Sadece ekonomik ve dini nedenlerden ötürü değil, aynı zamanda Babil'deki Kassite egemenliği döneminden günümüze kalan tek sanat eseri olarak da önemliydiler (M.Ö. 16-12. yüzyıl). Bu kudurruların üzerine birçok önemli tarihi olay yazılmıştır.

Marduk Kehaneti'nin Kral 1.Nebukadnezar'a bir hediye olarak yazıldığı düşünmesine rağmen, belgenin başka bir amaca hizmet etmiş olması da mümkün.

Cin Evi'nde kazı yaparken arkeologlar ilginç bir şekilde diğer olaylarla da ilgili birkaç çivi yazısı tablet buldular.

“Marduk Kehaneti” dışında metnin yazarının Nebukadnezar'ın Elamit seferlerine ilişkin endişesi yer alıyor. İlaveten Asur baş tanrısı Aşur'un Marduk'dan daha üstün olduğunu ilan eden bazı metinler de bulundu.

Bu metinler bazılarının Marduk Kehaneti'nin, Asur'un başkenti Ashur'un en önemli ilahı olan tanrı Aşur ile ilgili olarak Marduk'un nasıl değerlendirildiğini anlatmak için yazıldığını düşünmelerine de yol açtı.

Kehanet ayrıca astrolojik kehanet metinleri içerir ve belirli takımyıldızlarıyla ilişkili bazı eski yerlerden bahseder.

Marduk ve Sulgi kehanetleri ile Uruk Kehaneti'nde olduğu gibi pek çok tahminin de aynı şekilde astrolojik külliyat ile tam olarak paralel olduğu görülüyor.

Babilliler ve Sümerler astronomi konusunda çok ileri bilgiye sahip olduklarından, çeşitli nedenlerden dolayı inandıkları gök cisimlerini keşfetmeleri şaşırtıcı değildir ve kehanet öngörüleri, astrolojik kehanetler ve astronomik olaylar arasında belirli paralellikler vardır.

AFRİKALILARIN ESRARENGİZ İNSAN IRKI

Hazırlayan: A.Kara
mitoloji, Afrika Mitolojisi, Cwezi, Cweziler, Afrika efsaneleri, Dünya dışından gelenler, Yarı tanrılar, Afrika inanışları, Cwezi insanları, Yıldız insanları, A,

ANTİK, ESRARENGİZ İNSAN IRKI CWEZİ

Antik Cwezi veya Chwezi olarak da bilinen Bachwezi halkı efsanelerin günümüz Tanzanya'sının kuzeyindeki modern Uganda, Sudan gibi geniş bir alanı kapsayan Kitara İmparatorluğu'na (Güneş İmparatorluğu) hükmettiğini söylediği bir grup insandı. Bu bölgeler arasında MÖ 10.000'den 1.500 tarihleri aralığındaki Demokratik Kongo Cumhuriyeti, Ruanda, Burundi, Zambiya ve Malavi bile vardı. İmparatorluk 1300'lerde çeşitli özerk devletlere parçalanmaya başladı; Kutsal bir inek olan Bihogo'nun ölümünün imparatorluğun sonunu getireceği kehanetine inanan birtakım kişiler bulunmaktaydı.

İnanışa göre birkaç nedenden dolayı olağanüstü insanlardı. Çok sayıda farklı fiziksel özellikleri vardı; Alışılmadık derecede uzun boyluydular ve kafaları belirgin bir şekilde insan dışı bir biçime sahipti. Bu durum bazı insanların sıradışı görünümlerinden dolayı onların yarı tanrı olduklarına kanaat getirmelerine neden oldu. Bazıları ise onların dünya dışındaki bir gezegenden gelen antik ırklardan olduklarını savundu. Fiziksel görünümlerine ek olarak insani yeteneklerin ötesinde, doğaüstü becerilere sahip oldukları söylenir.

Hatta kriz zamanlarında yardım etmeleri için çağrıda bulunan Ugandalılar tarafından onlara ibadet bile edildi. Hala Cwezi'lere tapınan Ruandalılar ve Burandi halkı onlara “tanrı olarak inen insanlar” anlamına gelen "Ibimanuka" diyor.

Onlara Ankole, Toro, Doğu Kongo, Buganda ve Tanzanya'daki kabileler tarafından tapılmaktadır. Bu kadar çok insan onların doğaüstü güçleri, özel yetenekleri olan insanlar ya da dünya dışı varlıklar olan yarı tanrılar olduğuna ikna olmuş durumdalar.

CWEZİ'NİN POTANSİYEL KÖKENLERİ
Kalan Cwezi hakkında en sık alıntı yapılan bilgi kaynağı, Afrika Büyük Göller bölgesindeki etnik bir grup olan Tutsi'nin sözlü anlatılarıdır ve kökenleri hala tartışmalı bir konudur. Bazı insanlar Mısır'dan geldiğiklerine inanırken, Tutsi, Cwezi'leri Kush, Nubian ve Hhamityan krallıklarının doğrudan ataları olarak tanımlar. Ayrıca Kamitik ve Sudan tanrılarıyla aynı kültürel grubun akrabaları olarak tanımlanmıştır.

Günümüzde eski kültürlerin varlığını ve davranışlarını kanıtlamak için fiziksel kanıtlara çok daha fazla güveniliyor (ki mantıklı olan bu). Antik kalıntıların varlığı bu gizemli ve tartışmalı ırkın var olup olmadığını ve potansiyel kökenlerini tespit etme imkanı sağlıyor.

Birçok modern bilim adamı Cwezi'lerin Batı Uganda'ya MS 500 civarında geldiğine inanıyor. Nil Nehri'nin kuzeyinden göç ettiler ve daha organize sosyal yapıları beraberlerinde getirdiler ve doğu Afrika'da krallıklar kurdular. Eksantrik ve oldukça tartışmalı bir Afrika yazarı olan Gakondo, bu teorinin yanlış olduğunu, sömürge döneminde bölgede egemen olan batılıların orada yaşayan halkın üzerindeki etkilerinin sonuçları olduğuna ve bu inanışın gerçek olmadığına inanıyor.

Ayrıca Gakondo, bu olayların alternatif bir versiyonunu sunuyor:
Cwezi halkının Batılı alimlerin iddia ettiği gibi George Gölü ve Albert Gölü çevresindeki bölgelerle sınırlı olmadığını, aslında günümüz Ruanda'sını, Burundi, Karagwe, Doğu Kongo, Uganda'nın bazı bölgeleri ve Kenya'nın Kano ovalarını da kapsayan geniş bir bölgeye yayılan eski Kitara İmparatorluğu'nun yöneticileri olduğunu iddia ediyor.

Cwezi'lerin çok sayıda modern Afrika krallığının, Toro, Ankole, Buganda, Ruanda ve Burundi'nin ve hatta Kongo ve Zanj gibi bazı krallıkların ataları olduğunu savunuyor.

DÜNYA DIŞI CANLI MI? YARI TANRI MI?
Coğrafi kökenleri ve Cwezi halkının yayılışı zaten tartışmalı bir konudur ancak başlıkta yer alan argüman onların bilinen diğer antik kültürler gibi olmadıkları gerçeğiyle daha da karmaşıklaşır. Cwezi evrensel olarak hem görünüm hem de davranışta olağanüstü olarak tanımlanır ve “bir ayağı dünyada bir ayağı yıldızlarda” inancı ile başka bir gezegenden gelen ziyaretçiler oldukları yönündeki spekülasyonlara yol açmıştır. Halkın bir kesimi onların alışılmadık görünüm ve davranışlarının nedenini yarı tanrı veya dünya dışından olmalarına bağlıyor.

Cwezi'lerin geleneksel tanımları onların oldukça uzun, koyu kahverengi bir cilde sahip (CC Wrigley'in anlattığı bir masalda onları beyaz olarak tanımlaması hariç) olduğu bir ırk yönündedir. Bu ırka dair inanış Afrika'daki insanlara bakıldığında çok istisnai gibi görünmüyor ancak bu fiziksel açıklamaların ışınlanma yeteneği ve telekinezi gücü gibi doğaüstü yeteneklerin hikayeleriyle birleştiği görülmektedir.

SÜPER GÜÇLERİN KANITLARI
Cwezi'lerin insanüstü yeteneklere sahip olduğuna dair kanıt olarak belirtilen şeylerden biri piramitlerin inşasıdır. Güney Sudan'daki topraklarından çok uzun mesafedeki Kahire'ye taşınan 30 tonluk kaya bloklarından inşa edildiler.

Bunun için daha geleneksel açıklamalar, köle emeğinin (İsrailli ve yerli köleler) kullanılması ve bu sayede binlerce işgücüne ulaşılmış olmasıdır. Ancak Cwezi'lerin doğaüstü varlıklar olduğu teorisinin savunucuları bu devasa blokların köleler tarafından yüzlerce kilometreden sürüklenerek taşınmadığına, Cwezi'lerin telekinetik yetenekleri ile yerlerine taşındığına inanıyorlar. Ayrıca blokların taş ocağından çıkarılmadığına ve dönem insanlarının temel aletleriyle kesilmediğine, Cwezi'lerin günümüzde bilinmeyen bir tür gelişmiş veya sihirli teknolojiyi kullanarak blokları kolayca olması gerektiği şekillerde ürettiklerine inanıyorlar. Eğer bu teori doğruysa Cwezi'lerin Mısır'da ortaya çıktığı teorisinin doğru olduğunun bir kanıtı da olabilir.

Ancak bu sadece inanış, efsane ve teoriden ibaret...

ÇEROKİLERDE GÜNEŞ VE AY EFSANESİ

Hazırlayan: A.Kara


ÇEROKİ TOPLULUKLARINDA GÜNEŞ VE AY İNANIŞI

Ön Bilgi: Çerokiler, yurtları ABD'nin Güneydoğusu olan (Georgia, Güney Karolina vb.) ve sömürgeci-ırkçı beyazların baskıları ile platolara sürgün edilen Kızılderili halkıdır.

Çeroki inanışına göre güneş, ay, antik dünya, ilk erkek ve ilk kadın, bir üst dünyadan bu amaç için aşağı inen birtakım iyiliksever insan tarafından yaratıldı.

Yaratılış görevlerini yerine getirdikten sonra üst dünyalarına geri döndüler. Böylece Güneş'i ve Ay'ı yaratmaları ile yaratılan dünya için yapacaklarını bitirmiş oldular, dünyadan ayrılırken de bitirdikleri bu yaratma işi ile güneş ve ayı temsilcileri olarak bıraktılar.

Bu nedenle Yaradan'a bir dua ettiklerinde Güneş ve Ay'a dua etmek yerine "büyük ruhlar" diyerek çoğul şekilde dua ederler, çünkü yukarıda da geçtiği üzere bu düzeni yaratan ve üst dünyadan gelenler birden fazladır, tek bir kişi değildir.

Güneş ve Ay eşit şekilde yaratıcılardan, ruhlardan ve tanrılardan dualar aldılar. Cinsiyetleri ve birbirleriyle olan ilişkileri, ne zaman ihtiyaç duyulduğuna veya ruh hallerine bağlı olarak değişebilir.

Güneş bazen erkek, bazen de dişidir. Aynısı Ay için de geçerlidir.

Doğada daha fazla dişil olsa da Ay erkek veya dişiden de değişir. Bazen sevgilidirler, bazen de kız ve erkek kardeş olarak algılanırlar. Bazen Güneş ve Ay'ın da birbirleriyle çelişkileri olur. İkisi de halkı korumak ve gözetlemek için çalışırlar, ancak Güneş insanlara birden çok kez karşı gelmiştir.

Çerokiler Güneş'in insan formunda zaman geçirdiğine, insanları öldürdüğü ve avladığına inanıyor çünkü onun et için gelişmiş bir tat yapısına sahip olduğuna inanıyorlardı. Gökyüzüne doğru yaptığı günlük yolculuklarda, iştahına hitap edenleri öldürüp onları evine götürüp baş aşağı asardı.

İnanışa göre Ay sonunda Güneş'in ne yaptığını öğrendi ve yaratıcılar tarafından durduruldu. Başka bir efsanede ise Güneş, dünyanın yıkımına neden olma girişiminde bulunmuş, büyü, büyücüler ve yılan Tanrı Uktena'nın yaratılmasına neden olmuştu.

SÜLEYMAN'IN MÜHRÜ

Hazırlayan: A.Kara
A, Semboller, Antik semboller, Dini semboller, Süleyman'ın mührü, Süleyman tılsımı, musevilik, Süleyman'ın cinleri, Hz.Süleyman, Kral Solomon, SÜLEYMAN'IN MÜHRÜ
Süleyman Mührünün (Süleyman'ın Yüzüğü olarak da bilinir) İsrail Kralı Süleyman'ın ait olan bir yüzük mührü olduğuna inanılmaktadır. Bazıları bu yüzüğün sihirli güçlere sahip olduğunu düşünüyor ve bunun kökeni de Yahudi geleneğine dayanıyor. Bununla birlikte Süleyman Mührü daha sonraları İslami ve Batı okültizminde de görülmeye başlanmıştır çünkü bunların ikisi de Yahudi geleneğinden alınmıştır. Süleyman'ın mührü bir sembol olarak bugün hala kullanılmaktadır.

TANRIDAN GELEN MÜHÜR
Süleyman Mührünün bahsedildiği kaynaklardan biri Süleyman'ın vasiyetidir. Bu vasiyet “iblislerin formları ve faaliyetleri ile bunlara karşı etkili olan tılsımlar hakkında metinler içerir. Bu metnin Süleyman'ın kendisi tarafından yazıldığı ve tapınağın inşası sırasında kralın yaşadığı belli olaylardan bahsettiği iddia edilmiştir.

Ahit'in başlangıcında yazar, Süleyman'ın Mühürünü Tanrı'dan nasıl aldığını açıklayan bir hikaye sunar. Bu hikayede Süleyman, ustanın işçi oğluna her ne kadar iki maaş ve çift besin kaynağı verilse de her geçen gün daha da zayıfladığını fark ediyor. Çocuk sorgulama sırasında Kral Süleyman'a her gün batımından sonra bir iblisin onu taciz ettiğini söyledi.

"Sana dua ediyorum kral. Bu çocuğun sahip olduğu bütün şeyleri dinle. Hepimiz Tanrı Tapınağı üzerindeki çalışmalarımıza ara verdikten sonra, gün batımından sonra dinlenmek için uzandığımda kötü şeytanlardan biri gelerek benden ücretimin ve yemeğimin yarısını alıyor. Sonra sağ elimi tutuyor ve baş parmağımı emiyor. Ve canım, ruhum baskı altında. Vücudum her gün inceliyor."


Daha sonra Süleyman yardım için Tanrı'ya dua etti. Tanrı, kralın dualarını ona üzerinde pentagram gravürü bulunan sihirli bir mühür yüzüğü göndererek cevapladı.

"Dua ettiğimde, lütfum bana Efendi Sabaoth'un baş meleği Michael (Mikail) tarafından verildi. [Bana] küçük bir yüzük getirdi, oyulmuş bir taştan mührü vardı ve bana şöyle dedi: "Ey Tanrının kralı, Davut'un oğlu, en yüksek Sabaoth'un, yüce Tanrı'nın sana gönderdiği armağanı. Dünyadaki bütün erkek ve dişi şeytanları bunun yardımıyla kilitleyebilirsin. Kudüs'ü inşa etmelisin. [Ama] Tanrı'nın mührünü takmalısın."

Süleyman bu yüzüğü kullanarak usta işçiye işkence eden şeytan Ornias'tan başlayarak iblisleri kontrol altına almaya başladı. Süleyman topladığı şeytanları sorgulayarak, isimlerini, insanlara nasıl zulmettiklerini ve onlara nasıl karşı konabileceklerini öğrendi. Ek olarak, kral bu şeytanların onun için çalışmasını sağladı. Mesela inanışa göre bu sayede Süleyman, iblis Asmodeus'a Tapınağın inşasına yardım etmesini emretti ve onu kullandı.

"Babamın yüce Tanrısı yaşarken sana zincir vuracağım. Ama aynı zamanda Tapınağın bütün inşası için kilinizi (çamur) ayaklarınızla aşağıya doğru iterek yapmalısınız."

Tapınağın inşası tamamlandıktan sonra Süleyman şeytanları şişelere hapsetti. Bu şişelerin iblislerin inşa edilmesine yardım ettiği anıtın altına gömüldüğü söylenir. Bir hikayeye göre şeytanlar Nebukadnezar Kudüs'ü ele geçirdiğinde serbest bırakıldı. Tapınak yok edildiğinde Babilliler Süleyman'ın gömdüğü şişeleri buldu. İçlerinde altın olabileceğini düşünen askerler şişeleri açtılar ve şeytanları tekrar dünyaya serbest bıraktılar.

SEMBOLİK ÖNEM
Ünlü Binbir Gece Masalları'nda bulunan başka bir hikaye, Süleyman’ın tuzağa düşmüş şeytanlarından birini (masalda bir cin olarak anılır) bulan bir balıkçıdan bahseder. Bu, üzerinde mühür bulunan küçük bir bakırdı. Süleyman Mührü olan bu tılsım “Tanrı'nın baskın ismi” olarak tanımlanmaktadır.

Bu iddia edilen mistik niteliklerin yanı sıra Süleyman'ın Mührü sembolik değerlere de sahiptir. Örneğin tılsımın tabanının zemine temas ettiği, ucunun cennete ulaştığı görülmektedir ki bu da karşıtların uyumunu simgelemektedir.

Bu uyumun bir başka örneği Süleyman'ın Mührü'nün “bilim, güzellik ve metafizik arasındaki bağlantıyı tıp ve sihir, astronomi ve astroloji unsurlarıyla sembolize edişi"nde görülebilir.