HABERLER
Dini Haber

5 ANTİK BÜYÜ KİTABI-METNİ

Yazan: A.Kara

AVRUPALI VE ARAPLARIN 5 BÜYÜ KİTABI

İnsanlığın daha yüksek bir güce, bunlara sahip olma yada yönlendirmeye olan inançları belki insanlık tarihi kadar eskidir. Sihir, lanet ve büyülü sözlere olan inanışlar kültürler arasında yaygın olarak yer almıştır. Bu inanışın meyvesi olarak yüzyıllar boyunca pek çok 'grimor' yani büyülü sözler içeren kitaplar üretilmiş, bunların çoğu gizli topluluklar ve yirminci yüzyıla kadar dayanan okült örgütler tarafından tercih edilen kitaplar haline gelmiştir.

Konuya dair 5 kitabı burada özetleyecek olsam da ilerleyen süreçte her birini tek tek, daha ayrıntılı olarak ele alacağım.

ABRAMELİN'İN BÜYÜ KİTABI

Bu kitaplardan biri Kabalistik bilginin ezoterik (gizli, özel) kitabı olan Büyücü Abramelin'in kitabıdır.

Batı ezoterik düşüncesinin kökleri Doğu Akdeniz'deki Geç Antik döneme dayanır. Bu, doğunun batı ile buluştuğu bölgeydi. Dolayısıyla bu aynı zamanda Babil, İran, Mısır, Levant ve Yunanistan'ın din ve entelektüel geleneklerinin birbirine karışabildiği bir alandı. Bu türden çeşitli geleneklerin karışmasıyla ana akım Hristiyanlıktan farklı olarak Hermetizm, Gnostisizm ve Neoplatonizm gibi ezoterik düşünce okulları doğdu. Ezoterik öğretileri açıklayan metinler yazıldı ve bu düşünce okulları batıya doğru ilerleyerek Avrupa'ya yayıldı. 14-15. yüzyıl aralığında "Büyücü Abramelin'in Kutsal Maji Kitabı" yazıldı.

Bu kitap, Worms'lü* İbrahim (Abraham) olarak bilinen kişinin mektuplarından oluşan bir tür roman veya otobiyografi olarak yazılmıştır. İbrahim 14. ve 15. yüzyıllar arasında yaşadığına inanılan bir Alman Yahudi'siydi. İşte, Büyücü Abramelin'in Kitabı, İbrahim'in büyülü ve kabalistik bilgilerinin oğlu Lemek'e aktarılmasını anlatırken aynı zamanda bu bilgileri nasıl edindiğinin hikayesini anlatır.

İbrahim, hikayesine ölümünden kısa bir süre önce Kutsal Kabala'ya sahip olabilmek için gerekli olan yollarla ilgili "işaretler ve talimatlar" veren babasının ölümüyle başlar. Bu bilgeliği elde etmek isteyen İbrahim, bu tür çalışmalarda bilgili Musa adlı bir Hahamın yanında çalışmak için Mayence'e (Mainz) gider. İbrahim bu Hahamın yanında dört yıl çalışır. Geçmişe dönüp baktığında, önceki Hahamın öğretilerinin "kâfir ve putperest ulusların sanatlarını ve hurafelerini" içerdiği için hatalarla dolu olduğunu söyler ve haham ile zamanını boşa harcadığını hisseder. Hayatının sonraki altı yılını seyahat ile geçirir ve sonunda Mısır'a ulaşır.

Abraham, Arachi veya Araki adında bir Mısır kasabasının dışında, çölde yaşayan Mısırlı büyücü Abramelin ile tanışır. Evinin ağaçlarla çevrili bir tepenin üzerinde olduğu yazmış; Abramelin'i nazik, kibar ve "saygıdeğer yaşlı bir adam" olarak tanımlamıştır.
İbrahim'in Abramelin'le kaldığı süre boyunca büyücü ona "Tanrı Korkusu" dışında bir şeyden bahsetmez, İbrahim'i "iyi bir yaşam" sürdürmeye teşvik eder, onu "insanın zayıflığı nedeniyle yaptığı bazı hatalar" konusunda uyarır, zenginlikten ve mal elde etmekten tiksindiğini anlamasını sağlar.

Abramelin'in daha sonra İbrahim'e Kabalistik büyüleri öğrettiği söylenir. Ancak bundan önce İbrahim'in yaşam tarzını değiştirmesi, sahte dogmalarından vazgeçmesi ve Rab'bin yasaları üzerine bir yaşam süreceğine dair söz vermesi gerekiyordu.
İbrahim'den söz alan Abramelin, ona kopyalanması için iki el yazması verir. Abramelin ayrıca kasabadaki 72 fakire dağıtmak için İbrahim'den on altın para (florin) ister. Abramelin, Abraham'ı iki el yazmasını kopyalarken bırakarak parayı fakirlere dağıtmak için ayrılır ve 15 gün sonra geri döner. Kitapta, ertesi sabah Abramelin'in İbrahim'e, 'hayatını efendiye anlatarak günah çıkarmasını', 'efendiye hizmet etmesi, ondan korkması' ve 'kutsal yasasına göre yaşayıp ölmesi' konusunda söz vermesi istediği yazar.

Abramelin'in kabalistik bilgisini İbrahim'e aktardığı iki el yazması, Abramelin'in Büyü Kitabı'nın büyük bölümünü oluşturur. Bu büyü kitabının öne çıkan özelliklerinden biri "Abramelin İşlemi" olarak bilinen ayrıntılı bir ayindir. Bu ayinin uygun şekilde gerçekleştirilmesinin, büyücünün "koruyucu meleğinin" bilgi ve konuşmalarına ulaşabilme imkanı sağladığı ve bu ayinin büyücünün iblisleri kör etmesini de sağladığı söylenir.

Büyü kitabının diğer bir bölümü, her bir karenin, karenin sihirli amacıyla ilgili sözcükleri veya isimleri içerdiği 'sihirli sözcük kareleri' hakkındadır.

Bu kitap tarih boyunca pek çok coğrafyaya yayılmıştır. Samuel Liddell MacGregor Mathers tarafından yazılan Büyücü Abramelin'in Kitabı'nın İngilizce çevirisi nedeniyle Kabalistik sihrin anlatıldığı bu metinler 19. ve 20. yüzyıllarda oldukça popüler hale gelir. Popülerliği ile Altın Şafak Hermetik Cemiyeti ve Aleister Crowley'in mistik Thelema dini gibi gizli organizasyonlarda kullanılır hale gelmiştir.

KADİM BÜYÜLÜ KİTAP : ARS NOTORİA

Sihirli olduğu iddia edilen kitapların bazılarında şeytan veya melekleri çağırmak amaçlanmıştır. Sihir ve şeytan kavramları tarih boyunca tartışmalı olmayı korurken, bu tür kitapların çoğu farklı dillere tercüme edilmiş, derlenmiş ve geniş kitlelere yayılma imkanı bulmuştur. Bu kitaplardan biri de Ars Notoria'dır.

"Süleyman'ın Küçük Anahtarı" olarak bilinen daha geniş bir derlemenin parçası olan Ars Notoria'nın, takipçilerine akademi alanında hakimiyet sağladığı, onlara daha güzel ve etkili konuşma yeteneği yanı sıra "mükemmel bir hafıza" ve bilgelik verdiği söylenir. Yani Ars Notoria tam anlamıyla bir büyü veya iksir hazırlama kitabı değil de, zihinsel gücü artırmak gibi entelektüel hediyeler için tanrıya yalvarma şekillerini, dualar ve sözleri içeren bir kitaptı.
Peki geçmişteki insanlar, Ars Notoria'nın dua ve uygulamalarını takip ederek akademik becerilerini ve hafızalarını geliştirebildiler mi?

Ars Notoria, "Süleyman'ın Küçük Anahtarı" veya Clavicula Salomonis Regis adlı bir büyü kitabı içindeki beş kitaptan biridir. Bir büyü kitabı, okuyucusuna büyü yapma, tılsım yaratma, ruh-iblis çağırma ve kehanet elde etme yeteneği vermeyi amaçlayan, okült bilgiler içeren ders kitabıdır. "Süleyman'ın Küçük Anahtarı" 17. yüzyıldaki diğer çalışmalardan derlenen ve şeytan bilimine odaklanan anonim bir büyü kitabıdır. "Süleyman'ın Küçük Anahtarı"'nda yer alan beş kitap ise Ars Goetia, Ars Theurgia-Goetia, Ars Paulina, Ars Almadel ve Ars Notoria'dır.

Bu kitabın en eski el yazmaları 13. yüzyıla tarihlenmektedir. İçinde yer alan metinler ise 1200'den çok öncesine dayanan hitapların, dualar ve büyülü sözlerin bir koleksiyonudur. Bu dualar İbranice, Yunanca ve Latince gibi birkaç farklı dilde mevcuttur.

Bu kitap daha akıllı, yaratıcı, yenilikçi olmak isteyen insanlar için cezbediciydi. Aritmetik, geometri ve felsefe gibi alanlarda uğraşan kişiler eğer kendilerini Ars Notoria'ya adarlarsa onların kendi alanlarındaki tüm konulara hakim olacağı sözü verilir. Kitabın içinde ise okuyucunun odağını ve hafızasını geliştirmeyi amaçlayan adımlar anlatılır.

Süleyman'ın, bilgeliğini Ars Notoria'nın metnini takip ederek kazandığı iddia edilirdi. Akademik bir alanda uzmanlaşmak isteyenler için bu çok cazip bir söz gibi gelebilir. Daha iyi bir hafızaya, daha fazla güzel söze, bilgeliğe veya daha yüksek duyulara sahip olmak isteyen birçok kişi, yaşamlarını iyileştirme, güç kazanma umuduyla Ars Notoria'da yazanları takip etmiş olabilir. Tabi, Ars Notoria'nın talimatlarını uyguladığı halde istediği sonuçlara ulaşamayan kişiler de olmuştur. Neticede büyü diye bir şey yoktur, daha çok emek veren daha çok bilgi edinir.

Bir efsaneye göre 14. yüzyıldan kalma bir keşiş olan Morigny'li John, Ars Notoria'nın öğretilerini ve talimatlarını içtenlikle takip etti fakat iyi yetiler kazanmak yerine, unutulmaz, şeytani vizyonlar görmüş, bu yüzden insanları Ars Notoria'dan uzak tutmak için Libor Visonum adlı kitabını yazmıştır.

Ars Notoria'nın içinde yer alanlardan biri de "manyetik deneyiydi". Bu özellikle Avrupa yapımı korku filmlerinde karşımıza çıkan temalardan biridir.

Kitabı okuyan kişiye bir mıknatıs taşı ve iki pusula iğnesi kullanarak uzun mesafeler arasında iletişim kurmanın yöntemini gösterilir. Bu bölümde yazanlara göre iki pusula iğnesi aynı mıknatıs taşına sürülürse iğneler "birbirine dolanır" ve biri nasıl hareket ettirilirse diğeri de aynı şekilde hareket ederdi. İddiaya göre dolaşmış iki iğne bir harf çemberinin ortasına yerleştiriliyor, iki kişi bu iğneleri çemberdeki harfleri işaret ederek, heceler oluşturup sözcükler yaratacak şekilde hareket ettirerek uzak mesafelerden iletişim kurabiliyorlardı.

İBLİS, ŞEYTAN VE TEHLİKELİ YARATIKLAR KİTABI : PSEUDOMONARCHİA DAEMONUM

Sahte Şeytanlar Hiyerarşisi olarak da bilinen Pseudomonarchia Daemonum, altmış dokuz iblisin adını dikte eden 16. yüzyıldan kalma büyük bir kitaptır. İçinde 69 iblisin adları ve onları çağırmanın uygun olduğu saatler ile ayinler yer alır.

Bu iblisler listesi başlangıçta Johann Weyer'in iblisoloji ve büyücülük hakkındaki ilk kitabı "Şeytanların Hileleri Üzerine"ye (De Praestigiis Daemonum et Incantationibus ac Venificiisi) bir ek olarak çıktı ve kitabın yazarının kendinden önce ruhlar ve iblisleri konu alan bir metinden ilham aldığı söylendi.

Johann Weyer, 1515'te Hollanda'da doğmuş bir doktordu. Latince bildiği için kısa sürede ünlü bir sihirbaz, ilahiyatçı ve okültist olan Heinrich Cornelius Agrippa'nın öğrencisi oldu.

Agrippa tıpkı öğrencisinin de bir gün yapacağı gibi, iblisler hakkında bir kitap yayınladı. Ancak öğretilerini aktaracak fazla zamanı yoktu, öldüğünde öğrencisi Weyer on dokuz yaşındaydı. Agippa'nın yanında çalıştığı sürede Weyer, büyüye ilgi duymaya başlamıştı. Ancak zaman geçip doktor olduğunda bu merak ve ilgisi daha da arttı. Fakat artan merakın fitilini ateşleyen bir olay vardı:

Bir medyumun yargılanması için mahkemeye çağrıldı ve hakim ondan konuyla ilgili görüş ve tavsiyelerini istedi. Bu dava, büyüye olan ilgisini öyle artırmıştı ki büyü yapmakla suçlananları savunmaya başlamıştı. Weyer, bu vakadan 27 yıl sonra, 62 yaşındayken "Pseudomonarchia Daemonum"un, "De Praestigiis Daemonum et Incantationibus ac Venificiis" adlı bölümünü yayınladı.

Weyer'in yazdığı 69 iblis listesinin yer aldığı kitabın, o dönem cadıların ibadet ettiğine inanılan iblisler hiyerarşisi fikriyle alay etmek için tasarlandığını iddia edenler de vardı.  

Bu çalışma iblislerin ve cehennemden gelen yaratıkların insanlar üzerinde etkilere sahip olabildiğini iddia ediyor ve bundan etkilenen insanların, cadılıkla yargılanan ya da zihinsel sorunları olan kişiler olmadığını, daha çok sıradan insanlara oyun oynayarak kolay para kazanan sihirbazlar olduğunu söylüyordu. Fakat Weyer, yazdığı metinlerde bu söylemleriyle ironi oluşturacak şekilde, okuyucularına tıpkı cadıların hakkındaki inanış gibi, iblis ruhlarını çağırmayı ve bükmeyi anlatmıştı.

Yazdığı "Pseudomonarchia Daemonum" bir ilham kaynağı olarak "Süleyman'ın Küçük Anahtarı"nın birinci bölümü olan Ars Geotia'nın** yazılmasına yol açtı. Burada Weyer'in tarif ettiğinden birkaç fazla iblis ile Kral Süleyman tarafından çağrılmış 72 iblisin yer aldığı liste bulunuyor ve bunların nasıl çağırılacağı, neye benzedikleri, nasıl güçler kazandıracakları anlatılıyordu.

16.yy' dan 18.yy'a kadar iblisler ve şeytanlar hakkında metinler yazmak oldukça popüler hale gelmişti. Ortaçağ'da hala günümüzde bazı dinlerde de olduğu şeytani olan ve olmayan anlamında sol ve sağ ayrımı vardı. VI. James olarak İskoçya'nın, I. James olarak ise İngiltere'nin kralı olan James ve doktor Weyer gibi bazı kişiler büyünün sağ yada sol el ile yapılması (ak büyü-kara büyü) sonucunda sahip olabilecekleri veya olmayacakları güçleri anlamaya kararlıydılar.

Ancak, Kral James gibi birçok ismin aksine Weyer'in amacı, aslında masum olan sanığı incelemek için bir inanç yaratmaktı. Çünkü ona göre cadılar zihinsel olarak dengesiz kişilerdi. Fakat cadılıkla suçlananlar için verdiği çabaları bir işe yaramamıştı. Çünkü, korku, mahkemedeki yargıçlar ve jüriler için çok daha güçlü, ağır basan bir etkendi.

ARAP BÜYÜ KİTABI : PİKATRİKS [بيكاتركس]

Pikatriks (Picatrix), büyü tariflerinin müstehcen anlatımıyla ün kazanan, 10. veya 11. yüzyıla ait olan eski bir Arap astroloji ve okült büyü kitabıdır. Bu kitap, neredeyse insan aklına gelebilecek her türlü istek veya arzuyu kapsayan gizemli astrolojik tanımlamaları ve içerdiği büyüleriyle yüzyıllar boyunca birçok kültür tarafından tercüme edilmiş, kullanılmış ve dünyanın dört bir yanından gizli takipçiler kazanmıştır.

Picatrix orijinal olarak Arapça "Bilgenin Amacı" anlamına gelen Gāyat-ül Ḥakīm (غاية الحكيم) adıyla yazılmıştı. Çoğu bilim insanı bu kitabın 11. yüzyılda ortaya çıktığına inanıyor olsa da onu 10. yüzyıla tarihlendiren sağlam argümanlar da var.

Kitap yazıldıktan sonra Arapça metinler İspanyolcaya ve 1256'da Kastilya kralı Bilge Alfonso için Latinceye çevrildi. Latince çevirisinin adı Pikatriks'di.

Hem sihir hem de astrolojiye yer veren bu kitaba "tılsım büyülerinin el kitabı" olarak atıfta bulunulur. David Pingree gibi birçok araştırmacı, bu kitabı "göksel büyünün Arapçadaki en kapsamlı açıklaması" olarak nitelendirir ve onu "MS 9. ve 10. yüzyıllarda Yakın Doğu'da üretilen Hermetizm, Sabianizm, İsmailizm, astroloji, simya ve büyü hakkında Arapça metinler" olarak tanımlar.

Pikatriks adlı bu büyü kitabı kendi içinde dört kitaba ayrılmıştır:
1. Kitap: Göklerin ve onların altında yapılan resimlerin neden olduğu etkilerden,
2. Kitap: Göklerin şekilleri ve kürenin genel hareketi ve bunların bu dünyadaki etkilerinden,
3. Kitap: Gezegenlerin ve işaretlerin özellikleri, renkleri, şekil ve formları, gezegenlerin ruhları ile nasıl konuşulacağından,
4. Kitap: Ruhların özellikleri, gözlemlenmesi, hangi sembollerle nasıl çağrılabilecekleri ve ilave birçok konudan bahseder.

Bu kitapların da her biri birkaç bölüm içerir. Örneğin tek bir kitapta; Büyü ve özellikleri; gezegenlerin, güneşin ve ayın işleri; doğal şeylerin düzeni; her gezegen için uygun olan taşlar; gezegenlerin figürleri, renkleri, örtüleri ve tütsüleri; 7 gezegenin ruhları tarafından kullanılan yiyecek, tütsü, merhem ve parfümler, Ay ruhunun enerjisini yeryüzündeki şeylere çekme yöntemleri, yıldızların tütsülerinin nasıl yapılması gerektiği gibi birçok bölüm bulunur.

Bu Arap büyü kitabında, başkasının kalbini kazanmak, kayıp bir hazineyi bulmak, yolcuları korumak, dostluk sağlamak, mahsul artırmak, kemirgenleri kovmak, servet artırmak, hastaları iyileştirmek gibi sonuçlar doğuran birçok büyünün yapılışı anlatılır.

Kitap kötü bir şöhrete de sahiptir. Bunun nedeni büyü tariflerinin müstehcen doğasıdır. Korkunç karışımlar kişinin bilinç durumunu değiştirmeye yöneliktir ve beden dışı deneyimlere ve hatta ölüme yol açabilecek olmasıdır. Çünkü büyü tariflerinin içeriğini, kan, vücut atıkları, beyin maddesiyle karıştırılmış çokça esrar, afyon ve psikoaktif etkisi olan bitkiler oluşturur.

Örneğin, kişinin birini kendinden soğutmasını amaçlayan "Düşmanlık ve Anlaşmazlık Doğurma" büyüsünün tarifi şöyledir:

Siyah bir köpekten*** dört ölçek kan, domuzdan bir ölçek kan ve bir ölçek beyin ve eşekten bir ölçek beyin alın. Tüm bunları iyice karıştırın. Bunu yiyecek veya içecek olarak birine verdiğinizde sizden nefret edecektir. [pktrx1]

Buradaki siyah köpek vurgusu İslam'da köpeklerin, özellikle de siyah köpeklerin şeytani görülmesi ve bu yüzden katledilmelerinin yansımasıdır. Siyah köpek konusuna dair çokta hadis bulabilirsiniz. Yine büyüde domuz kullanılıyor olmasının nedeni, tıpkı siyah köpek gibi onun da lanetlenmiş bir hayvan olarak görülüyor olmasıdır.

Kitabın astrolojiye odaklanma nedeni, geleceği kontrol etmek, değiştirmek ya da iyileştirmekti. Örneğin, iki kişi arasına sevgi yerleştirme büyüsünün tarifine bakalım:

Yükselen yengeç burcunun 1. yüzü ve oradaki Venüs****, 11. evdeki boğa burcunun 1. yüzündeki Ay olmak üzere iki şekil çizin. Bu çizimler yüz yüze bakacak şekilde o kişinin [büyü yapılacak kişinin] evine gömün. Bunu yaptığınızda birbirlerini önemsemeye başlayacaklar ve aralarında kalıcı bir sevgi oluşacak. [pktrx2]

Arap yazımı bu eski büyü kitabı insanlık tarihi boyunca gelişen büyü temalarının ve bazı Arap inanışlarının temsilcisidir. Eski insanlar güce açlık duyuyor, büyüye ve büyülü güçlere karşı hayranlık besliyorlardı. Bu yüzden büyü tarih boyunca hem korkulan hem de hayranlık duyulan bir olgu olmuştur.

ARBATEL

MS. 1575'de yazıldığı iddia edilen "Eskilerin Büyüsü Arbatel" (The Arbatel de magia veterum), Rönesans dönemine ait bir büyü öğretme kitabıdır ve türünün en etkili eserlerinden biridir. Fakat Arbatel, kara büyü ve kötü amaçlı büyüler içeren diğer  okült yazmaların aksine, dürüst ve onurlu bir yaşamın nasıl yaşanacağına dair ruhani tavsiyeler verir ve yol gösterir.

Yazıldığı söylenen MS 1575 yılı, 536'dan 1583'e kadar uzanan yazılı referanslarla desteklenir. Bu kitabın son editörünün İsviçreli doktor Theodor Zwinger olduğu ve İtalyan matbaacı Pietro Perna tarafından yayınlandığına inanılır. Yazarın kim olduğu bilinmese de "Jacques Gohory" adında bir kişinin yazmış olabileceği tahmin edilmekte fakat tam olarak bilinmemektedir. Gohory, tıpkı Zwinger ve Perna gibi, Modern tıbbın kurucularından biri olarak görülen İsviçreli doktor ve kimyager Paracelsus'un tıbbi teorilerine ve terapilerine inanan ve bunları takip eden bir grubun üyesiydi.  

Arbatel'in odak noktası insanlık ile göksel hiyerarşi arasındaki doğal ilişkilerdir. Göksel dünya ile insanlar arasındaki olumlu ilişkilere ve ikisi arasındaki etkileşimlere odaklanır.

İngiliz şair ve mistik Arthur Edward Waite (A.E. Waite), Arbatel'in Hristiyan doğasına sahip olduğunu, herhangi bir kara büyü içermediğini ve iblisolojiye odaklanan "Büyük veya Küçük Süleyman Anahtarları" ile bağlantılı olmadığını söyler.

Arbatel'de en çok alıntı yapılan kitap İncil'dir. İçeriği dikkate alındığında yazarının İncil'in birçok bölümünü ezberlemiş olduğu ve bu durumun yazılarını etkilediği anlaşılıyor. Bunlar A.E.Waite'ın söylemini destekleyen noktalardır.

Dönemi için son derece etkili bir çalışma olan Arbatel'in anlamının, Paracelsus'un felsefesini bilmeden anlaşılamayacağı söylenir. Teosofiye***** okült yönüyle baktı ve belki de bunu yapan ilk yazılı çalışmaydı.

Teozofi (teosofi), "tanrı" ve "bilgi" sözcükleri birleştirilerek türetilmiştir. Odak noktası, insan, evren ve Tanrı arasındaki ilişkileri sezgi ve gizemli yollarla açıklamak, insan ile tanrı ya da mistik varlıklar arasında iletişim kurmaktır.

Arbatel'den önce "teosofi" terimi genellikle teoloji ile eşanlamlı olarak kullanılıyordu. Arbatel, insan bilgisi ile ilahi bilgi arasındaki önemli ayrımı yapan ilk kitaptı. Ancak kitaba dair tüm görüşler olumlu değildi.

Hollandalı doktor, okültist ve şeytan bilimci Johann Weyer, "De praestigiis daemonum" adlı kitabında Arbatel'i "büyülü dinsizliklerle dolu" diyerek kınamıştı.
Almanya'daki Marburg Üniversitesi'nden iki profesör 1617'de Arbatel'i öğrenciler için bir ders kitabı olarak kullanmayı planlamıştı. Üniversite tarafından bu profesörlere karşı dava açıldı ve kitap bir öğrencinin okuldan atılmasına yol açtı. Hatta 1623 yılında cadı olmakla suçlanan Jean Michel Menuisier, Arbatel kitabından öğrendiği büyülü sözleri kullandığını iddia etmişti.

İlk baskısı muhtemelen Basel'de yayınlanmış olan bu kitabın daha erken döneme ait olduğunu söyleyenler olsa da bu iddiayı destekleyen hiçbir kanıt yoktur. 

1575'ten itibaren birkaç kez daha basıldı. 1655'te [Robert Turner tarafından] İngilizceye çevrildi. 1686'da [Andreas Luppius tarafından] Almanca çevirisi yazıldıktan sonra bu çevirideki hataları düzenleyen Scheible tarafından1855'te başka bir Almanca çevirisini tamamladı. 1945'te [Marc Haven tarafından] Fransızca çevirisi yapıldı. 1969'da İngiliz Kütüphanesi'nin Sloane El Yazmaları'nda tekrar İngilizceye çevrildi.
Bu İngilizce çeviri birçok hataya ve eksik bölümlere neden olmasının yanında başka hiçbir sürümde bulunmayan "Gizemlerin Mührü" adlı bölümü içeriyordu.

Baştan itibaren ele aldığım 5 büyü kitabı, geçmişten bugüne insanların büyüye olan ilgisini, sorunlarını çözmek için gizemli yollar aramalarını, ortaçağda ivme kazanan büyü, ele geçirilme, şeytan, cin, peri, cadılık, aşk iksirleri gibi birçok inanışı anlamaya yardımcı olacaktır. Bu kitapların içerdiği büyülerde kullanılan ögeler bile, yazarın ait olduğu toplumun dini yapısında yer edinmiş olan gizemli ya da lanetli şeylerin izlerini taşımaktadır. Tıpkı Arap büyü kitabı Pikatriks'te kara büyü tarifi verilirken siyah köpek ve domuz kanının kullanılması gibi.



DİPNOTLAR
* Worms, Almanya'da bir şehirdir.
** Goetia (Goëtia) Latincedir. Antik Yunancada büyücülük, büyü anlamlarına gelen "goēteía" (γοητεία) teriminden türetilmiştir.
*** Buradaki siyah köpek vurgusu İslam'da köpeklerin, özellikle de siyah köpeklerin şeytani görülmesi ve bu yüzden katledilmelerinin yansımasıdır. Siyah köpek konusuna dair çokta hadis bulabilirsiniz. Yine büyüde domuz kullanılıyor olmasının nedeni, tıpkı siyah köpek gibi onun da lanetlenmiş bir hayvan olarak görülüyor olmasıdır.
**** Venüs, birçok toplumda olduğu gibi aşk ve doğurganlık ile ilişkilendirilmiştir. Arap paganizminde Venüs ile ilişkilendirilen birçok aşk, doğurganlık ve bereket tanrısı-tanrıçası bulunur.
***** Teozofi (teosofi), "tanrı" ve "bilgi" sözcükleri birleştirilerek türetilmiştir. Odak noktası, insan, evren ve Tanrı arasındaki ilişkileri sezgi ve gizemli yollarla açıklamak, insan ile tanrı ya da mistik varlıklar arasında iletişim kurmaktır.

İBRAHİM PEYGAMBERİN 3 YALANI

Hazırlayan: A.Kara

HZ. İBRAHİM'İN 3 YALANI
(Ve Hadis Çevirilerinde Müslümanın Müslümanı Kandırması)

Başlarken belirtmeliyim ki bu makale tamamen İslami kaynaklarda yazanlardan derlenmiştir. Sizlerle kaynakları, kaynaklarda yazanları paylaşacak, çıkarılması gereken sonucu ya da anlaşılması gerekeni herkesin kendine bırakacağım. Bundan sonraki dini içerikli çalışmalarım da bu şekilde olacaktır.

Hadislerde İbrahim'in 3 kez yalan söylediği anlatılır ve karısı hakkında söylediği yalan dışındaki ikisinden Kur'an'da da bahsedilir. İslam kaynaklarında yer aldığı şekliyle hadis ve ayetleri sizlerle paylaşacağım, dolayısı ile bu kaynaklardan neyi anlamanız ya da nasıl bir sonuç çıkarmanız gerektiği de size kalacak.

Muhammed'den nakledilen açıklamayla başlayalım:
"İbrahim sadece üç defa yalan söylemiştir. Bunlardan ikisi Allah'ın zatıyla ilgilidir. Bu yalanlardan birisi "ben hastayım" (Saffat 85-89) demesi; diğeri ise "belki de bu işi şu büyükleri yapmıştır" (21 Enbiya 63) demesidir."
Aynı hadisin devamında Hz. Muhammed üçüncü olayı şöyle anlatmaktadır: "İbrahim bir gün Sare ile beraber zalim bir kralın bulunduğu memlekete uğramıştı. O zalim krala 'şehre bir kişi gelmiş, beraberinde de güzel bir kadın var.' diye haber verildi. Zalim kral, İbrahim'e gelmesi için haber gönderdi. Geldiğinde ise Sare'den bahsederek 'bu kadın kimdir?' diye sordu. İbrahim 'kız kardeşimdir.' dedi."
[2]

Çoğu İslam alimlerince İbrahim'in Sare (Sara) ile ilgili olarak söyledikleri de zalim kralı zina yapmaktan vazgeçirmek amacına yönelik olduğundan dolayı Allah'ın zatıyla ilgilidir. Buna rağmen diğer ikisi Allah'ın zatı için olduğu belirtildiği halde, Sare ile ilgili olanı Hz. İbrahim için bir menfaat içerdiğinden dolayı bundan hariç tutulmuştur. [1]

İbrahim'in neden yalan söylediğini açıklama bağlamında ise şöyle bir rivayet nakledilir: 
"Bunlardan hiçbir kelime yoktur ki, Allah'ın dinini üstün kılmak için söylenmiş olmasın. Bir defasında 'ben hastayım' demişti. Başka bir kere de 'belki bu işi şu büyükleri yapmıştır' demişti. Hanımını isteyen zalim krala da 'o benim kız kardeşimdir' demişti." [3]

Müfessirlerin çoğu Kur'an'daki ilgili ayetleri kinaye, tevriye şeklinde yorumlamışlardır [4] Bunların zorlama olduğu da açıktır; ki bunu söyleyen birçok İslam alimi de vardır. Ayetleri bağlamından çıkararak hadislerdeki "kizb/yalan" sözcüğünden hareketle bunları kinaye ya da tevriye olarak ele almaları bir çıkış yolu aramalarından başka bir şey değildir.  

İbrahim'in söylediği 3 yalanı sırasıyla ele alalım.

1. YALAN
Hasta olduğunu söylemesi

Kur'an'daki ilgili ayetle başlayalım.

Saffat, 85-89: "Neye tapıyorsunuz? Allah 'tan başka uydurma tanrılar mı istiyorsunuz? Alemlerin Rabb'i hakkında zannınız nedir (ki O'na böyle ortaklar koştunuz)? Derken yıldızlara bir baktı da: "Ben gerçekten hastayım" dedi."

İslam kaynaklarında ve Kur'an'da yazdığına göre İbrahim'in böyle [yalan] söylemesinin nedeni Arap paganların taptığı tanrıların putlarını yıkmaktır.

Saffat suresinin ilgili bölümü şöyle devam eder:

Saffat, 90-93: Bunun üzerine diğerleri onu arkalarında bırakıp gittiler. İbrâhim gizlice tanrılarının yanına vardı; “Niçin bir şeyler yemiyorsunuz?” dedi; “Neyiniz var, niçin konuşmuyorsunuz?” Sonra onlara güçlü darbeler indirmeye başladı.

Tabi Saffat suresinde Hz. İbrahim'in putları yıktığı anlatılırken diğer yandan Sare'den bahsedilen bazı hadislerde Hz. İbrahim'in yıldız, ay ve güneşi tanrı edinmesinden, onlara taptığından bahsedilmektedir. [5]

Saffat suresinde "ben hastayım" diyen İbrahim'in eğer gerçekten hasta olsaydı o zaman yalan söylemedi denebilirdi. Fakat hasta olduğuna dair sağlam bir rivayet olmaması ve ayetin devamındaki anlatılardan görüldüğü üzere amacının hasta olduğu bahanesi ile orada kalıp putları kırmak olduğu ortadadır.

Bu durumu kurtarmak isteyenlerden Zemahşeri (Ö. 538/1143) kinaye veya tevriye kullanmanın dışında yalan söylemenin haram olduğunu, yani Hz. İbrahim'in bu sözünün de kinaye olduğunu iddia etmiştir. Hatta çıkış yolu arama gayretiyle Hz. İbrahim'in söylediği sözün, "ölecek olan herkes hastadır." ya da "sizin küfrünüzden dolayı ruhum hastadır." anlamında kullanıldığı söylemiştir [6] 

Razi (Ö. 606/1210) de benzer bir açıklama yaparak Hz. İbrahim'in "ben hastayım" sözüyle söylemek istediği şeyin "bu kadar çok insanın küfür ve şirk üzere olması yüzünden kalbim hastadır, hüzünlüdür" olduğunu söylemiştir. [7] 

Hz. İbrahim'in gerçekten hasta olduğunu söyleyen kaynak Ebussuûd'dur (Ö. 982/1574)

Yer verdiği rivayet şöyledir: "Geceleyin bazı zamanlarda Hz. İbrahim'in belli sıtma nöbetleri olurdu. Bundan dolayı acaba o saat mi diye baktı. O saat olduğu belli olunca da "ben hastayım" dedi. Bu sözünde de doğru idi. Onların (müşrik kavminin) bayramlarından geri kalma konusunda bu hastalığını bir mazeret yaptı" [8]

Buradan yola çıkarak İbrahim gerçekten hastaydı, yalan söylemiyordu demiştir. Fakat "yalan" konusuna çıkar yol bulmak için kullandığı rivayet sahih bir kaynak değildir ve kendisinden daha önce yaşamış, Kur'an'dan sonra en güvenilir kaynaklar olarak kabul edilen büyük hadis alimlerinin hiçbirinde yer almamıştır.

Saffat suresinde Hz.İbrahim'in "ben gerçekten hastayım" demeden önce "yıldızlara bir baktı" şeklinde tercüme ettikleri cümlesinden yola çıkarak onun hasta olacağını anladığını söyleyenler bile olmuştur [9] Fakat birçok İslam alimine göre bu iddia İslam ile çelişmekte, onu yıldızlara bakarak müneccimlik yapan biri konumuna sokmaktadır.  

2. YALAN
Putları Büyük Put Kırdı Demesi

İlgili ayete bakalım.

Enbiya , 62-67:
62: İbrâhim’i getirdikten sonra, ona: “Söyle bakalım İbrâhim, ilâhlarımıza bunu yapan sen misin?” diye sordular.
63: İbrâhim, “Hayır” dedi, (belki)* “Bu işi şu büyükleri yapmıştır. Konuşabiliyorlarsa onlara sorun!”
64: Vicdanlarının sesini dinlediklerinde aralarında: “Asıl zâlim olan İbrâhim değil, bu âciz putlara tapan biziz!” diye itirafta bulundular.
65: Sonra yine eski inançlarına dönerek: “İbrâhim! Sen de pekâlâ bilirsin ki bunlar konuşamazlar” diye çıkıştılar.
66: İbrâhim şöyle dedi: “Allah’ı bırakıp da size hiçbir faydası ve zararı dokunmayan bu putlara mı tapıyorsunuz?”
67: “Yuh olsun size de, Allah’tan başka o taptıklarınıza da! Hâlâ aklınızı başınıza almayacak mısınız?”

Bu ayetlerdeki anlatı, Saffat suresinde anlatılan olayın devamıdır. Hastayım diyerek yalan söyleyen İbrahim tapınakta kalarak putları kırdıktan sonra bu sefer de "bu putları sen mi kırdın?" diye soranlara hayır diyerek 2. yalanını söylemiştir.

Belirtmekte fayda var ki 63. ayetin Arapçasında "belki" kelimesi geçmemesine rağmen birçok mealde oraya belki sözcüğünü ekleyerek söylenen yalanın boyutunu küçültmeye veya cümleye farklı anlamlar yüklemeye çalışılmıştır.  

Gördüğünüz üzere 63. ayette "belki" diye bir kelime bulunmamaktadır.
قَالَ بَلْ فَعَلَهُۥ كَبِيرُهُمْ هَٰذَا فَسْـَٔلُوهُمْ إِن كَانُوا۟ يَنطِقُونَ

Âlûsî gibi bazı İslam alimleri "İbrahim kendine sorulan soruya yaptım ya da yapmadım şeklinde cevap vermedi, eğer öyle yapsaydı yalan söylemiş olurdu" diyorlar [12] fakat Arapçasında İbrahim zaten "sen mi yaptın" sorusuna "Hayır" diye yanıt veriyor. Hayır sözü burada zaten "ben yapmadım" anlamı taşır.

İbn Kuteybe ise 63. ayetteki "konuşabiliyorlarsa onlara sorun" sözünden yola çıkarak İbrahim'in yalan söylemediğini çünkü putların konuşabilmesini bu işin şartı olarak belirttiğini söylemişlerdir. [10] Fakat bunu mantıklı bulmayan İslam alimleri de vardır çünkü büyük put konuşamadığına göre bu işi yapan yine Hz. İbrahim'dir ve bu sözü bir nevi itiraf niteliği taşımaktadır. [11]

Ek olarak burada İbrahim'in amacının kabilesini azarlamak olduğunu iddia edenler de vardır [13] fakat öyle olsa kendine sorulan soruya "Hayır" diye cevap vermemesi gerekirdi. Amacı azarlamaksa yalan söylemeden, kabilesinin karşılarına çıkarak daha net bir şekilde bunu yapabilirdi.

3. YALAN
Karısı Sare İçin Kız Kardeşim Demesi

Kur'an'da bahsedilmeyen bu konudan Tevrat'ta, Yaratılış'ın (Tekvin) "Avram Mısır'da (12:10-20)" adlı babında uzun uzun bahsedilir. Yazanlara göre Avram, yani İbrahim, karısı Sara'ya şunları söyler:

"Güzel bir kadın olduğunu biliyorum. Olur ki Mısırlılar seni görüp, ‘Bu onun karısı’ diyerek beni öldürür, seni sağ bırakırlar. Lütfen ‘Onun kız kardeşiyim’ de ki senin hatırın için bana iyi davransınlar, canıma dokunmasınlar."

Tevrat'taki pasajdan anlaşılacağı üzere Hz.İbrahim'in kaygısı karısının elinden alınması ve kendinin de bu sırada öldürülmesidir. Çünkü Mısır hükümdarı beğenip göz koyduğu kadını alırken kocasını canlı bırakmak istemeyecektir.

Bu olaydan aynı şekilde Buhari, Ebu Davud, Tirmizi ve Ahmed b. Hanbel'in Müsnedinde de bahsedilmektedir. [14] Bunlardan farklı olarak yalnızca Müslim'in rivayetinde Hz. İbrahim'in eşi Sare'ye tavsiyede bulunmakta, Sare'nin kendi kardeşi olduğunu söylediğinden bahsedilmemektedir. [15]

Buhari, Kitabu'l Enbiya 8 (Kitap içi referans: Kitap 60, Hadis 33); Sahih-i-Buhari 3358:
Derecesi: Sahih (Muhammed Nâsırüddin el-Elbânî)

33-.......Muhammed ibn Sirin'den; o da Ebu Hureyre(R)'den tahdis etti. O şöyle demiştir: İbrahim Peygamber yalnız üç defa yalan söylemiştir: Bunlardan ikisi Aziz ve Celil olan Allah'in zati ve rızası içindir: Puta tapanlara "Ben hastayım" demesi ve "Belki putların şu büyüğü bu kırma işini işlemiştir" demesi. Rasulullah üçüncüsü için de şöyle demiştir: "İbrahim günün birinde (bir kadın güzeli olan eşi) Sare ile beraber ansızın cebbarlardan azılı bir zalimin memleketine uğramıştı. Adamları tarafından o zalim hükümdara:

Şehre yolcu bir kimse gelmiştir. Beraberinde insanların en güzeli bir kadın vardır, diye haber verildi.

Zalim melik, İbrahim'e haber gönderdi. Geldiğinde Sare'den söz ederek:

Bu kadın kimdir? diye sordu. İbrahim:

(Din yönünden)* kız kardeşim, dedi. Sonra İbrahim, Sare'nin yanına geldi ve:

Ya Sare, yeryüzünde (bizim iman ettiğimiz esaslara) benden ve senden başka iman eden hiçbir kişi yoktur. Bu melik, bana seni sordu. Ben de ona senin benim kız kardeşim olduğunu haber verdim. Sakın benim sözümü yalan çıkarma, dedi.

Arkasından zalim melik Sare'ye elçi gönderip çağırttı. Sare onun yanına girince melik eliyle Sare'ye uzanmaya davrandı, bu anda adam bir hale yakalandı, nefesi boğuldu. Hemen Sare'ye:

Benim için Allah 'a dua et, ben sana zarar vermeyeceğim, dedi. Sare, Allah 'a (onun çözülmesi için) dua etti. Dua akabinde adam o halden salıverildi. Sonra Sare'ye ikinci defa uzandı. Bu sefer de birincideki gibi ya da ondan daha şiddetli bir hale yakalandı. Yine Sare 'ye:

Benim için Allah 'a dua et, ben sana zarar vermeyeceğim, dedi. Sare yine dua etti, o da yine çözüldü ve kapıcılarından bazılarını çağırarak:

Sizler bana insan getirmediniz, sizler bana ancak bir şeytan getirdiniz, dedi.

Akabinde Hacer'i Sare'ye hizmetçi olarak hediye etti. Sare, İbrahim'e geldi. İbrahim, dikelmiş namaz kılıyordu. Eliyle "Mehye" yani halin nedir? diye işaret etti. Sare:

Allah kafirin yahud facirin tuzağını kendi göğsüne çevirdi ve Hacer'i de bana hizmetçi verdi, dedi. "

Ebu Hureyre: İşte bu Hacer sizin ananızdır, ey sema suyunun oğulları, demiştir.

Bu ve söz konusu diğer hadislerde İbrahim'in eşi Sare'yi kız kardeşim diyerek krala takdim ettiği yazdığı halde  Türkçe ve İngilizceye tercüme edilirken metnin aslında yazmayan ibareler eklenmiştir. Parantez içinde eklenen bu ilave metinler ile İbrahim'in burada eşinden bahsederken aslında kardeşimdir değil de "din kardeşimdir" dediği şeklinde zorlamalar yapılmıştır. [16]

* Bu ve diğer hadislerin asıllarında yani Arapçalarında "din yönünden" gibi bir ifade geçmemekte, İbrahim karısı için doğrudan "kız kardeşim" demektedir. Hadislerin asıllarını burada paylaşıyorum. İsterseniz kendiniz de kontrol edebilirsiniz.

Buhari'deki hadis
Derecesi: Sahih (Muhammed Nâsırüddin el-Elbânî)

حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ مَحْبُوبٍ، حَدَّثَنَا حَمَّادُ بْنُ زَيْدٍ، عَنْ أَيُّوبَ، عَنْ مُحَمَّدٍ، عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ ـ رضى الله عنه ـ قَالَ لَمْ يَكْذِبْ إِبْرَاهِيمُ ـ عَلَيْهِ السَّلاَمُ ـ إِلاَّ ثَلاَثَ كَذَبَاتٍ ثِنْتَيْنِ مِنْهُنَّ فِي ذَاتِ اللَّهِ عَزَّ وَجَلَّ، قَوْلُهُ ‏{‏إِنِّي سَقِيمٌ ‏}‏ وَقَوْلُهُ ‏{‏بَلْ فَعَلَهُ كَبِيرُهُمْ هَذَا‏}‏، وَقَالَ بَيْنَا هُوَ ذَاتَ يَوْمٍ وَسَارَةُ إِذْ أَتَى عَلَى جَبَّارٍ مِنَ الْجَبَابِرَةِ فَقِيلَ لَهُ إِنَّ هَا هُنَا رَجُلاً مَعَهُ امْرَأَةٌ مِنْ أَحْسَنِ النَّاسِ، فَأَرْسَلَ إِلَيْهِ، فَسَأَلَهُ عَنْهَا‏.‏ فَقَالَ مَنْ هَذِهِ قَالَ أُخْتِي، فَأَتَى سَارَةَ قَالَ يَا سَارَةُ، لَيْسَ عَلَى وَجْهِ الأَرْضِ مُؤْمِنٌ غَيْرِي وَغَيْرُكِ، وَإِنَّ هَذَا سَأَلَنِي، فَأَخْبَرْتُهُ أَنَّكِ أُخْتِي فَلاَ تُكَذِّبِينِي‏.‏ فَأَرْسَلَ إِلَيْهَا، فَلَمَّا دَخَلَتْ عَلَيْهِ ذَهَبَ يَتَنَاوَلُهَا بِيَدِهِ، فَأُخِذَ فَقَالَ ادْعِي اللَّهَ لِي وَلاَ أَضُرُّكِ‏.‏ فَدَعَتِ اللَّهَ فَأُطْلِقَ، ثُمَّ تَنَاوَلَهَا الثَّانِيَةَ، فَأُخِذَ مِثْلَهَا أَوْ أَشَدَّ فَقَالَ ادْعِي اللَّهَ لِي وَلاَ أَضُرُّكِ‏.‏ فَدَعَتْ فَأُطْلِقَ‏.‏ فَدَعَا بَعْضَ حَجَبَتِهِ فَقَالَ إِنَّكُمْ لَمْ تَأْتُونِي بِإِنْسَانٍ، إِنَّمَا أَتَيْتُمُونِي بِشَيْطَانٍ‏.‏ فَأَخْدَمَهَا هَاجَرَ فَأَتَتْهُ، وَهُوَ قَائِمٌ يُصَلِّي، فَأَوْمَأَ بِيَدِهِ مَهْيَا قَالَتْ رَدَّ اللَّهُ كَيْدَ الْكَافِرِ ـ أَوِ الْفَاجِرِ ـ فِي نَحْرِهِ، وَأَخْدَمَ هَاجَرَ‏.‏ قَالَ أَبُو هُرَيْرَةَ تِلْكَ أُمُّكُمْ يَا بَنِي مَاءِ السَّمَاءِ‏.‏

Ebu Davud'daki hadis
Derecesi: Sahih (Muhammed Nâsırüddin el-Elbânî)

حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ الْمُثَنَّى، حَدَّثَنَا عَبْدُ الْوَهَّابِ، حَدَّثَنَا هِشَامٌ، عَنْ مُحَمَّدٍ، عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ، عَنِ النَّبِيِّ صلى الله عليه وسلم ‏"‏ أَنَّ إِبْرَاهِيمَ صلى الله عليه وسلم لَمْ يَكْذِبْ قَطُّ إِلاَّ ثَلاَثًا ثِنْتَانِ فِي ذَاتِ اللَّهِ تَعَالَى قَوْلُهُ ‏{‏ إِنِّي سَقِيمٌ ‏}‏ وَقَوْلُهُ ‏{‏ بَلْ فَعَلَهُ كَبِيرُهُمْ هَذَا ‏}‏ وَبَيْنَمَا هُوَ يَسِيرُ فِي أَرْضِ جَبَّارٍ مِنَ الْجَبَابِرَةِ إِذْ نَزَلَ مَنْزِلاً فَأُتِيَ الْجَبَّارُ فَقِيلَ لَهُ إِنَّهُ نَزَلَ هَا هُنَا رَجُلٌ مَعَهُ امْرَأَةٌ هِيَ أَحْسَنُ النَّاسِ قَالَ فَأَرْسَلَ إِلَيْهِ فَسَأَلَهُ عَنْهَا فَقَالَ إِنَّهَا أُخْتِي ‏.‏ فَلَمَّا رَجَعَ إِلَيْهَا قَالَ إِنَّ هَذَا سَأَلَنِي عَنْكِ فَأَنْبَأْتُهُ أَنَّكِ أُخْتِي وَإِنَّهُ لَيْسَ الْيَوْمَ مُسْلِمٌ غَيْرِي وَغَيْرُكِ وَإِنَّكِ أُخْتِي فِي كِتَابِ اللَّهِ فَلاَ تُكَذِّبِينِي عِنْدَهُ ‏"‏ ‏.‏ وَسَاقَ الْحَدِيثَ ‏.‏ قَالَ أَبُو دَاوُدَ رَوَى هَذَا الْخَبَرَ شُعَيْبُ بْنُ أَبِي حَمْزَةَ عَنْ أَبِي الزِّنَادِ عَنِ الأَعْرَجِ عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ عَنِ النَّبِيِّ صلى الله عليه وسلم نَحْوَهُ ‏.‏

Tirmizi'deki hadis
Derecesi: Sahih (Dârüsselâm)

حَدَّثَنَا سَعِيدُ بْنُ يَحْيَى بْنِ سَعِيدٍ الأُمَوِيُّ، حَدَّثَنِي أَبِي، حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ إِسْحَاقَ، عَنْ أَبِي الزِّنَادِ، عَنْ عَبْدِ الرَّحْمَنِ الأَعْرَجِ، عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ، قَالَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم ‏"‏ لَمْ يَكْذِبْ إِبْرَاهِيمُ عَلَيْهِ السَّلاَمُ فِي شَيْءٍ قَطُّ إِلاَّ فِي ثَلاَثٍ قَوْلُهُ ‏:‏ ‏(‏إنِّي سَقِيمٌ ‏)‏ وَلَمْ يَكُنْ سَقِيمًا وَقَوْلُهُ لِسَارَةَ أُخْتِي وَقَوْلُهُ ‏:‏ ‏(‏ بلْ فَعَلَهُ كَبِيرُهُمْ هَذَا ‏)‏ ‏"‏ ‏.‏ قَالَ أَبُو عِيسَى هَذَا حَدِيثٌ حَسَنٌ صَحِيحٌ ‏.‏

"Eğer İbrahim karısı Sare'yi karısı diye taktim etseydi, sadece dul ve evli kadınları taciz etme adeti olan kral, Sare'yi de taciz edecekti. Çünkü evli olan kadınlar üzerinde kocalarından daha çok hak sahibi olduğunu ama bekar olan kadınlar üzerinde herhangi bir hakka sahip olmadığını söylüyordu. Bu yüzden İbrahim, karısı Sare'yi bekar gibi göstermişti" şeklinde dayanaksız tahminler yürütenler bile vardır. [17]

İbnu'l-Cevzi ise bu kralın Mecusi olduğunu ve Mecusi adetlerine göre bir kadın evlenince, eşinin, kardeşi olduğunu ve kardeş olarak görülmeye başlandığını, Hz. İbrahim'in de bu kralın kendi şeriatının dilini kullanarak namusunu korumak istediğini söylemiştir.

Fakat Mecusilerde o dönem böyle bir yasa ve gelenek olduğuna dair bir delil yoktur. Ayrıca böyle bir yasa varsa bile İbrahim'in bunu bilmeden Mısır'a gittiğini söylemek tutarlı olmayacaktır. Yani İbnu'l Cevzi'nin bu zorlamalarının bir dayanağı bulunmamaktadır.

Bu dayanaksız zorlamalar dışında Buhari de yer alan sahih hadis kaynaklarında yazanlar Tevrat'taki anlatılar ile uyumludur. Hatta Tevrat'ta yazanlardan anlaşılıyor ki eğer İbrahim korkuya kapılıp "kız kardeşimdir" demeseydi bu olay başlarına gelmeyecekti. Çünkü kral şöyle diyor: "Neden Sara'nın karın olduğunu söylemedin? Niçin 'Sara kız kardeşimdir' diyerek onunla evlenmeme izin verdin?"

PANDORA'NIN DİNDEN KURTULMA SÜRECİ ♀


PANDORA'NIN DİNDEN KURTULMA SÜRECİ

Öncelikle kendi hikayemi paylaşmama beni teşvik eden diğer paylaşımcılara teşekkür etmek istiyorum. Onları dinlerken ne kadar benzer hikayeler olduğuna şaşırıyorum.

Ben büyük aile bireyleri ile birlikte yaşanan bir evde büyüdüm. Bahsettiğim kişiler babaannem ve dedem. Annem ve babam aslında modern insanlardı ama babaannem ve dedem son derece muhafazakarlardı. Babam işi sebebi ile sürekli yurt dışında yada şehir dışında olurdu. Biz de annemle babaannem ve dedemle kalırdık. Annem kendisini babamın ailesine kabul ettirebilmek için kendinden bazı tavizler vermiş, evlenmeden önce yaşadığı hayatı değiştirmişti. Babaannemle ev sohbetlerine ,çeşitli dini konuların abartılı ve gerçek dışı şekilde konuşulduğu kadın toplantılarına katılıyor, tabı bu sırada beni de götürüyordu.

Ben baş örtülü olmayı bir mecburiyet olarak görüyor, açık olan yada biraz rahat giyinen kişilerin cayır cayır yanacağına inanıyordum. Büyüyünce en çok istediğim şey kapanmak ve anne olmaktı. Dini baskı ve hurafeler ile çocukluk yaşadım. Cinlerin beni gece aynaya baktım diye çarpabileceğine, saçlarımın görünmesi sebebi ile cehennemde saçlarımdan asılacağıma ,iç çamaşırımın bir erkek tarafından görünmesi sebebi ile çocuğumun onun bunun çocuğu olacağına falan inanıyordum.

Her sene mahalledeki caminin Kur'an kursuna katılıyordum. Dini olan her şeyi sorgu ve sualsiz doğru kabul ediyordum. Hatta çocuk yaşlarımda bile akranlarımın din konusundaki bilgi eksiklikleri beni rahatsız ediyordu. Kardeşim doğana kadar evin şımarık tek çocuğu olarak bu süreç böyle devam etti. Bir erkek kardeşim oldu ve onun büyümesi ile bazı şeyler gözüme batmaya başladı. Mesela benim akşam ezanından sonra dışarıda olamazken kardeşimin benden küçük olmasına rağmen dışarıda kalabilmesi. Ya da bana sürekli oranı buranı kapat baskısı yapılırken kardeşimin istediğini giyebilmesi gibi. Bu tip sorular ile kendimi karıştıramazdım ,çünkü herkesin bildiği üzere dini çok sorgularsak delirirdik. Yani din ile ilgili insanı bir şeyler rahatsız etse bile bunu kendine itiraf etmesi çok kolay olmuyor.

Lise çağlarımda arkadaşlarıma dini konularda bilgiler veriyor hayatımı dine göre yaşayabildiğim kadarı ile yaşıyordum. Arkadaşlarıma kadınların yüksek sesle konuşup gülmesinin günah olduğunu söylüyordum. Felsefe öğretmeninin din konusundaki sözlerini içten içe hırçınlıkla dinliyordum ve dine inanmayan herkesten nefret ediyordum. Fakat bir süre sonra felsefe öğretmenim benim senelerdir kendime bir sorup bir caydığım kadın erkek eşitliği konusuna değindi. O gün içimde bir sevinç oluştu çünkü beni senelerdir kemiren bu konunun başka biri tarafından da dile getirildiğini görmüştüm. Bu andan sonra biraz daha düşündüklerimi dile getirebilir olmuştum. Tabi öyle her ortamda konuşamazdınız, uygun koşulların ve kişilerin olması gerekiyordu. Ailemizin çevresindeki kolu komşu yada akrabalar benim bu düşüncelerimi asla bilmemeliydi. Onlar kızlarını hafız olsun diye yatılı kurslara gönderiyor, hatta babamı beni pozitif bilimler okumaya zorladığı için kınıyorlardı. Bir de benim din ile ilgili soru işaretlerimin olduğunu öğrenirlerse anne ve babamı zor duruma düşürürdüm.

Derken üniversiteye başladım ve biyoloji bölümünü seçtim. Üniversitenin ilk yıllarında da okulda misyonerlik yaptım maalesef. Üniversitede bazı arkadaşlarıma Kur'an okumayı öğretmişliğim bile vardı. Bazı arkadaşlarımla din ve bilim arasında seviyeli tartışmalar yapardık ve ben dini daha iyi savunabilmek için mealler ve tefsirler okumaya başlamıştım. Sürekli yanma korkusuyla görmezden geldiğim sorularım daha beter bir şekilde gözüme batmaya başlamıştı. Çünkü Kur'an'ın doğru düzgün kadınlara hitap etmediğini görmüştüm. Kabullenemediğim ve ağlayarak diğer meallerde nasıl yazıldığını araştırdığım ayetler oldu. Dinimin bana biçtiği rol çocuk bakıp iffetimi korumaktı, bu kadar. Evlenme yaşı ,çoklu evlilik, örtünme, miras hakkı, şahitlik gibi konulardaki adaletsizlik alenen yazıyordu ve bunlar adaletli olduğu söylenen bir tanrı tarafından yazılmıştı.
Zaten biyoloji gibi bir bölümde okuyup da din ile bilimi aynı anda yorumlamaya çalışmak çok zor bir süreç. Bir taraf sana doğanın düzenini ve gerçekliğini tüm açıklığı ile anlatıyor diğer taraf ise sorgulamaman gerektiğini, asla varlığından emin olamayacağın kavramlara inanmanı bekliyor. Bir de meallerde kadınlar hakkında yazan sürekli itaate ve acizliğe yönelik ayetler beni iyiden iyiye dinden soğutmaya başlamıştı. Bilimde kadın ve erkek bir düzenin iki eşit parçasıydı, din ise erkeklerin kadınlardan üstün kılındığını söylüyordu, tıpkı Nisa 34'deki gibi. Bu ikilem içinde içimde yavaş yavaş bilim gerçeklikleri daha ağır basmaya başladı. Arkadaş ortamımda her dinden her etnik kökenden insan olması ile daha farklı bakış açıları ve dine yönelik daha başka sorular gördüm. Sadece kendi aklıma takılan sorulardan sıyrılıp onların paylaştığı sorular üzerine de kafa yormaya başladım ve dinler ile ilişkim tamamen koptu diyebilirim.

Velhasıl ben şu an 28 yaşındayım, babaannem hala ne zaman başımı kapatacağımı soruyor.​Evlendim, eşim özgür düşünceli ve kadını sindirerek kendini yücelttiğine inanmayacak kadar akıllı biri. Kardeşimi ben büyüttüm sayılır, ona kadın erkek eşitliği ve bu düzenin oluşması için onun nasıl bir adam olması gerektiğini anlattım. Şimdi benden çok daha eşitlikçi, kadınların fikirsiz ve eğitimsiz bırakılmamaları ve sosyal hayattan soyutlanmamaları gerektiğine inanıyor. Benden yaşça küçük kadınlarla bu konuyu özellikle konuşuyorum. Dine inanmak isteyen inansın ama o sadece bir inanç ve biz gerçek bir dünyada yaşıyoruz diyorum. Sen hayatının kalanında eşine, babana ya da herhangi bir erkeğe fikren ,fiilen yada maddi olarak bağımlı yaşamayı ya da onlardan aşağıda görülmeyi kendi insanlık onuruna açıklayabilecek misin diye soruyorum. Burada demek istediğim şey kadınların erkeklerin arkalarından yürümeleri gerektiği, yetişkin bir kadının bile bir erkekten izin almadan bir yere gidemeyeceği, cinsel anlamda erkek her istediğinde ona karşılık vermek zorunda olurken erkeğin kadına karşı aynı mecburiyette olmaması ,kadının erkeğe itaat etmek zorunda olması gibi konulardır.

Diyeceğim şu ki bir insanın aydınlanması ve gözünü açması aslında neleri beraberinde getiriyor. Bir çok insanın dini sebeplerle kendini ifade etmekten geri durduğunu görebiliriz. Bu kadın ya da erkek fark etmez. Dinin hayatlarımızda bir çok şeyi yaşamamıza engel olduğu çok açık. Din insanlara iyiliği güzelliği öğretmiyor, sadece yüzyıllar önceki toplumsal anlayış içindeki rolleri günümüzde de sürdürmemizi istiyor. İnsanlar sadece dindar olunarak ahlaklı ve iyi bir insan olunabileceğini düşünüyor. Çünkü onlara göre dinin temeli iyi insan olmak. Ben insanların iyi, vicdanlı ve adil olabilmek için bir dine inanmak zorunda olduklarını düşünmüyorum. Aklın ve özgür düşüncenin toplumları daha yaşanabilir kılacağına inanıyorum ve dinler özgür düşüncenin karşısında birer engel.

Bana fikirlerimi ve hikayemi paylaşabilmem için imkan sağladığınız için çok teşekkür ederim. Yaptığınız işe ve dönüşümünü anlatan herkese çok saygı duyuyorum. Güzel günlerimiz olsun, hoşça kalın..

SİZDEN GELENLER | Yazan: Pandora

Eleştirisel bakış açısı ile her din ve inanca ait yazılarınızı, inancınızın değişim sürecini anlattığınız sorgulama süreçlerinizi dinvemitoloji@gmail.com adresine gönderebilirsiniz.
  • Bu yazılar biz-siz gibi sorgulama evresine girmiş herkese mutlaka biraz olsun ışık tutacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazılar sitemizde adınızla veya takma adınızla yayınlanacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazının başka bir internet sitesinde yayınlanmamış olması gerekmektedir. (KOPYA içeriğe karşı olduğumuzdan, sitemizdeki tüm içerikler özgündür)

BABİL KULESİ, ZİGGURAT EFSANELERİ VE TEVRAT

Yazan: A.Kara

BABİL KULESİ MİTİ VE PARALELLİK GÖSTEREN PİRAMİT-ZİGGURATLAR

Mezopotamya efsanelerinin Meksika Volkanik Vadisi'ne kadar uzandığı görülür. Birbirlerinden, engin okyanuslar ve çöller ile ayrılmış olan bu dağınık kültürlerin mitolojilerinde birbirine benzeyen hikayeler görülür. Tıpkı Babil Kulesi veya Cholula Piramidi gibi. Bunlar dünyanın farklı bölgelerinde yer alsalar da çarpıcı biçimde birbirine benzeyen yapılardır.

Farklı kültürler tarafından inşa edilen zigguratlara dair çokça hikaye bulunur. Bu masalların ortak birkaç bileşeni vardır: Öfkeli tanrılar, dillerin çoğaltılması, küresel bir tufan felaketi ve antik yapılar. Bu yönleriyle hepsi sanki deşifre edilmeyi bekleyen büyük bir küresel bulmacanın parçaları gibi iç içe geçmiş durumdadırlar.

Mitoloji göründüğü haliyle körü körüne kabul edilmemelidir ancak öte yandan onu tamamen reddetmek de tutarsız bir davranış olacaktır.
Karşılaştırmalı mitoloji konusunda en ünlü bilim insanlarından Carl Jung ve Joseph Campbell gibi  isimler, farklı kültürler arasında yaygın görülen mitolojik benzerliklerin, insan bilinçaltının ortak (kolektif) birikiminden türetilen temel arketiplerin oluşumuyla açıklanabileceğini söylüyorlar.

Tanrılarla ilişkili ve birbirine benzeyen anlatılara sahip yapılara Babil Kulesi ile başlayalım.

Babil Kulesi, Yaratılış Kitabı'nın 11. babında anlatılır. Bu anlatı küresel bir tufan felaketini izleyen nesillerin tek bir dil altında birleştiğini belirtir. Bu metinlere göre insanlar batıya, Şinar bölgesine (Sümer veya günümüz Irak'ı) göç ettiler ve heybetli kulesi olan büyük bir şehir inşa etmeye başladılar.

Bu kulenin bir şekilde onları güçlendireceğine ve gelecekte herhangi bir imhayı-felaketi önleyeceğine dair ilginç bir görüş taşıyorlar. Dahası bu proje tanrıya hakaret olarak görülüyor. Bu çabaya karşı koymak için, tanrı onları birleştiren dili birden fazla dil haline getirerek duruma müdahale eder, aynı dili konuşamayan insanlar birbirleri ile anlaşamaz, iletişime geçemez hale gelirler. Yani tanrı Babil kulesi projesinin altını oyar. Daha sonra bu insanları gezegene dağıtır.

Yaratılış Kitabı, 11.Bab:
Başlangıçta dünyadaki bütün insanlar aynı dili konuşur, aynı sözleri kullanırlardı. Doğuya göçerlerken Şinar bölgesinde bir ova bulup oraya yerleştiler.
Birbirlerine, “Gelin, tuğla yapıp iyice pişirelim” dediler. Taş yerine tuğla, harç yerine zift kullandılar. Sonra, “Kendimize bir kent kuralım” dediler, “Göklere erişecek bir kule dikip ün salalım. Böylece yeryüzüne dağılmayız.”
RAB insanların yaptığı kentle kuleyi görmek için aşağıya indi. “Tek bir halk olup aynı dili konuşarak bunu yapmaya başladıklarına göre, düşündüklerini gerçekleştirecek, hiçbir engel tanımayacaklar” dedi, “Gelin, aşağı inip* dillerini karıştıralım ki, birbirlerini anlamasınlar.” Böylece RAB onları yeryüzüne dağıtarak kentin yapımını durdurdu. Bu nedenle kente Babil adı verildi. Çünkü RAB bütün insanların dilini orada karıştırmış ve onları yeryüzünün dört bucağına dağıtmıştı. [1]

Antik çağlardan günümüze kadar çeşitli yazar, akademisyen ve araştırmacı bu metinle ilgili çeşitli yorumlar yapmışlardır. Örneğin Josephus, bu hikayenin önemli noktasının, kulenin dikilmesini emreden ve İncil'in Nemrut olarak bahsettiği zalim hükümdarın küstahlığı olduğunu yazmıştır. Başka bir yoruma göre ise bu anlatı, farklı dillerin ve kültürlerin kökenine açıklama getiren etiyolojik** bir efsanedir.

Yapılan bilimsel gözlemler, söz konusu yapıyı eski Babil ve Sümer'in gizemli zigguratlarıyla ilişkilendirerek tanımlamaya çalışmış olabilir. Ancak metinlerde adı geçen şehirlerin tarihsel bir temele sahip olması, söz konusu hükümdar tarafından kurulduğu söylenmesi ve bir kule ya da kule benzeri yapı inşa edildiğinin anlatılması gibi yönlere bakılırsa bu ilişkilendirme mantıklı sayılabilir.
Neticede dinlerin kutsal olduğuna inanılan kitaplar insan ürünü olduğundan onları yazanlar çevreden duyup ekledikleri hikayelere ek olarak gördüğü şeyleri de yazmış olabilirler.

Modern bilim insanlarının bir kısmının ortak kanısına göre bu kule II. Nebukadnezar tarafından restore edilen ve daha sonra Büyük İskender tarafından gerçekleştirilen restorasyon girişiminde yıkılan, Babil'deki Etemenanki Ziggurat'ı olduğu yönündedir.

Büyük İskender MÖ 331'de Babil'i ele geçirdiğinde Etemenanki'nin onarılmasını emretmişti. Yıllar sonra, MÖ 323'te antik kente döndüğünde onarım konusunda hiçbir ilerleme kaydedilmediğini fark edince, son kez yapılacak yenileme çalışması için ordusuna tüm yapıyı yıkmasını emretti. [7] Ancak İskender ölünce yeniden yapılanma da durmuş oldu. [8]

Zigguratlar toplu ibadet için kullanılmıyordu çünkü adandığı tanrının mesken yeri olduğuna inanılıyordu. O yüzden buralarda sadece seçkin rahipler, küçük bir silahlı muhafız birliği bulunurdu. 

Herodot'a göre zigguratın en tepesinde, içinde küçük bir türbenin olduğu tapınak bulunuyordu. Bu tapınakta baş rahipler gizli ayinler yaparak özel adaklar sunuyordu.

1880'lerde keşfedilen Neo-Babil temel silindirlerindeki yazıtlarda Kral'ın restorasyon çabalarının anlatıldığı görülür. Şöyle yazar:

"O sırada efendim Marduk bana, Babil'in zigguratı Etemenanki ile ilgili olarak, benden önce (zaten) çok zayıf kalmış ve kötü bir şekilde bükülmüş [olan zigguratın] altının cehennem aleminin göğsüne dayanmasını, tepesinin göklerle rekabet etmesini emretti. Fildişi, abanoz ve musukkannu ağacından maşalar, kürekler ve tuğla kalıplar yaptım ve onları toprağımdan toplanan geniş bir işgücünün eline verdim. Onlara sayısız kerpiç tuğla ve yağmur damlası sayısınca pişirilmiş tuğla şekillendirdim. Arahtu Nehri'nin tıpkı muazzam bir sel gibi asfalt ve zift taşımasını sağladım.
Ea'nın anlayışıyla, Marduk'un zekasıyla, Nabû ve Nissaba'nın bilgeliğiyle, beni yaratan tanrının sahip olmama izin verdiği engin akıl aracılığıyla, büyük aklımla düşündüm, en bilge uzmanlar ve bilir kişiler ile [yapının] boyutları on iki arşınlık kural ile belirledi. Usta yapımcılar ölçüm iplerini gerdiler, sınırları belirlediler. Şamaş, Adad ve Marduk'a danışarak onaylarını aradım ve ne zaman zihnim [yapı] üzerinde tartışsa (ve) boyutları düşünüp (emin olamasam) büyük tanrılar onaylama yöntemi (kehanet) ile bana [gerçeği] bildirdiler. Şeytan çıkarma zanaatıyla, Ea ve Marduk'un bilgeliğiyle orayı arındırdım ve ana platformu eski temel üzerinde sağlamlaştırdım. Temellerine dağdan ve denizden, altın, gümüş, değerli taşlar yerleştirdim. Tuğla işçiliğinin altına ışıltılı sapsu, tatlı kokulu yağ, aromatikler ve kırmızı toprak yığınları koydum. Kraliyet resmimin toprak sepeti taşıyan tasvirlerini yaptım ve (onları) çeşitli şekillerde yapının temeline yerleştirdim. Onu eski zamanlarda olduğu gibi Efendim Marduk için merak uyandıran bir nesne yaptım." [2]

Bu kraliyet yazıtının 1880'lerde keşfedilmiştir. Daha eski tarihte bu zigguratın açıklamasını yapan tek isim MÖ 5. yüzyılın ortalarından kalma yazılarında onu tanımlayan Herodot'tur. Heredot'un yazdıkları şöyledir:

"Kasabanın her bölümü merkezi bir kale tarafından işgal edildi. Birinde kralların sarayı [vardı], büyük sağlamlık ve büyüklükteki bir duvarla çevriliydi: diğeri Jüpiter Belus'un [Zeus] kutsal bölgesiydi. Sağlam pirinçten kapıları olan, her iki yana uzanan 402 metrelik kare şeklinde bir mahfazaydı; bu da benim zamanımda kaldı. Bölgenin ortasında, üzerinde ikinci bir kule yükselen, 201 metre uzunluğunda ve genişliğinde sağlam duvarlı bir kule var ve bunun üzerinde üçüncüsü, onun üzerinde dördüncüsü şeklinde sekize kadar [kat kat] devam ediyor. Zirveye tüm kulenin etrafını saran dışarıdaki bir patika yol ile çıkılır. Biri yarı yolda kaldığında, zirveye giderken yolda bir süre oturabilmesi için oturaklar ve bir dinlenme yeri bulunur. En üstteki kulede geniş bir tapınak var ve tapınağın içinde, yanında altın bir masa olan, zengin bir şekilde süslenmiş, alışılmadık büyüklükte bir kanepe durur. Buraya dikilmiş herhangi bir heykel bulunmaz. Tanrının rahipleri olan Keldanilerin [Babilliler] de onayladığı gibi, geceleri [burada] ülkedeki tüm kadınlar arasından tanrı tarafından kendisi için seçilen bir kadın bulunur." [3]

Tevrat'taki anlatılardan uzun zaman önce yazılmış çok sayıda Sümer efsanesi vardır. Dolayısı ile bu mitlerin Tevrat'ta yer alan metinlerin öncülleri olması kuvvetli bir ihtimaldir.

Bu mitlerden biri "Enmerkar ve Aratta Efendisi"dir. Uruk kralı Enmerkar şehrini dağların arkasında yatan zengin şehir Aratta'da bulunan değerli metal ve taşlarla süslemek ister. Aratta'nın tanrıçası İnanna, Enmerkar'a yardım eder ve ona Aratta'ya meydan okuyan bir haberci göndermesini öğütler. Karşılığında kraldan bir şey ister ve bu isteğin onun lehine olduğunu belirterek iddiasını güçlendirir.

Daha sonra Enmerkar, Nudimmud büyüsünü yaparak, krallar aralarında tartışabilsin diye Enlil'in tüm dilleri bir araya getirip tek bir dil yapmasını sağlar. Zamanında insanların konuştuğu tek dili çoğaltan ise tanrı Enki'dir.

İlgili tablet metni şöyledir:

Ona kutsal şarkıyı, odalarında söylenen büyülü sözü söyleyin - Nudimmud'un büyüsü: "Yılanın olmadığı, akrebin olmadığı, sırtlanın olmadığı, aslanın olmadığı, ne kurt ne de köpeğin olmadığı o gün,  ne korku ne de titreme olduğunda insanın rakibi yoktur! Böyle bir zamanda çok dilli Cubur ve Hamazi toprakları ve benim muhteşem dağım Sümer ve uygun olan her şeye sahip olan Akad ve güvenlik içinde dinlenen Martu toprağı - tüm evren, iyi korunan insanlar - hepsi Enlil'e tek bir dilde hitap etsinler! O günlerde hırslı bey, hırslı prens, hırslı kral Enki, Enki, hırslı bey, hırslı prens, hırslı kral, hırslı bey, hırslı prens, hırslı kral, Enki, bereketin beyi, doğru söyleyen bey, Yurdun bilge, anlayışlı beyi, tanrıların uzmanı, anlayışıyla anılan Eridug’un beyi, yerleştikleri sürece [insanların] ağızlarındaki dili değiştirdi ve bu yüzden insanlığın konuşması gerçekten birdir." [4][5]

Yani bu Sümer efsanesinde Tevrat'a geçen tema vardır, bir olan dillerin bozulması. Tek fark İbrahimi dinlerde bu dilleri bozarak çoğaltan tanrı iken, Sümer metinlerinde bu karakter tanrı değil Enki yani şeytandır.

Çerokiler de (Amerikan yerlileri) bu Sümer efsanesine benzeyen unsurlar içeren sözlü geleneğe sahiptir. Bir Kızılderili efsanesine bakarak bunu görelim:

Büyük suların ötesinde yaşadığımızda Çeroki kabilesine ait 12 klan vardı. Yaşadığımız eski memlekette ülke büyük sellere maruz kaldı. Bu yüzden bir konsey yaptık ve cennete kadar yükselen bir ambar inşa etmeye karar verdik. Ambar inşa edildikten sonra, tekrar seller geldiğinde kabilemiz dünyayı terk edip cennete (göğe) gidecekti. Büyük bir yapı inşa etmeye başladık ve en yüksek göklerden birine yükselirken büyük güçler tepeyi yok ederek yapının yüksekliğinin yaklaşık yarısına kadarını kestiler. Ancak kabile, can güvenlikleri için cennete uzanan yapıyı inşa etmeye tamamen kararlı olduğundan cesaretleri kırılmadı, tanrıların verdiği zararı onarmaya başladılar. Sonunda yüksek yapıyı tamamladılar ve kendilerini sellere karşı güvende gördüler. Ancak tamamlandıktan sonra tanrılar yüksek kısmı tekrar yok ettiler. Çerokiler hasarı [tekrar] onarmaya karar verdiğinde kabilenin dilinin karıştırıldığını veya yok edildiğini gördüler. [6]

Greko-Romen anlatısında Tartarus ve Gaia'nın birleşmesi sonucunda yaratılan, yılan ayaklı ölümsüz devler olan Gigant efsanesi bu öykü ile neredeyse aynıdır. Ancak objektif olarak kabul edilmelidir ki bu kültürlerin yakın teması söz konusu olduğundan duydukları efsaneyi Mezopotamya'dan Akdeniz'e aktarmış olmaları çok güçlü ihtimaldir.

Dünyanın en uzak köşelerinde bulunan paralel mitoslar ve esrarengiz yapılardan biri de Meksika'daki Büyük Cholula Piramidi'nin meşhur ikiz kulesidir.

Günümüze kadar keşfedilenler içinde hacim olarak en büyük piramit Meksika Vadisi'nde bulunur. Büyük Cholula Piramidi olarak bilinen bu muazzam piramit, Mezoamerikan tanrısı Tüylü Yılan, diğer adıyla Kuş-Yılan (Quetzalcoatl) ve yakınlarındaki esrarengiz Teotihuacan bölgesi ile yakından ilişkilidir. Bu yapı ve daha önce hakkında konuştuğum ziggurat, tasarımları açısından benzer olmasalar da mitolojik gelenekleri ve gizemli işlevleri açısından oldukça benzerdir.

Aztekler için Cholula Piramidi ve Teotihuacan kutsal hac yerleriydi. Aztek mitolojisine göre Quinametzin, önceki “Yağmur Güneşi” döneminde bölgede yaşayan devlerin bir ırkıydı. 3,7 metre uzunluğundaydılar ve hem Teotihuacan'ın hem de Cholula Piramidi'ni inşa edenler onlardı.

MS 16. yüzyıl Dominik rahiplerinden Diego Duran, eski bir Cholula rahibi tarafından kendisine iletilenler hakkında bir rapor yazmıştı. Yazdıklarına göre, güneş ilk doğduğunda karada devler vardı ve onları Güneş'e götürecek bir kule inşa etmeye karar vermişlerdi. Yaratıcı tanrı buna öfkelendi ve gökyüzü sakinlerini kuleyi yıkmaya ve devlerin ırkını dağıtmaya çağırdı.

Aztek mitolojisinde buna benzer başka bir efsane daha vardır. 7 dev, dehşet verici bir tufandan sağ kurtularak vadiye gelir ve tekrar böyle bir felaket olursa diye devasa bir piramit inşa etmeye çalışırlar. (aralarında Xelhua'nın da bulunur) Tanrılar buna öfkelenerek piramidin üzerine ateş topları fırlatır, birçoğunu öldürür ve böylece piramitin inşası da son bulur.

Tabi bu Mezo-Amerikan mitlerinin Tevrat-İncil metinlerini yansıtması, bunlarla paralellik göstermesi, onları ilk kaydedenlerin keşişler, katolik rahipleri ve misyonerler olmasından kaynaklanıyor da olabilir. Yani Aztek efsanelerini kaydeden Musevi ya da Hristiyan din adamlarının bu efsanelere eklemeler yapmış olabileceği çoğu kez tartışılmış bir konudur.

Bu Aztek efsanesine farklı bir bakış açısı kazandırabilmek için onunla paralellik gösteren yerlerle ilişkili isimlerin köken ve anlamlarına bakmak gerekir.

Cholula kelimesini Nahua*** dilinde "sığınak yeri" anlamına gelen Cholollan'dır kelimesinden gelmektedir. Teotihuacan kelimesi ise "İnsanların Tanrı Olduğu Yer" demektir.

Chimalpopoca metinlerinde, Teotihuacan ve Cholula ile ilişkilendirilen tanrı Tüylü Yılan'ın bir süre Dünya'da yaşadıktan sonra kız kardeşi olan bekâr rahibe ile birlikte içerek sarhoş olduğu, onunla çiftleştiği ve kutsal yükümlülüklerini ihmal ettiği anlatılır. Ertesi gün o ve ona tabi olanlar muazzam bir taş sandık dikerler. Tüylü Yılan bu sandığın içine uzanır, her yeri yeşim taşı ile kaplanır ve ateşe verilir. Külleri ve yüreği göklere yükselince sabah yıldızına yani Venüs'e dönüşür.

Antik Yunan'ın Gigant anlatısı, devlerin dağların tepesine devasa kayaları yığarak Olimpos'u yani gökyüzünü kuşatmaya çalıştıklarını anlatır.

Tüm bu benzerliklerin nasıl var olduğunun cevabı insanoğlunun göğe yüklediği kutsallıkta yatar. Gökyüzünün tanrıların ya da cennetin mekanı olduğu düşünüldüğünden bu kutsal alana erişme çabalarına yönelik hikayeler türetilmiş, yüksek yapılar inşa edilmiştir. Yani benzerliklerin asıl nedeni kolektif bilinçtir. Kimilerine göre ise bu benzerliklerin çok daha gizemli nedenleri vardır...

DİPNOTLAR
* Kur'an'da arşa istiva eden Allah gibi Yahve'de göktedir. Bu İbrahimi dinlerin geleneksel inancıdır.
** Bilinmeyen bir şeyin kökenini açıklayan bir mit türüdür.
*** Nahuatl, Meksika'da ve El Salvador'da Nahualar tarafından konuşulan bir dildir.

ANTİK YUNAN'IN EŞCİNSEL SAVAŞ BİRLİĞİ

Hazırlayan: A.Kara

THEBAİ'NİN AŞIKLAR BİRLİĞİ

Tebai'nin (Thebai) Kutsal Grubu, yalnızca savaşçı değil aynı zamanda aşık olan 300 Tebaili askerden oluşan seçkin bir savaşçı bölüğüydü. Yunan tarihçi, biyografi ve deneme yazarı Plutarhos'a göre bu birliğin oluşturulması bir askeri lider olan Gorgidas tarafından MÖ 379 ve 378 yılları arasında gerçekleşmişti. Gorgidas, sıradan askerlerden farklı olarak aşıklardan oluşan bir bölüğün birbirlerini hayatta tutmak için daha vahşice ve istekli savaşacağına inanan biriydi.
Daha sonra General Pelopidas ve Epaminondas, aşık askerlerden oluşan bu elit birliği bir savaş gücüne dönüştürerek tüm geç klasik Yunanistan'ın saygısını kazanmıştı. Bu birliğin varlığı MÖ 378'den 338'e kadar kırk yıl boyunca devam etmişti.

Bu birliğin, Spartalı general Phoebidas'ın (Yukarıdaki Pelopidas ile karıştırmayın) General Gorgidas'ın ellerinde can vermesinden kısa bir süre sonra oluşturulduğunu, akabinde generalleri öldürülen Sparta kuvvetleri işgal altındaki Tebai Kalesi'nden dışarı atıldığını (MÖ 378) söyleyen araştırmacılar da vardır.

Tebai'nin Kutsal Grubu'nun rol aldığı en ünlü savaş, MÖ 371'de Spartalılara karşı gerçekleşen Lektra ( Leuctra) Savaşı'ydı. Bu savaşta Spartalıların Yunan Yarımadası üzerindeki kontrolünü yıkarak zaferle çıkmıştılar.

Bir Yunan ordusunun safları geleneksel olarak en iyi ve seçkin savaşçıların sağ kanada yerleştirilmesi ile oluşurdu. Sol kanatta ise subaylar, rütbeli kişiler ve daha zayıf askerlerden oluşurdu. General Pelopidas tarafından yönetilen Kutsal Tebai Grubu, ordu hattının sağ kanadını oluşturuyordu. Savaş anı geldiğinde Kutsal Grup kendini kanıtlama fırsatı yakalamıştı. Thebali süvariler Sparta hatlarında hasara yol açınca Kutsal Grup kontrolü ele geçirdi. Stratejik olarak Spartalıların sağ kanadına saldırdılar ve Kral I. Clembrotus da dahil olmak üzere bin Spartalı askeri öldürdüler.

Tıpkı birçok eski profesyonel birliğe benzer şekilde Tebai'nin Kutsal Grubu'da savaşa her daim hazır olmalıydı. Bu yüzden sürekli egzersiz yapıyor, güreş, kılıç ustalığı, boks ve Falanks** düzeni konularında eğitiliyorlardı. Bunun yanı sıra onlardan tıpkı Atina ordusunda olduğu gibi sanatla uğraşmaları, şiir ve felsefeye de ilgi göstermeleri beklenirdi.

Tabi tutuldukları bu eğitimlerin Yunan birlikleri için daha akıllı, entelektüel ve savaşın doğasına uyumlu askerler yarattığına inanılıyordu. Hatta eğitimlerinin Atinalıların zekasına, Spartalıların gaddarlığına uyacak şekilde tasarlandığı söyleniyordu.

Makedon Kralı II. Filip bu birliğin eğitim ve cinsel birlikteliklerini incelemiş ve uygun gördüklerini kendi savaş gücüne dahil etmişti. Diğer artıların yanında bunun da etkisi ile MÖ 338'de Kutsal Tebai Bölüğü'nü yenerek zafer elde edecekti. 

II. Filip için MÖ 338'de gerçekeşen Heroneya Savaşı tüm orta ve güney Yunanistan eyaletleri üzerinde egemenlik kurması için önemliydi. Her zaman düşman olan iki şehir devleti Tebai ve Atina, Makedon kralına karşı güçlerini birleştirip Yunan ittifakı kurmuşlardı. II. Filip bu çatışmada liderlik deneyimi kazanması için oğlu İskender'i sol kanata süvari komutanı olarak yerleştirmişti.

Filip ya kazanarak tüm Yunanistan'ı ele geçirecek ya da kaybederek egemenliğini, hayatını ve öz oğlunu kaybedecek ya da Tebai'nin Kutsal Gücüyle karşı karşıya gelip yenilecekti.

Filip, Tebaililerin Spartalılarla savaşırken uyguladığı taktiğe başvurarak geri çekiliyor gibi yaptı. Bu sayede kendi hattını güçlendirerek Atina hattının karşısına yerleştirdi. İskender saldırıyı yönetip Kutsal Grup'u alt etti. Atinalı müttefikleri teslim olmaya başladı. Teslim olabilecekleri söylenmesine rağmen Tebaililer savaşmaya devam ederek İskender ve babası önünde teslim olmayı reddetti. Yedikleri onca ok ve mızrak darbesine rağmen yok olana kadar dayandılar. Böylece Kutsal Grup ölümüne savaşarak tarih oldu.

Sevgililerini ve asker arkadaşlarını korumak isterken ölen, üst üste yığılmış Tebai ölülerinin bu görüntüsü ve ölümüne savaşmaları hem II.Filip hem de genç oğlu Büyük İskender'in saygısını kazanmıştı.

Yunan tarihçi Plutarhos, II.Filip'in gördüğü manzara karşısında, Tebai'nin Kutsal Grubu'nun sahip olduğu yoldaşlığı kimsenin baltalayamayacağını anlayarak saygı gözyaşları döktüğünü yazmıştır.

MÖ 300'de Yunan şehri Tebai'de bu bölüğün mezar alanlarını işaretlemek amacıyla onların onuruna taş bir aslan inşa edilmişti. Yunanistan'ın Heroneya köyünde bu alanı görmek mümkündür.

Peki böyle bir birim, eski zamanlarda nasıl var olabilmişti? Bu konu irdelendiğinde Tebai'nin Kutsal Grubu, antik Yunan savaş ve kültürleri hakkında daha fazlasının anlaşılmasına yardımcı olur.

ABD Silahlı Kuvvetleri 1993'ten bu yana askerlerin cinsel kimliği hakkında "sorma ve söyleme" politikasını uyguluyor. Antik Yunan'da ise bu durum bir tabu değildi.

Tarih bilgini Thomas K. Hubbard'a göre, MÖ 4. yüzyıldan beri erkek eşcinsel ilişkileri Yunan felsefi söyleminde tekrar eden bir tema olmuştu.

Bu gerçeği ortaya koyan noktalardan biri de eski Yunan kültüründe yerleşik olan pedagojik oğlancılık, yani yaşlı bir erkek ve genç bir erkek arasındaki cinsel birliktelikti.

Antik Yunandaki yaşama ışık tutacak eserlerden biri Symposion'dur. Platon'un yaklaşık olarak MÖ 385-370 aralığında yazdığı Symposion* adlı eserde tamamı eşcinsel aşıklardan oluşan bir savaşçı birliğine sahip olmanın olumlu yönleri hakkında varsayımsal metinler görülmektedir. Çünkü Platon tıpkı General Gorgidas gibi, her savaşçının sadece kendini kurtarmak için değil, aynı zamanda sevgilisini de korumak için savaşacağına inandığından, eşcinsel aşıklardan oluşan bir ordunun son derece etkili olacağına inanıyordu.

Antik Yunan'a ait çanak çömleklerde bile iki erkek olan Zeus ve Ganimedes'in cinsel birliktelik yaşarken resmedildiği görülür. Yunan mitolojisinde Ganimedes olağanüstü güzelliğe sahiptir, öyle ki ölümlülerin en güzeli olarak nam salmıştır. Güzelliğine dayanamayan Zeus bir kartal göndererek kutsal kahraman Ganimedes'i kendisine şarap sunarak hizmet etmesi için İda, yani Kaz Dağı'ndan, Olimpos'a kaçırmıştır.

Antik Yunan halkı Platon'un ve Gorgidas'ın görüşlerini aynı şekilde benimsememişlerdi. Yazar Goran Blazeski'nin belirttiği gibi Antik Yunanlılar cinsel arzuyu sadece çiftlerin cinsiyetine göre değil, her üyenin ilişkide oynadığı baskın rollere göre ayırmıştı ve cinsel birliktelik genellikle yetişkin bir erkek ile toy bir genç erkek arasında gerçekleşiyordu.

İşte, eşcinsel ilişkilerin bu kültürel kabulü, Platon'un Symposion adlı eserindeki aşk ve bağlılıkla ilgili bir diyaloğa “böyle aşıklardan oluşan herhangi bir ordunun tüm insanlığı fethedebileceği” şeklinde yansımıştı. Bu tür filozofların konuya dair övgüleri tabi ki Tebai'nin aşıklar ordusu gibi birliklerin oluşturulmasına yönelik girişimlerde rol oynamıştır.

Tıpkı Tebai'nin Kutsal Grubu gibi Sparta askeri geleneği de eşcinsel ilişkiyi, birlikler arasındaki duygusal bağları ve morali teşvik edici bir unsur olarak görüyordu. Ancak pek çok asker sadece kendi birlikleri içindeki sevgililere özel değildi, onlardan devlete de bağlı olması beklendiği için durumları biraz farklıydı.

Tebai'nin tarihi Miken zamanlarına kadar uzanıyordu. Beotia bölgesinde ortaya çıkmış ve Beotia Konfederasyonu içinde lider güç haline gelmişti. İşte Tebai'nin Aşık Savaşçıları da Tebai'nin bölgedeki güç ve itibarını korumaktan, güvence altına almaktan bir şekilde sorumluydular.

Başlangıcından itibaren Tebai, Atina'ya karşı düşmanlığını devam ettirmişti. Hatta en iyi bilinen düşmanlık örneklerinden biri, MÖ 480-479'da Ahameniş İmparatorluğu'nun Yunanistan'a düzenlediği İkinci Pers İstilası ile 3.gün devam eden Termopylae Muharebesinden sonra Perslerin yanında yer almalarıydı. Hatta Tebai yalnızca Atinalılara değil, Spartalılara da düşman olan bir şehir devletiydi.  

Tebai savaş sanatı konusunda büyük saygı görüyordu. Askeri güçlerini arttırmak için akıl edip oluşturdukları Aşıklar Bölüğü Tebai'nin itibarını artırıyor, onu güçlü bir şehir devleti yapıyordu.

Gorgidas, Tebai'nin yalnızca seçkin bir savaş gücüne değil aynı zamanda liyakate dayalı, eşit statüdeki sevgililerden oluşan birliklere ev sahipliği yapması gerektiğini düşünmüştü. Aşıklar Grubu'nun üyeleri statü ve sınıflı toplumun etkisinden bağımsız olarak yalnızca erdem ve eylemleri ile belirleniyorlardı. 

Plutarhos'un yazdıklarına göre, bölüğün başındaki "kutsal" terimi, Tebai'nin "Iolaus" Mabedi'nin önünde aşıklarına ölümsüz aşk yemini eden ve sadece birbirlerine değil, kutsal grup içinde hizmet ettikleri yoldaşlarına olan bağlılıklarını pekiştiren Tebaili askeri birliklere atıfta bulunmaktaydı.

Tüm bu bilgiler doğrultusunda anlıyoruz ki Spartacus vb. dizilerdeki eşcinsel sevişme sahneleri, eşcinsel izleyicilerin ilgisini çekmek için çekilmiyor, dönem kültürünün bu yönünü de yansıtmayı amaçlıyordu.

DİPNOTLAR
* "Birlikte içme" anlamına gelen Symposion, Platon'un yazdığı diyaloglardan biridir. Aşk ve aşka övgüler içeren konuşmaları içermektedir. 
** Falanks, genellikle mızrak gibi silahlar kullanan askerlerin birbirinden ayrılmadan art arda saflar halinde savaşmasını esas kabul eden bir savaş düzenidir. Antik Yunan'daki yansıması Hopliteler adlı ağır piyadelerin savaş düzenidir.