HABERLER
Dini Haber

DİNDEN ÇIKIŞ SÜRECİ (Niçe)



DİNDEN ÇIKIŞ SÜRECİ
(Takipçilerimden Niçe'nin Hikayesi)

İnsan sosyal bir varlıktır. Bu nedenle duygu, fikir ve deneyimlerini başkalarıyla paylaşmaktan mutlu olur. Bunları sadece paylaşmak değil, anlaşılmak da ister. Hatta belki de en önemlisi anlaşılmaktır. Çünkü böylelikle yalnız olunmadığının bilincine varılır. İşte ben de dinden çıkış sürecimi Din ve Mitoloji kanalı aracılığıyla anlaşılacağımı düşündüğüm insanlarla paylaşmak istedim.

Ailem Sünni geleneğe mensuptur lakin Sünni inancı detaylıca bilen bir özelliğe sahip değildir. Atatürk'ün laik cumhuriyetinde dinin zararlı etkilerinden olabildiğince uzak bir Sünniliktir. Bunu biraz açarsak; babam veya annem bizi hiçbir zaman Kuran kursuna gitmemiz, namaz kılmamız, oruç tutmamız yönünde hiç zorlamamışlardır. Birçok ailede yaşanılan bir olay olan, kız çocuğunun kapanmaya zorlanması da bizim ailemizde yaşanmadı ve yaşanmıyor. Çünkü din ve inancın en başta kişinin vicdanına kalmış olduğu yönündeki laik kültürün temel doktrini ailemizde yerleşmiş durumdadır. Bu durum bence ülkemizin en az yarısında yerleşmiştir. Bunun için de Atatürk'e teşekkürü borç biliyorum.

Bunlara ek olarak evde sanırım Kuran mealini açıp okuyan ben ve benden bir büyük abim sadece. Hadislerle ilgili detaylı bir bilgi sahibi olan yok, Ramazan ayı gelince oruç tutulur, Kurban Bayramı gelince maddi imkanlar el veriyorsa kurban kesilir, özellikle Ramazan ayında televizyona çıkan hocalar dinlenir şeklinde özetlenebilecek Türkiye'nin çoğunda hakim olan özelliklere sahip bir ailenin bir ferdi olarak, küçüklüğümden beri din ve varoluşsal konularak karşı ilgi ve merak duyuyorum. İlköğretime devam ederken din kültürü ve ahlak bilgisi öğretmenime sık sık gider ve dini konularda aklıma takılan noktaları sorardım. Yine böyle bir gün yanına aklıma takılan bir noktayı sormak üzere gittiğimde beni her zamanki gibi tebessümle karşılamıştı. Bu sefer aklına takılan nedir diye sorduktan sonra anlatmaya başlamıştım "Adem ilk insan ve eşi de Havva'dır. İkisinin çocukları oluyor. Ondan sonra ise bu çocuklar birbirleriyle ilişkiye girerek mi çoğalıyorlar," diye sorduğumda, Hocamın yüzündeki tebessüm kaybolup yerine bir donuk ifade gelmişti. Evet yanıtını aldıktan sonra "O zaman Allah bunu yasaklamamış mıydı, üstelik bu kardeş kardeşle ilişkidir," diye tepki verdim, hocam ise o zamanlar özel bir durumun var olduğunu ve günümüzle o zamanın kıyas edilemeyeceğini söyledi. Ardından da ders zili çaldı ve ben dersime hocamın verdiği bu cevabı düşünerek gitmiştim.

Bu cevap bana o zaman da ve ondan sonra da hiç mantıklı gelmemiştir. Lakin çocukluğumdan beri bana zerk edilen korku nedeniyle yeterince cesur bir şekilde bu konular üzerine gidemedim. Babam ara ara eve dini kitaplar alırdı. Bunlardan birisi cehennem azabı ile alakalı bir kitaptı. Ben de bunu alıp okudum ve hayretler içinde kaldım. Tabi ki korku içinde de... Henüz bir çocuğum ve okuduğum kitapta, sonsuz merhametli her şeye gücü yeten, ezeli ebedi Allah'ın cehennem ahalisini türlü işkencelerden geçireceği ve bunu sanki büyük bir zevk alarak yapacağı yazıyordu. Bu kitabın bana verdiği korku beni dinde tutan geri plandaki temel etken oldu uzun bir süre. Sadece bu kitap özelinde değil verilen korku; toplumsal olarak ve ailesel olarak bu korkuyu hep hissederiz. En basitinden evdeki bir kitaba uzanıp okuyacaksındır ve annen veya baban bırak onu abdestsiz dokunma çarpılırsın demektedir. Biraz büyüyorsun, eğer cinsel birleşme, mastürbasyon veya rüyalanma olduktan sonra vücudunun tek bir noktasını dahi kuru bırakarak bitirirsen aldığın güsul abdestini aldığın nefese kadar her şey sana haram olmakta ve kıldığın namaz veya yaptığın iyilikler de kabul olmamaktadır. Ama en önemlisi, din konularında sorgulamalar yaparken sorduğun sorularda alınan "Fazla düşünmek veya sorgulamak iyi değildir, kafanı karıştırır cehennemde yanarsın. Bu konular çok hassas konulardır," ve "Hz. Muhammed ve Allah'ın her sözü doğru ve gerçektir, biz Müslümanlar onlar üzerine en ufak bir eleştirel sorgulama yapamayız, onlar ne demiş ise kabulümüzdür," cevaplarının insana enjekte ettiği zihniyet ve düşünüş şeklidir.

Bu zihniyet enjekte edilmişti bana da ama bunun yanı sıra küçükken çok saf ve temiz bir inancım da vardı. Dinden bağımsız bir Tanrı inancıydı bu ve ilk namaz kıldığımda çok huşu duymuştum. Ondan sonra kıldığım hiçbir namaz da aynı duyguyu yaşayamadım. Ve artık çocukluk geride kalmıştı. Liseye geçmiştim ve yatılı bir lisede okuyordum. Yatılı okulda çok zorlandım. Çok içine kapanık ve asosyal bir yapıya sahip olduğum için ve bunu değiştirmek için de oldukça gayret ettiğim için derslerde de çok düşüşler yaşamıştım. Halen de bu yapımı değiştirmeye çalışıyorum. Bu aslında kendimi bulma çabam ve sanırım hayatımın sonuna kadar da devam edecek. Neyse, lisede hem bu nedenden ötürü hem de ergenliğin verdiği reflekslerden ötürü dini sorgulamalarım ve araştırmalarım aksadı. Ancak aklıma geldikçe daha çok felsefi açıdan konu üzerine düşünmeye devam ettim lakin enjekte edilmiş olan zihniyet ve çocukluğumun saf ve temiz Tanrı inancı beni giderek dine daha çok sarılmaya ve dogmatikleşmeye itti. Buna ek olarak babamın siyasetle çok ilgilenir olması, desteklediği düşünceye babamı örnek almam neticesinde körü körüne kapılmam beni dine daha çok itti. Burada belirtmem gereken iki önemli nokta söz konusudur: Birincisi dini savunmakla ilgili siyasi düşünceyi savunmak arasında hiçbir fark yoktur. İkisini savunanlar zaten çoğu zaman aynı insanlar olmakla birlikte, aynı mantıksal düzlemde ve benzer mantıkla yaklaşımlarla savunma yaparlar. İkisinin de ortak götüreceği nokta ise insanı gerçekçi bakış açısı ve düzlemden uzaklaştırma ve koparmadır. İkincisi ise siyasi fikirlerimiz, tuttuğumuz takımlar, mensubu olduğumuz din ve birçok düşünce bize ailemizden istemli veya istemsiz aktarılarak oluşmaktadır. Bunları ileride değiştirme imkanımız vardır; kimisini daha çok kimisini daha az. Ama aralarından değiştirilmesi en zor olan dindir, sonra da siyasi düşüncedir. Bunlardan konumuz olan dinle devam edelim.

Dogmatikleşen lisedeki bana, başka arkadaşların Atatürk'ün dine yaklaşımındaki olumsuzluklar temalı fikirleri gelmişti. Çocukluğumun kahramanı olan Atatürk'e yönelik bu fikirlere şiddetle karşı çıkmıştım. Ancak benim için çok tehlikeli bir durum söz konusuydu: Terazinin bir kolunda çocukluk kahramanım Atatürk, diğer kolunda ise çocukluğum saf ve temiz Allah inancı ve buna bağlı olarak korkuyla örtülü dini inancım. Bunlardan zamanla ikinci kol ağır basmaya başladı. Çünkü Atatürk'le ilgili izlediğim videolar ve onun din hakkındaki sözleri, yaptıkları beni buna götürdü. Atatürk, medeni bilgiler kitabında olsun ve başka yerlerdeki birçok sözünde 'Peygamberim' hakkında garip ifadeler kullanıyordu. Haliyle İslam hakkında da, onun Allah'tan gelmediğini ve sadece Arapları alakadar eden bir olgu olduğunu söylüyordu. Hayatımda o ana kadar dine yönelik kimsenin bu şekilde eleştirisine şahit olmamıştım. Bunlar adeta zihnimdeki saf ve temiz dini inancı yerle bir edebilirdi. Ama o an yerle bir olma imkanını dahi düşünmüyordum. Sadece o zamana kadar çok sevmiş olduğum bir kahramanımın başka bir kahramanım hakkındaki saldırısını görmekteydim. Bunlar aklımdan geçerken rasyonel bir düzlemden çok duygusal bir düzlemdeydim. Ve bir kere dini kefe ağır bastığı için, bu kefeyi tutarlı bir hale getirmek adına giderek Atatürk karşıtı olmaya başladım. Neredeyse her yaptığı bana dine karşı işlenmiş bir suç gibi geliyor ve her yaptığı yanlış gibi geliyordu. Buna ek olarak abimin (küçüklüğümde ailede önce babam, sonra da abim kahramanım olmuşlardı) de aynı fikre ulaşması benim bu düşüncelere daha çok tutunmama neden oldu. Bu sonuca varmam lisenin sonunda gerçekleşti ve lise bitti.

Üniversiteye başlamıştım. Zorlu sınav sürecinden sonra herkes bilir ki üniversitenin ilk zamanları bir nevi bu sürece nispet niteliğinde geçirilir. Ben de aynı şekilde geçirdim bu ilk zamanları. Lisenin bitişi ile üniversiteyi kazanma arasında geleneksel hocaları çokça dinlemiştim bu arada. Ancak üniversiteye geldiğim zaman bir süre sonra çocukluğumdan beri devam eden sorgulamalar bir nevi verdiği moladan sonra geri geldi. Dışarıdan lisenin sonunda vardığım sonuçları dile getirirken içimden geleneksel hocaların söylemlerinin aslında çok mantıksız olduğunu kabul etmeye başladım. Ancak yanlış olan hocalardı, yanlış olan asla İslam ve Allah olamazdı. Bu nedenle doğru hocaları bulmaya çalıştım. Dipnot olarak araya gireyim; lise üniversite arasında bir kere kuran mealini okudum lakin beklentim olan huşuyu alamadım ve beni hiç tatmin eden bir düşünsellik de yoktu ama sorun bendedir diyerek üzerinde durmadım. Doğru hoca arayışımda modernist hocalarla karşılaştım. Bu hocalar sayesinde, dindeki sorunlu konuları 'çözmüş' oluyordum. Gerçek İslam'ı bulmuştum. Uzun süre büyük bir şevkle bu hocaların anlattıkları dine sarıldım. Kadının dövülmesi halbuki İslam'da yokmuş, kölelik dinde yokmuş veya köleliği nihayetinde kaldırma amacı, niyeti varmış, kadına miras konusunda o zamana kadar olmayan haklar verilerek aslında onların konumu yükseltilmiş, dinde çok eşlilik değil tek eşlilik önerilmiş ama amaç, niyet de buymuş, hırsızların elinin kesilmesi ve zina edenlerin sopalanması aslında büyük bir önleyici nimetmiş, müşrikleri bulduğunuz yerde öldürün tarzı âyetlerin önünü ve arkasını vermeden yani cımbızlayarak veriyorlarmış, onlar aslında savaşı değil barışı isteyen ayetlermiş, onları anlamak için Kuran'da beş altı farklı suredeki hele bilmem kaç ayete ama bu ayetlerdeki klasik yorumları değil ancak ve ancak modernist hocaların yorumlarını(onlara göre yorum değil gerçek) izlemeliymişiz, hadisler Peygamberin ölümünden çok sonraları insanlar tarafından toplanılmış ve bunların seçilmesinde hem dönemin muktedir devletlerinin (Başta Emeviler) hem de İsrailiyat'tan alınma pasajların büyük etkisi olduğu için güvenilmezmiş ancak ve ancak Kuran'a aykırı değilse kabul edilebilirmiş ve bundan dolayı da beni oldukça coşturan söylem yapılıyordu sık sık "Kuran bize yeter!". Bunla beraber ve ilişkili olarak Kuran'da birçok bilimsel mucize bulunmaktaymış, bunlardan en meşhuru evrenin genişlemesinin Kuran'da geçiyor olmasıydı hatta Evrime de karşıt bir durum Kuran'da söz konusu değilmiş ama evrim de bilim dünyasında fazla bir kesim tarafından kabul edilmeyen ve kendisine karşıt teoriler  de olan, Batı'da din karşıtı insanların ideolojik yaklaşımları ve gizli oyunları ile ayakta tutularak herkese kabul ettirilen bir teoriymiş, Müslüman ister bunu kabul edebilir ister etmeyebilirmiş; öte yandan Big Bang teorisi Tanrıyı kanıtlıyormuş, keza entropi de buna destek veriyormuş, yetmiyor uzaylılar dahi Kuran'da varmış. Ayrıca Kuran'ın asla ve kat'aa insan ürünü olamayacağının delili olan matematiksel bir sistem/mucize de varmış: 19 Mucizesi! Bunlar işin dinin içerik boyutunu tutarlı hale getiriyordu, peki felsefi boyutu? Çünkü beni çocukluğumdan beri en çok ilgilendiren ve düşündüren işin felsefi boyutuydu. Bu konuda da felsefeci modernist hocaları çokça dinledim. Bana oldukça yeni gelen ve işte bu dedirten Tanrı kanıtlamalari, dini kanıtlamalar, varoluşsal sorulara cevaplar veriyorlardı. Artık her şey tamamdı ve kendi kendime "Bu insanlar nasıl geleneksel dine inanabiliyorlar veya şu insanlar nasıl hiçbir dine ve hele de Tanrıya inanmıyorlar?" diye hayretle sormaya başlamıştım. Yolda bir saat bulduğumuz vakit nasıl onu yapan bir Saatçi varsa, şu koca evreni de yaratan bir mimar vardı, onun dini de İslam ve son peygamberi de Hz. Muhammed'di. Hindulara, Budistlere, Hristiyanlara, Yahudilere ve diğer dinlere mensup insanlara yazıktı. Umarım doğru yolu bulurlar, sonuçta Allah akıl vermişti onlara da.

Üniversitenin üçüncü sınıfına geldiğimde en yakın arkadaşımın siyasi fikirlerinde değişim yaşandı ve bu beni de çok etkiledi. Arkadaşım oldukça mantıklı bir insandı. Benim duygusal yaklaştığım birçok hususta o bir şekilde benden daha mantıklı şekilde konuya yaklaşırdı ama o da başta benle aynı siyasi düşüncedeydi. Onun bu düşünce değişiminde kendi kendime bunun mantıklı bir nedeni olmalı diyerek onunla fikir alışverişinde bulundum. Bir süre sonra ise onun haklı olduğunu fark ettim ve haliyle benim de fikrim değişmişti. Bunun dini inanç sürecime de ciddi yansımaları oldu.

Hem tarikatların zararlarını her gün görmem, hem siyasi düşüncelerimde değişimler nedeniyle artık Atatürk'ün ne kadar doğru işler yaptığını tekrar görmeye başlamıştım. Terazinin kefeyi dengeye gelmişti. Ama Atatürk ile din arasında zıtlıklar halen devam etmekteydi. Bu konuyu bir süre Atatürk aslında benim şu an olduğum gibi gerçek İslam'a inanıyor, ilgili din karşıtı sözlerinde ise "orada onu demek istemiyor"du. Bu pek kafama yatmasa da beni bir süre oyaladı. Bu sırada ise modernist hocaların söyledikleri de yavaş yavaş mantıksız gelmeye başlamıştı: "Her şeyi bilen ezeli edebi bir Tanrı benim de yapacağım her şeyi biliyordu. Önümde mesela üç farklı yol var diyelim. Allah bu yolların tercih edilmesi durumunda oluşacak sonuçları biliyor, tercih konusunda özgürüz fikri hiç de mantıklı değildi. Çünkü bunu savunmak Tanrının her şeyi bilirliliğini yani O'nu sınırlamak anlamına geliyordu. Tanrı her şeyi biliyorsa o zaman özgür irade, o zaman da doğrudan ilahi sınav, cennet cehennem doktrini tehlike giriyordu. Tanrı kimin cennete kimin cehenneme gideceğini bilerek yaratıyor ve buna rağmen bizi sınav yapıyormuş gibi yapıyor, sırf cehennem dolsun diye insan yaratıyordu. Cehennemde de benim cehennem azabı kitabındaki türlü işkencelere tabi tutuyordu. Ayrıca daha konuşmayı bilmeyen kabilelerin durumu, onlar ne kadar durumdan haberdarsa ona göre sınava tabi tutulur, keza başka dinlerin hakim olduğu coğrafyalarda dünyaya gelmiş insanlar için  de geçerli bu durum savı da artık mantıksız geliyordu. Çünkü sınav denilen şey baştan adil şekilde yapılmalıdır. Üstelik tüm insanları yaratan bir güçten bahsediyoruz. Afrikalı kabile bir kere bizim düşünsel yetimize sahip değil, onun sadece bir Tanrı fikrine ulaşması onu cennete götürecekken benim dinin verdiği kurallara kesin bir şekilde itaat etmem ve türlü ritüelleri yerine getirmem gibi pek çok şey yapmam gerekiyor. Aynı durum başka dinden insanlar için de geçerlidir. Dünyada Hz. Muhammed'in adını bilmeden gelmiş gitmiş ve gelip gidecek olan bir sürü insan bulundu ve bulunacak. Ben veya biz Allah'ın sevgili kulu muyuz ki İslam'ın olduğu yerde doğduk veya başka insanlar Allah'ın sevmediği kulu mu ki İslam'ın olmadığı yerde doğdu? Tüm dinler aslında İslam'dır demek de mantıklı değildir. Birazcık dinler tarihi okuyan insan bu mantıksız sava sığınmaz." gibi düşünceler kafamda dönüp duruyordu.

Üniversite bitti ve işsizlik zamanları başlamıştı. Bir karar verdim. Çocukluğumdan beri devam eden sorgulamalarımı nihayete erdirmekti niyetim yani dinin ne olduğu üzerine cesaretle gidecek ve korkuyu kenara iterek olabildiğince objektif şekilde dine yaklaşıp ne olduğunu 'bilecek'tim. Bu sefer Tevrat'tan okumaya başladım. Tevrat beni adeta şok etmişti. İslami inancın verdiği Tevratın tahrif edildiği düşüncesiyle okumaya başlamama karşın yazılanlar beni şok etmeyi başarmıştı. Buna neden olan etmenlerden birkaçı şunlardır: Kuran'da bir peygamber ama Tevratta bir kral olan Davud, bir gün damda gezerken bir komutanının karısını duşta görür ve onunla birlikte olur. Kadının kocasını da bir savaşa yollayarak onun ölmesini sağlar. Davud ile bu kadının ilişkisinden de ileride Süleyman doğacaktır. Sonra, İbrahim peygamber geldiği bir yörede kendini kurtarmak için karısını bölgenin kralına kardeşi olarak tanıtıyor ve karısını ona veriyor. Kızları Lut'la bir gece ilişkiye giriyorlar. Tanrı Yehova veya Yahve, İsrailoğullarına şehirlerde hiçbir canlının dahi hayatta bırakılmaması yönünde gaddarca emirler veriyor. Buna ek olarak adeta Yahve başka tanrılar arasında egemenlik savaşı veriyor. Ayrıca Tevrat benim tahayyülümdeki bir kutsal kitap olmaktan ziyade bir tarih kitabı gibi devam ediyordu. Ne kadar tahrif olmuş diyerek bitirdim kitabı. Sonra İncil'i okudum. İncil Tevrat kadar gaddarca değildi lakin Hristiyanlar da Tevratı kutsal biliyorlar yani den den işareti koymuş gibi oluyorum. Sıra Kuran'a geldi lakin bunlardan önce İlhan Arsel'in kitaplarından okudum ama yazılanları "Gerçek İslam bu değil, yazar benim de eleştirdiğim tahrif edilen dini eleştiriyor," diyerek okuyordum. Yani dinden çıkmamda veya Kuran okumam üzerinde çok etkisi olmadı. Keza aynı şekilde Muazzez İlmiye Çığ'ın Kutsal Kitapların Sümer'deki kökeni kitabı hakkında benzer fikirlerim oldu. Üç kutsalda ki şeylerin Sümer'de de olması bilakis dinin eskiden beri geldiğini kanıtlıyor gibi geliyordu bana. Neyse Kuran'ı aldım okumak için ama bu sefer "Vardır bir hikmeti" veya "benim aklım yetmiyor herhalde" demeye kaçmadan objektif şekilde okuyacaktım. Okurken çokça notlar aldım. Bunlardan kısaca bahsedecek olursak: Kuran'da kadının konumu erkekten oldukça aşağıdadır. Bunu ayetlerde birtakım kelimelere değişik anlamlar vererek açıklamalar, sadece günümüz dünyasının geldiği konum itibariyle yapılma gereği duyulan anlam değişikleri gibiydi. Yani 6-7. yy insanları için normal olan bu ayetlerdeki durumlar artık günümüz insanının düşünce, yaşam şekline uymuyordu. Çünkü her şey değişiyor; insanın hayata bakışı ve toplumsal ilişkiler ve de kadının toplum içindeki konumu da. Ancak din sabittir, dogmatiktir. Özellikle Allah tarafından tamamlanmış, tek bir harfinin bile değişmeyeceği, buna da herkesin itaat etmesi gerektiği söylenilen bir kitaptaki sözlere, yüzlerce sene verilmeyen anlamların 20, 21. yy gibi düşünsel ve toplumsal devrimlerin yapılmış olduğu zamanlarda veriliyor olmasının nedeni artık apaçık önümdeydi. İnsan yaşadığı devre göre dini uyarlamak istiyordu. Ancak kitabı direkt değiştiremiyordu dinin kendi özelliklerinden dolayı ve dinden de sabitlenmiş katı inanç ve korku nedeniyle de çıkamadığı için ayetlere orada onu demek istemiyorculuk yaparak günümüz insanının duymaktan hoşlanacağı anlamlar veriyorlardı.

Kuran'daki evrene, insana  dair anlatımlar yani "nasıl" sorusuna muhatap anlatımlar apaçık şekilde indiği dönemin evren ve insan bilgisini yansıtıyordu. Günümüz bilimiyle tamamen ters bilgiler bulunmaktaydı. Mesela Kuran'da ilgili ayetlere objektif şekilde bakacak olursanız göreceksiniz ki dünya düzdür. Ve onu çevreleyen bir gök vardır. Burada atış taneleri olarak anlatılan yıldızlar vardır. Yani önünüze bir kağıt alın ve bir düz çizgi çizin, bunun üzerine yarım çember çizerek kapatın. Bu göğün de aslında bir direk vasıtasıyla durabileceği anlaşılıyor ama Allah öyle büyük ve güçlü ki direklere ihtiyaç bile duymuyor. Şu an bile İslam dünyasının Oxford'u olarak görülen El-Ezher üniversitesi dünyanın düz olduğuna dair makaleler yayımlamaktadır. Onun dışında insanların mucize sandığı ama bunun alakasının olmadığı çokça konu bulunmaktadır. Bunları Din ve mitoloji sayfası zaten ele alıyor tek tek. Bunlardan sadece evrenin genişlemesi üzerinden mantık hatasını vermek istiyorum; Bu mucize iddiasının geçtiği ayete dikkat ederseniz tarihte hep başka anlamlar verilmiş ta ki, bilim evrenin genişliyor olduğunu anlayana kadar! Bundan sonra birtakım Kuran çevirilerine hatta çoğunluğuna bu ilgili ayeti evrenin genişlemesine yönelik çevirmeye başladılar. Yani bilim bir şey buluyor ve din adamları da hopp onu Kuran'da buluyor ve bunu Kuran'da bilimsel mucizeler diye insanlara anlatıyor duruyorlar. Adını vermek istemediğim Abd'li bir din adamı meşhur bir kitabında, Kuran'da biyoloji, fizik, kimya gibi bilim dallarının bulduğu her şeyin var olduğunu söylüyor. Evet var hepsi, çünkü sayın ABD'li din adamı, Şeyh uçmaz mürit uçurur demişler; sen de işte bilime bakıyorsun, A'yi bulmuş bilim ve hoop Kuran'da A'yi arıyor, kelimelere yedi takla attırıp onu bulduğunu sanıyorsun. Bakınız, eğer bir masal kitabına iman etmiş olun o kitapta bile Big bang'i, evrenin genişlemesini, evrimi ve hatta uzaylıları bulabilirsiniz. Yeter ki onun Allah'tan gelen mutlak doğru ve gerçek olduğuna iman ediniz. İnanç böyledir ve inanç Nietzsche'nin dediği gibi "doğruyu bilmek istememek demektir,". Tabi, inancın da çeşitleri var da o konuya girmeyelim şimdi. Bu konuyla ilgili meşhur bir sav vardır. Din "neden", bilim ise "nasıl" sorusuna cevap verir ve aslında aynı hedefe yürüyen kardeşlerdir yani aralarında çatışma olamaz. Ancak bu tarihi yok saymak demektir. Tarih boyu din yükseldiyse bilim gerilemiş; bilim yükseldiyse din gerilemiştir. Çünkü biri dogmatiktir ve baskıcı diğeri ise ilerlemeci ve sürekli değişim içindedir. Biri yanlışlanamazlık diğeri ise yanlışlanabilirlik üzerine kuruludur. Ayrıca din, tarih boyu güçlü olduğu vakitlerde, sadece neden sorusuna değil nasıl sorusuna da cevap verme iddiasında olmuştur. Üstelik verdiği yanıtları da mutlak doğru olarak dayattığı için aksi araştırmalar yapan bilim insanlarını diri diri yakmış, türlü işkencelerden geçirmiştir. Bu korku bilim insanlarının dindar gözüküp ve dinin işine gelir mantalitesinde bu çalışmalarını yapmasına neden olmuştur. Denilebilir ki İslam'ın aydınlık çağında böyle değildi. Bu denilenler İslam'ı bağlamaz. Farabi, İbni Sina gibi isimler verilir örnek olarak lakin Gazali gibi bir ismin başı çektiği görüş, İslam dünyasına kabul görmüştür ve insanların şu an ovundugu Farabi, İbni Sina gibi isimler Gazali tarafında tekfir edilmiştir, özellikle felsefe şeytanlastırılmıştır. Halbuki İslam aydınlanmasının kökeninde Kuran değil, Eski Yunan (Aristo,Platon vb) felsefe metinleri vardır. Gazali denilen kişiye verilen unvana bakınız. Onun eserleri Kuran'dan çok okunur. Denilecek ki, onu da kabul etmiyorum Kuran akledin diyor bilime kapı açıyor. Ama aynı Kuran Gazali ve onun düşünüş şekline de kaynaklıyor. Ayrıca bu savlara sahip insanlar başta Nisa-34'teki dayak mevzusundaki kelimeye olmak üzere sorun yaratan âyetleri hep kelimenin kökenine inerek işin içinden çıkarlar. O halde lütfen akl kelimesinin de bir kökenine iner misiniz? Sözün kısası dinin nasil'lari bilimsel gelişmelerle mağlup edildi, yanlışlandı. Bundan dolayı din sadece "neden"e kaldı.

Modernist hocaları uzun zaman dinlemiş biri olarak hiçbirinden Ahzab-37. ayeti duymamıştım. Bana denk gelmemiş de olabilir ancak diğer âyetleri uzun uzun  açıklarken bunu en azından bu kadar açıkladıklarını hiç görmedim. Savaş konusu belki daha önemlidir ama onu bir şekilde ussallaştırıyorlar. Lakin Ahzab-37'nin ussallaştırılması imkanı yoktur arkadaşlar, biraz objektif yaklaşın yeter. Bu ayeti alın Tevrata koyun öyle olduğunu düşünerek okuyunuz; eminim ki şu İsrailogullarına bak hele, nasıl da tahrif etmişler kitabı diyeceksiniz en iyi ihtimal. Keza sonradan modernist bir hocanın ayetle ilgili konuşmasına denk geldim; bu kişi her konuyu evirir çevirir ama bu âyette kaldı sadece ve ne var bunda ki evlenir adam ne olacak diyebildi. Empati yapınız; evlatlığınız sizin neyinizdir? Oğlunuz. Oğlunuzun eşi neyiniz olur? Gelininiz yani kızınız! Ve gelininizi beğeniyorsunuz ve oğlunuz da ayrılıyor. Sonra gidip eski gelininizle evleniyorsunuz. Bunu yapabilir misiniz arkadaşlar? Bunu kendinize yakıştırabilir misiniz? Eminim ki hayır, o halde her şeye gücü yeten, ezeli edebi sonsuz güç sahibi bir Yaratıcının bizzat devreye girerek peygamberine böyle bir evlilik yaptırabiliyor olmasını O'na nasıl yakıştırabiliriz? Keza aynı Yaratıcı'nın peygamberinin eşleriyle gece sırasına karışmasına ve onun kimlerle evleneceğine ve benzeri konularla ilgilenmesini nasıl O'na yakıştırabiliriz? Bu âyet benim kafama dank ettiren bir ayetti. Bu nedenle üzerinde bu kadar durdum. Ama yanlış anlaşılmasın, sanki tek etken buymuş gibi anlaşılmasın; keza Kuran'dan sonra dinler tarihi ve başka dinlere dair de okumalarım oldu. Ve İslam, Musevilik özelinde olayı görmeyelim; din olgusunun kendisi, insanın anlam arayışının, yaşadığı evreni anlamaya çalışmasının, toplum olabilmesinin keza devlet organının oluşabilmesinin ve insanın korkularının ürünüdür. Şu soruya asla cevap mantıklı tutarlı bir cevap verilemez: Türkiye'de yani İslamın olduğu bir ülkede doğduğunuz için Müslüman oluyor insanlar veya Hristiyan bir memlekette doğduğu için Hristiyan... Öyle aklını kullansın da "Gerçek dini" bulsun demek kolay; siz kendi inandığınız dine objektif yani başka bir dine yaklaştığınız gibi yaklaşabiliyor musunuz ki o insanlar da kendi dinlerine bu şekilde yaklaşsınlar da size göre gerçek dini bulabilsinler! Bu noktada şunu da belirtmek gerekiyor, en katı Müslüman bile başka bir dinin kitabına veya doktrinlerine oldukça mantıklı tezlerle karşıt savlar üretir yani objektif ve rasyonel şekilde yaklaşır. Ancak söz konusu din kendi dini olunca "orada onu demek istemiyorculuk" lara veya geleneksel İslamsal söylemlere başlanılır. Zordur dinin korku duvarını ve zihinsel bariyerlerini aşabilmek, özellikle de Sünni ekolden Modernist ekole doğru kaymış bir insanın bu bariyerleri aşabilmesi direkt Sünni ekolden sorgulamaya başlayan bir insana göre kat be kat zordur. Çünkü modernist fikirlerle ussallaştırmalar getirilir dine ve bariyer sayısı fazlaca artırılır.

Dediğim gibi ben çocukluğumdan beri bu konulara daha çok felsefi düzlemde eğiliyordum. Bu nedenle ki modernistlerden de en çok dinlediklerim felsefeci modernistlerdi. Gazali'nin ekolden başlayarak İslam dünyasına yerleşen düşünce felsefenin insanın aklını karıştıran, dinden çıkmasına neden olabilecek tehlikeli bir iş olduğudur. Bu şeytanlaştırma sonucunda ülkemiz ve İslam dünyası felsefeye soğuk ve yabancıdır. Toplum binlerce senelik felsefi birikime yabancı olunca, birtakım insanlar çıkıp tarihte dine yönelik olumlu birtakım felsefi düşünceleri, Tanrı kanıtlamalarını ortaya koyunca, dinine tutarlı bir zemin arayan insanlar için bir cennet ortaya çıkmış oluyor. Haliyle de insanlar kendisi acaba başka neler var felsefeye bile demeden bu savlara sıkı sıkı sarılıyorlar. Bir nevi ABD'yi yeniden keşfediyorlar. Lakin binlerce senelik felsefe tarihinde o sıkı sıkı sarınılan savların hep karşıt savları bulunmaktadır. Yine de bunlara inanabilirsiniz ancak evrensel bir kanıt değil bunlar. Nitekim felsefenin önemi verdiği cevaplarda değil sorduğu sorularda yatar.

Dinin teknik yönünde ciddi sorunlar gören, bilimin de bu sorunlara ciddi sorunlar eklediğini gören insanlar felsefeye sarılabiliyor ve derin derin okumalar yapabiliyorlar. Bunun sonucunda da haklı olarak hiçbir şeyin kesin olduğundan emin olamayız diyerek bilimin altını oyup yani bilimin de kesin güvenilir olmadığını söyleyip; o halde her şey güvenilmezse dine inanmak mantıksız değildir veya dindeki ciddi sorunlar da birer yanılsamadır, o halde inanıyorum tarzı bir sonuca varabiliyorlar. Bunun arkasında yatan temel etken ise insanın Tanrısız ve dinsiz bir halde kalınca düşeceği boşluktan duyduğu şiddetli korkudur.

Yine bu boşluğa düşmemek için insanlar daha sıkı dine sarılabiliyorlar. Bunu yaparken Ahzab-37, Nisa-34, Tevbe suresinin savaş âyetleri, Tahrim ilk beş âyet ve daha nice, günümüz insanın hayatına va bakış açısına, düşünce dünyasına uymayacak âyetleri görmezden gelerek  ve adeta yok sayarak, daha sarılabilir âyetleri dile getirirerek onlar üzerinden kitaptaki dini hayallerindeki dine uyarlamaya çalışıyorlar. Bunu sadece Müslümanlar değil başka dindeki insanlar da yapıyorlar ve bu durumun anlatıldığı bir kitapta "Açık Büfe Hristiyanlığı" ifadesi geçmişti. Oldukça manidar bir ifade...

Bu okumalarıma ek olarak Turan Dursun, Arif Tekin gibi isimlerin kitaplarını da okudum. Başta F. Nietzsche olmak üzere birçok felsefenin kitaplarını ve felsefe tarihi üzerine okumalarım oldu. Bu noktada Ahmet Cevizci'nin Felsefe Tarihi kitabını, Ahmet Arslan'ın Antik Yunan Felsefesi serisini kesinlikle tavsiye ederim. Ahlak konusu yani nesnel ahlak Tanrısız olmaz bu nedenle Tanrı vardır kanıtlaması da meşhurdur lakin konuyu daha derinlemesine düşünürseniz "nesnel ahlak mümkün mü ki?" sorusunda kendinizi bulabilirsiniz. Ahlak-Etik Felsefesi isimli kitabını da bu konuda öneriyorum Ahmet Cevizci'nin. Ama Nietzsche yeri apayrıdır. Din özelinde düşünmeyin sadece, zaten Nietzsche dinin yanı sıra bilim ve pek çok alanı şiddetle eleştirir. Eserlerini kesin okuyun derim, insana en azından farklı bakış açısı katacak, bu bile sizin için çok faydalı olacaktır.

Sonuç olarak dinden çıktım. Hani bu benim için bir tercih de değildi. Bu hep yanlış anlaşılır, sanki bu araştırmalar sonucunda başka bir seçeneğim varmış gibi gelir. Lakin apaçık önümde duran tek bir şey vardi; Dinler insan ürünüydü! Teistik bir Tanrının olduğunu da düşünmüyorum. Deistik bir tanrı varsa da böyle bir tanrının da hayatıma bir etkisi yok, haliyle olsa da olur olmasa da.

Atatürk konusunda da çocukluğumun kahramanına ne kadar yanlış yaklaştığımı kesin şekilde anlamıştım.  Ama bu sürecin önemli bir faydası artık onu daha bilinçli şekilde seviyor ve sayıyor olmamdı. Onun hakkında bilgim ezber şeyler değil üzerine düşünülmüş ve sorgulanmış ve ona karşıt tarafı da bizzat yaşayıp gelmiş bir şekilde var oluyordu artık. Yani sancılı bir süreç sonunda her zamankinden daha çok ve daha bilinçli bir şekilde onu seviyor, sayıyor ve en önemlisi onu anlıyorum.  Lakin kısa bir süre dışında onun bir dine inandığını konuyla ilgili araştırma yaptığımdan beri düşünmedim ve düşünmüyorum. O da her dinden çıkan insan gibi başlarda inanmış olabilir ancak hayatının ilerleyen yıllarında araştırmaları ve çok sayıda okumaları, görevleri nedeniyle İslam dünyasının farklı bölgeleriyle bizzat temasları gibi nedenlerden dolayı İslamın ve de dinin ne olduğunu anlamış ve dinden çıkmıştır diye düşünüyorum. Bir Tanrıya inanıp inanmadığı noktasında net bir fikrim yok. Ancak ne olursa olsun Atatürk'ü herkes anlamaya çalışmalı ve saygı duymalıdır diye düşünüyorum. Hayatimizi ve laik Cumhuriyeti ve daha birçok şeyi ona borçluyuz.

Din insana oldukça zarar veren bir olgudur. İnsanın sağlıklı, rasyonel düşünebilmesine ket vuruyor. Empati ve öz eleştiri yetilerini köreltiyor. Ahlakı veya doğruyu salt Tanrı emrine bağladığı için, toplumları birbirlerine düşman haline getiriyor. Yine toplumları dünyada yalnızlaştırıyor, izole yaşam dikta ediyor. İnsanları çağdan kopuk ve bunlara tepkili hale getiriyor. İnsanın anlayışını ters yüz ediyor. Nasılsa ahiret var anlayışını kişinin bilinçaltına enjekte ediyor ve insanların toplumların adaleti sağlamaları için uğraş vermek için çaba göstermelerine engel olabiliyor. İnsanlara fakirliği tavsiye ediyor ve itaatkar bir zihin yapısına neden oluyor. Daha çokça zarara neden oluyor.

Ben bir nevi "işsizlikten dinden çıkmış" oldum ve sürecimi sizinle paylaşmak istedim. Okuduğunuz için teşekkür ederim.

SİZDEN GELENLER | Yazan: Niçe

Eleştirisel bakış açısı ile her din ve inanca ait yazılarınızı, inancınızın değişim sürecini anlattığınız sorgulama süreçlerinizi dinvemitoloji@gmail.com adresine gönderebilirsiniz.
  • Bu yazılar biz-siz gibi sorgulama evresine girmiş herkese mutlaka biraz olsun ışık tutacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazılar sitemizde adınızla veya takma adınızla yayınlanacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazının başka bir internet sitesinde yayınlanmamış olması gerekmektedir. (KOPYA içeriğe karşı olduğumuzdan, sitemizdeki tüm içerikler özgündür)
« ÖNCEKİ YAYIN
SONRAKİ YAYIN »