HABERLER
Dini Haber
AY etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
AY etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

HATİCE: "BEN CEBRAİLİ GÖREMİYORUM"

AY,din,islamiyet,Cebrail,Muhammed'in melekler kadınları sevmiyor demesi, Hz Hatice, Hz Muhammed, Muhammed'in Cebrail yalanı,Cebrail,Cibril,Cebraili başka gören var mı?

HATİCE: "BEN CEBRAİLİ GÖREMİYORUM"

Muhammed, meleklerin kadınlara tahammül edemediğini ve kadınlardan kaçtığını belirtmiş ve bu tür bir inancı yerleştirmek üzere işe Hatice’yi araç edinmiştir. Şöyle ki:

Tanrı’nın Cebrail ile kendisine vahiyler yolladığını söyleyen Muhammed’e karısı Hatice bir gün şöyle der:

“...Cebrail’i ben de görmek isterim. Seni ziyaret ettiği zaman bana da haber de bileyim.” Her ne kadar Cebrail diye bir şey olmadığını çok iyi bilmekle beraber Muhammed, kendisine herkesten önce inanmış görünen Hatice’yi hayal kırıklığına uğratmamak azmiyle bir plan düşünür.

Bu plan gereğince günlerden bir gün karısına seslenerek,
Cebrail’in geldiğini ve dizleri üzerinde oturduğunu bildirir. Fakat Hatice, onun dizlerinde böyle bir şey görmediğini söyleyerek gözlerini ovuşturur ve tekrar bakar. Muhammed’in dizleri üzerinde oturan bir Cebrail’in varlığına tanık olmadığı için: “Bir şey görmüyorum” diye konuşur. Bunun üzerine Muhammed, Hatice’ye: “Şimdi dizimden kalktı ve merdiven eşiğine gitti” diye cevap verir. Fakat Hatice yine Cebrail diye bir şey görmediğini tekrarlar. Başında bulunan örtünün görüşe engel olduğunu sanarak kaldırır; fakat kaldırdığı an Muhammed kendisine Cebrail’in birden bire kaybolup gittiğini haber verir (290aa) Bu nasıl olmuştur ve nasıl Cebrail, Hatice’ye görünmeden kaybolmuştur? Bütün bunlar Müslüman kişiler bakımından başlı başına birer muammadır. Fakat muhakkak olan bir şey varsa o da şudur ki yukarıdaki olay, daha ilk anlardan itibaren ve daha doğrusu İbn Ishak (H. 150/M. 767) ve İbn Hişam (H. 218/M. 833) gibi temel kaynaklardan Gazali’ye ve İbn Haldun’a ve benzeri kaynaklara atlayıp günümüzde Muhammed Heykel gibi çağdaş yazarlara gelinceye dek hep, meleklerin kadınlardan hoşlanmadığı ve kaçtığı şeklinde yorumlanmış ve İslami bir inanç şeklinde savunulmuştur.

Hatırlatalım ki Hatice’ye oynadığı yukarıdaki oyunu Muhammed aynı şekilde Ayşe’ye de oynamışa benzer. Çünkü Ayşe de, tıpkı Hatice gibi Cibril’i merak etmiş ve ille de görmek istemiş ve bu dileğini belirttiği günlerden birinde Muhammed kendisine: “Ya Aişe, şu yanımdaki Cebrail’dir, sana selam ediyor” demiştir. Ayşe de buna karşı Muhammed’e: “Selam ve Allah’ın rahmeti ve bereketleri onun üzerine olsun” dedikten sonra şunu eklemiştir: “Benim görmediğim (Cibril)i sen görüyorsun!“ Muhammed’in söylemesine göre Cibril denen şey 600 kanatlı ve kanatlarıyla sema’nın etrafını yeşil bir kumaş halinde kaplayan bir melektir ki insan şeklinde görünür; örneğin bazen Arabikılığında, bazen de Dihye suretinde ziyarete geldiği olur. Bilindiği gibi Dihye, Ashab’ın ulularından olup Muhammed’in çok sevdiği bir kimse idi. Usame İbn-i Zeyd’in rivayetine dayalı bir hadise göre bir gün Muhammed, yanında eşlerinden Ümm-i Seleme bulunduğu halde Dihye ile konuşurken, birden bire sorar: “Bu kimdir?”. Ümm-i Seleme: “Bu Dihye’dir” der. Buna karşılık Muhammed bir şey söylemez. Fakat az sonra Ashab’a irad ettiği hutbe ‘sinde Cibril’in vahiy getirdiğini bildirir. Bunu duyan Ümm-i Seleme, Cibril’in Dihye suretinde göründüğüne inanır. Öyle anlaşılıyor ki Muhammed, Ümm-i Seleme’ye biraz farklı bir oyun oynamak istemiştir. Fakat sanılmamalıdır ki bu hikayeden, kadının mevcudiyetine Cibril’in yada herhangi bir meleğin tahammül edebileceği anlamı çıksın. Çünkü Muhammed ölüm döşeğinde bile meleklerin kadınlarla ayni yerde bulunmak istemeyeceklerini ortaya vurmuştur.

Gerçekten de Ayşe’nin bildirmesine göre öleceği gün, büyük acılar ve sancılar içerisinde kıvranırken bir aralık iyileşir gibi olur ve bu durumu görenler sevinerek işlerine giderler. Yanında sadece kadınlar kalır. Bunun üzerine Muhammed: “KADINLAR çıksın, bu melek yanıma girmek istiyor der. Kadınlar çıkar, fakat Ayşe kalır. Ancak ne var ki meleğin kendisini görmemesi için evin bir köşesine çekilir. Bu gelen güya ölüm meleğidir. Muhammed’in ruhunu almak için gelmiştir. Fakat Muhammed ona: “Cebrail gelinceye kadar benden uzaklaş” der; o da uzaklaşır. Kadınlar içeri alınır. Bu sırada Cebrail kapıya gelir. Kadınlar yine odadan çıkarılır. Cebrail girer ve Muhammed ‘i teselliye çalışır. Muhammed ona ölüm meleği gelinceye kadar beklemesini söyler. Bu kez kadınların içeriye girmelerine izin verilir. Bu arada ölüm meleği gelir ve selam vererek içeri girmek için izin ister. Muhammed izni verir ve “Beni Rabbime kavuştur* der. Ölüm meleği bu işi görürken Cebrail şöyle konuşur: “Vahiy dürüldüğü gibi dünya da benim için dürülmüş oldu. Artık ne dünyanın bende ve ne de benim dünyada bir ihtiyacım kalmadı. Bu benim yeryüzüne son inişimdir” Bu sözler üzerine Muhammed can verir.

Öyle anlaşılıyor ki Cebrail, artık nasıl olsa bir daha yeryüzü ile ilişkisi kalmadığını hesaplayarak son dakikada kadınlarla ayni yerde bulunmanın pek sakınca yaratmayacağını düşünmüş olmalıdır. Meleklerini dişiden yaratmayı utanç vesilesi yapan bir Tanrı’nın kadınlardan elçi/peygamber göndermeyeceği aşikardır. Bundan dolayıdır ki Kuran’da, Tanrı’nın güya Muhammed’e şöyle dediği yazılıdır.

(12 Yusuf 109-110)
“Senden evvel (Peygamber olarak yalnız erkekler gönderdik ki onlara vahiy iniyordu...“

(21 Enbiya 7)
“Senden evvel de kendilerine vahyettiğimiz erler gönderdik...”

Kaynaklar:
[108] Ebu´l-Fereç İbn Cevzî, el-Vefâ, c. 1, s. 164.
[109] İbn İsJıak, İbn Hişam, Sîre, c. 1, s. 255, Taberî, Târih, c. 2, s. 208, Ebu Nuaym, Delâil, c. 1, s. 217, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvvE.c. 2, s. 151-152, İbn Atoclilberr, İstiâb, c. 4, s. 1820, Ebu´l-Ferecİbn Cevzî, el-Vefâ, c. 1 , s. 164, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 49, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 1 , s. 87, Zehebî, Târîhu´l-İslâm, s. 134, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 3, s. 15-16, Heysemî, Mecmau´z-zevâid, c. 8, s. 256, Diyarbekrî, Hamis, c. 1 , s. 283.

KADINLAR AÇISINDAN KUR-AN''IN EN TALİHSİZ SURESİ

AY, din, islamiyet, İslamda kadın, Kur'an da kadın, Nisa suresi, Nisa suresinde kadın, Din ve kadın, Müslümanlıkta kadın, Kur'an-ı Kerim'de kadın, Nisa 34, Nisa 128, Kadınları dövün ayeti, Yataklarında yalnız bırakın, Bu surenin adı kadınlar suresi; ancak ne yazık ki kadınlar acısından Kur-an'ın en talihsiz suresidir.

“...Erkekler kadınlar üzerinde hakimdirler. İyi kadınlar; gönülden boyun eğenler(dir)... Serkeşlik etmelerinden endişelendiğiniz kadınlara öğüt verin, yataklarında onları yalnız bırakın, nihayet dövün. Size itaat ediyorlarsa aleyhlerine yol aramayın” (4 Nisa 34).

Ama eğer kadınlar erkeklerin kendilerine karşı baş kaldırmalarından endişe ederse ne olur?

Yine yanıtı kur-an'dan alalım. O zaman ya tekrar anlaşın, aranızı düzeltin veya olmazsa güzellikle ayrılın. Surenin 128. Ayetinde. Aynı olumsuz tavır kadından gelirse çeşitli cezalar var, hatta dövülür; ama erkekten gelirse, 'Eh anlaşamıyorsanız o zaman ayrılın' 'deniliyor

kadının serkeşliği halinde kocaya dayak atma hakkını tanıdığı (ve en azından kadını yatağına almamayı emrettiği) halde, erkeğin serkeşliği halinde kadına “endişesine hakim olup kocası ile anlaşmasın!” emretmiştir.

Allah'ın emridir diye öne sürdüğü bu hükmü Muhammed, son nefesini vereceği ana kadar her fırsatta kocalara hatırlatmaktan geri kalmamıştır. Kendisini ölüme sürükleyecek olan hastalığı sırasında veda haccı vesilesiyle son hutbesini verirken dahi onlara şu öğütte bulunmayı ihmal etmemiştir:
“Ey ahali... Tanrı (size karılarınızı) yataktan ayırmayı ve... onları dövmeyi helal etmiştir“

Dikkat edilecek olursa dayakla ilgili yukarıdaki ayetin güttüğü amaç, her şeyden önce kadını itaatkar kılmaktır. İyi” kadınların gönülden boyun eğer nitelikte olduklarını hatırlattıktan sonra dayak hatırlatmasını yapmaktadır. Kadının serkeşliği, itaatsizliği, huysuzluğu hallerinde koca, onu, dayak atarak hizaya getirmelidir. Söylemeye gerek yoktur ki serkeşlik, ilgisizlik ve huysuzluk kadınlara özgü bir şey değildir. Çoğu kez erkeklerde de görülen bir şeydir. Ancak ne var ki Muhammed, erkeğin serkeşliğinin ya da ilgisizliğinin ve huysuzluğunun ceremesini dahi kadına yükler. Çünkü böyle bir halde kadın, kocasıyla anlaşmaya ve onu mutlaka hoşnut etmeye çalışmalıdır. Nitekim Kuran’a koyduğu şu ayet bunun kanıtıdır: “Eğer kadın, kocasının serkeşliğinden veya aldırışsızlığından endişe ederse, aralarında anlaşmaya çalışmalarında kendilerine bir engel yoktur”(4 Nisa 128)

Ve bunu ne için koymuştur, bilir misiniz? Sırf kendi çıkarları İçin. Daha doğrusu eşi Sevde’nin cinsi münasebet sırasını Ayşe’ye devretmesini sağlamak için.
Nitekim İbn-i Sa’d’in Ayşe’ye müntehi bir senedie Vakid’den rivayetine göre Ayşe şöyle demiştir:
“Şevde... çok yaşlı idi. Nöbetini bana hibe etmişti. Resul-i Ekrem’i memnun etmek istiyordu” Bunun üzerine: -Eğer bir kadın, kocasının yanına yaklaşmamasından, yahut yüz çevirmesinden korkarsa, bu kadının, kocasıyla aralarında bir barış yolu bulup geçimlerini düzeltmelerinde bir beis yoktur’- ayet-i...indi... “

Hemen belirtelim ki Sevde’nin davranışı öyle kendiliğinden olan ve sırf Muhammed’i memnun etmek için girişilen bir davranış değildi. Muhammed onu, yaşlanıyor diye boşamaya kalkmıştı. Ve zavallı kadıncağız o yaşlı halinde sokağa atılmamak için ve Muhammed’in Ayşe’ye fazlasıyla düşkün olduğunu bildiğinden, nöbetini ona devretmeyi teklif etmişti.İşte bu teklif üzerinedir ki Muhammed, sanki Tanrı bu tür davranışları gerekli görmüş gibi, Kuran’a,
“Eğer bir kadın, kocasının yanın yaklaşmamasından, yahut yüz çevirmesinden korkarsa, bu kadının kocasıyla aralarında bir barış yolu bulup geçinmelerini düzeltmelerinde bir beis yoktur...” (4 Nisa 128) hükmünü koymuştur.

Haksızlığın derecesini görüyor musunuz? Koca, karısının serkeşliğinden şüphe ettiği an onu dövecek, buna karşılık kadın kocasının serkeşliğine tanık
olduğu zaman onu hoşnut edecek. Görülüyor ki erkeğin kadına karşı haksız bir davranışının cezasını yine kadın çekmektedir. yukarıdaki ayet’de sözü geçen “serkeşlik etmelerinden endişelendiğiniz” deyimi geniş anlam taşır; şöyle ki, sadece kocasına itaat etmekte kusur eden kadınları değil, fakat dinsel görevlerini yerine getirmeyenleri de kapsar. Böylece koca, dayak yoluna başvurmak suretiyle karısını namaz kılmaya, ya da oruç tutmaya zorlayabilir. Öte yandan dayak, sadece “serkeşlik” halinin vukuuna bağlanmış değildir, serkeşlik olayına tanık olmasa dahi koca, karısının serkeşlik edeceğinden kuşkuya düşmesi halinde onu dövebilir. Her ne kadar dayak atmadan önce karısına öğütte bulunması ve eğer bu fayda vermez ise onu yatağına almaması gerekirse de, kadının yularına hakim olmanın ve onu “kuzu” gibi yapmanın, ancak dayak ile sağlanacağını bilmelidir. Kuran’da dayağın ne şekilde atılacağı ve tarzı bildirilmemiştir. Fakat

Muhammed’in kocalara öğüdü şudur ki karılarını döverlerken “kemiklerini kırmadan”, “suratlarına vurmadan” ve “kanatmadan” bu işi görmelidirler. Fakat döverken iyice acıtmalıdırlar. Bunun dışında dikkat etmeleri gereken şey, karılarını döverken cariyelerini döver gibi dövmemeleridir.

Çünkü Muhammed şöyle emretmiştir:
“Hiç biriniz karısını, cariyesini döver şekilde dövmesin ve şunu düşünsün ki dayak attığı günün gecesinde belki de onunla yatakta birleşecektir." Cariye sanki insandan değilmiş ve sanki o “kemikleri kırılırcasına” dövülebilirmiş kanısını yaratan bu hükmün şaşkınlık uyandırdığını inkar etmek güçtür. Fakat ne var ki Müslümanlar Muhammed’in cariyelere layık gördüğü bu dayak şeklinin, nikahlı karılara uygulanmamasını “İnsani” nitelikte bir davranış olarak övgüyle anmayı marifet bilmişlerdir.

Kaynak:
Tecrid-i Sarih, Diyanet tercemesi, no: 1821, Müslim, Reda, 43 ve diğer hadis külliyatı.
Nisa Suresi'nin Tefsiri 34. Ayet

MUHAMMED KENDİ HATASINI GİDERMEK İÇİN KUR-AN'A AYETLER KOYAR

Muhammed, Kur'an, Muhammed'in Kur-an'a hatasını gidermek için ayet koyması, Kur-an'a eklenen ayetler, din, AY, islamiyet, Hz Muhammed, Hacc suresi, Muhammed'in Kureyşliler ile put antlaşmaları,
Mekke döneminde Kureyş’lilerle MUHAMMED arsında “putlar” konusunda yaptığı ve sonradan bozduğu anlaşma vardır. Bilindiği gibi ilk Mekke döneminin başlangıcında Muhammed, kendi kavminin inançlarını değiştirmek ve kendine çekmek istemiş, fakat pek başarılı olamamıştır. Kureyş’liler kendisine ikide bir, "Biz senin taptığına, sen de bizim taptığımıza tap, böylece birbirimize taviz vermiş olalım. Eğer senin taptığın bizimkinden daha iyi ise, biz ondan pay alırız; yok eğer bizim taptığımız seninkinden daha iyi ise sen bir pay alırsın" diye konuşmuşlardır. [İbnü Hişam-Siyer]

Onlara karşı kendisini henüz güçlü görmediği içindir ki Muhammed, onlara yanaşmak istemiş ve bu amaçla “Bu putlar yüksek mahalde uçan turna kuşlarıdır, bunların şefaati beklenir” şeklinde konuşmuştur. Kureyş halkı bu sözleri işitince sevinmiş ve ilahlarının Muhammed tarafından bu şekilde anılmasından hoşlanmış ve hatta: “Muhammed bizim putlarımızı andı” diye bayram yapmıştır.

Ancak bu haber, daha önce Habeşistan'a göç etmiş olan Müslümanlara (ki “Muhacirün” diye anılır) ulaştığında, bunlardan bir kısmı Kureyş halkının İslamiyeti kabul ettiği zannına kapılarak geri dönmeye kalkışmıştır. Ve işte o zaman Muhammed ne büyük bir hata işlediğini fark ederek işi düzeltmeye çalışmıştır. Aklına ilk gelen çare şeytanı araç yapmak ve Tanrı’dan bu olayla ilgili olarak vahiy İndiğini anlatmak olmuştur. Bundan dolayıdır ki putlarla ilgili sözleri söyledikten sonra Cebrail’in kendisine: "Ey Muhammed sen ne yaptın? Halka benim sana Tanrı tarafından getirmediğim sözleri söyledin" dediğini ve korkuya kapıldığını ve fakat Tanrı’nın derhal yardımına koştuğunu ve şeytanın telkinlerini bozduğunu bildirmiş ve şu ayetin gönderildiğini eklemiştir:

“Ey Muhammed, senden önce gönderdiğimiz hiç bir elçi ve peygamber yoktur ki, bir şeyi arzuladığı zaman şeytan onun arzusuna vesvese karıştırmamış olsun. Allah şeytanın karıştırdığını giderir; sonra Allah kendi ayetlerini tahkim eder.” (K. 22 Hacc 52)

Yukarıda Hacc Suresi'nde: "...Ey Muhammed... Allah şeytanın karıştırdığını giderir..." diye yazılıdır. Bu ayeti, Muhammed kendi hatasını gidermek için koymuştur. Kureyşlileri kazanmak için bir aralık onların putlarını benimser görünmüş ve fakat bu hareketinin olumsuz sonuçlar yaratacağını anladıktan sonra yukarıda ki ayet-i yerleştirmiştir. Ancak bunu yaparken aynı sureye bir başka vesile ile koyduğu "Allah şeytanın karıştırdığını, kalplerinde hastalık bulunan ve kalpleri kaskatı olan kimseleri sınamaya vesile kılar" (K. 22 Hacc Suresi, ayet 53) şeklindeki hükmün kendisine uygulanması halinde kendi kendisini "kalbinde hastalık bulunan ve kalbi kaskatı olan" kişi durumuna düşürdüğünü fark etmemiştir.

Ayrıca kendini biraz daha temize çıkarmak için sadece şeytan değil, kureyşlilerin de onu kandırdığını ve bunu Allah'ın söylediğini ileterek şu ayeti de Kur'ana ekler:

"(Ey Muhammed!) Seni, sana vahyettiğimizden uzaklaştırıp başka bir şeyi bize karşı uydurman için uğraşırlar. O zaman seni dost edinirler. Eğer seni pekiştirmiş olmasaydık, andolsun ki, onlara eğilim gösteriyordun, az kalsın. O zaman sana, yaşamı da, ölümü de kat kat azab biçiminde tattırırdık. sonra da bize karşi bir yardımcı bulamazdın". (17 Isra 73-75)

ALLAH DIŞINDA BAŞKA YARATICI DAHA MI VAR?

AY, din, Allah dışında başka yaratıcı, Kuranda Allah'tan başka yaratıcı, Allah'ın beddua etmesi, islamiyet, Kuran, Kuran-ı Kerim, Kuran çelişkileri, Münafikun suresi, ٤﴾ يَقُولُوا تَسْمَعْ لِقَوْلِهِمْ كَأَنَّهُمْ خُشُبٌ مُّسَنَّدَةٌ يَحْسَبُونَ كُلَّ صَيْحَةٍ عَلَيْهِمْ هُمُ الْعَدُوُّ فَاحْذَرْهُمْ قَاتَلَهُمُ اللَّهُ أَنَّى يُؤْفَكُونَ ﴿

Onları gördüğün zaman kalıpları hoşuna gider. Konuşurlarsa sözlerine kulak verirsin. Onlar sanki elbise giydirilmiş kereste gibidirler. Her kuvvetli sesi kendi aleyhlerine sanırlar. Onlar düşmandır, onlardan sakın! Allah onları kahretsin! Nasıl da (haktan) çevriliyorlar! Münafikun Suresi 4. Ayet.

Yahudi ve Hıristiyanlar hakkında, ALLAH ONLARI YOK ETSİN!" ifadesi kullanılıyor. Yok ediyorsa kendisi Allah'tır o yok etsin, niye beddua ediyor? Sanki onun dışında ayrı bir Allah vardır da ona müraacat edip Allah onları yok etsin diyor.

Ne ilginç ifadeler değil mi?

KENDİ PEYGAMBERLERİNİN TORUNU'NU ÖLDÜREN BİR ÜMMETİN DİNİNE İNANILIR MI?

Kerbela olayı, AY, din, islamiyet, Emevi halifesi Yezid, Halifelik savaşları, Halifelik çatışmaları, Hz Hüseyin, Hüseyin'in ölümü, Muhammedîn torunları, Kufe, Yezit, Vakkas, Halife Yezit, Allah nerede,
Kerbela Olayı veya Kerbela Savaşı ya da Kerbela katliamı, 10 Ekim 680'de, bugünkü Irak sınırları içindeki Kerbela şehrinde, Muhammed'in torunu Hüseyin bin Ali'ye bağlı küçük bir birlik ile Emevi halifesi I. Yezid'in ordusu arasında cereyan etmiştir.

Ali'nin ölümünden sonra Kufe halkı Hasan'a biat eder ve Hasan Ali'nin yerine halife olur. Muaviye önceleri Hasan'a biat etmiş görünse de, Hasan'in pasif kişiliğinden ve çevresinden aldığı güç ile kendi halifeliğini ilan eder. Şam halkı Muaviye'ye biat eder. Bu haber Kufe'ye ulaşınca, bazı Kufe'liler de Muaviye'ye biat'a hazırlanır. Muaviye büyük bir ordu ile Şam'dan Kufe'ye gelir. Yeterli gücü olmasına rağmen Muaviye'ye direnmek yerine, Muaviye'ye biat edeceğini söyleyen Hasan, kendi rızasıyla Halifeliği Muaviye'ye bırakır. Fakat bir şartı vardır; o da Muaviye'nin ölümünden sonra kendisinin tekrar halife olmasıdır. Muaviye bu isteği kabul eder ve Halife olur... Halifeliği Muaviye'ye devreden Hasan, kardeşleri ve bütün sülalesini toplayarak Medine'ye gider ve oraya yerleşir. Muaviye sesini kesmesi için ona yüklü bir maaş bağlamıştır. Bir süre Medine'de bolluk ve sefa içinde yaşarlar.

Hasan'ın ailesini toplayıp Medine'ye gitmesinin üzerinden yaklaşık on yıllık sakin bir dönem geçti. Bu süre sonunda Muaviye Halifeliği tekrar Hasan'a değil, oğlu Yezit'e devretmenin yollarını aramaya başladı. Bunun tek yolu Hasan ve Hüseyin'in öldürülmeleriydi. Medine valisine Hasan'ın kellesinin alınmasını emretti, fakat vali bu işi yapamadı. Halkın tepkisinden çekindi. Bunun üzerine Muaviye Hasan'in karılarından Cade'yi, oğlu Yezit ile evlendirme vaadi ile ayarlayarak Hasan'ı zehirletme yolunu seçti. Cade Hasan'ın suyuna zehir katarak onu yavaş yavaş zehirledi. Yaklaşık kırk gün hasta yatan Hasan, nihayetinde öldü. Cade ise Yezit ile evleneceğini sanarak Şam'a gitti. Ama ölümüne gidiyordu. Onu da açık denizde kayıktan suya atarak öldürdüler.

Bu olaylar gerçekleşirken Muaviye hastalanır. Muaviye hasta yatağında daha hayattayken oğlu Yezit yerine geçip, sorgusuz sualsiz Halifeliğini ilan etti. Yezit Hasan'dan kurtulmuştu, ama Halifelik için önünde Hüseyin'in bir engel olduğunu çok iyi biliyordu. Üstelik Hüseyin Muaviye'nin yerine geçen Yezit'e biat etmemişti. Artık Hüseyin Yezit'in hedefindeydi.

Bu arada Kufe'liler Hüseyin'e Halife olarak biat edeceklerini bildirip Hüseyin'i gaza getirdiler. Hüseyin ailesinin bütün bireylerini toplayıp Medine'den Mekke'ye geldi. Burada Kufe'liler ile bir süre mektuplaşıp, kendisine biat edileceği garantisini alınca, yine bütün ailesinin bireylerini yanına alarak Kufe'ye doğru hareket etti. Kendisine yapılan uyarılari dikkate almamış, ölümüne doğru yola çıkmıştı. Hüseyin Kufe'ye doğru yola çıkmıştı ama, Yezit'e bağlı Basra valisi Ubeydullah, komutanı Ömer bin Sab bin Ebu Vakkas vasıtasıyla Kufe'yi kontrol altına almış, Hüseyin'i bekliyordu.

Uzatmayalım, Kufe yakınlarında, bugün Kerbela denilen yerde Vakkas'ın adamları Hüseyin'in yolunu kesti. Sayıca üstün olan bu kuvvet ile çatışmaya giren Hüseyin burada kellesini verdi ve ailesi tamamen katledildi. Tarihi kaynaklar burada, Hüseyin de dahil olmak üzere tam 72 kisinin öldürüldüğünü söylemektedir. Sadece bazı kadınlar canlı bırakılmış, kimisi cariye olarak verilmiştir.

Bu katliamdan bir tek erkek kurtulmuştur; Hüseyin'in oğlu Ali bin el-Hüseyin (veya Ali Asgar veya Zeynel Abidin). O da Hasta olduğundan bağışlanmıştır. Tarihi kaynaklar bu katliamdan Muhammed'in torunu, Hüseyin'in kardeşi Zeynep'in de kurtulduğunu aktarmaktadır.

Sırf bu olay bile İslamın uydurma olduğunun, evrensel olduğu iddia edilen söylemlerinin hayata geçirilmesinin de imkansız olduğunun büyük bir delilidir...

Muhammed'in torunlarına, soyuna bakın, işleri güçleri şan şöhret geçici dünya hayatı. Güvendiği Allah'ları da yüz üstü bırakmış çölde onları..Tabiatı gereği güçlü olan, akıllı olan kazanmış...

ALLAH SAVAŞA KATILIYOR

DP, din, islamiyet, Allah savaşa katılıyor,Allah, Enfal suresi, Allah'ın yarattığı insanlarla savaşması,Yüzleri kurusun,Allah'ın bedduası, Kuran Muhammedin el yazmasıdır, Kureyş ordusu ile savaşta
(Savaşta) onları siz öldürmediniz, ancak Allah öldürdü; attığın zaman da (Muhammed'e hitaben) sen atmadın, Allah (onu) attı. Ve bunu mü'minleri güzel bir imtihanla denemek için (yaptı)' Enfal Suresi, 17. Ayet

Ayetin ifade ettiği anlam gayet nettir ki Allah, bir çatışmada (ki Bedir'de yapılan çatışma kastediliyor) öldürülen insanları ancak kendisinin vurduğunu; şayet Muhammed ve ordusu vurdu denilirse Allah'ın bunu kabul etmediğini görüyoruz.

Kureyş ordusu, Müslümanların karşısına çıkınca, muhammed demiş ki "İşte Kureyş, gurur ve iftihar ile geldi, "Allah'ım bunlar senin resûlünü inkâr ediyorlar, bize yardım et ya Rabb!" Diye dua etmiş. İşte bu sırada cebrail gelmiş ve Muhammed'e, "Bir avuç çakıl alıp onların yüzlerine doğru fırlatmış ve "Yüzleri kurusun!" Diye bedduada bulunmuş. Düşmanın gözleri (sanki acı biber gibi yanmaya başlamış) Bundan sonra düşmanın tüm askerleri bozulmuş, mü'minler de enselerine binmişler; bir yandan onları öldürüyor, öbür yandan da esir alıyorlarmış. Savaş sona erince bu sefer bir kısım Müslümanlardan "ŞÖYLE KESTİK, BÖYLE VURDUK, ESİR ALDIK" diye ileri geri konuşanlar ve yaptıkları ile övünenler olmuş, İşte bu ayet bunun üzerine inmiş.

Burada demek ki Allah onlara, fazla fors yapmayın: bunları siz değil ben vurdum demek istiyor. Muhammed'in attığı bir avuç çakıl için de, 'Evet her ne kadar bu çakıllar senin elinde olsada asıl onlara isabet ettirip vuran, hepsinin gözlerine batıran benim' demek istiyor.

Allah; Öldürülen birkaç insan için, bakın ha onları siz değil; ben vurdum. Sakın ola beni bir saniye bile olup bitenlerin dışında tutmayın.demiş oluyor.
İşte bir ayetin hikayesi de böyle...

KUR-AN'IN BENZERİ YAZILDI

AY,din, islamiyet, Kuran,Kur-an,Kuran'ın benzeri yazıldı,The True Furqan,Gerçek Furkan,Arap dili ve edebiyatı,Kuran'dan daha iyi şiirsel dile sahip,Kur-an benzeri yazılamaz mitosu
Yoksa, Onu (Muhammed) uydurdu mu diyorlar? De ki: Eğer sizler doğru iseniz Allah'tan başka, gücünüzün yettiklerini çağırın da (hep beraber) onun benzeri bir sure getirin.

İslamiyetten ayrılan iki Arap, benzeri yazılamaz denilen Kuran' ın bir benzerini yedi yıllık uğraş sonucunda yazmayı başardı. Böylece bin dört yüz yıllık "Kuran'ın bir Sure'sinin bile benzeri yazılamaz" mitosu çökmüş oldu. The True Furqan, Türkçe de Gerçek Furkan (doğruyu yanlıştan ayırt eden) anlamına geliyor. 366 sayfa olan The True Furqan, Arap Dili ve Edebiyatı profesörlerinden de geçer not aldı.

Aynı Kuran'daki gibi hatta daha iyi şiirsel dil kullanıldığı belirtilen kitapta bu güne kadar Arapça gramer hatası da bulunamadı. Bu kitap şimdilik sadece Arapça ve İngilizce dil seçeneği içeriyor.

AŞERE-İ MÜBEŞŞERE

AY, Aşere-i Mübeşşere, Cennete girecekleri müjdelenen, islamiyet, din, Hz Muhammed, İslamda kadın, Aşerei Mübeşşerede neden kadın yok, İslam erkek dinidir, İslam erkeği kayırır, Cennetle müjdelenenler,
Muhammed tarafından Cennet'e girecekleri dünyadayken müjdelenen on Sahabi (Muhammed'in arkadaşı) demektir.

Aşere-i mübeşşere şunlardır:
1.Halife Ebu Bekir, 2.Halife Ömer, 3.Halife Osman, 4.Halife Ali, 5.Talha bin Ubeydullah, 6.Zübeyr bin Avvam, 7.Abdurrahman bin Avf, 8.Sa’d bin Ebi Vakkas, 9.Said bin Zeyd, 10.Ubeyde bin Cerrah.

Aşere-i Mübeşşere'de Neden Hiç Kadın Yok?
Dikkatinizi çekmiştir, aralarında bir tane bile kadın yok. Neden aşağıdaki kadınlardan biri, böyle bir rütbeyle şereflendirilmemiş acaba:
  • Annesi Amine: Muhammed’i doğurduğunda kocasını 6 ay önce kaybetmişti ve 6 yaşına kadar binbir güçlük içinde büyüttüğü söylenir.
  • İlk karısı Hatice: Hayat deneyimi ve servetiyle ailesini uzun süre taşıdı. Muhammed Hira dağından titremeler içinde döndüğünde ‘Sen peygamber olacaksın!’ diyerek onu cesaretlendirdi. Müslümanlığı kabul eden ilk kişiydi.
  • En sevdiği eşi Ayşe: Yakın arkadaşlarından Ebu Bekir’in kızıydı. 9 yaşındayken nikah kıymıştı.
  • Çok sevdiği kızı Fatma: Hatice’den olma kızı ve Halife Ali’nin karısı. İleriki yıllarda büyük oğlu Hasan karısı tarafından zehirlenerek, küçük oğlu Hüseyin Kerbela’da Yezit’in askerleri tarafından kafası kesilerek öldürülmüştür.
  • 'Adaylar hep akrabalardan' denmesin diye başka herhangi bir mümine…olamaz mıydı?

HALİT BİN VELİT

AY, din, islamiyet, Halit Bin Velit,Allah'ın kılıcı,Allah'ın celladı, Hz Muhammed, Ükeydir,Mekke fethi,Müslüman ol çağrısı,Halit Bin Velit'in katliamları,Allah nerede,Sebe'na,Müslümanlar esirlerinizi öldürün,Uzza putu,Ali,Hz Ali,Cezime katliamı ALLAH'IN KILICI MI? ALLAH'IN CELLADI MI? (Halit Bin Velit)
Cezime katliamı (Şevval, h.8.yılı)


Halit b. Velit, Muhammed'in emri ile 420 süvari ile birilikte Dümetü-l Cendel'e gönderilir. Bu bölge insanları Hrıstiyandır. Onların lideri Ükeydir'i yakalıyorlar. Onlardan 2000 deve, 800 at, 400'er adet ok ve zırh alıyorlar. Ayrıca bunların cizyeye bağlıyorlar. Çok ağır bir ceza kesiyorlar onlara. Neleri varsa her yıl ondan Müslümanlara cizye vermek zorunda kalıyorlar.

Halit b. Velit daha sonra Ocak 630 'da meydana gelen Mekke fethinde aktif görev alıyor. Burada üst üste baskınlar gerçekleştiriyor. Halit b Velit 350 kişilik bir silâhlı grubu Cezimeliler üzerine gönderir. Bu askerlerin bir kısmı Muhacir (Mekke Müslümanlarından), bir kısmı da Ensar (Medine Müslümanı), Bunlar söz konusu yere gelince Halit b Velit oradaki insanlara, Müslüman olun' diye çağrıda bulunur. Onlar hem olumlu yanıt verirler, hem de zaten daha önce Müslüman olduk derler. O zamanlar biri Müslüman olsaydı o çevrede ona SABİ' olmuş derlerdi. Dolayısıyla Halit onlara bu teklifi sununca onlar "SEBE'NA" diyorlar. Yani halk tabiriyle Müslüman olduk demeye geliyor. Elbette silahları da var bunların. Halit bin Velit soruyor: Madem Müslüman olmuşsunuz bu ne silahtır? Onları kendimizi korumak için bulundururuz diyorlar. Halit onlara, silahlarınızı yere atın diyor; onlar da kabul ediyor. Halit bunları o 350 kişilik Müslüman grup arasında dağıtıyor ve onun emriyle ellerini bağlıyorlar.

Sabahleyin Halit her Müslümana esirlerinizi öldürün diye talimat veriyor, kendisi de yanındakileri öldürüyor. Mekkeliler esirlerini öldürüyorlar ancak Medineli müslümanlar Halit'e karşı çıkıyorlar "Bunlar daha önce Müslüman olmuşlar, sen niye katlediyorsun?" diyorlar. Halit itiraz ediyor. "Müslüman olduklarını nasıl biliriz? Diyor. Medineli müslümanlar, "Baksana bunların camiileri bile var ve üstelik sen adamlara teklif sundun, onlar kabul etti" diyorlar. Sonuçta orada bir katliam yaşanıyor ancak Medineli müslümanlar esirlerini serbest bırakıyorlar. Durum muhammede aktarılınca sadace üzüntüsünü bildiriyor başkada bir şey yapmıyor. Muhammed Halit b Velit bu kez de UZZA putunu yıkmaya gönderir. Hem putu yerle bir edip içinde ne gibi hediyeler varsa alır, hem de orda bulunan bir kadını kılıcıyla biçerek katleder. Muhammed'in on yıllık Medine döneminde savaş ve baskınlarla geçmiştir. Sadece bunlara bakılınca islâm'ın ne kadar şiddet içerdiği ve niçin hızla yayıldığı konusunda bir fikir oluşmuştur. Kaldı ki yapılan baskınlardan Sifu'l Bahr, Asma binti Mervan cinayeti, Ümmü Kirfe, Ebu Rafii, Meyfaa ve Batn-i İdem baskınları Uzza ve Suva' putlarının yıkımı, Ali'nin Yemen'e yaptığı baskın tüm bunlar Ramazan ayında olmuştur.

Kaynaklar:
İbni Kesir , Bidaye, c. 6/364-66.
Vakıdi, Megazi, c. 2/780.
İbn-i Kesir , Bidaye, c. 6/405.
Bu olay en başta Buhari' de ki iki yerde ve ilgili tüm islâm kaynaklarda geçiyor.

KUR'AN'DA İNANMALARI İÇİN İNSANLARA RÜŞVET Mİ VERİLİYOR?

AY, din, islamiyet, Kuran, Kuranı Kerim, Kuran'da rüşvet, Kur'an'da inanmaları için insanlara rüşvet, Tevbe suresi, Tevbe 60.ayet, Kuran'da sadaka adı altında rüşvet, Zenginin zekattan pay alması İslamda, Kur'an'da da geçen bir "El Müelleftü'l-Kulub" vardır. "Gönülleri İslama kazandırılanlar" diye anlam veriliyor. Buhâri'deki hadislerde de yer aldığına göre, bu kapsama giren kimseler varlıklı insanlar oldukları halde bunlara ganimetten çok büyük oranlarda fazla pay verilmiş ve bu da Muhammed'i "adaletsizlik"le suçlamalara, söylenmelere yol açmıştı Müslümanlar arasında. "El Müellefetü-l Kulup", Kur'an'a da geçirilmiştir. Tevbe Suresi'nin 60. Ayetinde, bunlara ZEKAT verilebileceği de belirtilmiştir. Yani ZENGİN de olsalar, bunların zekat almaları uygun görülmüştür. İslam'ı benimsemeleri ya da islâmda kalmaları için kendilerine daha çok GANİMET ve ayrıca zekat almaları uygun Görülen "El Müellefetü'l Kulub"a verilen ayrıcalık, Taberî tefsirinde "RÜŞVET" diye niteleniyor.

Şu sorulabilir: Bu durum da, "insanları dünyalık için Müslüman yapıp İslam münafıkların dini durumuna getirmiyor muydu? Bu sorunun karşılığı bulamıyoruz.

Bazılarınız bu sureyi göstererek: "Sadakalar (zekatlar) Allah'tan bir farz olarak ancak; yoksullara, düşkünlere, (zekat toplayan) memurlara, gönülleri (İslam'a) ısındırılacak olanlara, (hürriyetini satın almaya çalışan) kölelere, borçlulara, Allah yolunda olana, yolda kalana mahsustur. Allah pek iyi bilendir, hikmet sahibidir." (Diyanet Vakfı Yayınları/ 86-G Kur'an-ı Kerim Açıklamalı Meali)
"Bir Müslümanın gayr-ı müslim komşusuna iyilik etmesi, ihtiyacı olan bir durumda ona yardım etmesi, onun Müslüman olmasını arzu ederek ikramda bulunmasını Rüşvet olarak nitelendirmek abesle iştigaldir." diyerek boş bir savunmaya girebilirsiniz,

FAKAT;
İslam'ı benimsemeleri ya da İslam'da kalmaları için kendilerine daha çok ganimet ve ayrıca zekat verilmesi uygun görülen bu kişilere verilen rüşvet değilde nedir? Hani bu din insanın kendi isteği ile iman sahibi olarak inandığı ve bu nedenle imtihan edildiği bir inanç değil midir?
Zengin de olsalar zekattan pay almaları ne demek? Biz bu dinde yoksullara verildiğini bilirdik varlıklı olanlara değil.
"Gönülleri İslama ısındırılmak istenenler" diye anlam verilmiş ''el Müellefetü'l-kulüb'' bir sınıfı anlatmaktadır, bu kişiler varlıklı müşrik aşiretlerdir. Bunlar İslam'a geçmiş ancak savaşlarda varlıklı olmalarına rağmen, muhtemelen savaş ganimetlerinden fazlaca pay verilmeye başlanmış. Muhammed bu ailelerin gücünün farkındaydı ve diğer Müslümanların tepkisini almak pahasına bunlara imtiyaz sağlanmıştır, sizin anladığınız gibi fakir komşusuna zekat verme konusu değil Diyanet'in her zaman ki gibi yaptığı çevirilerde anlam farkı yaratıp bir önceki yaptığı Kuran çevirisinin tam tersi bir meal çevirisi yaparak günümüz şartlarına uydurmak ve çarpıklığı örtmektir.

EBU CEHİL (AMR BİN HİŞAM)

AY, din,Ebu Cehil,Amr Bin Hişam, islamiyet, Müddessir suresi,Kuran,Kur'an, Hz Muhammed, Kurandaki kızma ve lanet okumalar,Ebu Cehil'e kızan kim?,Kur'an'a konu olan olaylar,Tefsirlerde Ebu Cehil,Elmalılı Hamdi Yazır,Kalem suresi,Velid bin Mugıre Ebu Cehil, “Cehaletin babası” demektir. Ama farkındasınız kimse çocuğuna böyle bir isim vermez. Ebu Cehil’in bu ismi almasının sebebi elbette ne halk ne alimler ne de çevrede ki tarafsız insanlardır. Ona bu şekilde hitap edilmesi islam peygamberinin emriyle müslümanlar arasında başlamıştır.

Ömer bin Hattab'ın amcası olan Ebu Cehil'in asıl adı Hişam Ebu’l-Hakem'di. Bu kişi Kureyş kabilesinde Mahzûmoğullarının üyesiydi ve Mekke’nin ileri gelenlerindendi. Hakem ünvanı almasının sebebi ise tarafsız, dürüst öyle çıkarına göre değil gerçekten düşünüp tartan birisi olmasından kaynaklıdır.

İslam henüz tam yayılmamış sadece bir grup kişiden oluştuğu sıralarda Muhammed bu kişiye gider. Kendi saflarına çektiği anda büyük bir hakem tarafından onay alacak ve bu sayede epey yandaş toplayacaktır. Gittikten sonrasını gelin ayetlerden takip edelim.

“Müddessir Suresi
18.Derin derin düşündü o; ölçtü-biçti.
19.Kahrolası, nasıl bir ölçü kullandı!
20.Bir kez daha kahrolası, nasıl bir ölçü kullandı?!
21.Sonra baktı.
22.Sonra yüzünü buruşturdu, kaşlarını çattı.
23.Sonra arkasını döndü ve böbürlendi.
24.Şöyle dedi: “Bu, rivayet edilerek gelen bir büyüden başka şey değil.”
25.”İnsan sözünden başka bir şey değil bu.”
26.Onu sekara (cehennem) fırlatacağım.
27.Bilir misin nedir sekar?
28.Ortada bir şey bırakmaz, hiçbir şeyi görmezlik etmez o.
29.İnsan için tablolar/levhalar/ekranlar sunandır o/deriyi yakıp kavurandır o.”

Evet bu kişiye çok kızdığını 25. ayetten sonra görebiliyoruz. Tehditler, korkutmalar, lanet okumalar, ama sizin dikkatinizi çekmek istediğim yer 18 ve 25 arası.

Ölçüp, biçip, düşünelim hadi.
Her şeyden önce bu adam iddia edildiği gibi vahşi, gözü dönmüş, gaspçı vesaire olsaydı, peygamber onun İslama geçmesine önem verir miydi? Gidip ona islamiyeti anlatır mıydı? Onu İslam dinine çekmeye çalışır mıydı? Hatta bu önem (yani İslamı seçip seçmemesi) Kuran’a konu olur muydu?

Bu kişi üstün bir hakem, çağına göre aydın bir insan. Düşünüyor, ölçüyor, biçiyor, değişik ölçüler kullanıyor. Ama bunları yaptığı ve söylenenlerin öncekilerin masalı ve insan sözü olduğunu belirttiği için lanetleniyor, hakaret ediliyor, ebu cehil lakabı takılıyor kendisine. Oysa Hişam Ebu’l-Hakem dogmaya karşı düşünceyi, ölçmeyi, biçmeyi, ölçüler kullanmayı temsil ediyor. Dogmaya karşı bilimi temsil ediyor. Hatta bazı İslam kaynaklarında Ebu Cehil’in Ebu Mugire ile deve sırtında giderken düşünceyle satranç oynadığını yazmaktadır böylesine zeki bir insandır Hisam Ebul Hakem. Tek suçu Muhammedin peygamberliğini onaylamamış olmasıdır.

Olay tefsirlerde şöyle anlatılır:
“Velid b. Mugire Peygamber (s.a.v)’in yanına gelmiş, Kur’ân dinlemiş ve etkilenmişti. Kalkıp Mahzumoğulları’na varmış; “Vallahi, Muhammed’den az önce bir söz dinledim; ne insan sözü, ne de cin sözü. Onun bir tatlılığı, bir hoşluğu var. Yukarısı meyveli, aşağısı bolluk, zemini bol sulu. O kesinlikle üste çıkar, onun üstüne çıkılmaz.” demiş; buna karşı Kureyş: “Velid saptı. Vallahi, bütün Kureyş sapacaktır.” demişler, bunu işiten Ebu Cehil, “ben size onun hakkından gelirim.” deyip kederli kederli yanına varmış; “Ey amca demiş, kavmin sana vermek için bir mal topluyor. Çünkü sen Muhammed’den bir şey elde etmek için onun yanına gidiyormuşsun.” Velid: “Kureyş bilir ki, ben onların malca en zenginleriyim.” diye cevap vermiş. Ebu Cehil demiş ki: “O halde onun hakkında bir söz söyle de kavmin işitsin, senin onu sevmediğini, inkâr ettiğini anlasınlar.” Velid: “Ne diyeyim, içinizde şiiri, mısraları kafiyeli kısa vezinli nazmı, kasideyi ve cin şiirlerini benden iyi bileniniz yoktur. Onun söylediği bunların hiçbirine benzemiyor ki.” demiş. Ebu Cehil, “yok mutlaka bir şey söylemelisin.” deyince kalkıp kavminin toplandıkları yere varmış, “siz, demiş, “Muhammed mecnun” diyorsunuz. Hiç kimseyi boğarken gördünüz mü? Kâhin diyorsunuz. Hiç kâhinlik yaparken gördünüz mü? Şair diyorsunuz. Hiç şiir ile uğraşırken, şiir söylerken gördünüz mü? Yalancı diyorsunuz. Hiç yalanını yakaladınız mı? Bunlara cevap olarak, “hayır, ama peki o nedir?” demişler; “durun düşüneyim” demiş düşünmüş, düşünmüş “Bu, öğretilegelen bir sihirdir; bu sadece bir insan sözüdür.” demiş, onun bu sözleri Kureyşlilerin hoşuna gitmiş, salonlarında bir alkıştır kopmuş ve onun sözlerini alkışlayarak dağılmışlar.”
(Elmalılı Hamdi YAZIR – Kuran’ı Kerim Tefsiri)

Velid bin Mugire Kimdir?
Ünlü İslâm komutanı Halid bin Velid’in babasıdır. Mekke’nin en ileri gelen ailelerinden birine mensup ve Mekke’nin önde gelen aileleriyle yaptıkları evliliklerle de bu özelliğini pekiştirmiştir. Büyük bir servet sahibi olan Velid bin Mugire, halka karşı çok iyi davranır ve yardımda bulunurdu. Her yıl değiştirilen Kâbe örtüsü için gereken masrafları tek başına kendisi karşılardı. Halk tarafından sevilen ve yardımseverliği ile ünlü bu insanın tek kusuru Muhammed'e inanmamak olmuş, hakkında kalem suresinde 10, 11, 12, 13, 14. ayetler yazılmıştır.

Kalem-10, 11, 12, 13, 14 “Yemin edip duran, aşağılık, daima kusur arayıp kınayan, durmadan söz taşıyan, iyiliği hep engelleyen, saldırgan, günaha dadanmış, kaba saba; bütün bunların ötesinde bir de soysuz olan kimseye mal ve oğulları vardır diye, sakın boyun eğme.”

1400 sene evvel insan sözü diyenler doğru demişlerdi, zaten insan sözü olduğu ortada. Şaşırtıcı olansa günümüzde bu kitaba halen tanrı sözü denmesidir. Kuran’da yazan Muhammedin duruma göre inandırmak, duruma göre sinirlenince halkı korkutmak için uydurduğu o ahiret hikayelerine bu kadar güvenmeyin. Bu masalların boş olduğunu günü gelince göreceksiniz. Görmek istemeyene gösteremeyiz ama aklını kullanan ve kanıtları görebilen kimseler için Kur'an’nın içeriği büyüklere masallardan başka bir şey değildir, maalesef kanlı masallardır.

VAHİY MELEĞİ VOHU MANAH

Tanrı Ahuramazda’nın kendisine görün-düğünü söyleyen Zerdüşt, Tanrı’nın kendisine Vohu Manah isimli bir melekle vahiy indirdiğini ve hakikati yayma görevi verdiğini söylemiştir.
Zerdüştçülük dininde, nebi Zerdüşt'e Tanrı Ahura Mazda'ın öğretisini vahyeden melek olarak inanılır Vohu Manah'a. Görevi hasebiyle, yaklaşık olarak İslam angelojisindeki Cebrail'e denk düşer.

Zerdüşt, tek başına sık sık, Daiti ırmağı kenarına giderek orada dua etmiş, orada Tanrı, âlem ve yaratılmışlar üzerinde tefekküre dalmıştır. Zerdüşt, kırk yaşlarında iken yine Daiti ırmağı kenarında böyle bir tefekkür, inziva ve ibadet esnasında, Vohu Manah isimli bir melek, Tanrı Ahura Mazda’nın mesajını getirmiştir. Kendi ifadesine göre; o sadece meleği görmekle kalmamış, aynı zamanda onun öğrettiklerini de öğrenmiştir. Böylece o, kendisinin Ahura Mazda tarafından, dini vaaz etmek için görevlendirildiğine inanmıştır.

Zerdüşt'e İlk vahiy de bu sırada gelmiş, peygamberlik verilmiştir. Taraftarlarıyla Aivitak suyu
kenarında halvete çekilmiştir. Halvete çekilişinin kırk beşinci gününde, Ürdi Behişt ayında, bir gece sabaha karşı ‘miraca’ çıkmış ve ruhani yükselmenin sonuna varmıştır. Vohumenah (Behmen) denilen melek gelmiş, ona her şeyden elini çekmesini tembih etmiş ve onu cennete götürmüştür. Orada ona, feriştehler (melekler) hürmet etmiştir. Zerdüşt, sonra tanrı Ahura Mazda’nın huzuruna çıkmış
ve “Hayır Dini”nin hükümlerini öğrenmiştir. Tanrı ona yıldızların ve gezegenlerin hareketinden haber vermiş, cennet ve cehennemi göstermiş, her şeyin ilmini öğretmiştir. Melekler sonra Zerdüşt’ün göğsünü yarmış ve içindekileri çıkarıp temizlemiş ve yerine koymuştur. İnanışa göre bundan sonra Ahura Mazda onu, insanları Hayır Dini’ne davet etmekle görevlendirmiştir.

KAMER SURESİ KUR'AN'DAN ÖNCE YAZILDI

AY, Ayın ikiye yarılması, din, Duha suresi, İmrul Kays, islamiyet, Kur'an vahiylerden mi oluşmuştur?, Kur'an'ın kaynağı İslam öncesi şiirlerdir, Kuran, Şiirlerden Kur'an'a,
Kur'an benzeri yazılamaz bir kitap değil, benzerlerden alıntı / çalıntı bir kitaptır.

Kur'an'ın kaynaklarından bazıları da İslamiyet öncesi şiirlerdir.

اقتربت الساعة وانشق القمر
من غزال صاد قلبي ونفر
أحور قد حرتُ في أوصافه ناعس الطرف بعينيه حَوَر
مرَّ يوم العيــد في زيـنته فرماني فتعاطى فعقر
بسهامٍ من لِحاظٍ فاتــكِ فتَرَكْني كهشيمِ المُحتظِر
وإذا ما غــاب عني ساعةً كانت الساعةُ أدهى وأمرّ
كُتب الحسنُ على وجنته بسَحيق المِسْك سطراً مُختصَر
عادةُ الأقمارِ تسري في الدجى فرأيتُ الليلَ يسري بالقمر
بالضحى والليلِ من طُرَّته فَرْقه ذا النور كم شيء زَهَر
قلتُ إذ شقَّ العِذارُ خدَّه دنت الساعةُ وانشقَّ القمر

Kıyamet yaklaştı ve ay yarıldı.
Ve ortaya bir ceylan çıktı, yüreğimi aldı, ve sonra kaçtı.
Bembeyaz, kaliteli, uykulu gözleri, festival zamanı önümden geçti.
Süslenip sanki beni vurdu ve bakışları da işe koyulup, birer ok gibi beni kesip geçti.
Ve benden uzağa, ağıldaki kuru çöplerin duvar gibi yükseldiği köşeye kaçtı.
Benden tek saat bile uzaklaşması, o an bana acı ve ağır bir yük gibi geldi.
Güzellik yanaklarının her yanına, tıpkı keskin bir maskarayla yazılmış.
Ay yine karanlığın içine yolculuk ediyor ve ayla birlikte gecenin seyahatini görüyorum.
Karanlığın çöktüğü vakit geceye andolsun ki, her şey ortaya çıktı.
Yağmurlar yanaklarımdan süzülürken, kıyamet yaklaştı ve ay yarıldı.

Bu ifadeler Kur'an'da harfi harfine geçer:

Şiir: Kıyamet yaklaştı ve ay yarıldı.
Sure: Kamer/1: Kıyamet yaklaştı ve ay yarıldı.
Şiir: Süslenip sanki beni vurdu ve bakışları da işe koyulup, birer ok gibi beni kesip geçti.
Sure: Kamer/29: Derken, (kavmin en azgını olan) arkadaşlarını çağırdılar. O da işe koyuldu ve deveyi kesti.
Şiir: Ve benden uzağa, ağıldaki kuru çöplerin duvar gibi yükseldiği köşeye kaçtı.
Sure: Kamer/31: Şüphesiz biz, onların üzerine tek bir korkunç ses gönderdik de, onlar, ağıldaki hayvanların çiğneyip ufaladıkları kuru çöpler gibi oldular.
Şiir: Karanlığın çöktüğü vakit geceye andolsunki, herşey ortaya çıktı
Sure: Duha/1-2: Andolsun kuşluk vaktine. Ve sâkin olduğu zaman geceye ki,

Kur'anın kaynağı vahiy mi, yoksa İslam'dan 30 yıl önce yaşamış İmrul Kays Kur'an'ın etkilendiği isimlerden biri mi?!.

Görüldüğü gibi Kamer Suresi'nin kaynağı İmrul Kays'dır.. İmrul Kays İslam'dan 30 yıl önce yaşamış bir şairdir.

MUHAMMED'İN ÖĞRETİCİSİ RAHMAN-I YEMEN (YEMENLİ RAHMAN)

din, islamiyet, Muhammed'in öğreticisi, Hz Muhammed'in öğreticisi Yemen'li Rahman, Rahman-ı Yemen, Muhammed'e göre iman Yemen'lidir, Buhari ve müslim hadisleri, İslamın tümü Yemenli, Hz Muhammed, AY, Yemen
Muhammed açıklıyor: “El imanu Yemanin.”
Anlamı şu: “İman Yemenlidir.”
“İman”ın nereli olduğunu açıklamakla da en azından iki önemli şeyi dile getirmiş oluyor:
– İslamın “iman”ı, sanıldığı gibi “Mekkeli” ya da “Medineli” değil.
– Bu “iman”ın anayurdu: Yemen.
Bu bir itiraftır Muhammed’den. Yani, çok önemli bir şeyi, her nasılsa, saklamaktan vazgeçip açığa vurmaktır.
İyi ama, Muhammed gerçekten böyle bir açıklamada bulunmuş mudur? Bu “hadis”, onun ağzından çıkmış mıdır? “Uydurma” olamaz mı?

Bu hadisin uydurma olduğu ileri sürülemez. Bu hadis, Buhari, Müslim gibi en sağlam kabul edilen hadis kitaplarında yer almıştır. (Buhari, e’s-Sahih, Kitabu’l-Megazi/74; Tecrid, hadis no. 1362; Müslim, e’s-Sahih, Kitabu’l-İman/81-82, hadis no. 51-52; Tirmizi, Kitabu’l-Menakıb/72, hadis no. 3935.) Dahası, bu hadisi, Muhammed’den 11 arkadaşı aktarmıştır. Onun için bu hadis sağlamlık derecesinin en üst basamağı olan “tevatur” basamağına yükselmiş, “mutevatır” hadisler arasında yer almıştır. (Muhamme’d ebu’l Feyz Murtaza Zebidi, Lukatu’l-Leali’l-Mutenasire fi Ehadisi’l-Mutevature, Beyrut, 1985, s.41,43.)

Muhammed’in bu açıklamayı yaptığı, tartışmasız kabul ediliyor. Ne var ki şaşkınlığa yol açtığı için açıklamayı örtbas etmek amacıyla birtakım çabalar göstermekten de geri kalınmadığı gözleniyor. Her zaman ki kurtarıcı yola, “te’vil”, yani “yorum” yoluna başvuruluyor. Zorlamalı ve komikte olsa:

“Yemen” denirken anlatılmak istenen, “Mekke”dir. Çünkü Mekke, Tihame’dendir. Tihame de Yemen yöresinden sayılır.

“Yemen” denirken, anlatılmak istenen Mekke ve Medine’dir. Çünkü İslam Mekke’de doğdu, Medine’de yayıldı.

Bu ve benzeri yorumlar. (Tecrid, hadis no. 1362, K.Mizah’ın “İzah”ı.)

Oysa:
1) Muhammed, “Mekke”yi ya da “Medine”yi söylemek isteseydi, doğrudan doğruya bunların adını söylerdi; “Yemen” deyip de “Mekke”yi ya da “,medine”yi amaçlamazdı.
2) Hadiste, Muhammed’in bu açıklamayı, “Yemen”lilerin onun yanına geldikleri sırada yaptığı açıklanır.
3) Hadis kitaplarında da bu hadisler, “Yemenlilerin erdemi ve üstünlükleri”ne ilişkin ayrılan bölümde yer alır.

Demek ki, hadisteki “Yemen”, ne “Mekke”dir, ne “Medine”dir, ne de başka bir yerdir; herkesin bildiği “Yemen”dir.
Burada iki şey önem kazanıyor:
1) Muhammed’in döneminde Yemen’in durumu;
2) Muhammed’in Yemen’le ilişkisi.

Yemen
Öteden beri, çok önemli bir merkezdi. Ticaret akışının da olduğu odaklardan. Mısır, Mezopotamya ve Pencap gibi uygarlık yuvaları arasında da hem bir köprü olarak, hemde bileşke olarak önemliydi. (Prof. Dr. Philip K. Hitti, İslam Tarihi, çev. Prof.Dr. Salih Tuğ, İstanbul, 1980 s. 1/58.) Din olarak da Yahudilik ve Hristiyanlık dinlerinin de, İslamın da, hem “iman” hem de “ibadet” yönünden temeli olan “yıldız tapımı”, “Güneş tapımı”, “Ay tapımı”, hepsini içine alan Sabiilik (Eren Kutsuz = Turan Dursun, “Güneş Kültü”, Saçak Dergisi, Şubat 1988, s. 4-62) vardı. Yahudilik ve Hristiyanlık da çoktan gelip yerleşmişti.(Hitti, age, 1/95 ve öt,; Prof.Dr.Neşet Çağatay, İslam Öncesi Arap Tarihi, Ankara, 1971, s.1-37) Kısacası, Yemen, din-inanç yönünden de, bugünkü gelişmiş dinlerin önemli yuvalarından biri durumundaydı.

Muhammed’in Yemen’le İlişkisi
“İslam Peygamberi’nin yazarı Prof. Muhammed Hamidullah, Muhammed’in daha “peygamberlik” savıyla ortaya çıkmadan önceki ticaret gezileri üzerinde duruyor. Karısı Hatice Muhammed’i göndermiştir bu gezilerdeki yerlere, yörelere. Bunların arasında Yemen dolayları var. Önemli bir fuar olan Hubaşe fuarı. Ve o yöredeki kimi kent, kasaba. (Hamidullah, İslam Peygamberi, çev. Prof. Dr. Salih Tuğ, İstanbul 1980, 1/61.)

Arap kabileler topluluğundan birçoğunu içine alan bir Ezd Kabilesi vardır. Muhammed’in “paygamberlik” savıyla ortaya atıldığı sırada Medine’de üstün durumda bulunan Evs ve Hazreç kabileleri de bu kabileden ayrılma. Ve bu kabile Yemen Kökenli. (Prof. Dr. Neşet Çağatay, İslam Öncesi Arap Tarihi, s.95.)
“Ezd Kabilesi” ve bu kabileden olmak, Muhammed’in dilinde çok önemlidir.
İşte sözleri:

“Emanet (güven, güvenirlik), Ezd’dedir.” (Tirmizi, Sünen, Kitabu’l-Menakıb/72, hadis no. 3936; Ahmed İbn Hanbel, Müsned, 2/364.)

Hadiste, “Ezd” dendikten sonra, bu adla, “Yemen”in anlatılmak istendiği açıklanıyor.
“Ezd Kabilesi”nden olanlar, Tanrı’nın yeryüzündeki arslanlarıdırlar. Onları insanlar alçaltmak isterken, Tanrı buna karşı çıkar ve onları yükseltir. İnsanlar öyle bir zaman yaşıyacaklardır ki, kişi hep, ‘keşke babam bir “Ezd’li olsaydı, keşke anam bir “Ezd’li olsaydı…’diyecek.” (Tirmizi, hadis no. 3937.)

Hadise Göre “İslamın Tümü Yemenli”
11 “sahabi”nin Muhammed’den aktardığı ve sağlamlığına kuşku duyulmayan hadiste, “İman Yemenlidir” dendikten sonra, “fıkıh da Yemenlidir, hikmet de Yemenlidir” deniyor. Bu “İslam, tüm aldığı bilgi ve inançlarıyla, ibadet ve gelenekleriyle Yemenlidir” demekle eşanlamlıdır.
Bu, “İslam”ın Muhammed’e, “Tanrı’dan, vahiyle geldiği” yolundaki savı da havada bırakmakta, kökünden işlemez duruma getirmekte.
Çünkü bir “yer”i, “yurdu, anayurdu” olan bir şeyin, bir bütünün, “Tanrı”dan vahiyle geldiği” söylenemez, söylense de önemi olmaz.

“Yemame Rahman’ı”
Müslümanlar, “sahte peygamber” diye nitelerler. Adı: “Habib.” “Müslim” de olabilir. Ama Müslümanlar aşağılamak için “Müslimcik” anlamında “Müseylime” derler; bununla da yetinmeyip “çok yalancı” anlamında “Kezzab”ı da ekler. Müslümanların her zaman olduğu gibi bu konuda belgeleri yok etmiş, her şeyi tersine çevirmiş olmaları nedeniyle, bu kişinin asıl adı, kişiliği, yolu, yöntemi ve şnancı konusunda çok az şey bilebiliyoruz. Yine de bilinenler önemli.

Müslüman yazarların da aktardıklarına göre, “Yemame Rahmanı” diye tanınıyordu.
Yemame: Arabistan’ın ortalarında, Bahreyn’in batısında bir yöre.
“Peygamberlik” savında olan “Yemame Rahmanı” da, bu yöreyi elinde tutan Hanif kabilesinin başı, yörenin egemeni.
Kur’an’da başka anlamda da olsa önemli bir yeri olan “Rahman”, “Hanif” sözcükleri burada oldukça ilgi çekici. “Müslüm” sözcüğü de öyle… Muhammed’in bu sözcükleri, bu kanaldan alıp edindiği düşündürebiliyor. “İslam” adıyla birlikte…

Bu konuda, İbn İshak’ta önemli bir bilgi buluyoruz:
Mekke’nin ileri gelenleri, toplanmışlar, Muhammed’e bir uyarıda bulunmaya karar vermişler. Kararlarını uygularlar, birtakım sözler arasında şunu da söylerler:

Bize ulaşan bilgiye göre, Yemame’deki şu adam, Rahman denen kişi sana öğretiyor(Müslümanlığı). Kuşkun olmasın ve Tanrı’ya ant içerek söyleriz ki, biz, hiçbir zaman, Rahman’a inanmayız. (Siratu İbn İshak, yay.Muhammed Hamidullah, Arapça, Konya, 1981, s.180, fıkra:254.)

“Kureyş”in “inanmazlar”ı boş bir dedikoduya önem vererek mi konuşmuşlardı? Müslümanlar bunu ileri sürebilirler, ama bu kolayca savunulamaz. Çünkü “kabile onuru”, boş bir dedikoduya temel almaya engeldir. Muhammed’in “Yemame Rahmanıéndan “öğrendiği” söyleniyorsa, bu, “temelsiz” sayılamaz.

KUR'AN'DA KONUŞAN MUHAMMED'DİR

AY, Kur'an'da konuşan Muhammed'dir, Kuran Muhammedin el yazmasıdır, Kevser suresi, Hz Muhammed, Muhammed'e ebter dendiği için, Muhammed Tanrı dedi diyerek, din, islamiyet,
Muhammed’i en çok huzursuz eden şeylerden biri de, kişilerin onun aleyhinde konuşur olmalarıydı . Bundan asla hoşlanmadığı için, Kur'an’a bununla ilgili ayetler koymaktan geri kalmamıştır.

Verilebilecek pek çok örnekten bir ikisiyle yetinelim:

Kur’an’ın Kevser Suresi’nde şöyle yazılıdır:

“(Ey Muhammed!) Kuşkusuz biz sana Kevser’i verdik. Şimdi sen Rabbine kulluk et ve kurban kes. Asıl sonu kesik olan, şüphesiz sana hınç besleyendir” (Kevser Suresi, ayet. 1-3).

Muhammed, bu ayeti bazı kişilerin kendisi hakkında “O bir Ebter’dir” şeklinde konuşarak hakaret etmeleri nedeniyle Kur’an’a koymuştur. Çünkü, Araplar arasında “Ebter” sözcüğü, erkek çocuğu olmayan, yani “nesli kesik” olanlar için kullanılan bir sözcüktür ki, bir bakıma hakaret anlamına gelir. Muhammed’in ilk karısı Hatice’den dört kızı ve iki (ya da dört) erkek çocuğu olmuş, fakat erkek çocukların hepsi çok küçük yaşlarda ölmüşlerdi. Daha sonra Mariya adındaki cariyesinden İbrahim adındaki oğlu doğmuş, o da az geçmeden hastalanarak ölmüştü. Bir türlü erkek çocuk sahibi olamadığı için, Muhammed, Tanrı’ya çok yalvarmış, fakat yalvarışı karşılıksız kalmıştı. Ve işte bu üzüntü içindeyken bir de El-As b.’Vail gibi muhaliflerin kendisi hakkında, “(Muhammed) nesli kesik, oğlu olmayan bir adamdır. Ölse adı sanı anılmayacak…” şeklindeki alaylarına maruz kaldığı için, yukarıdaki ayeti koyarak, Tanrı’nın kendisine oğlan çocuk yerine “Kevser”i, en büyük bir nimet olmak üzere vereceğini söylemiştir.

Kimi yorumculara göre “Kevser”, cennette bütün ırmakların kaynağı olan ve iki yanında inciden kaplar bulunan bir nehirdir. Fakat, bunun cennette girmeden önce içinden su içilecek bir havuz ya da “kesikliğe uğramayan soy-sop” demek olduğunu söyleyenler de vardır. Her ne olursa olsun, ayete göre Tanrı, Muhammed’e böylesine emsalsiz bir nimet verdiğini bildirmektedir. Bildirirken de, Muhammed’e “Ebter” diyenlerin hakkından geleceğini anlatmak üzere “…Asıl sonu kesik olan, şüphesiz sana hınç besleyendir” şeklinde konuşmaktadır.

Şimdi sormak gerekir: Neden Tanrı Muhammed’e, hem onu mutlu kılmak hem de neslini sürdürme olasılığını sağlamak üzere oğlan çocuk vermez de “Kevser” verir ve yukarıdaki şekilde konuşur?

Söylemeye gerek yoktur ki, konuşan Muhammed’dir.

TAHRİM SURESİ'NDE KONUŞAN MUHAMMED'DİR

AA,din,Tahrim suresinde konuşan Muhammeddir,Kuran Muhammedin el yazmasıdır,Kuranı Muhammed yazmıştır,Tahrim suresi, islamiyet, Aişe ve Hafsa,Muhammed'in yazdığı Kuran,Ku'ran
HAFSA VE MARYA
Tahrim suresi, Kur'an’ın 66. suresidir ve 12 ayettir. Bu sure de, Ahzab suresi ayarında bir içeriğe sahiptir. Yani yine Muhammed’in ‘özel’ hayatına ilişkin hükümler barındırır.

Özellikle ilk 5 ayet, konunun belkemiğidir. Bu ayetlerin yazılmasının sebebi, Muhammed’in, eşleriyle yaşadığı bazı anlaşmazlıklardır. O da durumu düzeltmek ve eşlerini tehdit etmek için bu ayetleri yazıyor.

Anlaşmazlığın sebebi ise, Muhammed’in cariyesi Marya’dır. Pek çok tefsirde de işlendiği gibi, Muhammed, ‘sırası’ Hafsa’ya (halife Ömer’in kızı) geldiği bir günde, Hafsa’nın evine gider. Hafsa yoktur. O sırada da cariyesi Marya eve gelir. Muhammed, Marya ile odaya çekilmiştir. Bu esnada Hafsa da eve gelmiştir.

Geldiğinde, durumu görür ve doğal olarak tepki verir. Çünkü olay, kendi gününde ve kendi evinde yaşanmaktadır. Muhammed de durumu toparlamak için, ‘Vallahi bir daha Marya’yla yatmayacağım.’ diye yemin eder. Yani ne yapmıştır? Marya’yı kendine haram etmiştir.

İşte Muhammed, bu yemininden bir süre sonra pişman olmuş olacak ki, şu 2 ayeti yazarak sureye giriş yapıyor:

Tahrim, 1:
Ey Peygamber! Eşlerinin rızasını gözeterek Allah’ın sana helâl kıldığı şeyi niçin kendine haram ediyorsun? Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir.

Tahrim, 2:
Allah, (gerektiğinde) yeminlerinizi bozmanızı size meşru kılmıştır. Sizin yardımcınız Allah’tır. O, bilendir, hikmet sahibidir.

Bu 2 ‘kurtarıcı’ ayet sayesinde, Muhammed’in kendisine haram ettiği Marya ile ilgili problem ortadan kalkmış oluyor. Ama olay tam olarak kapanmıyor tabi.

Hafsa, bu olayı kimseye anlatmaması için uyarılıyor. Ama Hafsa, bunu saklayamayıp Aişe’ye anlatıyor. Bu olayların tümü, Buhari de dâhil olmak üzere en güvenilir kaynaklarda anlatılıyor zaten. Hafsa’nın Aişe’ye bunu anlattığını, Muhammed de bir şekilde öğreniyor. Öğrenince, şu ayeti yazıyor:

Tahrim, 3:
Peygamber, eşlerinden birine gizlice bir söz söylemişti. Fakat eşi, o sözü başkalarına haber verip Allah da bunu Peygamber’e açıklayınca, Peygamber bir kısmını bildirmiş, bir kısmından da vazgeçmişti. Peygamber bunu ona haber verince eşi: Bunu sana kim bildirdi? dedi. Peygamber: Bilen, her şeyden haberdar olan Allah bana haber verdi, dedi.

Tabi Muhammed’in bu haberi kimden aldığını bilemiyoruz. Belki Aişe söyledi, belki de kulak misafiri olan bir başkası. Bunun kaynaklarda belirtilmemesi de normal, çünkü ayette ‘Allah söyledi’ diyor zaten. İster Aişe olsun, ister başka biri olsun, sonuçta Muhammed’in kulağına bu söz gelmiş ve o da durumu toparlamak için ayet yazmış.

Aslında sırf bu ayet bile, Muhammed’in eşlerinin, onun peygamberliğine inanmadığının kanıtıdır. Hiç ‘peygamber eşi’ olan bir kişi, ‘Bunu sana kim bildirdi?’ diye soru sorar mı? Mademki bu kişinin peygamberliğine inanılıyor, Allah’ın bildirdiği belli değil mi? Böyle bir sorunun sorulmasının mantığı nedir? Bu sorunun sorulması bile, insanların, Muhammed’e olan güveni hakkında bize ipuçları vermektedir.

Muhammed, olayın büyüyeceğini sezince, eşlerini uyarma gereği duyuyor tabi. İki ayet de bunun için patlatıyor:

Tahrim, 4:
Eğer ikiniz de Allah’a tevbe ederseniz, (yerinde olur). Çünkü kalpleriniz sapmıştı. Ve eğer Peygamber’e karşı birbirinize arka verirseniz bilesiniz ki onun dostu ve yardımcısı Allah, Cebrail ve müminlerin iyileridir. Bunların ardından melekler de (ona) yardımcıdır.

Tahrim, 5:
Eğer o sizi boşarsa Rabbi ona, sizden daha iyi kendini Allah a veren, inanan, sebatla itaat eden, tevbe eden, ibadet eden, oruç tutan, dul ve bâkire eşler verebilir.

Özellikle şu 5. ayet, tam bir kepazeliktir. Kuran’ın ‘Allah kelamı’ olmadığını tek başına kanıtlamaya yeter. Hiç Tanrı, peygamberinin eşlerini ‘Akıllı olun, yoksa ona başka bakire kadınlar veririm.’ diye tehdit eder mi? Böyle bir saçmalık olabilir mi? Dünyanın bütün derdi bitmiş, Allah, peygamberinin ‘özel’ hayatıyla uğraşıyor, nikâh kıyıyor, kuzenlerini helal ediyor, eşlerini tehdit ediyor vs. Bu kadar şey bile Kuran hakkında fikir sahibi olmak için yeterlidir. Sorgulayan hiçbir insan, bu saçmalığın içinde hapis kalamaz.

Tabi bu ayetten sonra konuyu değiştiriyor Muhammed. Her zamanki taktik. Aynı taktiği, Ahzab suresinde de uyguladığını görmüştük.

Tahrim, 6:
Ey inananlar! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun. Onun başında, acımasız, güçlü, Allah’ın kendilerine buyurduğuna karşı gelmeyen ve emredildiklerini yapan melekler vardır.

Tahrim, 7:
Ey kâfirler! Bugün özür dilemeyin! Siz ancak işlediklerinizin cezasını çekeceksiniz, (denilir).

Tahrim, 8:
Ey iman edenler! Samimi bir tevbe ile Allah’a dönün. Umulur ki Rabbiniz sizin kötülüklerinizi örter. Peygamberi ve Onunla birlikte iman edenleri utandırmayacağı günde Allah sizi, içlerinden ırmaklar akan cennetlere sokar. Onların önlerinden ve sağlarından (amellerinin) nûrları aydınlatıp gider de, “Ey Rabbimiz! Nûrumuzu bizim için tamamla, bizi bağışla; çünkü sen her şeye kadirsin” derler.

Tahrim, 9:
Ey Peygamber! Kâfirlere ve münafıklara karşı cihad et, onlara karşı sert davran. Onların varacağı yer cehennemdir. O gidilecek yer ne de kötüdür!

İşte bu 4 ayet, konuyu dağıtma amaçlı olarak araya sıkıştırılmıştır. Her zaman olduğu gibi, klasik mesajlar veriliyor. Kuran’da yüzlerce kere tekrarlanan şeyler, burada da tekrarlanmış.

Sonra konuya geri dönüyor Muhammed. Çünkü olay hala daha tam kapanmadı. Bitirici vuruşu yapması lazım.

Tahrim, 10:
Allah, inkâr edenlere, Nuh’un karısı ile Lût’un karısını misal verdi. Bu ikisi, kullarımızdan iki sâlih kişinin nikâhları altında iken onlara hainlik ettiler. Kocaları Allah’tan gelen hiçbir şeyi onlardan savamadı. Onlara: Haydi, ateşe girenlerle beraber siz de girin! denildi.

Tahrim, 11:
Allah, inananlara da Firavun’un karısını misal gösterdi. O: Rabbim! Bana katında, cennette bir ev yap; beni Firavun’dan ve onun (kötü) işinden koru ve beni zalimler topluluğundan kurtar! demişti.

Tahrim, 12:
İffetini korumuş olan, İmran kızı Meryem’i de (Allah örnek gösterdi). Biz, ona ruhumuzdan üfledik ve Rabbinin sözlerini ve kitaplarını tasdik etti. O gönülden itaat edenlerdendi.

Bu 3 ayetle de bitirici vuruşu yapmış oluyor. Gördüğünüz gibi, bu 3 ayette, önce 2 tane ‘cehennemlik’ kadın, sonra da 2 tane ‘cennetlik’ kadın örnek veriliyor. Neden 2’şer tane kadın örnek veriliyor?

Çünkü bu ayetlerle korkutulmak istenen, Aişe ve Hafsa’dır. Zira Aişe de artık Muhammed’in ‘Marya meselesi’ni bilmektedir. O yüzden, bu son 3 ayet de Muhammed’in bu 2 eşine özeldir ve açıkça tehdit edilmektedirler. Yani ağızlarını sıkı tutmaları gerekiyor. ‘Benzeri yazılamayacak’(!) olan kitaptan inciler.