HABERLER
Dini Haber
Evrim teorisi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Evrim teorisi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

İNSANIN SERÜVENİ

Yazan: Karmaşık
Karmaşık, Bilimsel, İnsanın serüveni, Big bang, Tesadüf mü Tanrı mı?, Varoluş, Evrim teorisi, Tesadüfen varoluş, Bilim, Din ve Bilim, Tanrıyı arayış, Evrenin başlangıcı, Dünyanın yaşı, İNSANIN SERÜVENİ
İslam dininin, daha doğrusu tüm dinlerin aslında zeki insanların “toplum mühendisliği” olduğu gerçeğini, kutsal kitaplardaki mantık hatalarını analiz ederek ispatlayan diğer yazar arkadaşlarıma sevgi ve saygılar gönderiyorum.

Onlar nasılsa bu hataları çok ustalıkla bulup ifade ediyorlar, bende farklı bir konu yazayım istedim.
Biz doğup, yaşayıp ölüyoruz. Elimizdeki tek somut delil bu.
Başka türlü var olmuyoruz.

Doğada var olan yapıların, manevi bir öze sahip olduğunu düşünüyoruz. Buna insan ırkını da dahil ediyoruz. Yani belki de doğal oluşumu ve sürekliliği içerisinde cereyan eden tüm şeyleri biz kendi mantığımızla maneviyat yükleyerek anlamlandırıyoruz.

Belki oluşan hiçbir felaketin veya rutin doğal olayların, örneğin rüzgâr, yağmur, sıcak vs. gibi doğa olaylarının manevi bir güç iradesi ile cereyan ettiğini varsayıp, beynimizi daha fazlasını düşünememesi için sınırlıyoruz.

Şimdi.. Bugüne kadar doğru bildiğimiz sistem olan; yaratacı tanrı, insanı yarattı. Doğadaki tüm diğer canlıları da bize hizmet etmesi için yarattı. Her yarattığı şeyin bir işe yaradığı ve boş yere hiçbir şeyi yaratmadığı, ve bizler bu hayata sınava tabi tutulmak için gönderilmiş olduğumuzu, başarılı olursak öldükten sonra erkek olan cinsilerin içgüdülerinin arzulattığı her şeyin verileceği senaryosu çok tutmuştu. Son 3-4 bin yılda bu senaryonun bir çok değişik versiyonu vizyona kondu ve bir kısmı gerçekten çok tuttu. Her versiyonunda senaryonun sonu ya çok iyi ve sonsuza kadar kötü olarak bitiyordu.

Ancaakk….

Diğer yazar arkadaşlarımı okuduğunuz da, bu senaryonun birçok mantık hatası ile dolu olduğunu ve gerçek olamayacak kadar uçuk olduğunu anlayabiliyorsunuz. O insanlar bizler için kafa patlatıp detaya girip okyanusun dibinden iğne çıkarıp mantığımıza sergiliyorlar.
Dolayısı ile oldu mu benim iç dünyamda kocaman bir boşluk!
Bu noktaya gelen bir insan, artık geri dönemez.

Peki gerçek nedir?
Durduğum yer, kocaman bir boşluk. Beyaz bir boşluk. Her şeyi yeniden yazmak gerekiyor. Bir yerden başlayıp yavaş yavaş, düşüne düşüne, okuya okuya yeniden yazmak gerekiyor. İnsanlara doğduğundan beri inandıklarının aslında kocaman bir yalandan ibaret deyip, sonrada öylece bırakamazsın.


Tamam haklısın! Bende inandım.
Koskoca bir yalanmış bütün bunlar.
Ama bu durumda ben neredeyim? Burası neresi ??
Hadi bildiğimiz her şeyi masaya yatıralım. Bakalım ortaya bir şey çıkacak mı?

ELDEKİ VERİLER
-Her canlı ölüyor.
-Dünyanın yaşı 4,54 milyar yıl.
-İnsanın yaşı yaklaşık 3.67 milyon yıl.
-İlk canlı organizma 4.28 milyar yıl önce yaşamış.
-Olayın kronolojik şeması yaklaşık aşağıdaki gibi.
Yukarıda ki zaman tünelini incelemenizi öneriyorum. Önce evren var olmuş. Big bang veya artık her ne ile olduysa. Evren bir enerji-madde olarak yaşamına başladıktan 9-10 milyar yıl sonra dünyamız oluşuyor. Artık güneşten mi kopmuş veya little bang mi olmuş bilemiyorum. Şimdilik merakta etmiyorum o kadar. Bana yaşı gerekiyor. Evren enerji ve madde olarak yaşamaya başladıktan 9-10 milyar yıl sonra dünya yaşam enerjisi ile dönmeye başlamış. Yani 10 milyar yıl boyunca bu devasa uzay biz, yani dünya olmadan yaşamına devam etmiş.

Dünya da bir şekilde olmuş. Dikkatinizi çekerim hala ortada insan, melek, cin vs hiçbir şey yok. Kendi varolan devasa enerjisi ile evren yaşamına ve genişlemesine devam etmiş.
Dünya dönmüş dönmüş soğumaya başlamış, su oluşmuş.Bu, su dediğimiz madde hakikaten özel bir madde. Rengi, kokusu ve tadı olmayan bir madde.
Şimdi burada duralım..

Yerkürede yaşam su ile başlıyor. Su ve hava. Ve görebildiğimiz başka hiçbir gezegende bu durum söz konusu değil. Peki hadi diyelim ki bizim su maddemize ihtiyacı olmayan başka maddelere ihtiyacı olan canlılar var mı? Şu ana kadar gözlemleyebildiğimiz kadarıyla uzayda hareket eden bir canlıya rastlamadık.

Yani biz yerküre üzerinde her ne kadar milyarlarca yıllık bir evrimin sonucu olsak bile, tesadüf eseri oluşmadığımız ortada.

Zaten benim arayışım yaratıcıyı bulmak üzerine. Yoksa insanlığın beyin gelişimine paralel olarak yaratıcı kavramına değişik yorumlar getirip en son olarak ta 3 kutsal din ortaya atarak bu görüşlerini olgunlaştırmışlar hatta bu yolla insanlara istediklerini yaptırmışlardır.

Yani bu insanlar ( adına peygamber mi dersiniz, dahi mi dersiniz ) yaratıcı kavramına yorum getirmişler. Ve bu yorumlar o kadar tutmuş o kadar popüler olmuş ki bugün bile bu önermelerden ekmek yiyen bir sürü dolandırıcı var.

Eğer su maddesi daha birkaç gezegende de bulunsaydı ve oralarda yaşam olmasaydı yine bir nebze doğal evrimden bahsedebilirdim. Ancak suyun ve oksijenin var olması ve biz dünya canlılarının su ve hava ile var olup yaşamımızı su ve hava ile devam ettirme zorunluluğumuz olması beni ister istemez tesadüfen değil bir irade tarafından yönetilen veya başlatılan yaşamın içinde olduğumuz düşüncesine itiyor.

Evrenin kendisi mi acaba bizi bu ücra ve korunaklı köşede yaratıp gözleyen? Yoksa evrenden daha büyük bir yaratıcı varda , bu yaratıcı evreni de yaratmış olan bir güç mü?
Yine geldik kördüğüm olmuş ve çözülemeyen düğüme. Şu ana kadar geldiğim tek somut nokta, dinlerin tamamının insan uydurması olduğu. Bunun dışında ki hiçbir sorunun cevabını bulabilmiş değilim.

Tesadüfen oluşmuşuz deyip topu taca atmak kolay. Ancak gerçek nedir? İşte o gerçeği bilmek, en azından sağlıklı ve mantıklı temel üzerine oturmuş bir varsayım üretmek gerek.

Yoksa öylece havada kalmış bir şekilde yaşayıp, sonra da aptal aptal havaya bakarak ölmek istemiyorum.

DİNLERİN EVRİM İLE OLAN PROBLEMİ

Aftiel, Bilimsel, din, Dinler ve Evrim, Dinlerin evrim ile olan problemi, Evrim teorisi, evrim kuramı,din ve evrim,insanın evrimi,canlıların evrimi, Doğal seçilim,
İbrahimi dinlerin ortak özelliklerinden birisi başlangıç mitleridir. Bu hikayelere göre Tanrı ilk iki insan olan Adem ve Havvayı yaratmış ve onları işledikleri günah yüzünden dünyaya göndermiştir. İnsan ırkı da bu iki insanın karması olarak dünyaya gelmiştir. Ancak bugünkü verilere bakarak açıkça söyleyebiliyoruz ki böyle bir şeyin mümkün değildir.

Canlıların değişerek ortama uyum sağlaması fikri antik Yunana kadar dayanır. O dönemdeki bazı düşünürler dahi insanların geçmişte şu anki formları ile hayatta kalamayacaklarını fark etmişlerdir. Ancak İbrahimi dinlerin yaratılış miti ile evrimsel süreç birbiri ile çeliştiği için bu durumda insanlar bir seçim yapmak zorunda kalmışlardır(Ha tabi bazıları “Yahu kardeşim Kuranda evrimle ilgili ayetler var” falan diyebilme cesaretini gösteriyor o ayrı bir konu.).

Bütün hayatını yaratılış mitine inanarak geçiren bir kimse evrim konusu açıldığında belli kalıplaşmış soruları sormaktadır. Bu sorulardan bazıları şunlardır:
  1. Yahu kardeşim ara form gösterir misin bana bir tane! Nerede bu ara formlar?
  2. Evrim hayatın başlangıcını açıklayamıyor. Ancak Kuran açıklıyor. Neden başı sonu belli olmayan bir şeye inanalım?
  3. Evrim geçmişte olmuş bitmiş bir şey diyorsunuz ancak bugün bilim yaparken her şeye gözle görülebilir bir kanıt istiyorsunuz. Hani kardeşim ben görmüyorum kimseyi evrimleşirken? Evrimi gözlemleyemiyorsam inanmam(!)
  4. Seni kim doğurdu? Anneni kim doğurdu? Onun annesini kim doğurdu? Onun annesini kim yarattı? (FATAL ERROR)
  5. Evrim bir teori değil midir kardeşim? Neden bunu bir gerçekmiş gibi kabul ediyorsunuz?
Şimdi yavaştan bu birkaç soruya cevap verelim ki sorgulamak üzere olan bazı arkadaşlar evrimin yapısını daha rahat anlasın ve bir kararsızlığa düşmesinler bu konuda. İlk önce evrimin tanımıyla başlayalım.

Evrim, biyolojide canlı türlerinin nesilden nesle kalıtsal değişime uğrayarak ilk halinden farklı özellikler kazanması sürecidir. (Kaynak: https://tr.wikipedia.org/wiki/Evrim)

Yani bir canlı türünün ortam koşullarından etkilenerek zorunlu değişimlere maruz kalmasıdır. Bu değişimler DOĞAL SELEKSİYON ve YAPAY SELEKSİYON dediğimiz prensipler sayesinde gerçekleşir.

Bu iki terim yanında bilmemiz gereken 3 terim daha var. Pozitif mutasyon, negatif mutasyon ve nötr mutasyon.

Mutasyonlar genetik yapıdaki hatalar sonucu oluşan değişimlerdir. Pozitif mutasyon bu hatalar sonucunda ortaya çıkan ve canlının hayatta kalma şansını arttıran değişimlerdir. Örneğin bir hata yüzünden tüy çıkaran dinozorlar büyük çaplı iklim değişikliğinden sonra bu şans eseri çıkardıkları yapı sayesinde kendilerini soğuktan korumayı başarabilmiştir. Bu tür mutasyonlar, doğal seçilim ile o canlı türünün hayatta kalmasını sağladığı için bu genler nesilden nesle aktarılır ve canlı genetik mirasını sağlama almış olur.

Negatif mutasyonlar ise canlının hayatta kalma şansını azaltan mutasyonlardır. Doğal seçilim bu durumda canlılara acımaz ve bu hataların nesilden nesle aktarılmasını engelleyerek gelecek nesle daha sağlam bir genetik harita bırakır. Bu tür mutasyonlara örnek olarak günümüzde gördüğümüz birçok genetik hastalığı örnek verebiliriz. Bu hastalıklar canlıya acı vermekte ve hayatını zorlaştırmaktadır.

Nötr mutasyonlar ise canlının hayatta kalma şansını ne arttırmakta ne de azaltmaktadır. Yani var olmalarından canlı çok fazla etkilenmediği için doğal seleksiyon bunları çok da önemsememektedir. Bu tür mutasyonlara örnek olarak eşcinsel yönelim verilebilir. Çünkü eşcinsel ilişkide yeni bir canlı oluşmadığı için bu özellik yeni nesle aktarılmaz. Yeni nesilde oluşsa dahi bir sonraki nesle kasıtlı olarak iletilmez.

Bu terimleri basitçe açıkladığımıza göre kafanızda daha iyi canlanması için size bir örnek vereyim.

Harward üniversitesi tarafından yapılan deneyde devasa dikdörtgen şeklindeki bir petri kabı 9 bölüme bölünmüştür. En dış katmanlar olan 1. ve 9. bölümlerde hiç antibiyotik bulunmamaktadır. 2. ve 8. bölümlerde 1 birim, 3. ve 7. bölümlerde 10 birim, 4. ve 6. bölümlerde 100 birim ve tam merkezde yani 5. bölümde 1000 birim antibiyotik bulunmaktadır. Her bölümde bakterilerin beslenebileceği besinler bulunmaktadır. Bu tür evrimsel deneylerde bakterilerin kullanılmasının ana sebebi evrimin nesiller arası değişimi ele almasıdır. Ortalama bir insan 20-30 yılda bir ürerken bakteriler birkaç saatte milyonlarca kez çoğalırlar. Yani birkaç saat içerisinde birçok nesli gözlemleme imkanı sunarlar size.

En dış kısımlar konan bakteriler 2. ve 8. kısmın sınırına kadar çoğalırlar. Çünkü bu kısma geldiklerinde antibiyotik ile karşılaşırlar ve önümüzde 1. ve 9. bölümlerin tamamen dolduğu bir resim çıkar. Ancak bir süre sonra bu sınırlardan bir tomurcuk çıktığını ve bu tomurcuğun içinde 2. ve 7. bölümdeki antibiyotiğe direnebilen bakteriler gözlemlenir. Buradan çıkabilen dirençli bakteriler çoğalır ve 2. ile 7. kısmı da doldururlar. Yani 9 kısımdan dördü dolmuştur. 1. ve 9. bölümde duran bakteriler çoğaldıkça bir sürü mutasyon üretirler. Ancak bu mutasyonlardan biri olan antibiyotik direnci rastgele bir noktadaki 1 bakterinin 2. bölüme geçebilmesine olanak sağlamıştır. Yani gördüğünüz üzere deneme yanılma ile elde edilmiştir bu sonuç. Hiçbir ilahi güç yoktur burada. Yüz binlerce, belki de milyonlarca bakteri arasından şans eseri 1 bakteride bu mutasyon gerçekleşiyorsa ve bu bakteri diğer kısma geçip daha fazla besin elde edebilmişse evet dostum bu mutasyon tesadüf sonucu ortaya çıkmıştır diyebiliriz.

Daha sonra aynı yöntemle 10 birim, 100 birim ve en sonunda 1000 birim antibiyotiğe dirençli nesiller ortaya çıkmıştır. Zaten her sene yeni bir grip aşısı olmamızın, doktorun bize “İyi bile hissetsen antibiyotik bitene kadar kullanmalısın.” demesinin, her yıl daha ölümcül hastalıkların ortaya çıkmasının sebebi de bu doğal seçilimdir.

Şimdi gel gelelim sorularımıza…

1-Ara form görmek mi istiyorsun? Aynaya bak.

Bütün canlılar kendi atası ile çocukları arasındaki ara formlardır. Senin ile yan komşunun genleri tamamen farklıdır. Her ne kadar ikiniz de insan gibi dursanız da farklı özellikleriniz bulunmaktadır. Farklı çevrelerde yaşayan insanları ele alalım. Kuzeyliler bembeyaz tene sahipken Afrika sıcağından korunmak için siyah tene sahip Afrikalılara bakalım. Farklı çevrelerde yaşayan bu tür canlıların tür içindeki ırkları ilerleyen zamanla onları farklılaşmaya daha çok itecek ve ayrı türler olmasını sağlayacaktır. Ancak bu farklılaşmayı görebilmen için tahmini olarak 8 milyon yıl falan yaşaman lazım. Bol şans.

2-Çünkü evrimin işi bu değil.

Evrimin tanımını tekrarlayalım.

Evrim, biyolojide canlı türlerinin nesilden nesle kalıtsal değişime uğrayarak ilk halinden farklı özellikler kazanması sürecidir.

Yani evrimin olayı canlıların nesilleri arasındaki değişimi gözlemlemektir. Canlılığın başlangıcı evrimin konusu değildir. Ha bunu konu alan teoriler var mı? Var(bkz:abiyogenez).

Sen istersen ilk canlıyı Allah yarattı de istersen tesadüfen oluştu de. Ne dersen de. Evrimi ilgilendirmez bu durum. Ha bol keseden sallamak da kolay. Sırf Allah ol dedi oldu demek seni haklı çıkarmaz. Yani illa başlangıca bir hikaye uydurmak istiyorsan buyur ben söyleyeyim bir tane. Kutsal Uçan Spagetti Canavarı geldi ve ilk canlıyı kendi makarnasından yarattı. Buyur buna inanabilirsin.

3-Anlattığım örneği araştırabilirsin gönül rahatlığıyla. Senin insanlardaki değişimi görememe sebebini de açıkladım. Eğer insanlar da bakteriler gibi hızlı çoğalsaydı emin ol birkaç saate torununun torununun torununun torununun torununun torununun torununu hiç beklemediğin bir biçimde görürdün.

4- :) Açıklamama gerek yok herhalde…

5-Hayır dostum. Evrim bir kanundur.

Evrim tıpkı yer çekimi gibi bir doğa kanunudur(Her ne kadar bizimkiler yer çekimini reddedince uçtuklarını sansalar da). İlk önce bu ayrımı yapman gerekir. Kanun nedir, teori nedir?

Bir bilimsel kanun, gözlem ve deneylerle iyi desteklenip kanıtlanmış prensiptir.

Bilimsel teori; iyi kanıtlanmış, sürekli olarak test edilen, doğrulanan deney ve gözlem ile bilimsel metot aracılığıyla elde edilen, doğanın bazı yönlerinin açıklamasıdır.

Bizim günlük hayatta kullandığımız gibi “Faruk abi benim bir teorim var. Bence yer çekmiyor gök itiyor.”,yani öylesine ortaya atılmış bir düşünce anlamında değildir. Bilimsel teoriler bilimsel kanunların yapısını açıklamakla yükümlüdür. Tıpkı yer çekimi kanununu açıklayan “Newton Kütle Çekim Teorisi” ya da Einstein’ın “Görelilik” teorisi gibi.

Biz izafiyete de teori diyoruz. E yani istersek bunu da reddedebiliriz değil mi?

Hayır kardeşim. Eğer sen izafiyeti de sırf teori olduğu için reddedersen kuantum boyutundaki kütle çekim etkilerini nasıl açıklayacaksın? Merkürün perihelion problemini nasıl açıklayacaksın?

Kısacası evrim bir doğa yasasıdır ancak onun yapısını açıklamaya çalışan teoriler vardır. Darwinin evrim teorisi ya da modern evrim teorisi gibi. Ki az önceki cümleden de anladığınız üzere biz şuanda Darwinin teorisini kullanmıyoruz. Darwinin eksiklerini ve hatalarını düzeltmiş olan modern evrim teorisini kullanıyoruz.

Umarım anlattıklarım sizi sıkmamıştır ve kafanızdaki bazı sorulara cevap verebilmiştir. Bir sonraki yazılarımıza kadar sağlıcakla kalın, bilimle kalın.

Yazan: Aftiel

YARATILIŞ VE EVRİM “GÖR”ÇEĞİ

DP, din,Yaratılış ve evrim gerçeği,Evrim gerçeği,Dinlerin yaratılış masalları,Çamurdan yaratılış,Evrim gerçeği,İnsan ile hayvanların benzerlikleri,Evrim teorisi,Evrim ve İslam,Evrim ve din
YARATILIŞ VE EVRİM 'GÖR'ÇEĞİ


Değerli yazar ve şair Sunay AKIN’ın gösterilerinin adı “GÖRÇEK”. Biraz atıfta bulunmak istedim değerli üstada başlık ile… Nedeni yazının içerisinde açıkça belli.

Gündeme ilahiyatçıların “Deizm” üzerine yaptıkları açıklamalar damga vurdu. Hatta devletin en üst kademeleri bile hususiyetle bu konu üzerinde kafa yordular. Fırçalar atıldı, toplum mühendisliği dendi, algı operasyonu dendi, gençlerimizin beynine sapık düşünceler aktarılmak isteniyor dendi… Dendi de dendi.

Yahu iyi de niçin gençlerde, özellikle dini çevrelerdeki gençlerde sağlam bir Deizm artışı var? Bunun birçok sebebinden bahsedebiliriz ancak beni çok da ilgilendirmiyor. Galiba kimileri kafayı kaldırıp “Neler oluyor?” diye sormayı tercih etti; bilmiyorum.

İnsanlar artık gözlerinin önünde cereyan eden tartışmaları ve kavram farklılıklarını, eksik açıklamaları ve gerçekleri göz ardı etmemeye başladı. Ancak ne kadar? Limitlerimiz kadar veya görmek istediğimiz kadar. Bazı sınırlar aşılmıyor çünkü aşmak istemiyoruz.

Hemen bir örnek: İnsanın yaradılışı…

Tüm semavi dinlere göre hikâye belli. Çamurdan yaratıldık. İlk insan Âdem. Kaburga kemiğinden de Havva yaratıldı. Onların bolca ikiz çocukları oldu (biri kız biri de erkek) sonra onlar çaprazlama evlendiler... (Sakın ensestlik demeyin. Mutlaka burada bizim göremediğimiz bir hikmet var. Şüphesiz zalimlerden olduğumuz için biz göremiyoruz.)

Aslında semavi olmayan dinler de ve mitolojiler farklı hikâyeler anlatmıyor. Yok, çamurdan ve kandan yoğurmalar…

Bu konuda bu site de o kadar çok makale ve bilgi var ki, okumanızı şiddetle tavsiye ederim.

Bazı komplo teorileri de var. Uzaylılar yarattı, diğer boyuttan gelen varlıklar yarattı, o yarattı bu yarattı. Eğer olurda bu konuda bilimsel kanıtlar önümüze konursa ve tüm bilimsel çevreler bunu kabul ederse o halde sorun yok. Ancak o zaman kadar beyin kıvrımlarının düşüncesi ile gelişen, bilimsel gerçeklikten uzak, fantastik olan bu teoriler sadece iyi bir “kamp ateşi yanı” hikâyesi olabilir o kadar. Ötesi yok. Ancak siz kendinizi “özel” hissetmek istiyorsanız? Yani “Dinleri reddediyorum ama bir varlık sebebimiz var. Uzaylılar yarattı beni, çünkü bize bir misyon yüklediler!” diyorsanız bu fantastik dünyanızda size iyi yolculuklar dilerim.

Alternatif yaratılış teorileri, günümüzde hiçbir bilimsel çevrede tartışılmıyor. “Türlerin Kökeni” adlı kitapta ilk olarak bu husus açıklandı. Hatta açıklanalı uzunca bir zaman oldu. İster kabul edin ister etmeyin. Hani şu bol sakallı Darwin var ya? Türlerin Kökeni adlı kitabın yazarı. İşte o. O sakallı doğruyu söyledi. Evrim diye bir şey var. Sakın “Evrim yok, ama türlerin adaptasyonu var. Milyonlarca yıl önce balık vardı hala var, evrimleşmemiş!” demeyin. Türleşme ve Adaptasyon tamamen farklı şeyler. Size tavsiyem azıcık kitap okuyun. Ama “Kitap” okuyun.

Bu sitede alternatif yaratılış teorileri ile ilgili bolca makale ve teori sunuldu. Burada amaç farklı yaklaşım ve düşünceleri ortaya koymak. Adı üstünde “Teori”. Gözlem ve ölçmeye dayalı olarak yanlışlanabilir veya kabul edilebilir teoriler. Bu teorilerin günümüz semavi dinleri ile örtüşmeleri de (Semavi dinlerden çok önce yer alan yaratılış efsanelerinin semavi dinlerde yer bulması) ayrı bir konu.

Küçükken hep “Üstün İnsan” üzerine fikirler duyuyordum. “Kamil insan” olmak. Bilinçli insan olmak üzerine hikâyeler… Âdem Babamız ve Havva Anamızdan geliyorduk. Onlardan türemiştik. Daha sonra sapmıştık. Nuh Aleyhisselam sayesinde sapkınlar tümden yok olmuştu. Nuh Babamızın soyundan tekrar çoğalmıştık. Buraya kadar tüm dini çevreler müttefik. Biz üstün kılınmıştık. Şeytan dahi bizim üstünlüğümüze isyan bayrağı açmış, “Ben bunları yoldan çıkartacağım!” demişti. Allah/Tanrı’da onu kovmuştu. Doğru muyuz? Eyvallah.

Hep aklımı kurcalıyordu. Benim annem ve babam var. Peki ya Âdem ve Havva’yı kim doğurmuştu? Onlar doğurulmamış “Yaratılmışlardı”. Peki nasıl? Çamurdan. Çamur şekillendirilerek insan yaratılmıştı. Tamam, onu anladım. Sonra ona ruh üflenmişti, o da tamam. Onların çocuklarından biz çoğalmıştık? O da tamam. Tüm sorular yanıtını buldu. Huzur doluyum artık.

Şimdi gelelim diğer tarafa. Dünyadaki tür çeşitliliği? Hayvanlar? Bitkiler? Onlar bir seferde mi yaratılmışlardı? Cevap evet. Allah “Ol” der ve olur. Tamam, o da oldu. Bu sorum da yanıtını buldu. Huzurum ikiye katlandı.

İçim içimi kemirdi. Acaba hayvanlar âleminde de “yaratılmış ilk çiftler” olabilir miydi? Cevap hayır. Onlar “Ol” denince oldular. Gerisi yok.

Tüm her şey bizim için yaratılmıştı. Dünya… Hayvanlar… Nimetler, evet evet nimetler. Bunca nimet varken, ayetler varken Allah’ı nasıl inkâr edebiliriz? Bunlar bize yetmiyor mu?

Buraya kadar da tamam. Huzur tamamlandı. Sonsuz huzur…

İnsan, akıl ile donatılmıştı. Dünyada bir “var olma” sebebimiz vardı. Burası sınav idi. Bu dünyada yaptıklarımız, Ahiret hayatımızı şekillendirecekti. Ya cennet, ya cehennem… Eğer kutsal kitapların rehberliğinde yaşarsak sorun yok. Diğer türlü durum vahim idi.

Yahudiler, Hristiyanlar, Müslümanlar, o’cular bu’cular. Hepsi bize ilahi emri hatırlatıp doğru yola girmemiz için uyarılar yapıyordu. Hocaefendileri hesaba katmıyorum dahi. Hocaefendiler ahiret hayatını bırakıp “Dünyevi” hayatı da arzu ettiklerinden olsa gerek ortalığı karıştırmaktan geri kalmıyorlardı. Hatta bu şeref ve haysiyet yoksunları, Pennsylvania’ nın ağlak soytarı imamı önderliğinde darbe yapmak suretiyle ülkeyi kaosa sürüklemeye çalışmışlardı. Neyse konuyu saptırmayalım.

Şimdi Dünya bizim sınav alanımız bu tamam. Diğer tüm mahlûkat burada aksesuar bu da tamam.

Şimdi gelelim sıkıntıya. Madem ben ayrı yaratıldım, yani diğer mahlûkattan ayrı özenle yaratıldım. Neden onlarla “İnanılmaz oranda, fazlasıyla” ortak yanımız var?

Dini inançlarımız ile yaşarken hep farklılıklardan söz ediyorduk. Ya ortak noktalar? Bunları hep görmezden geldik. Çünkü evrim yok. Hadi evrim yok eyvallah.

Peki diğer tüm canlılar ile biyolojik olarak “inanılmaz” benzerliğimizde ibret alınacak ne gibi dersler olabilir?

Şempanze, gibon gibi primatların gen yapısına, dizilimine, biyolojik özelliklerine bir bakın. Hadi ben sapkınım. Beni boş verin. Kendiniz bir araştırın lütfen. Bakın bakalım farklar mı çok fazla? Yoksa ortak yanlar mı çok fazla?

Diğer canlılarla, özellikle primatların ve memelilerin çoğalmasına bir bakın. Erkeklik dişillik, spermler, vajina, penis, üretra, kanallar, kasılma mekanizması. Hepsi aynı?

Neden aynı? Neden primatlar ve diğer memeli hayvanlarla aynı şekil ve yöntemler ile çoğalıyoruz? Neden üreme organlarımız “bu kadar” birbirine benziyor? Emzirme mekanizması? Erkek ve dişi organlar? Dişilerde meme yapısı ve emzirme sistemi? Hepsi aynı?

Burada ne gibi bir hikmet var? Ne gibi dersler var?

Neden hayvanların çiftleşmesi ve insanların çiftleşmesi bu kadar birbirine benziyor? Neden Allah bizi farklı yaratmadı? Onlara bakıp ne gibi dersler alacağız?

Şimdi kafayı üremeye taktı demeyin. Sırf buradan hareketle bile beni sapık ilan edebileceğinizi düşünerek rotayı başka örneklere çeviriyorum.

Büyük dolaşım ve küçük dolaşım, organlarımız ve işlevleri, beyin? Kalp, akciğer, sinir ağları, bağırsaklar, mide? Yahu her şey görevi itibariyle aynı. Nasıl açıklayacağız bunları?

Kollar, ön kollar, bacaklar, kafa, burun, kulaklar, vücut kılları, üreme organları, dışkılama, görevler ve yapıları itibariyle birbirinin aynısı. Şimdi diyebilirsiniz “Tüm memelilerde kuyruk var insanda yok!”. İyi de bazı primatlarda da kuyruk yok? İnsan da kuyruk sokumu diye bir bölge var ve iskelet yapınıza bakıldığında resmen ve alenen kısa bir kuyruk yapısı görülüyor, o ne olacak? İnsandan farkları düşünce yetisine sahip olmamaları o kadar. Neden hem iç hem de dış organlar görevleri ve şekilleri-yapıları itibariyle birbirinin aynısı? Neden diğer memelilerin, özellikle primatların iskelet yapısı insan ile hemen hemen aynı?

Yahu gözlerinizin yapısına, dizaynına ve işlevine bakın. Tüm canlılarda görev aynı. Memelilerde, omurgasızlarda kısaca görme işlevini gören organ hep göz. İnsana en yakın primat gruplarına bakın gözün yapısı ve şekli bile aynı. Hatta neredeyse renklere kadar aynı. Burun? Aynı.

Kollarınıza, ellerinize ve parmaklarınıza bir bakın. Şekilleri, görevleri, dizaynları ve içyapıları ufak farklar dışında hep aynı. Parmak sayılarınıza ve boğum yapılarınıza bakın. Bilek yapısı ve kemik tasarımlarına bakın. Aynı.

Ayak yapısı ve parmaklara bakın. Tırnaklara bakın. Neden bu kadar çok benziyoruz?

Bazı yaratılışçı çakma aydınların şöyle bir açıklaması var: “ Evrim yok çünkü ara türler yok. Darwinciler ara tür diye maymun kafatası gösteriyor. İnsan kafatasının azcık eğri büğrü şekilli olan kafatasları asla evrime kanıt olamaz!”

Yahu iyide kendi kendinizi ele verdiniz. Dediniz ki “insan kafatasının eğri büğrü şekilli olan maymun kafatasları”. Demek ki insan ve primat kafatasları birbirinden ufak tefek farklar dışında aynısı. Siz de kabul ediyorsunuz. Gözünüzü seveyim primatların iskelet yapısı ile insanların iskelet yapısını bir karşılaştırın. Hatta memelilerin genel olarak iskelet yapısına bir bakın.

Tüm canlıların yaşamsal fizyolojik döngüleri birbirinin aynısı. Nasıl açıklayacağız bunu?

Tamam, evrim yok bizi Allah yarattı. İyi de bu benzerlikler neden? Neden Allah bizim metabolizmamızı hayvanlar ile eş yarattı?

Objektif bakarsak tek fark zekâ. Yani hayvanlarda içgüdü var bizde zekâ. İyi de alet kullanma bilgisine ve becerisine sahip hayvanlar var? O ne olacak?

Eğer farkları konuşacaksak eyvallah. Farklar çok. Ancak ortak yanlara bakacak olursak o kadar fazla ki. Farklardan çok ortak yanlarımız olduğunu görürüz. Bunun için âlim olmaya gerek yok. Ortaokul fen-biyoloji kitaplarına bakmamız dahi yeterli.

Şimdi siz eğer “Farklar” penceresinden bakarak, yaratılış temelli bir yaklaşım ile dünyanın, evrenin ve dünya üzerinde bulunan bu kadar mahlukatın ve canlının bizim sınav alanımız olduğu ve aslında bizim “alayına” üstün kılındığımıza inanıyorsanız öyle olsun. Ancak biraz kafanızı kaldırarak ortak yanlarımıza da göz atmanızı isteyeceğim.

Yaratılışa olan inancınızı bırakın demiyorum. Peki, o halde bu kadar ortak yan neden var? Onu bir zahmet açıklayabilir misiniz?

Bırakın bilimi, bırakın dini. Birisi akıl ve mantık ile bana bu ortak yanları açıklayabilir mi?

NEDEN TÜM OMURGALILAR-MEMELİLER, ÖZELLİKLE PRİMATLAR VE İNSANLAR HER YÖNÜYLE (!) BU KADAR ÇOK BİRBİRİNE BENZİYOR? 

Bu yazıyı hazırlarken oradan buradan bilgi almadım. Hiçbir veriyi sentezlemedim. Kaynak göstermedim çünkü yok. Bu yazıda sadece önünüze “Bakmak isteyen herkesin” gördüğü unsurları koydum. Reddedilebilecek hiçbir veri yok çünkü ilginç (!) bir şekilde hem dini (yaratılışçı) çevrelerin hem de evrimci çevrelerin üzerinde müttefik oldukları konular üzerinde durduk. Yani ister hacı-hoca-dede-papaz-rahip-haham olun isterseniz ateist-deist-agnostik. Burada yazılan verilere hayır demek için dünya üzerinde yaşamıyor olmak gerekir.

Gerçi neden bu kadar çok kafa yordum ki? İnsanın nasıl yaratıldığını ve hangi görevle bu dünyada bulunduğunu inananlar biliyorken; bizim gibi hiç şüphesiz apaçık zalimler ve sapkınlar göremiyor. Bunca ayet varken, bunca nimet varken daha neden inkâr ediyoruz ki?

Sevgili Anu dostum. Bu kadar inkâr etmeye gerek yok. Bir ara buluşup şöyle en sağlamından bir “Hocaefendi hazretlerinin” yanına gidelim. Ondan feyz alıp tövbe istiğfar dileyelim. Onların tabiri ile “Kamil İnsan” olalım. Ateist-Deist-Agnostiklik falan hep Yahudi, mason oyunları bunlar. İngilizler kandırdı bizi. Amerikan evanjelistlerin tuzağına düştük. Sapkın olan biziz. Onlar mı? Onlar hak yolunda doğruyu yolu bulmuş mümin ve mümineler. Onlar cennet ile müjdelenenler. Hadi biz de onlara katılalım…

Ne demişti Turan DURSUN: “Rahat yaşamak uğruna gerçeği mezara mı götüreyim; halka gerçeği anlatmak için ölümü mü göze alayım?”.

Biz rahat yaşamak uğruna gerçeği mezara mı götürelim? Bilmiyorum. O kadar çok veri ve bilgi paylaşıyoruz ki… Sosyal medya veya sitede takip ediliyor muyuz bilmiyorum. Umarım yazılarımızı okuyan ve takip eden birileri vardır. Umarım birilerinin kalbine dokunabiliyoruzdur. Çünkü beyinlerden ümidimi kestim.

Yazıya Ulu Önder M. Kemal ATATÜRK’ün bir sözü ile son vermek istiyorum:
“Hayatta en hakiki mürşit ilimdir, fendir. İlim ve fenden başka yol gösterici aramak gaflettir, delalettir, cehalettir.” “Eğer bir gün sözlerim bilim ile ters düşerse, bilimi seçin.”
Sağlıcakla kalın.

Yazan: Demon Product