HABERLER
Dini Haber
İslamiyet etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
İslamiyet etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

BU KAFA YAPISINA TURP SIKILIR

din, İslamiyet, Yobaz zihniyet, Bu kafa yapısına turp sıkılır, A, Görücü usulü evlilik, Karşı cinsle görüşene iffetsiz damgası, Kız çocuğunu okula göndermemek, Okumayan kız çocukları, Din ve eğitim,
Markete alışverişe giriyorum, bir yandan yürürken telefonda aşkımla yazışıyorum, diğer yandan reyonları kolaçan ederek keklik gibi sekiyorum. İki kadının karşılıklı konuşmasına kulak misafiri oluyorum çünkü aynı reyonlara bakıyoruz. İkisi de bulunduğu kısımdaki reyonların reklam filmi çekiliyormuş gibi durmuş birbirleriyle laflıyorlar. Sonra gülmekle ağlamak arasında kaldığım o muhabbet cereyan ediyo Tesla'sını satayım:
  • K1: Tabiiiğğğğ yaaaa çocukları hep ahlaksızlaştırıyolar işte bunlaaar (aaa ne güzel sanırım tv programlarında yengesine, teyzesine, kayınçosuna, kaynanasına falan sulanan yakışıklılardan bahsediyolar, afferim bilinçli kadınmış)
  • K2: Tabi canım eskiden böylemiydi hiç.
  • K1: Şimdiki kızlara baksana, bi onunla bi bununla, hemen ayrılıyolar. (Ulen deli, süzme amfibi. Kız anlaşamıyosa ayrılmasın da ne yapsın. İnatla benim olacak fıstık diyip evlensin de tüm hayatını zehir mi etsin şaka mı yoksa kaka mısın sen?)
  • K2: Sorma, garip oldu millet (The woman of the ahlakçığımızın bekçisi, very skilled kadın, unkillable kafa yapısı)
  • K1: Eskiden nasıldı, "gelin ata biner ya nasip der" derlerdi. Biriyle konuşuyorsan onunla evlenirdin, evlenmeyeceksen konuşmazdın. Mesela ben eşimi hiç görmedim 5 yıl boyunca konuştuk hiç görüşmemize izin vermedi annem, gerçi benim gizlice görüşmelerim oldu ama ehe ehe. (Ulen bi insan 5 saniye içinde kendi dediği ile çelişir mi? madem görüşmen uygun değil, görüşenlere laf ediyosun sen neden görüştün kezbanoski dobroski? Biriyle görüşünce illa evlenmek mi gerek? Bu şuna benziyor, bir kasa elmanın içinden birini alma hakkın var dediler ama gözlerim bağlı (gözler bağlı çünkü görmüyorum, görüşmedim elmayla hiç, elma efendiyi tanımıyorum) neyse seçiyorum bi elmayı, nasıl çürümüş, nasıl kurtlanmış, içinde kurtistan kurulmuş, elmayı delip geçmiş bir kurtçuk şeklinde de flamaları var. Şimdi bunun tutup aldın diye, yemen şart mı? O zaman afiyet olsun. Siz bu kafayla giderseniz, hele de bu kafayla çocuk yetiştirirseniz ilerde daha çoook kadına şiddetten, erkeklerin altında ezilmekten, çilelerden bahsedersiniz. Yahu anlaşamadıysan neden evlenesin deliyle mi yattınız ne yaptınız siz?)
  • K2: Evet ahlakları bozuluyor hep, çok değişti çok.
  • K1: Mesela beni annem, ortam çok bozuldu diye okula bile göndermedi. (Hehhh, şimdi anlaşıldı birçok şeeeeeeeyyy hacı. Fakat mantığa bakar mısın, mortal combattaki subzeronun fatality hareketi kadar ölümcül ve kan dondurucu bi kafa yapısı. Zannedersin şeriatla yönetiliyoruz, haydi kızlar eve, ortam kötü (o düşündüğün espriyi yapasım geldi de kendimi tuttum), haydi el ele çocuk doğurup üreme görevini üstlenmeye ve hiç sayılmaya, haydiiiiiyyynnnnn.)
Ondan sonra yok ülke neden böyle, yok kadınlar neden bu durumda, yok efem Almanya'dan neden gerideyiz, Rusya gibi neden etrafa nanik yapamıyoruz. Neden şöyle böyle diye düşünün durun, yukarıdaki kafa yapısını sorduğunuzda "maalesef elimizde o kafadan kalmadı" diyen bir eleman yada yaratıcı olmadığı sürece, bu ülke, aynı zeytin yağında 500 kere pişen fast food patatesleri gibi kızarır da kızarır kızarır da kızarırrrrr, bu kafa yapısına turp sıkılır...

Yazan: Anu

DİN VE BİLİM

DP, Din ve bilim, din, İslamiyet, Siyaset Meydanı Celal Şengör, Kutsal metinleri bilimsel tabana oturtma çabası, Kuran-ı Kerim'i savunurken reddetmek, Kuran, Kaos kuramı, Kaotik düzen, Kur'an-k Kerim, 19.Mart.2009 tarihli Ali KIRCA’ nın sunduğu Siyaset Meydanı adlı programın konukları Prof.
Dr. Celal ŞENGÖR, Prof. Dr. Abdülaziz BAYIDIR ve Prof Dr. Mehmet BAYRAKTAR’ dı. Celal
Hoca Ateist görüşleri ile Darwin’ci kanadı temsil ediyordu. Abdülaziz Hoca ve Mehmet Hoca
ise Din ve Bilim kanadındaydı. Abdülaziz Hoca programın hemen başında uluslararası bir
komisyonda yer aldığını, görevlerinin ise Dini Ayetleri sorgulayarak bilimsel tabana oturtmak
olduğundan bahsediyordu (tam kelimeler böyle olmasa da iması bu yönde idi, isteyen
youtube’da bu programı bulup izleyebilir).

Mehmet Hoca, evrimin Kuran’ da yer almış olabileceğini, bu destekleyen ayetler olduğundan
bahsediyordu. (Radikal Hoca)

Program, Celal Hoca’nın hem diğer konuklara hem de izleyen katılımcıların sorduğu sorulara
verdiği bilimsel ve gerçekçi cevaplar ile gösterisine dönüştü. Milleti adeta ezdi geçti. Soru
sorarak Celal Hoca’yı rezil etme (!) gafletine düşen üniversite öğrencilerinin düştüğü durum
adeta bir dramdı. O cevaplar karşısında dona kalmalar, ezilmeler ve uzay-zaman eğrisinde
bükülmeler…. Daha neler neler.

Aslında üst perde de programa damga vuran isim Abdülaziz Hoca idi. Almanya’dan bilmem
nereden bilmem ne üniversitelerinden Katolik ve Ortodoks Hristiyan ilahiyat profesörleri ile
bir araya gelmişler, dinleri bilimsel tabana oturtma gayreti içerisindeydi. Çalışmaları kutsal
metinlerde yer alan bilgi ve verileri bilim ile açıklamaktı. Kısacası “Sorguluyorlardı”.
Burada şöyle bir fay çatlağı var ki büyük deprem üretme olasılığı yüksek; madem kutsal
metinler tartışılmaz bir biçimde gerçek, neden bilimsel tabana oturtma çabası var? Allah’ın
kutsal kitaplarında verdiği bilgilerde çelişki duyulmaz ki? Sorgulanamaz ki? Sadece kabul
edilir. Bu ispatın çabası kime ve neye?

Özellikle Vatikan’da bu tarz çalışmalar büyük hız kazanmış durumda. Bilim ve Din kavramlarını yan yana getirme çabası. Bu iki kavramın bir biri ile uyuştuğu çabası. İnsanlarla bu konuları tartışmaya açtığınızda cevap hazır: Kuran kusursuz düzeni anlatıyor. Ayetler çok açık. Her şey bilimsel. Sanırız ki Kuran-ı Kerim bilim, yaşam, cinsellik, sosyal düzen, iş hayatı, statüler, uluslar arası ilişkiler vb. birçok kavramı barındıran bir kitap. Maalesef hiç kimse bu kitabı okumamış. Tefsir ve mealler karşımıza çıkıyor. Neden? Çünkü ayette apaçık bir kitap olduğunun ve anlaşılmasının basit olduğunun belirtilmesine rağmen: “ sen anlayamazsın, ilmin yetmez anlamaya” gibisinden cevaplar alıyoruz. Yani karşınızdaki kişi kendini Kuran-ı Kerim’i savunurken Kuran ayetini reddediyor (ironi nin kralı). “Aslında sizin amacınız….” Diye başlayan cümleler ile tipik bir Ad Hominem tartışması alıp götürüyor bizleri.

Kuran-ı Kerim’i veya inandığı inanç her ne ise onun kutsal kitabını açıp okuyan veya dininin
gereklerini kendi kişisel düzeyinde yaşayan, “bana göre çelişki yok. Adeta kusursuz” diyen biri
var ise bu kişi üstün insandır. En azından inandığı kitabı okumuş, inanç felsefesini değerlendirerek özümsemiş ve kendi mantığına göre kabul etmiş. Burada sorun yok. Aslında kimse kimsenin neye inanacağına da karışamaz (Bkz. İnanç Özgürlüğü). Ancak kişi inandığı inanca ait bilgi ve verileri taşımıyor, ayrıca kulaktan dolma sapmış fikirleri barındıran dinimsi inancı ile başkalarına saldırırsa durum başka. Bu kişisel hem toplumun hem de düşüncenin bir numaralı düşmanıdır.

Celal Hoca’ nın savunduğu Kaos Kuramına göre de evrende hiçbir şey söylendiği gibi
kusursuz/mükemmel değil. Kaotik yani akıllı bir tasarım yok… Bilimin derinlerine inildikçe
karşımıza çıkan kavram bu: “Kaotik”. Aslında kaotik kavramı bile kendi içerisinde
kusursuzluğu tanımlıyor. Madem her şey kusurlu, tesadüfen yani Kaotik, o zaman her şey
kusursuz. Çünkü arada bir şeylerin tesadüfen bile olsa mükemmel olması gerekiyor. Bu
durum da bizi felsefi çıkmaz a sokuyor. Kusursuzluk bile aslında bir kusurdur. Çünkü
içeriğinde diğer yan yoktur. Diğer yan’ dan kasıt bir nevi ying yang, aydınlık-karanlık- siyah-
beyaz, iyilik-kötülük…. Kısacası zıtlık. Evren zıtlıklar üzerine kurulu ise bu döngüde her şeyin
kaotik olmaması gerekiyor. Bir şeyler mükemmel olmalı.

Peki mükemmel olanlar ne? Kaotik olanlar ne? İnançlar bu soruların neresinde? Bilimsel
tabanlı Ateist görüş kısmen kaotik fikir üzerine inşa olmuş durumda. Bu noktada kişinin kendi
düşünce ve inanç sistemi devreye giriyor. Ya bu kaotik sistemi yaratan bir akıllı tasarım-
yaratıcı var? Yada akıllı tasarım –yaratıcı yok. Bilim şu anda bu soruların cevabını veremiyor.
Deizm bir noktada çıkış sağlıyor. Evet bir akıllı tasarım var. Basit anlamda bu akıllı tasarımı
yapan evrenin ta kendisi. Evrenin kaotik olması bile akıllı tasarımın göstergesi.

Agnostikler burada nötr durumda. A. KARA dostumuzun söylediği gibi ne şiş yansın ne kebap.
Dini inancı olanlar için ise sorunun cevabı gayet açık ve net. Ancak onlarda da şöyle bir sıkıntı
var. Kendilerine söylendiği kadarını biliyorlar çünkü açıp okumadılar. Hiçbir kutsal kitap
evren, evrenin işleyişi, uzay-zaman gibi kavramları içermiyor. Bilimsel hiçbir veri yok. Sadece
bir ayette yıldızlardan bahsedilmiş ki bu yıldızlar da zaten o dönemin ve binlerce yıl öncesinin
efsanelerinde yer alıyor (Necm Suresi 49. Ayet. Şi’ra yıldızı, nam-ı diğer Sirius) . Yani yeni bili
değil. İnsanın üremesi bile göğüs kafesinden gelen salgılara bağlanıyor (Tarık Suresi 7. Ayet.
Bu ayet, bilimsel tabana oturtmaya çalışan çok, ancak hiç biri net cevap veremiyor. İsteyen
istediği meal ve tefsir kitabına bakabilir. Kütüb-i Sitte de de araştırabilirsiniz, açıklama yok).
Bu ve benzeri çelişkili ayetler hakkında çok durmayacağım, çünkü bu sitede açıklayıcı bir çok
makale ve kaynak mevcut.

Tüm bu fikirler, yazının en başında Abdülaziz Hoca’nın çalışmasına gelip dayanıyor; Neden
Din ve Bilim aynı tabana oturtulmak isteniyor? Uyuşmayan hususlar mı var? Kutsal Metinler
günümüz biliminden çok mu geride kaldı? Neden? Neden? Bu sorunun cevabını büyük
ihtimal bulamayacağız. Ben şahsen bulamadım.

İnançlılar kutsal kitaplarda, ayetlerde her şey açıklanmış diyor, ancak değme ilahiyat
profesörleri (Müslüman, Hristiyan veya Yahudi) , kelamcılar, fıkıh alimleri, hocalar fikir
birliğine varamıyor.

Haydi, bir sınav yapalım, tek soruluk. Test usulü olsun. Bu noktada şıklar şunlar:
Soru-1: Evrenin ve Yaratım’ın sırrı nedir?
a) Akıllı tasarım var ve bir yaratıcı var, çünkü bilimsel sebepleri şunlar……
b) Akıllı tasarım yok, bir yaratıcı yok, çünkü bilimsel sebepleri şunlar……
c) Allah var gam yok. Bilime zaten gerek yok, ayetlerde her şey açıklanmış (?), Okumaya
da gerek yok zaten hocamız bize açıklıyor ……
d) Hepsi
e) Hiçbiri

Bu testi doğru cevaplarsanız 100, yanlış cevaplarsanız 0 puan alacaksınız.

(İyi düşünün, bir tarafta süt, bal ve şarap ırmakları var, huriler var, geniş araziler var, var oğlu
var…. Kaybedersen sonsuz acı, yanma, ıstırap, elem ve keder…. Seçimini yap öyle gel)

İstediğiniz sorudan başlayabilirsiniz, zaten tek soru var :) Sınavda başarılar.

Yazan: Demon Product

ALEVİLİK VE DOĞUŞU

Alevilik Hz. Muhammed'in vefatının sonrasındaki gelişmelere dayanmaktadır. Muhammed'in ölümünden sonra kimin halife olacağı sorunu aleviliğin çıkmasındaki ilk neden olarak görülür. Çünkü Alevi-Sünni tohumlarının atılmasına sebep olmuştur. Hz. Muhammed yaşadığı yıllarda birçok kez Hz. Ali’nin halefi olacağını vurgulamıştı. Hz. Muhammed’in soyu, kızı Hz. Fatıma’yı eş olarak verdiği Hz. Ali’den devam etmişti. Yani Hz. Ali damadı olmuştu. Hz. Muhammed Mekke’ye Hicret ettiği zaman da ailesine ve işlerine bakmak üzere Hz. Ali’yi yerine bırakmıştı. Üstelik Peygamber Hz. Ali’nin katıldığı hemen hemen bütün savaşlarda onu komutan olarak atamıştır. Hz. Muhammed Veda Haccı dönüşünde (632) Gadiru Hum adlı yerde beraberindeki Müslümanlarla konaklayarak bir konuşma yapmış ve bu konuşmasında kendisinden sonra amcaoğlu ve damadı Hz. Ali’nin Müslümanlara önder yani halife tayin olduğunu ifade etmişti. Orada aralarında İkinci Halife Ömer’in de bulunduğu Müslümanlar bundan dolayı Hz. Ali’yi kutlamışlardı.

Daha sonra Hz. Muhammed ölmeden önce bir kalem ve kağıt istemiş bir vasiyet bırakacağını söylemiş, ancak yanında bulunanlar tarafından bu isteği yerine getirilmemiş ve vasiyetini yazamadan vefat etmiştir. Bir süre sonra Hz. Ali ve yakınları Muhammed'in defin işleri ile uğraşırken, Ebu Bekir ve Ömer’in de aralarında bulunduğu muhacirlerin ileri gelenleri ile iktidar kavgasına başlamışlardı bile. Bu iktidar mücadelesi Ebu Bekir’in halife olması ile sonuçlanmış, daha sonra sırası ile Ömer ve Osman halife olmuşlardır. Sonuç olarak bu üç kişinin halifelikleri, deyim yerindeyse Peygamberin Ehli Beytine rağmen gerçekleşmiş, bu nedenle yüzyıllardır tartışılagelmiştir. Hz. Ali ve Hz. Fatıma bu halifelikleri onaylamamakla birlikte, iktidar uğruna gerginlik yaratmaktan da kaçınmışlar, bu haksızlığı sineye çekmeyi uygun görmüşlerdir. Kısaca Alevi -Sünni çatışmasının temelini oluşturan bu halifelik meselesini özetlemiş olduk.

Ehli Beytin başına gelenler ve bunlardan en önemlisi Kerbela Olayı ise Aleviliğin siyasal ve düşünsel bakımlardan daha da olgunlaşmasına ve Araplar dışındaki diğer uluslar arasında da yayılmasına neden olmuştur. Halife Osman’ın yönetiminde akrabalarına, yani Emevi ailesine gösterdiği aşırı yakınlık ve valiliklere onları tayin etmesi ve diğer suistimaller ona karşı Irak, Mısır, Hicaz ve Suriye’de yoğun bir hoşnutsuzluk duyulmasına yol açmıştır. Valileri halka kötü davranıyor olmalarına rağmen onları koruyucu bir tutum takınmış, sonuçta Mısır, Basra ve Kûfe’den yola çıkan gruplar Halife Osman’ın evini kuşatarak onu öldürmüşlerdir (656). Bunun ardından Osman'ın ölümünden sonra halifeliği devralması için Hz. Ali'ye gidilmiş ve uzun ısrarcı uğraşların sonunda halifeliği kabul ettirmişlerdir. Hz.Ali Osman'ın çocuklarının başlattığı Cemel savaşına ehlibeyti için katılmış ve kazanmıştır. Hz. Ali bu olaydan sonra Şam’da hüküm sürmekte olan ve kendisine biat etmeyi reddeden Şam Valisi Muaviye sorununun çözümüne girişti. Muaviye, Hz. Ali’yi Osman’ın ölümünden sorumlu tutuyor ve Şam’da bunun propagandasını yapıyordu. Hz. Ali’nin uyarıları sonuçsuz kalınca Hz. Ali ve Muaviye Orduları arasında Sıffin Savaşı (657) başlamış oldu. Hz. Ali’nin ordusu savaşı kazanmak üzereyken, Muaviye’nin yakın adamı Amr İbn-ül As’ın, askerlerin mızraklarının ucuna Kuran sayfalarını bağlatarak “Allah'ın kitabı sizinle bizim aramızda hakem olsun.” diye bağırtması sonucu Hz. Ali’nin ordusu saldırıyı durdurdu. Bu esnada Muaviye ordusunun yaptığı hile işe yaramış Hz. Ali'nin yanında olan askerler grup grup bölünmüş. Hz. Ali yandaşları, Muaviye yandaşları ve Hariciler olmak üzere üçe bölünmüş oluyorlardı. Hz. Ali vefatından önce Haricilere yönelik askeri bir harekat düzenlemiş, önemli bir bölümünü yok etmişti. 24 Ocak 661’de ise Hz. Ali, İbn Mülcem adlı bir harici tarafından uğradığı saldırı sonucunda şehit olmuştur. Mülcem adındaki kişinin Hz. Ali'yi savaş dönüşü namazdayken öldürdüğü bilinmektedir.

Bilindiği gibi Hz. Ali'nin iki tane oğlu vardı. Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin. Emeviler Hz. Ali'nin ölümünden sonra iç işlerini karıştırmak için onlara yakınlaşmaya başladılar. Hz. Ali’nin vefatı ile Emevi saltanatını kurma amacına ulaşmıştır. Hz. Ali’nin vefatı sonrası Şam ve Mısır dışında bütün eyaletler Hz. Hasan’a biat etmişlerdi. Muaviye kendi iktidarı için tehlikeli saydığı Hz. Hasan’ı zehirletmekten de çekinmedi. Muaviye, Ehli Beyte ve Hz. Ali yandaşlarına her türlü eziyeti yaptırmış, camilerde Hz. Ali’ye lanet okutmuş ve kendisinden sonra oğlu Yezid’in halife olmasını sağlamak yoluna gitmişti. Hz. Hasan’ın zehirletilmesiyle Yezid’in önünde en büyük engel olarak Hz. Hüseyin bulunmaktaydı. Yezid ilk iş olarak Medine Valisi ve akrabası Velid’e bir mektup yazarak, özellikle Hz. Hüseyin’in muhakkak kendisine uymasının sağlanmasını, bunu reddederse öldürülmesini emrediyordu. Bu durumda Hz. Hüseyin'in Yezid gibi bir düzenbaza biat etmeyeceği herkes tarafından biliniyordu. Daha sonra Hz. Hüseyin 4 Mayıs 680 gecesi, bütün aile fertlerini yanına alarak Mekke’ye gitti. Hile ile pusuya düşürülmüşlerdi. Hz. Hüseyin ve beraberindekiler Kerbela’ya geldiklerinde hem susuz bırakılmış, hem de binlerce kişilik ordu tarafından sarılmış durumdaydılar. Yezid’in Küfe valisi Ubeydullah, Hz. Hüseyin’in geri dönmek, Yezid’le görüşmek veya İslam sınırlarından birine gitmek isteklerinden hiçbirini kabul etmedi. Aslında onun görevi Yezid’in emrini yerine getirmek, yani Hz. Hüseyin’i öldürmekti. Çünkü biliyordu ki Hz. Hüseyin yaşadığı sürece efendisi Yezid’e rahat yoktu. Sözde Müslümanlardan oluşan koskoca bir ordu iktidar uğruna kendi dinlerini kuran Peygamberin torununu ve ailesini katletmeye kararlıydı.

10 Ekim 680 (Hicri 10 Muharrem 61) günü Hz. Hüseyin son hazırlıklarını yaptı ve Yezid’in ordusuna yaklaşarak hitap etmek istediyse de, bu anlamlı konuşma Yezid’in ordusunu pek etkilemedi. Çok dengesiz bir şekilde başlayan savaşta Hz. Hüseyin’in 23 süvari ve 40 piyadeden oluşan savaşçıları öğleden sonraya gelindiğinde gittikçe azalmış bulunuyordu. Hz. Hüseyin de bu az sayıda insanla yaya olarak savaşıyordu. Sonunda Şimr’in emriyle her yandan hücum edilerek Hz. Hüseyin şehit edildi. Sonra çadırlar yağma edildi, hasta olan İmam Zeynel Abidin de öldürülmek istendiyse de engellendi. Bu çirkin savaşın en küçük kurbanı ise daha altı aylık bir bebek olan Hz. Hüseyin’in oğlu Ali Asgar’dı. Hz. Hüseyin tarafında şehit olanlar yetmiş iki kişi idi. Bu savaş Şiilik tarihindeki önemli olaylardan biridir. İmam Hüseyin'in ölümü, Şiilerce her sene Aşura Günü'nde yad edilir. Rivayete göre Yezid, Hz. Hüseyin'in ve şehit olanların kafalarıyla top oynamıştır.

Kerbela olayı yüzyıllara damgasını vurmuş bir tarihsel olaydır. Bu olay o zamanki Müslüman memleketleri halklarını o kadar etkiledi ki Emevi saltanatı kökünden sarsıldı. Kerbela Olayı İran ve Hicaz’da duyulunca halkta Emevilere karşı büyük bir kin oluştu ve isyan hareketleri baş gösterdi. Yezid’in Mekke ve Medine’ye saldırması ise bardağı taşıran son damla oldu. Özet olarak , camilerde Hz. Ali’ye küfür ettirilmesi, önce Hz Hasan’ın daha sonra da Hz. Hüseyin ve ailesinin ki Peygamberin soyu onlardan devam ediyordu, acımasızca öldürülmeleri, Emevi Hanedanına karşı muhalif bir düşünsel ve siyasal temeli olan bir harekete yol açtı. Bu harekete Hz. Ali yandaşlığı veya Alevilik demek mümkündür.


Yazan: N.Kara