HABERLER
Dini Haber
Kabir azabı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Kabir azabı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

RUH'UN KANITI NEREDE?

DP,din,Ruhun kanıtı nerede?,Ruh var mı?,Ruh gerçek mi?,Ruhlar var mı?,Ruh kavramı,Ruh nedir?,Ahiret kavramı ve ruh, Kabir azabı, Azrail var mı?
Ruhunu şeytan ele geçirmiş… Yuh ruhsuz herif… Hacı bir takım bu kadar mı ruhsuz olur ya… Ben onun ruhuna âşık oldum… Ey ruh geldiysen 3 defa tıkla… Ruh ikizimi buldum sanırım… Bedenime sahip olabilirsin ama ruhuma asla… Onun arabası var güzel mi güzel, maalesef ruhu yok (Mustafa SANDAL Araba şarkısı)… Ruh… Ruh… Ruh…

Hayatımızda o kadar çok kullanıyoruz ki bu kelimeyi. Dindar insanlara göre Ruh var, Dinsizlere göre yok.

Ruh kavramı ve konusu neredeyse insanlık tarihi kadar eski. Ruh kavramını ortadan kaldırırsanız zaten din dediğiniz şey uçar gider. Felsefe ve bilim o kadar çok uğraştı ki bu Ruh mevzusuna. Hepsi farklı bir açıdan yaklaştı olaya. Ruh neydi? Nasıl bir şeydi?

Ahiret inancından hareketle bilinç beyinde olamayacağına göre Ruh’ta olmalıydı. Beden fani dünya hayatı sonunda çürüyordu. Ruh baki kalıyordu. Ahiret hayatında Cenabı Allah’ın emri ile ruha tekrar beden giydiriliyordu. Oradan da ya cennet bahçelerinden bir bahçe ya da cehennem çukurlarından bir çukur bizleri bekliyordu.

Fakat bu inanışı çökerten husus sonradan gelişen akıl rahatsızlıkları idi. Madem bilinç beyinde değil Ruh’ta, o halde bazı hastalık ve travmalar bilince zarar vermemeli ve düşünce yetisini etkilememeliydi. O halde beyin-ruh ilişkisi nasıl gelişiyordu?

Ya akıl hastaları? Onların durumu?

Akıl hastalığından vazgeçtim. Hiç şizofreni bir birey gördünüz mü? Vakti zamanında zehir gibi aklı ve hafızası olan bireyler bir anda çok farklı tavırlar takınabiliyor, düşünceler üretebiliyor ve bunları gerçek gibi anlatabiliyor. Eğer bilinç, zekâ, akıl dediğimiz unsurlar beyinde değil ruhta olsaydı tüm bu rahatsızlıkların yaşanmaması gerekirdi. Eğer yaşanıyor ise Bilinç, zekâ ve akıl ruhta değil beyinde demektir. E beyin ölünce çürüyor?


Kabir azabı ve berzah âlemini kim yaşıyor? Ruh. Akıl, bilinç ve zekâ nerde? Beyinde. Beyin nerde? Çürüdü. Ruh nerde? Kabirde. Kabir azabı ve berzah âlemini kim yaşıyor? Ruh. Akıl, bilinç ve zekâ nerde? Beyinde. Beyin nerde? Çürüdü. Ruh nerde? Kabirde… Farkındaysanız dönüp duruyoruz bir paradoksun içinde. Yılmaz ERDOĞAN’ ın Organize İşler filmindeki “Araba Nerde? Para Nerde?” repliğinin bir benzeri söz konusu.

Ölünce beden mezara girdiğinde azap çeken fiziksel beden değil, ruh idi. Ahirete ruh gidiyordu. Azrail ruhumuzu alıyordu. Bu dünyadan göç eden Ruh idi. Beden tabiri caizse bir avatar görevi görüyordu.

Efendim daha önce “Kabir Azabı ve Berzah Âlemi Mitleri” adlı bir yazı yazmıştım. Bu yazıda Türk Tipi İslam Modelinde ölünce neler olduğuna dair inançlar ve kökenleri üzerinde durmuştum. Açıkçası inananların bile kendince sorduğu soruları sormuştum. Yani Kuran ayetlerine bakıldığında ne kabir azabı var ne de berzah âlemi. Ancak hadis külliyatı temel alındığında kabir azabı ve berzah âlemi hakkında bilgiler bol.

Kuran-ı Kerimde olmayan kavramlar bütünü nasıl olurda başka yerlerde İslam adı altında yer alır? Haşa Allah Kuran-ı Kerim’i eksik bırakır mı? Şüphesiz o (Kuran-ı Kerim) apaçık açıklayıcı bir kitap alarak eksiksiz bir şekilde resulü vasıtası ile bize indirilmişti.

Peki, bizi kıyamete kadar geçen süreçte alternatif bir yaşam modeline iten sebepler ne idi? Neden Kabir azabı ve berzah âlemine ihtiyaç duyduk? Bu bahsettiğim yazıyı okursanız çelişkiler yumağı zaten yazılı.

Önceki yazılarda olduğu gibi size maalesef bu yazıda da cevapları sunmayacağım. Cevap sunmak ve bilgi vermek Bilim insanları ve aydınların işi. Benim işim – aklı karışık cahil bir vatandaş olarak- sadece soruları sormak.

Öncelikle belirtmem gerekir ki bu yazıda ne Kurandan bir ayet, ne Tevrat, ne İncil ne de Sümer tablet bilgisi bulamayacaksınız. Kaynak ve alıntı olmayacak. Sadece mantığınızı çalıştırdığınızda soruları sizde keşfedeceksiniz.

Ruhun varlığının kanıtı nedir? Sakın bana “Efendim Japon bilim insanları, Alman bilim insanları, Rus Bilim insanları…” gibi başlayan cümleler kurmayın. Zaten İslam âleminden bir icat çıkmadığından, bilimsel bir çalışma olmadığından bütün icatları o kâfir dediğiniz adamlar yapıyor. Savunma cümlelerinizin referansları bile İslam dışı ülkelerden.

Bilim dünyasında maalesef Ruh kanıtlanmadı. O nedenle bu hususu pas geçebiliriz. Uğraşan bilim insanları var, ancak teorilerden ve varsayımlardan oluşan bir takım makaleler yayınlıyorlar.

Peki, ruhun kanıtı nedir? Yok. Ruh kanıtlanamıyor. Görülemiyor. Zamanında şöyle bir anti tez ile karşılaşmıştım: “İyi de elektrikte görülmüyor. Ama varlığını biliyoruz!”. Elektrik görülmüyor. Ancak varlığını ölçebiliyorsunuz. Bir enerji biçimi. Sizi çarpabiliyor. Nakledip depolayabiliyorsunuz. Üretebiliyorsunuz. Ya ruh?

Ruh hem bilim dünyası hem de felsefecilerin en büyük açmazlarından. Cevap yok. Hakkında ancak teoriler üretebiliyorsunuz.

Kısacası Ruh’un varlığının hiçbir ispatı ve delili yok. Ölçemiyorsunuz, test edemiyorsunuz, kontrol edemiyorsunuz.


Eğer siz inanmak istiyorsanız inanabilirsiniz. İsterseniz Uzaylılara ya da Pamuk Prenses ve Yedi Cücelere de inanın. Bana ve hayatıma karışmadığınız sürece sorun yok.

Bilim ve Din ekseninde incelemeye kalktığımızda çuvallıyoruz. Dini kitapların hiç birisinde bilimsel bir veri yok. Zaten din kitapları Bilim ve Fen kitabı da değiller. Size evrenin gizemli sırlarını ve ya işleyişi anlatmıyor. Yok, “Yanlış söylüyorsun! Anlatıyor!” diyorsanız o halde hiçbir “kutsal” kitabı okumadınız diyebilirim.

“Kutsal” kitaplarda bahsedilen -bilimsel- konular zaten o döneme değin hemen herkesçe bilinen şeyler. Yani yeni bir şey yok.

Aklıma gelmişken vakti zamanında nasılda hararetli hararetli savunuyordum: “ Efendim aslında İslam âlemi çok ileri gedecekti ama biz okuyup anlamadığımızdan böyleyiz. NASA’da eski bir Kuran varmış, Amerikanyalı bilim insanları Kuran’ı okuyup çözümleyerek teknoloji üretiyormuş. Hatta Ruslar ve Almanlar hep Kuran okuyup yeni icatlar yapıyormuş. Yaaaaa! Biz anca uyuyalım!”

“Kutsal” kitaplar sadece sizin yaşama ve inanma biçiminizi şekillendirip belirler. Ayrıca başkalarını, sizin inandığınız dine nasıl inanmalarını sağlamanız gerektiğini, inanmazlarsa yapmanız gerekenleri anlatır o kadar. Arada peygamberlerin özel hayatı da var ama olacak o kadar.

Ruh mevzusuna geri dönersek daha önce değim gibi Ruhu ne test edebiliyorsunuz ne de ölçebiliyorsunuz. Din size var diyor sizde var diyorsunuz. Aklınıza sorular geldiğinde de “Aman tövbe de! Hiç şüphesiz Allah en doğrusunu bilir.” Diye kendi kendinize içlenirsiniz.

Başkasına siz sorsanız aldığınız cevaplar aynı: “Kardeşim bu soruları ne sen ne de ben cevaplayamayız. Zamanın müceddidi hoca efendi hazretlerimize soralım. O bize doğru yolu gösterir!”

İyi de sorular o kadar basit, açık ve net ki.
1.   Ruhun kanıtı nedir?
2.   Ruhu nasıl ölçebiliriz?
3.   Ruhu nasıl test edebiliriz?

Bu soruların cevabını bulabilirseniz insanlık tarihinin en büyük gizemlerinden birisini aydınlattınız demektir.

Eğer cevabı hoca efendi hazretlerinizin web sitesinden alıntılar yaparak verecekseniz hiç kasmayın. O cevapları zaten biliyorum. O cevapların tatmin edici olmadığını mantığınız size de söylüyor. Korkmayın. O cevapların gerçek olmadığını size söyleyen şeytan veya onun uşakları değil. Bizzat öz benliğiniz.

Ruh konusu da aynı Din gibi inanç işidir. İnanabilirsiniz ve bunda bir sorun yok. Size saygı duyarım. Ancak bu hususu bilimsel bir tabana oturtmaya çalışmayın. Olmuyor.

Basitçe üç tane soru sordum ki bu sorular açıkçası inançlı veya inançsız herkesin kafasını kurcalıyor. Kurcalamasaydı Ruhu kanıtlamak için bu kadar bilimsel ve felsefi çalışma, bu kadar dini tartışma olmazdı.

Dinden sıyrılan bazı insanlarda da şöyle bir yaklaşımla karşılaşıyorum, onlara göre de ruh var ama bir enerji formu. Aslında doğada ki her şeyin bir enerjisi var. Bu enerjiler hayatı etkiliyor. Peki, bu etkileşime dair kanıt var mı? Yok. Ölçülebiliyorlar mı? Hayır? Kusura bakmayın ama siz de bir inancın peşindesiniz. Sadece semavi inançtan çıkıp başka bir inanca geçmişsiniz o kadar.

Beyinde keşfedilen bir enerji elbette ki var çünkü bilimsel olarak beyindeki elektriksel dalgalar kanıtlandı. Neden? Çünkü test edildiler ve ölçülebildiler. Ancak beyin faaliyetleri durduğunda onlarda duruyor. Sakın buna ruhun kanıtı demeyin. Adı üstünde elektriksel dalgalar. Şimdi buradan hareketle siz Ruha kılıf bulmaya çalışırsınız. Öyle olsaydı bu elektrik dalgalarının beyin ölümü gerçekleştiğinde durmaması gerekirdi.

Ona da cevabınız hazır. Beyin ölünce beyindeki elektrik dalgalarının, yani ruhun gitmesi normal çünkü ruhu-canı Azrail aleyhisselam gelip alıyor.


Yine çuvalladınız efendim… İslamiyet’e göre Azrail diye bir melek yok. Kuran-ı Kerim’ e göre “Ölüm meleği veya ölüm melekleri” var. Ama Azrail ismi yok. “İyi de Hadis-i Şeriflerde bahsediliyor!” demeyin sakın çünkü sahih olmayan hadislerde dahi Azrail ismi geçmiyor.

Sadece bazı “Haber” diye nitelendirilen rivayetlerde geçiyor.

Azrail ismi ve meleği İsrailliyattan geçmedir ki bunu “Gerçek” ilahiyatçı veya medrese eğitimi görmüş dindar arkadaşlar daha iyi bilirler.

Kısacası biz “Ey Ruh geldiysen üç kere tıkla!” demeye devam. Ne zaman gelecekse artık.

Cahil bir vatandaş olarak, cahilce sorularımı ve aklımdaki çelişkileri sıraladım. Aydın ve ileri görüşlü okurların bu sorularımı kolaylıkla cevaplayacağından; özellikle dindar arkadaşlarımın ustaca cevap vereceğine inancım tam.

İş dönüyor dolaşıyor ve o kadim soru paradoksuna takılıp duruyor. Bana soruyorlar “Olmadığını kanıtla o halde!”. O zaman bende size soruyorum “Olduğunu kanıtlayın!”

Bu arada konudan ayrı olarak geçenlerde başıma gelen küçük bir olayı paylaşmak istiyorum:

Bir alış veriş merkezinde sakarlığımdan ve dikkatsizliğimden dolayı yürüyen merdivenin son kısmında, taşıdığım alış veriş arabasının tekerleği takıldı. Eşim ya da hiçbir arkadaşım yanımda yoktu. Kendimi kurtarmaya çalışırken birisi apar topar yanıma koştu ve hemen yanı başımda duran ancak paniklediğimden fark etmediğim acil durdurma butonuna basarak bana yardım etti. Bu arkadaşın kafasında takkesi, üzerinde cübbesi vardı. Teşekkür ettim. O yoluna gitti ben yoluma gittim. Ben bu salaklığımı kimse yaşamasın, dikkatli olsun diye hikâyemi anlattığımda bir arkadaşım “O cüppeliler de bu kafa var mıymış!” diye kahkahalı bir cümle kurdu. Kanımın çekildiğini hissettim. Ulan kulağımda küpe, üzerimde Black Sabbath t-shirt’ü ile alenen ondan farklı şekilde düşündüğüm belliyken adam bana yardım etmiş senin verdiğin tepkiye bak. “En azından sendekinden daha iyi bir kafa varmış!” diye cevap verince ortam buz kesti. Üsteleseydi resmen o tanımadığım, belki de hiç görmeyeceğim takkeli ve cüppeli adamın avukatı olacaktım. Gerekirse arkadaşlığım sona erecekti. Konu uzamadı. Çaylar içildi ve konu kapandı.

İnsanlık veya iyilik inançlarla ya da kılık-kıyafet ile ölçülmez. Kimse kimsenin inancına veya hayatına karışmadığı sürece sorun yok.

Sağlıcakla kalın.

Yazar Notu: Uzunca bir süre yazılarıma ara vermek durumunda kaldım. Bir terslik olmadıkça her hafta en az bir kez olmak kaydıyla burada olmaya çalışacağım. Bu süreçte bana sabır gösteren sevgili dostum site başyazarı ve yöneticisi A.KARA’ ya teşekkürlerimi sunuyorum.

Yazan: Demon Product

KABİR AZABI VE BERZAH ALEMİ MİTLERİ

DP, islamiyet, din, Kabir azabı, Berzah alemi, Kabir azabı var mı?, Dini uydurmalar, Hurafeler, Kuranda yazmayanlar, Kur-an ölüm sonrası, Kur-an'da kabir, İsra, Bakara, Mümin, Taha, Mü-minun,
Biraz beyin kıvrımlarımızı yoklayalım. Belki kendi ailenizde, belki de mahallenizde ya da iş yerinizden bir arkadaşınızın cenazesi olduğunda o ortamı gözünüzün önüne getirin. Eğer yaz aylarında vefat gerçekleşmiş ise erkek konuklar dışarıda konulan sandalyelere otururlar. Hanımlar ise içeri. Yaşça büyük olanlar veya ailenin ileri gelenleri merkezi bir konumda otururlar. Diğer gelenler onların çevresine yerleşirler. Samimiyet derecesine göre içten dışa bir kümeler silsilesi oluşur. Sohbetin gereğinde dolayı arada gülümsemeler olsa da aşırıya kaçılmaz. Neticede cenaze evi. Cenaze beklenir. Peki, nerede cenaze? Gasilhane’ de yıkanıyor. Bazı gençler sokak başında bekler cenaze aracını. Büyüklerin yanında sigara içmek sıkıntılıdır çünkü. Çocuklar pet bardak veya şişede su dağıtırlar. Ailenin ileri gelenlerinden bazıları pide-lahmacun türü basit hamur işleri dağıttırırlar ayran ile birlikte konuklara. Bu dağıtım işini de ya çocuklar ya da gençler yürütürler. Hanımlar ise içeridedir. Gelen konuk hanımlar arasında eşarp/başörtüsü getirmeyi unutan varsa onlara da biraz yaşlıca olanlar yanlarında getirdikleri fazla eşarpları verirler. Ah bir de iğne oyası ile etrafı işlenenler, onlar hemen dikkat çeker. Nerede yaptırıldığı sorulur fısıltılar ile. Kızın çeyizi için yaptırılacaktır. Hanımların içerisinde ağlayan birinci derece yakınların yanında teselliciler grubu bulunur. Bu grup değişkendir. Voleybol servisi kullanan oyuncunun dönmesi ve değişmesi gibi değişirler. Unutulmaması gereken ağır bir misafir daha vardır ki bu misafirde ya aileden ya da aile dışından gelen, Kuran-ı Kerim’e hâkim bir hanımdır. Önüne bir sehpa konur. Sehpa üzerine de kristal kesme bir bardak içerisinde soğuk su. Suya toz gelmesin diye üzerine kâğıt peçete kapatılır. Dışarıdan gelen bir çocuğun sesi bozar bu iç ortamın hüşu içerisindeki ambiansını. Pideler gelmiştir. Genç kızlar hemen bir koşu pideleri alıp mutfağa geçerler. Servis yapılmalıdır. Hemen küçük bir görev paylaşımı ile bu da hallolur.

Cenaze kış ayında ise erkeklerin yeri komşu dairedir. Burada gençler çay demler, içeride sohbet ile birlikte dualar okunur. Dini bilgiler konusunda üst seviye de bulunanlar arada hadis, siyer, sahabelerin hayatı üzerine bilgiler aktarır. Ana tema ölümdür. Ölümden sonra berzah âlemi, kabir azabı gibi kavramlar öncelikle anlatılır. Kıyametin gelmesine daha çok vardır sanki onlara göre. Sorsanız şu cevap gelir “aslında kıyamet nefes kadar yakın belki hemen bu cumu’a.” Neden, büyük alametlerin hepsi hemen hemen gerçekleşmiştir. Ancak bu sohbeti araya giren bir başka din uzmanı bozar :”İyi de daha Deccal gelmedi, daha yecüc ve mecüc gelecek. Mehdi aleyhisselam onları defedecek.”. Birden konukların gözleri fal taşı gibi açılır. Konular öyle bir seviyeye çıkmıştır ki dikkat kesilinir. Herkes sus pus olup bu kişileri dinlemeye koyulur.

“Kıyamet öncesi daha Melhame-i Kübra (Hristiyanlarda Armageddon) savaşı meydana gelmedi. Ama o savaşta çok yakın. Bakın? Ortadoğu kan gölü. Haç ile Hilal’in o kadim savaşı gerçekleşecek. Yahudiler Tel-Aviv’de ve bütün İsrail’de Gargat ağacı dikiyor. Neden? O ağaç müjdelenmiş olan ağaçtır. Bütün dağ taş dile gelecek ve diyecek ki benim arkamda Yahudi var. Onlar bile Yahudilerden yaka silkecek Allahu Teâla’nın izni ile… Hatta Google Earth’ a bakın. Tüm İsrail de Gargat fidanları ekilmiş. Ama saklıyorlar. Önce Yahudilerin sonu gelecek. Arkadan büyük savaş vereceğiz ama Mehdi aleyhisselam’ın öncülüğünde Allah’ın izni ile Hristiyanları ve tüm müşrikleri bozguna uğrayacak ve bütün dünya Müslüman olacak. İşte o zaman kıyamet kopacak.”

İşte bu sohbet sessizce ve pür dikkat dinlenirken, 8-10 yaşlarında bir çocuk, o derin sessizliği bozarak şöyle sorar: “E peki kıyamete kadar mezarda nasıl bekleyeceğiz?”. Mükemmel bir kritik sorudur bu. Cevap yine din uzmanı konuktan gelir:” Eğer inançlı isen Münker ve Nekir gelir evladım. Sana kimsin? Necisin? Dinin ne? Kimin yolundan gidiyorsun? Kime inanıyorsun gibi sorular soracaklar. Sen diyeceksin ki: - Elhamdülillah Müslümanım. Hiç şüphesiz Allah birdir ve tektir ve Muhammed hiç şüphesiz onun Resuludür. O melekler sana der ki: Evet bunu zaten biliyorduk. Eğer gerçekten müminsen o mezar, yani kabir cennet bahçelerinden bir bahçe olur. Eğer günahkâr isen kıyamete kadar o kabir cehennem çukurlarından bir çukur olur!”

Çocuk sorar: “E iyide hani ödül ve ceza kıyametten sonra olacaktı? Bedenimiz çürümüyor mu? Azab ya da ödülü kim hissedecek?”

Cevap gelir: “Sen şimdi bu yaşta anlamazsın. Ruha ödül veya azab vardır.”

Konuklardan farklı bir görüşe sahip olan devreye girer:” Tam öyle değil kardeşim. Bedeni çiyanlar, yılanlar ve türlü mahlûkat sarar. Kabir mevtayı sıkar. Öyle sıkar ki kaburgaları adeta birbirine geçer. İşte günahkârlar için kabirde böylesine bir azap ve acı vardır. Rabbim hepimizi muhafaza eylesin”.

Pek karşı çıkılacak bir sav olmadığından diğer tartışmacı bu açıklamayı yalanlamaz ve ekler : ”Aynen kardeşim. İşte Rabbim, bedenimiz çürürken dahi bizi imanlılardan eylesin inşallah. Kabir azabından muhafaza eylesin inşallah…” gibi temennilerin arkasından tekbir eşliğinde Fatihalar okunur.

Tam sohbet kapanacakken başka bir din uzmanı aile yakını gelir. O kişi, sohbetin sonlarına denk gelmiştir. Sabırla sırasını bekler. Tam ortam sessizleştiğinde devreye girer:” Ammaaaa!... Cenab-ı Allah o berzah âlemini hepimize hayırlı kılsın inşallah. O âlem ki müminler için mutluluk, müşrikler ve kâfirler için azap doludur!”

İlk soruyu ortaya atan çocuk yine o aynı merakla devreye girer: “ Berzah ne amca? Kabir azabı yok muydu?”

“Elbette ki var evladım. Ama kıyamete kadar berzah âlemindeyiz. Kuran-ı Kerimde buyruluyor ki: Onlardan birine ölüm gelince: “Rabbim! Beni geri çevir, belki, yapmadan bıraktığımı tamamlar, iyi iş işlerim” der. Hayır; bu, onun söylediği bir sözdür. Tekrar diriltilecekleri güne kadar arkalarında geriye dönmekten onları alıkoyan bir berzah (engel) vardır.“ (müminun 99-100) İşte berzah âlemi bu engel olan âlemdir. Orada bekleyeceğiz.

Çocuk yine sorar: “Bu âlem nerededir? Nasıl bir yerdir?”

Cevap hemen arkadan yetişir: “ Bilmiyoruz evladım. O kadarını âlimler bilir. Haşa biz bilmeyiz. Şüphesiz en doğrusunu Allah bilir.”

Konu burada kapanır. Herkesin içini bir korku alır. Önceki akşam içilen biradan, evvelsi hafta yapılan zinadan, birkaç gün önce oynanan at yarışı kuponundan pişmanlık duyulur. Hemen imanlı, doğru bir Müslüman olunmalıdır. Kılınmayan namazların kazası eda edilmeli, biran önce başlanarak dinin temel farzı (!) yerine getirilmelidir.

Yazımızın buraya kadar olan kısmında anlatılan senaryo, ufak tefek farklılıklar veya yöresel farklılıklar olmakla birlikte üç aşağı beş yukarı aynıdır. Hele ki cenaze namazı kılınmadan hemen önce hocanın söylediği :”İşte en büyük ders, en büyük sınav, en büyük ibret önümüzde kefenlenmiş yatıyor!” cümlesi…

Peki, bu berzah âlemi ve kabir azabı kavramları ne kadar gerçekçi? Kesin olan şu ki bu kavramlar kesinlikle Kuran dışı ve pagan öğeler içeriyor.

Berzah ve Kabir Hayatı ile Kuranda hiçbir ayet yoktur. Berzah kelimesi az önce bahsettiğimiz Müminun 99-100’de yer alır ki kelimenin anlamı engeldir. Herhangi bir âlem, ortam, ara yaşam alanı manalarını taşımaz.

Berzah âlemini savunanların en büyük kanıtı Mümin-11’ dir: “Onlar: “Rabbimiz! Bizi iki defa öldürdün, iki defa dirilttin. Biz de suçlarımızı iti­raf ettik, buradan çıkmaya bir yol var mıdır?” derler.“

Burada ki iki defa diriltme veya iki defa öldürme berzah âleminin kanıtı değildir. Öyle olsaydı bu hususun açık bir biçimde belirtilmiş olması gerekirdi. Hacc-16: “Böylece biz Kur’an’ı apaçık âyetler hâlinde indirdik. Şüphesiz Allah, dilediğini doğru yola iletir.” Kısacası açıklanmak istenen her husus, bir mümin için açıklanmıştır. Ayetleri yan yana, üst üste koyarak bir mana vermeye çalışmak, eğip bükerek bir anlamlandırma yapmak Kuran’ a göre yanlıştır. Bu şekilde istediğiniz anlamı, istediğiniz şekilde ortaya koyabilirsiniz.

Peki, Kabir azabı ile ilgili Kuran-ı Kerim ne diyor? Cevap: Hiçbir şey!
Gelin şu ayetlere bir göz atalım:

“Siz dünyada on gün eğleştiniz diye aralarında gizli gizli konuşurlar… En akıllıları ‘Sadece bir gün kaldınız’ der.” [Taha, 20/103-4]

“Allah inkârcılara ‘Yeryüzünde kaç yıl kaldınız?’ diye sorar. Onlarda, ‘Bir gün, ya da bir günden daha az’ derler…” [Mü'minun, 23/112-3]

“Sûr'a üflenince, kabirlerinden Rablarına koşarak çıkarlar. 'Vah halimize! Yattığımız yerden /merkadimizden bizi kim kaldırdı ?” [Yasin, 36/51-2]. (merkad: uyunan, uyuklanan yer anlamına gelir.)

“Ona bir daha üflenince, onlar bir anda ayağa kalkıp etraflarına bakarlar” [Zümer, 39/68]

“Sûr'a üfürülür. İşte bu geleceği söz verilen gündür. Her can kendisi ile beraber bir sürücü ve birde şahit (melek) olduğu halde gelir. Ona 'And olsun ki sen bundan gâfildin. Şimdi gaflet perdeni açtık, artık bugün gözün keskindir.' (denir)” [Kaf,50/20-2]

Sizi çağırdığı gün, O2na hamdederek davetine uyarsınız ve kabirlerinizde pek az bir müddet kaldığınızı sanırsınız. [İSRÂ – 52]

Kıyametin kopacağı gün suçlular, (dünyada) bir andan fazla kalmadıklarına yemin ederler. Onlar (dünyada haktan) işte böyle döndürülüyorlardı. [RÛM – 55]

“Ölü idiniz sizleri diriltti, sonra öldürecek, sonra tekrar diriltecek ve sonunda ona döndürüleceksiniz.” [Bakara, 2/28] 

Şimdi bu noktada kabir Azabını savunanların en büyük delili olan Mümin-11 tekrar dönelim: “Onlar: “Rabbimiz! Bizi iki defa öldürdün, iki defa dirilttin. Biz de suçlarımızı iti­raf ettik, buradan çıkmaya bir yol var mıdır?” derler.“

İnsanların ölü hali Bakara 2/28’ e göre anne karnındaki hal’dir. Ölü iken diriltilen birey, “sonra öldürüleceksiniz” tabiri ile dünya hayatında ölecektir; tekrar diriltilme mahşer ve döndürülme ise yargılanmadır. Eğer Mümin -11 Kabir hayatını veya berzah âlemini tasvir ediyor olsaydı diriltme ve ölüm süreci iki değil 3 defa olacaktı. Bu durumda doğal olarak Kuran ayetine terstir.

Bu noktaya kadar bahsettiğimiz ayetlerde durum gayet açıktır. Eğer inançlı bir Müslüman iseniz reddetme şansınız yoktur. Yine Kuran inanan biri için şüphesiz apaçık açıklayıcı ve nettir. İma etmez, dolaylı cümleler yoktur. Ne kastedilmek istenmiş ise bu husus aynen aktarılmıştır.

Bu makaleye inanmak istemeyip, istediğiniz kaynakta istediğiniz araştırmayı yapın. İstediğiniz kadar eğip bükmeyi, anlam kazandırmaya çalışın. Kabir azabı ve berzah âlemi hakkında hadisler dışında hiçbir delil yoktur. Kabir hayatı ve Berzah âleminden bahseden hadislerin sahihliği de ayrı bir araştırma konusudur. Bu durum günümüzde kendini “İslami Aydın” gören ilahiyat profesörlerinden bağımsız olarak, İslam peygamberinin ölümünden yaklaşık 250-300 yıl sonra tartışılmaya başlanmıştır. Hatta peygamberin ölümünden çok sonraları farklı kollar dahi bu kavramları şiddetle reddetmişlerdir (Mutezile, hariciler vb.).

Kısacası İslam âleminde dahi bu konuda sağlam bir ittifak yoktur. Sebebi Kuran’da olmayan bir kavramlar silsilesinin İslamiyet’ e eklenme çabasıdır.

Peki, bu çabalar nereden geliyor? Kuran’ da dahi bahsedilmeyen, anlatılmayan kavramlar neden İslamiyet’ e eklenmeye çalışılıyor? Sebebi Aristo’nun meşhur eseri Metafizik’ te yatıyor. Ne demişti Aristoteles: “İnsan doğası gereği bilmek ister”.

Ölüm zaten başlı başına tüm insanlık için bir merak konusudur. Ölüm, ölüm sonrası hayat gibi kavramlar hemen her toplum ve dinde, hatta dinlere inanmayanlarda dahi bir araştırma konusu olmuştur. Açıkçası İslamiyet’ te ölüm ve sonrası çok açık belirtilmiştir. Kuran-ı Kerim’ e bakıldığında insan öldükten sonra cesedi çürür. Mahşer günü geldiğinde tekrar diriltilir ve sorgu beklenir. Sonra muhakeme sonucuna göre de ya cennete ya da cehenneme gönderilir.

Ancak insanlar ölümden sonra ne olduğunu öğrenmek isterler. İçlerindeki “acaba?” sorusunu yenemezler. Çünkü mantıksal olarak çürüyen bir bedenin nasıl tekrar bir araya geleceğini tasavvur edemezler. Önceki ölenlerin adeta “yok olduğunu” gören insanoğlu, yok oluş kavramıyla karşı karşıya kalır. Bu durum ile hiçbir “düşünen” insan karşı karşıya kalmak istemez.

İnanılan din, mahşere kadar bir nevi uyku halini ön görür. Mahşerde herkes diriltilecektir. Diriltilme için bedenin korunmuş olması gerekmektedir. Beden madem çürüyor ise o halde Ruh denilen kavram yeniden dirilecektir. Ruh bir bedene sahip değildir (Bilimsel olarak ta zaten Ruh diye bir şey yoktur.). Ruh tarif edilemez bir formdadır. İslami açıdan ruh üflenerek birey can bulur. O halde Ruh bir nevi enerji veya ona benzeri bir formdadır. Bedensizdir. Dolayısı ile beden olmadığı için çürümez ve yok olmaz. O halde Ruh yeniden dirilecek ise ölümden sonra mahşere kadar bir yerde beklemelidir. Bunu açıklayabilmek için ayetler eğilip bükülerek, amacı dışında anlamlar kazandırılarak Berzah Âlemi ve Kabir Hayatı gibi “Kuran dışı” kavramlar türetilmiştir.

Yani insanoğlu beynindeki “zaman” faktörünü aşamadığından bu durum ile karşılaşılmıştır. Mesela insan gece uyku durumunda iken sabah uyanır. Bu durum Kuran’ da bireyin öldürülmesi ve yeniden diriltilmesi ile betimlenir. “O, geceleyin sizi ölü gibi kendinizden geçirip alan (uyutan) ve gündüzün kazandıklarınızı bilen, sonra da belirlenmiş eceliniz tamamlanıncaya kadar gündüzleri sizi tekrar diriltendir (uyandırandır). Sonra dönüşünüz yalnız O’nadır. Sonra O, işlemekte olduklarınızı size haber verecektir.” [ En’am-60]. Bu aşamada bireyin bedensel bütünlüğü korunmaktadır. Aradan belirli bir zaman dilimi geçmiştir. Ancak mahşere kadar uyku ve bedenin çürüyerek yok olması gibi kavramlar insanoğlunu korkuttuğundan, bu süreyi tanımlayabilecek, “Dine uygun” bir senaryoya/hikâyeye ihtiyaç duyulmuştur. Öncelikle bu senaryo için Kurandan ayetler cımbızla ayıklanıp kaynak oluşturulmalıdır. Daha sonra diğer semavi dinlerden ve pagan dinlerden hikâyeler sentezlenerek, uydurma hadislerle de desteklenerek Kabir Hayatı ve Berzah Alemi kavramları yaratılmıştır.

Daha önce belirttiğimiz üzere Berzah kelimesi engel/engelleme manası taşır. Berzah kelimesinin kullanıldığı bir başka ayete göz atalım:

“Birinin suyu tatlı ve serinletici, diğerininki tuzlu ve acı olan iki denizi salıverip, aralarında da karışmalarını önleyen bir (Berzah) perde koyan, Allah’tır.” [FURKAN-53]

Furkan-53 de temel alındığında berzah kelimesi engel manası taşır. Başka bir manası da yoktur. Arapça da kelimelerin tam anlamı vardır ki edebi açıdan Arapçanın iyi ve zengin bir dil olmasının sebebi de budur. Kelime bulunduğu cümleye göre anlam kazanmaz. Farklı anlamlar barındırmaz. Berzah kavramına “Engel Âlemi” demek asıl olarak inanan birisi için küfürdür.

Kısacası çürümeyen ve bozulmayan “Ruh” için bir bekleme salonu tasarlanmıştır.

En önemli unsuru sona sakladım. Madem insanların yargılanma ve ceza süreci “Hiç Şüphesiz” Allah tarafından onun huzurunda olacak, onun yargılaması veya ödül-ceza mekanizmasını işleten başkaca varlıklar var ise, kendilerini O’nun yerine koydukları için cezalandırılmaları gerekir. Allah karar vermeden birey cezalandırılamaz veya ödüllendirilemez. O halde kabir hayatında ceza veya ödül olamaz çünkü birey hakkında daha hüküm verilmemiştir.

Yusuf-40: “Siz Allah’ı bırakıp; sadece sizin ve atalarınızın taktığı birtakım isimlere (düzmece ilâhlara) tapıyorsunuz. Allah, onlar hakkında hiçbir delil indirmemiştir. Hüküm ancak Allah’a aittir. O, kendisinden başka hiçbir şeye tapmamanızı emretmiştir. İşte en doğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.”

Daha da Berzah Âlemi ve Kabir Hayatı için ayetleri birbiri ile çaprazlayıp eğip bükenler, açıkça Kuran-ı Kerim’de belirtilmediği halde varmış gibi anlam kazandırmaya çalışanlar şu ayeti hiç okumadılar mı: “Allah size Kitap’ı ayrıntılı kılınmış bir halde indirmişken, Allah’ın dışında bir hakem mi arayayım?” [Enam-114]

Tüm bunların haricinde, tüm melekler insanoğluna secde etmek için emir almış ise, Allah’ın hüküm kararı olmadan hangi melek/melekler secde etmeleri gereken insanoğluna ödül ya da ceza verebilir?

Bunların haricinde Ondokuz Mayıs Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Tefsir kürsüsü öğretim üyelerinden Prof. Mehmet Okuyan, İbnü’l-Cevzi’yi referans göstererek kabir azabıyla ilgili hadislerin sahih olmadığını belirtmiştir. Yine o, ölünün kabirde ezanı duyacağını bildiren hadislerin, ölen peygamberlerin 40 gün ruhlarının kendilerine iade edildiği veya ana babasının veya birisinin kabrini Cuma günü ziyaret edip Yasin okuyanın günahlarının bağışlanacağını veya kabirde birbiriyle konuşmalar olacağını bildiren rivayetlerin uydurma olduğunu belirtmiştir. (İbnü’l-Cevzi, Kitabul’l-Mevdû’ât, s.237-238-239) (Prof. Mehmet Okuyan, s.160-161)

Maalesef sevgili inanan kardeşlerim, Berzah Âlemi veya Kabir Hayatı diye bir şey yok. Sen inanabilirsin ve buna saygım sonsuz. İnancın beni ilgilendirmiyor. Ancak neye inandığını bil. Araştırmaların sonucu bu âlemlere inanmayı seçersen eyvallah. Yeter ki araştır. Onun bunun lafı ile inanma. Okuduğuna ve araştırdığına inan. Ancak bu kadar Kurani (Kuran-ı Kerim kaynaklı) kanıta rağmen hala hadis vs. diye tutturuyorsan seçim senin.

Ancak tüm bu tartışmalar içerisinde, asıl olarak bu kavram ve düşünce farklılıklarının oluşma sebebi din içi çelişkiler. İnsanlar gördükleri, yaşadıkları ve kanıtlanmış olan kavramlar ile inandıkları kavramlar arasında çelişki görüyorlar. İnanılan din buna cevap veremiyor. Durum böyle olunca da bir savunma mekanizması olarak “Uydurma Âlemler” devreye giriyor.

Kendi içlerinde ortada bir çelişki olduğunun farkındalar. Bir şeylerin ters olduğunu biliyorlar. Ancak bunu kabul etmek o bireyler için o kadar zor ki… Düşünsenize inandığınız, uğruna yaşadığınız nice kavramlar aslında yok. Birisi öldüğü zaman yaptığınız davranış ve ritüellerin hiç birisi İslami değil. Aksine birçoğu İslamiyet öncesi Tengricilik döneminden kalma. Kısacası eğer inanmak istiyorsanız, yani kendinizi “inandırmak istiyorsanız”. Eğip bükmek suretiyle size kanıt çok. Siz doğruyu görüyor ve biliyorsunuz.

Biz mi? Bizler size göre kâfir, gâvur, müşrik, domuzdan farksız, her akşam içip içip ona buna sarkan, yozlaşmış, inançsız olduğundan her türlü ahlaksızlığı kendine mubah sayan, karısını-kızını kimseden kıskanmayan, hırsız, ikiyüzlü, çıkarı için vatanını bile satabilen, ülkeyi içki masalarında kurmuş yığınlarız.

O yüzden bu yazıyı kafası bir milyon, Allah’ın sevgisinden mahrum olmuş, öteki dünyanın sonsuz nimetlerini kaybetmiş, sapkın bir beynin ürettiği saçmalıklar olarak nitelendirip mutlu mesut yaşamaya devam edin. Unutmadan; eğer vicdanlı iseniz olur da bir gün bulunduğumuz bu gaflet uykusundan uyanmamız ümidiyle de “Allah Islah Etsin” talebinizi göndermeyi de unutmayın lütfen. (Bakınız: Site Başyazarı ve Yöneticisi A.KARA’nın bu sitede yer alan “Sıradaki Islah Talebi Lütfen” başlıklı yazısı)
Sağlıcakla kalın.

Yazar Notu:
  1. Objektif olarak inançlı, vicdanlı ve açık yürekli okurlarımıza tavsiyem bu yazıma reddiye geliştirmeden önce ölüm sonrası yaşam ile ilgili Tengricilik dönemi, Şamanizm, Yahudilik ve Hristiyanlık kaynaklarını ve inançlarını iyi inceleyip öyle beni eleştirsinler. Özellikle İslami kaynakları iyi okuyun. Ne demek istediğimi anlayacaksınız. O kadar çok bilgi ve kaynak var ki ibadullah mevcut. Bu yazıda sadece kısa notlar ve özetler ile bilgilendirme yapmaya çalıştım.
  2. Konudan ayrı olmakla beraber, başta Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK olmak üzere, VATAN uğrunda ölen tüm “Vatan ve Görev Şehitlerini” saygıyla ve minnetle anıyorum. Atamız zamanında biz bu gaflet uykusundan uyanalım diye çok uğraştı ama nafile… Layık olamadık… Sahip çıkamadık…
Yazan: Demon Product