HABERLER
Dini Haber
Thomas Hobbes etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Thomas Hobbes etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

HRİSTİYANLIK VE DİNLERİN BALTALANMAYA BAŞLANMASI

A, din, hristiyanlık, ateizm, Charles Darwin'in keşifleri, Thomas Hobbes, Musa'ya incilde atfedilenler, Eichhorn, Hegel, Hristiyanlığın çöküşü, Hristiyanlığın kan kaybı, Nietzsche,
19. yüzyılın ikinci yarısında Charles Darwin'in ileri sürdüğü evrim teorisi ve diğer bilimsel keşifler, dünyanın doğasını ve varlığını açıklamanın bir yolu olarak dinlerin değerini azaltmıştır.

İlahiyat ve İncil bursu
18. ve 19. yüzyıl boyunca, akademik araştırmalar dinin gerçek hakikatlerini zayıflatmaya başlayınca Tanrı'nın doğaüstü bir varlık olup olmadığı konusunda şüpheler başladı.

1651 yılında filozof Thomas Hobbes, Musa'nın İncil'de kendisine atfedilen tüm kitapları gerçekten yazamayacağını belirtmişti .

1779 yılında JG Eichhorn, Yaratılış Kitabı'ndaki öykünün gerçek tarih olmadığını, Yunan ve Roma mitolojisinin hikayeleri gibi sadece efsane olduğunu ileri sürerken, bu hikayelerin artık gerçekten Tanrı'nın sözüymüş gibi okunmaması gerektiğini söyledi.

Diğer teologlar Hegel'in fikirlerini, dini hikayeleri ve inançları insanlığın manevi hayatıyla ilgili gerçekleri göstermek için sembolik yollar olarak tasvir etmeye başlamışlardı.

Metnin edebi analizi İncil'in kendisi için güvenilir bir tarihsel belge olarak büyük şüphe uyandırmaya başladı.

Alman, DF Strauss, 1835'te Mesih hakkındaki Yeni Ahit hikayelerinin tam anlamıyla doğru olarak yorumlanmaması gerektiğini, Yahudi bir öğretmenin hayatını giyen ve dini sembolize eden bir elbise olarak görülmesi gerektiğini belirtti.

Tanrı bir insan icadıdır.
1841'de Ludwig Feuerbach, Tanrı'nın insani bir buluş olduğunu, korkularımızla ve isteklerimizle baş etmemize yardımcı olacak manevi bir araç olduğunu savundu.

Bu inançlılar için kötü bir haberdi, çünkü insanlar, tüm iyi niteliklerini Allah'a yansıttılar ve kendilerini şefkatli, akıllı, sevecen olarak görürken, birden kendilerini değersiz hissettiler. Bu yüzden insanlık kendisini gerçek kişiliğinden uzaklaştı.


Antropoloji
Antropologlar da önceki kesinlikler konusunda şüphe uyandırıyorlardı.

Karşılaştırmalı din araştırması, pek çok dinin ritüelleri ve hikayeleri arasında büyük benzerlik olduğunu ortaya koydu; hatta kabile dinlerinin Hristiyanlıkla ortak unsurlara sahip olduğu görülüyordu.

Bu, Hristiyanlığın (ya da başka herhangi bir dinin) tek gerçek din ve herhangi bir dinin Tanrı'nın vahyinin benzersiz sonucu olduğu görüşünde çalkantılar oluşturdu, zira bütün dinler çok fazla benzerliğe sahipti.

Nietzsche
19. yüzyılın sonunda filozof Friedrich Nietzsche (1844-1900) Tanrı'nın öldüğünü ve insanlığın onu öldürdüğünü ilan etti.

Nietzsche, artık Hristiyan Tanrı'sına inanmanın mümkün olmadığını söyledi. Modern insanların artık Allah'a inanmadığını düşündü ve bu inanmazlık Tanrı'yı ​​öldürmüştü.

Bunun ciddi ahlaki sonuçları vardı. Batılı toplumun bütün ahlak yasası Yahudilik ve Hristiyan ahlakına dayanıyordu ve er ya da geç insanlar, artık Tanrı'ya inanmazlarsa, Tanrı'ya dayanan bir ahlaki kural gereği yaşayamayacağını anlamış olurlardı.

Nietzsche sadece Tanrı'nın ölümünü ilan etmekle kalmadı, daha da radikal bir şey yaparak insanlık için bir anlam ve amaç kaynağı olabilecek herhangi bir dış dünya yani ahiret olmadığını söyledi.

Nietzsche yaşadığı bölge ve toplum nedeniyle özellikle Hristiyanlığı eleştiriyordu. Bu dinin sadece sahte değil, çarpıtılmış, bozulmuş ve "çelişkili" olduğunu düşünüyordu.

Yani bilim ve felsefenin ilerleyişi ile birlikte Darwin, Thomas Hobbes, Eichhorn, Ludwing, Nietzsche gibi isimlerin önderliği ile dinler, özellikle de Hristiyanlık kan kaybetmeye başlamıştı. Bu kan kaybı ise ateizm, deizm, agnostisizim ve nihilizm gibi felsefi akımların ortaya çıkışına zemin hazırlamış oldu.

Yazan & Çeviren: A.Kara

ATEİZM VE AHLAK

ateizm, din, GF, islamiyet, Ateizm ve ahlak, Kim ahlaklı?, Sokrates, Marks, Thomas Hobbes, Din ahlak getirir mi?, Dinsiz ahlaksız mı demektir?, Gerçek ahlak, Samimi iyilik, Ahlak nedir?
Bu yazıda bazı mümin arkadaşların sıklıkla düştükleri bir mantık hatasından bahsetmek istiyorum. Bu arkadaşların iddiasına göre Ateistler tanrı kavramını reddedip , herhangi bir dine bağlı olmadıkları için ahlakı temellendiremezler ve kötü olanı yapma özgürlüğüne sahiptirler. Bakalım durum gerçekten öyle mi ? Konuya açıklık getirmeden önce bazı düşünürlerin gözünden ahlak nedir bunun tanımını yapmaya çalışalım.

Örneğin Thomas Hobbes'e göre ahlak ; Toplumun bir arada yaşamasına olanak sağlayan temel kurallar bütünüdür. Birlikte yaşayan toplum bu kurallara bağlı olmak zorundadır. Aslında toplum içinde bir birey olmak bu sözleşmeyi kabul etmek demektir.
Kant ise şu şekilde açıklar ahlakı ; İnsanda ki iyi ve kötü algısı insana duyulan saygı ile şekillenmelidir. Kant etiğinin temellerini ise şu şekilde açıklamak mümkündür ; Bizler bir eylemde bulunurken bunun sonuçlarını her zaman öngöremeyiz yani iyilik için yaptığımız bir eylem kötü bir sonuç doğurduğu da bu bizi kötü yapmaz. Eylemleri sonuçlarına göre ahlak açısından değerlendirmek hatadır. Örneğin sırf reklam yapmak için herhangi bir kuruma bir milyon dolar bağışlayan bir ünlü ile ayda bin lira kazanıp her ay belirli kurumlara 200 lira bağışlayan birinin eylemleri kıyaslanabilir mi ? Kant'a göre ahlaklı eylemin kaynağını sonuçlar değil amaçlar içerir.

Marks'ın ahlak teorisini de şu 4 ilke ile özetlemek mümkün görünüyor;
  1. Herkesin güvenlik ve geçimlik haklarına saygı gösterilmelidir.
  2. Azami bir eşit özgürlükler sistemi var olmalıdır.
  3. Toplumsal konumlara ve görevlere ulaşmak için , fırsat eşitliği ve bütün toplumsal karar oluşturma süreçlerine eşit katılım hakkı sağlanmalıdır.
  4. Toplumsal ve ekonomik eşitsizlikler ancak en az avantajlı olanların yararına ve adil tasarruf ilkesiyle tutarlı olması halinde haklı görülebilir ve bu eşitsizlikler , eşit özgürlük yada öz saygı değerlerini zayıflatacak düzeyi aşmamalıdır.
Sokrates'in görüşü ise özetle iki düşünceden ibarettir;
  1. Erdem bir bilgidir.
  2. Kimse bilerek kötülük yapmaz.
Sokrates insanların fiziki yapılarını değiştirmeyeceklerini fakat karakterlerini değiştirip geliştirebileceklerini belirtmiştir. İnsanların benliklerinde saklı halde bulunan ahlaksal yargıların varlığına inanır. Sokrates ve bunu sadece eğitim ortaya çıkartabilir , insanı kötülüğe sürükleyen bilgisizliğidir. Şimdi özetle ahlak dediğimiz kavramın genel tanımıyla toplumların bir arada yaşamasına olanak sağlayan kurallar bütünü olduğunu görebiliyoruz. Bu kurallar bütününü mevcut bir din belirleyebildiği gibi , dinin dışında belirleyen faktörler elbette ki vardır. İşte biz Ateistler hatta biraz daha geniş tanımıyla Nonteistler , ahlak anlayışımızı bu faktörlere göre temellendiririz. Mümin arkadaşların sürekli olarak görmezden geldikleri vicdan , bilgi , gelenek , görenek , anane , kültür gibi faktörlerdir bizim ahlak anlayışımızın temelleri. Merkezine metafizik bir ögeyi yani tanrıyı koydukları dinlerinin öğretileri ile bir ahlak anlayışı geliştirenlerin , kendi ahlak temellerine bahsettiğim rasyonel gerçekleri koyan bizleri anlamalarını açıkçası çokta beklemiyorum.


Burada konuyu biraz daha genişleterek mümin arkadaşların , bizlerin yapmamız konusunda bir engel göremedikleri ve yapmamızı meşru gördükleri bazı eylemlerden ve neden bunları yapmadığımızdan bahsedelim zira bizler onlara göre inançsız insanlarız ve bunları yapmakta özgürüz. Genellikle bu tür arkadaşların bizlere saldırdığı ilk nokta ensest ilişkidir ; Akraba evliliğinin sakat bebeklerin doğumuna yol açtığı bilimsel gerçeğini tüm dünya biliyor artık bundan uzun uzadıya bahsetmeye gerek bile yok , kardeş evliliğinin ise sakat çocuk ihtimalini kat be kat arttırdığı için insanlar çoğu içgüdülerine benzer şekilde aralarında kan bağı olan karşı cinslerine karşı iticilik duyacak şekilde evrimleşmişlerdir. Evet elbette cinsel yönden bu tür farklılıklara sahip insanlar vardır ama bu ahlaksızlık olarak nitelendirilemez zira nasıl ki eş cinsellik, pedofili ve hayvan sevicilik gibi farklı eğilimler tercih yada psikolojik hastalık olarak görülüyorsa bu durumda benzer nitelik taşır ama ahlaksızlık olarak görülemez çünkü ahlakın toplumsal kurallar bütünü olduğunu göz önünde bulundurunca bu durumun toplumu değil bireyleri bağladığını görürüz.

Bir diğer unsur da yalan söylemektir ; Allah'tan korkmayanın yalan söylemekten de korkmayacağını iddia ederler. Şahsen ben yalan söyleyerek karşımdaki insanın güvenini kalıcı olarak yitirmek istemem , aldığım eğitime ve benim onuruma aykırı bir durumdur ayrıca ve sadece bu bile yalan söylememem için yeterli bir sebep bence. Bir diğeri ise tecavüz ; Neden bir insana cinsel saldırıda bulunup onun özgürlüğünü kısıtlayayım ki , neden onun kişi haklarını ihlal edip , kanunen suç sayılan bir eylemi gerçekleştireyim , her şeyden önce bunu vicdanen kendime yedirememem ve inandığım değerlere de aykırı bir durumdur bu. Yukarıda verdiğim bazı örneklerden de anlaşılacağı üzere mümin arkadaşların yapmakta özgür olduğumuzu düşündükleri tüm eylemleri yapmamam için psikolojik , vicdani , kültürel , geleneksel , bilimsel ve ideolojik sebeplerim var ve bunların hiç birisi dinle bağlantılı değil.

Açıkçası arkadaşlar tüm dinler , şunu şöyle yaparsan cennetle ödüllendirilirsin, bunu böyle yaparsan cehennemle cezalandırılırsın önermeleri üzerinden bir ahlak anlayışı şekillendirmişler ve bu öteki dünya iddialarını kanıtlayamıyorlar , hepsi olmayan bir dünyayı vaat ediyorlar bizlere. Fakat bu yaşadığımız dünya fazlasıyla gerçek , açlıktan ölen insanlar , hastalıklar , savaşlar gerçek , her gün daha fazla mutsuzluğa sürüklenen insanlık gerçek. Her sabah insanlık böyle bir dünyaya uyanırken , bütün bu acımasızlık , yoksulluk , umutsuzluk gerçek iken , perdenin öteki tarafında olduğu iddia edilen cenneti hayal ederek yaşamayı ben kendime yediremem.

Ben iyiliği sadece iyilik olsun diye yapmayı seviyorum , kötü birisi olmadığım içinde kötülükten uzak tutmayı biliyorum , iyilik yaptığımda birinin ödül vermesi yada kötülük yaptığımda birinin beni cezalandırmasından korktuğum için değil . İyi olmak için bir efendiye ihtiyacımız yok , iyilikte kötülükte bizim içimizde , bizimle doğdu bizimle yok olacak , önemli olan yaşarken neyi seçtiğimiz hemde cennet ödülü yada cehennem cezası olmadan , hemde ölüp gideceğini bile bile , perdenin ötesi diye bir yerin olmadığını bilerek , üstelik senden sonrakileri kıskanmadan , biz göremesek de onlar daha mutlu , daha özgür yaşasınlar diye çaba sarf ederek , benim payıma düşünde buymuş diyerek . İşte yaşamak bu kadar heyecan verici , bu kadar güzel ve bu kadar basit, tüm mesele gerçekten alçak gönüllü olabilmekte. Şimdi mümin kardeşim kendine şunu sor; "Yaptığın eylemleri, ceza korkusu ve mükafat beklentisi içinde yapan sen mi daha samimisin, yoksa hiç bir beklenti içine girmeden iyiliği sadece iyilik olsun diye yapan, kötülükten de kötü olduğunu için sakınan bizler mi daha samimiyiz?" Yani sen mi gerçekten ahlaklısın yoksa biz mi ! Her daim sevgi ve umutla kalın dostlar.

Yazan: Gregoire de Fronsac