HABERLER
Dini Haber
Kandil geceleri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Kandil geceleri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

KANDİLLERİMİZ NE KADAR MÜSLÜMAN?

Yazan: Sedat Karadayı

KANDİLLERİMİZ NE KADAR MÜSLÜMAN?

Regaib, Mirac. Berat ve Mevlid. Biz Türkler, bunların tamamını Kandil diye tanımlıyoruz peki ya Arap ülkeleri veya diğer Müslüman ülkeler? Onlar da İslam’ın önemli günleri olarak anıyorlar ama Kandil demiyorlar.

Peki Türkler neden bu günlere Kandil demekte ısrar ediyorlar. Açıklaması çok basit çünkü Hristiyanların dönemsel benzeri günlerini mum yakarak şarkılarla anıp kutladıkları içim Türkler de onlara özenerek İslam’ın bu günlerini onlara benzemeye çalışıp, mum veya kandil denilen araçları yakarak şarkılarla kutlamak istemişler. Yani bu konu tamamen Türklerin özenti, takıntısından başka bir şey değil.

Regaib gecesi adından da anlaşıldığı üzere adını verdiği Receb ayında gerçekleşir. Bu kutlamanın sebebi ise Hz. Muhammed’in ana rahmine düştüğü andır. Yani bu konudaki hadisin varlığını bize ısrarla anlatmaya çalışan Zâhid Ebü’l-Hasan Nûreddin Ali b. Abdullah b. Hüseyin b. Cehdam der ki “Receb ayının ilk Perşembe günü Hz. Muhammed’in babasının spermleri annesinin yumurtası ile kavuştuğu ve Hz. Muhammed’in ana rahmine düştüğü o an yani o gece eğer namaz kılar ve oruç tutarsanız bu size çok büyük sevap olarak işlenecektir.” Bu sözü söylemiş olan kişi 1024 yılında vefat etmiş. Yani Hz. Muhammed ile aralarında 300 küsur yıldan fazla bir süre var. Sen nereden hesapladın be adam, nereden duydun da sevgili peygamberimizin ana rahmine düştüğü o anı buldun? Hiç kimse de “Hadi git yaa” demiyor. Pardon, aslında İbn-ül Cevzi buna itiraz edip “Ona inanmayın dedikleri uydurmadır” diye açıklamış. Ama yine de ilk kez Kudüs’te 1056 yılında, Bağdat’ta da 1087 yılında kutlanmaya başlanmış. Fakat Mekke ve Medine gibi yerler buna henüz inanmamışlar. Aslında işin en komik tarafı da Hz. Muhammed’in yaşadığı ve vefatı sonrasındaki dönemlerde de böyle bir kutlamanın hiç görülmediğidir. Fakat böyle bir moda çıkınca bu kez kendini İslam alimi diye piyasaya süren herkes Regaib kutlamasını bilimselleştirince hızla yayılmayı sürdürmüş.

Berat gecesi, Regaib gibi değil çünkü özellikle Hz. Muhammed döneminden itibaren kutlanmaya başlanmış. Berat gecesinin özelliği peygamberimizin ifadesiyle her Şaban ayının 15. Gecesi Allah’ın rahmetiyle dünya semasında görünmesidir. Bu geceye oruçlarla, dualarla, namazlarla katılanların affedileceği ifade edilir. Berat gecesinin bir önemi de o gecelerin birinde vahiy geldiği için kılınan namazlarda kıblenin Mescid-i Aksa yerine Kâbe olması buyrulmuş olduğundan dolayıydı.

Mirac gecesinin ne denli önemli olduğunu ayrıca anlatmaya gerek yoktur belki ama bir iki cümle etmekte fayda var. O gece Hz. Muhammed uykusundan Cebrail tarafından uyandırılıp, Burak isimli ata bindirilerek birkaç saniyede Mescid-i Aksa’ya getirildi. Burada göğün tüm katlarını ziyaret edip geçerken eski peygamberlerle özellikle de Musa ile görüştükten sonra Allah Müslümanlara namaz kılmayı farz etmişti. Bu yüzden o gecenin ayrı bir önemi var ve Müslümanlar o geceyi özellikle kutlarlar.

Mevlid gecesi ise o da Regaib’e benzer özellikler taşır. Regaib oluşumundan 9 ay 10 gün geçtikten sonra dünyaya gelen sevgili peygamberimizin doğum gününün kutlanmasıdır. Mevlid gecesi Rebülevvel ayının 12. Gecesidir. Yani Hz. Muhammed o gece dünyaya gelmiştir. Fakat nedense kendi döneminde böyle bir kutlama yapılmamıştı. Daha sonraki Ebu Bekir, Hz. Ömer, Osman ya da Hz. Ali dönemlerinde de Mevlid kutlaması yapılmadı. Muaviye zaten yapmadı ve sonraki Emeviler döneminde de böyle bir kutlama yapılmadı. Üstelik Abbasilerin döneminde de Mevlid kutlaması hiç yapılmadı. Aradan tamı tamamına 350 koca yıl geçmiştir. Mısır’da Abbasilerden sonra başlayan Fatımi dönemine gelindiğinde Fatımiler de bakarlar ki Mısırlı Hristiyanlar İsa’nın doğum gününü kutluyorlar o zaman bizim neyimiz eksik diyerek Şii Fatımiler de Rebülevvel ayının 17. Gününü Hz. Muhammed’in doğum günü yani dünyaya gözlerini açtığı gün olarak kutlamaya başladılar. Oldu mu sana yeni bir moda akımı?

İşte bu geceler İslam dünyasında özel ve önemli geceler olarak kutlanmaya başlanmış. Fakat Osmanlı İstanbul’undaki gayrimüslimlerin kendi kutlamaları o kadar beğenilmiş ki İstanbul Müslümanları da onlar gibi yapmaya çalışmışlar. Ellerine kandilleri kapanlar ev ev dolaşıp şarkılarla kutlamalar yaparak yine Hristiyanlar gibi bir de bahşiş toplamaya başlamışlar. Herkesin dilinde;

Yağ parası mum parası
Akşam oldu kandil parası
Kömürlükte kömürlük,
Hanımlara ömürlük
Merdivenden iniyor
Bize para veriyor
On para olsun
Beş para olsun
Hanım teyze sağ olsun.


Bu şarkı ile dolaşan çocuklar bir ellerinde yanan kandil ya da mum para topluyorlardı. Bu çocukların Müslüman olduğunu görenler de ücretlerini ödeyerek Müslüman kalmalarını sağlıyorlardı sanki.

İşte İslam dünyasında özel ve önemli günler olarak geçen o gecelerin Türklerde Kandil ismi ile anılmasının sebebi tamamen geleneklerin farklı toplumların birbirlerinden etkilenmesinden kaynaklanmasıdır.

Son söz olarak söylenebilecek tek şey; Regaib ve Mevlid gecelerinin İslam’ın özünde olmadığı sonradan birileri tarafında uydurulduğudur. Alışkanlık yaptıkça derinlere işleyip vazgeçilmez olmaları sağlanmış Aynen Sübahaneke duası gibi. Sübahaneke duası da Kuran’da geçmez. Böyle bir sure de yoktur ayet de. Muaviye döneminde çıkartılan bu dua cenaze namazlarının vazgeçilmezi olarak sürmektedir.

İSLAM ÇELİŞKİLERİ VE BİD'AT'LAR

DP, din, islamiyet, İslam çelişkileri, Dini çelişkiler, Bidat, Bid'at, Yatır, Türbe, Kandil geceleri, İçtihat nedir, Müslümanların bid'atları, Tahrim suresi, Necm suresi, Kuran, Hacc suresi, Enfal suresi, Kur'an, Hz Muhammed, İslami ritüeller,
Aklı biraz çalışan ve bir nebze sorgulama yapan, güncel tabir ile “Tatlı su Müslümanı” diye adlandırılan bir çoğunluk var ülkemizde. Bu çoğunluk kenarından azıcık yaptıkları araştırmalar neticesinde karşılaştıkları çelişki ve çarpıklıkları fark ettiklerinde hemen bir kulp bulma yarışına girerler. Genel hatları itibari ile bu konuya Site Başyazarı ve Yöneticisi A. KARA “Neden Deist Oldum 3” adlı yazısında ayrıntılı olarak değinmişti.

Ülkemiz dini dinamikleri ile öyle bir oynanmıştır ki, diğer Müslüman ülkeleri ve Arap toplumu için Türkler, “kendi Yarattıkları İslam’ı Yaşayan Ülke” konumundadır. Bu hususta haksız oldukları söylenemez. Yatır ve Türbe kültürü, mezarlık kültürü, mevlit ve benzeri dine atfedilen ritüeller diğer Müslüman ülkelerde kutlanmaz.

Geçmişlerine ve ne zaman başlandıklarına göz atacak olursak, Kandil geceleri diye bilinen geceler; Mevlit, Regaip, Miraç, Beraat ve Kadir Gecesidir. Bu gecelere Kandil denmesinin sebebi Osmanlı padişahı 2. Selim (1566-1574) zamanında başlayarak, minarelerde kandiller yakılarak duyurulup kutlandığı için "Kandil" olarak anılmaya başlamıştır. (Nebi Bozkurt, “Kandil”; Halit Ünal, Berat Gecesi maddesi. Diyanet İslam Ansiklopedisi (DİA), İstanbul, 2001, c. 24, s. 300)

Hicretten 300 yıl sonra ilk kez Mısır'da, Fatımiler döneminde Mevlit; 400 yıl sonra da Kudüs'te Miraç, Regaip ve Berat geceleri kutlanmaya, bu geceler camilerde toplu biçimde yapılan ibadetlerle geçirilmeye başlandı. Daha sonra bu kutlamalar İslam dünyasının bazı bölgelerine yayılarak gelenekleşti

Özellikle “Kandiller Hususu” ülkemizde en çok tartışılan hususlardan birisidir. Çok açık ifade edebiliriz ki mevlitler hakkında ilahiyat profesörleri dahi (!) kesin bir görüş belirtemezler. Bunun sebebi aslında İslami kültüre göre Kadir Gecesi haricindeki tüm geceler uydurmadır. İlahiyat uzmanları bunu bilmekte, ancak toplumsal ve çevresel baskı faktörlerini göz önünde bulundurarak susmayı yeğ tutarlar. İslami akademik çevrede sadece Mehmet OKUYAN, Mustafa İSLAMOĞLU ve Yaşar Nuri ÖZTÜRK gibi isimler bu konuda radikal sayılabilecek yorumlar geliştirmişlerdir.

Peki, neden diğer İslam ülkelerinin hiç kutlamadığı sadece önemsemekle yetindiği gün ve gecelere biz kutsallık katarak adeta din bayramı haline getiriyoruz? Asıl itibari ile dinleri sorgulayan bir sitede ve dinleri sorgulayan bir yazar nasıl olurda İslami anlamda yazı yazıyor diye düşünebilirsiniz. Yazının devamında sebebini anlayacaksınız.

Önce İslami literatür bu konuda ne diyor göz atalım:

“İbadette İçtihat Olmaz.” Peki, içtihat nedir? Kitabı tanımına bakmakta fayda var: “Kesin ve açık delillerle sabit olmayan öznel yargıları, şer’i delillere uygun olarak ortaya çıkarma konusunda bütün güç ve takatini sarf ederek çalışmaktır. Yani, Kur'an, hadis ve icma ile sabit olan şer’i delillerden hüküm çıkarmaktır. “ Bu tanımdan hareketle İslami anlamda ibadet usul ve esasları, Kuran ve Sünnet çerçevesinde çizilmiştir. Kısacası İlk cümlede bahsedilen İbadette İçtihat Olmaz hükmü gereği dinde yeni bir ibadet veya tapma formatı geliştiremezsiniz. Herhangi gün ve gecelere kutsallık atfedemez ve bunları kutlayamazsınız. Bunlar yapıldığı takdirde İslami açıdan bidat kabul edilir ve şirk koşmak olarak değerlendirildiğinden yapan için günah varsayılır; bu bid’atı dine sokarak uygulatan da ayetlerde belirtildiği üzere lanetlenir. Örneğin Ali İmran 78. Ayet hükmü açıktır: “Onlardan bir grup var ki, kitapta olmayan bir şeyi siz kitaptan sanasınız diye dilleriyle kitabı çarpıtırlar ve Allah'tan olmadığı halde "Bu Allah katındandır!" derler, böylece bile bile Allah hakkında yalanlar uydururlar”

Kısacası eğer Müslüman olarak yaşayan bir insansanız Kuran ve Sünnet dışında yaptığınız her türlü dini aktivite, ritüel, ibadet tümden şirk sayılacak ve günah işlemiş olacaksınız. Bunun tersini iddia etmeye çalışmak dahi bu dine inanan kişiyi –inandığı değerler ile- cehennemlik etmeye yetmektedir. Özellikle Nahl 116 kesin uyarıda bulunmaktadır ki: “Buna göre, artık, kendi yalanınızı Allah'a isnat ederek öyle dilinize geldiği gibi yalan yanlış "Bu helaldir şu haramdır" demeyin; çünkü haberi­niz olsun, Allah'a yalan isnat edenler asla kurtuluşa eremezler.”

Bu hususta bizi daha büyük bir paradoks beklemektedir ki, bu husus Kur'an’daki çelişkiler yumağı hakkında bize “apaçık” delil verir. Tahrim Suresi 1. Ayet: “ Ey Peygamber! Eşlerini memnun etmek için, neden Allah'ın sana helal kıldığı bazı şeyleri haram kılıyorsun?” Kısacası İnandığı Tanrının hükümlerine uymak ve vahiyleri insanlara açıklamak üzerine elçi kılınan Muhammed bile (!) -40 yaşında kalbi çıkarılıp melekler tarafından yıkanarak duru ve saf hale getirilmesine rağmen- keyfiyeti uğruna vahiyleri göz ardı ederek kendi nefsince helal-haram belirleme işine soyunmuştur. Bu noktada “E peygamberde insanoğlu, şaşar beşer, o da yanılabilir. Rabbim onu da uyarmış” diyebilirsiniz. Peki, daha önce belirttiğim üzere 40 yaşında kimin kalbi açılarak formatlandı da kusursuz bir şekilde güncellendi? Hani onun sözleri Allah kelamı idi? Allah kelamı şaşar mı? Hani o tüm kusur ve hatalardan bağımsızdı diye sormazlar mı adama? İşin özü İslam peygamberi dahi kendi bid'at üretebiliyorsa yani, Allah katından vahiy ile bildirilmediği halde helal- haram belirleme merci oluşturmuş ise, diğer Müslümanlardan beklememek tuhaf olur.

Şimdi Necm Suresi 3-4-5’e bir göz atalım: “O, nefis arzusu ile konuşmaz. (Size okuduğu) Kur'an ancak kendisine bildirilen bir vahiydir. (Kur'an'ı) ona, üstün güçlere sahip, muhteşem görünümlü (Cebrail) öğretti.” Kısacası Kuran diyor ki: peygamber hata yapmaz, eksiksizdir, Kuran dışı konuşmaz ve hareket etmez. Sanırım bu konuda mutabıkız. Peki, yukarıdaki paragrafta yazdığımız Tahrim-1’i tekrar okuyun? Hatta şöyle örnekleri çoğaltalım:

Hacc 52’de :”Senden önce hiçbir resul ve nebi göndermedik ki, bir şey temenni ettiği zaman, şeytan onun bu temennisine dair vesvese vermiş olmasın. Ama Allah, şeytanın vesvesesini giderir. Sonra Allah, ayetlerini sağlamlaştırır. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.” Yani şeytan peygambere dahi karışabilmektedir. Hemen ardından şu ayete bakalım: Nisa Suresi 113. Ayet
(Ey Muhammed!) Eğer Allah'ın sana lütuf ve merhameti olmasaydı, onlardan bir grup seni saptırmaya çalışırdı. Halbuki onlar, ancak kendilerini saptırırlar, sana hiçbir zarar veremezler. Allah sana kitabı (Kur'an'ı) ve hikmeti indirmiş ve sana bilmediğin şeyleri öğretmiştir. Allah'ın sana lütfu çok büyüktür.

Şimdi bu noktaya kadar ayetler birbirleri ile örtüşemedi. Hem şeytan hem de gruplar peygamberi saptırabiliyor. Allah pekiştirmese durum berbat. O halde daha önce yazdığımız Necm 3-4-5? Hatta Tahrim-1’ de olduğu gibi peygamberin kendi kendine helal-haram belirlemesi?

Kutsal gün ve ibadetlere ekleme hususuna geri dönecek olursak, bu hususta Kuran adeta dükkânı kapatarak yapılan ilaveleri geçersiz kılmakta ve kendisi haricinde yapılan ve söylenen her ibadeti, kutsallığı yok saymaktadır: En’am 59: “Gaybın anahtarları yalnızca O’nun katındadır. Onları ancak O bilir. Karada ve denizde olanı da bilir. Hiçbir yaprak düşmez ki onu bilmesin. Yerin karanlıklarında da hiçbir tane, hiçbir yaş, hiçbir kuru şey yoktur ki apaçık bir kitapta (Allah’ın bilgisi dâhilinde, Levh-i Mahfuz’da) olmasın.” Yani Kuran dışı yapılan ibadet, iş, yaşam vesaire her şey geçersiz ve İbadet ya da Kurana ait gibi gösterilirse şirk ve bid’attır. Yani doğruluğu şüpheli olan Peygamber sünnetinden sonra dahi kendini alim-ulema diyen bir grup dine –Kuranda şirk ve günah olduğu belirtilmesine rağmen- çıkarları uğruna ilave yapmaktan çekinmemişler ve geri durmamışlardır. Hiç bunları sorgulamayan ve koşulsuz uyan Tatlı su Müslümanları “E benim niyetim halis, suç onların, onlar beni kandırdı” diyerek inandıkları dinde cezadan kurtulduklarını mı sanıyorlar? Okudunuz mu? Sorguladınız mı? Hayır. Kusura bakmayın ancak sizlerde –inandığının dinin gereği- cehennemliksiniz.

Peki, neden kutsal gün ve geceler belirlenerek ilave ibadet işine soyunuluyor? Sebebi çok açık. İnsanları tek bir yolda ve doğrultuda sabit tutarak sorgulamaların ve yorumların önüne geçmek. Kısaca uyutma terapileri. Bu duruma ilk Emeviler döneminde rastlanılıyor. Günümüz “Tatlı su Müslümanlığının” temelleri o dönemde atılıyor. Ne zaman insanları bir arada koyun sürüsü gibi tutmak gerekiyor, o zaman hemen DİN alarmı çalıştırılıyor ve birlik beraberlik naraları altında uyuşturulma seansları devam ediyor. Zaten ülkemizde inandığı dinin kitabını bir kez dahi okumamış, başındaki hocası bir tarafını öptürmek istese sevap diye öpecek bir çoğunluk var. Din adına ne söyleseniz “Eyvallah” diyecek bu çoğunluk sistemi, ülkemizde mükemmel kurulmuş durumda. Bu durum öyle bir hal aldı ki neredeyse 5 vakit namaz kılmıyor diye mahalle bakkalından alış verişi kesen çoğunluklar türedi memlekette. Aksini iddia etmeyin şu zamana dek okuduklarımız ve yaşadıklarımız bunun kesin kanıtı. Neyse; konumuz doğru İslam değil, aksine çelişkiler.

Buraya kadar bahsettiğimiz hususlar bile İslam dininin ne kadar likit, değişken ve kişiden kişiye değişiklik gösterebildiğinin kanıtıdır. Hiçbir İslami toplum, ülke, coğrafya “apaçık” olduğu iddia edilen Kuran ve İslamiyet üzerinde uzlaşamazlar.

Kuran ve çelişkileri üzerine İlhan ARSEL ve Turan DURSUN, kitaplarında hali hazırda detaylıca irdelemiş ve örnekler sunmuşlardır. Bu noktada o kitapların okunmasını daha sağlıklı buluyorum.

Konudan ayrı ve bağımsız olarak bir ayet ile yazının sonuna geliyorum:
Enfâl Suresi 67. Ayet:
Yeryüzünde düşmanı tamamıyla sindirip hakim duruma gelmedikçe hiçbir peygambere esir almak yakışmaz. Siz geçici dünya menfatini istiyorsunuz, halbuki Allah ahireti (kazanmanızı) istiyor. Allah mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.
Birisi barış dini mi dedi?

Yazan: Demon Product