HABERLER
Dini Haber
yahudilik etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
yahudilik etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

SİYONİZM'İN DOĞUŞU VE YAYILIŞI



SİYONİZM'İN DOĞUŞU VE YAYILIŞI

Filistin'de Yahudiler için yeniden bir vatan kurulmasına destek veren uluslararası Yahudi siyasi hareketidir. Söz konusu alan, Tevrat'ta bahsi geçen ve İsrail Diyarı adı verilen topraklardır. İsrail'in kurulmasından bu yana, Siyonist hareket de şekil değiştirerek öncelikle Modern İsrail devletinin desteklenmesi amacı ile varlığını sürdürmektedir.

Siyonizm esas olarak Yahudi ulusu kavramının MÖ 1200 ile İkinci Tapınak döneminin sonları (MS 70 yılına kadar) arasında ilk olarak geliştiği İsrail Diyarı ile Yahudileri ilişkilendiren tarihi bağlar ve dini gelenekler kavramına dayanmaktadır. Büyük ölçüde Avrupa Yahudilerinin kıtanın dört bir yanında yükselen antisemitizme verdiği bir tepki şeklinde başlayan çağımızdaki hareketin kurucuları çoğunlukla laik Yahudilerden oluşmaktadır. Siyonizm, modern milliyetçilik görüngüsünün bir koludur.Başlangıçta, asimilasyona ve Yahudilerin Avrupa'daki durumuna karşı alternatif tepkiler sunan çok sayıdaki Yahudi siyasi hareketinden biri olan Siyonizm, hızla büyümüş, Holokost'un (Yahudi Soykırımı) ardından da Yahudi siyasi hareketleri arasında hakim güç halini almıştır.

DOĞUŞU

Siyonizm fikrini ortaya atan Theodor Herzl'dir. Peki Siyonizm Theodor Herzl tarafından ortaya atılmadan önce bu düşüncenin bir geçmişi yok muydu?

Yahudiler MS. 71 yy.da Romalılar tarafından yurtlarından çıkarıldılar.Ve bu yüzden Kudüs'e dönme hayaliyle yaşadılar. 19.yy'daki "ulusların uyanışı" yahudi ulusçuluğunun canlanması için elverişli koşullardan biriydi; 1881'den sonra Rusya'daki yahudi kırımının artması bunu hızlandırdı. Ama Siyonizm'in asıl amacı bunla sınırlı kalmayacak.

Siyonizm'in gerçek amacı,dünyayı ele geçirmektir. Bu onlar için Tevrat'ın bir emridir.

"Siz Allah'ın, Rabbin oğullarısınız. Çünkü sen, Allah'ın, Rabbe mukaddes bir kavimsin ve Rab üzerinde olan bütün kavimlerden üstün olarak, kendine has bir kavim olmak üzere, seni seçti."
(Tevrat,Tesniye Bölümü,14/2)

"Ve Allah'ın Rabbin sana teslim edeceği bütün kavimleri bitireceksin, gözün onlara acımayacak.
(Tevrat,Tesniye Bölümü,7/16)

Ayetlerde görüldüğü gibi Yahudiler kendilerini Allah'ın oğlu ve diğer insanlardan üstün görüyor. Hahamlar kendi görüşleri doğrultusunda tahrif ettikleri Tevrata ari ırk inancını da eklemiştir ama üstün ırk inancına önceden de sahiptiler. Kabala üstün ırk inancı üstüne kurulmuştu.

Fakat Tevrat insanların eşitliğini söylüyordu. Hahamlar ise Tevrat'ı değiştirip içine üstün ırk inancını yerleştirmişlerdir.Yahudiler Allah'ın seçtiği ve üstün kıldığı bir kavimdir ve yeryüzü onlara aittir. Oysaki diğer insanlar ise onlara göre hayvandır.

Bu sapkın inanış Tevrat, Talmud ve Kabalada vardır.

"1890'lı yıllarda, Theodor Herzl Siyonizme yeni bir ideoloji ve fiili aciliyet katarak Dünya Siyonist Örgütü'nün (WZO) oluşturulduğu 1897 yılında İsviçre'nin Basel şehrinde düzenlenen ilk kongrenin toplanmasını sağladı. [15] Herzl'in amacı, Yahudi devleti hedefinin elde edilmesi için gerekli hazırlık niteliğindeki adımları başlatmaktı. Herzl'in Filistin'i hakimiyeti altında tutan Osmanlı yöneticileri ile bir siyasi anlaşma yapma teşebbüslerinin başarısızlıkla sonuçlanması üzerine başka hükumetlerin desteği arandı. Theodor Herzl, dönemin sultanı II. Abdülhamid'e Kont Nevlinski (bir Leh soylusu, II. Abdülhamit'in şahsi dostu) aracılığla Filistin'e özerklik ve Musevi ikametliği ister. Buna karşılık şu taahhütlerde bulunur:
1.Osmanlı Devleti’nin 33 milyon İngiliz altınına ulaşan borçlarının tamamını ödeyelim.
2.İmparatorluğu korumak için 120 milyon altın Frank’a mal olacak deniz filosu yaptıralım.
3.Devletin mali durumunu canlandırmak için 35 milyon altın lira faizsiz borç verelim.

Ancak, II. Abdülhamit teklifi kabul etmez ve şu yanıtı verir:
"...Bu meselede (Theodor Herzl) ikinci bir adım daha atmasın. Ben bir karış toprağı dahi satmam. Zira bu vatan bana ait değil, milletime aittir. Milletim bu vatanı kanlarıyla mahsûldar kılmıştır. O, bizden ayrılıp uzaklaşmadan tekrar kanlarımızla örteriz…"

Bu amacın başarısızlıkla sonuçlanmasından sonra ise 1905 yılında Rusya’da baş gösteren büyük ayaklamalarla birlikte başlatılan Yahudi kıyımı, bu ülkede bulunan birçok kişinin Filistin topraklarına gitmelerine neden oldu.

II. Dünya Savaşı’nda Naziler’in Yahudiler’e uyguladığı soykırım ile birlikte Filistin’e göçler hızlandı. Bu dönemde Yahudiler ve Araplar arası gerginlikler giderek kızışmaya başlandı. İngiltere bu sorunu Birleşmiş Milletler’e götürdü. 1947’de bu topraklar üzerinde bir Arap diğeri Yahudi Devleti kurulmasına karar verilerek, Kudüs’ün uluslararası bir statüde olunmasına karar verildi. Araplar her ne kadar buna karşı çıkmış olsalar da bir yıl sonra İngiliz mandası sona erdi ve 14 Mayıs 1948 yılında Yahudiler devlet kurduklarını ilan ettiler.

Böylece Siyonistler amacına ulaştı. 2.000 yıldan sonra ilk defa bir Yahudi devleti kurulmuş oldu. Ama bölgedeki sorunlar bitmedi. İsrail Devleti’nin kurulmasının ardında 1948-49 Arap- İsrail savaşının sonunda Birleşmiş Milletlerin belirlemiş olduğu sınırların daha geniş bir alanını işgal eden İsrail, burada yaşayan 500 binden fazla Filistinli Arap’ı yaşadıkları topraklarından, evlerinden zorla göç ettirilmiştir. Boşaltılan bu bölgelere göçle gelen Yahudiler yerleştirilmiştir. Günümüzde de İsrail ve Filistin arasında savaşlar halen sürmektedir. Filistin topraklarının çoğu artık İsrail Devleti topraklarına katılmıştır.

SİYONİZM KARŞITI YAHUDİLER

Siyonizm karşıtı hareket, adından da anlaşılacağı üzere, Siyonist anlayışa karşıdır. Bu terim, geniş bir biçimde, Yahudilerin, tarihi İsrail’in toprakları (Filistin, Kenan ülkesi ya da Kutsal Topraklar olarak da adlandırılır) üzerinde kendi kaderini tayin etmesi görüşünü savunan siyasi harekete karşı olan itirazları belirtmek için kullanılır.

Terim, çeşitli dini, ahlaki ve politik bakış açılarını tanımlamak için de kullanılır; ancak bu alandaki amaç ve görüşler, siyonizm karşıtlığı tek bir ideoloji veya kaynağa dayandırılamayacağı için ziyadesiyle çeşitlidir. Felsefi yaklaşımları ve politik ya da sosyal görüşleri arasında da farklar bulunur. Dikkat çeken birçok Yahudi ve Yahudilik dışı kaynak, bu hareketin İsrail politikalarının eleştirilmesini engellemek için bir taktik olduğunu söyleyen bazı görüşler olduğunu belirtiyor. Buna karşın, birçok başka Yahudi ve siyonizm karşıtı düşünür, bu görüşleri paylaşmıyor.

Siyonizm karşıtı Yahudiler, siyonizmin kendisi kadar eskidir ve Yahudi cemaatleri arasında II. Dünya Savaşı’na kadar yaygın biçimde destek gördüler. Yahudi cemaati tek ve birleşik bir grup değil ve siyonizme ilişkin yaklaşımlar hem Yahudi grupları arasında hem de grupların kendi içlerinde farklılıklar gösteriyor. Başlıca görüş ayrılıklarından biri, laik Yahudiler ile dini Yahudiler arasındakidir. Siyonist harekete ilişkin laik muhalefetin sebepleri dindar Yahudilerinkinden epey farklı. Yahudi devletine karşı muhalefet zaman içinde değişti ve çok çeşitli dini, etik ve politik tutumlar doğdu.

KARŞITLIĞIN SEBEPLERİ

İsrail topraklarına geri dönüş umudu, Yahudi dininin içeriğinde yer alan bir beklentiydi. “Yükselen” ya da “göğe giden” anlamına gelen İbranice bir kelime olan Aliyah, inançlı Yahudilerin İsrail’e dönüşünü tanımlamak için eski zamanlardan beri kullanılan bir terim. Orta çağ ve sonrasında pek çok ünlü haham ve takipçileri İsrail topraklarına geri dönmeyi seçti. Farklı ülkelerde yaşayan diaspora Yahudileri için ‘Eretz İsrail’ (İsrail Diyarı), dini bağlamda büyük saygı görüyordu. Yıllarca dua ettiler ve Mesih’in çağıyla birlikte geri dönüşün gerçekleşmesini beklediler.

Ancak Yahudi Aydınlanması’nın ardından Reform Yahudiliği, Aliyah da dahil olmak üzere, diasporadaki modern yaşamla uyumlu olmayan birçok geleneksel inançtan ayrıldı. Daha sonrasında siyonizm, Aliyah kavramını ideolojik ve politik anlamda, geleneksel dini inanca paralel biçimde yeniden diriltti. Bu terimi Kutsal Topraklar’daki Yahudi nüfusunu göç yoluyla arttırmak için kullandı ve siyonist ideolojinin temel prensibi olarak korumaya devam etti. Ancak, yaşayan Yahudi nüfusunun çoğunluğu diaspora içinde kaldığı için, Aliyah’a verilen destek her zaman göçle eşit olmadı. Modern siyonist harekete verilen destek evrensel bir olgu değil ve sonuç olarak bazı dindar ve bazı laik Yahudiler siyonizmi desteklemeyi reddediyor.

SİYONİZM HAKKINDA SÖYLENMİŞ SÖZLER

Yahudi’nin zengini hükûmetlere, fakiri halka musallat olur.”
Ziya Uygur

Derler ki bir zamanlar bütün hayatını vakfedercesine Yahudi aleyhine, siyonizm aleyhine kitaplar yazan biri Yahudinin adamıydı. Öyle bir hale getiriyordu ki Yahudiyi, senin kafanda şöyle bir imaj doğuyordu: Yahudiyle asla baş edilmez.
Cahit Zarifoğlu

Siyonizm ırkçılık ve ırk ayrımının bir başka şeklidir.
Roger Garaudy

Siyonizm bir timsaha benzer. Bu timsahın üst çenesi Amerika ise alt çenesi Avrupa Birliğidir. Beyni Siyonizm, gövdesi ise işbirlikçilerdir.
Necmettin Erbakan

Siyasi Siyonizm'in babası olan Theodor Herzl'in kendisi dinsizdi. Tanrı'ya inanmazdı.. Dini kitaplara sadece kendi güç politikasını destekledikleri ölçüde yakınlık gösteriyordu.
Roger Garaudy

MUSEVİLİK VE YAHUDİ ŞERİATI "TALMUD"

Yazan: Mehmet W.Gündoğdu


MUSEVİLİK VE YAHUDİ ŞERİATI "TALMUD"


Yahudi, İbranice Yehuda’dan gelen bir tanım sözcüğüdür. Dolayısıyla aynı zamanda İsrailoğullarının soyudur. Bu soydan gelenlere de Yahudi denilir. Musevilik ise; her ne kadar içine başka inançlar da karışsa Musa’nın getirdiği bir inanç sistemidir.

Musevilik eski Mısır, Mezopotamya, Babil, Sümer kültür ve dinlerinden büyük ölçüde beslenmiş; çok tanrılı dinlerin karmaşasından ortaya çıkarak, tek tanrılı olarak benimsenmiş bir din sistemidir. Zaman içinde peygamber Musa’nın on emrinden uzaklaştırılarak söylencelerle süslenip ilahi ve kitaplı din yapılmış. İslam’da hadisler ve söylence kitapları inancın içine katıldığı gibi; Musevilik de Eski Ahit- Tevrat’ın yanına Talmut, Kabala gibi yan kitaplar da Museviliğin içine katılmıştır. Dahası; Davut peygamberin Zebur kitabı da Eski Ahit içine katılarak şiirsel süslemeler yapılmıştır.

Musevilik inancının derinlerine indiğimiz de karşımıza ilk çıkan kök inanç, Mısır inançlarıdır. Freud, Musa ve Tek Tanrıcılık isimli kitabında Musevilik inancının kökünü ayrıntılarıyla anlatırken öncelikle Akhenaton ve onun getirdiği Atencilik inancı üstünde yoğunlaşır. Akhenaton İÖ 1300’lü yıllarda Mısır firavunuydu. Firavun olduktan kısa bir süre sonra çok tanrılı Mısır dinini yasaklayarak tek tanrılı Aten dinini kurup resmi din yaptı. Akhenaton, Amon din adamlarının tepkileriyle karşılaşınca; Teb şehrinden çıktı. Boş arazileri olan bir yere taşınıp kendisine inananlarla orada yeni bir şehir kurarak dinini yaydı. 15 yıl firavunluk yapan Akhenaton’un veba salgınında öldüğü söylenir. Ölümünden sonra Amon din adamlarının saldırıları yeniden yoğunlaşır. İsmi unutturulur.

Mısırlı tarihçi Ahmed Osman, Akhenaton’un annesinin babası Yuya’nın Yusuf peygamber olduğunu iddia eder. Freud’e göre; Musa Aten inancına sahip bir rahiptir. Akhenaton öldükten sonra, Atenciler büyük baskı gördükleri için çoğu Mısır’dan kaçmak zorunda kalır. Musa’da Medyen’e kaçar. Eski Ahit Tevrat’a göre Musa’nın kaçış nedeni bir Kıpti’yi öldürmesidir.

Museviliğin kökenlerini araştırırken, Museviliğin Sümerlerle olan etkileşimine de bakmak gereklidir. Sümeroloji uzmanı Muazzez İlmiye Çığ’dan kısaltarak aldığımız bir yazısı bu konuya açıklık getiriyor.

“Sümerliler Tanrılar dünyası üzerine pek çok efsaneler geliştirmişler, şiirler ilahiler, törenler yaratmışlar ve bunları ilk defa yazıya geçirmişlerdir. Onların kurdukları dinler, zamanla tek tanrılı dinlerin temelini oluşturmuştur. Tek Tanrılı dinler dikkatle incelendiğinde, diğer tanrıların tamamen yok olmadığını açıkça görebiliriz. Bu dinlerde melekler, şeytanlar, cinler olarak varlıklarını korumaktadırlar.

Tek Tanrılı dinlerin temelini oluşturan Yahudi dininin ortaya çıkmasından en az bin yıl önce Sümerliler varlıklarını yitirmişlerdi. Öyleyse Sümer kültürünün etkisi İsraillilere nasıl ulaşmıştır? Sümer Devleri güçlü dönemlerinde Doğuda Hindistan, batıda Akdeniz’e hatta Kıbrıs’a, Kuzeyde Orta Asya’nın batısına, Güneyde Mısır ve Habeşistan’a kadar genişlemişti. İÖ 2400 yıllarında Sami bir ırktan olan Kral Sargon Sümer Devletini ele geçirerek bir Akad Krallığı kurmuştu.  Sonra yine Sami bir ırk olan Amoritler Babil Krallığını kurdular ve eski Sümer Ülkesinin tümüne hâkim oldular.  Bu devirde tüm Sümer mitolojisi birçok kopya halinde yazıldı. Diğer kentlerdeki eğitim kurumlarına ve kütüphanelere gönderildi. Sümer eğitim tarzı, dili, efsaneleri, edebi yapıtları Babil okullarında öğretilmeye devam edildi. Sümerce en önemli dinsel lisan haline geldi ve bu durum İsa’nın doğumuna kadar devam etti. Tek tanrılı dinlerin atası olarak kabul edilen Hz. İbrahim, Tevrata göre, Mezopotamya’da Ur kentinden Filistin’e göçmüştür. Yani o bilgiyi taşımaktadır. Sonra Babil Kıralı Nabukadnezzar İS 604-562 de Filistini ele geçirmiş ve tüm Yahudi bilginleri Babil’e sürgün etmiştir. Bu bilginler Babil kütüphanesini inceleme olanağını bulmuşlardır. Nitekim Tevrat, Babil sürgününden sonra yazılmıştır.”

Museviliğin Öteki Kitaplarından Talmud

Musevilikte Tevrat kadar değer verilen Talmud, geleneksel yasaların yazıldığı bir kitaptır. Bu kitabın içinde söylenceler, tapınma törenleri, evlenme- boşanma konuları, ilahiler gibi bölümler bulunur. Bu kitaba kısaca Museviliğin şeriat kitabı denilebilir. Bazı kaynaklara göre İS. 2. Yüzyılda bir haham tarafından yazılı hale getirilmiştir. Ortodoks Yahudiler, Talmud’u Allah’ın Musa’ya öğrettiği bilgiler topluluğu olarak kabullenirler.

Bu kitabın ana kaynağı Sümer tabletleridir. Ayrıca, Talmud’da yazılı yasa ve kurallara bakıldığında okuyan her insanın kanı donar. Talmud’da yazılanlar Sümer kopyası olmakla birlikte; Sümerlerin daha insancıl ve uygar olduğu görülmektedir. Sümer tabletleri içinde bulunan ve kız kardeşiyle cilveleşen, hatta cinsellik yaşayan bir erkeğin ağzıyla yazılmış şiirler, Tevrat’ın Neşideler Neşidesi bölümünde de yer almaktadır.

Okuyucuların bir yargıya varmaları, Musevi şeriatı hakkında biraz daha fazla bilgi sahibi olabilmeleri için Talmud içinden bazı bölümler sunmak zorundayız. Aksi halde bunları yazıya geçirmek değil, düşünmek bile insanı çileden çıkartır. Musevilik’de kadınların Talmud okuması yasak olduğunu yazanlar var. Bir de hahamların değişmez bir kuralı vardır, şöyle derler: “Talmud Torah’ı inceleyen, Yahudi olmayan birisinin hak ettiği şey ölümdür. Çünkü bu onun için değil, bizim için yazılmıştır. Bu bize bırakılan mirastır.”
Her dinde olduğu gibi Musevilik de incelemeyi, sorgulamayı, düşünüp karar vermeyi yasaklamaktadır. Bu yasaklar; Her dinin, din adamlarının ve siyasetçilerin tekelinde olduğunun somut gerçeğidir. Bu yasakların nedeni aşağıdaki Talmud yazılarından alınmış kısa bölümlerdir. İşte yazıp okurken bile insanlığımızdan utandığımız, ama utanılmadan kutsal kitaplara alınmış birkaç örnek:

  • “Yahudi olmayanların sahip olduğu mal, çölde ayağınızın altındaki sahipsiz araziye benzer, Kim önce alırsa onun olur.” [1]
  • “Bir büyük, küçük bir kız ile cinsi temas yaparsa bu göze girmiş bir parmak gibi kabul edilmeli. Keza bir çocuk bir kadınla temas ederse buda kadının cinsi uzvuna bir çubuk girmiş olarak kabul edilmeli. Bir büyük tarafından bir çocuk baştan çıkartılıp ırzına geçirilirse bu ırza girme hadisesi olarak kabul edilmeli, bir büyük tarafından bir çocuk baştan çıkartılıp ırzına girilirse bu ırza geçme hadisesi olarak değerlendirilmemeli. “Nasıl ki gözyaşı tekrar ve tekrar yeniden insanın gözüne gelirse üç yaşından küçük iken cinsi temasta bir kızında bekareti geri gelebilir.” [2]
  • “Küçük yaşlarda erkeklerle yatmış bir kız çocuğu evlenirken bu vaziyeti kocasına bildirmeli aksi halde kan gelmez ve kocası da bu vaziyetten hoşlanmaz.” [2]
  • “Bir Yahudi kızının bekâreti iki yüz zuz (eski Yahudi parası) değerindedir. Bu pazarlıkla daha evvelinden verilebilir.” [2]
  • “Bir kadın kocasının izni ile parasını vererek kendisi ile cinsi bir şekilde alakadar olacak bir şahıs kiralarsa, bunda hiçbir kabahat yoktur, fakat bu kiraladığı şahıs gayri Yahudi ise bu kabahattir zira kazançlı çıkan gayri Yahudi’dir. Fakat aynı vaziyet, bir Yahudi erkeği ile gayri Yahudi bir kız arasında vuku buluyorsa zararı yoktur fakat Yahudi erkeği bu gayri Yahudi kızla evlenmemeye çok dikkat etmelidir.” [3]
  • “Bütün cinsi işler akşam karanlığında yahut karanlık odada yapılmalıdır. Sebebi açık havada böyle işler yapılsa herkes işini gücünü bırakır seyre dalar ve daha fenası işlerini yapacak yerde cinsi temas yapan adamı taklit etmeye çalışır. Fırıncının ekmeği yanar, üzümcünün üzümlerini gayri Yahudiler çalar, çanakçının çanağı elinden düşer kırılır, nöbetçinin gözü döner şehri düşman basar. Karanlıkta bu işi yapmanın bir başka sebebi de, eğer bu cinsi teması bir gayri Yahudi ile yapıyorsanız bu gayri Yahudi kimseyi şahit olarak gösteremez hatta kendisi bile yüzünüzü iyi göremez.” [4]
  • “Dünyada hâkimiyet sağlayacak en önemli unsurlardan biri, çok üremektir. Bütün yeryüzündeki gayri Yahudiler eşektir. O gün geldiği zaman bunlar yer altında kendileri için kazılmış olan yerlere girip ebediyen yer altında yaşayacaklardır.” [5]
  • “O adam ki; kız kardeşi ile beraber yatıp, kendilerini cinsi zevklere bırakırlar ve kız kardeşi bunu şikâyet etmez, bunda bir kabahat yoktur. Fakat kız kardeş şikâyette bulunursa bu işi tekrarlanmaması bu adama bildirilir.” [6]
  • “O şahıs ki; daha annesi yaşlı değildir. babası ölmüştür ve annesi yabancı erkeklerin koynuna girmek istemez ve kendi oğlu ile yatmak ister ve keza oğulda annesi ile yatmak isterse böyle bir vaziyette eğer bu işler zor kullanılmadan yapılıyorsa, bize düşen bir vazife yoktur ki oğul evlenme yaşına gelip de başka bir kızla evlenmek talebinde bulunur ve annesi buna mani olmak isterse, oğul kendi karısının cinsi arzularını hem de annesinin cinsi arzularını tatmin etmeli ta ki validesi başka bir erkek buluncaya kadar.” [6]
  • "Bir gayri Yahudi, Yahudi kızından istifade ederse, bir Yahudi kadınını baştan çıkartırsa bir Yahudi çocuğunu kirletirse, Yahudi umumi bir Yahudi kadını ile temas edip kadına parasını vermezse cezaya çarptırılır. Eğer bir Yahudi umumi kadını kullanıp parasını vermemiş ise parası alınır ve değnekle dövülür. Bir Yahudi kadınını baştan çıkarttı ise ölünceye kadar taşlanır. Bir Yahudi kızını kirleten gayri Yahudi’nin başı yarım kesilir ve yavaş- yavaş öldürülür. Bütün bunlar bilhassa gayri Yahudilerin önünde yapılmalı ki bunlara müthiş bir ibret olsun ve bizim dehşetimiz karşısında titresinler ve Yahudi’ye dokunmaya bir daha yeltenmesinler.” [7]
  • “Bir dul kendini tatmin için her türlü usullere başvurabilir.” [8]
  • “Bir kadın sebepler göstererek hayvan ile hayvani münasebetleri ilerletirse bunda münasebetsiz bir şey yoktur. Böyle işlere zevklere heveslenmeyen kadın bulunmaz. Bu sebepten bu gibi zevklere kedini verip de sonradan evlenmeyi düşünen kadını bir haham bile alabilir.”
  • “Haham Shimi b. Hiyya ya göre bir hayvanla ya da insan olmayan bir şey ile cinsi temas yapan kadını bir haham bile alabilir… [8]
  • Haham R. Dimi’nin anlattığı bir misal ise şöyledir: harikulade çok güzel bir kadın sıcaktan biraz açık giyinmiş bir şekilde yeri silerken maruf köpeklerden biri kapıda zuhur etmiş… Kısa bir zaman sonra da kadın bir rahiple evlenmek için izin alabilmiş. Para ile kendisini satan bir kadın para karşılığında müşterilere zevk vermek için bir köpekle cinsi münasebet yaparsa bu başka türlüdür. Hahamlıkça hoş görülmez.” [8]
  • “Yahudiliğe döndürülmüş bir kız, üç yaşından bir gün fazla olursa bir haham onunla evlenebilir.” [9]
  • “Elazar şöyle ilave etti: Âdem bütün hayvanlar ile çiftleşmiş fakat Havva’nın verdiği tadı hiç birinde bulamamıştı.” [10]
  • “Yılan Havva’nın içine müthiş bir şehvet sokmuştur.” [11]
  • “O şahıs ki akrabası kız ile cinsi temas edip bekâret zarını yalnızca gevşetir. O adamdan şikâyet edilmemelidir”. [12]
  • “Ölmüş kadın ile temas o kadının hayattaki vaziyetinde iken yapılan temas gibi kabul edilir. Kadın evli ise her ne kadar ölmüş olsa bile gene evli bir kadın olarak kabul edilir hem de ölmüş bir kadınla çiftleşmek meniyi ziyan etmek demektir.” [12]

İçine hiçbir yorum katmadan buraya aldığımız bu tümcelerin nasıl yüz kızartıcı oldukları görülüyor. Sizce böyle bir din ve böyle bir tanrı olabilir mi? Bunlara inananlar nasıl inanmışlar, halen neden inanıyorlar bilmiyorum. Ancak yalnızca merak ettiğim şey; bu utanmaz Talmut kitabının yüz kızartıcı şeraitine halen uyuluyor mu? Uyuluyorsa insanlığın başı belâda demektir. Talmud benzeri başka Musevi kitapları da var. Bunlar da yazılanlar da hoş karşılanacak konular değil. Ayrıca Tevrat’ın Neşideler Neşidesi bölümündeki şiirler de yüz kızartıcıdır.

DİNLERDEKİ DEVLER

Yazan: Kirpi


DİNLERDEKİ DEVLER


UYARI: Yazılarımızda yaptığımız eleştirilere doğru düzgün cevap vermek yerine herkes bizi kendine düşman bellediği guruplarla eşleştirmeye çalışıyor. Ermeni, Alevi, Mason, Siyonist gibi türlü iftiralar atılıyor. Şunu tekrar belirteyim, biz çoğunluğu Müslüman olan bir toplumu aydınlatmaya ve uyandırmaya çalışıyoruz. Bu nedenle sıklıkla İslam'ı eleştirmemiz doğal bir şeydir. Eğer Avrupa'da ve yahut Amerika'da yaşasaydık doğal olarak Hristiyanlığı daha fazla eleştirirdik. Ben kendi adıma söylüyorum, Dinsizim; hiç bir dine inanmıyorum. Benim için insanlar arasında din, dil, ırk gibi bir ayrım yok. Ben insanlara insan oldukları için kıymet veriyorum.

Her dinde mutlaka boyutlarıyla başkalarından aşırı güçlü ve öfkeli yaratıklar hakkında bilgiler verilir ve neredeyse tüm dinlerde bu insan üstü güçlere sahip yaratıkları o dinin Tanrısı tarafından yapılan bir yardımla öldüren kahramanlar mevcuttur.

DEV KELİMESİNİN KÖKENİ

Dev kelimesine ilk rastladığımız yer Sanskritçe'dir (Eski Hintçe). Bu dilde dev kelimesinin anlamı “Tanrı” olarak belirtilmiştir. Örneğin erkek tanrılara DEVA TANRILAR kadın tanrılaraysa DEVİ TANRIÇALAR denmiştir. [1][13] Bu kelime sonraları fars diline geçmiş ve oradan da günümüzdeki manasını kazanmıştır.
Neredeyse tüm toplumlarda devlerle ilgili mitolojik hikayeler mevcuttur. Örneğin Bulgar mitolosinde İspolin ismiyle bilinen devlerin daha insanlar var olmadan dünyada yaşamakta olduklarına dair inanış görülür. Onların dağlarda yaşadığına etle beslendiklerine ve yiyeceklerini savaştıkları ejderhaları yemekle temin ettiklerine inanılıyordu.
Semavi dinlerde de devlere atıflar yapılmış ve onlar hakkında bazı rivayetler aktarılmıştır. Örneğin Yahudi, Hristiyan ve İslam kaynaklarının ortak bir dev kıssasını sizlerle paylaşmak isterim.

Câlût (Golyat)

İslamdaki ismiyle Calut İncilde'ki ismiyle Golyat'ın M.Ö 11 yüzyılda [2] yaşadığı düşünülür. Tanah (Hristiyanlarda ismi Eski Ahit) ve Kur'an'da bahsi geçen bu devin Davut'la düeolloya çıktığı ve kaybettiği aktarılır. Tanah ve Eski Ahit'e göre Golyat'ın yaşadığı bölge Antik Filistin şehri Gat'tan'dır [2] Antik Filistinliler İslam'daki adı Talut olan İsrail kralı Saul ile savaş halindedir ve Golyat her gün İsrail ordusuna meydan okur, savaşmaya çağırır. Fakat İsrail ordusu içinde onunla savaşmaya cesaret eden birisi yoktur.[3]

En sonunda İsrail ordusunda bulunan Davud Golyat'tan fiziksel olarak çok zayıf olmasına rağmen savaşmayı kabul eder.  Golyat Davud'dan fiziksel olarak bir kaç kat büyüktür. Eldeki en eski kaynaklardan olan Ölü Deniz Tomarları'na, 1. yüzyıl tarihçilerinden Josephus'a ve 4. yüzyıl Septuaginta'sına göre 4 dirsek ve 1 karıştır. Bu da günümüz ölçü birimleriyle yaklaşık olarak 2 metreye denk gelir. Fakat daha sonraki kaynaklarda Golyat'ın boyu 6 dirsek 1 karış olarak belirtilir ve bu da yaklaşık olarak 3 metreden fazla yapar.

Bu boyutlarına rağmen Davud Golyat'ı sapanıyla tek atışta öldürür. Liderlerinin ölümünden sonra Filistinlilerin ordusu dağılır ve kaçmaya başlarlar. Devin kolları kesilerek tapınağa götürülür. Bundan sonra Davud'un halk arasındaki namı hızla yayılır ve adına şiirler, maniler yazılır. Bundan endişelenen kral Saul Davud'u öldürme kararı alır ve (1.Samuel kitabı 18. bölüm) Davud kraldan kaçarken Golyat'ın kılıcını kendi yanında götürür. (1. Samuel 21: 1-9). [4][2]

Kur'an'da da Davud'un devle mücadelesi aşağı yukarı aynı şekilde geçer ve bahsi geçen konu Kur'an'ın Bakara suresinde şu şekilde aktarılır:

Bakara 249: Talut, ordu ile hareket edince dedi ki: "Allah sizi mutlaka bir nehirle imtihan edecek. Kim ondan içerse, benden değildir. Kim de onu tatmazsa, işte o bendendir. Ancak eliyle bir avuç alan başka (bu kadarına ruhsat vardır)." Derken içlerinden pek azı hariç, hepsi de varır varmaz ondan içtiler. Talut ve beraberindeki iman eden kimseler nehri geçtiklerinde. "Bizim bugün, Calut ile ordusuna karşı duracak gücümüz yok." dediler. Allah'a kavuşacaklarına inanıp, bilenler ise şu cevabı verdiler: "Nice az topluluklar, Allah'ın izniyle nice çok topluluklara galip gelmişlerdir. Allah, sabırlılarla beraberdir."
Bakara 250: Calut ve ordusuna karşı savaş meydanına çıktıkları zaman da şöyle dediler: "Ey Rabbimiz! Üzerlerimize sabır dök, ayaklarımızı sabit tut ve kâfirler topluluğuna karşı bize yardım et!"
Bakara 251: Derken, Allah'ın izniyle onları tamamen bozdular. Davud, Calut'u öldürdü ve Allah, kendisine hükümdarlık ve hikmet (peygamberlik) verdi ve ona dilediği şeylerden de öğretti. Eğer Allah'ın, insanları birbirleriyle savması olmasaydı, yeryüzü mutlaka bozulur giderdi. Fakat Allah, bütün âlemlere karşı büyük bir lütuf sahibidir.

Bunun dışında Arapların devlerle savaşan kendi kahramanları da mevcuttur. Onun ismi Ali ibn Ebu Talib'dir. Hendek savaşında Amr bin Abdüved ile savaş yapan Ali masalını da bu kabilden saymak mümkündür. Zira anlatılanlara göre Amr 2 metreden fazla boya sahip iri cüsseli biriydi. Ali'yle Amr'ın savaşı hadislerde şu şekilde aktarılır:

İlk saldırı Amr'dan geldi. Vurduğu kılıç darbesi Ali'nin kalkanını parçalayarak başından yaralanmasına neden oldu. Sıra kendisine geldiğinde Ali indirdiği darbe ile Amr'ı cansız yere yuvarladı. Müslümanlar sevinçle tekbir getirirken müşrikler büyük bir hayal kırıklığına uğradılar.
Hz. Ali, Amr'ın işini bitirince Dirar ile Hübeyre Ali'nin üzerine yürüdüler. Dirar Hz. Ali'nin yüzüne bakar bakmaz dönüp kaçmaya başladı. Sonradan Dirar, bu kaçış hakkında "Ölüm meleği surete bürünmüş bana görünmüştü." dedi. Çarpışmaya yeltenen Hübeyre de Ali'nin bir kılıç vuruşu ile zırhı delinince kurtuluşu kaçmakta buldu. [5][6][7][8][9][10][11]

Elmalılı Hamdi Yazır bu konuya dair şunları anlatır:

...Hz. Ali ona: "Ey Amr! Senin bir adetin vardır. Kureyş’ten birisi sana iki teklifte bulunsa mutlaka birisini tutarsın, değil mi?" dedi.
Amr, "Evet" dedi.
Hz. Ali: "O halde ben seni Allah'a ve İslam'a davet ediyorum."
Amr: "O'na ihtiyacım yok."
Hz. Ali: "Öyleyse seni binitlerimizden inip dövüşmeye davet ediyorum."
Amr: "Vallahi ben seni öldürmek istemem." diye alay etti.
Hz. Ali: "Fakat ben seni öldürmeyi arzu ediyorum." dedi.

Bunun üzerine Amr kızıp atından indi, bir kılıç darbesiyle atının ayağını kesti, Hz. Ali'ye saldırdı. Amr'ın darbesi Hz. Ali'nin kalkanını parçalayıp alnını kanatmıştı. Hz. Ali karşı darbe ile Amr'ı omuzundan biçmiş, Allahu ekber diye bağırmıştı, derhal etraftan yükselen tekbir sesleri ortalığı çınlattı, Amr ile birlikte bir iki kişi daha vurulmuştu; birini Hz. Ali öldürmüş, birine de bir ok isabet etmişti. [12]

Benim şahsi düşüncem Araplar Hristiyanlık ve Musevilikte olan devlerle savaş kıssalarını Kur'an'a kopyalamakla kalmamış aynı zamanda kendi devlerle savaşan kahramanlarına dair efsaneler üreterek onları Ali bin Ebu Talib'e atfetmişlerdir. Hristiyan ve Musevilerin kutsal metinler diye kabul ettiği kitaplarda aktarılan Golyat isimli dev ne kadar mistik ve mitolojik ise Kur'an'ın Çâlût isimli devi ve Ali'nin savaştığı Amr bin Abdüved'de o kadar mistik ve mitolojiktir.
Bunlar kendilerine ait kahramanlar yaratmak ve toplumlarını yüceltmek için uydurulmuş masallardan başka bir şey değildirler.

KUDÜS SENDROMU

Yazan: Set


KUDÜS SENDROMU NEDİR?


Kudüs bilindiği üzere semavi dinler için son derece önemli bir şehirdir. Hatta öyle ki geçmişte bu şehiri yönetmek için çeşitli din mensupları birbirleri ile savaşmıştır. Günümüzde bile bizzat bir savaş olmasa da birçok kişinin ölümüne sebep olmuştur. Hem tarihi ve kültürel bir öneme sahip olması hem de dinler tarafından bir kutsiyet atfedilmesi Kudüs’ü oldukça mistik bir yer yapıyor. Şehre gerek dini gerekse başka amaçlarla giden turistler de bu atmosferden oldukça etkileniyor. Hatta bu etkilenme sonucunda yaşadıkları şeyler öyle etkilere yol açıyor ki sonuç olarak akıl hastası olabiliyorlar. Kudüs sendromu ise bu insanların şehrin etkileyici atmosferinden etkilenmeleri sonucu tetiklenen dini temalı çeşitli düşünceler veya sanrılar gibi psikozların sebep olduğu sendroma denmektedir.

Turistlerin kimi kendini kutsal kitaplardaki bir karakter olarak görüyor kimi ise kendini doğrudan İsa, Musa gibi insanlardan biri olarak görüyor ve genel olarak beyaz kıyafetler giyerek çevreye vaaz vermeye çalışıyor. İsrail kaynaklarına göre her yıl 2 milyona yakın turist alan şehirde bu durum turistlerin sadece %2’sinde görülüyor ,bunlardan  küçük bir kısmı ise klinik müdahalesi görüyor. İlk kez 1930’larda psikiyatrist Heinz Herman şuan kabul edildiği şekilde bir sendrom olarak tanımlandı. Fakat önceden psikolojik problemleri olan insanların yaşayabileceği bir çeşit nöbet olduğu da iddia ediliyor.

Sendrom üç çeşit görülmekte:
Bir grup insan orada aydınlandığını düşünerek diğer insanlara doğru yolu göstermek için vaaz vermeye başlıyorlar.
Bir grup insan ise inandıkları dini sınıfı kurtarmaya ömrünü adamaya karar veriyor.
Diğerleri ise kendini dini liderlerden biri sanıyor. Genel olarak bu gruptaki insanlar kendini Mesih, Musa ya da Vaftizci Yahya sanıyorlar. Fakat insanların bir çoğu herhangi bir tedavi görmeden bunu atlatabiliyor.

Hristiyanlık’ta Mesih olan İsa’nın dünyaya ikinci kez geleceğine dair bir inanç vardır. Bu İncil’de şöyle anlatılır :

İsa tapınaktan çıkıp giderken, öğrencileri, tapınağın binalarını O'na göstermek için yanına geldiler. 2 İsa onlara, “Bütün bunları görüyor musunuz?” dedi. “Size doğrusunu söyleyeyim, burada taş üstünde taş kalmayacak, hepsi yıkılacak!”
3 İsa, Zeytin Dağı'nda otururken öğrencileri yalnız olarak yanına geldiler. “Söyle bize” dediler, “Bu dediklerin ne zaman olacak, senin gelişini ve çağın bitimini gösteren belirti ne olacak?”
4 İsa onlara şu karşılığı verdi: “Sakın kimse sizi saptırmasın! 5 Birçokları, ‘Mesih benim’ diyerek benim adımla gelip birçok kişiyi aldatacaklar. 6 Savaş gürültüleri, savaş haberleri duyacaksınız. Sakın korkmayın! Bunların olması gerek, ama bu daha son demek değildir. 7 Ulus ulusa, devlet devlete savaş açacak; yer yer kıtlıklar, depremler olacak. (Matta 24:1-7)

Musevilik’te ise Hristiyanlığın aksine Mesih’in dünyaya ikinci kez değil ilk ve son defa geleceğine inanılır fakat yine Kudüs’e geleceğine ve barış ile adalet getireceğine inanılır.

İslamiyet’te ise bu iki dinin aksine Mesih’in Kudüs yerine Şam’dan geleceğine inanılır. Bu konuda şöyle bir hadis de vardır:
"İsa Dımaşk (Şam)’ın doğusunda bulunan beyaz minareye iner ve Lud kapısının yanında deccalı öldürür.” (Ebu Davud, Melahim,14; Tirmizi, Fiten, 59, 62, İbn Mace, Fiten, 33)

Peki şimdi birkaç soru sormak istiyorum. Her yıl onlarca insan Kudüs’te yaşadıklarından deli muamelesi ile akıl hastanesine kapatılabiliyor iken kendisine peygamber gibi sıfatlar söylenen, meleklerle ve tanrıyla konuştuğunu iddia eden onlarca insanı bunlardan ayıran nedir? Veya bundan 2000 yıl önce Kudüs’te vaazlar vererek Mesih olduğunu iddia eden İsa’nın Eski Ahit’i okuyarak bu sendroma yakalanmadığı ne malum?

Ya da şuan Mesih Kudüs’e gelse ve vaazlar vererek Mesihliğini ilan etse onu insanlar nasıl ayırt edecek ve her yıl bir sürü insana yaptıkları gibi akıl hastanesine kapatmayacaklar?

Peki neden insanlar sürekli olarak kendilerine bir kurtarıcı arıyorlar? “Aslında cevabı basit. ‘Şuan kötü durumdayız ama ileri de iyi olacağız. Hem de hiç çaba sarf etmeyeceğiz çünkü Mesih bizim için yapacak!’ şeklinde düşünmek insana umut aşılıyor. Her peygamberlik iddia edenin de ‘Benden sonra X kişisi gelecek.’ Şeklindeki söylemler de bu insanlara umut veriyor. Dinin de insanlara öğrettiği bh değil mi zaten? Neyse bu dünyada çok iyi yerde değiliz ama üzülmeye gerek yok. Ne de olsa ölünce cennet var :’)

SEMAVİ DİNLERE GÖRE DİLLERİN KÖKENİ

Yazan: Set


DİLLERİN KÖKENİ VE DİNLER


Diğer her şeye zamanının doğrularına göre anlam veren dinler insanların neden farklı diller konuştukları üzerine de  bir açıklama getirmeye çalışmıştır.
Hikayeye göre Nuh Tufanı olduktan sonra insanlar birleşmiş bir ırk olarak bir tek dil konuşurlar.Doğuya göç ettikleri esnada Şinar denen yere yerleşirler ve burada Göklere erişecek bir kule yapmaya karar verirler. Bu olay Eski Ahit’te (yani Tevrat’ta) şöyle geçer:

Yaratılış 11:1-9: Başlangıçta dünyadaki bütün insanlar aynı dili konuşur, aynı sözleri kullanırlardı. 2. Doğuya göçerlerken Şinar bölgesinde bir ova bulup oraya yerleştiler. 3. Birbirlerine, “Gelin, tuğla yapıp iyice pişirelim” dediler. Taş yerine tuğla, harç yerine zift kullandılar. 4. Sonra, “Kendimize bir kent kuralım” dediler, “Göklere erişecek bir kule dikip ün salalım. Böylece yeryüzüne dağılmayız.” 5. RAB insanların yaptığı kentle kuleyi görmek için aşağıya indi. 6. “Tek bir halk olup aynı dili konuşarak bunu yapmaya başladıklarına göre, düşündüklerini gerçekleştirecek, hiçbir engel tanımayacaklar” dedi, 7. “Gelin, aşağı inip dillerini karıştıralım ki, birbirlerini anlamasınlar.” 8. Böylece RAB onları yeryüzüne dağıtarak kentin yapımını durdurdu. 9. Bu nedenle kente Babil adı verildi. Çünkü RAB bütün insanların dilini orada karıştırmış ve onları yeryüzünün dört bucağına dağıtmıştı.

Eski Ahit’te “Babil Kulesi” yerine “şehir ve kule” veya sadece “şehir” olarak geçer. Babil kelimesinin kökeni ise belirsizdir.Akadca’da şehrin adi Bab-ilim olmakla beraber “Tanrının kapısı” anlamına gelir Bununla birlikte, bu biçim ve yorumun kendisinin artık genellikle anlamsız ve muhtemelen Semitik olmayan kökenli Babilla isminin daha önceki bir biçimine uygulanan Akkad halk etimolojisinin bir sonucu olduğu düşünülmektedir. Eski Ahit'e göre, şehir İbranice fiilinden ā (bālal), karmakarışık ya da karıştırmak anlamına gelen "Babil" adını aldı. [1][2][3]

Bazı bilim adamları Babil Kulesi'ni bilinen yapılarla, özellikle de Babil'de Mezopotamya tanrısı Marduk'a adanmış bir ziggurat olan Etemenanki ile ilişkilendirdiler. Benzer unsurlara sahip bir Sümer hikayesi Enmerkar ve Aratta Kralı'nda anlatılmaktadır. [4]

Hikayenin Tanrı ve insanlar arasındaki rekabet teması Yaratılış Kitabı'nın başka yerlerinde, Adem ve Havva'nın Cennet Bahçesi'nde geçer. Flavius ​​Josephus'ta bulunan 1. yüzyıl Yahudi yorumuna göre kule kibirli zalim Nemrut'un emrettiği Tanrı'ya karşı kasıtlı bir meydan okuma eylemi olarak inşa ediliyor.Bununla birlikte, bu klasik yorumda, anlatıda belirtilen kültürel ve dilsel homojenliğin açık güdüsüne vurgu yapılan bazı çağdaş zorluklar olmuştur Metnin bu okuması Tanrı'nın eylemlerini gurur için bir ceza olarak değil, kültürel farklılıkların bir etiyolojisi olarak görür ve Babil'i medeniyetin beşiği olarak sunar. [5]

Enmerkar ve Aratta’nın Efendisi olarak adlandırılan Babil Kulesi’ne benzer bir Sümer efsanesi bulunmaktadır. Enmerkar Eridu’da büyük bir ziggurat inşa eder ve inşaatı için Aratta’dan değerli bir haraç ister ve bir nokta Tanrı Enki’yi Subur,Hamazi,Sümer,Uri-ki(Akkad) ve Martu toprakları olarak adlandırılan yerleşim bölgelerinin dilsel birliğini restore etmesini (veya bazı çevirilere göre bozmasını) teşvik eden bir büyüyü hatırlatır.Tüm evren,iyi korunmuş insanlar-hepsi Enlil’e tek bir dilde hitap ederler.Bunun yanı sıra,Yeni Asur İmparatorluğu sırasında M.Ö. 8. Yüzyıldan kalma bir başka Süryani efsanesi, daha sonra Eski Ahit’teki hikayeyle benzerlikler taşır. [6][7]

Aynı zamanda ismi verilmese de Kur’an’da da benzer bir hikaye vardır. Tevrat'taki ile benzer olmasına rağmen Babil'de değil, Musa'nın yaşadığı dönemde Mısır'da geçer.Firavun,Haman’dan bir kule inşa etmesini ister ve bu sayede Musa’nın Tanrısını göreceğini söyler.

Kasas Suresi 38-40.Ayetler: Firavun, "Ey seçkinler! Sizin için benden başka tanrı tanımıyorum. Ey Hâmân! Haydi benim için tuğla fırınını yak, bana bir kule yap. Belki oradan Mûsâ’nın tanrısını görürüm; ama kesinlikle onun bir yalancı olduğunu düşünüyorum" dedi. Firavun ve askerleri, bize döndürülmeyecekleri kanaatine kapılarak yeryüzünde haksız yere büyüklük tasladılar. Biz de onu ve askerlerini alıp denizin içinde bıraktık. Bak işte, zalimlerin sonu nice oldu!

Kur'an'da Babil şehrinden Bakara Suresi, 102. ayette bahsedilir. Harut ve Marut isimli iki melek, insanları sihirle imtihan etmek için Allah tarafından Babil'e gönderilirler;

Bakara Suresi 102.Ayet: “Süleyman'ın hükümranlığı hakkında onlar, şeytanların uydurup söylediklerine tâbi oldular. Halbuki Süleyman büyü yapıp kâfir olmadı. Lâkin şeytanlar kâfir oldular. Çünkü insanlara sihri ve Babil'de Hârut ile Mârut isimli iki meleğe indirileni öğretiyorlardı. Halbuki o iki melek, herkese: Biz ancak imtihan için gönderildik, sakın yanlış inanıp da kâfir olmayasınız, demeden hiç kimseye öğretmezlerdi. Onlar, o iki melekten, karı ile koca arasını açacak şeyleri öğreniyorlardı. Oysa büyücüler, Allah'ın izni olmadan hiç kimseye zarar veremezler. Onlar, kendilerine fayda vereni değil de zarar vereni öğrenirler.”

Babilden Yakut el-Hamavi'nin yazmalarında ve Lisan el-Arab'da bahsedilir. Öyküye göre tüm insanlar rüzgârın önüne katılarak bir yerde toplanırlar. Buraya sonradan Babil denir. Babil'de insanlara Allah tarafından değişik lisanlar tahsis edilir ve yeniden rüzgârla geldikleri yerlere dağıtılırlar.
9. yy İslam tarihçilerinden el-Tabari'nin "Peygamberler ve Krallar Tarihi" adlı eserinde daha detaylı bilgi verilir. Öyküye göre Nimrod Babil'de bir kule inşa ettirir. Allah bu kuleyi yıkar ve o zamana kadar aynı dili konuşan insanların dilini 72'ye ayırır. 13. yy. İslam tarihçilerinden Ebu el-Fida da aynı öyküden bahseder ve İbrahim'in atası Hud'un kendi dilini (İbranice) muhafaza etmesine izin verildiğini ekler. Zira Hud kulenin inşasına katılmamıştır.

Gerçekte ise dillerin kökeni bunlardan çok farklıdır.İnsanlık yaklaşık 60.000 yıl önce Afrika’dan başlayarak dünyaya dağılmaya başlayınca coğrafi koşullara ve dini inançlarına göre nesnelere önceleri basit sesler daha sonraları ise kelimeler takmışlardır. En büyük faktör ise coğrafi koşuldur.Örneğin deve olmayan bir coğrafyada yaşayan milletin dilinde deve kelimesi yoktu.Ancak günümüzdeki teknolojik gelişmelerle bu durum değişmektedir.

LUT KAVMİ VE EŞCİNSELLİK

Yazan: Kirpi


LUT KAVMİ VE EŞCİNSELLİK


Kuranda eski kavimlerle alakalı bir kaç kıssa anlatılır. Bunların bir çoğu Kurandan önceki yazılı kaynaklarda özellikle Tevratta aktarılmıştır. Fakat Müslümanlar tek gerçek kaynak olarak Kur'an'ı tercih ediyorlar. Bu yazımda sizlerle Kuranda peygamber olduğu iddia edilen Lut ve onun kavminin başından geçen bir olayı aktaracağım. Kuranda Lut'un biyografisi hakkında detaylı bilgi olmadığı için yazımda kaynak olarak Kurandan önceki semavi olduğu iddia edilen kitapları da kullanacağım.

LUT KİMDİR?

Kuranda ve Tevratta Lut'un hayatı hakkında dedesi Azer ve amcası İbrahim hakkında kıssalar anlatılırken kısıtlı bilgiler verilmiştir. Lut'un dedesi Kuranda Azer (Enam 6 / 74)  Tevratta ise Terah olarak geçiyor. Tevrata göre Terah (Azer) 70 yıl yaşamış ve Abraham (Kur'andaki ismi İbrahim) Nahor ve Haran isminde 3 oğlu vardı. Lut Haran'ın oğludur. (Kitab-ı Mukaddes, Tekvin, Bab 11 / 27)  Buna göre İbrahim'in babası olan Azer aynı zamanda Lut'un dedesidir. Bu durumda Lut İbrahim'in yeğeniydi (Mevdudi, Tarih boyunca Tevhid mücadelesi ve peygamberler, Çeviren Ahmet Asrar, Ankara, 1983,cilt 1, s. 430)

Terah’ın (Azer) üç oğlundan biri olan Lut’un babası Haran genç yaşta vefat etmiştir. "Haran, babası Terah henüz sağken, doğduğu ülkede, Keldaniler'in Ur kentinde öldü."( Kitab-ı Mukaddes; Tekvin; Bab 11 / 28)
Çocuk yaştaki Lut’un babası Haran vefat edince Lut’un bakımını amcası İbrahim üstlenir.
Kur'an'da Lut, İbrahim'in zürriyetleri arasında gösterilir. (Enam 6 / 84–86)
Kuranda genelde İbrahim'le ilgili ayetlerin hemen ardından Lut'tan bahsedilmesi onların arasında bir kan bağının olduğu şeklinde yorumlanmıştır fakat Lut'un soyu hakkında ne Kur'anda ne de hadislerde kesin bilgiler bulunmamaktadır. (Abdülhalim Güneş, Kur’an-ı Kerim ve Kitab-ı Mukaddes’te Hz. Lüt (aş) Kıssası, basılmamış yüksek lisans tezi, s.22)

Tevratta Lut'un kimliği, soyu yaşadığı yer hakkında detaylı bilgi verilmesine rağmen inancıyla ilgili fazla ve kesin bilgiler aktarılmamıştır. İbrahim ve Lut’un doğup büyüdükleri mahal hususunda İslami kaynaklardaki verilerde, yer adları ve üzerinde kurulu şehir veya devletler değişik olsa da tüm bu kaynakların üzerinde ittifakla birleştikleri yer; bu günkü Irak devleti sınırları içerisinde, tarihteki genel bir coğrafi isimlendirme olarak Mezopotamya diye ünlenmiş olan Fırat ve Dicle ırmakları arasındaki bölge içerisinde bulunan ve günümüzdeki adı Tel-El Muhayer olan yer olduğu sanılmaktadır.

İBRAHİM VE LUT'UN YOLLARININ AYRILMASI

Bir sure Mısırda ikamet etmelerine rağmen Tevrattaki anlatıma göre oradaki yöneticiyle (firavunla) İbrahim arasında karısı Sara yüzünden gerçekleşen bir takım tatsız olaylar yüzünden tekrar Kenan'a dönmek zorunda kalıyorlar. Peki bu olay neden ibaret? Tevratın anlattığına göre İbrahim Mısıra geldiğinde karısı Sarayı ablası gibi göstererek mülk ve köle karşılığı Firavuna sunuyor. Firavun da onunla nikah yapıyor. (Kitab-ı Mukaddes, Tekvin, Bab 12 / 11 – 20)
Fakat bu hikaye hakkında Kur'anda bilgi verilmez. Mısır dönüşü malların bölüştürülmesi konusunda İbrahim'le Lut anlaşamaz ve yolları ayrılmış olur. Mısırdan döndükten sonra İbrahim ve Lut'un serveti artmıştı ve dolayısıyla kim yönetici olacak kavgasına başlamıştılar.

Kitab-ı Mukaddes, Tekvin, Bab 13 / 6 – 9  “Malları öyle çoktu ki, toprak birlikte yaşamalarına elvermedi; yan yana yaşayamadılar. (…) Avram'ın çobanlarıyla Lut'un çobanları arasında kavga çıktı. (…) Avram Lut'a: ‘Biz akrabayız’ dedi, ‘Bu yüzden aramızda da, çobanlarımız arasında da kavga çıkmasın. Bütün topraklar senin önünde. Gel, ayrılalım. Sen sola gidersen, ben sağa gideceğim. Sen sağa gidersen, ben sola gideceğim
Kur'anda İbrahim'le Lut'un Mısıra gidişleri dönüşleri ve kavgalarıyla alakalı hiç bir bilgi yoktur.


LUT NEREDE YAŞADI?

İbrahim ile yolları ayrılan Lut’un, Tevrat çevirilerinde ismi Erden havzası / Şeria havzası / “Sıddım”( Kitab-ı Mukaddes, Tekvin 14 / 3) vadisi olarak verilen, şimdiki Ürdün ile İsrail arasında kalan vadide bulunan iki büyük şehirden biri olan Sodom’a yerleşir:
“Lut ovadaki kentlerin arasına yerleşti. Sodom'a yakın bir yere çadır kurdu.” ( Kitab-ı Mukaddes, Tekvin 13 / 12)

Talmûd’daki kayıtlara göre Lut kavminin başlıca kentleri arasında Sodom’un dışında dört şehir daha vardı.( Mevdudi, A.g.e, Ankara, 1983, c. 1, s. 430; Taberî’ye göre bu şehirlerin sayısı beş’tır: “Bu köyler beş tane olup, adları: Sab’a, Şu’ra, Umre, Duma ve Sedum (Sodom) idi. Bunların içerisinde en büyüğü Sedum’du.”;  Mevdudi, bu beş şehrin adlarını şöyle vermektedir.“Sodom şehrinin yanı sıra Gomore, Adma, Sanbuyem ve Zogr kentleri de vardı.”)

Tevrat’ın yaptığı tasvirlerde ise bu havzada iki büyük şehrin olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim her iki büyük şehrin krallarının da bulunduğu da kaydedilmiştir: “Sodom Kralı Bera, Gomora Kralı Birşa...” (Kitab-ı Mukaddes,  Tekvin 14 / 2 )

Hz. Lut’un Sodom’u mesken tutmasından sonra bu vadide yaşayan toplulukların kralları ile etrafta yerleşik kavimlerin kralları arasında savaş çıktığını Tevrat anlatımlarından öğrenmekteyiz: “Bunun üzerine Sodom, Gomora, Adma, Sevoyim ve Bala kralları yola çıktılar. Bu beş kral Siddim Vadisi'nde dört krala (Elam Kralı Kedorlaomer, Goyim Kralı Tidal, Şinar Kralı Amrafel ve Ellaşar Kralı Aryok'a) karşı savaş düzenine girdiler.” (Kitab-ı Mukaddes, Tekvin 14 / 8 – 9 )

Yapılan savaşta Sodom ve Gomora kralları bozguna uğrayarak yenik çıkarlar ve savaş meydanından kaçarlar: “Sodom'la Gomorra kralları kaçarken adamlarından bazıları çukurlara düştüler. Sağ kalanlarsa dağlara kaçtılar.” (Kitab-ı Mukaddes, Tekvin 14 / 10)
Galip krallar ve savaşçıları Sodom ve Gomorra şehrinin mallarını ganimet, insanlarını köle edinirler. Kralların savaşından yenik çıkan Sodom’da ikamet eden Hz. Lut da bu yenilginin kötü sonuçlarından nasibini alır. Kendisi esir, malları ise ganimet olarak onların eline düşer. (Kitab-ı Mukaddes, Tekvin 14 / 11–12)

Yeğeni Lut’un esir düştüğünü ve mallarının yağmalandığını haber alan Hz. İbrahim, Sodom ve Gomora şehirlerini yağmalayan ve halkını köle yapan krallara savaş açarak onları mağlup eder ve yeğeni Lut’u kurtarır: “Avram (İbrahim) yağmalanan bütün malı, yeğeni Lut'u, Lut'un mallarını, kadınları ve halkı geri getirdi. (Kitab- Mukaddes, Tekvin 14 / 16)

Kur'an Lut'un bir peygamber olduğunu iddia ediyor fakat önceki semavi kitaplarda Lut'un gerek Sodom ve Gomora şehirlerindeki yaşamından ve ondan önceki dönemde de peygamber olmasıyla ilgili rivayet aktarılmıyor. Örneğin İncil'de Lut peygamber değil dindar ve Tanrıya kulluk eden “Aziz - Saint” statüsünde bir insan olarak aktarılıyor.

İncil, II. Petrus 2 / 7–8  “Ama ilke tanımayan kişilerin sefih yaşayışından azap duyan doğru adam Lut'u kurtardı. Çünkü onların arasında yaşayan bu doğru adam, görüp işittiği yasa tanımaz davranışlar yüzünden doğru yüreğinde her gün ıstırap çekerdi.”

LUT KAVMİNİN SUÇU NEYDİ?

Kur'anda Lut kavminin helak edilmesinin nedeni olarak homoseksüel olmaları gösteriliyor. Örnek ayetlere bakalım.
ARAF(7)/80-84:
﴾80﴿ Lût’u da (peygamber gönderdik). Kavmine dedi ki: "Sizden önce insanlardan hiçbirinin yapmadığı fuhşu mu yapıyorsunuz?"
﴾81﴿ "Çünkü siz, kadınları bırakıp da cinsel tatmin için erkeklere yanaşıyorsunuz. Doğrusu siz haddi aşan bir topluluksunuz."
﴾82﴿ Kavminin cevabı, "Onları (Lût ve arkadaşlarını) memleketinizden çıkarın! Çünkü onlar fazla temizlik taslayan insanlar!" demelerinden başka bir şey olmadı.
﴾83﴿ Biz de onu ve karısı dışındaki aile fertlerini kurtardık. Karısı geride kalanlardan (kâfirlerden) idi.
﴾84﴿ Ve üzerlerine dehşetli bir yağmur (taş) yağdırdık. İşte gör günahkârların sonunun ne olduğunu!

Ayette Lut kavmini homoseksüel olmakla suçluyor ve kendilerinden önce bu işi kimsenin yapmadığını söylüyor. Fakat  tarih boyunca yaşamış tüm toplumların neredeyse tümünde homoseksüellik olmuştur. Homoseksüelizm bırakın insanları, hayvanlar arasında bile görülüyor.
Kur'anda anlatılan kıssanın devamında Lut'un kavmine güzel erkek şekline bürünmüş elçiler gönderildiği aktarılıyor.

Hicr Süresi
﴾67﴿ Şehir halkı sevinerek geldiler.
﴾68﴿ Lût, "Bunlar benim misafirlerim, sakın beni utandıracak bir şey yapmayın?" dedi;
﴾69﴿ "Allah’tan korkun, beni rezil etmeyin!"
﴾70﴿ "Seni el âlemi korumaktan menetmedik mi?" dediler.
﴾71﴿ Lût, "İşte kadınlar, benim kızlarım, (nikâh) yaparsanız" dedi.

Lut'un evine gelen kavmi, erkek şeklinde gelen Allah'ın elçileriyle cinsel ilişkiye girmek istiyor fakat Lut "bunlar benim misafirlerim onlara dokunmayın, cinsel ilişkiye girecek birini arıyorsanız kızlarımı ala bilirsiniz" diyor. Kur'anda Lut kavmiyle ilgili ayetler kısaca şunlardır:
[ARAF (7)/80-84]
[HUD (11)/ 74-83]
[HİCR (15)/ 57-77]
[ENBİYA (21)/74-75]
[ŞUARA (26)/160-175]
[NEML (27)/ 54-58]
[ANKEBUT (29)/28-35]
[SAFFAT (37)/133-138]
[KAF (51)/31-37]
[NECM (53)/ 49-54]
[KAMER (54)/ 33-39]
[TAHRİM (66)/10]

Özetleyecek olursak Lut kavmi eşcinsel eylemlerde bulunuyor Allah da onları öldürerek cezalandırıyor. Lut'un ailesini karısı hariç hepsini kurtarıyor. Peki Lut kavmi eşcinsel olmayı kendileri mi tercih etmişti? Bunun cevabını bulmak için önce eş cinselliğin nedenlerini araştırmamız gerekir.

HOMOSEKSÜELİZM (EŞCİNSELLİK) NEDİR?

Eşcinsellik ( w . Lὁμός - aynı, Lat. Sexus - seks ) - aynı cins veya cinsiyetteki insanlar arasındaki romantizm, cinsel çekim ya da cinsel davranıştır.
 20. yüzyılın başlarına kadar eşcinsellerin hak ve yükümlülükleri halk tarafından bilinmiyordu. Eski zamanlardan beri, eşcinsellik, özellikle Doğu ülkelerinde bir suç olarak kabul edilmektedir.Tüm semavi dinler bu tür bir cinsel hayatı yasaklarlar. Bu nedenle eşcinsellerin yaşadığı alanlarda özel gözetim kurulmuş ve topluma katılımı önlenmiştir. Avrupa da eşcinsellere  genellikle hoşgörülü olunmasına rağmen, Afrika ve Asya'da, bu tarz davranışların cezası genellikle ölüm cezasıydı. 1960 yılında eşcinsellerin hakları geliştirilmeye başlandı. Eşcinsellere toplumda aynı cinsiyetten insanlarla evlenme, seçilme, orduya hizmet etme hakkı verilmeye başlandı. Uzun bir mücadeleden sonra , Ocak 2001'de Hollanda'da eşcinsel erkeklerin evlenmesine izin verildi.  Belçika , İspanya , Kanada , Güney Afrika , Norveç , İsveç , Portekiz ve İzlanda'da da benzer yasalar kabul edilmiştir. İran ,Somali ve Suudi Arabistan gibi bazı ülkelerde bu evlilik türü ölüm cezasına neden olabiliyor.

EŞCİNSELLİK BİR HASTALIK MI?

Çok eskilere dayanan ve tıpta geniş tartışmalara neden olan, akıl almayacak yöntemlerle iyileştirilmeye çalışılan eşcinsellik modern zamanlarda artık bilim insanları tarafından bir hastalık olarak görülmemektedir. Son 35 yıldır psikologlar, psikiyatrlar ve diğer ruh sağlığı uzmanları eşcinselliğin hastalık, ruhsal bozukluk veya duygusal bir sorun olmadığını onayladılar. İlk olarak 1973’te Amerikan Psikiyatri Derneği Yönetim Kurulu eşcinselliğin hastalıklar kategorisinden çıkartılmasına karar verdi. Karar, Amerikan Psikiyatri Derneği’nin bir yıl sonra (1974) yapılan yıllık genel kurulunda üyelerin çoğunluğu tarafından onaylandı. Amerikan Psikiyatri Derneği, 2006’da yapmış olduğu genel kurulunda söz konusu kararı tekrar ifade etti. Benzer şekilde 17 Mayıs 1990 tarihinde Dünya Sağlık Örgütü (WHO), eşcinselliği hastalıklar listesinden çıkardı. 1992’de bu karar, ICD-10 (Hastalıkların Uluslararası Sınıflandırılması) listesine resmen kaydedildi. 1994 tarihinden itibaren WHO üyesi tüm ülkeler yeni sınıflandırmayı kullanmaya başladı. Eşcinselliğin bir hastalık, bozukluk ya da eksiklik olmadığını, 3 farklı cinsel yönelimden birisi olduğunu ve doğuştan ya da 3 ile 4 yaşlarına kadar belirlenen, kişinin kendi seçmediği bir durum olduğu tıp bilim tarafından tespit edilmiş ve bu durum kabul görmüş ve eşcinseller çoğu gelişmiş ülkelerde eşcinseller arası resmi evlilik dahil olmak üzere heteroseksüellerin sahip olduğu pek çok hakka kavuşmuştu
Amerikan Psikiyatri Birliği (APA), 1973 yılında eşcinselliği, "Akıl Hastalıkları Teşhis ve İstatistikleri Klavuzu"ndan çıkarmıştır. Günümüzde APA'nın pozisyonu, objektif ve iyi planlanmış (Sexual orientation and homosexuality APA.org. Erişim: 5 Şubat 2020) bilimsel çalışmalar ve klinik literatür doğrultusunda eşcinselliğin insanların cinselliğinin "pozitif ve normal" çeşitlerinden biri olduğudur. APA'ya göre eşcinselliğin geçmişte bir akıl hastalığı olarak görülmesinin nedeni, akıl sağlığı alanında çalışan profesyonellerin ve toplumun bu konuda taraflı şekilde bilgilendirilmiş olmasıdır.
(Homosexuality was once thought to be a mental illness because mental health professionals and society had biased information. Sexual orientation and homosexuality APA.org. Erişim: 5 Şubat 2020)

1 Ocak 1993 tarihinde Dünya Sağlık Örgütü (WHO) eşcinselliği "Uluslararası Hastalıklar Sınıflandırması"ndan çıkarmıştır. ICD-10 maddesi "cinsel yönelim, tek başına, bir rahatsızlık/hastalık olarak kabul edilemez" şeklindedir.(Uluslararası Lezbiyen ve Gey Birliği (ILGA) resmi sitesi ve Helem.net)

BİYOLOJİK FAKTÖRLER

Araştırmacılar genler, doğum öncesi hormonlar ve beyin yapısını kapsayan, cinsel yönelimin gelişimiyle bağlantılı olma ihtimali olan birkaç biyolojik faktör tanımlamıştır.
Bilim adamları cinsel yönelimin tek bir faktör tarafından belirlenmediğine, genetik, hormonal ve çevresel faktörlerin bir kombinasyonu olduğuna[1][2] ve biyolojik faktörlerin genetik faktörlerle erken rahim ortamının kompleks etkileşimiyle bağlantılı olduğuna inanmış, biyolojik teorileri daha çok benimsemiştir. Bilim adamları cinsel yönelimin bir seçim olmadığına inanmaktadır.[1][3][4] Kişi heteroseksüel, eşcinsel, biseksüel ya da aseksüel olmayı kendisi seçmemektedir.

Erken çocukluk deneyimlerinin, ailenin yetiştirme şeklinin, cinsel tacize uğramanın ya da yaşanan kötü olayların cinsel yönelime etki ettiğine dair önemli bir kanıt yoktur ama araştırmalar ebeveynlerin herhangi bir cinsel yönelim hakkındaki düşüncelerinin çocuğun herhangi bir cinsel yönelimle bağlantılı davranışları nasıl deneyimleyeceğine etki edebileceğini bulmuştur.[2][5][6]

Önceden eşcinselliğin aileyle yaşanan kötü deneyimler ya da yanlış bir psikolojik gelişme yüzünden oluştuğu düşünülmüştür ama bu varsayımlar yanlış bilgiye ve ön yargıya dayanmaktadır.[7] Şu anki araştırmalar cinsel yönelimin oluşumundaki biyolojik açıklamaları aramaktadır ama hiçbir tekrarlanan bilimsel araştırma cinsel yönelimin özel bir biyolojik etiyolojisinin olduğunu desteklememektedir. Ama bilimsel araştırmalar heteroseksüel ve eşcinsel kişilerde bir takım biyolojik farklılıklar bulmuştur. Bu biyolojik farklılıklar cinsel yönelimin oluşumuyla aynı temel nedene sahip olabilir.

GENETİK FAKTÖRLER

2010’da İsveç’te 7,600’den fazla ikiz üstünde yapılan bir araştırmada eşcinsel davranış hem genetik faktörlerle hem de kişiye özgü çevresel faktörlerle (örneğin doğum öncesi ortam, hastalık ve travma, akran grupları ve cinsel deneyimler) açıklanabileceğini bulmuştur. Araştırma aynı zamanda ailesel çevre, toplumun tutumu gibi paylaşılmış çevresel faktörlerinde zayıf ama yine de kayda değer derecede etki ettiğini bulmuştur. Kadınların cinsel yöneliminde genetik faktörlerin az derecede etki ettiği, erkeklerin cinsel yöneliminde ise paylaşılmış çevresel faktörlerin hiç etki etmediği görünmüştür. Biyometrik modelin bulgularına göre erkeklerin cinsel yöneliminde genetik faktörler %34-39, paylaşılmış çevresel faktörler %0, kişiye özgü çevresel faktörler %61-66 oranında etki etmektedir. Kadınların cinsel yöneliminde ise genetik faktörler %18-19, paylaşılmış çevresel faktörler %16-17, kişiye özgü çevresel faktörler %64-66 oranında etki etmektedir.[8]

Cinsel yönelim üzerine yapılan kromozom bağlantısı çalışmaları genom boyunca birçok tetikleyici genetik faktörlerin varlığını göstermektedir. 1993’te Dean Hamer ve meslektaşları 76 gay kardeş ve ailelerinin bağlantı analiziyle ilgili bulgular yayınlamıştır.[9]
Hamer ve meslektaşları eşcinsel erkeklerin anne tarafında, baba tarafına göre daha çok gay kuzen ve gay dayıya sahip olduklarını bulmuştur. Bu annesel soyu gösteren gay kardeşler, x kromozomundaki 22 işaretleyici gen kullanılarak X kromozomu bağlantısı test edilmiştir. Başka bir araştırmada test edilen 40 kardeş çiftin 33’ünde Xq28’in uzak bölgesinde benzer aleller bulmuştur. Bu erkek kardeşler için beklenen oran olan %50’den önemli ölçüde daha yüksektir. Bu medyada birçok insan tarafından “gey geni” olarak adlandırılmış, önemli tartışmalara yol açmıştır. 1998’de Sanders ve meslektaşları benzer bir çalışma yapmış gay kardeşlerin baba tarafındaki amcaların %6’sının, anne tarafındaki dayılarınınsa yüzde %13’ünün eşcinsel olduğunu bulmuştur.[10]

2010’da Kore Gelişmiş Bilim ve Teknoloji Enstitüsü’ndeki bir grup, bir dişi farenin üreme davranışıyla ilgili tek bir genini ortadan kaldırarak cinsel tercihini değiştirmeyi başarmıştır. Dişi fare gen olmayınca diğer dişi farelerin idrarına karşı maskülen bir cinsel davranış ve cinsel eğilim göstermiştir. Bu geni koruyan dişi farelerse erkek farelere cinsel ilgi duymuştur.[11]

2014'te ABD'de Northwestern Üniversitesi’nde Michael Bailey tarafından yapılan bir araştırma, genetik faktörlerin erkeklerin cinsel yönelimini etkilediği ama tamamen de belirleyici olmadığını göstermiştir. 408 eşcinsel erkek kardeş çifti ve aileleri üstünde yapılan araştırmada eşcinsel erkeklerin X kromozomunun Xq28 bölgesinde benzer DNA işaretleri taşıdığı ve bu bölgedeki iki kromozomun erkeklerin cinsel yönelimini etkilediği bulunmuştur. Bu 1993’te yapılan Dean Hamer’ın araştırmasını desteklemektedir. Ayrıca Kromozom 8 adlı bir bölgenin de erkeklerin cinsel yönelimini etkilediği görünmüştür. Araştırmanın bulgularına göre genetik faktörler erkek eşcinselliğinde yüzde 30-40 oranında rol oynarken gerisinden çevresel faktörler sorumlu. Ama Michael Bailey çevresel faktörlerin illaki sosyal olarak sonradan kazanılan anlamı taşımadığı, doğumumuzda DNA’mızda olmayan her şeyin çevresel faktörler olarak kabul edildiğini söylemiştir.[12]

Amerikan Pediatri Akademisi'nin 2004’teki açıklaması şu şekildedir:[13]
Herhangi bir cinsel yönelimin gelişiminin mekanizmaları belirsizliğini sürdürmektedir ama şu anki kaynaklar ve bu alandaki çoğu uzman cinsel yönelimin bir tercih/seçim olmadığını belirtmektedir. Kişi eşcinsel ya da heteroseksüel olmayı kendisi seçmemektedir. Cinsel yönelimle ilgili çeşitli teoriler ortaya atılmıştır. Cinsel yönelim muhtemelen tek bir faktör tarafından değil, genetik, hormonal ve çevresel faktörlerin etkileşimiyle oluşmaktadır. Son 10 yılda biyolojik temelli teoriler uzmanlar tarafından daha çok benimsenmiştir. İnsanların cinsel yöneliminin kökeniyle ilgili tartışmalar ve belirsizlik devam etmekle beraber ailenin yetiştirme şeklinin, cinsel tacizin ya da yaşanan kötü olayların cinsel yönelime etki ettiğine dair bilimsel bir kanıt yoktur.

NÖROLOJİK FAKTÖRLER

1991’de Simon LeVay, hipotalamustaki INAH1, INAH2, INAH3 ve INAH4 adı verilen 4 nöron grubunu incelemiştir. Beynin bu bölümünü önemlidir çünkü bu bölümün hayvanların cinsel davranışlarının düzenlenmesinde rol oynadığı kanıtlanmış ve INAH2 ve INAH3’ün erkeklerde ve kadınlarda farklılık gösterdiği rapor edilmiştir. Araştırma, AIDS yüzünden ölen 19 eşcinsel erkekten, cinsel yönelimleri bilinmeyen ama araştırmacılar tarafından heteroseksüel varsayılan, 6’sı AIDS’ten ölen 16 erkekten, yine araştırmacılar tarafından heteroseksüel varsayılan, 1’i AIDS’ten ölen 6 kadından oluşmaktaydı. Simon LeVay, heteroseksüel erkeklerdeki INAH3’ün büyüklüğünün, eşcinsel erkek ve heteroseksüel kadınlarınınkinin iki katı kadar olduğunu bulmuştur.[14]
2008’deki bir çalışmada, araştırmacılar açıklamasında “Genlerin eşcinselliği etkilediğine dair önemli kanıtlar bulunmaktadır. Düşük başarılı üreme şansı getiren eşcinselliğin popülasyonda nispeten yüksek sıklıkta nasıl devam ettiği bilinmemektedir." demiştir. Araştırmacılar eşcinselliğe yatkın genlerin heteroseksüellere çiftleşme avantajı verdiğini bununda eşcinselliğin evrimini ve popülasyonda devam etmesini açıklayabileceğini öne sürmüştür.[15] 2009’daki bir araştırma, eşcinsel erkelerin anne tarafındaki kadın akrabalarındaki doğurganlığın fazla olduğunu bulmuştur.[16]

HAYVANLARDA EŞCİNSEL DAVRANIŞLAR

Hayvanlar aleminde de eşcinsel davranış sergileyen ya da eşcinsel ilişkiye giren canlılar mevcuttur.[17][18] Sosyal türlerde yaygın olan bu durum özellikle deniz kuşlarında ve memelilerinde, maymunlarda ve büyük insansılarda görülür. Eşcinsel davranış yaklaşık 1500 türde gözlemlenmiş, bunlardan yaklaşık 500'ü kapsamlı olarak incelenmiş ve dosyalanmıştır. Bu keşif, eşcinselliğin "biyolojik geçerliliği ve doğallığı" ile ilgili tartışmalar ve eşcinselliğin birey tarafından alınmış bir "sosyal karar" olduğu tartışmalarını hararetlendirmiştir. Örneğin bazı erkek penguen çiftlerinin hayat boyu çiftleştiği, beraber yuva yaptığı ve yuvarlak taşları yumurta gibi kullandıkları bilinmektedir. 2004 yılında, ABD'nin Central Park Hayvanat Bahçesi'ndeki görevliler, eşcinsel bir erkek penguen çiftinin taştan yumurtasını döllenmiş gerçek bir yumurta ile değiştirmiş, penguen çift yavruyu kendi yavrularıymış gibi yetiştirmiştir. Bu penguenler cinsel ilişkiye girmekte, birbirlerine şarkı söylemekte ve dişi penguenleri şiddetle reddetmektedir.[19]

Drosophila melanogaster sineğinde hayvan eşcinselliğinin genetik kökleri ile ilgili çalışmalar yapılmıştır.[20] Bu çalışmalarda hayvanlarda eşcinsel birlikteliğin ve eşcinsel ilişkiye girmenin iki genden kaynaklanıyor olabileceği sonucuna ulaşılmıştır.[21] Bu genlerin feromonlar vasıtasıyla ve beyin yapısını değiştirerek davranışları kontrol ettiği düşünülmektedir.[22][23] Bu çalışmada çevresel faktörlerin sinek eşcinselliğindeki rolü de araştırılmıştır.[24][25]

Georgetown Üniversitesi profesörlerinden Janet Mann'ın teorisine göre eşcinsel davranış biçimi -en azından yunuslarda- özellikle erkek bireyler arasındaki tür içi agresyonu azaltan evrimsel bir avantajdır.[26] Bazı hayvan türlerinde doğum öncesinde eşcinselliğin mevcut olduğu yönündeki bazı bulgular, eşcinsel hakları konusunda sosyal ve politik sonuçlar doğurmuştur.[27]

SONUÇ

Gördüğünüz gibi eşcinsellik insanların kendi seçimiyle yaptıkları birşey değildir. Nitekim hayvanlar arasında da eşcinsel eylemler görülmektedir. Genellikle çocuklar doğmadan bazı genetik ve nöroljik faktörlerden dolayı insanlar eşcinsel olabiliyor. Şimdi Müslümanlara soruyorum. Madem insanı Allah'ın yarattığına inanıyorsunuz o zaman insanların anne karnında eşcinsel olarak Allah tarafından yaratıldığına da inanmanız gerek. Zira yapılmış araştırmalarda eşcinselliğin bilinçli olarak seçildiğine dair hiç bir bulguya rastlanmadı bu güne kadar. Şimdi nasıl oluyor da Allah kendisi eşcinsel olarak yarattığını yine kendisi eşcinsel olduğunu gerekçe göstererek öldürüyor? Bir düşünün. Siz bir sınava giriyorsunuz hoca size kopya çeke bilirsin diyor ve sen kopya çekiyorsun. Sonra yine aynı hoca kopya çektiğini gerekçe göstererek seni sınavdan men ediyor. Bu ne kadar mantıklı? Evet bu verdiğim örnek ne kadar mantıksızsa Allah'ın eşcinsel olarak yarattığı birini eşcinsel olduğu için öldürmesi de o kadar mantıksız.