HABERLER
Dini Haber
yahudilik etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
yahudilik etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

TEVRAT VE KUR'AN'DA ANLATILAN YARATILIŞ ÖYKÜSÜ

Yazan: Mehmet W. Gündoğdu
MWG, din, islamiyet, musevilik, yahudilik, Tevrat'ta yaratılış, Kur'an'da yaratılış, Kur'andaki çelişkiler, Tanrı'nın insan ve dünyayı yaratışı, Yaratılış öyküsü, Tevrat ve Kur'an Tevrat, Yaratılış 1. bölümden aynen aktarılmıştır:
“Başlangıçta Tanrı göğü ve yeri yarattı. Yer boştu, yeryüzü şekilleri yoktu; engin karanlıklarla kaplıydı. Tanrının Ruhu suların üzerinde dalgalanıyordu. Tanrı, "Işık olsun" diye buyurdu ve ışık oldu. Tanrı ışığın iyi olduğunu gördü ve onu karanlıktan ayırdı. Işığa "Gündüz", karanlığa "Gece" adını verdi. Akşam oldu, sabah oldu ve ilk gün oluştu. Tanrı, "Suların ortasında bir kubbe olsun, suları birbirinden ayırsın" diye buyurdu. Ve öyle oldu. Tanrı gök kubbeyi yarattı. Kubbenin altındaki suları üstündeki sulardan ayırdı. Kubbeye "Gök" adını verdi. Akşam oldu, sabah oldu ve ikinci gün oluştu. Tanrı, "Göğün altındaki sular bir yere toplansın, kuru toprak görünsün" diye buyurdu ve öyle oldu. Kuru alana "Kara", toplanan sulara "Deniz" adını verdi. Tanrı bunun iyi olduğunu gördü. Tanrı, "Yeryüzü bitkiler, tohum veren otlar, türüne göre tohumu meyvesinde bulunan meyve ağaçları üretsin" diye buyurdu ve öyle oldu. Yeryüzü bitkiler, türüne göre tohum veren otlar, tohumu meyvesinde bulunan meyve ağaçları yetiştirdi. Tanrı bunun iyi olduğunu gördü. Akşam oldu, sabah oldu ve üçüncü gün oluştu. Tanrı şöyle buyurdu: "Gök kubbede gündüzü geceden ayıracak, yeryüzünü aydınlatacak ışıklar olsun. Belirtileri, mevsimleri, günleri, yılları göstersin." Ve öyle oldu. Tanrı büyüğü gündüze, küçüğü geceye egemen olacak iki büyük ışığı ve yıldızları yarattı. Yeryüzünü aydınlatmak, gündüze ve geceye egemen olmak, ışığı karanlıktan ayırmak için onları gök kubbeye yerleştirdi. Tanrı bunun iyi olduğunu gördü. Akşam oldu, sabah oldu ve dördüncü gün oluştu. Tanrı, "Sular canlı yaratıklarla dolup taşsın, yeryüzünün üzerinde, gökte kuşlar uçuşsun" diye buyurdu. Tanrı büyük deniz canavarlarını, sularda kaynaşan canlıları ve uçan çeşitli varlıkları yarattı. Bunun iyi olduğunu gördü. Tanrı, "Verimli olun, çoğalın, denizleri doldurun, yeryüzünde kuşlar çoğalsın" diyerek onları kutsadı. Akşam oldu, sabah oldu ve beşinci gün oluştu. Tanrı, "Yeryüzünde çeşitli canlı yaratık, evcil ve yabanıl hayvan, sürüngen türetsin" diye buyurdu. Ve öyle oldu. ("Sürüngen": İbranice sözcük fare, böcek gibi öteki kara hayvanlarını da kapsıyor.) Tanrı çeşitli yabanıl hayvan, evcil hayvan, sürüngen yarattı. Bunun iyi olduğunu gördü. Tanrı, "İnsanı kendi suretimizde, kendimize benzer yaratalım" dedi, "Denizdeki balıklara, gökteki kuşlara, evcil hayvanlara, sürüngenlere, yeryüzünün tümüne egemen olsun." Tanrı insanı kendi suretinde yarattı. Böylece insan Tanrı suretinde yaratılmış oldu. İnsanları erkek ve dişi olarak yarattı. Onları kutsayarak, "Verimli olun, çoğalın" dedi, "Yeryüzünü doldurun ve denetiminize alın; denizdeki balıklara, gökteki kuşlara, yeryüzünde yaşayan bütün canlılara egemen olun. İşte yeryüzünde tohum veren her otu, tohumu meyvesinde bulunan her meyve ağacını size veriyorum. Bunlar size yiyecek olacak. Yabanıl hayvanlara, gökteki kuşlara, sürüngenlere -soluk alıp veren bütün hayvanlara- yiyecek olarak yeşil otları veriyorum." Ve öyle oldu. Tanrı yarattıklarına baktı ve her şeyin çok iyi olduğunu gördü. Akşam oldu, sabah oldu ve altıncı gün oluştu. Gök ve yer bütün öğeleriyle tamamlandı. Yedinci güne gelindiğinde Tanrı yapmakta olduğu işi bitirdi. Yaptığı işten o gün dinlendi. Yedinci günü kutsadı. Onu kutsal bir gün olarak belirledi. Çünkü Tanrı o gün yaptığı, Yarattığı bütün işi bitirip dinlendi.”

Tanrı tarafından Musa peygambere geldiğine inanılan, Musevilerin kutsal kitabı eski ahit- Tevrat; evren ve yeryüzünün, canlı cansız her şeyin altı günde yaratılıp tamamlandığını, yedinci günün Rab tarafından kutsandığını –bazı çevirilere göre tanrının dinlendiğini- anlatıyor.
Kur'an bir ayette “Gerçekten sizin Rabbiniz, altı günde gökleri ve yeri yaratan, sonra arşa istiva eden Allah'tır…(Araf Suresi- 54) diyerek Tevrat’ta yazılanları birebir onaylıyor. Aynı Kur'an bir başka ayette “Ve bizim buyruğumuz tektir, göz açıp kapayıncaya kadar olup biter.” (Kamer suresi- 50) diyerek kendi kendini yalanlamaktadır. Her şeyi ol demekle oldurabilen tanrı, evreni neden altı günde yaratmıştır? Kur'an ayetlerinden birkaç örnek daha verelim: “Birşeyi dilediği zaman, O'nun emri yalnızca: "Ol" demesidir; o da hemen oluverir.” (Yasin suresi, 82); “Gökleri ve yeri -bir örnek edinmeksizin- yaratandır. O, bir işin olmasına karar verirse, ona yalnızca "Ol" der, o da hemen oluverir.” (Bakara suresi, 117)

Tevrat’ta ve ardından Kuran’daki yaratılış anlatımlarının; en büyük yaratıcı Allah inancıyla nasıl da ters düştüğü görülüyor. Kutsal kitaplar getirdikleri inanç sistemiyle çelişebilir mi? Ne yazık ki çelişiyorlar. Sonsuz yaratma gücü yalnızca Allah’a aitse, Allah canlı cansız her şeyi “ol” dediğinde oldurabiliyorsa; her şeyi yaratması neden altı gün sürmüştür? Oysa Allah’ın saniyenin kırk milyonda biri kadar bir süre içinde, bildiğimiz bilmediğimiz her şeyin milyonlarcasını yaratabilecek bir güce sahip olması gerekir. Tek tanrılı dinlerin temel inancı böyledir. Üç dinin üç kutsal kitabı da hem bu vurguyu yaparken, hem de altı günde evren yaratılıyor. Üstelik en bozulmamış tek kaynak olarak bilinen İslam’ın Kuran’ı da yaratılışın altı gün sürdüğünü anlatarak kendisiyle çelişmektedir.

Tevrat’tan anladığımıza göre; Allah bir şeyi yarattıktan sonra durup bakıyor ve yarattıklarını beğeniyor. Yani önce bir yaratma denemesi yapıyor, sonra yaptığını beğeniyor. Demek ki yarattığı bir şeyi beğenmezse onu yok edecek. Allah ne yaptığını, ne yapacağını sonsuz gücüyle bilip yapabiliyorsa; böyle bir denemeyi neden yapsın? Geçmişi ve sonsuz geleceği bilmeden, deneme- yanılma yoluyla yaratan bir tanrı olabilir mi? “İnsanı kendi biçimimize göre yaratalım” diyen bir tanrı düşünebiliyor musunuz? Allah şekilden, mekândan ve bildiğimiz her varlıktan münezzehse, dört kutsal kitap da böyle yazıyorsa; Tevrat’ta anlatılan, Allah’ın münezzeh olan kendi biçimiyle insanı yaratması büyük bir çelişki oluşturmuyor mu? Kuran’a girmese de İslam inancı içinde de “Allah”ın insanı yaratırken kendi biçiminden yarattığı” inancı yaygındır. Bu inanç, hadis kitaplarının hemen hepsinde vardır.

Tevrat ve İncil’i aslı bozulmuş kitaplar olarak kabul edip, inanmasanız bile Kuran’da geçen altı günde yaratış ayeti nasıl açıklanabilir?

Zebur, Tevrat, İncil’, Kuran kitapları hep tek yaratıcı Allah inancını savunmasına karşın; kendi içlerinde çelişkiler vardır. Bu kitaplarda anlatılan olaylardan pek çoğu isim ve yer değiştirerek bir başka dinin içine girebilmiştir. Sumer ve eski Mısır inancını, tapınma biçimlerini, efsanelerini her üç dinin içinde olduklarını görmemek ya da görmek istememek insanların düşünce ve sorgulama yetilerini zincire vurmaktır.

Zebur ve İncil yaratılıştan hiç söz etmez. Zebur şiir ve dua kitabıdır. İncil’in bir bölümünü de eski ahit adıyla Zebur ve Tevrat oluşturmuştur. Tevrat’ta anlatılanları yinelememek için İsevilerce geçerli olan dört İncil’e yaratılış konusu katılmamıştır. Kuran’daki yaratılış ayetleriyse Tevrat’tan alınmış bire bir kopyalamadır. Tevrat’ın ana kaynağı da Sumerlerin inançlarıdır.

MİTOLOJİK PEYGAMBER "İDRİS"

Yazan: Mehmet W. Gündoğdu
MWG, din, İdris, Hz İdris, Enoş, Enoch, yahudilik, islamiyet, İdris'in mitolojik kökeni,Mitoloji ve İdris, Hanok, din ve mitoloji, Mitoloji ve din, İdris'in miracı, Osiris ve İdris, Mitolojide İdris,

MİTOLOJİK PEYGAMBER: İDRİS


Din kaynaklarına göre; İdris’in, Âdem’den sonraki 7. Kuşaktan olduğu söylenilir. Şit peygamberin torunlarından Yeret’in oğlu İdris, Kuran ve Tevrat’tan başka öteki din kitaplarında da adı geçen peygamberlerdendir. Bazı kaynaklara göre peygamber değil ermiş bir kişidir. Babil ya da Mısır’da doğduğu söylenir. Kendisine otuz sayfalık kitap indirilmiş. Çeşitli hadislere göre; ölmeden tanrı katına çıkan kimine göre dört, kimine göre dokuz kişiden birisidir. Yetmiş iki dil ile konuşarak, her kavme kendi diliyle seslenip, dine davet etmiş.

İslam yazılı kaynaklarında İdris peygamberin adı Ahnut-Uhnut ya da Unnuh, batı dillerinde aslı İbranice olan Hanok’tur. Tevrat’ta da Hanok olarak anılır. Kuran’da iki yerde; Meryem ve Enbiya surelerinde adı İdris olarak geçer.

Eski Mısır tanrısı Osiris’in İdris olduğu ileri sürülür. Bununla birlikte Tevrat’ta İdris’e karşılık gelen Osiris’le ilişkilendirilir. Değişik inanç kitaplarında ve yazılı söylencelerde antik Mısır tanrısı Thot, Sümer ve Babil tanrısı Enlil ve antik Yunan tanrısı Hermes’in aslında İdris olduğu iddia edilir. Bu yazılı söylencelerde anlatılanlarla İdris’in yaşadığı olaylar birbirine çok benzer. Bu söylencelerin hepsinde ortak olay ve özellikleri görmemek için kör olmak gerek. Yani, İslam’ın içine; antik Yunan, antik Mısır ve Sümer’den alınmış olayların benzerliğine rastlantı denilebilir mi?

Tevrat’ın 5. Bölümünde Hanok şöyle anlatılır: “Yeret 162 yaşındayken oğlu Hanok doğdu. Hanok'un doğumundan sonra Yeret 800 yıl daha yaşadı. Başka oğulları, kızları oldu. Yeret toplam 962 yıl yaşadıktan sonra öldü. Hanok 65 yaşındayken oğlu Metuşelah doğdu. Metuşelah'ın doğumundan sonra Hanok 300 yıl Tanrı yolunda yürüdü. Başka oğulları, kızları oldu. Hanok toplam 365 yıl yaşadı. Tanrı yolunda yürüdü, sonra ortadan kayboldu; çünkü Tanrı onu yanına almıştı.”

TDV İslam Ansiklopedisi, 21.cilt 478- 480 sayfaları arasında İdris hakkında verilen ayrıntılar hadis ve Kuran yorumcularına dayanmaktadır. Kısaltarak aldığımız bu bölümdeki bilgiler şöyle:

“Müslüman müellifler, Kuran’daki bilgilerden hareketle ve Kuran dışı kaynaklardan, özellikle de Kitâb-ı Mukaddes, apokrif eserler ve rabbânî literatürden faydalanarak İdris’i, Kitâb-ı Mukaddes’te yer alan ve semaya kaldırılmış olan şahsiyetlerden (Hanok [Hanokh, Enoch, Uhnûh], İlyâ [İlyâs] veya Hızır) biri olarak kabul etmişlerdir. Diğer taraftan İdris, Hermes’le de bir sayılmıştır. İbnü’l-Kıftî, İdris’le ilgili şu görüşleri nakleder: Bazıları onun Mısır’da doğduğunu ve adının Hermesü’l-Herâmise olduğunu söylemektedir. Yunancada adı Ermis olup Arapça’ya Hermes olarak geçtiğini söyleyenler de vardır. İbraniler ona Hanûh demektedir, bu isim Uhnûh olarak Arapçalaştırılmıştır. Allah kitabında onu İdris olarak adlandırmaktadır (Mustafavî, et-Taḥḳīḳ, “drs” md.; İbnü’l-Kıftî, s. 1-2). Bîrûnî, Hermes’e İdris de denildiğini, bazılarının Buda’yı Hermes olarak kabul ettiklerini nakleder (el-Âs̱ârü’l-bâḳıye, s. 206). Müslüman müelliflerin hepsi İdris’in, Kitâb-ı Mukaddes’teki rivayete göre ebedî hayata ermiş olan veya Kitâb-ı Mukaddes dışı Yahudi dinî literatürüne göre ölmeden cennete giren Hanok (Honoch) olduğunu kabul eder. Bu görüşü benimseyen ilk müellif Taberî’dir (Târîḫ, I, 170). Fahreddin er-Râzî (XXI, 233), Nesefî (III, 265), İbnü’l-Esîr (I, 62) ve diğer müfessirler de İbrânîler’in Uhnûh’u ile Müslümanların İdris’inin aynı kişi olduğunu söylemektedir… toplam 365 yıl yaşar. Nihayet gözden kaybolur, çünkü onu Allah almıştır (Tekvîn, 5/21-24); şu halde o ölmemiştir (İbraniler’e Mektup, 11/5). …Hakkında Kitâb-ı Mukaddes dışında Talmud ve Midraş ile apokrif literatürde de bilgiler bulunan Hanok’un bir peygamber mi yoksa kutsî bir şahsiyet mi olduğu konusu Yahudi âlimleri arasında tartışmalıdır. Aggadah’ta (Yahudilerin Talmud ve Midraş’ın kıssalar, efsaneler, alıntılar, darbımeseller, folklorik temalar içeren bölümlerine verdikleri isim) Hanok, ölüm acısını duymadan cennete giren dokuz sadık insandan biri olarak gösterilir.


Yahudi kaynaklarındaki bilgilere göre Hanok, gizli bir yerde sadık bir insan olarak yaşarken bir melek kendisine gelir ve bu inzivadan çıkıp Tanrı’nın yolunda gitmeleri için insanlara öğretmenlik yapmasını ister. Bunun üzerine Hanok 243 yıl öğretmenlik (peygamberlik) yapar ve bu dönemde dünya huzur ve barışla dolar; hatta bütün krallar ve prensler ona boyun eğer. İnsanoğluna yaptığı hizmetlere karşılık Tanrı onu gökte de meleklerin kralı yapmaya karar verir ve şimşek gibi savaş atlarının çektiği alev saçan bir arabayla kendisini semaya alır. Tanrı Hanok’a muhteşem bir elbise ve gözleri kamaştıran bir taç giydirir. Ona hikmetin bütün kapılarını açar ve kendisine “Metatron” (bütün semavat sakinlerinin prensi ve başı) adını verir, bedenini bir şuleye dönüştürür, onu fırtına, kasırga ve gök gürlemesiyle kuşatır (EJd., VI, 794).

Hanok, mistik Yahudi grupları içerisinde kendisine büyük önem verilen bir şahsiyettir. Bu gruplara göre bazı melekler özel bir mazhariyete erişmiş olup bunların en başında Metatron yer alır. Böylece o baş melektir ve diğerlerinin prensidir. Merkabah literatürüne göre Metatron, Hanok’un beşerilikten kurtulmuş ve melekleşmiş hali olup göğe alındıktan sonra orada insanların amellerinin kaydını tutmaktadır (ER, V, 118).

Kabbalistler’e göre de altı harfle yazılmış olan Metatron Hanok’tur, fakat o yeryüzündedir. Zohar kitabına göre Hanok, Âdem’in nesillerinden her birinin kitapları gibi bir kitap sahibidir. Onun kitabı “hikmetin sırrı”dır (EJd., XI, 1443-1446). Dünyanın sonuna doğru Hanok, Eliya (İlyâ, İlyâs) ile beraber “yol açıcı” ve “hazırlayıcı”, dolayısıyla mehdî rolünü oynayacaktır. Bunlara göre Hanok melekleşince Metatron adını almış ve nuranileşmiştir. Eliya da ölmemiş, göğe çekilmiştir, fakat hâlâ beşerî formunu korumaktadır. Ancak Hanok ile Eliya’nın aynı şahıslar olup değişik isimlerle ifade edildiğini ileri sürenler de vardır (a.g.e., VI, 793). Hanok’la ilgili kaynaklardan biri de apokrif kabul edilen “Hanok’un Kitabı”dır. Üç farklı nüshası bulunan eserin Etiyopya dilinde yazılmış olanında Hanok iyi insanlarla Tanrı arasında bir aracıdır. Semavî bir yolculuğa çıkar ve bu yolculukta bütün yaratılışın sırlarına, unsurlarına muttali olur (a.g.e., VI, 795-796). Slav dilinde kaleme alınmış olanda ise Hanok’un meleğin kanadında yedi feleği ziyareti anlatılır. O, yedinci kat semada Tanrı’yı arşa istivâ etmiş olarak müşahede eder, ayrıca mühürlü kitapları da görür. Tanrı melek Vreveil’e, Hanok’a semanın ve arzın işleyiş düzenini ve diğer konuları anlatmasını, Hanok’a da bu anlatılanları 360 kitap içerisinde kaydetmesini emreder (a.g.e., VI, 797-798)…

Hz. İdrîs’in terzi olduğu, her iğne saplayışında “sübhânellah” dediği, akşam olduğunda yeryüzünde ameli ondan daha üstün hiç kimsenin bulunmadığı da İbn Abbas’tan rivayet edilmiştir (İbn Kesîr, Tefsîrü’l-Ḳurʾân, V, 236). “Biz onu yüce bir mekâna yükselttik” meâlindeki âyet açıklanırken kendisine hem peygamberlik hem de otuz sahîfe verilmesi yanında kalemle yazı yazan, elbise diken, hesap ve yıldız ilmiyle meşgul olan ilk insanın İdrîs olduğu belirtilir (Fahreddin er-Râzî, XXI, 233). İdrîs bazan İlyâ (İlyâs) ile aynı kişi sayılmıştır. Nitekim Abdullah b. Mes‘ûd’dan nakledildiğine göre, “İlyâs da şüphe yok ki gönderilmiş peygamberlerdendi” (es-Sâffât 37/123) mealindeki ayetin tefsirinde İbn Mesud ile İbn Abbas, İlyâs ile İdris’in aynı kişi olduğunu söylemişlerdir)…  Hz. İdris’e ilâhi bilgileri ihtiva eden otuz sayfa indirilmiştir. O, Âdem’in ve Şît’in sahîfelerini de kalbinin üzerinde taşırdı. Remil ilmi, heyet, nucüm, hesap, tıp, nebatların sırları, garip sanatlar, yazı yazmak, dikiş dikmek, terazi kullanmak gibi meslek ve sanatları İdris icat etmiştir. Sahifelerinde semavî sırlar, ruhanilere hükmetmenin yöntemleri, varlıkların özellikleri gibi konulara dair bilgiler vardı. Çok sayıda talebesi olan İdrîs, yeryüzünde ilk defa demiri keşfedip ondan aletler yapmış, ziraatı geliştirmiş, deri ve kumaşlardan elbise dikmiştir (İbnü’l-Esîr, I, 54; Nişancızâde, I, 124-128). Yıldızlar ve hesap ilmiyle ilk meşgul olan kişi olduğu için Yunanlı hakîmler ona “Hermesü’l-hakîm” (Hermesü’l-Herâmise) demişlerdir (İbnü’l-Esîr, I, 54-55, 59-60; İbn Kesîr, el-Bidâye, I, 99-100).

İdris’in kimliği konusunda en çok ilgi çeken hususlardan biri de onun yarı efsanevî bir şahsiyet olan Hermes’le ilgisidir. İslâmî kaynaklarda üç Hermes’ten söz edilmekte olup her biri değişik özelliklere sahiptir. Bunlar Hermes (Hermesü’l-Herâmise), Bâbilli Hermes ve Mısırlı Hermes’tir. Birinci Hermes hakkındaki rivayetler İdris’e dair anlatılanlara benzemekte, bazılarınca bunun Uhnûh ve İdris’le aynı kişi olduğu kabul edilmektedir. Bu Hermes, gökler hakkında bilgiye sahip olan ve insanlara tıp konusunda bilgiler veren ilk insandır. Onun harflerin ve yazının mucidi olduğuna, insanlara giyinmeyi öğrettiğine de inanılır; ilk defa Allah’a ibadet etmek için evler bina etmiş, Nuh tufanını haber vermiştir (Seyyid Hüseyin Nasr, s. 151-152; Kılıç, s. 49)….” (Ömer Faruk Harman- TDV İslâm Ansiklopedisi 21. Cilt, sayfa:  478-480 arası- 2000)

İdris’in Miracı( Göğe Çekilmesi)
Hadis ve Kuran yorumcularının ışığında anlatılan İdris’in göğe çıkması olayı ilk miraç kabul edilmektedir.

İdris yeryüzünde insan bulunan toplulukları dine davet ettiyse de pek karşılık bulamayınca, kendisine vekiller atadıktan sonra Aşure gününde göğe çıkarıldı.

Deylemi, Firdevs, İbni İshak, İbni Hişam, Buhari, Ümmü Selem gibi pek çok hadisçiler bu konuyu şöyle anlatırlar:

“Dünyada yaşadığı ömrünün sonuna doğru ölüm meleği Azrail, İdris’i ziyarete geldi. İdris, Azrail’e: “Bir anlık benim ruhumu al.” dedi. Bunun üzerine Allah Teâlâ, Azrail’e; “Onun ruhunu al!” diye vahiy etti. Azrail İdris’in ruhunu aldı. Allah Teâlâ, İdris’in ruhunu tekrar iade etti. İdris, Azrail’e; “Beni semalara götür. Cennet’i ve cehennem’i göreyim.” dedi. Allah Teâlâ, Azrail’e onu semaya götürmesini, cehennem’i ve cennet’i göstermesini vahiy etti. İdris’e cehennem gösterildi. Cennet’e götürüldü. Cennet’e girince, çıkmak istemedi. Kendisine; “Niçin çıkmıyorsun?” diye sorulunca; “Allah Teâlâ, «Her nefis ölümü tadacaktır.» buyurdu. Ben ise ölümü tattım. Yine Allah Teâlâ, «Herkes cehennem’e uğrayacaktır.» buyurdu. Ben oraya uğradım. Allah Teâlâ, «Onlar oradan (cennet’ten) çıkmayacaklardır.» buyurdu. İşte ben bunun için cennet’ten çıkmak istemem.” dedi. Bunun üzerine Allah Teâlâ, Azrail’e vahiy edip, İdris’in cennet’te kalmasını bildirdi. İdris böylece Cennet’te kaldı.

Nitekim Buhârî ve Müslim’de bildirilen hadisi şerifte, peygamberimiz Miraca çıktığı zaman, hazret-i İdris’i dördüncü kat semada gördüğünü bildirmiştir. İdris aleyhi selam diri olarak göğe çıkarılınca, onu çok sevenler, ayrılık acısına dayanamadılar. Hatırlamak için resmini yaptılar. Daha sonra gelenler bu resmi tanrı sandılar, çeşitli heykeller yapıp tapıldı. Böylece putperestlik meydana çıktı.”

Yine bazı hadislere göre; İdris’in göğe çekilmesinden sonra şeytan gelip, İdris’e inanmış olanlara; İdris’in resmini, sonra da halkın sevdiği saydığı başkalarının resimlerini de yapmış. Daha sonra bu resimler yontulara dönüşerek, toplantı yerlerine dikilmiş. Önce bu yontulara tapınılmadıysa da, sonradan puta tapma inancı ortaya çıkmış.

Bazı Sorular:
Burada sorulması gereken aykırı birkaç sorudan sonra bu konuyu kapatmak istiyoruz.
  • Ölüm meleği Azrail’in görevi can almaksa, İdris’i ziyarete gelebilir mi?
  • İdris’in cehennem ve cenneti görüp; Allah’ın verdiği sözlere dayanarak, Allah’ı “tongaya düşürmesi” olasılığı olabilir mi?
  • Hadislere göre; bütün her şeyi Muhammed peygamber için yarattığını söyleyen tanrı, Muhammed peygamberi değil de; neden İdris’i, İsa’yı ve başkalarını yanına alıp ölümsüzleştirdi?
Kuran’a göre peygamber Muhammed’i miraca çıkaran Cebrail. Oysa hadislere göre; İdris’i semaya çıkaran Azrail. Her iki kitaba göre; Cebrail ve Azrail’in böyle bir görevleri yok.

Soruları çoğaltabiliriz. Ne kadar soru sorulsa da, birileri çıkıp; “hikmetinden sual olunmaz” deyip geçiştireceklerdir.

PEYGAMBERLERİN GÖBEK ATTIĞI YER : ORTA DOĞU

Yazan: Mehmet W. Gündoğdu
MWG, din, islamiyet, Neden tüm peygamberler Orta doğu'dan, Tüm peygamberler Arap topraklarından, Hep aynı yerden peygamber çıkması, Peygamberler ve orta doğu, yahudilik, Peygamberler, PEYGAMBER MEKANI ORTA DOĞU
Neden hep peygamberler Orta doğu’dan çıkmıştır? Bu sorunun yanıtını ileride vereceğiz. Din kitaplarının yazdıklarına göre, korkunç felâketler de hep bu topraklarda olmuştur. Bu felâketlerin yaşandığı çağlarda yeryüzünün en sapkın ve ahlakı düşüklerin hepsi Orta doğu’da mıydı ki, bu cezaları hak ettiler? Bugün bu topraklarda yaşananlar; Nuh zamanında, Hut zamanında, Lut zamanında yaşananlardan daha kötü, daha pis olmasına karşın; tanrı neden böyle cezalar vermiyor? Diyeceksiniz ki; “Bu toprakların her yeri kan gölü oldu, akla gelebilecek en pis ahlaksızlıklar bu topraklarda yaşanmaktadır. Bundan ağır ceza olur mu?” Bu sorunun yanıtı bu değil. Bu olanlar ceza değil; dinlerin, mezheplerin, inançların altına gizlenmiş inanç sömürme savaşıdır. Kutsal kitaplara göre bu savaşın adı cihattır.

Kullarına cennet vaat eden tanrıya inananlar, cennete kolayca girebilmek için dünyayı cehenneme çeviriyorlar. Hem de Müslüman’ı Müslüman’a kırdırarak yapılan bu savaşın arkasında yeryüzünün egemenleri, bu egemenlerin yanında da en şeriatçı ve Müslüman olarak bilinen Suudi Arabistan’ın petrol paraları var. Bu paralara katkıda bulunan Dubai, Kuveyt ve Katar’da bu savaşı ha bire körüklemektedir. Bunların bankaları, para akışını ellerinde tutan kurumları Türkiye’de boşuna çalışmıyorlar. Dinsel ve ekonomik sömürünün en sağlam ayakları da işte bu kurumlardır. Ayrıca “Dinde zorlama yoktur” (Bakara-256) diyen de aynı Kuran’dır. “Bulduğunuz yerde öldürün” (Tevbe- 5) diyen de aynı Kuran’dır. Üstelik dinlerin kendi kitapları savaşı ibadet olarak görüp, insanları savaşa kışkırtmaktadır. (Kuran’dan birkaç örnek ayet: Bakara,144-216. Nisa,71-76- 84- 89. Enfal: 39- 65. Tevbe: 5- 29- 123)

Kuran’dan Maide suresi ayetleri: “33 - Allah ve Resulüne karşı savaşan ve yeryüzünde fesat çıkarmaya çalışanların cezası, ancak öldürülmeleri veya asılmaları yahut ayak ve ellerinin çaprazlama kesilmesi, ya da yer yüzünde başka bir yere sürgün edilmeleridir. Bu, dünyada onlar için bir zillettir. Ahrette ise onlar için büyük bir azap vardır. 34 - Ancak kendilerini yakalamanızdan önce tövbe edenler başka. Bilin ki Allah, çok bağışlayan ve çok merhamet edendir.”

Bu ayetler düşünebilen bir insanın kanını dondurur.

Tevrat’ın Tesniye (Yasanın Tekrarı) kitabındaki 20. Bölümündeki 10 ile 15 arası anlatılanlar:
“Bir kente saldırmadan önce, kent halkına barış önerin. Barış önerinizi benimser, kapılarını size açarlarsa, kentte yaşayanların tümü sizin için angaryasına çalışacak, size hizmet edecekler. Ama barış önerinizi geri çevirir, sizinle savaşmak isterlerse, kenti kuşatın. Tanrınız Rab kenti elinize teslim edince, orada yaşayan bütün erkekleri kılıçtan geçirin. Kadınları, çocukları, hayvanları ve kentteki her şeyi yağmalayabilirsiniz. Tanrınız Rabbin size verdiği düşman malını kullanabilirsiniz. Yakınınızdaki uluslara ait olmayan sizden çok uzak kentlerin tümüne böyle davranacaksınız. Ancak Tanrınız Rabbin miras olarak size vereceği bu halkların kentlerinde soluk alan hiçbir canlıyı yaşatmayacaksınız. Tanrınız Rabbin size buyurduğu gibi, onları -Hitit, Amor, Kenan, Periz, Hiv ve Yevus halklarını- tümüyle yok edeceksiniz. Öyle ki, ilahlarına taparken yaptıkları iğrençliklere uymayı size öğretemesinler, siz de Tanrınız Rabbe karşı günah işlemeyesiniz…”


Bu “kutsal yazıların” hangi vicdana sığdığını merak eden yok mudur?

Üzülerek bildiriyorum; Arap topraklarında yaşayanları dini bütün, ahlakına düşkün, inancı sağlam Müslümanlar sanıyorsanız yanılırsınız. İşin önemlisi; her yerde, her türlü pislikler din kılıfıyla yapılmaktadır. Kutsal kabul edilen din kitapları bile bu rezilliklere yer vermişse, gerisini siz düşününüz.

Evet, onca pislikler yaşanırken, onca doğal felaketler de oluyor ama başımıza taş falan yağdığı da yok. Şimdi sormalı: İlahi adalet yalnızca o zamanların toplumları için mi geçerliydi?

Bütün peygamberler Mezopotamya ve Arap topraklarında ortaya çıkmıştır.

Oysa Yunan kültürünün yapı taşlarından olan, felsefeciler neden peygamber olarak kabul görmemişlerdir? Hatta içlerinde tam ya da yarı tanrı olarak benimsenenler de çıkmıştır. Ama batıda hiçbir felsefeci ya da din adamı “ben peygamberim” diye ortaya çıkmamıştır. Eski Mısır’da bile insanlar tanrı olabiliyorlardı, ama peygamber olan yoktu.

Buna karşın, sözünü ettiğimiz Orta doğu topraklarında her yaygın dinden yüzlerce peygamber çıkmıştır. Bunların kimisi kabul görmüş, kimisi yalancı olarak nitelendirilmiştir. Çünkü bu topraklarda peygamberlik gibi bir gelenek vardır. Ağzı biraz laf yapan “ben peygamberim” diye ortaya çıkmıştır. Peygamber olarak ortaya çıkıp dinlerin kutsal kitaplarında adı geçen ve ne yapıp ettikleri ballandırılarak anlatılan peygamberler de bizlere anlatıldığı gibi saf, masum, adalette kılı kırk yaran ya da hoşgörüleri sınırsız olan Allah elçileri değillerdi. Üstelik kişisel düşkünlüklerini tanrı ve din kılıfıyla kapatarak, toplumları uyutmuşlardır. Hemen her peygamberin hak ve adaletli işi olmamıştır.

Madalyonun bir başka yüzü daha var. Orta doğu’da bilim ve felsefe yeterince gelişmediğinden; efsaneler, insanüstü olaylar için çok fazla malzeme vardır. Bu topraklarda yaşayanlar yeterince bilgiye sahip olamadıklarından dolayı peygamberleri benimsemek için zorluk çekmemişlerdir. Peygamber olarak ortaya çıkanları uçurup kaçıran, onlara insanüstü sıfatlar ve olaylar yükleyenler de bu toprakların insanlarıdır. Ortam böyle işlere uygun bir ortamdır. Peygamberlerin sözde inanç yayma girişimleri için verdikleri mücadelenin onda dokuzu siyasidir, çıkar kavgasıdır, soy üstünlüğünü ön plana çıkarmadır. Peygamberliğini ilan edenlerin hiç birisi de gariban, arkasız, parasız pulsuz değildi. Yalnızca İsa; parasız pulsuz, arkasız, üstelik babasız doğmuş bir garibandır ki zaten sağlığında 12 kişiyi zor inandırabilmişti.

FİRAVUN 1.ŞEŞONK (ŞİŞAK)

A,tarih, Antik tarih, yahudilik, Firavun Şeşonk,Şişak,1.Şeşonk, Mısır firavunları, Kudüs'e düzenlenen sefer,Yehuda krallığına saldırı,Yahudi tarihi,Rehavam,Rehoboam,Yarovam
1. ŞEŞONK (SHİSHAK)
YEHUDA KRALLIĞINI VE BİRLEŞİK MISIR'I İSTİLA EDEN MISIR KRALI


İbranice İncil'e göre daha sonraları 1.Şeşonk olarak tanınan Shishak (Shishaq) M.Ö. 10. yüzyılda Kudüs'ü yağmalayan Mısırlı bir firavundu.

1.ŞEŞONK KİMDİR?
Şeşonk, İncil'deki adıyla Şişak semitik bir ailenin üyesi ve Libya şefinin görevlisiydi. Ailesi uzun zamandır Mısır'a yerleşmişti ve ikametgahı haline gelen Bubastis kasabası onların evi olmuştu. Shishak’ın dedesi (aynı isme sahipti) doğrudan kraliyet evine giden evlenme düzeni ile üst sıralarda yer aldı.

Eski Mısır adlı kitabında George Rawlinson şöyle diyor:
"Babası Nemrut (Namrut) o sırada ayakta kalan ordunun en önemli bölümünü oluşturan Libyalı paralı askerlerin komutanı olarak yüksek bir askeri bakanlık kurdu. Bu yüzden de Şeşonk'un itibarı Mısırlı mahkeme yetkililerinin önünde aşağı düşmüştü.

Onun adını kaynaklarda ilk gördüğümüzde "Majesteleri" olarak adlandırıldığı ve tüm paralı askerler arasında ilk sırayı aldığını düşündüren "prenslerin prensi" ünvanı göze çarpar.."

1.Şeşonk yönetimindeki Mısır birleşti ve Şeşonk meşru bir firavun olmak için etkili ve hızlı hareket etmesi gerektiğini anladı. 21 hanedanındaki son firavun olan 2.Psusennes'in kızı Mısırlı bir prenses olan Maatkare ile evlenerek önemli bir evlilik düğümü yaptı. Açıkça bu sayede oğlunun Amun rahibi ünvanını taşımasına da yardımcı oldu.

Güçlü bir yönetici olan Şeşonk bölünmüş olan Tanis ve Teb'i bir kez daha birleşmiş olan Mısır'ın bünyesine kattı.

Libya şeflerinin oğullarının öne çıkan yüksek yerlerde yetkili olmalarını mümkün kıldı ve böylece Mısır’ın politik durumunu da istikrara kavuşturdu.


ŞEŞONK'UN YEHUDA KRALLIĞINA VE KUDÜS'E SEFERLERİ
İbranice İncil'e göre (TaNah) 1.Şeşonk, Süleyman'ın saltanatının ilk yıllarında hüküm süren (M.Ö 943-922) İsrail'in kuzey krallığının ilk kralı Jeroboam'a sığınmıştı.

MÖ. 930'da Süleyman'ın ölümünün ardından Yehuda ve Süleyman'ın oğlu Rehav'am ile 1.Jeraboam'ın yönetimindeki İsrail krallıkları Şeşonk'un yaklaşmakta olan ordusuna karşı fazla direnç gösteremedi.

Mısır kralı Şeşonk İsrail kralı müttefiki 1.Yarovam'ı (Jeroboam) desteklemek için 60 bin süvari ve 1.200 savaş ordusundan oluşan devasa ve güçlü bir orduyla Yehuda Krallığına saldırdı. 2. Tarihler 12: 3'e göre, eski bir Afrika ülkesi olan Luvlu'lar (Lubim-Libyalılar), Kûş Krallığı ve Suklu'lar tarafından desteklenmişti:

[2.Tarihler 12:3]
3) Şişak’ın bin iki yüz savaş arabası, altmış bin atlısı ve Mısır’dan onunla birlikte gelen Luvlu, Suklu, Kûşlu sayısız askeri vardı.

Bu önemli olaylar Süleyman'ın oğlu ve Davut'un torunu olan Rehavam'ın yönetiminin 5.yılında gerçekleşmiştir. Rehavam onbeş müstahkem şehir kurmayı başarmıştı ve bu eylemleri Mısır yöneticisinin yapacağı saldırıların tamamen beklenmedik olmadığı anlamına geliyordu.

Şeşonk'un Yehuda Krallığı'na (Tel Megiddo'da keşfedilen bir dikilitaş ile belgelenmiştir) karşı seferleri ve Kudüs'ü yağmalaması TaNah'da şöyle geçer:

[2.Tarihler 12:1-12]
  1. İsrail Kralı Yehu’nun krallığının yedinci yılında Yoaş Yahuda Kralı oldu. Yedi yaşında kral oldu ve Yeruşalim’de kırk yıl krallık yaptı. Annesi Beer-Şevalı Sivya’ydı.
  2. Yoaş Kâhin Yehoyada yaşadığı sürece RAB’bin gözünde doğru olanı yaptı. Çünkü Kâhin Yehoyada ona yol gösteriyordu.
  3. Ancak alışılagelen tapınma yerleri henüz kaldırılmamıştı ve halk oralarda hâlâ kurban kesip buhur yakıyordu.
  4. Yoaş kâhinlere şöyle dedi: “RAB’bin Tapınağı için yapılan bağışları: Nüfus sayımından elde edilen geliri, kişi başına düşen vergiyi ve halkın gönüllü olarak RAB’bin Tapınağı’na sunduğu paraları toplayın.
  5. Her kâhin bunları hazine görevlilerinden alsın. Tapınağın neresinde yıkık bir yer varsa, onarılsın.”
  6. Yoaş’ın krallığının yirmi üçüncü yılında kâhinler tapınağı hâlâ onarmamışlardı.
  7. Bunun üzerine Kral Yoaş, Kâhin Yehoyada ile öbür kâhinleri çağırıp, “Neden RAB’bin Tapınağı’nı onarmıyorsunuz?” diye sordu, “Hazine görevlilerinden artık para almayın. Aldığınız paraları da RAB’bin Tapınağı’nın onarımına devredin.”
  8. Böylece kâhinler halktan para toplamamayı ve tapınağın onarım işlerine karışmamayı kabul ettiler.
  9. Kâhin Yehoyada bir sandık aldı. Kapağına bir delik açıp sunağın yanına, RAB’bin Tapınağı’na girenlerin sağına yerleştirdi. Kapıda görevli kâhinler RAB’bin Tapınağı’na getirilen bütün paraları sandığa atıyorlardı.
  10. Sandıkta çok para biriktiğini görünce kralın yazmanıyla başkâhin RAB’bin Tapınağı’na getirilen paraları sayıp torbalara koyarlardı.
  11. Sayılan paralar RAB’bin Tapınağı’ndaki işlerin başında bulunan adamlara verilirdi. Onlar da paraları RAB’bin Tapınağı’nda çalışan marangozlara, yapıcılara,
  12. duvarcılara, taşçılara öder, tapınağı onarmak için kereste ve yontma taş alımında kullanır ve onarım için gereken öbür malzemelere harcarlardı.
[1.Krallar 14:21-25]
21) Süleyman oğlu Rehavam Yahuda Kralı olduğunda kırk bir yaşındaydı. RAB’bin adını yerleştirmek için bütün İsrail oymaklarının yaşadığı kentler arasından seçtiği Yeruşalim Kenti’nde on yedi yıl krallık yaptı. Annesi Ammonlu Naama’ydı.
 22) Yahudalılar RAB’bin gözünde kötü olanı yaparak, işledikleri günahlarla Tanrı’yı atalarından daha çok öfkelendirdiler.
23) Ayrıca kendilerine her yüksek tepenin üstüne ve bol yapraklı her ağacın altına tapınma yerleri, dikili taşlar ve Aşera putları yaptılar.
24) Ülkedeki putperest törenlerinde fuhuş yapan kadın ve erkekler bile vardı. Yahudalılar RAB’bin İsrail halkının önünden kovduğu ulusların yaptığı bütün iğrençlikleri yaptılar.
25) Rehavam’ın krallığının beşinci yılında Mısır Kralı Şişak Yeruşalim’e saldırdı.

Musevi araştırmacı Flavius Josephus'un yazdığı "Yahudi Gelenekleri" adlı kitaba göre Rehavam'ın en müstahkem şehirleri “savaşmadan” alınmış ve seferlerde Şeşonk'a direniş gösterilmemişti.

Pek çok kişi Şişak'ın Kudüs’ü tahrip etmediğine, eldeki tüm hazinelerin ona verilerek girmeden satın alındığına inanıyor. Böylece Yeruşalim yıkımdan kurtulmuştu çünkü Rehoboam Şişak'a haraç vermişti.

İncil'de yazılanlar dışında Şişak’ın zaferini ilan eden ve ele geçirdiği 50 şehri adlandıran bir anıt da bulunmaktadır. Bu anıt Karnak'taki Amun tapınağındadır. Şişak tarafından ele geçirilen şehirlerin sayısı ve Yukarı Mısır'da, Karnak'taki Amun tapınağında bulunan bir kabartma olan Bubastite Kapısı hala tartışılıyor.

Her zaman dediğim gibi, eğer mistik-mitolojik bölümlerini çıkarırsak kutsal olduğuna inanılan Kur'an, Tevrat, İncil gibi kitaplardaki bazı tarihi anlatımlar, bulunan arkeolojik metinler ve bulgular ile eşleştirilirse antik tarih hakkında bize bilgi verebilirler.



Yazan: A.Kara

İBRAHİMİ DİNLERDE KOYUN, KUZU VE KEÇİ

A, Agnus Dei, din, Dini semboller, Dinlerde kuzu, hristiyanlık, İbrahimi dinlerde koyun ve kuzu, islamiyet, Kurban ayini, Kurban vermek, mitoloji, Mitolojide kuzu, Tanrının Kuzusu, yahudilik,
DİN VE MİTOLOJİLERDE ORTAK BİR SEMBOL :
KOYUN | KUZU | KEÇİ


Elbette mitoloji ve din arasındaki fark kişinin kendi bakış açısına ve inançlarına bağlıdır. Bu özel makale sadece geçmiş ile ilgilidir dinler veya onların pratikeri ile ilgili herhangi bir kişisel yorum içermez.

Koyunların mitolojideki önemine ve hem modern hem de eski dinlerdeki durumuna göz atacağız. Din ve mitoloji örneklerini temel bir kronolojik sıraya dahil etmeye çalıştım ancak birçok mitin kökenleri ve başlangıçları bilinmediğinden kesin bir liste hazırlamak mümkün değildi.

Koyunların din ve mitolojideki rolüne ilişkin birkaç iyi bilinen ve bir iki az bilinen örnek seçtim.

Eski uygarlıklar çok tanrılıydı (birçok tanrıya inanıyordu). Bu eski insanların birçoğu tanrı olarak hayvanlara da tapıyorlardı ve hayvanları tanrılarını sembolik olarak temsil etmekte kullanıyorlardı. Ayrıca bu tanrıların bir hayvan biçimini alabilmek için şekil değiştirebildiğine inanıyorlardı.

M.Ö. 4000-2000 aralığında antik dünyadaki ilk yazma biçimini (çiviyazısı) geliştirdiği düşünülen  Sümerlerin tanrı ve tanrıçaları sürüleri temsil ederek koyunu ölümsüzleştiriyor ve yaşam alanlarını koruyordu. En belirgin ve güçlü olanı Dumuzi'nin annesi, koyunların ve çobanların efendisi olan koyun tanrıçası "Duttur" du. Ayrıca Gestinanna da rüyaların yorumlanmasıyla ilişkili oraküler bir tanrıça olmasına rağmen o da koyunlar ve çobanlarla ilişkiliydi. Sümerlerin çok sayıda koyun sürüsü vardı ve koyunlar tüm nüfus için önemliydi çünkü et ve giyim kaynağıydılar. Bu da birçok antik kültürde olduğu gibi koyunu ekonominin de en önemli parçasından biri yapıyordu.

Aynı şekilde Mısırlılar da koyunlara değer verdiler. Süt, et ve giyim ihtiyaçları ve toprağı gübreleyecek gübre sağlamak konusunda koyunlara bağımlıydılar. En eski zamanlardan itibaren Mısırlılar hayvanlara tapıyorlardı ve çeşitli dönemlerde bazı hayvanları kutsal ilan ettiler, bu hayvanlar ile de tanrılarını ve tanrıçalarını temsil ettiler. Koyunlar da dahil olmak üzere bezle sarılmış hayvan kalıntılarını içeren birçok eski Mısır mezarı bulunmuştur.

Mısır'ın dini bağlamda koyunlarla olan ilişkisine ek olarak Tanrı Khnum bir koçun kafasına sahipti. Mısır medeniyetinin başlangıcından itibaren aslında Nil'in kaynağının tanrısı olan ve diğer tüm yüzlerce tanrı ve tanrıçayı yarattığına inanılan Khnum'a ibadet ediliyordu. Kendisine yaratıldığına inanılan tanrıların en önemlisi olarak saygı gösteriliyordu çünkü inanışa göre yaratılışı bütünüyle ortaya çıkaran ilk yumurtayı yapan oydu.

Eski Mısır'da ilkel sularda doğduğu söylenen bir yaratıcı ve doğurganlık tanrısı olan Heryshaf da koç ya da koç başı olan bir adam figürü ile temsil edilmiştir. Mısır mitolojisinde Ra ve Osiris, Yunan mitolojisinde ise Herakles olarak tanımlanmıştır.

Ayrıca ülkemizdeki Çatal Höyük’te yer alan antik Neolitik tapınaklarda bulunan koç kafaları onların bir miktar dini öneme sahip olduğunu ortaya çıkarmıştır.

Yunanlılar, Romalılar ve diğer kültürler tanrıları yatıştırmak, onların gönüllerini yapmak için hayvanların kurban edilmesinde bir sakınca görmemiş ve birçok hayvanı kurban etmişlerdir. Koyun içeren hayvan kurbanları şükretme, iyi şeyler isteme gibi durumları içeriyordu ve kehanetler için hayvan iç organlarının kullanılması yaygın bir eylemdi. Bu gelecekten haber almanın bir yolu olarak görülüyordu. Bu nedenle koyun karaciğerinin en sık kullanılan organ olduğu görülmektedir. Eski kültürlerde hayvan kurban etmek dini pratiğin ayrılmaz bir parçasıydı ve bazı durumlarda insan kurban etmenin yerine geçiyordu. Mitolojiye göre Yunan kültüründe tanrılar insan kurban edilmesinden zevk alıyorlardı ancak görünüşe göre sembolik olarak birkaç damla kan damlatılması da kurban yerine geçebiliyordu.

Bu sembolizm İbrahim'e Tanrı'nın sadık ve itaatkar bir hizmetkar olduğunu kanıtlaması için Tanrının ondan tek oğlu İshak'ı öldürmesini istemesi ile İncil'de kendini gösterir. İslam geleneğinde İshak yerine İsmail kurban edilmek üzere seçilen oğuldur ancak bu Kur'an'da açıkça belirtilmez. Bu olay sonrası İbrahim'in inancı kanıtlandı ve olay gerçekleşmeden önce bir koç belirerek İshak'ın (İsmail) yerini aldı.

Koyunlarını korumaları için antik Yunan halkı da tanrılar üretti. Libya'daki Yunan Kirene kolonisinde tanrı Aristaios çoban ve arıcıların tanrısı olarak kabul edildi. Ona çobanlar tarafından ibadet edildi çünkü hem erkeklerin hem de sürülerinin koruyucusu olduğuna, onları kurtlar, hava durumu ve avcılar gibi kötü niyetli kuvvetlerden korumak için gözettiğine inanılıyordu.

Herakles ve Odysseus ile kıyaslanabilecek birçok Yunan mitolojisi kahramanlarından biri de altın koyun postunu arayan Yason'dur.

Hikaye Yason'un Selanik'teki Iolcus tahtının başına geçmek için ihtiyacı olan kanatlı koç Chrysomallos'un kanatları için gerekli olan efsanevi altın postu arayışını anlatıyor. Farklı varyasyonları da bulunan çok eski bir hikayedir bu.

Koyun tek tanrılı İbrani dinlerinde önemli bir rol oynar. İbrahimi dinler tek bir tanrıyı yani İbrahim'in Tanrısı olduğuna inanan ve aşağıdakileri içeren tüm dinleri içerir: Yahudilik, İslamiyet ve Hristiyanlık.
Koyunlar, kuzular ve çobanlar bu dinlerde belki de diğer dinlerden çok daha sembolik şekillerde yer alırlar. İbrahim, İshak, Yakup, Musa ve Kral Davut gibi bir çoğu çobandı. Koyun ve çoban kavramı İncil'de 247 kez dile getirilir. Eski zamanlardaki İbrahimi geleneklerinde kuzu bir varlığın değerinin yüksek olduğunu gösterirken koyun ise serveti temsil ediyordu. Bu nedenle kuzu kurban etmek yerleşmek, inanç ve itaat göstermek ya da Tanrı'nın daha değerli bir iyiliğini elde etmek için uygulanıyordu.

Daha önce de belirtildiği gibi İbrahim'in oğlu İshak yerine bir koç öldürüldü. Bu geleneğe göre inancının bir testi olarak Tanrı, İbrahim'in oğlunu feda etmesini istemişti ancak bunu yapmadan önce bir melek araya girerek bir koç getirmişti ve İshak yerine koç feda edilmişti.

Hz. Muhammed'in 570-632 yıllarında kurduğu İslam geleneğinde kurban bayramı sırasında bir koyun kurban edilir. Böylece İbrahim'in Allah için oğlu İsmail'i feda etmekten geri kalmadığı ve İblis'in İbrahimi oğlunu feda etmeye daha istekli hale getirdiği anılır. Allah'a olan bağlılığı anmak için bir kurban bayramında bir koyun öldürülürdü.
İnanışa göre İbrahim fedakarlık yaparak oğlunu kurban etmek üzereyken Allah müdahale etti ve bunun yerine Allah ona kurban etmesi için bir kuzu gönderdi. Bu olay daha sonra Kurban Bayramı olarak Müslümanlar tarafından kutlanmaya başlandı.

Yahudilikte ise Tevratın emirlerine uygun olarak Fısıh'da paskalya kuzusu olarak da bilinen kuzu kurban edilir. Fısıh'da verilen kurban ile tanrının Mısırlıların ilk doğan oğullarının hayatlarını alıp İsrailli kölelerin ilk doğan oğullarını bağışlaması anılır. Fısıh Bayramı sırasında her bir hanenin kapı eşiği İsraillilerin evlerini tanımlamak için kuzu kanıyla işaretleniyordu. Fısıh'da uygulanan bu kuzu kurban edilmesi olayı Kudüs tapınağında gerçekleşir.


Eski ahit aynı zamanda günahların bir kefareti olarak kuzuların kurban edilmesi gerektiğini ifade eder:
[Levililer 4:32-34]
32) Eğer biri günah sunusu olarak bir kuzu getirirse, kuzu dişi ve kusursuz olmalı. 33 Elini günah sunusunun başına koyacak ve yakmalık sunuların kesildiği yerde onu günah sunusu olarak kesecek. 34) Kâhin sununun kanına parmağını batırıp yakmalık sunu sunağının boynuzlarına sürecek. Artakalan kanı sunağın dibine dökecek.

Başka bir deyişle Yahudi geleneğinde günah kusursuz, masum bir kuzunun kanının dökülmesiyle affedilebilir. Benzer şekilde Hristiyanlar Tanrı'nın kusursuz kuzusu olan İsa'nın kanı ile günahlarından kurtulduklarına inanmaya başlayacaklardı ve bu yüzden İsa "Tanrı'nın Kuzusu" olarak adlandırılacaktı. Eski Ahit'te hayvan kurban etmenin tek kefaret yolu olduğuna ve bunun yerine günahın yalnızca dua ve tövbe ile kefaretinin mümkün olabileceğine dair bir referans bulunmamaktadır. Aslında Musevi inancına göre kefaret modern zamanlarda genel olarak uygulanmayan hayvan kurban etmeye başvurulmaksızın da başarılabilir. Kudüs'teki tapınakta gerçekleştirilen kefaret için yapılan ayinler İsraillilerin rahip sınıfı olan Kohanimler tarafından yapılırdı. Ayin sadece hayvan kurban edilmesini değil aynı zamanda dua ve şarkı söylemeyi de içeriyordu.

Popüler ve iyi bilinen Mezmur 23'de Tanrı'nın bir çoban ve onun takipçileri de koyunlara benzetilir:
[Mezmur 23]
RAB çobanımdır, 
Eksiğim olmaz. 
2) Beni yemyeşil çayırlarda yatırır, 
Sakin suların kıyısına götürür. 
3) İçimi tazeler, 
Adı uğruna bana doğru yollarda öncülük eder. 
4) Karanlık ölüm vadisinden geçsem bile, 
Kötülükten korkmam. 
Çünkü sen benimlesin. 
Çomağın, değneğin güven verir bana. 
5) Düşmanlarımın önünde bana sofra kurarsın, 
Başıma yağ sürersin, 
Kâsem taşıyor. 
6) Ömrüm boyunca yalnız iyilik ve sevgi izleyecek beni, 
Hep RAB’bin evinde oturacağım. 

Koyun veya kuzu sembolizmi Hristiyan geleneğinin de önemli bir parçasıdır. İsa genellikle bir çoban, takipçileri ise bir sürü olarak anılır. İncil'den bir örnek:
[Yuhanna 10:1-6]
1) Size doğrusunu söyleyeyim, koyun ağılına kapıdan girmeyip başka yoldan giren kişi hırsız ve hayduttur.
2) Kapıdan giren ise koyunların çobanıdır.
3) Kapıyı bekleyen ona kapıyı açar. Koyunlar çobanın sesini işitirler, o da kendi koyunlarını adlarıyla çağırır ve onları dışarı götürür.
4) Kendi koyunlarının hepsini dışarı çıkarınca önlerinden gider, koyunlar da onu izler. Çünkü onun sesini tanırlar.
5) Bir yabancının peşinden gitmezler, ondan kaçarlar. Çünkü yabancıların sesini tanımazlar.
6) İsa onlara bu örneği anlattıysa da, ne demek istediğini anlamadılar.

[Yuhanna 10:11-12]
11) Ben iyi çobanım. İyi çoban koyunları uğruna canını verir.
12) Koyunların çobanı ve sahibi olmayan ücretli adam, kurdun geldiğini görünce koyunları bırakıp kaçar. Kurt da onları kapar ve dağıtır.

İsa'ya ayrıca Tanrı'nın Kuzusu adı verilir. Daha önce de belirtildiği gibi Hristiyan geleneğinde İsa'nın, insanın günahını telafi etmek için çarmıhta ölme konusundaki nihai misyonu fedakar bir kuzuya benzer.

Birçok Hristiyan aziz koyun ve çobanların koruyucusu olarak kabul edilir. Örneğin Bernadette Soubirous, Cuthbert, Silos Dominic ve Regina.

A, Agnus Dei, din, Dini semboller, Dinlerde kuzu, hristiyanlık, İbrahimi dinlerde koyun ve kuzu, islamiyet, Kurban ayini, Kurban vermek, mitoloji, Mitolojide kuzu, Tanrının Kuzusu, yahudilik,

Hristiyan kiliselerinde sık sık "Agnus Dei" yani Tanrının Kuzusu olarak tasvir edilen İsa sembolü göreceksiniz.

Dini sanatta Agnus Dei haç ve Hristiyan pankartı tutan bir kuzu olarak İsa'nın görsel bir sunumudur. Bunu eski Hristiyan toplumların flama ve bayraklarında görmek mümkündür. Haç genellikle kuzunun sol omzuna dayanır ve sol el ile tutulur. Haç George haçıyla benzer şekilde en çok kırmızı üzerinde resmedilir ancak farklı renklerin de işlendiği görülür. Mesela kiliselerde kuzunun kalbinden kan geldiği resmedilir. Bu çizimler dünyadaki günahları ortadan kaldırmak için İsa'nın kanının akmasını sembolize etmektedir.

Agnus Dei'yi antik pencerelerde, yastıklarda ve hanedanlık armaları üzerinde birçok değişik formda görebilirsiniz.

Agnus Dei Aşai Rabbani ayininde kullanılan "Tanrı'nın Kuzusu" ilahisidir.

Hem Katolik hem de Protestan Hristiyan kiliselerinde Mesih'in kanını ve vücudunu temsil etmek için kullanılan Konak, Ekmek ve şarabın dağıtımı sırasında söylenen Agnus Dei Tanrı'nın Kuzusu'na dair bir yakarma, duadır.
"Dünyanın günahını ortadan kaldıran Tanrı'nın kuzusuna bakın"

Hristiyan geleneğine ek olarak kuzu masumiyet, nezaket, huzur ve acı çekerken sabırlı olmanın simgesidir. Hristiyanlıkta da İsa'nın nazik nitelikleri ifade eder.

Hristiyan geleneğine göre İsa'nın çarmıhtaki ölümü günahlar için yapılan bir fedakarlıktı ve burada İsa'nın kurban edilen bir kuzu ile benzetilmesinden dolayı hayvan kurban etme kültürünün devam ettiği görülüyor. Yunanistan ve Romanya'daki Paskalya kutlamaları bir kuzu öğünü içerir.

Koyun ve kuzu özellikle kilise pencereleri gibi birçok Hristiyan ikonografisinde yer almaktadır.

TEVRATTA VE HRİSTİYANLIKTA ŞİDDET

sizden gelenler, Dfxmed, hristiyanlık, musevilik, yahudilik, İncil'de şiddet, Tevrat'ta şiddet ayetleri, Tevratın tanrısı, Musevilerin ırkçı tanrısı, Musevi tanrısı, din, 1.Samuel 15,
TEVRATTA VE HRİSTİYANLIKTA ŞİDDET

Bilindiği üzere Hristiyanlar Tevrat'a da iman ederler ve Tevrat içerisinde bolca şiddet ayetleri içerir. İncil ise daha barışçıldır. Tevrat'ta Tanrı sert, yok eden, zulüm eden, ırk ayıran bir Tanrı iken İncil'de daha çok baba, merhametli, ırk ayırmayan, seven bir Tanrı olarak karşımıza çıkar.

Tevrat'ta düzinelerce şiddet ayeti vardır ve bunların en göze çarpanı İsrail-oğullarının diğer milletleri kendi elleriyle öldürmesini emreden ayetlerdir.

Örnek: 1. Samuel 15:
2) "Her şeye Egemen RAB diyor ki, 'İsrailliler'e yaptıkları kötülükten ötürü Amalekliler'i cezalandıracağım. Çünkü Mısır'dan çıkan İsrailliler'e karşı koydular."

3) "Şimdi git, Amalekliler'e saldır. Onlara ait her şeyi tamamen yok et, hiçbir şeyi esirgeme. Erkek, kadın, çoluk çocuk, öküz, koyun, deve, eşek hepsini öldür."

Burada görüldüğü üzere İsraillilere vur emri veriliyor. Bunu açıklamak için Hristiyanlar:''Onlar günahkardı ve hepsi zaten Tanrının gözünde ölümü hakketmişti. Tanrı ise bunun imanı simgeleyen İsrailliler ile yapılmasını uygun gördü.'' açıklamasını getiriyorlar. Bunu bizzat Hristiyanlardan duyduğum için içim rahat bu konuda.

Tanrı kiralık katil tutar gibi kavme öldür emri veriyor kadın çoluk çocuk demeden diyor ve hatta öldürmeyen İsrailli olursa cezalandırılıyor. Peki nerede merhametli Tanrı? O çocuk belki daha sonra imanlı bir çocuk olacaktı? Kitleleri yola sokmak için peygamber göndermek onların güvenini kazanmak yerine neden onları yok etme yoluna gidiyor?

Sizce bu Tanrı On Emir'de:''Adam öldürmeyeceksin!'' diyen Tanrı ile aynı Tanrı mı? Komşunu kendin gibi sev diyen Tanrı ile aynı Tanrı mı? Burada bir akıl tutulması ve bir çelişki vardır. Tanrı merhametlidir öyle olmalıdır o halde neden vur emri veriyor? Neden ''ÇOLUK ÇOCUK'' demeden öldürün diyor. Sürekli sapıtmalarına rağmen sadece İsrail-oğullarına peygamber indiriyor. Belki de peygamberi bu kavme gönderseydi hiç sapıtmayacaklardı.

Domuz heykeline tapmalarına rağmen neden yok etmek yerine azap yolluyor?
Neden İsrail-oğullarını da yok etmiyor?
Irk gözeten bir tanrı söz konusu burada ve bu görüldüğü üzere hiç adil değil.

Ben ilk Hristiyan olduğum dönemlerde sürekli Tevratın dili ağırdır İncil ile başla derlerdi çünkü İncil'de barış sözlerine aldanacak daha çok bağlanacak Tevrattaki şiddet ayetlerini görünce İncil'deki ayetleri referans alıp görmezden gelecektim. Ama gözümü açıp objektif olarak bakınca sadece yukarıdaki 2 ayet bile bana Tanrının merhametini sorgulatıyor.

Teşekkürler sevgilerle.

SİZDEN GELENLER Yazan: Dfxmed

Eleştirisel bakış açısı ile her din ve inanca ait yazılarınızı, inancınızın değişim sürecini anlattığınız sorgulama süreçlerinizi dinvemitoloji@gmail.com adresine gönderebilirsiniz.
  • Bu yazılar biz-siz gibi sorgulama evresine girmiş herkese mutlaka biraz olsun ışık tutacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazılar sitemizde adınızla veya takma adınızla yayınlanacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazının başka bir internet sitesinde yayınlanmamış olması gerekmektedir. (KOPYA içeriğe karşı olduğumuzdan, sitemizdeki tüm içerikler özgündür)

YEHOVA VE TEK TANRICILIĞIN YÜKSELİŞİ

musevilik, yahudilik, Yahweh, Yahweh'in kökeni, İsrail halkının tek tanrılığa geçişi, Yahweh ile tek tanrıya geçiş, Yahweh'in kökeni, A, din, Tanrı Yhw, Yhwh, Yahudi Tanrısı,
YEHOVA İLE TAKİPÇİLERİNİN MONOLATRİZM'DEN MONOTEİZM'E GEÇİŞİ
Başlamadan, yazıyı daha iyi anlayabilmeniz için önemli bir bilgi: Monolatrizm nedir?
Monolatrizm birçok tanrının var olduğuna inanır ama bu tanrıların her birinin sadece kendisine tapan kişilere karşı güçlü olduklarını (sadece o kişileri etkileyebildiklerini) öne süren bir politeizm türüdür.

Sürgün öncesi İsrail halkı tıpkı komşuları gibi çok tanrılı inanışa sahipti ve İsraillilerin monoteizme geçişi eşsiz tarihsel koşulların sonucuydu. İsraEl isminin de gösterdiği gibi İsraillilerin orijinal tanrısı El'di. İlk kabile döneminde her kabilenin kendi koruyucu tanrısı olurdu. Krallık ortaya çıktığında devlet Yehova'yı İsrail'in ulusal tanrısı olarak tanıdı. Daha sonra Yehova diğer tanrılardan daha üstün bir hale geldi ve yavaş yavaş diğer tanrı ve tanrıçaların tüm olumlu özelliklerini sömürerek kendinde topladı. Yehova ve El, Shechem, Shiloh ve Kudüs gibi dini merkezlerde birleşince El'in adı tanrı olarak kullanılacak daha genel bir terim olan "Yehova" tarafından alındı ve Yehova ulusal tanrıları oldu. Bu sırada Yehova, El Shaddai (Yüce) ve Elyon (En Yüksek) gibi eski yüce tanrıların sıfatlarını da kendi bünyesinde topladı.

Eskiden El'in karısı olan Asherah'a Yahweh'in eşi ve annesi olarak ibadet edildi. Khirbet el-Kôm ve Kuntillet Ajrûd'de keşfedilen çanak çömlek parçaları "Yahweh ve Asherah"'a atıfta bulunmaktadır ve çeşitli İncil pasajları onun heykellerinin Kudüs, Bethel ve Samiriye'deki tapınaklarda bulunduğunu göstermektedir.

MÖ. 9.yüzyılda Mısır'daki Asvan Adası'nda yaşayan Yahudilerin geride bıraktığı bulgulara göre Yehova Baal'ın karısı olan Anat'ı, Anat-Yahu adıyla ("Yahu'nun Anatı", yani Yehova) kendine eş olarak mâletmiş olabilir. Cennet Kraliçesi adı verilen Asherah isimli bir tanrıçaya da ibadet edildi ve muhtemelen bu tanrıça, Astarte ile Mezopotamya tanrıçası İştar'ın birleşimi sonrası oluşan yeni tanrının ünvanıydı.

musevilik, yahudilik, Yahweh, Yahweh'in kökeni, İsrail halkının tek tanrılığa geçişi, Yahweh ile tek tanrıya geçiş, Yahweh'in kökeni, A, din, Tanrı Yhw, Yhwh, Yahudi Tanrısı,

Kuntillet Ajrud'da bulunan bir pithos çömleğindeki bu görüntünün altında bulunan bir yazıtta yer alan "Yehova ve Asherah" yazısı keşfedildi. Ayakta duran iki figür ilahi çiftin temsili olarak görülürken arkalarında oturan ve lir çalanın onları eğlendiren kişi olduğu görüşü vardır. Alternatif olarak ise bazı sanat tarihçileri ayakta duran figürleri sahip oldukları sığır yüzlerinden dolayı Mısır'ın cüce tanrısı Bes'in temsili olarak tanımlamaktadır. Ziony Zevit çok fazla kanıt olmasa da Yehova'nın Bes figürü ile temsil edildiğini savundu. Ayrıca kabın üzerindeki görüntülerin altında bulunan yazıtla hiçbir ilgisi olmaması da mümkündür.

Baal ve Yehova'e tapınmak, ibadet etmek, İsrail tarihinin ilk döneminde görülüyordu, bu dönemde 2 tanrı bir arada yaşadılar ancak Kral Ahab ve kraliçesi Jezebel’in Baal’ı ulusal bir tanrı statüsüne yükseltme çabalarını takiben MÖ 9. yy'dan sonra bu 2 tanrı uzlaşmaz olarak kabul edildiler ve Baal'a tapınma bir süre daha devam etti.

Sadece Yehova'ya tapınılması MÖ 9. yy'da en erken İlyas (Elijah) ile başlamış olsa da 8. Yüzyılda peygamber Hoşea ile başlamış olması daha muhtemeldir çünkü sürgün sırasında ve sürgün sonrası dönemde bile küçük bir grubun bu konuda kaygıları vardı. Bu gruplaşmanın ilk destekçileri yaygın olarak gerçek monoteistler yerine monolatristler olarak görülür.

Yehova'nın var olan tek tanrı olduğuna inanmıyorlardı fakat İsrail halkının ibadet etmesi gereken tek tanrı olduğuna inanıyorlardı (Bunun örneği Tesniye 32:8-9'da da görülmektedir. Burada Yehova diğer tanrılar olan oğulları arasında halkları pay eder)

Son aşamada ise sürgünün ulusal krizindeki Yahweh'in takipçileri bir adım daha ileri gittiler ve Yehova (RAB) dışında kalan diğer tanrıların bile var olmadığını söylediler. Bu olay monolatizmden monoteizme geçişin net bir işaretiydi.



Yazan: A.Kara

SAMİRİ VE BUZAĞI

musevilik, yahudilik, islamiyet, Hz Harun,Samiri ve Buzağı,Hz Harun ve Altın Buzağı,Altın Buzağı,Aziz Efrem,Altın buzağıya tapan halk,Dini efsaneler,din, sizden gelenler,

HARUN'UN ALTINDAN BUZAĞI GÜNAHINA ORTAK OLMAMASI VE ÖLDÜRÜLMEYE ÇALIŞILMASI ( KURAN'I KERİM VE AZİZ EFREM ÖRNEĞİ)

Biliyorsunuz İsrailoğulları için , Musa Sina Dağı'na 10 Emir Levhaları'nı almaya çıktığında , Harun Musa'nın kardeşi ve bir peygamber olarak kavmiyle kalmıştı. Musa uzun süre dönmeyince kavmi altından bir buzağı putu yapıp ona tapındı.

Kuran'da da anlatılan ve Samiri adlı bir kişiye atfedilen (bu başka bir konunun meselesidir) bu olayda,  Tevrat'taki anlatıma göre  Harun kavminin bu put günahına ortak olmuştur. Yani Harun onların bu günah girişimine  müdahale etmemiş dahası bunu denememiştir de hatta putun yapımında rol almıştır:

Tevrat | Mısırdan Çıkış Kitabı 32. Bölüm:
1-Halk Musa’nın dağdan inmediğini, geciktiğini görünce, Harun’un çevresine toplandı. Ona, “Kalk, bize öncülük edecek bir ilah yap” dediler, “Bizi Mısır’dan çıkaran adama, Musa’ya ne oldu bilmiyoruz!”
2- Harun, “Karılarınızın, oğullarınızın, kızlarınızın kulağındaki altın küpeleri çıkarıp bana getirin” dedi. 
3- Herkes kulağındaki küpeyi çıkarıp Harun’a getirdi. 
4- Harun altınları topladı, oymacı aletiyle buzağı biçiminde dökme bir put yaptı. Halk, “Ey İsrailliler, sizi Mısır’dan çıkaran Tanrınız budur!” dedi.
5- Harun bunu görünce, buzağının önünde bir sunak yaptı ve, “Yarın RAB’bin onuruna bayram olacak” diye ilan etti. 
6- Ertesi gün halk erkenden kalkıp yakmalık sunular sundu, esenlik sunuları getirdi. Yiyip içmeye oturdu, sonra kalkıp çılgınca eğlendi.

(Aynı Bölüm)
19-Musa ordugaha yaklaşınca, buzağıyı ve oynayan insanları gördü; çok öfkelendi. Elindeki taş levhaları fırlatıp dağın eteğinde parçaladı. 
20-Yaptıkları buzağıyı alıp yaktı, toz haline gelinceye dek ezdi, sonra suya serperek İsrailliler’e içirdi.
21- Harun’a, “Bu halk sana ne yaptı ki, onları bu korkunç günaha sürükledin?” dedi.
22- Harun, “Öfkelenme, efendim!” diye karşılık verdi, “Bilirsin, halk kötülüğe eğilimlidir. 
23- Bana, ‘Bize öncülük edecek bir ilah yap. Bizi Mısır’dan çıkaran adama, Musa’ya ne oldu bilmiyoruz’ dediler. 
24- Ben de, ‘Kimde altın varsa çıkarsın’ dedim. Altınlarını bana verdiler. Ateşe atınca, bu buzağı ortaya çıktı!”
25- Musa halkın başıboş hale geldiğini gördü. Çünkü Harun onları dizginlememiş, düşmanlarına alay konusu olmalarına neden olmuştu. 

Görüldüğü gibi Harun suçsuz görünmüyor bu anlatıda. Antik Tevrat yorumcuları sormuşlar : ''Tanrı'nın Levililer aracılığıyla kahinliği verdiği ve peygamber yaptığı Harun nasıl olur da böyle bir günaha ortak olur? Üstelik Musa kardeşine, onlara göz kulak olmasını söylemişken bu mümkün müdür? '' Çeşitli açıklamalar getirilmiş popüler olansa anlaşılan (en azından Kuran'ın coğrafyasında) Harun'un kavmini uyardığı (yapmayın etmeyin dediği) putu ise ''öldürülmekten çekindiği için yaptığı'' görüşü olmuş. Bakın Kuran-ı Kerim bize ne söylüyor:

Taha Suresi 90.Ayet : - And olsun ki Harun daha önce onlara: "Ey kavmim! Siz bununla (buzağı ile) imtihana çekildiniz. Sizin gerçek Rabbiniz Rahmân'dır. Gelin bana uyun ve emrime itaat edin" demişti.

Peki bu ''Harun'un kavmini uyardığı nasihat verdiği'' yorumunun yer aldığı Kuran'a yakın coğrafyalardan veya inançlardan bir metin veya eser var mı? Var efendim. Buyrun, 4. yüzyılda yaşamış Süryani Aziz Efrem'in Tevrat'ın Mısır'dan Çıkış kitabı üzerine yaptığı tefsirde şöyle deniyor:

'' Harun dedi ki: O (Musa) gözünüzün önünde dağa çıkmadı mı? O bulutun içine gittiğinde orda değil miydiniz? Hadi şimdi de , O'nun(Musa'nın) bulunduğu dağa çıkın eğer Yeşu (Joshua- Musa'nın yardımcısı) ve O (Musa)  orada değilse ne arzuluyorsanız onu yapın (yani putu yapın diyor) fakat  Manna'nız varsa (Manna-kudret helvası-gökten gelen ekmek) ya da bıldırcın yiyebiliyorsanız (o da gökten geldi mucize olarak) ,ya da bulut sütünu ve bulut gölgesine sahipseniz (Tevrat'a göre İsrailoğulları'nı mucize olarak bulut takip ediyordu ve onlara Tanrı'nın onlarla olduğunun işareti gibi bir şeydi)  nasıl olur da O (Musa) şimdi dediği yerde (orda ,dağda) olmaz? Sahip olduğunuz her şey O'nun sayesindedir.  '' 
[Alıntı Yeri : Aziz Efrem -  Mısırdan Çıkış 32:1 Üzerine Tefsir]
(Parantezler bana ait)

Peki Harun'un , Kuran'da  öldürülmekten çekindiği için kavminin put yapımında rol almasını anlatan Araf Suresi'nin şu ayeti için ne diyebiliriz? :

Araf Suresi 150. Ayet:
Musa, öfkeli ve üzüntülü olarak kavmine döndüğünde şöyle dedi:
"Bana arkamdan ne kötü bir halef oldunuz! Rabbiniz'in emriyle dönüşümü beklemeden acele mi ettiniz?" Elindeki levhaları bıraktı ve kardeşi Harun'u başından tutarak kendine doğru çekmeye başladı. Harun, "Ey anamın oğlu!" dedi, "inan ki, bu kavim beni güçsüz buldu, az daha beni öldürüyorlardı, sen de bana böyle yaparak düşmanları sevindirme ve beni bu zalim kavimle bir tutma."

Yine bu Kuran'da da yer alan ''öldürülme endişesi'' teması Yahudi-Hristiyan gelenekten farklı eserlerde yer alıyor fakat ben yine bütünlük açısından Efrem'in tefsirinden alıntı yapacağım: [benim okuduğum kitapta gördüğüm kaynaklar Tevrat'ın Levililer Kitabı Üzerine Midraş, Targum Neofiti (Aramice Tevrat tercümelerinden biri ) ve Efrem'in aşağıda vereceğim tefsiri.. Gördüğünüz gibi 2'si Yahudi , biri Hristiyan kaynağı, yazar bunları örnek vermiş.]

''Bu nedenle Harun'la tartışmaya başladılar.  Harun, onların , onu tıpkı Hur'u taşladıkları gibi taşlayacağını gördü. Çünkü  Hur , Musa dağa tek başına çıktığı zaman, İsrail ileri gelenlerine (yaşlılara) '' sorunlarınızı Hur ve Harun'a başvurun'' dediği kişilerden biriydi. (Buradaki dağa çıkış  Mısır'dan Çıkış 24. Bölüm'de geçiyor. Hur 24:12'de )

 Musa geri dağdan indikten sonra Hur'dan bir daha Kutsal Kitap'ta bahsedilmemektedir bu nedenle denir ki Hur , Harun'a karşı altın buzağı putu yapmak konusunda patlak veren isyanda öldürüldü çünkü Hur onları azarlamıştı. (yani putperestlikle suçladı onları.) İşte bu yüzden , (put yapmak isteyenler) Harun'u da öldürüp bu cinayetin suçlusu olmasınlar veya kendilerine yalnızca bir değil birden çok buzağı putu yapmasınlar ya da Mısır'a geri dönmesinler diye , Harun, onların put yapma isteğini kabul edip zekice bir emirle put yapmak isteyenlerden,karılarının altın küpelerini istedi umuyordu ki bu kadınlar kocalarını buzağı putu yapmaktan alıkoyarlar çünkü kadınlar küpelerine el sürülmesine izin vermezler. ''
[Alıntı Yeri: - Aziz Efrem- Mısırdan Çıkış 32:2 Üzerine Tefsir]
(Parantezler bana aittir.)

Okuduğunuz için çok sağ olun esenlikler.

Kaynaklar:  James Kugel-  Traditions of The Bible :  A Guide To The Bible As It Was At The Start Of the Common Era, Tevrat, Kur'an

SİZDEN GELENLER | Yazan: A-gnostic

Eleştirisel bakış açısı ile her din ve inanca ait yazılarınızı, inancınızın değişim sürecini anlattığınız sorgulama süreçlerinizi dinvemitoloji@gmail.com adresine gönderebilirsiniz.
  • Bu yazılar biz-siz gibi sorgulama evresine girmiş herkese mutlaka biraz olsun ışık tutacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazılar sitemizde adınızla veya takma adınızla yayınlanacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazının başka bir internet sitesinde yayınlanmamış olması gerekmektedir. (KOPYA içeriğe karşı olduğumuzdan, sitemizdeki tüm içerikler özgündür)

ŞABAT GÜNÜ

yahudilik, A,din,Şabat, Şabat günü, Yahudilerin tanrıyla anlaşması, Yahudilikte Şabat,Musevilerin Şabat günü,Yahudilerle anlaşma yapan tanrı,Yehova, Yehovanın Şabat emri,Musevilikteki çelişkiler
Bilindiği gibi neredeyse her dinin özel günleri vardır. İnsanlar kendi dinlerini oluştururken içine halka kendini özel hissettirecek yada onları manevi olarak besleyip kendi dininden olmayanlardan ayıracak gün ve ayinler belirlemişlerdir. Aynı durum Musevilik'te de mevcuttur.

Musevilik inancında tanrı tıpkı bir insanmış gibi ve sanki tapınılmaya ihtiyacı varmış gibi yahudi halkı ile karşılıklı bir anlaşma imzalamıştır (bu anlaşmanın imzası da sünnet olmaktır denebilir). Bu anlaşma yahudiler arasında Şabat isimli özel günü oluşturmuştur.

TANRI TARAFINDAN EMREDİLEN ŞABAT GÜNÜ
Şabat yahudilerin dinlenme günü olan Cumartesi günüdür. Her hafta dindar yahudiler, yahudi kutsal gün olan Şabat'a uyar, yasalarını ve adetlerini muhafaza ederler.

Şabat, Cuma günü akşam vakti başlar ve cumartesi günü akşam saatlerine kadar sürer. Pratik açıdan anlatılacak olursa Şabat Cuma günü gün batımından birkaç dakika önce başlar ve cumartesi günü güneş battıktan sonra bir saat kadar daha devam eder yani yaklaşık 25 saat sürer.

Yehova (yahudi tanrısı), yahudi halkına Şabat'a uymalarını ve on Emir'in dördüncüsü olarak onun kutsallığının bilinmesini emretti.
10 Emir'in dördüncüsü şu şekildedir:
"Cumartesi günü hiçbir iş yapmayacaksın!"

Dinlenme günü fikri Tevrat'taki Yaratılış hikayesinden gelir: Tanrı evreni 6 günde yarattıktan sonra haftanın yedinci gününde dinlenir ve bu günü yahudilere hediye eder, dolayısıyla Yahudiler Şabat günü hiçbir iş yapmaz ve dinlenirler.

Yahudiler genellikle Sabbath için İbranice olan ve din için İbranice kelimeden gelen Şabat gününü ararlar.

SÖZLEŞMENİN HATIRLATICILARINDAN BİRİ
Bilindiği gibi Yahudi inancında, kutsal saydıkları kitapları Tevrat'ta da yazdıkları gibi tanrı ile yapılmış bir anlaşma vardır. Şabat, tanrı ile yahudi halkı arasındaki bu anlaşmanın bir parçasıdır, o günü kutlamak yapılan antlaşmanın bir hatırlatıcısı olduğu gibi tanrının vaadlerini, verdiği sözleri tuttuğu için bir sevinme günüdür.


TANRIDAN BİR HEDİYE
Çoğu yahudi hafta boyunca Şabat'ı dört gözle bekler. Çünkü Şabat gününü Tanrı'nın, seçtiği insanlara, gündelik şeylerden özel hissetmek için zaman ayırdıkları bir "gün hediyesi" olarak görüyorlar.

Bu özel gün bir durgunluk zamanıdır. Şabat, televizyonun olmadığı, telefonlara bakmak ya da yoğun bir çalışma programına koşmak zorunda kalınmadığı bir gündür. İnsanlar o gün iş veya başka stres verici şeyler hakkında düşünmezler.
Bu güne özel geleneksel selamlar vardır. Bunlar İbranice "Şabat Şalom" Yidiş (Eskenazi) dilinde "Gut Shabbos"dur.

ŞABAT GÜNÜ GELENEKLERİ
O gün iş yapmamak için ve Şabat'ın özel olmasını sağlamak için Şabat günü gelmeden alışveriş, temizlik ve yemek pişirme gibi tüm işler cuma günü bitmiş olmalıdır.

İnsanlar Şabat için giyinir ve Şabat'ı bir zevk haline getirme emrini yerine getirmek ve her şeyin düzenlendiğinden emin olmak için büyük sıkıntıya girerler.

Şabat mumları cuma günü gün batımında yakılırlar. Genellikle bu ayini yerine getiren kişi evin kadınıdır. Bu bölüm yahudi gelenek ve töreninin ayrılmaz bir parçasıdır.

Mumlar şamdanlara yerleştirilir. Her bir Şabat'ın başlangıcını işaret ettikleri gibi aynı zamanda iki emir olan Zachor (Şabat'ı hatırlamak) ve Shamor'u (Şabat'a uymak) temsil ederler.

Mumlar yandıktan sonra yahudi aileler şarap içmeye başlarlar. Şabat şarabı tatlıdır ve genellikle Kiddush Kupası olarak bilinen özel bir kadehden içilir. Şabat'ta şarap içmek sevinç ve kutlamayı sembolize etmektedir.

Ayrıca o gün örgü şeklindeki yumuşak, yumurtalı bir ekmek olan "challah" yemek de bir gelenektir. Bizim pastanelerimizdeki açmaya çok benzemektedir, tek farkı şeklinin örgü gibi olmasıdır. Challah sadece Şabat günü ve yahudi dini bayramlarında yenir fakat yahudilerin "hamursuz günü" bunların dışındadır.

Yahudi kanunları gereğince Şabat günü her yahudi üç öğün yemek zorundadır. Bu yemeklerden biri mutlaka ekmek içermelidir. İtaatkar olan yahudiler genellikle Şabat yemeğinin en başında challah ekmeği yerler.

Challah yenilmeden önce aşağıdaki dua okunur:
"Baruch atah Adonai, Eloheinu Melech ha'olam, hamotzi lechem min ha'aretz."
Anlamı şudur:
"Yüce tanrınız, Efendimiz, Dünyaya ekmeği getiren kâinatın kralı."

Bunun dışında iyi dilekler dilenir, çeşitli dualar edilir, şarkılar söylenir. Ailelerin ise çocuklarını Şabat gününde kutsaması bir gelenektir.

Kaynaklar: BBC, Wikipedia, Wikiwand ve bazı yahudi platformları.

Yazan & Çeviren & Derleyen: A.Kara

SÜNNETİN KÖKENİ VE TARİHİ

Hazırlayan: A.Kara
A, din, hristiyanlık, İslamda sünnet, islamiyet, Kuranda sünnet, Sünnet, Sünnet geleneği, Sünnet olmadan ümmet olmaz, Sünnetin dindeki yeri, Sünnetin kökeni, Sünnetle ilgili ayet var mı?, yahudilik,
[Antik Mısır'da M.Ö. 1360 yılında 18.Hanedan 3.Amenhotep döneminde Luxor bölgesindeki Khonspekhrod Tapınağı'nın kuzey duvarındaki kayanın üzerine sünnetin yapılışını gösteren bir kabartma oyulmuştur.]

ERKEK SÜNNETİNİN TARİHÇESİ VE MİTOLOJİK KÖKENLERİ


Erkek sünneti hakkındaki en eski belgesel kanıtlar eski Mısır'dan gelmektedir. 6. Hanedanlık döneminden (MÖ 2345-2181) kalan sanat eseri lahitler sünnetli penisleri olan erkekleri gösterir ve bu dönemde yapılmış olan bir kabartma işçiliğinde ayakta durarak sünnet olan bir erkeğin tasviri ve o anki sünnet uygulaması gösterilir. Mısır mumyalarının incelenmesi sonrasında bazılarının sünnetli olduğu görüldü.

Sünnet, evrensel olmasa da eski Semitik halklar arasında yaygındı. Yaratılış kitabı sünnetten, Tanrı'nın İbrahim ile olan antlaşmasının bir emri olarak bahseder. Bu sünnetler erkek çocuğun doğumdan sonraki sekizinci gününde gerçekleştirilirdi. M.Ö. 5. yüzyılda Yunan tarihçi Herodotus tarafından yazılmış olan metinler Koliselileri, Etiyopyalıları, Fenikelileri ve Suriyelileri sünnet kültürüne sahip toplumlar olarak listeler.

Ancak Büyük İskender'in fethinin ardından Yunanların sünnetten hoşlanmaması daha önce sünnetin uygulandığı pek çok halk arasında uygulama sıklığının azalmasına neden oldu.

Makkabiler'in yazarı, Selevkos İmparatorluğunda bulunan birçok Yahudi erkeğin sünnetli olduğunu gizlemeye çalıştıklarını veya sünnet işlemini tersine çevirmeye çalıştıklarını, ancak bu şekilde çıplaklığın normal olduğu Yunan spor salonlarında egzersiz yapabildiklerini yazar. Sünnetli olduklarını gizleme yöntemlerinden biri, deriyi penisi kapatacak şekilde çekip ucunu bağlamaktı. Bu şekilde sünnetli gibi görüneceklerdi.

Yahudi sporcular evlerine döndüklerinde, yaşlılar onların bağlanmış derilerini görüp öfkelendiler. Uygulamaya bir son vermek için, sadece sünnet derisinin tamamen çıkarılmasının yerine penisin altındaki ince ve hassas zarın (frenulum) keskinleştirilmiş bir tırnakla yırtılmasını içeren Periah uygulamasını başlattılar. [1]

İlk Makkabiler'de ayrıca, Helenistik bir imparatorluk olan Selevkos'ların, Brit Milah olarak bilinen Yahudi sünneti uygulamasını yasakladığını, sünnet eden kişileri sünnet ettikleri bebekler ile birlikte öldürdüğünü anlatır.

Sünnetin alt-ekvatoryal Afrika'da çeşitli etnik gruplar arasında antik kökleri vardır ve hala savaşçı statüsüne ya da yetişkinliğe geçişlerini sembolize etmek için ergenlik çağındaki erkek çocuklara sünnet uygulanmaktadır. [2]

Yahudilikte sünnet geleneksel olarak doğumdan sonraki sekizinci günde erkekler arasında uygulanmaktadır. Erkek sünneti çoğu zaman ayinlerin karmaşık bir geleneğinin bir parçası olarak batılı gezginler ile ilk temas sonrası Avustralyalı Aborjinler ve Pasifik adalıları arasında ortak bir uygulama haline gelmiştir. Geleneksel olarak hala nüfusun bir kısmı tarafından uygulanmaktadır. [3]

KÖKENLERİ
Erkek sünnetinin ilk çıkış noktası kesin olarak bilinmemektedir ve çeşitli şekillerde başlamış olabileceği öne sürülmüştür:
  1. Dini bir fedakarlık olarak,
  2. Bir çocuğun yetişkinliğe girmesini işaret eden bir geçit töreni olarak (Örneğin Antik Mısır, Afrika ülkeleri vs.)
  3. Doğurganlığı sağlamak için bir sihir formu olarak,
  4. Cinsel hazzı azaltmanın bir yolu olarak,
  5. Düzenli yıkanmanın mümkün olmadığı durumlarda hijyene yardımcı olarak,
  6. Daha yüksek sosyal statülere işaret eden bir araç olarak,
  7. Düşmanları ve köleleri aşağılama aracı olarak,
  8. Bir topluluğu diğer komşularından ayırmanın bir aracı olarak,
  9. Mastürbasyon veya diğer toplumsal olarak yasaklanmış cinsel davranışları engellemenin bir aracı olarak,
  10. Aşırı zevkten kaçınmanın bir yolu olarak,
  11. Bir erkeğin kadınlara çekiciliğini arttırmanın bir yolu olarak,
  12. Kişinin acıya dayanma yeteneğinin bir kanıtı olarak,
  13. Doğuştan sünnetli olan, yani Hipospadias hastalığı olan önemli bir lider gibi sünnetli görünmek, [4]
  14. Şeytanları kovmak için bir yol olarak, [5]
  15. Sünnet derisinin kıvrım yerlerinde topaklanan kirli beyaz maddeden (smegma) iğrenme nedeni olarak.
Sünnetin farklı nedenlerle farklı kültürlerde bağımsız olarak ortaya çıkması mümkündür.

Sünnet derisine birtakım sihirli özellikler atfedildiğini söylemiştim. Sünnet derisi çoğunlukla sarımsak ve soğanla birlikte bir ipe tutturulur ve yarası iyileşene kadar sünnetli çocuğun boynuna ya da ayak bileği etrafına asılırdı. [6]

Şiraz'da (İran'da bir şehir) sünnet derisi 40 gün boyunca bekleyerek kuruması ve toz haline gelmesi için çocuğun ayak bileğine konur. Toz haline getirildikten sonra nabit denen bir şeker ile karıştırılır ve çocuğa verilir. [7]

Benzer bir uygulama Horasan'da yapılmaktadır. Amacının yeniden diriliş gününde çocuğun sağlam bir şekilde dirilmesini sağlamak olduğu bildirilmektedir. [8]
Sünnet derisinin bazen tavuklara veya horozlara verildiği de görülmektedir, sebebi ise çocuğun bir savaşçı olarak büyüyeceğine inanılmasıdır. [9]

Sünnet derisinin bir Yahudi dükkan yada evine atılmasının çocuğun üzerinde sakinleştirici bir etkiye sahip olduğuna; onu gömmenin ise çocuğu bilge ve ihtiyatlı yapacağına inanılmaktadır. [10]
Kadınlar sünnet derisini çok istiyorlardı çünkü yutulmasının çoraklığı tedavi edeceğine ya da erkek çocuğa hamile kalmalarına yardımcı olacağına inanıyorlardı. [11]

Sünnet derisinin sihirli olduğu inancı nedeniyle yutulmasına Orta Doğu'daki Yahudi ve Arap kadınları arasında rastlandığı kanıtlanmıştır. [12]
Ayrıca kadınların sünnet olan çocuklarının kurulmuş ve toz haline getirilmiş sünnet derilerini kocalarının yemeğine bir aşk büyüsü olarak gizlice koydukları bilinmektedir. [13]

SÜNNETİN ANTİK DÜNYADAKİ KÖKENLERİ
Altıncı Hanedanlığın (M.Ö. 2345–2181) Mısır'daki türbesinin sünnet konusunda en eski belgesel kanıt olduğu düşünülmüştür. Sünnete dair en eski tasvir Sakkara'daki kabristanda bulunan (M.Ö. 2400) yarı kabartma bir antik kitabın okunmasıyla birlikte su yüzüne çıkmıştır. Kabartmada şu gibi yazılar bulunmaktadır:

"Merhem ona yardımcı olur."
"Onu [adamı] düşmemesi için tutun".

Mısır hiyerogliflerinde "penis" sünnetli ve dik biçimde tasvir edilmiştir. En eski yazılı metinde toplu sünnet tarifi vardır ve burada Uha adlı bir 23 yaşındaki Mısırlı bir adamın sünnet acısına tahammül etme kabiliyetine sahip olduğu yazar. Bu antik metnin okunabilen kısımlarında toplu sünnete dair şöyle bir kısım göze çarpmaktadır. Şöyle yazar: "Ben 120 adamla birlikte sünnet olunduğumda..." [14]

Ankmahor'un (Ankhmahor) mezarındaki gözden geçirilmeye değer bir tasvir vardır. Kral Teti'nin (M.Ö. 2355-2343) hüküm sürdüğü 6.hanedanlık döneminde eski Mısır'daki sünnet eylemlerine dair en eski tasvirdir.

Ankmahor'un mezarı küçüktür fakat yüksek rütbeli biri olduğundan mezarı kabartma oymalar ile güzelce dekore edilmiştir. Teti'nin piramit alanında bulunur. Onun sıfatları bütün kralların çalışmalarının gözetmenlerini ve iki hazinenin gözetmeni olan Maat rahibi ve lektör rahibini içeriyordu. [15]


Bu kabartma sünnet olan iki adamı gösteriyor. Bu sahne önceleri farklı şekillerde yorumlanmıştı fakat sağdaki çıplak adamın şu sözlerinin yazılı olduğu yazıt sayesinde yanlış anlaşılmaların üstesinden gelinmiş oldu: "kesmek, gerçekten, tamamen" (sin vnnt r mnx).
Onun önünde diz çökmüş olan adam ise şöyle diyor: "dikkatlice devam edeceğim" (iv (.i) r irt r nDm).

Solda çıplak erkeği tutarak orada sabitleyen bir adam diğer tarafta onun önünde sünneti gerçekleştirmek için diz çöken biri var. Diz çökmüş adamın önündeki glifler onu bir Hm-kA yani ölüm rahibi olarak tanımlıyor.
Yazıtta ayaktaki adama sünnet olacak kişiyi sabitlemesi söyleniyor: "Çabuk tut onu. Bayılmasına-düşmesine izin verme" (nDr sv m rdi dbA.f ).
Sabitleyici şöyle cevaplıyor: "İstediğiniz gibi yapacağım" (iri.i r Hst.k). [16]

Herodot M.Ö. 5. yüzyılda Mısırlıların “temizlik için sünnet yaptıklarını, temizlik fikrinin alımlı olmaktan çok daha iyi olduğunun düşünüldüğü dolayısı ile temizlik amacı gözeterek uyguladıklarını” yazmıştır. [17]

Gollaher ise eski Mısır'daki sünnetin çocukluktan yetişkinliğe geçişin bir işareti olarak görmüştür. Vücuttaki değişimin ve sünnet ayininin çok eski antik gizemlere erişim hakkı sağladığından bahseder. [18]

Sünnet sonrası erişim hakkı kazanılan bu gizemlerin neler olduğu yani içeriği belirsizdir ancak büyük olasılıkla Mısır dininin merkezinde bulunan efsane, dua ve büyülü olduğuna inanılan sözlerdir. Örneğin Mısır Ölüler Kitabı güneş tanrısı Ra'nın kendini kestiğini ve ondan akan kanın iki küçük koruyucu tanrıyı yarattığını anlatır. Mısır Medeniyeti Uzmanı Emmanuel Vicomte de Rougé bunu bir sünnet eylemi olarak yorumlamaktadır. [19]

Sünnetler ayin eşliğinde taş bıçak kullanılarak halka açık bir törenle gerçekleştiriliyordu. Toplumun üst kademeleri arasında daha yaygın olduğu düşünülmekte olup yaygın olmasa da sosyal düzenin aşağı kısmının da sünnet prosedürünü gerçekleştirdiği bilinmektedir. [20]

Eski Mısır'da, dulların definlerinde acımasız bir şekilde her iki cins için tören düzenlenir ve onların doğurganlık tanrılarını memnun etmek için bir kurban ayini olarak sünnet uygulaması yapılırdı.

Eski Mezopotamya'da ise genç çocukların genital organının vahşice kesildiği ve doğurganlık tanrıçasını memnun etmek için sunulduğu şenlikler vardı.

Sünnet ayrıca Mısır'da ve çevresinde yaşayan bazı Semitik halklar tarafından da benimsenmiştir. Herodotus sünnetin sadece Mısırlılar tarafından benimsenmediğini, Etiyopyalılar, Fenikeliler, 'Filistinli Suriyeliler', 'Terme ve Bartın Çayları çevresinde yaşayan Suriyeliler ve onların komşuları Makronlar tarafından da benimsenerek uygulandığını bildirmiştir. Ancak “Yunanlılar Fenikeliler ile ticaret yapmaya geldiklerinde Mısırlıların bu geleneği takip etmekten vazgeçip çocuklarının sünnetsiz kalmasına izin verdiklerini” de belirtmektedir. [21]

İncil'deki Yaratılış bölümüne göre Tanrı İbrahim'den kendisini, ev halkını ve kölelerini sünnet etmesini ve bunu aralarındaki sonsuz bir antlaşma olarak görmesini söyler. Sünnet edilmeyenlerin ise kendi halklarından ilişiği kesilecekti.

Bakalım bu konu Yaratılış 17:10-14'de nasıl geçiyor:

“Seninle ve soyunla yaptığım antlaşmanın koşulu şudur: Aranızdaki erkeklerin hepsi sünnet edilecek. Sünnet olmalısınız. Sünnet aramızdaki antlaşmanın belirtisi olacak. Evinizde doğmuş ya da soyunuzdan olmayan bir yabancıdan satın alınmış köleler dahil sekiz günlük her erkek çocuk sünnet edilecek. Gelecek kuşaklarınız boyunca sürecek bu. Evinizde doğan ya da satın aldığınız her çocuk kesinlikle sünnet edilecek. Bedeninizdeki bu belirti sonsuza dek sürecek antlaşmamın simgesi olacak. Sünnet edilmemiş her erkek halkının arasından atılacak, çünkü antlaşmamı bozmuş demektir.”

İncil'de bulunan sözleşmeler genellikle bir hayvanı parçalayarak mühürlenmektedir; bunun anlamı, sözleşmeyi bozan şahıs veya tarafın benzer bir kadere maruz kalacağıdır. İbranicede bir antlaşmayı mühürlemek anlamına gelen fiilin karşılığı tam anlamıyla "kesmek"tir. Yahudi akademisyenler tarafından sünnet derisinin kesilmesinin sembolik olarak bu tür bir antlaşmayı temsil ettiği varsayılmaktadır. [22]

Yeşu 5:2-7'ye göre Musa sünnetli olmayabilir hatta onun oğullarından birinin ve çölde seyahat ederken onu takip edenlerin bir kısmının sünnetli olmadığı anlatılır.

Bu arada RAB, Yeşu’ya şöyle seslendi: “Kendine taştan bıçaklar yap ve İsrailliler’i eskisi gibi sünnet et.”
Böylece Yeşu taştan yaptığı bıçaklarla İsrailliler’i Givat-Haaralot’ta sünnet etti. Bunu yapmasının nedeni şuydu: İsrailliler Mısır’dan çıktıklarında savaşabilecek yaştaki bütün erkekler, Mısır’dan çıktıktan sonra çölden geçerken ölmüşlerdi. Mısır’dan çıkan erkeklerin hepsi sünnetliydi. Ama Mısır’dan çıktıktan sonra yolda, çölde doğan erkeklerin hiçbiri sünnet olmamıştı. İsrailliler Mısır’dan çıktıklarında savaşacak yaşta olanların tümü ölünceye dek çölde kırk yıl dolaştılar. Çünkü RAB’bin sözünü dinlememişlerdi. RAB bize verilmek üzere atalarımıza söz verdiği süt ve bal akan ülkeyi onlara göstermeyeceğine ant içmişti. RAB onların yerine çocuklarını yaşattı. Sünnetsiz olan bu çocukları Yeşu sünnet etti. Çünkü yolda sünnet olmamışlardı.

Mısır'dan Çıkış 4:21-26'da ise Tanrı, Musa'nın karısı Sippora'yı Musa'yı öldürmekle tehdit edince tüm oğullarını sünnet ettiriyor:

RAB Musa’ya, “Mısır’a döndüğünde, sana verdiğim güçle bütün şaşılası işleri firavunun önünde yapmaya bak” dedi, “Ama ben onu inatçı yapacağım. Halkı salıvermeyecek. Sonra firavuna de ki, ‘RAB şöyle diyor: İsrail benim ilk oğlumdur. Sana, bırak oğlum gitsin, bana tapsın, dedim. Ama sen onu salıvermeyi reddettin. Bu yüzden senin ilk oğlunu öldüreceğim.’ ”
RAB yolda, bir konaklama yerinde Musa’yla karşılaştı, onu öldürmek istedi. O anda Sippora keskin bir taş alıp oğlunu sünnet etti, derisini Musa’nın ayaklarına dokundurdu. “Gerçekten sen bana kanlı güveysin” dedi. Böylece RAB Musa’yı esirgedi. Sippora Musa’ya sünnetten ötürü “Kanlı güveysin” demişti.

HELENİSTİK VE YAHUDİ KÜLTÜRÜNDE SÜNNET
Hodges'e göre antik Yunan'da insan formunun estetiği, sünneti "zaten mükemmel şekilli bir organın bir parçalanması" olarak değerlendiriyordu. Dönemin Yunan sanat eserleri, Satir (yarı keçi yarı insan) ve barbar tasvirleri hariç olmak üzere genelde penisleri sünnet derisi (bazen zarif detaylarda) ile birlikte yani sünnetsiz olarak resmetmiştir. [23]

Sünnetli penisin doğru olan bir şeyi bozmak olarak görülmesinden dolayı Helenistik dönemlerde daha önce bunu uygulamış olan birçok halk arasında bile sünnet sayılarında azalma oldu.

Mısır'da ise sadece papaza ait kast sınıfı sünneti devam ettirdi ve 2. yüzyıla gelindiğinde Roma İmparatorluğu'ndaki sünnet olan tek grup Museviler, Yahudi Hristiyanlar, Mısırlı rahipler ve Nebatilerdi.

Nebatiler, Kuzey Arabistanlı, Ürdünlü, Kenanlı Araplardı. Fırat Irmağından Kızıldeniz'e kadar olan bölgede ve Suriye ile Arabistan arasındaki vahalarda, Nebate adı verilen alanda yaşayan Araplardı.  

Sünnet uygulamalarının bir sürü yapılış şekli vardı. el-Asir vilayetindeki Arapların uyguladığı sünnet işlemi gerçekten korkunçtur ve muhtemelen yapılış nedeni acıya dayanılabildiğinin, bir savaşçı olunduğunun göstergesidir. 

Burada yapılan sünnete "kazıma" deniyordu. Bu deriyi soyma işlemiydi. Sünnet edilen 10-12 yaşındaki genç sağ elinde bir mızrak tutarak yerden yüksek bir alana yerleştirilirdi. Kabile üyeleri sünnet olan gencin dayanıklılık ve cesaretini gözlemlemek için onun yanında durur ve sünnetçi, jilet kadar keskin olan bir hançer ile işlemi gerçekleştirirdi. Önce göbek deliğinin hemen altındaki göbek boyunca deriyi keserek yüzeysel bir kesi yapar ve iki kasıktan aşağı doğru benzer kesiler yaparak devam ederdi. Ardından üst deriyi kesiklerden aşağıya doğru yırtıp testisleri ve penisi yüzerek sünnet derisini keserdi. Önemli bir nokta vardı ki tüm bunlar olurken gencin elinde tuttuğu mızrak titrememeliydi. [24]

İbrahimi dinlerin coğrafyasında sünnet dendiğinde akla gelen ilk toplum Yahudilerdi. Sünnet, Yahudi olmayanlar arasında o kadar az görülen bir durumdu ki, sünnet Roma mahkemelerinde birinin Yahudi olduğunun kesin kanıtı olarak görülüyordu.

Romalı tarihçi Suetonius, Roma İmparatoru Domitianus'un (Domitian) biyografisinde (12.2) 90 yaşındaki bir adamın soyulduğu bir mahkeme sürecini anlatmaktadır. Adamın soyulmasının sebebi ise Roma'nın Yahudilere uyguladığı kafa vergilerinden kaçıp kaçmadığına karar vermektir. Bu yüzden adam mahkeme önünde çıplak kalacak şekilde bırakılmış, sünnetli olup olmadığına bakılmıştır. [25]

Helenistik dünyanın kültürel baskısı altında yapılan sünnetlerde oldu: Yehudalı Kral Yohanan Hurkanus İdilleri fethettiğinde halkı sünnet olmaya ve Museviliğe geçmeye zorladı fakat onların ataları olan Edomitler Helenistik dönem öncesinde zaten sünneti uygulamışlardı.

Eskiden sünnet edilmiş bir penisin sünnetsiz gibi görünmesini sağlayan teknikler M.Ö. 2. yüzyılda ortaya çıkmıştır. Bu teknikte sünnet derisinin kalıntılarından bir kısmı zamanla penis ucunu kaplaması için yeterince gerilmiş hale gelene kadar bakırdan yapılmış bir ağırlıkla asılırdı. 1. yüzyıl yazarı Celsus (Kelsos) yaptığı bilimsel incelemesi "De Medicina"da sünnet derisi restorasyonu için 2 teknik açıkladı. [26]

Bunlardan birinde cilt penis ucunun tabanı etrafında kesilerek gevşetiliyor, daha sonra deri penis ucunun üzerine geriliyor ve sünnetsiz bir penis görünümünü verilerek iyileşmeye bırakılıyordu. Bu uygulama mümkündü çünkü İncil'de (Yahudi İncili = Tevrat) Milah olarak isimlendirilen sünnet antlaşması nispeten küçük bir sünnetti. Bu sünnete göre sadece penis ucunun ötesine uzanan sünnet derisinin kesilmesi gerekiyordu. Buna karşılık olarak Yahudi dinî yazarları 1. Makkabiler ve Talmud'daki İbrahim'in antlaşmasından dolayı bu tür uygulamaları kınadılar. [27]

Bu girişimler ve diğer nedenlerden ötürü sünnet prosedürüne ikinci bir radikal adım eklenmiştir. Bu işlem "Birit Periah" olarak adlandırılmıştır. Bu aşamada "coronal sulcus" denen işlem uygulanarak sünnet derisi daha geriden, penis ucunun arka sırtına kadar kesiliyor sonra birtakım işlemlerle penis ucunun altından yeni derinin gelmesi sağlanıyordu. [28]

Daha sonra Talmud döneminde (M.S. 500-625) Metzitzah olarak bilinen üçüncü bir yöntem uygulanmaya başlandı. Bu aşamada, mohel, yani Yahudilerde sünneti yapan kişi, kötü olduğuna inanılan kanları çıkarmak için sarılı sünnetten ağzıyla kan emerdi. Tüberküloz ve zührevi hastalıklar gibi enfeksiyonların gerçekleşme olasılığını artırdığı için çok sonraki dönemlerde moheller kan emmek için bebeğin penisi üzerine bir cam tüp yerleştirip onu kullanırlardı. Birçok Yahudi sünnet ayininde Metzitzah'ın bu aşaması ortadan kaldırılmıştır. [28]

İlk Makkabiler "Brit milah"ın uygulanmasını yasakladığını, bunu yapanların ve bu işleme tabi tutulan bebeklerin bile ölümle cezalandırdığını söylüyor.

1. yüzyıl yazarlarından, İskenderiyeli, Ortodoks Yahudi bir filozof olan Filon (MÖ. 20-MS. 50), sağlık, temizlik ve doğurganlık da dahil olmak üzere çeşitli gerekçelerle Yahudi sünnetini savundu. [29]

Ayrıca sünnetin mümkün olduğu kadar erken bir zamanda yapılması gerektiğini düşünerek kişinin kendi özgür iradesiyle yapılmasının mümkün olmayacağını düşünmüştür. Sünnet derisinin spermin vajinaya ulaşmasını engellediğini ve bu nedenle de milletin nüfusunu arttırmanın bir yolu olarak yapılması gerektiğini iddia etmiştir. Ek olarak sünnetin cinsel hazzı azaltmak için etkili bir yol olduğunu ve yapılması gerektiğini belirtti. [30]

Yahudi filozof Maimonides (Musa bin Meymun, 1135–1204) sünnetin imanın tek göstergesi olduğu konusunda ısrar etti. Yapmanın çok zor olduğunu ancak “bazı dürtüleri bastırmak” ve “ahlaki açıdan kusursuz olanı” başarmanın yolu olarak sünneti onayladı. Zamanın bilgeleri sünnet derisinin cinsel hazzı arttırdığını fark etmişti. Maimonides koruyucu derinin kesilmesinin ve kan kaybının penisi zayıflattığını, böylece bir erkeğin şehvetli düşüncelerini azaltmada ve daha az zevkli bir şekilde seks yapmada etkili olduğunu belirtmiş ve şöyle demiştir: [31]

"Bilgelerimiz net bir şekilde "Bir kadının cinsel birliktelik yaşadığı sünnetsiz bir adamdan ayrılması zordur" der. Sanırım sünnetin emredilmesinin en iyi nedeni budur." [32]

13. yüzyılda, Maimonides'in, Fransız öğrencisi (Isaac ben Yediah) sünnetin bir kadının cinsel isteğini azaltmanın etkili bir yolu olduğunu iddia etti. Sünnet olmamış bir adamla birlikte her zaman orgazm olduğunu ve böylece cinsel iştahının hiçbir zaman yerine gelmediğini ancak sünnetli bir adamla "orgazmda büyük ısı ve yanma nedeniyle" hiç zevk almadığını söyledi. [33]

SÜNNETİN HRİSTİYAN DÜNYASINDAKİ DÜŞÜŞÜ
Elçilerin İşleri 15'de Kudüs Konseyi Hristiyanlığa yeni geçenlerde sünnetin gerekip gerekmediği konusunu ele aldı. Hem Aziz Petrus (Simon Peter, d. MS 30; ö. MS 64-68) hem de Âdil Yakup (diğer adları: James the Just, İsa'nın kardeşi Yakup, Rabbin kardeşi Yakup), Yahudi olmayanların dine geçişinde sünnete ihtiyaç olmadığını söyleyince tüm konsey sünnetin gerekli olmadığına karar verdi.

Ancak, Elçilerin İşleri 16 ve Pavlus'un Mektuplarındaki birçok referans uygulamanın hemen ortadan kaldırılmadığını göstermektedir. Örnek olarak bazı ayetleri inceleyelim:

Elçilerin İşleri 16:1–3' de Pavlus'un bir Yunan'ı sünnet ettirdiğini görüyoruz:
1. Pavlus, Derbe ve Listra’ya da uğradı. Listra’da Timoteos adında bir İsa öğrencisi vardı. Annesi imanlı bir Yahudi, babası ise Grek’ti.
2. Listra ve Konya’daki kardeşler ondan övgüyle söz ediyorlardı.
3. Timoteos’u kendisiyle birlikte götürmek isteyen Pavlus, oralarda bulunan Yahudiler yüzünden onu sünnet ettirdi. Çünkü hepsi, babasının Grek olduğunu biliyordu.
Romalılar 3:1-2'de Tarsuslu Paul Yahudi sünnetini övüyor gibi görünmektedir:
1. Öyleyse Yahudi’nin ne üstünlüğü var? Sünnetin yararı nedir?
2. Her yönden çoktur. İlk olarak, Tanrı’nın sözleri Yahudiler’e emanet edilmiştir.
Fakat bununla çelişir bir şekilde 1.Korintliler 7:18-19'da sünnet önemli değildir vurgusu yapılır:
18. Biri sünnetliyken mi çağrıldı, sünnetsiz olmasın. Bir başkası sünnetsizken mi çağrıldı, sünnet olmasın.
19. Sünnetli olup olmamak önemli değildir. Önemli olan, Tanrı’nın buyruklarını yerine getirmektir. 
Galatyalılar 6:11-13'de ise sünnet ettirmek isteyenler etiyle övünmekle suçluyor ve sünnet karşıtlığı artışa geçiyor:
11. Bakın, size kendi elimle ne denli büyük harflerle yazıyorum!
12. Bedende gösterişe önem verenler, yalnız Mesih’in çarmıhı uğruna zulüm görmemek için sizi sünnet olmaya zorluyorlar.
13. Oysa sünnetlilerin kendileri bile Kutsal Yasa’yı yerine getirmiyor, sizin bedenlerinizle övünebilmek için sünnet olmanızı istiyorlar.
Daha sonra ise Filipililer 3:2-3'de Hristiyanlar "bozulmaya" karşı uyarılıyor:
2. Kötülük yapan o adamlardan, o köpeklerden sakının; o sünnet bağnazlarından sakının!
3. Çünkü gerçek sünnetliler Tanrı’nın Ruhu aracılığıyla tapınan, Mesih İsa’yla övünen, insansal özelliklere güvenmeyen bizleriz.
Yahudi Hristiyanlar "sünnet olanlar" veya sünnetli Hristiyanlar olarak adlandırılırken sünnet daha çok Yahudi erkeklerle ilişkilendirilmiştir. Sünnetli-sünnetsiz terimleri genel olarak Yahudiler ve Yunanlılar anlamına gelmekteydi. [34]

Bununla birlikte, 1. yüzyıla ait Yehuda Eyaleti'nde artık sünnetli olmayan bazı Yahudiler, ve bazı Yunanlılar ve Mısırlılar, Etiyopyalılar ve Araplar gibi başkaları da vardı. Thomas'ın 53. Müjdesi'ne göre İsa şöyle diyor:
53. Havarileri ona dediler : Sünnet faydalı mı değil mi ? Onlara dedi: Eğer faydalı olsaydı, babaları onları daha annelerindeyken sünnet ederdi. Ama Ruh’taki gerçek sünnet çok faydalı.!
Thomas 53 ile Pavlus'un Romalılar 2:29'u, Filipililer 3:3, Korintliler 7:19, Galatyalılar 6:15 ve Koloseliler 2:11–12 arasında paralellikler bulunmaktadır.

Yuhanna 7:23'de İsa Şabat gününde uyguladığı şifa için onu eleştirenlere cevap veriyor:
23. Musa’nın Yasası bozulmasın diye Şabat Günü biri sünnet ediliyor da, Şabat Günü bir adamı tamamen iyileştirdim diye bana neden kızıyorsunuz?
Kudüs İncili: Şimdi eğer bir adam Musa'nın Yasası'nın bozulmaması için Şabat günü sünnet edilebiliyorsa bir erkeği Şabat gününde sağlıklı ve eksiksiz yaptığım için bana neden kızgınsın?

Bu metinler penisin sünnet edilmesinin onu iyileştirdiği üzerine gelişen Tanrısal inanca ya da sünnet uygulaması üzerine bir eleştiri olarak görülmüştür. [34]

Avrupalılar, Yahudiler hariç erkek sünnetini hiç uygulamamışlardı fakat silahlı seferberlik kralı Vamba'nın sivil topluma karşı zulüm yapan herkesi sünnet ettirdiği Vizigot İspanya'sında nadir bir istisna meydana gelmiştir. [35]

Katolik Kilisesi, Mısır'ın en eski halklarından Kıptilerin (Koptlar) ve Katoliklerin sünnet uygulamalarını sonlandırmak için sünnetin ahlaki bir günah olduğunu söyleyerek sünneti ve yaptıranları kınamıştır. 1442'de Basel-Floransa Konseyi'nde sünnet uygulamasına karşı emir verdi. Bu karar, vaftiz edilmenin sünnetin yerine geçtiği inancına dayanıyordu (Kol. 2:11–12). [36]

Birleşmiş Milletler Aids Programı'na (UNAIDS) göre bu konseyde Papa sünnetin Hristiyanlar için gereksiz olduğunu belirtti. [37]

18. yüzyılda Edward Gibbon sünneti yalnızca Yahudiler ve Türkler tarafından uygulanan "tuhaf bir sakatlama-bozma" olarak ve "acı verici, sıklıkla tehlikeli bir ayin" şeklinde nitelendirdi... (R. Darby) [38]

Londra'da 1753'te Yahudilere eşit haklar vermek için bir öneri yapıldı. Yahudilere eşit haklar verilmesinin evrensel sünnet anlamına geldiği korkusunu yayan zamanın broşürcüleri tarafından şiddetle karşı çıkıldı. Erkekler korunmaya ve savunmaya çağrıldı:

"Mülkünüzün en iyisini ve onun tehdit altındaki sünnet derilerini koruyun!" Seksle ilgili popüler inançların, erkeklikle ilgili korkuların ve Yahudiler hakkındaki yanlış kavramların sıra dışı bir şekilde dışa vurulması aynı zamanda dönemin erkeklerinin kendi üreme organlarını ve sünnet konusunu nasıl dikkate aldığının çarpıcı bir göstergesiydi. (R.Darby) [38]

Bu olumsuz tavırlar 19. yüzyıla kadar devam etti. İngiliz kaşif Sir Richard Burton, "Hristiyan aleminin sünnet uygulamasından korktuğunu ve nefret ettiğini" gözlemledi.

İSLAM TOPLUMLARINDA SÜNNET
Kur'an'da sünnet ile ilgili herhangi bir ayet-sure GEÇMEMEKTEDİR! Bunu okuyunca bana küfretmeye kalkacak olan dostlardan rica ediyorum Google'a "Kur'an'da sünnetten bahsedilir mi?" yazıp arasınlar yada gidip en güvendikleri hocalarına sorsunlar, hiç olmadı evdeki Kur'an'ı açıp baksınlar. Görecekler ki kesinlikle hiçbir ayette sünnetten bahsedilmemektedir.
Sünnet uygulaması sadece bazı hadislerde geçmektedir. Bu yüzden de hadislere inanmam, güvenmem yada "benim için tek kaynak Kur'an'dır" diyen arkadaşlarımızın içinde oldukları çelişkiyi görmeleri gerekir.

Şimdi sünnetin geçtiği bazı hadislere bakalım:
  • "Doğuştan insan ruhuna yakışan hususlardan bir kısmı şunlardır: Ağzı su ile yıkayıp çalkalamak, buruna su çekmek ve temizlemek. Bıyıkları kesmek (veya kısaltmak), tırnakları kesmek, koltuk altının kıllarını gidermek, etekteki kılları gidermek ve sünnet olmak." [39]
  • "Hiç kuşkusuz ilk misafir edinen, ilk defa don giyen ve ilk kez sünnet olan Hz. İbrahim'dir." [40]
  • "Dört şey var ki, bunlar peygamberlerin sünnetlerindendir. Sünnet olmak, güzel koku sürünmek, misvak kullanmak ve evlenmek." [41]
  • "Peygamberimiz (s.a.s)'e geldim ve İslamiyet'i kabul ettim. Bunun üzerine Efendimiz (s.a.s) şöyle buyurdular: 'Kendinden küfrün kıllarını at ve sünnet ol.' " [42]
  • "Sünnet (hıtan), erkeklere sünnet, kadınlar için fazilettir." [43]

    Günümüzde zaman zaman doğuştan sünnetli olan çocuklarla karşılaşırız ve Hipospadias adı verilen bu hastalık ciddi sonuçlar doğurabilmektedir.

    Bazıları Muhammed'in “Peygamber” olduğunun göstergesi olarak sünnetli doğduğu efsanesine inanmaktadırlar. Çünkü inanışa göre Allah onu mükemmel bir biçimde yaratmıştır. 
    Bu inanış ise apayrı bir çelişki içerir çünkü eğer Allah Muhammed'i kusursuz yani sünnetli yarattı ise, Allah'ın sünnetsiz yarattığı insanlar kusurlu mudur? Hani Allah kusursuz ve eksiksiz yaratandı? hani hata yapmaz, eksik yaratmazdı?

    Bazı Müslümanlar, Eski Ahitte yazanların geçerli olduğunu, bu nedenle İbrahim ile Tanrı arasındaki sünnet anlaşmasına bağlı kalınması gerektiğini düşünürler. Tevrat değiştirilmiştir diyenlerin sünnete açıklama getirirken Tevrat metinlerini delil göstermeleri büyük bir çelişkidir. Değiştirilen ya da hatalı olduğu iddia edilen bir kaynağın içinden seç, beğen, al yapılamaz.

    Bunca kaynak gösteriyor ki; sünnet Yahudilere antik Mısır'dan, Müslümanlara da Yahudilerden geçmiştir. Yani "sünnet" tıpkı İslamiyet'teki birçok inanış, metin ve gelenek gibi başka toplumlardan, onların dinlerinden alınmış, uygulamaya başlanmıştır.