HABERLER
Dini Haber
MWG etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
MWG etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

MUSEVİLİK VE YAHUDİ ŞERİATI "TALMUD"

Yazan: Mehmet W.Gündoğdu


MUSEVİLİK VE YAHUDİ ŞERİATI "TALMUD"


Yahudi, İbranice Yehuda’dan gelen bir tanım sözcüğüdür. Dolayısıyla aynı zamanda İsrailoğullarının soyudur. Bu soydan gelenlere de Yahudi denilir. Musevilik ise; her ne kadar içine başka inançlar da karışsa Musa’nın getirdiği bir inanç sistemidir.

Musevilik eski Mısır, Mezopotamya, Babil, Sümer kültür ve dinlerinden büyük ölçüde beslenmiş; çok tanrılı dinlerin karmaşasından ortaya çıkarak, tek tanrılı olarak benimsenmiş bir din sistemidir. Zaman içinde peygamber Musa’nın on emrinden uzaklaştırılarak söylencelerle süslenip ilahi ve kitaplı din yapılmış. İslam’da hadisler ve söylence kitapları inancın içine katıldığı gibi; Musevilik de Eski Ahit- Tevrat’ın yanına Talmut, Kabala gibi yan kitaplar da Museviliğin içine katılmıştır. Dahası; Davut peygamberin Zebur kitabı da Eski Ahit içine katılarak şiirsel süslemeler yapılmıştır.

Musevilik inancının derinlerine indiğimiz de karşımıza ilk çıkan kök inanç, Mısır inançlarıdır. Freud, Musa ve Tek Tanrıcılık isimli kitabında Musevilik inancının kökünü ayrıntılarıyla anlatırken öncelikle Akhenaton ve onun getirdiği Atencilik inancı üstünde yoğunlaşır. Akhenaton İÖ 1300’lü yıllarda Mısır firavunuydu. Firavun olduktan kısa bir süre sonra çok tanrılı Mısır dinini yasaklayarak tek tanrılı Aten dinini kurup resmi din yaptı. Akhenaton, Amon din adamlarının tepkileriyle karşılaşınca; Teb şehrinden çıktı. Boş arazileri olan bir yere taşınıp kendisine inananlarla orada yeni bir şehir kurarak dinini yaydı. 15 yıl firavunluk yapan Akhenaton’un veba salgınında öldüğü söylenir. Ölümünden sonra Amon din adamlarının saldırıları yeniden yoğunlaşır. İsmi unutturulur.

Mısırlı tarihçi Ahmed Osman, Akhenaton’un annesinin babası Yuya’nın Yusuf peygamber olduğunu iddia eder. Freud’e göre; Musa Aten inancına sahip bir rahiptir. Akhenaton öldükten sonra, Atenciler büyük baskı gördükleri için çoğu Mısır’dan kaçmak zorunda kalır. Musa’da Medyen’e kaçar. Eski Ahit Tevrat’a göre Musa’nın kaçış nedeni bir Kıpti’yi öldürmesidir.

Museviliğin kökenlerini araştırırken, Museviliğin Sümerlerle olan etkileşimine de bakmak gereklidir. Sümeroloji uzmanı Muazzez İlmiye Çığ’dan kısaltarak aldığımız bir yazısı bu konuya açıklık getiriyor.

“Sümerliler Tanrılar dünyası üzerine pek çok efsaneler geliştirmişler, şiirler ilahiler, törenler yaratmışlar ve bunları ilk defa yazıya geçirmişlerdir. Onların kurdukları dinler, zamanla tek tanrılı dinlerin temelini oluşturmuştur. Tek Tanrılı dinler dikkatle incelendiğinde, diğer tanrıların tamamen yok olmadığını açıkça görebiliriz. Bu dinlerde melekler, şeytanlar, cinler olarak varlıklarını korumaktadırlar.

Tek Tanrılı dinlerin temelini oluşturan Yahudi dininin ortaya çıkmasından en az bin yıl önce Sümerliler varlıklarını yitirmişlerdi. Öyleyse Sümer kültürünün etkisi İsraillilere nasıl ulaşmıştır? Sümer Devleri güçlü dönemlerinde Doğuda Hindistan, batıda Akdeniz’e hatta Kıbrıs’a, Kuzeyde Orta Asya’nın batısına, Güneyde Mısır ve Habeşistan’a kadar genişlemişti. İÖ 2400 yıllarında Sami bir ırktan olan Kral Sargon Sümer Devletini ele geçirerek bir Akad Krallığı kurmuştu.  Sonra yine Sami bir ırk olan Amoritler Babil Krallığını kurdular ve eski Sümer Ülkesinin tümüne hâkim oldular.  Bu devirde tüm Sümer mitolojisi birçok kopya halinde yazıldı. Diğer kentlerdeki eğitim kurumlarına ve kütüphanelere gönderildi. Sümer eğitim tarzı, dili, efsaneleri, edebi yapıtları Babil okullarında öğretilmeye devam edildi. Sümerce en önemli dinsel lisan haline geldi ve bu durum İsa’nın doğumuna kadar devam etti. Tek tanrılı dinlerin atası olarak kabul edilen Hz. İbrahim, Tevrata göre, Mezopotamya’da Ur kentinden Filistin’e göçmüştür. Yani o bilgiyi taşımaktadır. Sonra Babil Kıralı Nabukadnezzar İS 604-562 de Filistini ele geçirmiş ve tüm Yahudi bilginleri Babil’e sürgün etmiştir. Bu bilginler Babil kütüphanesini inceleme olanağını bulmuşlardır. Nitekim Tevrat, Babil sürgününden sonra yazılmıştır.”

Museviliğin Öteki Kitaplarından Talmud

Musevilikte Tevrat kadar değer verilen Talmud, geleneksel yasaların yazıldığı bir kitaptır. Bu kitabın içinde söylenceler, tapınma törenleri, evlenme- boşanma konuları, ilahiler gibi bölümler bulunur. Bu kitaba kısaca Museviliğin şeriat kitabı denilebilir. Bazı kaynaklara göre İS. 2. Yüzyılda bir haham tarafından yazılı hale getirilmiştir. Ortodoks Yahudiler, Talmud’u Allah’ın Musa’ya öğrettiği bilgiler topluluğu olarak kabullenirler.

Bu kitabın ana kaynağı Sümer tabletleridir. Ayrıca, Talmud’da yazılı yasa ve kurallara bakıldığında okuyan her insanın kanı donar. Talmud’da yazılanlar Sümer kopyası olmakla birlikte; Sümerlerin daha insancıl ve uygar olduğu görülmektedir. Sümer tabletleri içinde bulunan ve kız kardeşiyle cilveleşen, hatta cinsellik yaşayan bir erkeğin ağzıyla yazılmış şiirler, Tevrat’ın Neşideler Neşidesi bölümünde de yer almaktadır.

Okuyucuların bir yargıya varmaları, Musevi şeriatı hakkında biraz daha fazla bilgi sahibi olabilmeleri için Talmud içinden bazı bölümler sunmak zorundayız. Aksi halde bunları yazıya geçirmek değil, düşünmek bile insanı çileden çıkartır. Musevilik’de kadınların Talmud okuması yasak olduğunu yazanlar var. Bir de hahamların değişmez bir kuralı vardır, şöyle derler: “Talmud Torah’ı inceleyen, Yahudi olmayan birisinin hak ettiği şey ölümdür. Çünkü bu onun için değil, bizim için yazılmıştır. Bu bize bırakılan mirastır.”
Her dinde olduğu gibi Musevilik de incelemeyi, sorgulamayı, düşünüp karar vermeyi yasaklamaktadır. Bu yasaklar; Her dinin, din adamlarının ve siyasetçilerin tekelinde olduğunun somut gerçeğidir. Bu yasakların nedeni aşağıdaki Talmud yazılarından alınmış kısa bölümlerdir. İşte yazıp okurken bile insanlığımızdan utandığımız, ama utanılmadan kutsal kitaplara alınmış birkaç örnek:

  • “Yahudi olmayanların sahip olduğu mal, çölde ayağınızın altındaki sahipsiz araziye benzer, Kim önce alırsa onun olur.” [1]
  • “Bir büyük, küçük bir kız ile cinsi temas yaparsa bu göze girmiş bir parmak gibi kabul edilmeli. Keza bir çocuk bir kadınla temas ederse buda kadının cinsi uzvuna bir çubuk girmiş olarak kabul edilmeli. Bir büyük tarafından bir çocuk baştan çıkartılıp ırzına geçirilirse bu ırza girme hadisesi olarak kabul edilmeli, bir büyük tarafından bir çocuk baştan çıkartılıp ırzına girilirse bu ırza geçme hadisesi olarak değerlendirilmemeli. “Nasıl ki gözyaşı tekrar ve tekrar yeniden insanın gözüne gelirse üç yaşından küçük iken cinsi temasta bir kızında bekareti geri gelebilir.” [2]
  • “Küçük yaşlarda erkeklerle yatmış bir kız çocuğu evlenirken bu vaziyeti kocasına bildirmeli aksi halde kan gelmez ve kocası da bu vaziyetten hoşlanmaz.” [2]
  • “Bir Yahudi kızının bekâreti iki yüz zuz (eski Yahudi parası) değerindedir. Bu pazarlıkla daha evvelinden verilebilir.” [2]
  • “Bir kadın kocasının izni ile parasını vererek kendisi ile cinsi bir şekilde alakadar olacak bir şahıs kiralarsa, bunda hiçbir kabahat yoktur, fakat bu kiraladığı şahıs gayri Yahudi ise bu kabahattir zira kazançlı çıkan gayri Yahudi’dir. Fakat aynı vaziyet, bir Yahudi erkeği ile gayri Yahudi bir kız arasında vuku buluyorsa zararı yoktur fakat Yahudi erkeği bu gayri Yahudi kızla evlenmemeye çok dikkat etmelidir.” [3]
  • “Bütün cinsi işler akşam karanlığında yahut karanlık odada yapılmalıdır. Sebebi açık havada böyle işler yapılsa herkes işini gücünü bırakır seyre dalar ve daha fenası işlerini yapacak yerde cinsi temas yapan adamı taklit etmeye çalışır. Fırıncının ekmeği yanar, üzümcünün üzümlerini gayri Yahudiler çalar, çanakçının çanağı elinden düşer kırılır, nöbetçinin gözü döner şehri düşman basar. Karanlıkta bu işi yapmanın bir başka sebebi de, eğer bu cinsi teması bir gayri Yahudi ile yapıyorsanız bu gayri Yahudi kimseyi şahit olarak gösteremez hatta kendisi bile yüzünüzü iyi göremez.” [4]
  • “Dünyada hâkimiyet sağlayacak en önemli unsurlardan biri, çok üremektir. Bütün yeryüzündeki gayri Yahudiler eşektir. O gün geldiği zaman bunlar yer altında kendileri için kazılmış olan yerlere girip ebediyen yer altında yaşayacaklardır.” [5]
  • “O adam ki; kız kardeşi ile beraber yatıp, kendilerini cinsi zevklere bırakırlar ve kız kardeşi bunu şikâyet etmez, bunda bir kabahat yoktur. Fakat kız kardeş şikâyette bulunursa bu işi tekrarlanmaması bu adama bildirilir.” [6]
  • “O şahıs ki; daha annesi yaşlı değildir. babası ölmüştür ve annesi yabancı erkeklerin koynuna girmek istemez ve kendi oğlu ile yatmak ister ve keza oğulda annesi ile yatmak isterse böyle bir vaziyette eğer bu işler zor kullanılmadan yapılıyorsa, bize düşen bir vazife yoktur ki oğul evlenme yaşına gelip de başka bir kızla evlenmek talebinde bulunur ve annesi buna mani olmak isterse, oğul kendi karısının cinsi arzularını hem de annesinin cinsi arzularını tatmin etmeli ta ki validesi başka bir erkek buluncaya kadar.” [6]
  • "Bir gayri Yahudi, Yahudi kızından istifade ederse, bir Yahudi kadınını baştan çıkartırsa bir Yahudi çocuğunu kirletirse, Yahudi umumi bir Yahudi kadını ile temas edip kadına parasını vermezse cezaya çarptırılır. Eğer bir Yahudi umumi kadını kullanıp parasını vermemiş ise parası alınır ve değnekle dövülür. Bir Yahudi kadınını baştan çıkarttı ise ölünceye kadar taşlanır. Bir Yahudi kızını kirleten gayri Yahudi’nin başı yarım kesilir ve yavaş- yavaş öldürülür. Bütün bunlar bilhassa gayri Yahudilerin önünde yapılmalı ki bunlara müthiş bir ibret olsun ve bizim dehşetimiz karşısında titresinler ve Yahudi’ye dokunmaya bir daha yeltenmesinler.” [7]
  • “Bir dul kendini tatmin için her türlü usullere başvurabilir.” [8]
  • “Bir kadın sebepler göstererek hayvan ile hayvani münasebetleri ilerletirse bunda münasebetsiz bir şey yoktur. Böyle işlere zevklere heveslenmeyen kadın bulunmaz. Bu sebepten bu gibi zevklere kedini verip de sonradan evlenmeyi düşünen kadını bir haham bile alabilir.”
  • “Haham Shimi b. Hiyya ya göre bir hayvanla ya da insan olmayan bir şey ile cinsi temas yapan kadını bir haham bile alabilir… [8]
  • Haham R. Dimi’nin anlattığı bir misal ise şöyledir: harikulade çok güzel bir kadın sıcaktan biraz açık giyinmiş bir şekilde yeri silerken maruf köpeklerden biri kapıda zuhur etmiş… Kısa bir zaman sonra da kadın bir rahiple evlenmek için izin alabilmiş. Para ile kendisini satan bir kadın para karşılığında müşterilere zevk vermek için bir köpekle cinsi münasebet yaparsa bu başka türlüdür. Hahamlıkça hoş görülmez.” [8]
  • “Yahudiliğe döndürülmüş bir kız, üç yaşından bir gün fazla olursa bir haham onunla evlenebilir.” [9]
  • “Elazar şöyle ilave etti: Âdem bütün hayvanlar ile çiftleşmiş fakat Havva’nın verdiği tadı hiç birinde bulamamıştı.” [10]
  • “Yılan Havva’nın içine müthiş bir şehvet sokmuştur.” [11]
  • “O şahıs ki akrabası kız ile cinsi temas edip bekâret zarını yalnızca gevşetir. O adamdan şikâyet edilmemelidir”. [12]
  • “Ölmüş kadın ile temas o kadının hayattaki vaziyetinde iken yapılan temas gibi kabul edilir. Kadın evli ise her ne kadar ölmüş olsa bile gene evli bir kadın olarak kabul edilir hem de ölmüş bir kadınla çiftleşmek meniyi ziyan etmek demektir.” [12]

İçine hiçbir yorum katmadan buraya aldığımız bu tümcelerin nasıl yüz kızartıcı oldukları görülüyor. Sizce böyle bir din ve böyle bir tanrı olabilir mi? Bunlara inananlar nasıl inanmışlar, halen neden inanıyorlar bilmiyorum. Ancak yalnızca merak ettiğim şey; bu utanmaz Talmut kitabının yüz kızartıcı şeraitine halen uyuluyor mu? Uyuluyorsa insanlığın başı belâda demektir. Talmud benzeri başka Musevi kitapları da var. Bunlar da yazılanlar da hoş karşılanacak konular değil. Ayrıca Tevrat’ın Neşideler Neşidesi bölümündeki şiirler de yüz kızartıcıdır.

MUHAMMED’İN HAS ADAMI ALİ

Yazan: Mehmet W. Gündoğdu
Hz Ali, din, Alevilik, Muhammed'in celladı Ali, Cellat Ali, Allah'ın aslanı, Ali'nin katliamları, islamiyet, Uhud savaşı, Hendek savaşı, Kureyza kuşatması, Bedir savaşı, Ali, MWG,

MUHAMMED’İN HAS ADAMI ALİ


Allah’ın aslanı olarak tanıtılan, Muhammed’in amca oğlu ve damadı Ali; Muhammed’in kolaylıkla kullanabildiği tek yakınıdır. Muhammed’in cellatlığını yaptığı için kendisine Allah’ın aslanı lakabı verilmiştir. İslam kaynaklarında anlatılan olaylara bakıldığında Ali’nin siyasetten anlamadığı, tek hünerinin kılıç kullanmak olduğu görülür. Muhammed’in ölümünden sonra güçlülerin karşısında tırsmış, daha sonra çevresinin gaza getirmesiyle iktidar mücadelesi yapabilmiştir. Dostunu düşmanını bile yeterince ayırt edemeyen Ali, bunu bile başaramamış Hariciler ve Muaviye ile baş edememiştir. Bildiğimiz kadarıyla kişisel bir cinayeti olmamıştır ama Muhammed için toplu kıyımlar yapmaktan da çekinmemiştir. Toplu kıyımlar kutsal savaş kılıfına sokularak ya da savunma bahanesiyle hadis ve din kitaplarında ayrıntılı olarak anlatılır. Tebük kuşatması dışında bütün savaşlara katılarak çok can almıştır. Bazı kaynaklarda şöyle bir yazıyla karşılaştım: “Ali'nin öldürdüğü Arapların yakınları, yakınlarının Ali tarafından öldürülmesinden gurur duyarlardı.”

Bedir Savaşı olarak bilinen savaş aslında bir kervan baskınıdır. Bedir’deki bu kervan baskınında öldürülenlerin yarıdan fazlasını Ali öldürmüştür. Yazılı kaynaklar böyle yazar. Şeyh Müflid’in El- İrşat isimli kitabında Ali’nin öldürdüğü 36 kişinin adları yazılıdır ve öteki kaynaklar da bu 36 kişiyi Ali’nin öldürdüğü kayıtları vardır. Sonuç olarak Mekkelilerden 70’i tutsak edildi ötekiler öldürüldü deniliyor.  Bir başka kaynak olan İbni Ebi’l Hadid “Bu savaşta müşriklerden 70 kişi öldürülmüştür. Bunların yarısı Hz.Ali tarafından öldürülmüş, diğer yarısı da meleklerin yardımıyla diğer Müslümanlar tarafından öldürülmüştür” diyor. Şimdi diyeceksiniz ki “bu bir savaştır ve savaşın ana kuralı öldürmektir, bunda Ali’nin ne suçu var?” Savaşta düşman öldürülür bu doğru. Birbirlerine düşman olanların hepsi birbirleriyle yakından uzaktan akrabalar. Bu düşmanlığın nedeni ne? Muhammed’in kervan soyup ganimet elde etmesi ve güya dine davet zorlamasının savaşa dönüşmesi. (Bkz. Mücadele suresi- 22, Enfal suresi- 41, Tevbe suresi başlangıç ayetleri) Savaşanların alıp veremedikleri nedir? Mekkeliler kervanlarını kurtarmak istiyorlar. Muhammed ayetler getirip “Mekkeliler mallarınızı yağmaladı” diyerek yandaşlarını çatışmaya zorluyor. İşte böyle bir çatışma sonucu diyet ödeyebilecekler tutsak ediliyor. Teslim olan ötekiler öldürülüp cesetleri kuyuya atılıyor. Muhammed ve ganimet için en çok kılıç sallayıp kelle uçuran da Ali… Daha sonraları Ali, Muaviye’ye yazdığı mektuba “deden Utbe’ye, dayın Velid’e, kardeşin Hanzele’ye indirdiğim kılıç yanımdadır” yazarak gözdağı vermek istemiştir. Daha ayrıntılı bilgi isteyenler Bedir Savaşı ve Ganimetleri başlıklı yazımıza bakabilirler.

Uhud Savaşı’nda da Ali’nin kılıç hünerleri sayılmayacak kadar çoktur. Efsanevimsi anlatılanlara bakılırsa Ali’nin kılıç hünerleri saymakla bitmez. Uhud Savaşı’nın nedeni Mekkeli müşriklerin intikam almak için Müslümanlara saldırması. Asıl neden; çoğu zaman olduğu gibi her iki kesimin de ganimet peşinde olmasıdır. Mekkeliler Bedir Savaşı’nda kaybettikleri kervan mallarının peşindedir. Medineliler yeni bir ganimet beklemektedirler. Muhammed bin kişilik bir ordu hazırlarsa da üç yüzü yoldan geri döner. Muhammed yedi yüz kişilik ordusuyla Uhud dağının uygun bir çevresinde Mekkelileri karşılar. İki taraf savaşa tutuşurlar. İmam Cafer Sadık, İbni Esir, Şeyh Sadık’ın dediklerine göre; Ali, Mekkelilerin dokuz bayraktarını peş peşe öldürmüştür. Müslümanlar savaş üstünlüğünü kazanmak üzereyken ganimet peşine düştüler. Halid Bin Velid arkadan saldırıya geçince Muhammed’in ordusu kaçarak dağılmaya başladı. Bu arada Muhammed’i öldürmek için gelenleri öldüren Ali, Muhammed’in “saldır” dediği topluluklara saldırıp onları da öldürdü. “Bu arada vahiy meleği peygambere Bu Ali’nin gösterdiği fedakarlıkların en üstünüdür deyince, resulullah ben ondanım, o da benden buyurdu. O anda gökten Ali gibi kahraman Zülfikar gibi kılıç yoktur nidası duyuluyordu. (İbni Esir Tarihi) “… Ama bunu söyleyen görünmüyordu. Bunu kimin söylediği peygamberden sorulduğunda o Cebrail’dir buyurdu.” (İbn-i Ebi’l-Hadid) Yine savaş meydanı, yine öldürmek meşru, yine Muhammed’in buyrukları ve çoğu zaman olduğu gibi cellât yine Ali.

Hendek Savaşı sırasında Mekkelilerin en savaşçı ve bedenen güçlü adamlarını da teke tek çatışmalarda öldüren Ali’dir. Yine Muhammed için kan dökmüştür. “Savaş sırasında böyle şeyler olabilir” denilebilirse de; Mekke halkına çomak sokan, ikilik çıkaran, huzuru bozan ve kervan baskınları yapan Muhammed’dir. Üstelik Mekke’nin işgal edilmesi tehlikesi de vardır. Bu savaşlarda Mekkelilerin kendilerine göre haklı nedenlerini de görmeli. Onların din adına değil, Muhammed’den kurtulmak için savaştıkları ortada. Muhammed’in savaşları ise din yayma bahanesiyle yağmacılık yapmak. Mekkeliler ya da diğer müşrikler yüzde yüz haklıdırlar diye bir şey demek istemiyorum. Ama Ortamı bu hallere getiren de Muhammed ve yandaşlarıdır.

Kureyza kuşatması ise başlı başına bir vahşettir, toplu kıyımdır ve Muhammed’in has cellâdı yine Ali’dir. Medine’nin dışında yaşayan Yahudilerin İki büyük kabilesi zor kullanılarak sürgün edilir. Canlarını kurtardığına sevinen kabilelerin malları mülkleri Medinelilere kalır. Üçüncü kabile olan Kureyza kabilesine canlarını kurtarmak hakkı bile tanınmaz ve eli kılıç tutan herkes kılıçtan geçirilir. Cellât yine Ali’dir. Eşlerinin, yakınlarının ve çocuklarının gözleri önünde 450 ile 900 arası Kurayzalı elleri kolları bağlıyken Ali tarafından öldürülür. Oysa öteki iki kabile gibi Kureyzalılar da malk mülk bırakarak sürgün edilebilirdi. Bütün yalvarmalara karşın Muhammed eli silah tutan herkesi öldürttü, kadın ve çocuklar cariye ve köle yapıldı. Rüşvetle Müslüman olan Yahudi Sad’ın Kureyzalılar için verdiği hükmün Muhammed tarafından onaylanmasıyla bu vahşet ortaya çıktı. Eski Yahudi Sad, Kuran’ın Maide suresi 33 ve 34. Ayetleriyle Tevrat’ın Tesniye 20. Bölümündeki metinlere dayanarak bu vahşi hükmü verdi.

Lütfen bu iki kaynağa bakarak kimin haklı kimin haksız olduğuna kendiniz karar veriniz. Bu konuyu kısa anlattığımız için olayların nedenlerini çözemeyenler Kureyza’da İslamın Toplu Kıyımı başlıklı yazımızı okuyabilirler.

Maide 33-34:
(33) Allah’a ve peygamberine karşı savaşanların ve yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya çalışanların cezası ancak ya öldürülmeleri veya asılmaları yahut el ve ayaklarının çapraz olarak kesilmesi ya da bulundukları yerden sürgün edilmeleridir. Bu, onların dünyada uğradıkları aşağılayıcı cezadır. Âhirette ise onlar için büyük bir azap vardır.
(34) Ancak onları yenip ele geçirmenizden önce tövbe edenler müstesna! Biliniz ki Allah çok bağışlayıcı, çok esirgeyicidir.

Tesniye 20: 14-18:
14) Kadınları, çocukları, hayvanları ve kentteki her şeyi yağmalayabilirsiniz. Tanrınız RAB'bin size verdiği düşman malını kullanabilirsiniz.
15) Yakınınızdaki uluslara ait olmayan sizden çok uzak kentlerin tümüne böyle davranacaksınız.
16) “Ancak Tanrınız RAB'bin miras olarak size vereceği bu halkların kentlerinde soluk alan hiçbir canlıyı yaşatmayacaksınız.
17) Tanrınız RAB'bin size buyurduğu gibi, onları –Hitit, Amor, Kenan, Periz, Hiv ve Yevus halklarını– tümüyle yok edeceksiniz.
18) Öyle ki, ilahlarına taparken yaptıkları iğrençliklere uymayı size öğretemesinler, siz de Tanrınız RAB'be karşı günah işlemeyesiniz.

Bir örnek de Hayber’in yağmalanmasından verelim. Hayber’in bütün arazilerini ele geçiren Müslümanlar çok kan döktüler. Cellât yine Ali’dir. Hayber Savaşı için tek gerçek neden; yağmalama, ganimet, cariye ve köle edinmek. Öteki nedenlerin hepsi bahane, yağmaya kılıf uydurmadan başka bir şey değil. Bu çatışmada 90- 100 kadar Yahudi öldürüldü kalanların hepsi kadın ve çocuklarla birlikte tutsak edildi. Bu çatışmada da Ali başrol oynamaktaydı.

Ayşe ve yandaşlarıyla yapılan deve olayı denilen çatışmada her iki tarafın iktidar hırsı çok Müslümanın kanını döktü. Araya makam ve çıkar bekleyen fırıldak bozguncular girmeseydi Müslüman Müslümanın kanını dökmeyecekti. İktidar yüzünden birbirlerine düşürülen Ali ve Ayşe bu oyunu anlayabilselerdi boş yere savaşılmayacaktı.

Her zaman olduğu gibi İslam yazarları işi yine uçtu kaçtıya bağlıyorlar. “Allame İbn-i Ebi Cumhur el- İhsai şöyle naklediyor:  Basra’da (Cemel Savaşında) Hz. Ali’yle (a.s) birlikte idim. Yetmiş bin kişi bir kadınla (Aişe ile) toplanmışlardı, savaştan kaçan her insanın; “Ali beni hezimete uğrattı”, yaralanan her şahsın; “Ali beni yaraladı”, can veren herkesin; “Ali beni öldürdü” dediklerini gördüm. Ordunun sağ kolunda olduğumda Hz. Ali’nin sesini duyuyordum; sol kolunda olduğumda yine onun sesini duyuyordum. Talha’nın can verdiği an onun yanından geçerken; “rivayet etmiştir Kim bu oku sana attı” dediğimde; “Ali bin Ebi Talib attı” dedi. Bunu duyunca; “Ey Bilkıys ve İblis hizbi! Ali ok atmamıştır, onun elinde sadece kılıç vardır” dedim. Talha dedi ki: “Ey Cabir! Ali’nin göğe çıktığını, yere indiğini, doğudan ve batıdan geldiğini görmüyor musun? Doğu ile batıyı bir şey yapmıştır, süvariye yetiştiğinde onu mızrak vs. şeyle dürtüyor; biriyle karşılaştığında onu öldürüyor, yaralıyor ve yüzüstü yere seriyor veya “Ey Allah’ın düşmanı öl” dediğin de o adam ölüyor, ondan hiç kimse kurtulamıyor.” (El- Mecla, s.410.) Uçtu kaçtı masalında bile Ali’nin eli kanlı. Birbirleriyle savaşanlar kim ki melekler Ali’ye yardım ediyor? Her iki taraf da Müslüman, her iki taraf da iktidar peşinde.

Daha sonra Hariciler ayrı bir baş çekip başkaldırmaya kalkınca ve Ali yalnız başına kalmaya başlamışken, çıkan çatışmalarda; Hariciler kadar Ali’nin sorumluluğu da var. Ali ne yapabilirdi? Örneğin ayaklananlarla anlaşmış görünüp, ele başlarını birer ikişer yok edebilirdi. Onlara bir şeyler vaat edip, ilk fırsatta tepelerine binebilirdi. Örneğin; Muaviye ve Yezit kurnazlık yaparak bu formülü çok iyi kullanabilmişlerdir. En azından onca kişinin öldürülmesi yerine birkaç kişi öldürülüp bu işler kökten çözülebilirdi. Muhammed, kurnazlığı ve Ebu Sufyan’a verdiği rüşvet ile Mekke’yi savaşsız işgal ettikten sonra kılıcı gösterip herkesi Müslüman yapmıştı. Ali’nin tek hüneri Muhammed’in cellatlığını yapmak olduğu için, bu ince siyasetlerden hiç ders almamıştır.

Özetle Ali, Muhammed için kullanışlı, onun dilediklerini yapan, onun için kılıç sallayan bir müttefiktir. Öyle ki Muhammed, Ali'den zina ettiği söylenen cariyeyi cezalandırmasını bile isteyebilmektedir:
Ali ibn Ebu Talib naklediyor: Allah'ın elçisinin evine ait bir köle kız zina etti. O (Peygamber) şöyle dedi: Kalk Ali ve ona öngörülen cezayı ver. Sonra acele ile gittim ve ondan kan aktığını, akan kanın durmadığını gördüm. Ben de peygamberin yanına geldim ve bana şöyle dedi: Cezasını vermeyi bitirdin mi? "Hala ondan kan akarken ona gittim" dedim. Dedi ki: Kanaması durana kadar onu rahat bırak, sonra da ona öngörülen cezayı ver. Ve sağ elinizin sahip olduklarına (yani köleler, savaşta ele geçirilen cariyeler) öngörülen cezaları verin. [Sünen-i Ebu Davud, Kitap 38, Hadis 4458]

EBUBEKİR’E BİAT ETMEYEN FATMA’NIN ÖLDÜRÜLMESİ

Yazan: Mehmet W. Gündoğdu
İlaveler (Mavi metinler): A.Kara
Hz Fatma'nın öldürülmesi, MWG, din, islamiyet, Fatima'nın ölümü, Hz Ebubekir, Hz Ebubekir'in Fatima'yı öldürmesi, İslam cinayetleri, Muhammed'in kızı Fatma

EBUBEKİR’E BİAT ETMEYEN FATMA’NIN ÖLDÜRÜLMESİ, ALİ'NİN EVİNİN BASILMASI

Sitemizin okuyucu ve izleyicilerinden gelen istek üzerine Ali’nin eşi Fatma ile ilgili bilgiler vereceğiz. Ayrıca, Fatma’nın Ömer ve yandaşları tarafından nasıl öldürüldüğünü de kaynaklara dayalı olarak anlatmaya çalışacağız.

İslam’ın kendi kaynaklarına dayanarak ve kaynak gösterdiğimiz halde; Ebubekir ve Ömer konulu yazılarımızda geçen olaylara, Fatma’nın Ömer tarafından öldürülmesi konusuna takılanlar ya da inanmayanlar, hatta hakaret derecesinde yorum yapanlar olduğunu gördük. Öncelikle, okumanın üşengeçliği içinde yazımızı okuyup videolarımızı izleyen herkese teşekkür ederiz. Kötü söz sahibine yaraşır demek istemiyorum. Çünkü çoğu kişiler okumuyor, araştırmıyor ve bilmiyor. Üstelik ortada sorgusuz inanılmış bir din ve cehennemle korkutulmuş bir kitle var. Kimin ne bilgisi varsa yorum yapar ve yalanımız varsa yüzümüze vurur. Bizde yalan, iftira, hiç kimseye hakaret yok. Bizim ortaya koymak istediğimiz şey; gözü kapalı olarak bilmeden, anlamadan, sorgulamadan bir dine inananları aydınlatmak. Biz vicdanımızın sesine uyarak kaynaklardan olduğu gibi yazıyoruz. İnanan inansın, inanmayan kendi bilir.

Şimdi kaynaklara dayanarak Fatma’yı anlatmaya başlıyoruz.
Fatma, kimi kaynaklara göre Hatice’nin Muhammed’den önceki kocasından doğmuştur. Muhammed’in hiç öz çocuğu olmadığından ve Kevser suresinde Muhammed’in soyunun kesik olduğundan bahsedildiğinden, cariye Mariye’den doğan İbrahim’inde babasının belli olmadığını yazıp söyleyenler vardır. Bazı kaynaklarda 40 yaşında Muhammed’le evlenen Hatice’nin 6 çocuk doğurduğu ve 58 yaşındayken Fatma’yı doğurduğu yazılıdır. Ancak bazı kaynaklarda bir kadının 40 yaşından sonra 6 çocuk doğurmasının tıp ve mantığa aykırı olduğu savunulmaktadır. Kimi kaynaklara göre Hatice ile Muhammed’in öz kızıdır. Bazı kaynaklarda Hatice ile Muhammed’den olan tek çocuğun Fatma olduğu da yazılıdır.

Fatma 15 yaşındayken Ebubekir ve Ömer Fatma’yla evlenmek isterler. “Fatma için hak teladan emir bekliyorum” diyen Muhammed, Ebubekir’i de Ömer’i de damatlığa kabul etmez. Daha sonra da Cebrail aracılığıyla Allah’tan buyruk geldiğini söyleyen Muhammed, Fatma’yı Ali’yle evlendirir. [20] Kaynak kitaplar bu olayı çok ayrıntılı olarak anlatırlar. Bu evliliğin “uçtu-kaçtılı” öyküsü özetle şöyle anlatılır:

Ali, yakınlarının önerisiyle Muhammed’e gidip utana sıkıla Fatma’yı ister. Muhammed, Ali’nin mal varlığını sorunca, Ali “bir kılıcım bir devemden başka bir şeyim yok” der. Muhammed; “kılıç savaş için, deve binit için sana gerekli, gel cübbede anlaşalım” dedikten sonra konuşmasını “uçtu- kaçtıyla” bitirir. Muhammed, Ali’ye “sevamavatta senin ile Fatma’nın nikâhı kıyılmıştır. Senden önce melek gelip bunu bana duyurdu.” der. Az sonra Cebrail Muhammed’de gelip; Hak Teâlâ’nın “Habibime selam söyle, hiç üzülmesin. Kızının bütün ihtiyaçlarını cennetten karşılayıp, sadık kuluma vereceğim” haberini bildirir. Muhammed şükür secdesi yaptıktan sonra Cebrail Allah’a gidip yine geri gelir. Cebrail’in yanında Mikail, İsrafil, Azrail ve 1000 Kerübiyun meleği bulunmaktadır. Ellerindeki üstleri bohçalarla örtülü altın tepsileri Muhammed’in önüne koyarlar. Cebrail, Muhammed’e açıklama yapar. ”Ya resullah, Hak Teâlâ sana selam etti. Ben habibimin kızı Fatma’yı Ali’ye verip arşı âlâda onları nikâhladım, habibim de kendi ashabı arasında nikâh etsin. Tepsilerde Fatma için cennet giysileri ve yiyecekleri vardır. Giysileri Fatma giysin, yiyecekleriyle de ziyafet etsin buyurdu.” Deyince Muhammed yine şükür secdesi yapar. Muhammed, Cebrail’e bu işin nasıl olduğunu sorar. Cebrail de anlatır: “Hak teâlânin buyruğuyla bütün cennet kapıları açılıp cehennem kapıları kilitlendi, bütün melekler tuba ağacının altında toplandılar. Hak Teâlâ beni Ali’nin vekili yaptı. Ben de Fatma’nın vekiliyim buyurarak bütün melekleri de tanık yaptı. Böylece arşı âlâda nikâh yapılmış oldu.” [21][22][23]

Bazı kaynaklara göre Ali cübbesini Osman’a satmış ve parasını Muhammed’e vermiştir. Bazı hadis kitaplarında da Ali’nin zırhını rehin bırakıp, düğün yemeği verdiği yazılıdır. [18]

FATMA’NIN ÖLÜMÜ-ÖLDÜRÜLMESİ
Fatma en azından Ali kadar cesurdu. Muhammed’in ölümünden sonra kendisine düşen mirası korkmadan, çekinmeden Ebubekir ile Ömer’den istemiştir. Hem de topluluğun önünde ve çok sert bir şekilde hakkını aramış ama karşı tarafın kurnazlığıyla baş edememiştir.  Üstelik bütün baskı ve eziyetlere karşın karı-koca Ebubekir’e biat etmemişlerdir. Fatma ve Ali’nin Ebubekir ve Ömer’le barıştıkları bazı kitaplarda yazılıysa da bu barış hiçbir zaman olmamıştır. Üstelik Fatma’yı alamayan Ömer, Ali ile Fatma’nın kızı 9-10 yaşındaki Ümmü Gülsüm’le zor kullanarak evlenmiş, büyüyünceye kadar gerdeğe girmeyeceğine söz vermiştir. Oysa her şeyden habersiz Ümmü Gülsüm Ömer’in yanına vardığında kızın eteğini sıyırıp ayıp yerine bakmış, sözünde de durmamıştır. 56-57 yaşında üstelik sahabeden biri olan Ömer'in bu evliliği yorumlar değişik olsa da birçok kitapta yazılıdır.

Ebubekir ile Fatima daha önce hurmalıklar yüzünden birbirine ters düşmüştür. Ayrıca karı-koca Ebubekir’e biat etmedikleri için Ebubekir’in isteği üzerine Ömer ve adamlarının Ali ve Fatma'ya etmedikleri eziyet kalmamış ve sonunda Ali’nin evini yakmaya kalkışmışlardır. Ali ile Fatma dövülmüş, bazı kaynaklara göre hamile olan Fatma çocuğunu kaybetmiştir. Bazı izleyicilerimiz bu olayda Ali’nin neden pasif davrandığını ya da sessiz kaldığını soruyorlar. Ali ne yapabilirdi ki? İktidardakilere karşı kendini savunmak kolay iş değildir. Hepsi silahlı, kırbaçlı üstelik iktidardan yana olan kalabalık karşısında ne yapılabilirdi? Kaldı ki Ömer de boş bir adam değildi, kendinden oldukça korkulurdu. Çoğu savaşta teslim olan Yahudilerin kafasını kesmekle meşgul olan Ali'yi "hadi canım sende, Ali dayak yer mi? Susar mı?" diyerek yüceltmek, insan üstü güce sahipmiş gibi göstermek abestir. Yahudiler hayatları boyunca savaşçı bir topluluk olmamış, ticaret ile uğraşmışlardır. Bu yüzden savaşmaktan da doğru düzgün anlamazlardı. Böyle insanları öldürmek kolaydır ama halkın, savaşçıların yanında saf aldığı, iktidarı elinde tutan Ebubekir ve Ömer gibi kişilerin önünde durmak, onlara karşı gelmek pek de kolay iş değildir. Zaten bu durumu hem Şia hem de Ehlisünnet hadislerinde göreceksiniz. 

Evin basılması olayından kısa bir süre sonra Fatıma ölür. Eceliyle öldü denilebilir ama öldüğünde vücudundaki yara bereler hâlâ geçmemiş, bu dövme olayından sonra iflah olmamıştır. Kaynak kitaplara göre kefen içinde de olsa vücudunun belli olabileceğinden ve yabancı erkeklerin bunu görmesini istemediğinden cesedinin gece karanlığında, yalnızca aile içindekilerce defnedilmesini vasiyet etmiştir. Şia hadislerine göre gece karanlığında gömülmesinin başka bir nedeni daha vardır, ki bunu da zaten söz konusu hadise gelince anlatacağım.
Bir gerçek var ki ölümü kuşkulu olanların hepsi, örneğin: peygamber Muhammet, Ebubekir, Fatma hep gece defnedilmişlerdir. Fatma’nın mezarı kesin olarak belli değildir. Kimilerine göre evinin içine, kimine göre Ravza'ya, kimine göre de Cenneti bâki mezarlığına defnedilmiştir. Ali’nin de mezar yeri de kesin ve belli değildir. Suikastlar, cinayetler, kabilecilik çekişmeleri birçok kişinin mezarını saklatmıştır.

Konuya dair hadislere bakalım ve önce Şia'dan başlayalım. Sakın "Şia kaynakları ile yalan-dolan şeyler anlatıyorsun" demeye kalkmayın çünkü Şia'dan sonra "Ehli sünnet" hadislerini de paylaşacağım ve Şia ile Ehlisünnet hadislerinin bu konuya dair anlatılarda çok büyük oranda birbirleri ile örtüştüğünü istemeseniz de göreceksiniz.

Şia Kaynakları:
Zikredilecek rivayetlerin bütünlüğünden istifade ediliyor ki Hz. Muhsin (a.s.) hazreti Zehra’nın (a.s.) çocuklarından idi ve şahadete ulaşmıştır. Hazreti Ali (a.s.) şöyle buyurdu: “Eğer düşük yapmış çocuklarınıza daha isim takmadıysanız kıyamet gününde sizi görürler ve babalarına şöyle derler: Neden bana isim takmadın, oysaki peygamber (s.a.v.) Muhsin’e daha dünyaya gelmeden isim takmıştır”. [1]

Merhum Taberisi şöyle diyor: “…Ebu Bekir Kunfuz’a Fatma’yı dövünüz şeklinde emir gönderdi. Bu emirle iş daha büyüdü ve onu Ali’den uzaklaştırdı. Kunfuz çok şiddetli davranışla sahneye girdi ve kasavet bakımından nihai derecedeki bir kalple peygamberin değerli kızını kapı ile duvar arasında sıkıştırdı bu sıkıştırma o denli şiddetli idi ki o değerli hanımın kaburgası kırıldı ve karnındaki çocuk düşük yaptı!. [2]

Birkaç hadise daha bakalım:
Fatıma çok rahatsız olduğu halde kapının arkasına gelerek; “Ey Ömer! Bizimle işin olmasın. Bırak kendi işimizle uğraşalım” dedi. Ömer; “Kapıyı aç! Yoksa evi yakarım!!” dedi. [3]
Fatıma (a.s); “Ey Ömer! Allah’tan korkmuyor musun? İzinsiz olarak evime mi girmek istiyorsun?!” dedi.

Fatıma (a.s) her ne ettiyse Ömer’i kararından caydıramadı. Bilakis, Ömer, kapıyı açmadıklarını görünce; “Odun getirin de kapıyı yakayım!” dedi. [4]

Nihayet Ömer kapıyı ateşe verdi. Sonra da şiddetle tekmelemeğe ve itmeye başladı. Kapı açıldı, Ömer içeri girmek istedi. Hz. Fatıma (a.s) Ömer’in önünü kesti. Ömer kılıfında olan kılıcıyla o Hazret'i vurmaya başladı. Hazret belki de halk gaflet uykusundan uyanır ve Ali’yi savunurlar diye ağlayıp feryat etmeye başladı. Fatıma’nın ağlayıp yardım talebinde bulunmaları, o taş yürekli insanlara hiç tesir etmedi. Hatta o Hazret'i dövmeğe başladılar ve kamçıyla kolunu morarttılar! [5]

Bir başka hadise göre Fatma, kendinden sonra gelenlere, Beni Sakife'de iş başına getirilen hilafet sisteminin meşru olmadığını, bu sistemin Peygamber'in kalbinin meyvesi olarak tanıttığı kızına ne gibi zulümlerin reva görüldüğünü bildirmek kararındadır. Bu yüzden Ali’ye vasiyet ederek: “Beni geceleyin kefenle ve gizli olarak toprağa ver. Kaburga kemiklerimi kıran, çocuğumun düşmesine sebep olan ve malıma el koyan kimselerin cenazemin başında durmalarını istemem; kabrim de bilinmesin!” [17] demiştir.

Gelelim ehlisünnet kaynaklarına.
Hani Muhammed ölünce halifeler ve sahabe denen kişiler birbirine düşüyor, Fatma ile Ebubekir'in arasında hurmalık arazilerinden dolayı düşmanlık vardı demiştim ya, şimdi o hadise bakalım. Sonrasında Ali'nin evinin basılmasına dair hadislerden devam edeceğim:

Buhari, Muslim, Ebu Davud, Nesai gibi ehlisünnet kaynaklarında yer alan bu hadiste anlaması güç çok fazla kelime olduğundan ben anlaşılır şekilde tercüme edeceğim, dileyen açıp kaynağın aslını okuyarak kontrol edebilir:

Peygamber'in kızı Fatıma, Ebu Bekir'e haber gönderip, kafirlerden savaşmadan alınan mallarından kendisine savaş yapılmadan verdiği Medine civarındaki Nadir oğulları arazisini, Fedek hurmalıkları ve Hayber hurmalıklarının beşte birini yani Muhammed'in mirasını ister.
Ebu Bekir, Hz.Muhammed: "Biz peygamberlerin varisi olmaz, bizden geriye ne kadar mal kalırsa onlar sadakadır." Ancak Muhammed'in ailesi bu mallardan faydalanabilirler." demiştir der.
Muhammed'in hayatta olduğu süreçte bu sadaka malları hakkındaki işleyişleri değiştirmeyeceğini söyler ve "Ben, Resulullah'ın bu mallar hakkındaki uygulaması ne ise ancak onu yaparım" der. Yani Fatma'ya bunlar miras değil ki sana vereyim demek ister.
Dolayısıyla Ebu Bekir Fatıma'ya bu mallardan herhangi bir şey vermeyi kabul etmez. Bunun üzerine Fatıma Ebu Bekir'e kızarak, onunla konuşmayı bırakır ve ölünceye edinceye kadar Ebu Bekir'le konuşmaz.
Muhammed öldükten sonra Fatıma, altı ay yaşar. Fatıma vefat edince kocası Ali, bu durumu Ebu Bekir'e haber bile vermeden geceleyin üzerine cenaze namazı kılarak gömer. Fatıma'nın hayatında insanlar tarafından Ali'ye karşı saygı ve sevgi vardır. Fakat Fatma'yı hoşnut etme çabalarını Ali'nin halifeye olan bağlılığının gerilemesinin, biat etmemesinin nedeni olarak görenler de yok değildir.

Fatma ölüp Ali'ye olan saygı azalınca, Ali, Ebu Bekir'le barışmayı ve ona bi'at etmek ister. Bundan önceki altı ay içinde Ebu Bekir'e bi'at etmemiştir.

Ali, Ebu Bekir'e haberci gönderip: Bize gel, fakat yanında başka bir kimse gelmesin! der. Çünkü Ömer'in gelmesini istemez.

Ömer, Ebu Bekir'e giden bu haberi duyunca "Hayır, vallahi onların yanına tek başına girmeyeceksin" deyince Ebu Bekir: "Sen Ali ve beraberindekilerin bana ne yapacaklarını sanıyorsun? Tabii ki onlara gideceğim" der.

Akabinde Ebu Bekir onların yanına gider. Ali, şehadet kelimelerini söyledikten sonra Ebu Bekir'e şunları söyler:

Bizler senin faziletini tanımış ve Allah'in sana verip, sana doğru sevk eylediği hiçbir hayırda sana karşı düşmanlık etmemişizdir. Ama sen halifelikte bizimle istişare etmeyip, kendi bildiğini okudun. Bizler ise Resulullah'a yakınlığımızdan dolayı bu konuda karşılıklı konuşmaya hakkımız var diye düşünüyorduk!

Ali bunları söylerken Ebu Bekir'in gözlerinden yaş gelir.

Bu sefer Ebu Bekir konuşunca şöyle der:
"Nefsim elinde bulunan Allah'a yemin ederim ki, muhakkak Rasulullah'ın hısımlarına hizmet etmek bana kendi hısımlarıma hizmet etmemden daha sevimlidir. Amma şu, Peygamber'in geride bıraktığı mallardan dolayı sizinle aramda olan çekişmeye gelince, ben o mallarda hayırdan hiçbir şey eksiltmedim ve Rasulullah'ın o mallarda yapmakta olduğunu gördüğüm herhangi bir işi terk etmeyip mutlaka yapmışımdır."

Ebu Bekir öğle namazını kıldıktan sonra minbere çıkar, şehadet kelimelerini telaffuz ettikten sonra Ali'nin durumundan, bi'at'tan geri kalışından bahseder ve Ali'nin kendisinden özür dilediğini, bu özrü ve Ali'nin gecikmesini bağışladığını belirtir.
Sonra Ali tövbe edip Ebu Bekir'in hakkını büyütür ve ona bi'at eder. Yapmış olduğu şeyin Ebu Bekir'e karşı bir düşmanlık yada Ebu Bekir'in üstün faziletini inkar olmadığını söyler ve "Devlet başkanlığı konusunda istişare hakkımız olduğunu düşünüyorduk. Fakat Ebu Bekir bize bize danışmayıp, kendi bildiğiyle hareket etti. Bu yüzden biz de darılmıştık!" der.

Ali'nin bu sözleri üzerine Müslümanlar sevinerek:
İsabet ettin (ya Ali)! derler ve Ali, Ebubekir'e bu şekilde bi'at edince Müslümanlar tekrar Ali'ye yakın olurlar. [6]

İbrahim b. Seyyar Nazzam-i Mutezile (160-231) ki nazm ve nesr bakımından kelamı güzel olduğu için Nazzam adıyla meşhur olmuştu. Nazzam birkaç kitabında hazreti Fatma’nın evinde gerçekleşen kısayı nakletmiştir. O şöyle diyor: Ömer Ebu Bekir için bay’at toplamak istediği günde Fatma’nın karnına vurdu onun karnındaki çocuk ki ismini Muhsin koymuştu, düşük yaptı! [7]

İbn. Ebi Darem olarak meşhur ve kufeli muhaddis olan Ahmet b. Muhammed (vefat 357) öyle birisidir ki Muhammed b. Ahmet b. Hammad-i Kufi onun hakkında şöyle diyor: “O ömrünün tümünde doğru yolda idi”. Bu şahıs (Ebi Darem) naklediyor ki kendisinin huzurunda bu haber nakledildi: Ömer Fatma'ya tekme vurdu ve Fatma'nın karnındaki çocuk ki ismini Muhsin takmışlardı düşük oldu. Ömer Fatma'yı Mühsin'i düşük yapıncaya kadar sıkıştırdı”. [8]

İbn. Sad “Tabakat” ve Belazuri “Ensabu’l-Eşraf”  kitabında şöyle nakletmiştir: Annesi Peygamberin kızı Fatma olan çocuklar şunlardan ibarettir: İmam Hasan (a.s.), İmam Hüseyin (a.s.), Muhsin, Zeynb-i Kübra, Ummu Külsüm-i Kübra. Muhsin hazreti Zehra’nın (a.s.) evine saldırıldığı olayda düşük yaptı. [9]

Taberi Tarih’inde şöyle yazar:
“Ömer, Talha ve Zübeyr’le muhacirlerden bir grubunun sığınmış olduğu Ali’nin evine saldırdı. Zübeyr kılıcını çekerek ona karşı koymak istedi. Fakat tam o sırada ayağı kayarak kılıç elinden yere düştü. Bunun üzerine eve saldıranlar toplanarak onu tutukladılar…” [10]

Tarih ve siyer kaynaklarından devam ederek bu şahısların Fâtıma'nın evine saldırıp içeri nasıl girdiklerine ve oraya sığınanlara nasıl davrandıklarına bakalım:

Başta Ali b. Ebutalib ve Zübeyr olmak üzere Ebubekir’e biat etmekten sakınan Muhacirlerden bir grubu silahlı oldukları halde öfkeyle Fâtıma’nın (s.a) evine girdiler. [11]

Ensar ve Muhacirlerden bir grubunun Resulullah’ın (s.a.a) kızı Fâtıma’nın evine sığınıp Ali b. Ebutalib’in etrafında toplandıklarını Ebubekir ve Ömer’e haber verdiler. [12]

Onlara, Fâtıma’nın evinde toplananların hilafet konusunda Ali b. Ebitalib’e biat etmek istediklerini söylediler. [13]

Bunun üzerine Ebubekir Ömer b. Hattab’a Fâtıma’nın evine giderek onları oradan dışarı çıkararak topluluklarını dağıtmasını ve direnecek olurlarsa, onlarla savaşmasını emretti.

Ebubekr’in bu emri üzerine Ömer eline bir meşale alarak Fâtıma’nın evine doğru yola koyuldu; Fâtıma’nın evini içindekilerle birlikte yakmak istiyordu. Hz. Fâtıma (s.a) Ömer’in karşısına çıkarak ona hitaben:

“Ey Hattab’ın oğlu! Bizim evimizi mi yakmaya geldin?!” dedi. Ömer, “Evet!” dedi, ” ya da ümmetin kabul ettiğini kabul edersiniz (Ebubekir'e biat edersiniz).” 
[14]

Ebubekir-i Cevheri'de şöyle yazar:
“Fâtıma, Ali ve Zübeyr’e nasıl davranıldığını görünce evinin kapısında durarak Ebubekir’e şöyle dedi: Ey Ebubekir! Ne kadar çabuk Resulullah’ın (s.a.a) ailesine karşı hile yapmaya başladın! Vallahi hayatta olduğum müddetçe Ömer’le konuşmayacağım.” [15]

Bu olaydan yıllar sonra Abdullah b. Zübeyr kendi hükumetine teslim olmaları için Mekke’de Haşimoğulları’na baskı uygulamış fakat Haşimoğulları bunu kabul etmeyince onları bir dağın arasında toplattırıp odun getirterek hepsinin yakılmalarını emretmiştir.

Abdullah b. Zübeyr’in kardeşi Urve b. Zübeyr kardeşinin bu hareketine geçerlilik kazandırmak için Ebubekir’e biat olayında Ömer’in, Fâtıma’nın evini yaktırmaya kalkışmasını delil gösterir ve şöyle der:

“Kardeşimin bu hareketi sadece bir tehditti; nitekim geçmişte de biat etmeyen Haşimoğulları’nı odun toplayarak yakmayla tehdit ettiler!” [16]

İşte burada Urve’nin “geçmiş” sözü ile değindiği, Haşimoğulları’nın Ebubekir’e biat etmek istememesi bu yüzden Ebubekir'in Ömer ile yolladığı adamların Fâtıma’nın evinin etrafına odun yığarak evi içindekilerle birlikte yakmaya kalkışmaları olayıdır. Bu olay sırasında da hamile olan Fatma düşük yapmak zorunda kalmıştır.

Hala ikna olmayanlar var ise birkaç ehlisünnet kaynağı daha vereyim:
Ali’nin yakın arkadaşlarından olan “Suleym İbn Kays” bu konuyu kendi kitabında şöyle yazmış:

وَدَعَا عُمَرُ بِالنَّارِ فَأَضْرَمَهَا فِی الْبَابِ ثُمَّ دَفَعَهُ فَدَخَلَ فَاسْتَقْبَلَتْهُ فَاطِمَةُ علیه السلام وَصَاحَتْ یَا أَبَتَاهْ یَا رَسُولَ اللَّهِ فَرَفَعَ عُمَرُ السَّیْفَ وَهُوَ فِی غِمْدِهِ فَوَجَأَ بِهِ جَنْبَهَا فَصَرَخَتْ یَا أَبَتَاهْ فَرَفَعَ السَّوْطَ فَضَرَبَ بِهِ ذِرَاعَهَا فَنَادَتْ یَا رَسُولَ اللَّهِ لَبِئْسَ مَا خَلَّفَكَ أَبُو بَكْرٍ وَعُمَرُ.

فَوَثَبَ عَلِیٌّ (علیه السلام) فَأَخَذَ بِتَلابِیبِهِ ثُمَّ نَتَرَهُ فَصَرَعَهُ وَوَجَأَ أَنْفَهُ وَرَقَبَتَهُ وَهَمَّ بِقَتْلِهِ فَذَكَرَ قَوْلَ رَسُولِ اللَّهِ (صلی الله علیه وآله) وَمَا أَوْصَاهُ بِهِ فَقَالَ وَالَّذِی كَرَّمَ مُحَمَّداً بِالنُّبُوَّةِ یَا ابْنَ صُهَاكَ لَوْ لا كِتابٌ مِنَ اللَّهِ سَبَقَ وَعَهْدٌ عَهِدَهُ إِلَیَّ رَسُولُ اللَّهِ (صلی الله علیه وآله) لَعَلِمْتَ أَنَّكَ لا تَدْخُلُ بَیْتِی.

Ömer, ateş isteyerek onunla evi tutuşturdu. Sonra kapıya yüklenerek onu açtı ve içeri girdi! Hz. Fatıma (s.a) Ömer’in tarafına gelerek “Ey Babacığım! Ey Resulallah! Diye feryat etti. Ömer kılıcını kınında olduğu bir şekilde kaldırarak Hz. Fatıma’nın yanına (kaburgasına) vurdu. Hz. Fatıma feryat ederek “Ey babacığım!” diye bağırdı. Bu sırada Ömer kamçısını çıkararak Hz. Fatıma’nın koluna vurdu. Hz. Fatıma ‘Ey Resulallah! Ömer ve Ebu Bekir senin geride bıraktığına ne kadar da kötü davranıyor’ diye feryat etti.

Bu sırada Hz. Ali (a.s) yerinden sıçrayarak Ömer’in yakasından tutarak onu hızlı bir şekilde çekerek kaldırıp yere vurdu. Burnuna ve boynuna vurdu. Onu öldürmeyi istedi, ancak Allah Resulünün (s.a.a) sözünü hatırladı ve ona buyurmuş olduğu vasiyet aklına geldi ve şöyle buyurdu: “Ey Suhak’ın oğlu! (Ömer’in babası Hattab’ın annesinin adı) Muhammed’i peygamberlikle şereflendirdiği Allah’a yemin olsun ki eğer ilahi mukadderat ve peygamberin benimle olan ahitleşmesi olmasaydı, evime giremeyeceğini çok iyi biliyordun.” [19]

İster Şia olsun ister Ehlisünnet, tüm bu hadislere bakıldığında durum ortadadır. Zaten Şia da Ehlisünnet'de uyuşan anlatımlara sahiptir. 4 büyük halife, sahabeler diye yüceltilerek anlatılan insanlar Muhammed ölür ölmez iktidar ve miras kavgasına başlamış, güçlü olan taraf, güçsüz tarafı ezmiştir.

ÖMER’İN HALİFELİĞİ VE ÖLDÜRÜLMESİ

Yazan: Mehmet W. Gündoğdu


ÖMER’İN HALİFELİĞİ VE ÖLDÜRÜLMESİ

İlk dört halifeden en acımasız, en kaba ve en kurnaz olanı Ömer’dir. Muhammed en çok ondan korkar, çekinirdi. Muhammed’in kayınbabası ve küçük yaştaki Ümmü Gülsüm’le evlenmesinden dolayı Ali ile Fatma’nın da damadıdır. Kısacası; Muhammed’in hem kayınbabasıdır, hem de torunuyla evlendiği için damadı sayılır.

Gençliğinde babasının develerini güderdi. Boş kaldıkça da Mekke sokaklarını arşınlar, kabadayıca yaşar, başıboş dolaşırdı. İçkiye, kadına aşırı düşkündü. Başı kel olup, iri yarı görünüşü bile karşısındakini korkutmaya yeterliydi. Okuma yazma bildiğinden Muhammed’in yazıcılığını yapmış, işine gelen birçok ayetin Kuran’a geçmesinde büyük rolü olmuştur. Ticaret yaptığı, şiirle ilgilendiği, güzel konuştuğu söylenilse de büyük ölçüde yalandır. Ömer, Mekke’deyken asalak gezen, eğlenceye düşkün, çoğu zaman esrik kafalı birisi olup; halk içinde pek sevilmez ama kendisinden korkulurdu. Ayrıca eli kanlıydı. Muhammed, Ebubekir ve daha pek çok kimsenin öldürülmesinde Ömer’in eli ve işbirliği vardır. Ömer döneminde din yayma, fetih bahanesiyle yapılan baskın ve savaşlarda 400.000 kişi öldürülmüş, tutsak alınan ve satıların hesabı belli değildir. Üstelik birkaç kez de bireysel cinayetler işlemiştir.

Ömer’in Müslüman Oluşu
İslam’ın kendi kaynaklarına göre Ömer’in Müslüman oluş nedeni de düşündürücüdür. Hadis ve söylentilere göre; Ömer Muhammed’i öldürmek için yola çıkmıştır. Yolda karşılaştığı birisi Ömer’in kız kardeşi ve eniştesinin Müslüman olduklarını söyleyince, Ömer kız kardeşinin evine gider ve onların Kuran okuduklarını duyar. Ömer Kız kardeşini ve eniştesini tokatladıktan sonra kılıcını sıyırır. Bu arada okuduklarının ne olduğunu, bir kez daha okumalarını söyler. Ayetleri dinleyip etkilenen Ömer, hemen Müslüman olur. Bazı hadislerde Muhammed’in, Ömer için dua ettiğinden ve Ömer’in bu duayla Müslüman olduğundan söz ederler. Oysa Ömer’in dinlediği ayetler öyle çarpıcı ve hemen etkileyebilecek ayetler değil. Ayrıca Ömer bu ayetleri zaten biliyor. Muhammed, orada burada bu ayetleri ve benzerlerini söyleyip durduğundan;  Ömer bu ayetleri daha önce duymuş ama inanmamıştır. Öyleyse Ömer’in birdenbire Müslüman olması nasıl açıklanabilir?

Bir başka anlatıma göre; Ömer bir akşam şarap arkadaşlarını bulamayınca Kâbe’ye şarap içmeye gitmiş. Muhammed’i namaz kılarken görüp gizlenmiş. Muhammed’in ağzından Hakka suresinin 41-46. Ayetlerini duyunca Müslüman olmuş.

Muhammed’in “ben peygamberim” demesi o bölgede yadırganacak bir durum değil. Orada ağzı laf yapan pek çok kişi peygamber olduğunu söyleyebildiğinde yadırganmıyor. Çünkü ortada birleştirici bir alt yapı yok, ama geleneksellik var. Ömer madalyonun bu yüzünü iyi bildiğinden Müslüman oluyor. Ömer, Müslümanlığa değil; Muhammed’in halk arasında kabul göreceğine ve yeni bir şeyler ortaya getirebileceğine inanmıştır. Ömer, Muhammed’in yanında yer alarak toplumsal bir sıfata kavuşarak, ortaya çıkabilecek olayları değerlendirip kendisine kazanç payı çıkarma peşindedir. Üstelik Muhammed kabul görmese bile, Ömer’in kaybedeceği bir şey yoktur. Muhammed’in “şeytan bile görse ondan kaçar” demek zorunda kaldığı Ömer, iki üç ayetten etkilenmeyle Müslüman oluverecek yapıda birisi değil. Zaten acıması ve duygusallığı olmayan Ömer’i birkaç ayet nasıl etkileyebilir?

Dillere destan olmuş adaletiyle övünülen Ömer, halifelik döneminde neler yapmış?

Ömer’in İlk İşi
Ömer halife olunca, ilk işi; Emevi soyundan olanlara aşırı ayrıcalıklar tanır, yetkiler verir, parasal kaynaklar aktarır. Çünkü Ömer, Ebu Sufyan’la gizli anlaşma yapmış ve birlikte Ebubekir’i öldürtmüşlerdir. Dahası Osman’ın annesi Emevi’dir. Osman Ömer’in halife olmasını sağlamıştır. Osman, Ömer ve Ebu Sufyan üçlüsü işbirliği içindedir. Muhammed’in eşlerinden, Ebu Sufyan’nın kızı Ümmü Habibe’ye devlet hazinesinden aylık bağlanıyor. Muhammed’in öteki eşleri de bu ayrıcalıktan yararlandırılıp aylık alıyorlar. Ebu Sufyan ve oğlu Muaviye’de bu ayrıcalıklardan fazlasıyla yararlandırılmışlardı.

Ömer Dönemindeki Fetihler ve Getirilen Yenilikler
İran, Suriye, Kıbrıs, Antakya, Kudüs, Mısır, Libya, Filistin, Irak, Azerbaycan ve daha birçok yerlere seferler düzenlenip fetihler yapıldı. Böylece Müslümanlar farklı kültürlerle karşılaşınca, kültürel etkileşimler ortaya çıktı. Bizans tehlike kaynağı olmaktan uzaklaştırıldı.

Bu arada Ömer, bazı yenilikler getirerek küçük bir kabile devletini yeni bir düzene soktu. Paralı askerlerden oluşan düzenli ordu kuruldu ve tehlikeli bölgeler olan Şam, Küfe, Basra, Bağdat gibi yerler askeri şehir yapıldı. Beytül mal yani devlet hazinesi yeniden düzenlenip, vergi ve haraç toplanması yeniden yapılandırıldı. Mali ve askeri danışma kurulları kuruldu. Ordunu beslenmesi ve savaşa hazırlanması için tımar (ikta) sistemi getirildi. Fetihle alınan yerler bölgelere göre ayrılarak buralara vali ve kadılar atandı. Hicri takvim kabul edildi.

Tarıma önem verilmesinin yanı sıra fetihlerden gelen ganimetlerle halkın çoğunluğu yoksulluktan kurtuldu. Fetih ganimetleriyle yoksulluktan kurtulanlar devlet işlerine asla karıştırılmadı. Bir elinde kılıç, bir elinde kamçı olan Ömer, halka karşı çok zalim davrandı. Devlet işlerine ve siyasete karışabilecek herkesi para ya da başka şeylerle susturdu. Yoksullara az buçuk nimetler vererek onları da kendisine bağlama becerisini gösterdi.

Ömer’in Öldürülmesi
Ömer, İran’ın Nihavend şehrinde Ebu Lülü diye bilinen Firuz tarafından Medine’de hançerlenerek öldürülmüştür.

Ömer, İran işgali sırasında yüz binden fazla insanı kılıçtan geçiriyor, kadın ve kızlar köle ya da cariye olarak Medine’ye götürülüyor, ileri gelen kişiler öldürülüyor. Ganimet derseniz bol; suvari askerlere altı bin, piyadelere iki bin dirhem dağıtılır, altın ve gümüş de fazladan ganimet. Soylu bir aileden gelen Ebu Lülü Firuz, bu işgal sırasında tutsak edilerek Mugire’nin kölesi yapılıyor. Her şeyini bir anda kaybeden Firuz, her işi yapabilen akıllı birisi. Demircilik, marangozluk, ressamlık yapıyor, bazı icatlar üstünde kafa yorabilecek kadar bilgiye sahip. Böyle birisi bir anda Müslümanların kölesi oluveriyor.

Mugire, Ömer’e yazdığı bir mektupta kölesi Firuz’u övdükten sonra; Firuz’un Medine’de kalması için izin ister. Mugire iyi niyetlidir, kölesinin kalabalık bir yerde işini sürdürmesini ve para kazanmasını istemektedir. Ömer izin verir, Firuz Medine’ye yerleşir, işe girer. Firuz kazansa da kazanmasa da her gün işverenine iki dirhem para vermek zorundadır. Bu para köle Firuz’a ağır gelir. Bu sıkıntı içindeyken Ömer’e giderek bu durumdan doğan sıkıntısını anlatıp yardım ister. Ömer bu isteği kabul etmez. Firuz uzun bir hançer yaparak, zehire batırır. Ömer camideyken, saldırır. Ömer’i zehirli hançerle üç yerinden yaralayarak kaçar. Kaçarken de peşine düşenleri ve önüne gelenleri öldürür. Köleliği ve Müslüman zulmünü içine sindiremeyen Firuz kendi canına da kıyar. Ömer de üç gün sonra ölür.

O günden sonra Firuz, Şiiler arasında kutsallaşır. Halk kahramanı olarak Firuz’e saygı duyulur, hakkında kitaplar yazılır, İran’ın Keyşan kentinde türbesi yapılır.

Şiiler ibadete başlamadan önce, başta Ömer olmak üzere ilk üç halife ve Muaviye’ye lanet okurlar. Şia namazı içinde bu lanetleri okumak farzdır. Ayrıca her yılın belli günlerinde Şia ibadethanelerinde Ömer’e lanet bayramı düzenlenmektedir.

HAYBER KUŞATMASI VE GANİMETLERİ

Yazan: Mehmet W. Gündoğdu
din, islamiyet, Hz.Muhammed, Hayber kuşatması, Safiyye, Safiyye ile Muhammed'in evlenmesi, Hz.Muhammed'in eşleri, Babası öldürülen Safiyye, MWG, Cariye yapılan insanlar, İslamda kadın,

HAYBER KUŞATMASI VE GANİMETLERİ

Yağma ve ganimet bollaşınca, Muhammed’in hızı kesilmemişti. Hayber’de bulunan Yahudiler’in ötekilerle birleşerek savaş açabileceklerini bahane edip, seçme savaşçılardan bir orduyla Hayber’i kuşatma altına aldı. Muhammed ve ordusunun asıl derdi; varlıklı Hayberliler’in mallarına, hurmalıklarına, kadın ve kızlarına el koymaktı. Çünkü bunlardan başka ortada somut bir neden yok. Üstelik Müslümanlar için bir tehlike de söz konusu değildi, ama Yahudilerin kökü de kazınarak ganimet gelmeliydi. Çünkü Müslümanların tek gelirleri kutsal savaş ganimeti olarak meşrulaştırılan yağmacılıktı. 

Çetin çatışmalardan sonra Hayber kaleleri ele geçirilip, 90- 100 kadar Yahudi öldürüldü. Kalan erkekler kadın ve kızlarıyla birlikte tutsak edildiler. Kuşatma sona erdiğinde sıra ganimet paylaşımına geldi.

Hayberliler’in bütün arazilerine el konuldu. Hayber halkı kayıtsız koşulsuz her şeylerini bırakarak çekip gitmeye zorlandı. Hayber’in ileri gelenleri araya girerek af dilediler. Hemen arkasından kendilerinin ekip dikmeden başka iş bilmediklerini, gidecekleri yerlerde aç kalacaklarını söyleyerek Muhammed’i biraz yumuşattılar. Muhammed, Arazileri yarıcı olarak ekip dikebileceklerini; ürünün yarısına el koyacaklarını, ayrıca bazı hurmalıkları ganimet olarak beytül mala -daha doğrusu kendine- kattığını söyledi. Tutsakların bir kısmı altın- gümüş karşılığı af edildi. Köle ve cariye yapılmak istenenler ayrıldı. Müslüman savaşçılar, ganimet malların yanında güzel kadın ve kızları paylaşmaya başladılar.

Bu arada Muhammed, Yahudi bir kadının getirdiği yiyeceği yalnızca ağzına alıp tükürdüyse de zehirlendi. Yanındaki adam bu yiyeceği yediği için öldü. Muhammed de bu kadını öldürttü. Muhammed’in ağzından tükürüp yemediği bu zehrin etkisiyle, ağzında yara çıktı, çenesi çarpıldı. Bu zehrin etkisinin Muhammed ölünceye kadar sürdüğünü yazanlar var. Hatta bazı kaynaklarda Muhammed’in bu çirkinliğinden dolayı hiç resminin yapılmadığı yazılıdır. Ya işte böyle! Hani ne derler? “Alma mazlumun ahını- çıkar aheste, aheste.”

TUTSAK SAFİYYE İLE MUHAMMED'İN EVLENMESİ!

Asıl adı Zeynep olan, Beni Nadir kabilesi reisi Huves bin Ahtab’ın kızı Safiyye’de cariye olarak seçilenlerin arasındaydı. Safiyye’nin babası beni Nadir çatışması sırasında Müslümanlarca öldürülmüştü. Safiyye, Hayber Yahudisi Kinane’yle yeni evlenmişti ve o da Hayber kuşatması sırasında öldürüldü. Yeni dul bir kadın olan Safiyye’yi Müslüman savaşçılardan birisinin beğendiği ve cariye olarak almak istediği duyuldu. Muhammed’e haber verildi. Yağcıları da Safiyye’nin ancak Muhammed’e uygun olduğunu söylediler. Muhammed Bilal’ı çağırtıp Safiyye’yi getirmesini söyledi…

Bundan sonrasını İslam kaynaklarından öğrenelim. Okuyacağınız bu bölüm “Sorularla İslamiyet” bilgisunar sitesinden alınmıştır. Bu yazıyı yazanların da kaynak göstermiş oldukları dikkate alınarak okunmalıdır.

“Hz. Bilâl, Hz. Safiyye’yi, yine esir düşen amcası kızıyla alıp getirirken, on­ları Yahudi erkeklerinden iki kişinin cese­dinin yanından geçirdi. Amcası kızı bu manzarayı görür görmez feryat ve figana başladı; yüzünü parçalayıp, ba­şı­na topraklar saçtı. Uzaktan durumu fark eden Resûl-i Ekrem Efendimiz, yanına gelen Hz. Bi­lâl’e, “Ey Bilâl! Senden merhamet ve şefkat duy­gusu sökülüp atıldı mı ki bu ka­­dıncağızları ölülerinin yanından geçirdin?” buyurdu.(Sîre- 3: 351) Hz. Bilâl, mahcup mahcup huzurda boynunu büktü ve “Yâ Re­sû­lal­lah! Zâ­tı­nı­zın bundan rahatsız olacağını tahmin etmemiştim” diyerek özür diledi. Resûl-i Ekrem Efendimiz (a.s.m.), Hz. Safiyye'yi arka tarafına almalarını emrederek üzerine de omuz atkısı örttü. Bunun üzerine sahabîler, Peygamber Efendimizin (a.s.m.), onu kendisine başkomutanlık hakkı (Safiy) olarak aldığını anladılar. (Sîre-3: 351)

Peygamber Efendimizin harp sonrası bir prensibi de mağlup ettiği veya teslime mecbur bıraktığı düşmanla uzlaşma yoluna gitmesi idi. Hz. Safiyye âilesi, Yahudiler arasında itibarlı ve şerefli bir âile idi. Elbette, onun mevkiinin muhafazası İslâmiyet ve Müslümanlar için iyi neticeler ve faydalar doğurabilecekti. Bir diğer husus da Resûl-i Ekremin bazı evliliklerinde siyasi durumu göz önünde bulundurması idi. Bir kabilenin veya bir kavmin ileri gelenlerinden birinin kızını almakla, o kavmi, o kabileyi düşman ise İslâmiyet ve Müslümanlara karşı düşmanlıklarını en azından hafifletip yumuşatıyor, dost ise bu dostluğun daha da kuvvet bulmasını sağlıyordu. Hz. Cüveyriye ve Hz. Ümme Habîbe ile evlenmelerinde bu hususlar gayet açık bir şekilde görülür…

(Not: Minareye bakın, kılıfı görün. Bu kadarına da pes denmez mi?)

Gerisini aynı kaynaktan okuyalım.

SAFİYYE'NİN TERCİHİ!

Resûl-i Ekrem Efendimiz (a.s.m.), Hz. Safiyye'ye İslâmı anlattı ve şöyle buyurdu:

"Eğer Müslüman olursan, ben seni kendime zevce edineceğim. Şayet Yahudiliği tercih edecek olursan seni âzad ederim. Sen de gider kavmine kavuşursun!" (Tabakât, 8: 123)

Resûl-i Kibriyâ Efendimizle bir kerecik olsun görüşüp kendisinden birkaç kudsî kelam duyan Hz. Safiyye, tercihini doğru yaparak, aynı zamanda safıyetini ve derin anlayışını açıkça ortaya koydu: "Yâ Resûlallah! Siz beni İslâmiyete dâvet etmeden önce, konak yerine geldiğimde, Müslümanlığı arzulamış ve seni tasdik etmiş bulunuyordum. Yahudilikle benim hiçbir ilgim kalmamış ve ona artık ihtiyacım da yoktur. Hayber'de de artık ne babam ne de kardeşim vardır. Sen, beni küfürle, İslâmiyet'ten birini seçmekte serbest bırakıyorsun. Allah ve Resûlü, bana âzad edilmemden ve kavmimin yanına dönmemden daha sevgilidir. Ben onları tercih ediyorum! (Tabakât, 8: 123) Resûl-i Ekrem, Hz. Safiyye ile Hayber'de gerdeğe girmedi. Sibar mevkiine geldiği zaman ise Hz. Safiyye bu işe muvafakat etmedi. Ancak Hayber'den on iki mil kadar uzaklaştıktan sonra Sahba'da muvafakat etti. Peygamberimiz (s.a.v.), "Sibar'da konmak istediğim zaman, razı olmamanın sebebi ne idi?" diye sorunca, Hz. Safiyye, "Yâ Resûlallah" dedi, "Yahudilerin yakınında sana bir zararın gelebileceğinden korkmuştum. Onlardan uzaklaşınca emniyete kavuştum." (Tabakât, 8: 122-123.

Peygamberimiz (s.a.v.), onun bu bağlılığından son derece memnun oldu. Resûl-i Ekrem, Sahba' mevkiinde Hz. Safiyye ile kendisine ait çadırda gerdeğe girdi.

Peygamber Efendimiz, Hz. Safiyye'nin yüzünde bir darbe çürüğü gördü. Sebebini sordu. Hz. Safiyye şöyle izah etti: "Kinâne bin Rebi' ile evlendiğim ilk gece bir rüyâ görmüştüm. Rüyâmda Medine tarafından bir ayın gelip kucağıma düştüğüne şâhid oluyordum. Bunu Kinâne'ye anlatınca kızdı ve 'Sen ancak Hicaz hükümdarı Muhammed'e varmak istiyorsun, diyerek yüzüme bir tokat vurdu. Onun izi kaldı.” (Sîre, 3: 351- Tabakât, 8: 121)

Yine Sormak zorundayız! Elinizi vicdanınıza koyunuz! El insaf! Babası, yeni evlendiği kocası, bütün yakınları kılıçtan geçirilmiş; yeni dul bir kadının Muhammed’le gönüllü olarak evlenmesini mantıklı buluyor musunuz? Hem de Kuran ayetlerine uyarak “cariyelerin gebe olup olmadığını anlamak için süre beklenmemesi” ayrıcalığından yararlanan Muhammed’in yolculuk sırasında gerdeğe girivermesinin hem mantıkla hem insancıllıkla bir ilgisi olabilir mi? İnsaf ediniz! Bir an yazılanların doğru olduğunu kabul ederek Safiyye’nin Muhammed’e kendi isteğiyle gittiğini düşününüz. Bu Safiyye bu kadar vicdansız ve duygusuz mudur ki bu evliliğe gönüllü olsun? Yine insaf ediniz! Babası, kocası ve bütün yakınlarını kılıçtan geçirmiş bir peygamberin Safiyye’yi bu evliliğe zorlaması ne kadar etik bir davranıştır? İnsanda vicdan denilen bir şey olur ve düşene bir tokat daha atmayı hangi vicdan kabul edebilir? Bu olaylar karşısında vicdanı sızlamayanlara bir diyeceğimiz yok! Birilerinin vicdanları sızlamaya başlamışsa; böyle bir dine inananların da vicdanlarının sızlaması gerekmez mi?

OLAYIN GERÇEK YÖNÜ!

Şimdi de gelelim işin gerçek nedenine. Gerçek neden belli; ayetlere ve hadislere kadar girmiş olan Muhammed’in cinsel arzuları. Ama bu evliliklerin bir bahane ve kılıfı da olmalı. Bu sorun değil; başta ayet ve hadisler olmak üzere, dincilerin fetvalarıyla da bir kılıfa uydurulur. Uydurulur, ama her kuşun eti de yenmez! Sormayan, sorgulamayan saf Müslüman’ı kandırıyorsunuz. Ya bizleri nasıl kandıracaksınız? Kuran Maide suresi 101-102 ayetinde ne diyor? ”Ey iman edenler size açıklandığında canınızı sıkacak şeylerle ilgili soru sormayın. Hâlbuki Kuran indirilmekte iken sorarsanız onlar size açıklanır. Allah, şimdilik onları af buyurdu… Sizden önceki topluluk da onları sordu da Sonra o yüzden kâfir oldular.” Sormak, sorgulamak dinen yasak olsa da, soru sormakla kâfir sıfatını hak etsek de; bizler hem sormak, hem sorgulamak zorundayız. Bu bizim insanlık görevimizdir, toplumsal sorumluluğumuzdur, vicdanımızın en duru sesidir. Üstelik din satıcılarının bilerek bilmeyerek gizlediği, çarpıttığı konuları kendi kaynaklarından bulup çıkarmayı da çok iyi biliriz.

EBUBEKİR’İN HALİFELİĞİ VE ÖLDÜRÜLMESİ

Yazan: Mehmet W. Gündoğdu
MWG, din, islamiyet, Ebubekir'in öldürülmesi, Ebubekir'in zehirlenmesi,Ömer'in dayakla öldürdüğü Fatma , Hz Ömer, Hz Ebubekir, İslamda bilinmeyenler,

EBUBEKİR’İN HALİFELİĞİ VE ÖLDÜRÜLMESİ

Ebubekir halife olunca ilk işi; Muhammed’in, kızı Fatma’ya verdiği arazi ve hurmalıklara el koymak oldu. Muhammed böyle yapmamı isterdi diyerek, “şeriatta yerini bularak” Muhammed’in kızına ve eşlerine kalan mirasa sahip oldu. Fedek hurmalıkları ve bazı arazilerin Ali ile Fatma'ya verilmemesi, Fatma'nın bu duruma itiraz edip Ömer ve Ebubekir'e karşı tavır koyması daha sonra Ali'nin evinin basılıp yakılmasına yol açacaktı. Bu olay sahih hadislerde detaylıca aktarılmıştır.

Ebubekir, Muhammed’in ölümüyle yarım kalan seferi yeniden başlatıp Suriye’ye doğru bir ordu yolladı. Muhammed ölünce bazı Müslümanlar dinden çıktılar. Dinden dönenler ortaya yeni çıkan sahte peygamberlere sığındılar. Bu arada uzak yerlere kaçanlar da oldu. Bazı kabileler ayaklanmaya hazırlanıp, zekât vermek istemediler. Ayaklanmalar, ufak tefek çatışmalar ve kılıç zoruyla önlendi. Bazı kabilelerin verdiği zekâta el koymak isteyenlerle bazı sahte peygamberler kılıç zoruyla dağıtıldı. Yemen gibi uzak yerlerde başlayan ayaklanmalar bastırılıp Ebubekir halifeliğini sağlam zemine oturttu. Fırat’ın aşağı bölgelerine ordu gönderilip, Basra körfezi kıyılarındaki önemli yerler işgal edildi. Bizans ordusuyla savaşmak için Suriye taraflarına da ordu gönderip Merciâhit karargâhındaki Bizans askerlerini yendi. Yine bölge askerleriyle yapılan savaşlarda önemli yerler alınarak Filistin’e yöneldiler. Kısacası; Ebubekir döneminde kanlı savaşlar yapıldı. Önemli Pek çok yer işgal edildi.

Bu arada halk Ebubekir’in yaptığı baskılardan bıkıp usandı. Ancak suskunluk her kötülüğün örtüsü olmayı sürdürmekteydi. Ali ve eşi Fatma’ya yapılan baskılar, hatta daha sonra Ömer’in Ali ve Fatma’yı dövmesi, Fatma’nın dayakla öldürülmesi gibi olaylar bu baskıların en çarpıcı örnekleridir. Ebubekir’in kendisine biat etmeyenlere işkence yaptırması, bunların faili meçhul cinayetlere kurban gitmesi bilinçli yapılmış işlerdir. Evet, acımasızlık ve doyumsuzluğun neler yaptırabileceğini düşünmek bile insanlara çok acı veriyor. Bu güne kadar uyutulan insanlar bu olayları öğrendiklerinde erinç duyabilecekler midir? Yoksa yalan mı diyeceklerdir? Ya da kıvırtarak, öküz altında buzağı aramaya mı kalkacaklardır?

Ebubekir’in halifeliği döneminde çok daha korkunç olaylar yaşanmıştır. Muhammed öldükten sonra dinden dönenler çoğalıp kaçmaya başlayınca, arkalarından adamlar gönderip; “daha da direnirlerse kızgın demirle dağlayın, ateşte yakın” diyebilen ve dediğini yaptıran Ebubekir, böylesine acımasız ve doyumsuz bir halifeydi. Halid Bin Velid de ateş çukurları kazdırıp, insanları öldürmeden diriyken yakabilmiştir. (Turan Dursun’un gösterdiği kaynak: Cetani, Yaprak. 8/306)

EBUBEKİR’İN ZEHİRLENİP ÖLDÜRÜLMESİ

Ebubekir, Ömer’le daha önce yaptığı halifelik anlaşmasına uymadığından; Ömer’le araları açıldı. Muhammed’i zehirleyip öldürtmeden evvel yaptıkları gizli anlaşmaya göre; Ebubekir bir yıl halifelik yaptıktan sonra yerini Ömer’e bırakacaktı. Oysa Ebubekir iki yılı geçkin süredir halifelik yapmasına karşın, halifelikten çekilmek istemedi. Üstelik Ömer hac işleri emirliğinden alınır. Ebubekir Ömer’e karşı sert tavırlar almaya başlar. Ömer, Ebubekir’i kukla yönetici haline getirse de gizli anlaşmanın duyulmaması için Ebubekir ses çıkaramaz. Ebubekir’in ölümünü beklemekle zaman kaybettiğini düşünen Ömer, onu ortadan kaldırmadıkça halife olamayacağını biliyordu. Bu yüzden hemen harekete geçip Ebubekir’i öldürtmenin yollarını aramaya başladı.

Şimdi yine Arif Tekin’in yazdıklarına dönüyoruz:
“Bunun üzerine Ömer, Osman'ın bağlı olduğu Emevilerin etkili isimleriyle görüşüyor. Mesela Ebu Süfyan ve oğlu Muaviye gibi. Plan şu: Biz birlikte Ebubekir'i ortadan kaldıralım, ondan sonra yönetimi paylaşalım diye. İlkin Ömer halife olacak, ondan sonra da Osman ve bu arada tabii ki Emevi kesimine gitgide tolerans tanınacak. Zaten Ebubekir halife olduğunda Ebu Süfyan hep onun halifeliğiyle alay ediyordu. Adam mı kalmadı da bunu seçtiniz diyordu. Sonuçta Ebubekir'e, doktoru Haris b. Kelde'ye, Mekke valisi Attab'a ve Ebu Kebşe'ye zehir içiriliyor ve hepsi de bir yıl sonra hemen hemen aynı gün veya günlerde vefat ediyorlar. Tabii ki ilacı nasıl verdiklerinin detayı hakkında pek bilgi yok. Ancak Ebubekir, Zeyd b. Sabit ve Abdullah b. Selam'a güvenirdi, onları kötü niyetli olarak tahmin etmezdi. İşte bu iki kişi aracılığıyla planlarını uygulamışlardır diye rivayetler var… Ebubekir'in ölümüyle ilgili Sünni kesimin kaynaklarında var olan bilgiler şöyle: Yanında bulunan Mekke valisi Attab ve doktoru Haris b. Kelde ile birlikte, kendilerine (Yahudiler tarafından) sunulan zehirli yemekten yediler. Yedikten sonra doktoru Haris b. Kelde o sırada Ebubekir'e, "Yediğimiz yemekte zehir vardı, bunun süresi de bir yıllıktır; bir yıl sonra yaşama şansımız yoktur" dedi. Nitekim yiyen iki kişi bir yıl sonra vefat etti. Kimi rivayetlere göre Ebubekir ile Mekke valisi bir yıl sonra aynı günde vefat ettiler. Yani birbirlerinin ölüm haberini bile duyma fırsatları bulamadılar.” (Safedi, El-vafi bil Vefeyat, 19/289-no: 7562.)

Yazarın verdiği öteki kaynaklardan bazıları: Müntehab'ü Kenz'il-Ummal, Ebübekr'in ahlak ve ölümü kısmında. İbni Sad, 3/105. İbni Kuteybe,  El-Maarif, s. 100, b) İmame-Siyase, s. 18. Zehebi, Siyer-i A'lam, cilt 28/20 halifeler bölümü. Suyuti.Tarih'ül Hulefa, 67 vd.. Taberi Tarihi, 3/419-22. İbni Esir, El-Kamil, 2. cilt, Ebubekir'in ölümü bölümünde. Burda ibni Sad ve Hakim'den de alıntı yapıyor, Ibni'l Cevzi, Sıfat-i Safeve, 1/263. Ebubekir konusunda. İbni Asakir, 1) Muhtasar'ü Tarih-i Dımaşk, 13/1 18 Ebubekir kısmında. 2) Tarih-i Dımaşk, 30/409. Ebü'l Feda, Tarih. 1/222…

Arif  Tekin’den okumayı sürdürelim:
“Daha sonra İslam tarihi denilen resmi tarih yazılırken de Yahudilere mal edilerek ve çok kısa bir açıklamayla, "Efendim Ebubekir ve yanındaki heyet, Yahudilerin kendilerine verdikleri zehirli yemekten etkilenirler ve bundan dolayı da zaman içinde vefat ederler" şeklinde, çok kısa bir not düşmek suretiyle kaynaklarına geçirdiler. Ama ne yazık ki bu cinayet işi içinde Osman da vardı, onun bağlı olduğu Emevi kabilesinin önemli şahsiyetleri de vardı. (Şerh'ü NehciT Belaga ve igtiyal'ül Halifer'i Ebubekir.) Uygulama aşamasına gelince... Burada çok akıllıca davrandılar, hiç kimsenin hayal edemeyeceği iki Yahudi asıllı kişiyi ayarladılar: Osman zamanında Kur'an bir araya getirilirken komisyon başkanlığına seçilen Zeyd bin Sabit'e ve yine önemli bir isim olan Abdullah b. Selam'a bu işi havale ettiler. İşte bunlar olursa Ebubekir rahatlıkla öldürülür düşüncesiyle karar verdiler. Ama sonuçta, ne adla, kimin evinde tertipledikleri konusunda detay yok… Anlatılanlara göre Osman, Ebubekir'in tek vasisidir ve onun vasiyeti sırasında ne olmuşsa ikisi arasında olmuştur. (İbni Esir, el-Kamil, ikinci cilt, hicri 13. yılı olayları. İbni Asakir, 30/411.) Osman'dan önce Abdurrahman b. Avf Ebubekir'in yanına gider. Ebubekir ona, Ömer'e görev versem ne dersin, diye görüş bildirmesini ister. Abdurrahman, "Ömer'i benden daha iyi tanırsın" deyince Ebubekir, "Olsun, yine de düşünceni belirt" der. Abdurrahman, "Bildiğinden daha fazla iyidir; ancak serttir" diye karşılık verir. Ebubekir daha sonra Osman'ı çağırıp aynı soruyu ona da sorar, görüş bildirmesini ister. Osman, "Bana göre Ömer'in içi dışından daha temizdir"yanıtını verir. O arada Ebubekir kendisine, "Vasiyetimi yaz" der. Besmele yazdıktan sonra Ebubekir kendini kaybeder/ağır hastadır. Osman o arada vasiyet kâğıdına Ebubekir'den sonra Ömer'in halife olacağını yazar. Daha sonra Ebubekir ayılınca (tabii ki eğer doğruysa, ayılmışsa!) hemen Osman'a: Hele oku ben kendimi kaybedince sen benden sonra ne yazdın, diye sorar. O arada bakıyor ki, Osman vasiyet kâğıdına Ömer'in halife olacağını yazmış. O zaman Osman'a, "Bakıyorum ben bayılınca sen korkmuşsun, ya vasiyet etmeden vefat etse ne yapacağız diye hemen Ömer'i yazmışsın. Ama iyi etmişsin, ben de zaten onu gösterecektim" demiştir. Bazı kaynaklarda, Ebubekir'in Osman'a, "Aslında sen Ömer yerine kendini yazsaydın daha uygundu" dediği de geçiyor. (M. Taberi, Riyad'ü Nadre, 2/116.) Talha bin Ubeydullah (cennetle müjdelenen on kişiden biri) Ömer'le ilgili bir şeyler sezince hemen içeri girip Ebubekir'e, "Sen Ömer'i halife olarak vasiyet ediyorsan, yarın Allah huzurunda cevabın ne olacak?" diyerek itiraz etmiştir. Şu da var ki, bu adam muhalif olduğu için daha sonra Osman'ın yandaşı Muaviye tarafından katledilir. Zaten hep vurgu yapıyorum, Ebubekir'in atadığı kişiler zaman içinde ya görevden uzaklaştırılmış, ya suikastla öldürülmüş veya savaşlara gönderilip bu şekilde ortadan kaldırılmışlardır. Basit bir örnek: Zehebi, "Muaz b. Cebel, Ebu Ubeyde ve Şürahbil b. Hasene, halife Ömer zamanında Şam tarafında bir kıtlıkta ölmüşlerdir" diyor. Sonunda, Ebubekir tarafından Ömer'in halife tayin edildiğini söylemek isteyen Osman dışarı çıkar. Bunu söylemeden önce ilginç bir yaklaşım tavır gösterir: "Açıklayacağım vasiyete inanırsanız okurum, yoksa okumam" şeklinde pazarlık yapar. Ve başlar okumaya. Kısa bir yazıdır zaten. Sadece Ömer'in halifeliğiyle ilgili çok kısa bir metindir. Bu arada Ömer'in önerildiğini ilan edince, millet bu vasiyetin Ebubekir'e ait olmadığını fark eder. Çünkü Osman'ın okuduğu kâğıtta Ebubekir'le ilgili bir işaret yoktur: Ebubekir vahiy kâtibiydi, okuryazardı, kendisi yazabilirdi ama yazı onun değildir. Yanı sıra şahit yok, o günkü âdete göre benzer vasiyetler yapılınca imza gibi bir işaret olurdu; ama böyle bir şey yoktu. Bir de işin içinde panik-acele vardı, kabul ederseniz okurum gibi inandırıcı olmayan şeyler söyleniyordu. Hele bir de Osman'ın yanında Ömer de var, amigo gibi sürekli halka, "Dinleyin, bakalım Osman ne diyecek?" gibi aceleci bir hali vardı. Zaten milletin o ana kadar Ebubekir'den böyle bir teklifin geleceğine ilişkin tahminleri de yoktu. Adeta sürpriz bir açıklamaydı. İşte İbni Ebi'l Hadid, Necah gibileri burada tam isim koyuyorlar: Hileyle, skandalla iş başına gelme. Kısacası, Ebubekir artık hastaydı, Osman ve Ömer'in hazırladıkları düzmece bir vasiyetname millete ilan ediliyordu ve maddi gücün ağırlığı da iki tarafta olunca halifelik bu şekilde gasp edilmiştir… Bunlar uyduruk şeyler. Çünkü Ebubekir'in vasiyeti falan yok. Osman'la Ömer kendi aralarında düzmece bir mektupla işi bitirmişler…”

Bazı kaynaklar Ebubekir’in banyo yaptıktan sonra hastalanıp öldüğünü yazıyorlarsa da Muhammed öldükten sonra hasretine dayanamayıp öldüğünü yazanlar da vardır.

Genel kabule göre; Ebubekir gece ölür. Aynı gece Ömer tarafından acelece toprağa verilir. Ailesinin dışında kimsenin haberi olmadan, Ebubekir’in cenazesinin gece yarısı acelece ve gizlilik içinde defnedilmesi düşündürücü değil mi? Ayrıca cenaze başında ağlayan kadınları kırbaçla susturan Ömer, demek ki; Ebubekir’in ölümünün duyulmasını istememiş. İki yılı aşkın bir süre halifelik- peygamber vekilliği- yapmış birisinin, ölür ölmez gece defnedilmesi nasıl yorumlanabilir? Ebubekir’in cenazesi gündüz gömülseydi, ortalık mutlaka karışacaktı. Halkın ileri gelenleriyle yeniden bir halifelik sorunu yaşanacaktı. Ömer her ne kadar sert ve kurnaz olsa da halife seçilmesi zora girebilir ya da sert çıkışlar yapmak zorunda kalabilirdi. Bu olasılıklar ve daha fazlası Ömer için büyük sorunları ve riskleri ortaya çıkarabilirdi.

Ayrıca bir konuya daha dikkat çekilmeli! Muhammed gizlice gece defnediliyor. Ömer’in dayağı sonunda ölen Fatma ve başka önemli kişilerin cenazeleri da gece ve gizlilik içinde defnedilmiştir. Çünkü bu ölümlerin hepsi kuşkularla, cinayet izleriyle doludur. Cenazelerin halkın önüne çıkarılması ortalığı karıştırıp, ölümlerin altında yatan cinayet kuşkularını açıkça gündeme getirecekti. Oysa Ebubekir, sessiz sedasız gece defnedilince; Ömer, hemen sabah halifeliğini bir kez daha duyurarak kolayca ve hiç sorun çıkmadan makamına oturabildi.