HABERLER
Dini Haber
Neden Ateist oldum? etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Neden Ateist oldum? etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

NASIL ATEİST OLDUM?

Yazan: Karanehir35


NASIL ATEİST OLDUM?

Herkese merhaba. Neredeyse hepimiz İslam kültürünün içinde doğmuş insanlarız. Her insanın bir sorgulama ve şüphe etme dönemi vardır ancak bu yolla gerçeğe ulaşabiliriz. Ben de gerçeğe nasıl ulaştığımı anlatmak istedim, belki benim durumumda olanlar için de bir fikir ve bir ilham olur kaynağı olur.

 Benim annem beş vakit namaz kılan, çok katı bir dindardır. 9-10 yaşlarından beri her okul bitiminde beni Kur'an kursuna yollardı. Orada cüz, namaz ve sureler öğretilirdi. Hocanın elinde kalın ve uzun tahta bir cetvel olurdu. Yaramazlık yapana ya da sureyi ezberlemeyene şak diye indirirdi. Ben de 9-10 yaşlarında bir çocuktum. Bir gün hoca yanımda duran arkadaş yaramazlık yaptı diye o ağır tahta cetvelle ona bir tane indirecekken arkadaş elini hızla çekti ve cetvel benim omzuma indi. Anında arkaya devrildim. Devrilmem ile beraber camiden kaçtım. Anneme ben camiye gitmeyeceğim, hocadan korkuyorum, böyle din mi öğretilir dedim ve o sene camiye gitmedim.

Ertesi sene annem yine beni zorla Kur'an kursuna gönderdi. Bu defa önceki hoca yoktu, daha sevecen biri vardı. 3 ay kursa devam ettim, cüzü bitirdim, namaz kılmayı öğrendim. Sonraki sene yine sil baştan bir daha Kur'an kursuna yolladı beni annem. Cami avlusunda beklerken kursa gelmiş olan bir kız çocuğu, hocaya "Allah var mıdır, nasıl görebilirim, neden kendini göstermiyor" diye birkaç sordu. Hoca da rüzgarı da göremeyiz ama rüzgar vardır, onu hissederiz dedi. Çocuk "rüzgarın fırtına, hortum şeklinde işaretleri var ama Allah'ın hiç işareti yok" dedi. Hoca da ona kızdı. Bu diyalog o gün kafama takıldı ve içimde yer etti. Bendeki ilk şüphe orada, bu konuşmayla oluştu diyebilirim. O sene de kursu bitirdim. Sonraki seneler annem ne yaptıysa bir daha Kur'an kursuna gitmedim. Kendimi dine, namaza tam veremedim. İçimde Allah'a dair bir şey hissetmedim. Zaten kurstan sonra namaz kılmayı da bırakmıştım. Teyzemin 14-15 yaşındaki kızları bazen bize uğrar, "neden Kur'an okumuyor, namaz kılmıyorsun" diye bana kızarlardı.

Annemin bütün zorlamalarına rağmen hiçbir Ramazan'da oruçta tutmadım, kardeşlerim ise oruç tutuyorlardı. Annem kendi anne babasından ve televizyondan ne duymuşsa üstüne bir şey eklememişti. Ne Kur'an'ın mealini okuduğu ne de din üstüne başka kitapları okuduğu vardı. Türbe ziyaretlerine ve türbelerin bahçesinden şifalıdır diye taş toplayıp eve getirmeye, onları kendine sürtmeye pek meraklıydı.

Lise 2'ye gidene kadar, yani 16-17 yaşıma kadar ne dine çok yakın ne de çok uzaktım, fakat kesinlikle bir dinsiz değildim. Henüz sorgulama dönemim başlamamıştı. Lise 2'de felsefeye merak saldım, özellikle Nietzsche'nin kitaplarını okudum. Nietzsche bu kitaplarda Tanrı'yı insanın/insanın zihninin yarattığından bahsediyor, Tanrı öldü diyerek Tanrı'nın ölümünü ilan ediyor, kutsal kitaplarda yazılanların bir masal olduğundan söz ediyordu. Özellikle Hristiyanlığa çok keskin eleştiriler getiriyordu.

Ona göre bu tanrı, insanları yeryüzüne acı çekmesi için yollamıştır. Emredicidir. Birçok buyruk ve yasağı vardır ve hayatı katlanabilir kılar. Nietzsche buna karşı çıkar. Çünkü ona göre, gerçekleşmeyecek vaatler veren dinler insanı sadece çileciliğe iterler. Bu da insanın özgür doğasına aykırıdır.
Nietzsche’ye göre Hristiyanlık bilim düşmanıdır. Deccal adlı kitabında şöyle der:

“Hristiyanlık gibi gerçeklikle ilişkisi olmayan, gerçeklik gelir gelmez uzaklaşmak zorunda olan bir din, doğal olarak dünya hikmetinin, yani bilimin düşmanı olacaktır”

Nietzsche Yahudiliğin de Hristiyanlık gibi insanın önüne engeller koyan bir din olduğunu düşünüyordu. O'nun bu düşünceleri üstünde epey düşünmüştüm ve bana mantıklı gelmişti. Sonra varoluşçuluk kuramının kurucusu Fransız Filozof Jean Paul Sartre'ı (okunuş: Jön Poül Saght*) okumaya başladım.

Sartre’nin ahlak anlayışı iki temele dayanmaktaydı:  Birincisi Tanrı’nın yok sayılmasının gerekliliği, ikincisi ise insanın özgürlüğe mahkum oluşudur. Tanrı’nın olmaması ile insanın özgür olması arasında sıkı bir ilişki vardır. Tanrı’nın varlığı kabul edildiği taktirde insan özgürlüğünü kaybedecektir. Çünkü Tanrı, insan üzerinde bir belirlenmişliğe neden olmaktadır. Böylesi aşkın bir varlığın kabulü de insanı sınırlandıracaktır. Böylece insan ne özünü kendisi belirleyecek, ne de özgürce hareket edecektir. Sonunda da hayatının her anında kendisi için belirlenen bir kaderi yaşamaya mahkum olacaktır. Tanrı olmadığında ise durum tersine dönecektir. Bu durumda insan dünyaya geldiği andan itibaren belirlenmemiş bir öze sahip olmasından dolayı özgürce hareket ederek özünü belirleyecek, özüyle birlikte değerlerini oluşturacaktır.

Ben de kendi özümü oluşturabilmek için öncelikle kafamdaki tanrı imgesinden kurtulmam gerektiğini anladım. Çünkü ben varsam tanrı yoktu, tanrı varsa da ben yoktum. Niezsche'nin günlük hayatta Tanrı'yı hiç düşünmemek hakkında, var olmayan bir varlık üstüne düşünmeye değmeyeceği yönündeki sözlerini de kendine ilke edindim ve Tanrı'yı yok sayıp onun üstüne hiç düşünmemeye başladım. Bu sorgulamalardan yaklaşık bir kaç ay sonra tam anlamıyla ateist oldum.

 Felsefi araştırmalardan sonra bir de Kur'an'ın mealini okuyayım dedim. Şiirle ve edebiyatla aram iyi olduğundan ve şiir de yazdığımdan, Kur'an'ın kafiyeli yapısı dikkatimi çeken ilk öge oldu. Kur'an mealini okudukça çok şaşırdım, o zamana kadar Kur'an acaba neler anlatıyor diye merak edip açıp okumamıştım. Bize hep Arapçası öğretilmişti. Ne büyük bir hata işlediğimi ve gaflette bulunduğumu o zaman anladım. Felsefeden yola çıkıp aklımı çalıştırmasaydım belki de Kur'an'ı araştırıp gerçeklere hiç ulaşamayacaktım.

Kur'an'da çok fazla tekrar gördüm, ayet sonlarında nakarat gibi devamlı "Allah ilim ve hikmet sahibidir" gibi tekrarlanan ayet sayısı bir hayli çoktu. Konu bütünlüğü yoktu, sürrealist metinler gibi bilinç akışı yöntemi ile rastgele yazılmış gibiydi. Üstelik bu Allah çok fazla ve durmaksızın yemin ediyordu. Bazen incirin, bazen zeytinin üstüne edilen yeminler oldukça çoktu. Aynı konular çeşitli ayetlerde devamlı işleniyor, tekrarlanıyordu. Özellikle Musa'nın adı her yerde ve çokça geçiyordu.  Ve okurken karşımda çok öfkeli ve hiddetli bir Allah buldum. Halbuki camide "Allah insanları sever" deniyordu. Buradaki Allah tam tersiydi. Sürekli insanları tehdit ediyor, cehennemden bahsediyor, insanlara maymun ve köpek diye hakaret ediyordu. Kendi kendime dedim ki "bir Tanrı bu kadar öfkeli olamaz." Her şey o kadar açık ve seçik yazılmış ki ayetlerde, inanın bu yüzden tefsirlere bakma gereği bile duymadım. Çoğu ayetin bir açıklamaya ihtiyacı bile yoktu. İslam alimlerinin hepsi ayetlere takla attıran cinsten olduğu için tefsirleri okuma gereği duymadım.

Dinin direği denilen namazın Kur'an'da nasıl kılınacağı bile anlatılmazken, Muhammet'in hanımlarına, cihada, ganimete ve Nuh tufanı-Musa-Yusuf gibi efsanelere-kıssalara bu kadar çok yer ayrılması Allah kelamı denilen bir kitaba yakışmayacak türdendi. Bu kitap her haliyle belli ki bir insan sözüydü. Bazı ayetler ise diğer ayetlerin hükmünü geçersiz kılıyordu.
Basit bir ceza hukukunda bile birbirini geçersiz kılan maddeler ve çelişkiler yoktur. Allah kelamı olduğu söylenen bir kitapta böyle çelişkilerin olması hayatın olağan akışına terstir.

Kısaca Kur'an'da say say bitmeyecek bir yığın çelişki ve hata var. Kur'an'da aynı ayetlerin devamlı tekrar edilmesi, hiçbir surede konu ve anlam bütünlüğünün olmaması, bir surede anlatılıp kesilen bir olayın başka bir surede tekrar anlatılması, daha başka bir surede o anlatılan olayın devam etmesi bana aynı zamanda Muhammet'in ne kadar unutkan ve dikkatsiz biri olduğunu düşündürdü. Böyle bir kitap yazıp bir editöre gönderin, editör işin içinden çıkamayacak, her yeri düzeltilmeye muhtaç bu kitabı olduğu gibi size geri yollayacaktır. Benim gözümde İslam, Muhammet'in günlük siyaseti ve işleri sonucu oluşmuş bir kurallar bütünüdür. Kesinlikle bir Tanrı buyruğu kitap değildir. Bir tane bile orjinal hikaye barındırmaz. Ne bileyim insanda biraz hayal gücü olur. En azından Tevrat'tan ayrıştırmak için içine farklı hikayeler koyar insan. Tevrat'ta, İncil'de hangi hikaye geçiyorsa Muhammet onları özet olarak aynen Kur'an'a eklemişti.

Bununla da yetinilmemiş, İmrul Kays gibi büyük Arap şairlerinin şiirleri ayet olarak Kur'an'a alınmış, Zerdüştlük'ten cennet-cehennem ve sırat köprüsü motifleri alınmış. Kısaca Kur'an kolaj bir kitaptır. Özellikle bizim insanlarımız bir kere Kur'an'ın mealini açıp okusalar gerçeği görecekler fakat ülkedeki sistem Kur'an'ı Türkçe olarak okumamak, anlamamak ve okutmamak üzerine kurulu. Kur'an Arapça okunup geçiliyor. Anlamını soran var mı? Yok.

Daha sonra İslam tarihi üzerine derin okumalara giriştiğimde, bize okullarda öğretilen İslam'ın gerçek İslam tarihiyle alakası olmadığını öğrendim. Öncelikle bize yüce kişilikler olarak gözyaşları içinde Ebu Bekir'den tutun da Ömer'e Osman'a Ali'ye kadar anlatılan o kahramanlık ve yoksulluk hikayelerinin hepsi yalanmış. Bizzat Muhammet bile eceliyle ölmemiş, Ebu Bekir ve Ömer tarafından zehirlenerek öldürülmüş. Muhammed peygamber olduğu için toprak altında bile bozulmayacağı söylenen cesedi 3 gün boyunca Arabistan sıcağında bekletilerek çürümüş. Alelacele, gece Ali tarafından defni yapılmış. Çünkü Ebu Bekir ve Ömer o ara halifelikle ilgileniyorlar. Birbirini seven şu insanlara bakın. Mevki makam derdindeler. Muhammet umurlarında mı?
İslam'ın kurucu kadrosu Ebu Bekir, Ömer, Osman ve Ali bile öldürülmüş. Hiçbiri eceliyle ölmemiş. Üstelik Muhammet'in ölümünden sonra zorla Müslüman olanların büyük kısmı kitleler halinde İslam'ı terk ediyorlar. Buna fırsat vermemek için Ebu Bekir gönderdiği ordularla büyük katliamlara imza atıyor. Yani İslam'ın temeli kan, kolonları kan, binası, her şeyi kan. İslam tarihinde beyaz bir sayfa göremezsiniz. Bütün dinler tehlikelidir. Fakat İslam kadar tehlikeli bir din daha yoktur. İslam insanları cahil bırakmak için özel olarak oluşturulmuş, tümüyle bilim ve insanlık dışı bir din. Hiçbir uygulaması İnsan haklarına uygun değil. Öyle ki köleliği bile kaldırmamış ve köleliği kaldırmaya gücü yetmeyen Allah, kitabında köleliğin şartlarını iyileştirmekle övünmüştür. Nereden tutsan elinde kalıyor.

Özellikle beni İslam'ın gerçek yüzünü görme konusunda aydınlattıkları için Turan Dursun, İlhan Arsel, Muazzez İlmiye Çığ ve Arif Tekin'e teşekkürü bir borç bilirim. Herkesin gerçekleri söylemekten tereddüt ettiği bir ülkede büyük bir cesaretle ortaya çıktılar. Ve İslam yine o kanlı yüzüyle, eleştiriye tahammül edemeyen o azı dişleriyle Turan Dursun'u katledip aldı aramızdan. Oysa ki Turan Dursun sadece gerçekleri yazmıştı. Ebu Bekir, Ömer, Osman ve Ali gibi kimseyi katletmemişti. Muhammet gibi 9-10 yaşlarındaki kız çocuklarıyla evlenmemiş, evlatlığının hanımını kendine eş yapmamış, insanları din diyerek kandırmamış, kimseleri sömürmemişti. Sadece gerçekleri söylemişti. Buna bile tahammül edemediler.

Müslümanlar sakın ola inancımıza saygı gösterin demesinler. Müslümanlar gücü ele geçirince diğer inanç sahiplerine neler yaptığını çok iyi biliyoruz. "İnancıma saygı göster" sözü aslında bir kılıftır, "dinim hakkında konuşma, gerçekleri gün yüzüne çıkarma" kılıfıdır bu.

İSLAMİYET'TEN ATEİZME



İSLAMİYET'TEN ATEİZME
(Takipçilerimden B.Salman'ın Hikayesi)

Merhabalar dilimin döndüğünce sizlerle dinden çıkış hikayemi paylaşacağım.
Öncelikle kendimi tanıtayım 1984 Kırıkkale doğumluyum ve 25 yaşına kadar koyu ülkücü ve Müslüman olarak orada yaşadım küçük ve çoğunluğu muhafazakar bir şehirdir.

İlkokul yıllarında yaz tatillerinde mahalle camisindeki kuran kursuna giderdim, süreleri ezberlemiş ve Arapça okuyabiliyordum kılabiliğim kadarda vakit namazlarını kılıyordum. İlkokul 4. ve 5. sınıfta din dersinde süre ezberlemekte zorluk çekmiyor genelde sürelerin Türkçe anlamları dikkatimi çekiyordu en çok beğenip hoşlandığım ise Tebbet süresi her okuduğumda Ebu Lehep kafiri cehennemde azap çekiyor diye kendimce onun ateşine bir odunda ben atıyorum derdim ama git gide içimden Allah neden beddua ettiriyor diye bir düşünce sarmaya başladı. Ortaokulda 1.sınıfta din dersinde Hz. Muhammedin hayatı Ebu Leheb'in peygambere yaptıklarını işlerken dayanamadım öğretmene sordum:
+ Hocam dinimizde beddua günah değil mi?
- Günah tabi ki oğlum öyle şey olur mu
+ Allah veya peygamber Tebbet süresinde neden beddua ediyor? namazda beddua okunur mu?
- Allah öyle uygun görmüş, öyle emretmiş sen namaz kılarken Tebbet'i okumazsın olur biter, bunu sorgulamak bizlere düşmez hele sana hiç düşmez kafir olursun şimdi çık dışarı aklını başına alana kadarda bir daha benim dersime girme dedi.

Okul hayatımda ilk defa dersten atılmıştım ve böyle devam ederse derslere girmeyecektim ailem öğrenirse onlara ne diyeceğim babamın vereceği cevapta din öğretmeninden farksızdı yani ve aldığım bir cevap değil nefretti teneffüste gidip özür diledim konuyu kapattık ama din dersi ve dinden uzaklaşmaya başlamıştım ailem namaz kıl dedikçe bir bahaneler uyduruyor kendimi odaya kapatıyor kıldım diyor cumaya git dediklerinde ise evden çıkıp mahallede gezip cumanın çıkış saatinde eve geliyordum aradan yıllar geçti askerlik çağım geldi tabi bu arada sigara ve ara sırada olsa alkole başlamıştım. O dönem annem hastalandı teşhisi MS'di (Multiple Skleroz: beyinde ve omurilikte, mesajları taşıyan sinir telleri etrafındaki koruyucu kılıfın (miyelin kılıfı) hastalığıdır)

Askerlik bitti iş hayatı falan derken annemin hastalığı iyice ilerlemişti 2008 de vefat etti, 5 yıl çekti bu hastalığı. Dine bağlı olmasam bile her gece annem için Allah'a dua etmiştim, artık iyice uzaklaşmaya başlıyordum. Hani Allah affederdi duaları, boş çevirmezdi ama benimkini çevirmişti, derken bir evlilik yaptım, boşandım.
2011 de Kırıkkale'den çıkıp Kocaeli'de bir arkadaşla bekar evi tutmuş güvenlik görevlisi olarak çalışıyordum ama alkol, sigara, bar, pavyon, karı-kız hayatım iyice raydan çıkmış, çoğu zaman geceden kalma işe gider olmuştum. Arkadaşım da memleketine dönmüştü, evde tek kalıyordum, günümü gün edip yalnız kaldığım gecelerde ise cin, peri, şeytan, muska, büyü gibi şeylere sarmıştım.

2013 sonlarında ikinci evliliğimi yaptım ve boş zamanlarımda tarih araştırmaya başladım. Göktürkler, Hunlar, Moğollar vs. ama asla Osmanlı dönemine girmiyordum. Namaz, oruç, abdest hiçbir şey yok. Tabi eşimle tartışmalarımız oluyor, bana dini falan anlatıyor, ben de annem için ettiğim duaları,  inandığımı fakat farklı bir yaratıcıya inandığımı, onun da Allah olmadığını söylüyordum.

Bazen de din konulu videolar, podcastlar dinleyip izlemeye başladım. Muazzez İlmiye Çığ'ın, Sümerler-Gılgamış Destanı'nı dinledim, o kadar etkilendim ki bütün ilgim dinlere yöneldi.
Yahudilik, Hristiyanlık, Zerdüştlük, Hinduizm, Müslümanlık derken dinler arasındaki hikayelerin aynı olması çok ilgimi çekmişti.

Turan Dursun'un kitapları, Twitter'da takip ettiğim birkaç sayfa, Youtube'da dinlediğim podcastler... Müslümanlık böyle bir şey olamaz. Zamanında inandığım din, taptığım tanrı bu olamaz deyip söylenen ayetleri, hadisleri karşılaştırıyorum.. Adam doğru söylüyor, meğer bizler körü körüne inanıyormuşuz. O ayetleri bilsek bile orada asıl anlatılmak istenen ............ budur diyenlere inanıp Rivayetçi İslam alimlerinin çizdiği yoldan gitmişiz. Bir zamanlar bir yaratıcı olabilir fikrim ise tamamen kayboldu, bütün dinler birbirinin kopyası, bir pazar yeri, pazarlama aracı olduğu kanaatine vardım.

35 yıllık hayatımda beğendiğim bir söz ve yapılması gereken bir doğru var ise "Yer yüzünde ne yazıldıysa insan yazdı ne söylendiyse insan söyledi" sözüdür. Çok doğru bir tespit ve inancın ne olursa olsun kutsal kitapları okurken o dine mensup değilde kendini inançsız yerine koyacaksın ki okuduğun o kelimeleri tek tek anlayasın.

Din ve Mitoloji kanalına bizler için böyle bir imkan tanıdığı için teşekkür eder, başarılarının ve sesimizi daha büyük kitlelere ulaştırmalarını dilerim saygılarımla, B.SALMAN.

SİZDEN GELENLER | Yazan: B.Salman

Eleştirisel bakış açısı ile her din ve inanca ait yazılarınızı, inancınızın değişim sürecini anlattığınız sorgulama süreçlerinizi dinvemitoloji@gmail.com adresine gönderebilirsiniz.
  • Bu yazılar biz-siz gibi sorgulama evresine girmiş herkese mutlaka biraz olsun ışık tutacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazılar sitemizde adınızla veya takma adınızla yayınlanacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazının başka bir internet sitesinde yayınlanmamış olması gerekmektedir. (KOPYA içeriğe karşı olduğumuzdan, sitemizdeki tüm içerikler özgündür)

VİCDAN VE AKLA UZANAN SÜREÇ



VİCDAN VE AKLA UZANAN SÜREÇ
(Takipçilerimden Devrik Tümcelerim'in Hikayesi)

Yaklaşık bir yıldır bu vb kanalları takip ediyorum. Hazırlanan videoları dikkatlice izliyorum.  Ben de aydınlanma sürecimi sizlerle paylaşmak istedim.  Adım Mustafa. Annem bu ismi kulağıma fısıldarken benimle ilgili kim bilir ne hayalleri vardı. ;)

Ben hikayemi taa ortaokuldan başlatmak istiyorum: Ortaokulda okurken İslam Tarihi isimli bir dersimiz vardı. O dersin öğretmeni bize Arapların İslam öncesi yaşamlarından bahsetmişti.  Hepiniz bilirsiniz hikayeyi... Kız çocukları canlı canlı toprağa gömülüyordu vs... Tabi bizde inanmaya gönüllüydük. Hani "kız çocukları canlı canlı toprağa gömülüyorsa erkekler bir biriyle mi çiftleşip çoğalıyorlardı?" gibi bir soru sormak aklımıza gelmedi. Gelmezdi de... Sonuçta anneden deden öğrendiğimiz dindi bu.

O dersten hatırladığım diğer ikinci bir konu ise Zeyd Bin Harisi idi. Hani şu Hatice'nin kölesi olan Zeyd. Peygamber ile evlenirken peygambere hediye edilen Zeyd. sonra peygamber tarafından azat edilip evlat edinilen Zeyd... Öğretmenimiz bize Zeyd'in hikayesini bu şekilde anlatınca hepimizin kalbi yumuşamıştı adeta. Sevinçliydik, mutluyduk. Çünkü biz Müslümandık.

O yıllar pek bir şey sorguladığımı hatırlamıyorum. Ramazanlarda orucumu tutar akşamları da teravih namazlarına giderdim. Daha sonraki yıllarımda pek dindar bir insan olmadım, olamadım. Bilmiyorum neden? Cumaları da bırakınca arkadaşlar arasında kendime "Ben az Müslümanım" demeye başladım.

Daha sonraki yıllarımda hac ibadetini çok sorguladım. Yani her şeyi, kainatı, evreni, güneşi,  yıldızları yaratan tanrı neden insanları bir şehre çağırsın ki? Yemen'de ya da Dünya'nın değişik coğrafyalarında bir yığın insan açlıktan ölürken neden bütün Müslümanlar Arabistan'a gidip kurban kesip gelsin?

Sonra üç semavi dinin de kutsal mekanları neden hep aynı bölgede diye bir soru takıldı aklıma. Filistin örneğin. Üç din için de kutsal. Tanrı acaba bu üç dine inanan insanlara gidin Filistin'de bir birinizi kesin mi diyordu?  Ve peygamberler neden hep aynı bölgeye gönderildi. Sorular... sorular...

15 temmuz bendeki uyanışın başka bir sebebiydi.  Hani  bunlardan zarar gelmez dediğimiz namazlı, niyazlı insanların topluma neler yapmaya çalıştığını canlı canlı izledik.

Sonra İŞİD beni çok aydınlattı. Adamlar İslamı hiç eğip bükmeden dosdoğru uyguladılar. Hani bizim ilahiyat profları ayetlerin orasını burasını düzeltmeye çalışıyorlar ya; onlar öyle yapmadı. Ne yazıyorsa o. Gerçek İslamı gözümüze gözümüze soktular.

Neyse yıllarım geçti böyle... Şu an 40 yaşımdayım. Twitter'da gezinirken bazen ülke gündeminde "Kuran oku ateist ol" gibi başlık etiketleri görüyordum. İlgimi cezbeden birkaç tweet görmüş olmalıyım ki araştırmaya koyuldum. Youtube 'ta Yakup Deniz isimli bi abinin videosuna denk geldim. Video başlığında "Muhammet'in geliniyle olan evliliği" gibi bir şey yazıyordu. O video beni çok sarstı. İzledim. Adam iftira da atmıyordu. Anlattıklarını Azhap suresinin ayetleriyle delillendiriyordu. Yıkılmıştım. İlk olarak ortaokuldaki öğretmenim aklıma geldi.
Hani Zeyd azat edilmişti?
Hani evlat edilmişti Zeyd?
O nasıl bir azat edinmişlik ki adam karısına bile sahip çıkamıyordu? Bi erkek olarak kendimi Zeyd in yerine koydum, kaldıramadım durumu.

Sonra bu tarz videoları izlemeye ve videolarda anlatılan ayetleri incelemeye başladım. Tam bir şok hali içindeydim. O koskoca, her şeyi yaratan Tanrı, Muhammet istediği karısıyla yatar diye ayet bile göndermişti güya.

O uyanışımın başladığı günler geceleri uykuya dalmadan önce hep yaratıcıya dua ettim; Allah'ım ben bir yol ayrımındayım. Eğer yanlış yoldaysam döndür beni diye. Güya kendimce rüyada bir işaret bekledim safça. :)

Birileriyle konuşmak istiyordum ama kiminle? Herkesle konuşulmazdı bu durum. Bazen sokağa çıkıp "Muhammet hepimizi kandırmış!" diye haykırmak istiyordum. İlk olarak Twitter'dan bazen sohbet ettiğim bir arkadaşıma anlattım durumumu. Nasılsa tanıdığım biri değil, sadece Twitter'dan tanışıyoruz diye düşündüm sanırım. ;)Terslemedi beni. Neden, niçin anlamaya çalıştı. Ben de gerekçelerimi sıraladım. Arkadaşımın bana ters tepki göstermemesinden  epey cesaret aldım.

Sonra çok eskiden beri arkadaşlığım olar bir yakınımla konuşmak istedim. Konuşmak diyorum da yazıyordum aslında. Konuşacak kadar cesaretim yoktu henüz. Yine bir gün Twitter'da gezinirken karşıma  Muhammet'in hayatını kolaylaştıran ayetler ile ilgili bir görsel çıktı. Bir fotoğraf karesine 3-5 ayet yazılmıştı. Eminim hepiniz görmüşsünüzdür bu vb. görselleri. O görseli indirip arkadaşıma gönderdim. Sordum bunlar ne diyor diye. Arkadaşım bana cevap olarak Kur-anda bu ayetler yok; bunlar iftira atmak için hazırlanmış dedi. Ben de aynı ayetleri diyanetten alıp tekrar gönderdim. Arkadaş biraz sessizleştikten sonra savunmaya geçti. Oradan buradan bir şeyler kopyalayıp atıyordu bana. Ben de ona öğrendiğim yeni ayetleri gönderdim. Kabuğuna çekildi arkadaş. Yazdıklarımı okumamaya başladı. Çok gitmedim üstüne. Sonuçta onu ikna komasına sokmaya hakkım yoktu.

Oğlum 2 yaşlarındayken ona kendi uydurduğum masalları anlatırdım. Bazen yanım uzanıp "Baba hadi bana masal anlat" derdi. Ben de başlardım anlatmaya. Masalda hayvanları konuştururdum. Oğlum bazen dinlerken uyuyup kalırdı. Üç yaşına gelince anlattığım masalları sorgulamaya başladı. Masalda  oğlum güya ormanda gezinirken sevimli bir ayıyla karşılaşıyor, ayı ona gel oyun oynayalım diyordu. Oğlum o gün sordu bana "Baba ayılar konuşur mu?" diye. Üç yaşındaki çocuk ayının konuşmasını sorgularken koca koca insanlar denizin yarılmasına veya bir peygamberin hayvanlarla konuşmasına nasıl inanabilir ki? Din bence büyüklere anlatılan masallardan başka bir şey değil.

Ben şu an ne olduğuma karar vermedim. Deist miyim, ateist mi? Kavramlara ve isimlere pek takılmıyorum artık. İçimde birkaç bin yıllık uykudan uyanmış olmanın dinginliği var. Benim dinim vicdanımdır. Ve bana göre yaratıcının en büyük ayeti AKILdır.

SİZDEN GELENLER | Yazan: Devrik Tümcelerim

Eleştirisel bakış açısı ile her din ve inanca ait yazılarınızı, inancınızın değişim sürecini anlattığınız sorgulama süreçlerinizi dinvemitoloji@gmail.com adresine gönderebilirsiniz.
  • Bu yazılar biz-siz gibi sorgulama evresine girmiş herkese mutlaka biraz olsun ışık tutacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazılar sitemizde adınızla veya takma adınızla yayınlanacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazının başka bir internet sitesinde yayınlanmamış olması gerekmektedir. (KOPYA içeriğe karşı olduğumuzdan, sitemizdeki tüm içerikler özgündür)

NASIL ATEİST OLDUM? (Hayırsız Evlat)



NASIL ATEİST OLDUM?
(18 Ayar Ateistin 24 Ayar Ateist Olma Süreci)

Sürecimi okuyan herkese esenlikler diliyorum.

Bu, kendini 24 ayar ateist zanneden 18 ayar bir ateistin, 24 ayar ateist olma hikayesidir.

Babam, annemle evlenip üç çocuktan sonra köyden ''ilk'' çıkan olup Ankara'ya taşınmış. Sonra ben doğmuşum. Ankara dediysem, merkezine değil kenarına. Bahçeli Evlerinin üst tarafı, Emek Mahallesinin yanı. Diğer yanı Balgat'tı. Bizim evin bahçesinin dibinden devletin buğday tarlası başlıyor, 300 metre ilerideki Amerikan Üssüne kadar. Deniz Gezmiş'in Amerikalıları kaçırdığı üs..

Bahçeli, Emek, Balgat arasında devasa bir arazi içinde, üçerli-dörderli, ''grup gecekondulardan'' oluşan, toplamda 60-70 haneden ibaret bir mahalle. Adı ''Serpme evler''. Bizim ev kenarda, üç haneli gurubun içinde.

Yıl 1966 ya da 67. O yıllarda mahalle arasında yoğurtçu, kalaycı, bileyici, lahmacuncu, dondurmacı, elma şekerci, pamuk şekerci, berber, velhasıl aklınıza gelebilecek bütün satıcılar fazla bağırmadan gezerlerdi. Sünnetçi de bunlardan biriydi..

Sünnet olduğum günün bazı ayrıntılarını hala hatırlıyorum. Evin ortasında, seyrek saçı olan bir sünnetçinin elindeki çantayı halının üstüne koyması, içinden parlak bir ustura çıkarması, benim bakışlarımın parlak usturanın keskin kenarında kilitlenmesi, sünnetçinin önümde eğilmesi, kısa ve  eskin bir acı... ve hemen peşinden pudra sürülmesi ..İslam'la ilk tanışmam böyle oldu. Girerken kesmişlerdi. Ama ben bunun farkında değildim tabi. Bu her çocuğun başına gelen bir şeydi. Allah'ın adı henüz yoktu.

Yıl 1968, Altı yaşındayım.. Dayım köyden bize gelmiş, bizim evde kalıyordu.. İki odalı evimizin salonunda bütün çocuklar bir yatakta ve dayım öteki yatakta yatardık. O zaman henüz lambalı radyomuz yoktu...

Dayım her gece ışığı söndürdükten sonra, yataklarımızda yatarken bize masallar anlatırdı.. En çok da Adem ile Havva'yı anlatırdı. Bu masalı defalarca dinledik ama bıkmadık hiç..

Bu yüzden İslam'da en iyi bildiğim şey, hatta tek şey, Ademle Havva'nın hikayesidir. Onların Cennetten kovulmalarına çok üzülürdüm. Şeytan kötü biriydi, Adem'le Havva'nın kovulmasını istiyordu ve bunu başarmıştı. Allah iyi biriydi, onları uyarmıştı ''bu elmayı yemeyin'' demişti. Ama onlar yiyince, Allah da mecbur kalmıştı onları cennetten kovmaya. Keşke yemeselerdi de Allah da onları kovmak zorunda kalmasaydı. Allah ne yapsın dı?. Aynen böyle düşünüyordum o zaman, hala aklımdadır böyle düşündüğüm. Allah'ın suçu yok, bütün suç kötü Şeytanda..

Allah adını ilk defa dayımdan duymasam da, ne işe yaradığını ilk defa dayımdan öğrenmiştim. Allah, Adem'le Havva'yı yaratan kişiydi..
Şeytan'ı Allah'ın yarattığını söylememiş, ya da az söylemiş olmalı ki, ben şeytanı ayrı bir kötü kişi  olarak biliyordum. Daha önce Allah adını sadece küfürlerde veya birine kızdıklarında duymuştum.. Annem bana kızdığı zaman ''Allah belanı versin senin'' diye bağırırdı. Burada sözü geçen ''Allah'' kelimesi beni hiç ilgilendirmezdi, beni ilgilendiren şey annemin bana kızdığıydı. Bu küfürler arasında ''Ermeni dölü, Yezit tohumu'' da vardı. Bir de annem başka birine kızdığında ''Firavun, firavun bu'' derdi. ''Şeytan'' da başkalarına karşı kullanılan kötü bir sözdü. Bizden büyük çocuklar kavgalı tartışmalarında, birbirlerinin Allah'ına küfrediyorlardı. Bir de kitaplarına. Başka küfürler de ediyorlardı ama konumuz bu değil şimdi.

Dediğim gibi Allah adı küfürler sayesinde kelime dağarcığıma girmişti. İslam dinini küfürler sayesinde zorlanmadan öğreniyordum. İlerleyen gecelerde dayımdan, annemin ve babamın bile Allah tarafından yaratıldığını öğrendim. Ve hatta dayımı bile.. dünyayı ve kedileri, ağaçları ve bütün her şeyi o yaratmıştı..

Dedemin sakalları gibi bembeyaz sakalları olan birini tasvir ettim hayalimde. Allah gökyüzünde bir yerlerdeydi..

İyi biriydi, çocukları severdi, onları korurdu. Herkesin yiyeceğini o verirdi. Elden yiyecek vermezdi ama yiyecek bulmalarını o sağlardı.. Babamın bile işe gidip çalışarak eve yiyecek getirmesi onun sayesindeydi. Allah olmasaydı hepimiz açlıktan ölürdük. İyi ki vardı.

Bu bilgileri çoğunlukla benim sorularım üzerine cevap olarak vermişti.. Çok heyecanlandığımı hatırlıyorum. Artık ''her şeyi'' biliyordum ve arkadaşlarıma bunları anlatarak, onlara ne kadar bilgili olduğumu gösterecektim..

Şimdi düşünüyorum da peygamberden hiç bahsetmedi, ya da bir-iki kere adı geçtiyse bile benim dikkatimi çekmemiş olsa gerek ki aklımda kalmamış. Peygamberi okulda öğrenecektim.
Bizim aileden ve diğer büyüklerden hiç kimsenin beni karşısına oturtup Allah, veya din üzerine vaaz verdiğini hatırlamıyorum. Yaşım küçük olduğu için değil, ilerleyen yıllarda da böyle bir girişim olmadı.

Din, bizim ailede, mahallede ve çocuklar arasında çok az konuşulan bir konuydu. İslami şartlar, Kur'an, namaz, peygamber gibi konular çok az yer tutardı. İslam'ın korkutucu figürleri, cinler, periler. cehennem, İslamcıların şiddet hareketleri daha fazlaydı sohbetlerde.. Siyaset yüzde doksan ağırlıklıydı. Ecevit, Demirel, Yurt haberleri en çok konuşulan konulardı. Bundan sonra anlatacaklarımdan, cin-periyle yatıp, cin periyle kalktığımız zannedilmesin. Konumuz bu olduğu için, diğer faaliyetlerin arasından cımbızladığım anılarımdır.

Yıllar sonra annemle bir sohbet sırasında, ilkokula başlamadan önce direkten döndüğümü öğrenecektim.

Babam beni ''Kur'an kursuna'' göndermek istemiş, annem buna şiddetle karşı çıkmış, babama kızmış ve ''çocuğun zihni bulanır, o okuyup büyük adam olacak'' demiş, bu konu bir daha açılmamak üzerine kapanmış..

Sonraki yıllarda bizim eve misafirliğe gelen babamın iş arkadaşlarının konuşmalarından Müslüman olduklarını anladım. Çünkü hep onlar geldiğinde dinden namazdan Demirel'den bahsederlerdi. Demirel' ciydiler. Biz Ecevit'ciydik. Çoğu zaman tartışmalar yüksek sesle olurdu. Misafirsiz geçen gün kayıp gündü.

Büyük ihtimalle babam arkadaşlarından etkilenip beni Kur'an kursuna göndermek istemişti. Sonraki yıllarda babamı bir-iki kez namaz kılarken gördüm. Babam Müslümanmış. Annemi de sanki bir kere namaz kılarken gördüm, ama tam emin değilim.

Aslında ben de Müslümandım. Dayımdan öğrenmiştim Müslüman olduğumu.. Biri bana ''Müslüman mısın?'' diye sorduğunda ''evet Müslümanım'' demeyecektim. ''Elhamdürillah Müslümanım'' diyecektim.

''Evet Müslümanım'' dediğimde Müslüman olmuyormuşum. Bunu öğrendiğim iyi olmuştu.
Sonraki günlerde arkadaşlarıma ''sen Müslüman mısın?'' diye sorduğumda, bir kişi hariç, hepsi de ''evet Müslümanım'' diye cevap vermiş, ben de gülerek, onlarla ''Müslüman değilsiniz işte'' diyerek alay etmiştim. Doğru cevabı onlara öğretmiştim. Doğru cevap veren o bir kişi de benden büyüktü, okula bile gidiyordu.

İlk orucumu okula başlamadan tuttum. Oruç ayı başlamış, annem babam gece kalkıp yemek yiyor, sonra akşama kadar aç duruyorlardı.

Ben de heveslendim, anneme ısrar ettim, beni de kaldır, ben de oruç tutacağım diye. Annem de kaldırdı gece, birlikte yemek yedik, çok güzel bir duyguydu.

Büyüdüm artık oruç tutmaya başladım diye seviniyordum. Biraz uyuduktan sonra kalktım. Arkadaşlarla evcilik oynarken cebimde sakız varmış, çıkarıp çiğnemeye başladım. Bir süre sonra ''eyvah ben oruçtum tüh'' deyip sakızı tükürdüm yere. Ama iş işten geçmişti. Orucum bozulmuştu. Zaten karnım da acıkmıştı, eve girdim, ekmeğin ucundan büyükçe böldüm, içini boşalttım, içine biraz ''sana yağ'' sürdüm sonra toz şekeri basa basa doldurdum, azıcık suladım, şerbetini yere damlata damlata bir güzel yedim...

Bu tuttuğum son oruçtu. Bir daha oruç tutmadım hiç. Bütün gün aç kalmak saçmaydı. Zaten birkaç ay sonra Allah'la kavga edecektim ve kavgalı olduğum biri için oruç tutmamın da bir anlamı yoktu.

Allah'la kavgam yavru kediler yüzünden olmuştu.. Evimizin arkasında, biraz uzakta yavru kediler bulmuştum 4 tane. Çok küçüktüler. Anneleri yoktu. Ekmek götürdüm verdim, yemediler. Ekmeği ıslattım gene yemediler. O kadar küçüktüler ki, ağızlarını açmayı bilmiyorlardı. Allah onlara yardım eder diye kendimi avuttum, arkadaşlarımla oyuna daldım, unuttum kedileri.

Ertesi gün hala oradaydılar, ve ekmek duruyordu. Susamışlardır diye su koydum önlerine içmediler.
Tekrar yeni ekmek götürdüm ama bu sefer ekmeğe sana yağ sürdüm. Gene yemediler. Açlıktan ölecekler. Allah'a yalvardım ne olur yesinler, ölmesinler diye.
Allah hiç bir şey yapmadı. Bu yüzden Allah'a kötü sözler söylediğimi hatırlıyorum, ama ne söylediğimi hatırlamıyorum...Sonra Allah'tan özür dilediğimi. Sonra tekrar kötü sözler söylediğimi ve tekrar özür dilediğimi.. Sanırım bana bir şey yapar diye ondan korkmuştum, bu yüzden özür dileyip durmuştum..

Bu olaydan sonra bir daha Allah'tan hiç bir şey istemedim. Allah'tan soğumuştum, iyi biri değildi ..hatta kötüydü, vicdansızdı. Var olduğundan bile şüphelendim bir an.. Var olsa zavallı yavrucaklara yardım etmez miydi?.. Ama vardı.. Yoktu da biz nasıl gelmiştik dünyaya?.. Adem ile Havva'yı cennetten Allah kovmuştu?. Dayım bunları nasıl biliyordu?.. Çok bilgiliydi dayım. Her şeyi biliyordu..

Allah'ın varlığından şüphe ettiğim için pişman oldum. Günaha girmiştim. Kediler bende derin biz bıraktığı için o günlerdeki duygularımı hala büyük oranda hatırlarım. Şimdi düşünüyorum da sanırım ''ateist'' olmanın ilk adımını o gün atmıştım. Zaten İslam hakkındaki bilgim ''elhamdürillah Müslümanım'' dan ibaretti. Allah ilk darbesini almıştı..

Okula başladım. Yaz tatiline girdik. Artık mahallenin ortasında oyunlar oynamaya başlamıştık. Mahalle arazisi çok geniş ve evler seyrek olduğu için, bir-kaç tane mahalle ortası vardı ve bizim eve uzaktı.

Gündüz sadece erkeklerle maç yapar, kızlı erkekli yakan top voleybol, hava kararınca da saklambaç oynardık. Eğer ortalık zifiri karanlıksa saklambacın tadına doyum olmaz. Bazı kızlar bu oyuna katılmazdı. Saklambaç oyunu bitince kızlar evlerden çağrılır, erkekler mahallenin ortasında kocaman ateş yakar, üstünden atlar, ateşle oynar, sonra ateş azalınca çevresinde oturup, çeşitli konularda sohbet ederdik. Ateş yaktığımız akşamlar kızların bir kısmı eve daha geç giderdi. Bazen ''cinler'' hakkında olurdu sohbet. Bazen bütün hafta cin hikayeleri anlatılırdı. Bazen bir ay boyunca farklı konular gündemde olurdu.

Cin hikayelerini çoğunlukla dehşet içinde dinler ve korkardık...Korkmaktan da çok hoşlanırdık.
Sohbetlerde lafın bir an önce cinlere gelmesini sabırsızlıkla beklerdik. Bizden daha büyükler sohbetten sıkılınca ''ayı gördüm'' oynamak için eşleşip, gecenin karanlığında kaybolurlardı. Çok uzak ve karanlık yerlere gittiklerinden, hatta bazen yakın mahalle aralarına saklandıklarından ve oyun çoğu zaman gece iki-üç gibi ancak bittiğinden şimdilik bize göre değildi bu oyun. Üç-dört yıl sonra, biraz büyüyünce biz de bol bol bu oyunu oynayacaktık. Gece meyve bahçelerine dalmaya gidecek, bazen yakalanıp dayak yiyecektik. Başkasının bahçesinden meyve çalmak bana utanç verici gelirdi, her gidişimizde vicdanım rahatsız olurdu ama guruptan da kopamazdım. Çünkü çok heyecan verici ve maceralı olurdu bu seferler. Herkesin uykuya daldığı gecenin geç saatleri en iyi zamandı.

Cin hikayelerini en çok ''cinci hoca'' nın çocukları anlatırdı. Cinleri en iyi bilenler onlardı. Onlarda yalan olmazdı. Bu çocuklardan biri benden bir yaş büyük, öbürü de 1 yaş küçüktü. Bütün çocuklar hemen hemen yaşıttık. Büyük çocukların anlattıkları daha korkunç olurdu.. Mezarlıklarda yaşanan gizemli olayları, ruhların insanlara musallat olup onları çaat diye nasıl çatlattıklarını, büyüklerinden dinledikleri canavar hikayelerini anlatırlardı. Biz küçüklerin korkması büyüklerin hoşuna gider, biz korktukça daha da korkunç hikayeler anlatıp, gece sonunda evlere dağılırken bizi tek başımıza eve gidemez hale getirirlerdi. Sonra çok korkanlara ve evi uzak olanlara eşlik edip eve kadar götürürlerdi.. Allahtan bizim evle toplandığımız yer arası yaklaşık 150 metrelik artık ekilmeyen taşlı, çimenli bir tarlaydı. Ben tek başıma eve gidebiliyordum. Bizim evin bahçe ışığı genelde yanardı. Işığın verdiği güçle bir koşu evdeydim...Henüz çok küçük olduğum için eve herkes yatmadan giderdim. Ama benden 3 yaş ve 6 yaş büyük olan abilerim gece herkes yattıktan sonra da eve gelebiliyorlardı. Onlar büyüktü. Hatta onlar geniş, meyve ağaçlarıyla dolu bahçemizde oturmak için, tahtadan yaptığımız divanda da yatabiliyorlardı. Eve bile girmiyorlardı. Biraz büyüyünce ben de yatmaya başlayacaktım bahçede..

Sohbetlerde Allah'ın adı hemen hemen hiç geçmezdi. İslam'la, dinle, Kur'an'la ilgili kimse konuşmazdı.
Siyaset konuşulurdu biraz. Deniz Gezmişin maceralarından, Cüneyt Arkın filmlerinden, kızlardan, çevredeki evlerin bahçelerindeki meyve ağaçlarına dalmalardan, ev sahiplerinden kaçış planlarından vs. bahsedilirdi.

Biz küçüklerin dini ''cinler''di..Allah'ın adı yoktu, onun yerini cinler almıştı. Cinler Allah'tan daha gerçekti.

Cinler de Allah gibi kötüydüler ama, daha içimizdeydi, çevremizde ve bize daha yakındı.. Çok geçmeden ne kadar yakın ve gerçek olduklarını gözlerimle görecektim.. Allah uzaktaydı, taa göklerin kim bilir, neresindeydi..

İkinci sınıfın sonundaki yaz tatili de aynı geçti. Gene cin, peri sohbetleri yapıldı. Ama bu arada kendimi cinlerden koruma yolunu da öğrenmiştim. Besmele çekince cinler yanaşamıyormuş insana, kaçıyorlarmış. Artık her gece yatmadan besmele çekiyordum. Bir de çok karanlık yerlere girerken. Besmele ''bismillah'' dı.
Sıcak bir yaz gecesi gene böyle cinli-perili sohbet toplantısından sonra herkes evine dağıldı. O gün de hava çok karanlıktı, her zamanki Ay yoktu gökyüzünde.
Ben de eve doğru yürümeye başladım, koca bir araziden geçecektim. O gün de ev ne kadar uzakta görünüyordu. Bahçedeki ağaçlar simsiyahtı. Zaten karanlık olan arazinin içinde ondan daha da karanlık dev bir gizemli kütle gibi görünüyordu bahçedeki ağaçlar. Bahçe ışığı yanmıyordu. Saat kaçtı bilmiyorum ama, gece yarısını geçtiği kesindi. Mahalledeki diğer evlerin ışıkları da sönüktü..

Kendimi huzursuz hissettim. Tarlaya adım atar atmaz biraz ötemde bir ışık parladı yukarı doğru sonra kayboldu. Işığın parlamasıyla birlikte saçlarım kirpi dikeni gibi oldu. Hatta bütün tüylerim havaya kalktı. Bir an görüşüm kayboldu, yere çöktüm...Arkama baktım kimseler yoktu. Bir-iki evin ışığı yanıktı. Tek başımaydım...Önümde cin vardı, eve nasıl gidecektim?. Ağlamaklı oldum ama ağlamadım. Yerde kaldım bir süre. Işığın tam olarak neye benzediğini göremeden sönmüştü. Ama ''cin'' olduğu kesindi.

Geri dönüp yardım istemeyi düşündüm. Işığı yanan evlerden biri bizim köylüydü. Diğerleri de tanıdık komşulardı zaten. Ne diyecektim ki?.. Korkaklığımdan dolayı bana nasıl alaycı bakacaklarını canlandırdım gözümde. Ertesi gün arkadaşlarımın arasında alay konusu olacaktım.. Yardım yok, ya ölecektim, ya da tek başıma eve ulaşacaktım. Bir süre kendimi cesaretlendirdim. Koşarak tarlayı geçmeye karar verdim. Birden fırladım, koşmaya başladım, sonra bu koşma birinden kaçmaya dönüştü, kaçıyordum.. Bu defa arkamdan geliyorlardı. O anda bir ışık daha patladı ileride, hemen peşinden ikinci ışık.. Gözlerim sonuna kadar açık, ışığın patladığı yere baktım, bir hareket aradı gözlerim korkuyla.

Gölgeler de vardı, hareket ediyorlardı sanki. Durdum tekrar, çöktüm. Yolu da yarılamıştım. Allah geldi aklıma. Yardım istese miydim?.. Ne diyecektim.?. Sonra Allah'ın kimseye yardım etmediği geldi aklıma.

Kedilere bile etmemişti. Birden kendime çok kızdım. Nasıl unuttum bunu?. Besmeleyi.. Cinleri benden uzaklaştıracak olan besmeleyi.. Her gece yatarken aklıma geldikçe çektiğim besmele. Cinlerin korktuğu besmele. Hemen 3 defa bismillah, bismillah bismillah dedim. Öyle bir rahatlamıştım ki. Allah gibi bir işe yaramazdan yardım isteyeceğime, işe yarar bir besmele çekmek en iyisiydi. Ama gene de bu aşamada Allah hakkında ''işe yaramaz'' diye düşündüğüm için pişman oldum, Allah'tan da özür diledim. İçinde bulunduğum bu zor durumda Allah'ı da kızdırmamak lazımdı..

Besmele işe yaradı. Üç defa besmele çektikten sonra 10-15 metre koşar adım yürüyor, sonra yere çöküp sağa sola arkama bakınıyorum. üç defa daha besmele çekip tekrar yürüyordum. Sanki besmelenin etkili mesafesi 10-15 metreymiş gibi. Artık cinler korkmuş olmalı ki parlamıyorlardı. Sonunda sağ salim eve ulaşabildim..

Bir parantez daha. Dokuz yaşındaki bir çocuğa ailesi bu kadar geç saatlere kadar nasıl izin verir? sorusu aklınıza takılmış olabilir. 1960 lı yıllarda, köylerinden göç edip kent halkını oluşturan insanlar henüz ''saf köylülerdi''. Yani kent halkı ''saf ve henüz bozulmamış köylülerden oluşuyordu.. Mahalle halkı birbirini tanıyor ve nerdeyse her gece birbirlerine misafirliğe gidiyorlardı. Televizyon yoktu.

Hırsızlar ev sahibine yakalanabiliyorlardı.. Babam bizim eve giren bir bir hırsızı yakalayıp polise haber göndermişti. Tek bir polis bizim eve gelip, hırsızı önüne katmıştı. ''Yürü bakalım, sakın kaçma ha!'' diyerek hırsız önde, polis üç-dört adım arkada karakola doğru yürüyerek gitmişlerdi. Devlet (asker) ''irtica-i faaliyetleri'' önleme adı altında yobaz, gerici Müslümanlara göz açtırmıyordu. Yani ortalıkta yobaz yoktu. Yobazlar evlerinde kuluçkaya yatmış, ''gelecekteki güzel günler'' için yavrularını yetiştiriyorlardı. Yani çevre bizim için güvenliydi.

O sene, benden 5 yaş büyük olan halamın oğlu, gündüz vakti, durup dururken kolunun birini yukarı kaldırdı. Sanırım bir futbol maçı yapmıştık, maç sonrasıydı. Çünkü bu olay maç sahasının kenarında olmuştu. Çoluk çocuk çimenli bir yerde oturuyorduk. Halamın oğlu ayakta, ortadaydı. Kolunu yukarı kaldırdı, yumruğu sıkılı bir vaziyette başını yukarı kaldırıp ''Ey Allah varsan eğer bu kolumu taş yap'' diye gökyüzüne bağırdı ve öylece kaldı.

Bekledi bir süre, biz de bekledik. Kolu taş olmadı. Cesareti hayranlık vericiydi. Halamın oğlunun da bu cesur davranışından dolayı memnun olduğu yüzünden belliydi. Kolunu indirdi, ''demek ki Allah yokmuş'' dedi. Allahın yokluğunu ispatlamış olmanın verdiği gururla kendi yaşıt gurubuna katıldı.. Aslında bize hava atmış, ne kadar cesur olduğunu göstermişti.

Allah ikinci darbesini aldı.. Bu olay, sonraki birkaç gün aramızda konuşma konusu olmuştu. Onun bu davranışı çocukların çoğunu etkilemiş, Allah'ın olmayabileceği fikri kafalarının bir köşesine yazılmıştı. Ama çok inananlar ''belki daha sonra taş yapacak'' diyerek Allah'tan umutlarını kesmediler..

Daha sonra Allah onu elli beş yaşında kanser yapıp öldürerek intikamını alacaktı.. Şüphesiz Allah sabrediciydi ve öç alıcıydı. Cenazeye katılanların bir kısmı, o günkü çocuklardı ve şimdi yaşlanmış olan o çocukların yarısı cenaze namazının dışındaydılar. Namaza katılan birine yanaşıp usulca ''sen ateist değil miydin'' dediğimde, ''ayıp olur şimdi, gelenek böyle '' cevabını vermişti. Ben namazın dışında kaldım. Rahmetsizi bir Müslüman gibi gömdüler.. ''Hiç olmazsa ayaklarını kıbleye çevirselerdi, ruhu şad olurdu'' dedim yanımdaki ateiste. Her cenazede ettiğim vasiyeti tekrarladım eşime. ''Ben ölünce beni dik gömün, daha az mezar parası verirsiniz''
Bu olay Allah'ın varlığından duyduğum şüpheyi iyice güçlendirdi. Allah'tan şüphelenen tek ben değildim.

Allah'a meydan okuyan halamın oğlu hala sapasağlam aramızdaydı. Bu şüphemin benden daha büyük biri tarafından desteklenmesi ayrıca gurur vericiydi.
Bu arada cinler hakkındaki bilgi dağarcığım giderek artıyordu. Gene bir sohbette, gene cinci hocanın çocuklarından; cinlerin aynı insanlar gibi birbirleriyle evlendiklerini ve gece düğün yaptıklarını öğrendim. Gece açık arazide işerken çok dikkatli olmalıydık. Eğer yanlışlıkla cinler tam düğün yaparken üstlerine işersek, çarpılabilirdik. Şimdiye kadar çişimiz geldiğinde geze geze, keyif ala ala, şekiller çize çize, birbirimizle en uzun çizgi yapma, en uzağa işeme yarışına gire gire işerdik. İşemek ayrı bir oyundu bizim için..

O günden sonra işeyeceğimiz yeri önce ayağımızla korka korka dürtükleyip, düzeltiyorduk. Cinlerin düğün yapmadığından iyice emin olduktan sonra çabucak, çişimizi fazla dağıtmadan, tek noktaya nişanlayarak işemeye başladık. İşeyeceğimiz yer seçimi de önemliydi. Cinlerin düğün yapmayacağını düşündüğümüz taşlık, kayalık, kötü yerleri seçmeye özen gösterirdik. Çimlik çimenlik düz yerler düğün yapmak için idealdi. Bir de zifiri karanlıkta işemek sakıncalıydı. İşediğimiz yeri görmemiz daha güvenliydi.

Aydınlık yer bulamadığımda, çok karanlıkta, yere diz üstü çöker gözlerimi iyice açarak dikkatle işerdim. Gelinle damadın üstüne işemenin sonuçları korkunç olurdu. Eskiden işeme süresi uzadıkça zevk alırdım. Ama şimdi bir an önce bitsin diye kendimi sıkarak daha tazyikli işemeye çalışıyordum. Buna rağmen bir türlü bitmiyor, bu süre uzadıkça uzuyordu.

Tamam, başlarken düğün yoktu ama her an bir düğün konvoyu benim çişimin altına girebilirdi. Bu da benim oracıkta çarpılmam demekti. Bu yüzden sağa sola da bakıyordum düğün konvoyu geliyor mu diye.
Bir de çiş süresini kısaltabilsem daha iyi olacaktı.. Çarpılmak deyince, elimin, kolumun, bacaklarımın, hatta tüm vücudumun yamuk yumuk olması geliyordu aklıma. Bunlara ek olarak, ağzım yamulacak, gözlerim şaşı olacaktı..
Daha sonra cinci hocanın çocuklarından cinlerin düğünlerde davul zurna da çaldıklarını öğrendik. Bu yeni bilgiler ışığında işeme yerini kontrol etmeye dinleme de eklendi..
Zamanla, korkarak işemeyi bıraktık. Birlikteyken birbirimizden aldığımız cesaretle normal işemeye başladık. Belki de ne kadar cesur olduğumuzu birbirimize göstermek için normalleştik. Ama gene de ben yalnızken tedbirimi alıp da işiyordum. Noolur noolmazdı. Eminim onlar da yalnızken tedbirli davranıyorlardı.
Cinci hoca beni de okuyup üflemişti. O zaman daha da küçüktüm. Belki de cinli miyim diye bakmıştı.

Annemle babam yanımdaydı. Cinci hoca içi su dolu tasa, şimdi hatırlamıyorum, bir şeyler yaptı, sonra suya parmaklarını sokup ıslak elini üzerime silkeledi, sonra sudan bana bir yudum içirdi. Kötü bir tadının olduğunu hatırlıyorum. Midem bulanmıştı. O zaman daha da küçüktüm. Cinci hocanın gözleri masmaviydi. Sakalı yoktu, bıyıklıydı. Chevrolet arabası vardı, ama bizim mahallede oturuyordu. Şimdi anlıyorum ki o arabanın bir kısım parası da babamdan çıkmıştı. Kim bilir kaç para vermişti beni üfletmek için..

Artık uykumdan korkuyla uyanmalar başlamıştı. Eskiden de sıçrayarak uyandığım oluyordu ama şimdi bu daha da çoğalmıştı. Canavar çeşitliliği artmıştı. Koca bir canavar ağzını açıp beni yemek üzereyken uyanıyordum. İnsan olmayan ''şeyler'' sürekli beni kovalıyor, yakaladıklarında da uyanıyordum. Bazen bir gölge üzerime eğiliyor, bir türlü kurtulamıyordum ondan. Korkuyla uyandıktan sonra da evin bir köşesinden bir gölge çok hızlı bir şekilde açık kapıdan yan odaya kaçıyordu. Tekrar uykum geliyor, göz kapaklarım demir gibi ağırlaşıyordu. Ama gözlerimin açık olması gerekiyordu, ya gölge tekrar gelirse?

Zorla gözlerimi tekrar açıp, kapanmadan önce odayı kolaçan ediyordum. Sonunda göz kapaklarımın ağırlığı üstün geliyor, derin uykuma dönüyordum..
Yaz tatili bitmek üzereydi. Bir ay sonra üçe başlayacaktım. Artık yeterince büyümüştüm. Benim olmadığım sınır ötesi bir keşif gezisinde arkadaşlar büyük bir inşaat çukurunun suyla dolu olduğunu, tıpkı göl gibi kocaman olduğunu söyleyince oraya gidip yüzmeye karar verdik. Akşama doğru gittik. On kişiden fazlaydık, belki on beş tam hatırlamıyorum. Şimdiki Milli kütüphanenin oralarda bir yer. Apartmanlar uzaktı. Anadan doğma soyunup girdik suya. Tertemiz su çamur gibi oldu, çok eğlendik. İlk defa bu kadar büyük kütleli bir suya giriyorduk. Beş-altı sene sonra Ankara Göl başında gerçek göle girip, su yılanı tutup, mahalledeki kızları korkutacaktık. Şu anda koyu bir ''hayvan sever'' olarak yılanlara çektirdiğimiz eziyet için kendimi affetmedim hala.

Hava kararmaya başladı, sudan çıkıp giyindik. Sonra apartmanların olduğu tarafta on beş-yirmi metre ötede, belki daha yakın, bembeyaz uzun elbisesi ile, bembeyaz sakallı ve bembeyaz saçlı, altı katlı apartman yüksekliğinde yaşlı bir adam bize doğru bakarak kahkaha atıyordu. Kahkaha sesi şiddetliydi. Hah hah hah ha tarzındaydı. Aniden belirmişti orada. Gövdesi bize dönüktü ve gövde genişliği boyunun yüksekliğiyle orantılıydı. Elbisesi boynundan başlayıp ayaklarına kadar inen bir entariydi. Önce kahkahayı duyup, sonra mı gördük, yoksa biz onu gördükten sonra mı kahkaha attı, bundan tam emin değilim. Ama kahkaha atarken her ''hah'' deyişinde kafası yukarı kalkıyordu. Yani bildiğimiz ''Erol Taş'' kahkahasıydı..

Bütün çocuklar, hep birlikte, telaşla aksi yönde kaçmaya başladık. Kaçış yönümüz engebeli, yer yer yüksek tümsekli, kurumuş otlarla doluydu. Düz bir yere varınca durduk. Çocuklardan birinin elinde ayakkabısı ve elbisesi vardı, ama külotluydu. Çıplak ayakları ne haldeydi bilmiyorum. Çocuklardan biri ''gördünüz mü?'' dedi. Sonra her kafadan bir ses çıkıyordu. Sonra biri ''beyaz sakalları vardı'' dedi, diğerleri onayladı. Onaylayanlardan biri ''dev gibiydi'' dedi, o da onaylandı. Herkes gördüğü bir şeyi söylüyor diğerleri ''evet evet aynen öyleydi'' diye onaylıyordu. Benim yaptığım tarif de onaylandı. Kahkahasını duydunuz mu?... Duymayan yoktu.
Şimdi, şu anda, bunları yazarken düşünüyorum da, bunu hala açıklayamıyorum. O adamı gördüğümü net bir şekilde biliyorum, bundan hiç şüphem yok. Aynen tarif ettiğim gibiydi. Tek başıma olsam, beynim bana oyun oynadı, bana bunu gösterdi diyeceğim ama, diğer çocuklar?. Hep birlikte kaçmayı da açıklayabiliyorum. Ağaçtaki kuş sürüsü misali, bir kuş telaşla havalanınca, anında bütün kuşlar havalanır. Nitekim bu konuda antrenmanlıyız. Birinin bahçesine daldığımızda aramızdan biri aniden kaçarsa, diğerleri tehlikeyi görmesine gerek kalmadan kaçar.

Birinin tarifini, diğerlerinin onaylaması nasıl açıklanacak?. Belki de zaman içinde kendimi bunun böyle olduğuna inandırdım ve beynim bunu gerçek olarak kabul etti. Adamı sadece ben görmüştüm. Ve ben kaçınca herkes kaçmıştı. Ve ben adamı tarif edince biri bu tarifi onaylamış, diğerleri de tasdik ettikten sonra benim tarifimin bir ayrıntısını kendi görmüş gibi ortaya atmış ve bu tarif de onaylanmıştı. Başka bir açıklama aklıma gelmiyor.. Adamı tarif ettiğim şekilde gördüğüme ve kahkaha attığına eminim. Ben görmediysem bile beynim bunu hayal etti... Özellikle atmış olduğu kahkaha ve yüzünün ayrıntıları hala gözümün önünde. Sizin farklı bir yorumunuz var mı?.

Yıllar böyle geçti. Yıllar içinde ateist olma yolunda epeyce mesafe kat ettim. Tam ''artık ben bir ateistim'' diyecekken, orta okul ikinci sınıfta çok sevdiğim tarih öğretmenim sınıfa hitaben ilk defa duyduğum şu sözleri söyledi. ''Çocuklar, Allah'a inanmak lazım. İnanmazsanız ve Allah varsa neler kaybedeceğinizi düşünün. İnanıyorsunuz ve Allah yok. Bu durumda bir şey kaybetmezsiniz.''

Bana gayet mantıklı geldi bu sözler. Öyle ya!. İnanmanın ne gibi bir kaybı olabilir ki?..Kafam karıştı.
Olmadığından emin olduğum bir şeye inanıyor görünmek kendini kandırmaktan başka bir şey değildi.
Daha da kötüsü kendime olan saygımı zedeleyen bir şeydi bu. Allah'ın olmadığından ne kadar eminim, bundan da emin değildim. Bu sözler ''tam bir ateist'' olmamı en az iki yıl engelledi. Tam kişilik arayışında olduğum bir dönemde Bence ben, kendimi kandırıyordum. Sağa sola ben ''ateistim'' diye hava atıyordum. ama, bazen Allah'a laf sokuşturduktan sonra bismillah bile değil, ''bismillahirrahmanirrahim'' çekerken kendimden utandığımı, sonra utancımı türlü bahanelerle arsızca yendiğimi ve rahatça uyuduğumu kendimden daha ne kadar saklayacaktım.?
İnanılmaz bir şeydi bu. Allah'ın yokluğundan o kadar emindim ki. Ama gene de Allah'la kavga ettiğimde içime bir huzursuzluk çöküyordu. Sanki var olan birine hakaret ettikten sonra ''ayıp etmenin'' pişmanlığını yaşıyordum..

Orta okul yılları Cumhuriyet Lisesinde böyle geçti. Bu arada taşındık. Liseyi Dikmen Lisesinde, siyasi olaylara fazla bulaşmadan bitirdim.
Bu arada dinlerin tarihi ile ilgili çeşitli kitaplar elime geçti, okudum. Mealen, hemen hepsi de dinlerin ''sosyolojik veya ideolojik bir durum'' olduğu konusunda birleşiyorlardı. Yani ''tanrıları insanlar yaratmıştı'' Bunu açıkça yazmıyorlardı ama dinlerin ortaya çıkışını, gelişimini yorumladığımda bu sonuç çıkıyordu..
Artık tam ve kesin olarak ateisttim. Allah'la kavga ettikten sonra bismillah çekmiyordum. Ezan okuyan hocadan başlayıp, ne kadar İslami değerler varsa hepsini rahatça eleştiriyor, hatta hakaret ediyordum. Bundan dolayı da pişmanlık duymuyordum. Allah falan kesinlikle yoktu, hepsi de eskilerin masallarıydı.

Kur'an mealini de okumuştum baştan sona. Bir şey anlamamıştım, sıkıcıydı ve bana göre yazanları çoğu saçmaydı. Okuduğum en sıkıcı romandan daha sıkıcıydı bu Kur'an'ın meali. Yine de bir gariplik vardı, bir eksiklik, ama neydi?. çözemedim.

Yıl 1980 lise bitti, askeri darbe ve üniversite hayatı başladı. Gazeteler Kur'anın yeni mucizesi haberleriyle dolup taşıyordu. Kur'an'daki mucizeler bitmiyor, neredeyse her hafta bir mucize haberi yayımlanıyordu.. Tabi bu haberler benim gibi koyu ateisti etkileyecek şeyler değildi. Hepsi uydurma yalan haberdi..

Ama bir şey vardı, çözemediğim bir şey. O şeyin ne olduğunu bilmiyordum.
Bazı geceler kötü rüyalar görüp, yaratıklar tarafından uyandırılıyordum. Karanlıkta hala ürperiyor, koyu karanlıkta bir canavar çıkma ihtimaline karşı adrenalim yükseliyor, vücudum her an bir şey olma ihtimaline karşı kaçmak ya da karşı koymak için geriliyordu. Vücudumun tepkisi mantıksızdı. Beynimde bitirdiğim Allah'ın ''yan etkileri'', yani cinler, insanüstü yaratıklar bitmemişti. Nasıl olurdu?.. Allah yok olduğuna göre onların da yok olması gerekiyordu. Ama vardılar. Gece rüyalarımdaydılar. Ayda bir-iki defa da olsa beni ziyaret ediyorlardı..
Allah hala ölmemişti. Ağır yaralıydı ve gizlenmişti beynimin alt logosuna. Allah bana şah damarımdan daha yakındı.

Müslümanlar yorumlara sık sık şu sözü yazarlar; ''düşmekte olan bir uçakta ateist kalmaz'' Tam da bu durumdaydım. Her şey normal iken ateistliğime kimse laf söyleyemezdi. En ateist bendim. Ama düşmekte olan bir uçakta ateist kalabilecek miydim? Bana kalsa ben kalırdım. Ama beynimin derinliklerinde gizlenen ''bir asi nöron gurubu'' yere çakılmadan önce iktidarı ele geçirip, şu bildiriyi okumam için emir verebilirdi; ''Bismillahirrahmanirrahim.'' Bunca yıllık emeklerim bir anda boşa gidecek ve Müslüman olarak ölecektim. Ne acı!..

Uçağa binmemeye karar verdim.
Yıllar geçti, hangi yıl hatırlamıyorum, elime Turan Dursun DİN BU-1 ve DİN BU-2 kitapları geçti. Turan Dursun, yüzyılların ölümü.. Okudum. İnanılmaz ayrıntı, netlik. Basit ve etkili. Allah'ın aleyhindeki maddi ve manevi deliller çok fazlaydı. Her şey ortadaydı. Maddi delil Kur'an kitabındaki kelime ve cümlelerdi. Manevi delil, bunların akıl, vicdan ve mantıkla bağdaşmaması. Bilime aykırı bir sürü laf.
İlk defa bu kadar net bilgiler alıyordum İslam dini hakkında. Daha önce okuyup geçtiğim Kur'an ın nasıl okunacağını Turan Dursun öğretmişti bana. Roman gibi okuyup geçmeyecekmişim meğer.. Arkamdan Müslüman kovalamıyordu. Acelem neydi?

Bu bilgiler ışığında Kur'an'ın mealini tekrar, yavaş yavaş okudum. Turan Dursun doğru mu söylüyor diye onun yazdıklarıyla karşılaştırdım. Bir yalanını yakalayamadım.
Turan Dursun'dan sonra da yıllar geçti. Evlenmiş, çoluk çocuğa karışmıştım. Bu arada Turan Dursun kitapları hep yanımdaydı, neredeyse ezberlemiştim.
Ama bir gariplik vardı. Bir şey ama ne? :)) Yeter artık dediğinizi duyar gibiyim. Senin bu ''şey'' lerin de hiç bitmiyor. Tamam söz veriyorum bu son ''şey'' im.
Çok garip diye düşündüm. Ben yıllardır rüyamdan korkuyla uyanmadım. Bunu bir anda fark ettim. Geçmişimi yokladım. Evet doğruydu.. Korkulu, canavarlı rüyalar bitmişti. Ne zaman diye geriye gittiğimde Turan Dursun'la karşılaştım.. Onu okuduğumdan beri bir kere bile bir canavar tarafından uyandırılmadım. Hafızamı yokladığımda zifiri karanlıklarda vücudumun alarma geçmediğini hatırladım.
Özellikle yalnızken ve geceleri, evin içinde bir kapı gıcırdasa, perde oynasa, ya da aşırı dengede duran bir obje devrilse, ilk tepkim bir insan ya da hayvan mı var? olurdu. Sırasıyla, rüzgar ve başka nedenler.. Bunlar yoksa ''Acaba bir ruh, bir şeytani varlık mı bunu yapan''. diye aklımdan geçerdi. Sonra ''saçmalama ne ruhu?. Hala kurtulamadın şu ruhlardan'' diye kendimle alay ederdim. Ama kendimle alay etmek ''ruhların'' aklıma gelmiş olması gerçeğini değiştirmiyordu.

Artık perde oynadığı zaman, doğa üstü hiç bir seçenek aklıma bile gelmiyor.
Şu anda, şimdi, karşımda ruhlar, gölgeler ve kuyruklu şeytanlar dans etse, elimle bir yerlere vurarak tempo tutar, biraz coşup eğlenip, şeytan dişiyse ''göbek at bakayım'' deyip göbek attırdıktan sonra ''hologram teknolojisini çok geliştirmişler helal olsun gavurlara'' derim..
Artık uçağa gönül rahatlığıyla binebilirim. Bilincimin altına gizlenmiş olan ''asi nöronları'' Turan Dursun çoktan parçalayıp yok etmiş de haberim olmamış. Düşmekte olan uçakta, artık bir ateist var. Bu din öyle bir virüs ki, benim gibi ateist bir ortamda yaşayan ve on iki-on üç yaşından beri kendini ateist olarak tanımlayan birine bile bulaşabiliyor. Bir başkasının yardımı olmadan da tam olarak temizlenemiyor. Benim doktorum Turan Dursun oldu. Bir cerrah gibi, beynimin içine saklanan, ölü numarası yapıp en zayıf anımda canlanmayı bekleyen, canlanmak için uçağın düşmesini kollayan canavarı söktü attı oradan..

Ama sen cinlere perilere ruhlara inanmışsın, Allah'la ilgisi yok diye düşünebilirsiniz. Ben de diyorum ki, bunlar Allah'ın yan ürünleri. Allah'ı yok edince bunların da otomatik olarak yok olması gerekir. Bu yaratıklar rüyalarınızda geziniyorsa ya da kımıldayan perdenin kımıldama sebeplerinden biri olma ihtimali aklınıza geliyorsa, kendi Turan Dursun'unuzu arama vaktiniz gelmiştir derim. Benim zamanımda Turan Dursun bulmak zordu, tesadüfen karşılaştım zaten kendisiyle. Ama bu internet çağında Turan Dursunlar bir hayli fazla ve onlara ulaşması çok kolay.

Son olarak; Herhangi bir yaratıcı fikrini taşıyanların uçağa binerken dikkatli olmalarını rica ediyorum. Beyninizin alt logosunda kılık değiştirmiş, örneğin ''yaratıcı evren'' kılığına girmiş olan ''Bizim Oğlan'', uçak yere çakılırken konuşma merkezinizi ele geçirip size istemediğiniz şeyler söyletebilir.
Herkese saygılarımı sunarım.

SİZDEN GELENLER | Yazan: Hayırsız Evlat

Eleştirisel bakış açısı ile her din ve inanca ait yazılarınızı, inancınızın değişim sürecini anlattığınız sorgulama süreçlerinizi dinvemitoloji@gmail.com adresine gönderebilirsiniz.
  • Bu yazılar biz-siz gibi sorgulama evresine girmiş herkese mutlaka biraz olsun ışık tutacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazılar sitemizde adınızla veya takma adınızla yayınlanacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazının başka bir internet sitesinde yayınlanmamış olması gerekmektedir. (KOPYA içeriğe karşı olduğumuzdan, sitemizdeki tüm içerikler özgündür)

DİNDEN ÇIKIŞ HİKAYESİ (Mstfkyl)



DİNDEN ÇIKIŞ HİKAYESİ
(Mstfkyl takma adlı takipçimden)

Yaklaşık bir yıldır bu vb. kanalları takip ediyorum. Hazırlanan videoları dikkatlice izliyorum.  Ben de aydınlanma sürecimi sizlerle paylaşmak istedim.

Ben hikayemi taa ortaokuldan başlatmak istiyorum: Ortaokulda okurken İslam Tarihi isimli bir dersimiz vardı. O dersin öğretmeni bize Arapların İslam öncesi yaşamlarından bahsetmişti.  Hepiniz bilirsiniz hikayeyi... Kız çocukları canlı canlı toprağa gömülüyordu vs... Tabi bizde inanmaya gönüllüydük. Hani "kız çocukları canlı canlı toprağa gömülüyorsa erkekler bir biriyle mi çiftleşip çoğalıyorlardı?" diye bir soru sormak aklımıza gelmedi. Gelmezdi de... Sonuçta anneden dededen öğrendiğimiz dindi bu.

O dersten hatırladığım diğer ikinci bir konu ise Zeyd Bin Harisi idi. Hani şu Hatice'nin kölesi olan Zeyd. Peygamber ile evlenirken peygambere hediye edilen Zeyd. sonra peygamber tarafından azat edilip evlat edinilen Zeyd... Öğretmenimiz bize Zeyd'in hikayesini bu şekilde anlatınca hepimizin kalbi yumuşamıştı adeta. Sevinçliydik, mutluyduk. Çünkü biz Müslümandık.

O yıllar pek bir şey sorguladığımı hatırlamıyorum. Ramazanlarda orucumu tutar akşamları da teravih namazlarına giderdim. Daha sonraki yıllarımda pek dindar bir insan olmadım, olamadım. Bilmiyorum neden? Cumaları da bırakınca arkadaşlar arasında kendime "Ben az Müslümanım" demeye başladım.

Daha sonraki yıllarımda hac ibadetini çok sorguladım. Yani her şeyi, kainatı, evreni, güneşi,  yıldızları yaratan tanrı neden insanları bir şehre çağırsın ki? Yemen'de ya da Dünya'nın değişik coğrafyalarında bir yığın insan açlıktan ölürken neden bütün Müslümanlar Arabistan'a gidip kurban kesip gelsin?

Sonra üç semavi dinin de kutsal mekanları neden hep aynı bölgede diye bir soru takıldı aklıma. Filistin örneğin. Üç din için de kutsal. Tanrı acaba bu üç dine inanan insanlara gidin Filistin'de bir birinizi kesin mi diyordu?  Ve peygamberler neden hep aynı bölgeye gönderildi. Sorular... sorular...

Neyse yıllarım geçti böyle... Şu an 40 yaşımdayım. Twitter'da gezinirken bazen ülke gündeminde "Kuran oku ateist ol" gibi başlık etiketleri görüyordum. İlgimi cezbeden birkaç tiwet görmüş olmalıyım ki araştırmaya koyuldum. Youtube 'ta Yakup Deniz isimli bi abinin videosuna denk geldim. Video başlığında "Muhammet'in geliniyle olan evliliği" gibi bir şey yazıyordu. O video beni çok sarstı. İzledim. Adam iftira da atmıyordu. Anlattıklarını Azhab suresinin ayetleriyle delillendiriyordu. Yıkılmıştım. İlk olarak ortaokuldaki öğretmenim aklıma geldi.
 Hani Zeyd azat edilmişti?
Hani evlat edilmişti Zeyd?
O nasıl bir azat edinmişlik ki adam karısına bile sahip çıkamıyordu? Bi erkek olarak kendimi Zeyd in yerine koydum, kaldıramadım durumu.

Sonra bu tarz videoları izlemeye ve videolarda anlatılan ayetleri incelemeye başladım. Tam bir şok hali içindeydim. O koskoca, her şeyi yaratan Tanrı, Muhammet istediği karısıyla yatar diye ayet bile göndermişti güya.

Birileriyle konuşmak istiyordum ama kiminle? Herkesle konuşulmazdı bu durum. Bazen sokağa çıkıp "Muhammet hepimizi kandırmış!" diye haykırmak istiyordum. İlk olarak Twitter'dan bazen sohbet ettiğim bir arkadaşıma anlattım durumumu. Nasılsa tanıdığım biri değil, sadece Twitter'dan tanışıyoruz diye düşündüm sanırım ;) Sonra ablama, kardeşime ve arkadaşlarıma anlattım..

SİZDEN GELENLER | Yazan: Mstfkyl

Eleştirisel bakış açısı ile her din ve inanca ait yazılarınızı, inancınızın değişim sürecini anlattığınız sorgulama süreçlerinizi dinvemitoloji@gmail.com adresine gönderebilirsiniz.
  • Bu yazılar biz-siz gibi sorgulama evresine girmiş herkese mutlaka biraz olsun ışık tutacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazılar sitemizde adınızla veya takma adınızla yayınlanacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazının başka bir internet sitesinde yayınlanmamış olması gerekmektedir. (KOPYA içeriğe karşı olduğumuzdan, sitemizdeki tüm içerikler özgündür)

DİNDEN KURTULMA HİKAYEM (Baran G)



DİNDEN KURTULMA HİKAYEM
Takipçilerimden Baran G'nin Dinden Kurtulma Süreci

Ben Müslüman ve dinine bağlı bir ailede doğdum. Evimin duvarlarından Allah yazıları dolaplarımızda Kur'an'ı Kerim'ler olurdu. Ailem bana çok küçük yaşta dua etme alışkanlığını aşıladı. Her gece yatmadan dua eder öyle uyurdum. İlkokul zamanlarında kuran kursuna gitmeye başladım. Kur'an kursunda her zaman yerinde sayan tek çocuktum sanırsam sadece gırgır şamata ve teneffüslerde yaptığımız tespih savaşı için giderdim.

Arkadaşlarım sayfa sayfa atlarken ben alfabedeydim çünkü o yaşlarda bir çocuk için farklı, ilgi çekici başka şeyler vardı ve Türkçe olmayan,anlamadığım bir alfabeyi öğrenmeye çalışmak ilgimi çekmedi. Zaten sonra gitmeyi bıraktım. Yaşım ilerledikçe varoluşumun gereği sorgulamaya, düşünmeye başladım. 8.sınıf hayatım için dönüm noktalarından biriydi. O sene hem sınava hazırlanıyor hem de Kur'an'ı Türkçe mealiyle okuyordum. Aklıma ilk kuşkuların düştüğü zamanlar işte bu zamanlardı.

Kur'an'ın benim hem etik değerlerime uymayan hem de ahlakıma uymayan bir çok ayeti vardı. Büyüklerimden yardım almaya başladım, ilk önce anneannemlere, hocalarıma sordum soruşturdum. Hepsi bir ayet için farklı yorumlarda bulunuyordu. Din adamlarının konuşmalarını dinlemeye başladım, baktım onlarda farklı yorumlarda bulunuyor. Arkadaş din adamları bile bir ayeti 100 farklı şekilde yorumluyorsa ben nasıl doğru yorumu, doğru yolu bulacaktım.

Bu düşünceler okul hayatımı etkilemişti çünkü sadece buna odaklanmaya başlamıştım. Kur'an'ı okudukça içinde yeri geldiğinde zalimlik, yeri geldiğinde pedofili, yeri geldiğinde ahlaksızlık olabildiğini gördüm. Söylesenize şu an hangi biriniz kadını 2.plana atabilir? Çocuk yaşta evliliği, köleliği savunabilir? Kadınları savaş ganimeti sayabilir? Sırf inandığınız dine inanmıyor diye bir insanın ellerini ayaklarını çapraz bağlayıp kesebilir?

Benim inandığım tanrının gönderdiği kitap bu olmamalıydı. Arkadaş Kur'an'ın tüm ayetleri apaçıktır deniliyor ama din tartışmalarında orasından burasından çekiştirip ''aslında öyle değil böyle demek istiyor'' diye anlatılıyor. Eee nerede bunun apaçıklığı?

Evrenseldir denilen kitap sadece indiği coğrafyaya, indiği zamana göre yazılıyor. Nerede bunun evrenselliği? Bakıyorum, Hz. Muhammed'e tanınan haklar kafamı karıştırıyor. Kur'an'da Hz. Muhammed'e amca kızları, hala kızları helal kılınıyor ama öte yandan hepimiz akraba evliliğinin yapılmaması gerektiğini ve zararlarını biliyoruz. Bir tanrı bunu bilemiyor mu?

Kur'an bana göre inandığımız tanrı kavramını küçük düşüren bir kitaptı. Resmen insan aklıyla alay ediyordu. Liseye geçtikten sonra düşüncelerim daha da derinleşti. Celal Şengör gibi şahsiyetleri örnek almaya başladım. Birçok konuşmasını dinledim. Mitolojiler hakkında bilgi sahibi olmaya başladım. Derinlemesine bunu araştırınca Kur'an'daki bir çok olayın milattan binlerce yıl önceki uygarlıkların mitolojilerinden kopyalanmış olduğunu gördüm. Nuh tufanı, Hz Musa'nın firavunun kızı tarafından kurtarılması, İsa'nın doğumu vs.

Bunlar beni daha da çıkmaza soktu. Yüce, üstün bir varlık bir kitap indiriyor, bunları da binlerce yıl önce yaşamış insanların mitolojilerinden kopyalıyordu. Bunları anlattığım hiçbir insandan yeterli bilgiyi alamadım, kendi inandığı dini bile adam akıllı bilmeyen bir sürü insan gördüm, arkadaşlarımla bunları tartışınca kafir damgası yedim. Sonra Buhari kaynaklarına baktım ve Muhammed'in uygunsuz hayatını gördüm.

Ne zaman güzel bir kadın görse karısıyla cinsel ilişkiye girmesi, küçücük yaşta kızlarla evlenmesi, bir sürü cariyesi-karısı olması ve bunlarla sırayla ilişkiye girmesi. Bunun gibi bir ton saçmalık, Kur'an'daki yetersiz bilgiler, çelişkiler derken artık dur dememin zamanı gelmişti. 10.sınıfta tamamen kendimden emindim. Eğer Kur'an doğruysa bile ben böyle bir dine inanmayı kesinlikle reddettim.

Doğduğumdan beri insanlara dinin buyrukları dinin yükümlülükleri yüklendi. İnsanlar bu kafese hapsedildi. İnsanlar sırf kendi dininden değil diye savaşlar çıkarttı birbirini öldürdü. Bu esaretten kurtulduktan sonra huzura erdim. Ne yapmak istiyorsam özgürce yaptım, hiçbir baskı altında olmadan sanki yıllardır hapishanede olup gün yüzü görmüş bir insan gibiydim. Hiçbir zaman bu kararımdan pişman olmadım. Bizler akıllı varlıklarız, iyiyi, kötüyü, doğruyu, yanlışı ayırt edebilecek varlıklarız. Unutmayın hiçbiriniz bir şeye bağlı olmak zorunda değilsiniz. Bir dine bağlı olup olmamak yine sizin tercihinizdir ama ben tercihimi yaptım arkadaşlar.
Esenle kalın.

SİZDEN GELENLER | Yazan: Baran G

Eleştirisel bakış açısı ile her din ve inanca ait yazılarınızı, inancınızın değişim sürecini anlattığınız sorgulama süreçlerinizi dinvemitoloji@gmail.com adresine gönderebilirsiniz.
  • Bu yazılar biz-siz gibi sorgulama evresine girmiş herkese mutlaka biraz olsun ışık tutacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazılar sitemizde adınızla veya takma adınızla yayınlanacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazının başka bir internet sitesinde yayınlanmamış olması gerekmektedir. (KOPYA içeriğe karşı olduğumuzdan, sitemizdeki tüm içerikler özgündür)

NASIL AGNOSTİK OLDUM? (Baphomet)



NASIL AGNOSTİK OLDUM?
Baphomet Mahlaslı Takipçimin Agnostik Olma Süreci

İyi günler, adım Baphomet, hayata modern bir ailede başladım. Annem dinden ve “Allah” tan bahsederdi, babam ise ben daha okumayı bilmiyorken resimli oldukları için Tübitak'ın çok hoşuma giden bilim, evrim vb. konulu çocuk kitaplarını alırlardı bana. Ben de hikaye kitabı okumaktansa babamın bu bilim kitaplarını okumayı tercih ediyordum. Babamın geç geldiği bir gün anneme bana kitap okumasını söyledim, hatırladığım kadarı ile kitabın adı “SEN BEN GEN” idi. Kitapta genel olarak genlerin işleyişinden ve oluşumundan bahsediyordu, bir sayfasında insan evriminden bahsediyordu ve kuyruklu maymundan en sonra elinde mızrak tutan bir insana kadar giden bir çizim vardı. Annem o sayfayı okumadan geçti ben de “anne evrimi anlatıyor neden okumadın?” diye sordum, annem ise bu tarz konular için aklımın ermeyeceğini ve evrimin “sadece bir teori” olduğunu söyledi. Ne demek istediğini o yaşımda anlamamıştım.

Sonra mutlu hayatım yavaş yavaş yerini kavgalı ve huzursuz bir aile yaşamına bıraktı, takip eden birkaç yıl içerisinde de boşandılar. Annem benimle birlikte anne babasının memleketine döndü, orayı normalde hiç sevmezdim çünkü evdeki eşyalar beni korkuturdu ama mecburdum kalmaya. Yeni bulunduğum bu ortam alışık olduğum yaşamdan çok farklıydı, sürekli namaz kılıp kuran okuyan ve akşama kadar dini belgesel izleyen bir dedem vardı. Zamanla uyum sağlayıp onlar gibi olmaya çalıştım, babamla birlikte olamadığım için üzülürken aslında bunların bir sınav olduğunu ve eninde sonunda ödüllendirileceğimi öğrettiler bana. Hoşuma gitmişti, çünkü bu dünyada ne kadar sıkıntı çekersek öldükten sonra o kadar mükafat alıyorduk, sınırlı bir süre için çektiğimiz sıkıntılar sonrasında sonsuza kadar ödüllendirilmek benim çocuk aklıma yatmıştı. Yaz geldiğinde ise babamın yanına gider onunla sürekli din üzerine tartışırdım, aslında babamın ailesi de inançlıydı ama babam herhangi bir tanrıya inanmıyordu, o dönemlerde de din hakkında çekinmeden konuşabileceği tek kişi bendim muhtemelen. Tartışmalarımız genellikle felsefikti, öldükten sonra cennete giden insanların sonsuza kadar mutlu kalamayacağını söylüyordu babam, bilim kıyısına babam da çok hakim olmadığından altını doldurabilecek iddialar yapamıyordu en azından beni tatmin etmiyordu cevapları. Bu şekilde 3-4 yıl geçti, ben okuldaki din öğretmeninin etkisi ile koyu bir Müslüman olup çıkmıştım, öyle ki kıyafet ve harf devrimleri yüzünden “halkın günahkar olmasına” neden olan Atatürk’ten hiç haz etmez hale gelmiştim.

12 yaşıma geldiğimde okulun son haftası hiç ders işlenmemesi nedeniyle çok sıkılıyordum ve yanımda eskiden kalma bilim kitaplarından bir ikisini götürdüm, onların kapağını yıllardır açmamıştım ama okulda öğretmenler kitap okumak dışında hiçbir şeye izin vermiyorlardı ve evde çocuklara yönelik başka kitaplar yoktu. Beni tekrar ateşleyen kitap arkeoloji ile ilgiliydi, kitapta “belemnit adı verilen fosillerin zamanında Zeus’un gönderdiği yıldırımlar olduğuna inanıldığından ve ammonit fosillerinin ise insanlara zarar vermesin diye tanrılar tarafından taşlaştırılmış yılanlar olduğuna inanılıyordu.” gibi bilgilerin verildiği bir yeri okurken eski insanların inançları bana çok saçma gelmişti. Sayfanın devamında ise deniz seviyesinden çok yukarıda, dağlarda bulunan deniz kabukları nedeni ile insanların eski çağlarda suların ta dağlara kadar yükseldiğine inandıklarından, bu inancın sırasıyla Gılgamış ve Nuh’un gemisi mitlerine taşındığından bahsediyordu. Gerçekte olan ise tektonik hareketler nedeni ile bir zamanlar deniz tabanı olan bu yerlerin dağlara dönüşmüş olmasıymış. Bu bilgiler beni derinden sarsmıştı, çünkü ilk defa inancım ile bilimin çeliştiğini fark ettim. Kafamda ilk defa bir şüphe doğmuştu ama aynı zamanda ise bu tarz şeylerden şüphe duymanın günah olduğunu biliyordum ve bu beni korkutuyordu. Kendimi dini bakış açısına tekrar sokma umudu ile okuldaki din öğretmeninin yanına gittim ve kitapta okuduklarımı sordum ama doyurucu bir cevap alamadım. O fosillerin şeytan tarafından bizi dinen çıkarmak için konulduğundan bahsetti ve dinozor fosillerinin ise Nuh’un gemisine yetişemeyen hayvanlar olduklarını anlattı. Öğretmene ısrarla bilim ve dinin bir arada olması gerektiğini savundum, bana göre tanrı hem ilk canlıları yaratmış hem de onların evrimlerini kontrol ederek günümüz canlılarını ortaya çıkarmıştı. O yaşlarda Taslaman’ın seviyesine ulaşmışım…

O yaz canım ilk defa namaz kılmak istemiyordu, inancım sarsılmıştı ve cuma namazına gitmediğim için dedem beni dövmüştü. Bunu fırsat bilip bütün yazı babamın yanında geçirmek istedim, babamla saatlerce tartıştık ve en sonunda mantıklı olanın bilim olduğunu ama sadece korktuğum için tanrıyı inkar edemediğimi fark ettim. Yaz bittikten sonra bir alt sınıfta olan bir çocukla tanıştım, kendisi ateistti ve sırf bu nedenle okul bahçesinde diğer öğrenciler tarafından sıkıştırılmıştı. Araya girip her insanın inancı kendine diye çocuğu savundum en sonunda okul müdürü kalabalığı dağıttı ve kurtulduk. Uzun süre birlikte sohbet ettik ve yakın arkadaş olduk. Okulda birçok ateist olduğunu ama kendi kimliklerini sakladıklarını öğrendim, benim gibi sorgulayan birçok öğrenci vardı. Ben de kendimi ait olduğum bir ortamda bulduğum için çok mutlu olmuştum ancak ben tam olarak ateist olmamama rağmen okulda benim ateist olduğum dedikodusu yayılmıştı, teneffüslerde tüm sınıflar çevreme toplanıp benimle uğraşıyorlardı. Bu durumdan bıkınca okul müdürüne şikayet etmeye gittim, annemi çağırdı ve durumu anlattı. Eve gittiğimizde annem ağlamaya başladı ve “sen küçükken namaz kılardın, nasıl ateist oldun?” benzeri şeyler söyledi, odama girip oyuncaklarımı bi koliye kaldırdı ve “sen bunları hak etmiyorsun, yarın bu oyuncakları hak eden çocuklara vereceğim” dedi. Kafamdaki tanrı imajı ailemin ve okulumdaki çocukların davranışlarını hoş görmezdi, bir süre kafamdaki bu tanrıya Hag adını verdim ve benim hayali arkadaşım oldu. Kendisiyle birlikte 8 farklı tanrı daha vardı ama isimlerini hatırlamıyorum, onlara çeşitli görevler vermiştim. Hep birlikte evrene hükmediyorlardı. Zamanla hayali arkadaşlarımla da konuşmayı bıraktım ve tam olarak ateist oldum, ancak son 3 yıldır bilimin soyut kavramları kanıtlayamadığı gibi çürütemediğini düşündüğüm için agnostiğim.

SİZDEN GELENLER | Yazan: Baphomet

Eleştirisel bakış açısı ile her din ve inanca ait yazılarınızı, inancınızın değişim sürecini anlattığınız sorgulama süreçlerinizi dinvemitoloji@gmail.com adresine gönderebilirsiniz.
  • Bu yazılar biz-siz gibi sorgulama evresine girmiş herkese mutlaka biraz olsun ışık tutacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazılar sitemizde adınızla veya takma adınızla yayınlanacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazının başka bir internet sitesinde yayınlanmamış olması gerekmektedir. (KOPYA içeriğe karşı olduğumuzdan, sitemizdeki tüm içerikler özgündür)

ARİANY'İN DİNİ TERK ETME SÜRECİ



ARİANY DİNİ TERK ETME SÜRECİNİ ANLATIYOR


Merhaba. Takma ismim Ariany. 22 Yaşındayım ve okumayı, hayatı sorgulamayı, insanların hayatlarını dinlemeye ve onlara bilgim kadarıyla fikir vermeyi seven biriyim. Takma ismim ise hayalimde olan karakter. Bu karakter ne tanımlayan ve benliğimi oluşturan bir karakterdir. Onun hayali olduğunu bilsem de ona sımsıkı bağlıyım çünkü onu ben yarattım ve o benim hayatımın bir parçası. Dinden kurtuluşum da bana yardım eden, sevgi dolu bir dost. İlk önce kurtuluş sürecini anlatırsam bu hayalin neden canlandığını da anlamış olacaksınız. Müslüman bir aile ve çevrede doğup büyüdüm. Hayatım bunun üstüne inşa edildi, bunun üstünde emekledim. Gerçeğim her zaman din oldu. 8 Yaşından beri camiler de din dersi alıyor, din dersi alan insanlara bir arada oluyordum. Camiye gitmekte ilk başta oldukça hevesliydim. Hem arkadaşlarım oradaydı, hem de bir şeyler öğrenecektim. Çocukluğumdan bu yana yazmayı, öğrenmeyi seven biriydim. Hayatım felsefe üzerine kuruludur. Neyse efendim, camiye gittiğim her gün Kur'an derslerini Arapça olmak şartıyla alıyordum. Molalarda da oyunlar oynuyor, kahkalar ile muhabbet ediyorduk. İlk başta oldukça güzel geçen bu yaşantı sonradan yerini şiddete bıraktı. Kur'an ve cüz dersi alırken okuyamazsanız, unutursanız, harf şaşırırsanız vay halinize. Kızılcık veya kocaman bir sopa omzunuzda hissediliyordu. Zamanla gitmekten soğusam da ailem "döver de sever de" diyordu. Çocuktum, gittim. Dayak yiyordum. Okumaya çalışıyor ama beceremiyordum. 15 Yaşına kadar her yaz gitmeye devam ettim. Kur'an'ı öğrenmiş, cüzü okuyordum. Tabi Arapça bir dilde. 16 Yaşımda gitmeyi bıraktım. Çünkü bu yaşta dayak yemek sinirlerimi geriyordu. Sesimi çıkarırsam hem hocadan hemde ailemden dayak yiyecek, çevrede "hocaya karşı geldi, bak kâfire!" Diye dedikodum çıkacaktı. En iyisi bir bahane ile kurtulmaktı. Bu yüzden kendi eğitimimi kendim aldım. Kur'an'ı okumayı kendim öğreniyor, kendim okuyordum ki seneye dayak yemek istemiyordum. İnternetten hem Arapça hemde Türkçe okumaya başladım. Mealleri öylesine öfke doluydu ki, öylesine şiddet içindeydi ki korktum. Okurken aklımdan hep "Tanrı bile ne yapıyor ki hoca nasıl dayak atmasın" diyordum. Sene gelip çattığı zaman ailemi oldukça zor olsa da ikna ettim ama bir fener yandı bende. Bunu 1. Olay olarak ayırmak istiyorum.Tabi Camide olan eğitim haricinde lise de din dersi alıyordum. Hocamız öylesine sinirliydi ki bırakın soru sormayı yanlışlıkla hareket bile yapamazdınız. Öğretmenimiz, sürekli İslam'ın yüceliğini anlatırdı. Ama ben pek dersine odaklanmayan biriydim. Çünkü bu anlatılanları zaten biliyor, defalarca okuyordum. Hayatımın bir parçası olan bir şeyi defalarca okumak beni yavaş yavaş bıktırmaya başladı. Arkadaş çevrem de oldukça Müslüman bir hayat sürüyor, kimi kurslara gidiyordu. Orada gördükleri olayları anlatırken "hay hocamı seveyim" diyordum. Benim hocam bir melekmiş yahu... Dayak atmalar, tehdit etmeler, çocuklara işkence uygulamalar ve daha niceleri vardı. Bu bir kurs için değil, birçok kurs için geçerliydi. Arkadaşlarım artık kurslardan kaçmaya çalışıyorlar, yapamadıkları zaman mecbur ya dayak yiyorlar ya da yine aynı şeyleri dinlemek zorunda kalıyorlardı. Ben ilk başta dediğim gibi insanları dinlemeyi seven biri olduğum için, birçok sırrı biliyordum. Bazı kız arkadaşlarımın yaşadıkları kulağıma geliyordu. Kız arkadaşlarım, bunalmış, korkmuş bir vaziyette olsalar da, ailelerine anlatacak güçleri olmuyordu. Şiddet bir yana efendim, gözlerle taciz, fiziksel taciz, tecavüz girişimleri, yoklamalar ve bazı şeyler yaşıyorlardı. Aileleri onları evden çıkarmıyor, onlara "sen kızsın, edebini bil" diyorlardı. Bazılarının telefonlarına el konuluyor, 17 yaşında ki kız aileden dayak yiyor, kemerle vuruluyordu. Çoğu kurtulmak için evlenmek zorunda kalsa da ailesinin seçtiği eşler yüzünden kurtulamıyorlardı. Aile bitiyor eş dayağına geliyordu sıra. Bazıları 16 yaşında evleniyordu. Tabi, bunlar anlatılırken ben artık hayatı sorgulamaya başlamış, dinlerin ne olduğunu, bu insanların ne olduğunu öğrenmeye çalışıyordum. İlk başta klasik bir söz geliyordu "bu Müslümanlık değil" nerede değil tam olarak da o. Ama bu sorgulama aileme dert olmuş, baskı altına girmiştim. Ailem bana "detaya ne gerek var? Allah var etti ve o alacak. Kafanı nasıl karıştırıyorlar senin. Okul işte böyle bir yer" diyorlardı. Çevrem, saçlarıma, sakalıma, giysime, arkadaş hayatıma karışıyorlardı. Saçım uzun olduğu için bana "kız mısın sen?" Diyorlardı. Ne alakası var? Kız arkadaşlarımın durumunu az da olsa anlamaya başlamıştım. Sokağa çıkma yasağı uygulanıyor, okul zamanlarım düzenleniyor, telefonum kontrol ediliyordu. Amaç bu saçmalıkları "sorgulamayı" kesmekti. Bu karakter işte tam bu zaman da ortaya çıktı. Çünkü etrafımda ki insanlar, sorgulamayı bırakın bir kenara konuşamıyorlardı bile. Düşünceleri, bilgileri anlatacak kimsem yoktu. Sorgulamayı kendimle yapıyordum ama cevap alamıyordum. Zarar gören kız arkadaşlarım bile durumdan şikayetçi ama sorgulamaktan da mutsuz gibilerdi. Beni dinlemeyi bir kenara atın, bana bakmamaya başladılar. İnsanlar bana "delirmiş bu." Diyordu. Ailem "Müslümansın sen kendine gel" diye nasihat veriyordu. Ne iş yaptığım, kimle gezdiğim gözetleniyor, söylediklerim yayılıyordu. Bu sayede ailem rahatça beni takip ediyordu. 17 yaşında iken sadece "Dinimiz barışsa bunca savaş neden baba" diye sormuştum. Babam, "Kâfirler çok evladım, onları arındırmak için" demişti. "İyi de baba, bu kanla olmaktansa, bilgiyle ve kanıtla neden olmuyor" dediğimde bana "senin gibiler yüzünden. Müslüman mısın belli değil, burnun havada, tutturmuşsun bir şeyler " demişti. "Ama, onlar sorguladıkları için bu halde olamazlar mı?" Babam sinirlenmişti. "Ne diyorsun sen evlat, Allah'ı sorgulamak kimin haddine. O hepimizi seviyor" demişti. Devam edersem dayak yiyeceğimi bildiğimden içimden "Hadi oradan, bu yüzden kız arkadaşlarım evden çıkamıyor. Sırf kız oldukları için mi koruyor onları yoksa düşkün olduğu için mi" diyordum. Hayali karakterim bu zamanlarda yetişmişti bana. Onu kendim yarattım, kendim büyüttüm. Duyduğum sırlar, dertler alevlendirdi onu. Ona, öğrendiklerimi anlatıyordum o da bana cevap veriyordu. Düşünüyor, doğruyu bulmak istiyordum. Bana sürekli "Hey, deney faresi, nasılsın?" Diyordu. Haklıydı da. Deney faresinden farkım yoktu. Dünya labirentim, Allah beni deneyen, bu İslamcılar da enjekte edilen ilaçlardı. Hangi yöne gideceksin? Aria ile olan yani hayalimle olan bir konuşmam daha açıklayıcı olur sanırım.
"Allah, seni deniyor mu?"
"Öyle diyorlar."
"Peki buna emin misin?"
"Aslında pek değilim"
"Yahu, senin geleceğini bilen, seni çizdiği çembere rağmen yakacak olan biri seni neden denesin. Bunca şeyi yarattıklarını denemek için neden yapsın? Küçük çocukların haberlerini görüyorsun. Sırf birileri iyi olacak mı diye gelecekleri yok olan çocukların suçu ne? Hani, savaşa gitmemişsindir ama yolda giderken bir kurşun omzuna isabet eder ya, buna 'lanet olası kurşun' dersin, bundan ne farkı var bu durumun?" Kafam oldukça karışmıştı. Çünkü sadece Türkiye veya İslam için değil, dünya ve dünya dinleri için aynı şeyi düşünüyordum. Belgeseller de kendini İsa olarak görenler, din için savaş açanlar, küçük çocukları bile kutsayanlar, Tanrı adına köle olmasını isteyenleri görüyordum. Çevrem de olanlar beni öylesine zorluyordu ki. Tüm bunlar tanrı için mi? Her şeyin basit bir Domino taşı olduğunu çözmüştüm. Şeytan taşlamak için taş alırsın ve atarsın. Bu taşa para verirsin ama taş tekrar satılır. Sen gibiler taş attıkça o taşlar yeniden ve yeniden satılır. Eğer şeytan taşlama olmasa satış olmaz. Ekonomik kazanç işte bu. Eğer Amerika'da veya başka bir ülkede bir dinde değilseniz, bir inancınız yoksa takip edilemezsiniz. Çünkü, sizi eğiten kişiler bellidir. Eğer onların eğitimi dışına çıkarsanız sonuçlar ve olasılıklar artar. Bu durumda, size sürülen eşyalar ve satılan diğer şeyler değişir. Eğer bir toplum Müslüman ise Kur'an eğer değilse İncil eğer inançsız bir kesimse ona göre ürünler getirilir ve pazarlanır. Camiler, kiliseler için verilen paralar, dönen ekonomik oyunları göstermektedir. Yani, siz eğer inançsız biriyseniz, hem köle olamaz hemde alacağınız ürünler azalır. Stratejik bir plan.Bunu çözmeyi başardığım zaman dinin ekonomik kazanç olduğunu, tamamen görünmez kameralar ile izlendiğimizi ve korkutularak bazı şeylere engel olunmasını anlamıştım. Kur'an'ı Türkçe okuyunca zaten değişmeye başlayan fikir oldukça güçlenmiş, oldukça büyümüştü. IŞİD gibi, bir ülkenin stratejisi olmak istiyorsanız veya bir kişiyi ortadan kaldırmak istiyorsanız ona sadece kâfir deyin yeter. Çünkü Tanrılar, bir kâfire verdiği o önemsemeyi, bir çocuğa gösterse idi, bir kez ona bakılmasını söylese idi, koskoca Allah veya diğer tanrılar "Çocukları koruyun" deseydi, bugün savaşlarda, kaoslarda ve türlü iğrenç vak'alarda çocuklarımız ölmeyecekti. Asgard, Valhalla, Diğer cennetler umurumda bile değildi artık. Bizim zaten bir cennetimiz vardı ve biz ona sahip çıkamıyorduk. Hayali karakterim Aria, çevremin cesaret edemediği sorgulamayı yapıyor, benim korkularımı yok ediyor ve tüm o anlatım isteğim tamamlanıyordu. Hayali karakterim ve dinden kurtuluş sürecinin oluşumu tamamen bundan ibarettir.

Ey Toprak ana, ey güzel gökyüzü ve narin bulutu.
Nice dert açtık başınıza, nice gürültü ve uğultu.
Bir kere susmadık, bir kere durmadık ve bir kere sizi duymadık.
Toprak ananın evini görmedik. Ne bir aslanı ne suda yüzen kuğuyu.
Güzel gökyüzünü resmetmek yerine onu kirlettik ve kazanç uğruna öldürdük.
Suyumuzu zehir yaptık, gönlümüzü çamur.
Din getirdik, toprak anaya kan döktük.
Kural getirdik, büyükleri köle yaptık, çocukları boğduk.
Bilirim, kötüyüz biz. Ama ne Roma'yız, Ne İsa ne de Hitler.
Biz, bazıları seni seveniz, seni öğreten, seni kollayan çocuk.
Bebekleri öpeniz, kuğuyu neşeyle izleyen.

Teşekkür ederim, iyi ki varsınız.

SİZDEN GELENLER | Yazan: Ariany

Eleştirisel bakış açısı ile her din ve inanca ait yazılarınızı, inancınızın değişim sürecini anlattığınız sorgulama süreçlerinizi dinvemitoloji@gmail.com adresine gönderebilirsiniz.
  • Bu yazılar biz-siz gibi sorgulama evresine girmiş herkese mutlaka biraz olsun ışık tutacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazılar sitemizde adınızla veya takma adınızla yayınlanacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazının başka bir internet sitesinde yayınlanmamış olması gerekmektedir. (KOPYA içeriğe karşı olduğumuzdan, sitemizdeki tüm içerikler özgündür)