HABERLER
Dini Haber
Açıklanamayanlar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Açıklanamayanlar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

KRAL PAKAL ANTİK ASTRONOT MU?

K'inich Janaab Mart 603'de doğdu. Pakal 12 yaşında tahta yükseldi ve 80 yaşına kadar yaşadı. Annesi Sak K'uk Palenque'nin hükümdarıydı. Uygun bir mirasçı olmadığından kraliçeler vardı. Sak K'uk hükmetme haklarını oğluna transfer etti. Palenque'nin gücünü Maya devletlerinin batı kesimlerinde genişletti ve başkentinde Maya medeniyetinin en iyi sanat ve mimarisini üreten bir yapım programı başlattı.

Kral Pakal çoğu zaman bir uzay gemisinin içindeki bir adamın temsili olduğu iddia edilen lahitin levhası üzerinde bulunan gravür nedeniyle kimilerince "Palenque astronotu" olarak anılmıştır.

Palenque'de ortaya çıkarılan maskenin güçlü hükümdar Pakal "El Grande"yi gösteren ilk kalıntı olduğuna inanılıyor.

1. K’inich Janaab Pakal yaygın olarak "Pacal" ya da "antik Palenque devletinin hükümdarı olan Büyük Pacal" şeklinde anılır. Onun adı klasik Maya Dili'nde Kalkan demektir. Amerika tarihinin en uzun saltanatı sayılan 68 yıl boyunca hüküm sürdüğü bilinmektedir.

Pakal’ın mezarı antik astronot hipotezi ile ilişkilendirilmiştir. Erich Von Daniken'in 1968 yılında en çok satan kitabı olan "Tanrının uçan arabaları"nda Pakal'ın lahitinin kapağını astronot tasvirleriyle karşılaştırmıştır.

A, Antik tarih, Kral Pakal, Antik astronot, K’inich Janaab Pakal,Maya kralı, Antik Maya medeniyeti, Antik uzaylılar, Uzaylıların varlığının izleri,Geçmişte uzaylı izleri, Açıklanamayanlar,

Pakal Lahiti'nin karşılaştırmasında V. Daniken şöyle yazmış:
"Bu çerçevenin merkezinde oturmuş, öne doğru eğilmiş bir adam var. Burnunda bir maske var, bazı kontrolleri idare etmek için iki elini kullanıyor ve sol ayağının topukları farklı ayarları yapmak için bir çeşit pedal üzerinde duruyor. Arka kısım ondan ayrıdır; karmaşık bir sandalyede oturuyor ve bu çerçevenin dışında egzozdan çıkar gibi küçük bir alev görüyorsun…"
Arkeologlar 1.K'inich Janaab Pakal'ı temsil ettiğine inanılan bir maske keşfettiler. Maske, Chiapas (Meksika)'da, Palapque arkeolojik bölgesindeki El Palacio olarak bilinen antik yerdeki arkeolojik çalışmalar sırasında bulundu. Uzmanlar maskeye ek olarak seramik figürler, oyulmuş kemikler ve çakmaktaşı gibi ayin nesneleri de bulduklarını bildirdiler.

Arkeolog Arnoldo Gonzalez "Bu bir tanrının temsili değil. Bazı görüntülere baktıktan sonra bunun Büyük Pakal olması mümkün görünüyor. Şu anda bu konuda oldukça eminiz" diyor.

Fakat ne olursa olsun antik astronot teorisi peşinde koşturanlar bilmeliler ki Mezoamerika kültüründe maske takmak, özellikle de altın maske kullanmak çoğunlukla dini bir ayine hizmet etmiştir. Uzaylılar veya dünya dışı yaşam ile zerre ilgisi yoktur. Bkz: Aztek İnançları ve İnsan Kurbanları

Kaynaklar:
Finley, Michael. "Von Daniken's Maya Astronaut". SHAW WEBSPACE. Archived from the original on April 12, 2008. Retrieved 18 October 2015.
Freidel, David A.; Schele, Linda; Parker, Joy (1993). Maya Cosmos: Three Thousand Years on the Shaman's Path. New York: William Morrow and Company. ISBN 9780688100810.
Martin, Simon; Nikolai Grube (2008). Chronicle of the Maya Kings and Queens: Deciphering the Dynasties of the Ancient Maya (2nd ed.). London and New York: Thames & Hudson. ISBN 9780500287262. OCLC 191753193.
Mathews, Peter. "WHO'S WHO IN THE CLASSIC MAYA WORLD". Foundation for the Advancement of Mesoamerican Studies, Inc. (FAMSI). Retrieved 18 October 2015.
Schele, Linda; Mathews, Peter (1998). The Code of Kings: The Language of Seven Sacred Maya Temples and Tombs. New York: Touchstone. ISBN 068480106X. Retrieved 17 October 2015.
Skidmore, Joel (2010). The Rulers of Palenque (PDF) (Fifth ed.). Mesoweb Publications. Retrieved 12 October 2015.
Stokstad, Marilyn (2008). Art History Fourth Edition. Upper Saddle River, New Jersey: Prentice Hall. ISBN 0-205-74422-2.
Stuart, David; Stuart, George (2008). Palenque: Eternal City of the Maya. Thames & Hudson. ISBN 9780500051566.
von Däniken, Erich (1969). Chariots of the Gods?: Unsolved Mysteries of the Past. Bantam Books. ISBN 0285502565.

Yazan & Çeviren: A.Kara

ANTİK UÇAN ARAÇ : PUŞPAKA VİMANA

Açıklanamayanlar, Hint mitolojisi, mitoloji,A,Antik uzaylılar,Uçan araç tasvirleri,Pushpaka Vimana,Hint mitolojisinde uçan araç,Mitolojide ufolar,Antik metinlerde ufo, Mahabharata destanı
"Güneşe benzeyen ve kardeşime ait olan Puşpaka Vimana, güçlü Ravana tarafından getirildi; Havada süzülen mükemmel Vimana her yere gidebilir... gökyüzündeki parlak bir buluta benzeyen savaş arabası… ve Kral [Rama] içeri girdi ve Raghira'nın komutasındaki mükemmel savaş arabası daha da yükseklere, atmosfere yükseldi."

Hindu mitolojisi inanılmaz hikayeler, efsaneler, mitolojiler ve en önemlisi yazılı metinlerle doludur.
Önceki makalelerde yazar arkadaşlarımız ve ben Mahabharata'yı ve içinde tarif edilen sayısız güçlü silahı ele almıştık.

Antik Hindu tarihinde "Vedalar" olarak adlandırılan eski kutsal metinler 6000 yıl önce gezegenimizi ziyaret eden inanılmaz uçan gemilerden bahseder.

Bu makalede Vimana'ya daha özel olarak Hindu metinleri ve Sanskrit destanlarında anlatılan güçlü bir antik uçan araç olan antik Puşpaka Vimana'ya bir göz atacağız.

Kral Ravana'nın (Vimana'yı Lord Kubera'dan ele geçiren ve Rama'yı Kubera'ya iade eden) Puşpaka Vimana'sı vimana'nın en çok alıntı yapılan örneğidir.

Ayrıca Vimana'lardan Jain metinlerinde de (eski bir Hint dini olan Jainizm) bahsedilmektedir.

Eski Vimana'ya yapılan atıf antik Hindistan'ın iki büyük Sanskrit destanından biri olan Mahabharata'da bulunmaktadır:

“Rama'nın emrindeki muhteşem savaş arabası muazzam bir gürültü ile bir bulut dağına çıktı."
Başka bir pasaj:
"Bhima güneş gibi parıldayan ve bir fırtınanın gürültüsü gibi bir gürültü yapan Vimana'sıyla muazzam bir ışık huzmesi üzerinde uçtu."

Oxford Üniversitesi'nden Sanskrit Profesörü Monier Williams Antik Vimana'yı "Bir araç ya da tanrıların bir arabası, bazen ise kendiliğinden hareket eden ve bir koltuk ya da taht olarak hizmet eden bir hava aracı" olarak tanımlıyor. Diğer açıklamalar Vimana'yı bir ev ya da saray gibi gösterir ve bir türün yedi kat daha yüksek olduğu söylenir" (Aklıma İslamiyet'teki "7 kat gök" mevzusu geldi, İslamiyet ile Hinduizmin çok fazla ortak yanı var)


Modern dillerde Vimana genellikle uçak olarak tercüme edilir. Vimana'nın birçok tasvirinde bir tapınak kadar büyük olduğu iddia edilen bu güçlü makineler görülmektedir.

Eski Sanskrit Destanları'nda Vimana bir dizi farklı antik Tanrı tarafından kullanılan uçan savaş arabaları olarak geçer. Çeşitli Vedik tanrılarının bir yerden başka bir yere geçmek için bu uçan, çarklı arabaları kullandığı anlatılır.

Eski metinlerin bazı ayetleri farklı yazarlar tarafından "mekanik kuşlar" olarak yorumlanmıştır.
Örneğin Rigveda'da (antik bir Hint Vedik Sanskrit ilahileri koleksiyonu) aşağıdaki açıklamayı bulabilirsiniz:
"Karanlık iniş: Altın renkli kuşlar sulara içinden cennete kadar uçtular. Yine onlar emir ile koltuklarından alçalırlar ve tüm dünya onların şişmanlıkları ile nemlenir. On iki jant, tekerlek başlığı ve tek tekerlek..." [Ralph Thomas Hotchkin Griffith'in Rigveda ilahileri]
Vedik iliminde ve Sanskrit dilinde ünlü bir bilgin olan Swami Dayananda Sarasvati'ye göre eski Vimana güçlü bir uzay aracıydı:
"Ateş ve su kullanarak hızlı bir şekilde uzaya gidiyor… 12 sütunlar, bir tekerlek, üç makine, 300 pivot ve 60 alet içeriyor"

PUŞPAKA VİMANA
Puşpaka Vimana genellikle mitolojik bir uçan saray veya savaş arabası olarak tanımlanır.

Ramayana'da, Puşpaka Vimana'nın sıra dışı bir tanımını buluyoruz:
"Güneşe benzeyen ve kardeşime ait olan Puşpaka Vimana, güçlü Ravana tarafından getirildi; Havada süzülen mükemmel Vimana her yere gidebilir... gökyüzündeki parlak bir buluta benzeyen savaş arabası… ve Kral [Rama] içeri girdi ve Raghira'nın komutasındaki mükemmel savaş arabası daha da yükseklere, atmosfere yükseldi."
Puşpaka Vimana mevcut Hindu metinlerinde adı geçen ilk uçan vimana olarak göze çarpar. Güçlü Puşpaka Vimana'nın yaratılışın tanrısı Brahma için Vişvakarma tarafından inşa edildiğine inanılır. Vimana daha sonra Brahma tarafından servet tanrısı Kubera'ya verilir. Sonunda Puşpaka Vimana Lanka ile birlikte üvey erkek kardeşi Ravana tarafından çalınır.

Yazan & Çeviren : A.Kara

AGARTHA VE ŞAMBALA

N.Kara, Açıklanamayanlar, Agartha ve Shambhala,Agartha ve Şambala,Yer altındaki gizemli dünya,mitoloji,Kayıp dünya teorisi,Amiral Byrd,Amiral Byrd'ın günlüğü,Kayıp dünya ve Hitler
AGARTHA: YER ALTINDAKİ GİZEMLİ DÜNYANIN SIRLARI
Agartha tarih boyunca önemli bir yere sahip olmuş Kayıp Dünya veya İç Dünya teorisi ; yer kabuğunun altında başka dünyaların da var olduğunu ,oraya gidilebilecek yolun kutup noktalarındaki delikler ve yer altındaki tüneller aracılığı ile girileceğini iddia ederler. Size bu tuhaf efsanenin tarihini ve teorinin gizemli noktalarını aktaracağım. Bu efsane Eski Mısır'dan Budizm'e,Hitler’e ve oradan da uzaylılara kadar uzanıyor.

Bende uzun yıllardır bu efsaneyi çok merak etmişimdir. O yüzden şimdiden söylememde fayda var yazım hayli uzun olacak. Ama emin olun bu efsane size çok ilginç gelecek.

AGARTHA VE SHAMBHALA (ŞAMBALA)
Gizemli ve Kayıp Dünya'nın teorisini anlamak için önce Agartha ve Şambala'yı kısaca anlatalım. Efsaneye göre ; çok eski zamanlarda Himalaya Dağları'nın altında yer alan sonsuz mağaralar ülkesi bulunmaktaydı. Buraya uzaysal kökenli üstün bir ırk yerleşti.Bu uzaylı ırkın insanları bir süre sonra ikiye ayrıldılar. Bu iki bölüm Agartha ve Şambala'dır. Yani Agartha sağ el (iyilik,dürüstlük yolu) Şambala sol el (karanlık yol ) 'dur. Şambala dünyayı ele geçirmek istese de , Agartha  dünya toplumlarından uzak kalmayı tercih etmiştir. Ayrıca bu efsaneyi Budizm de kabul etmiştir.

MİTOLOJİDE KAYIP DÜNYA
Agartha Kayıp Dünya ! Hyperborea olarak geçen bu ülke Kuzey Trakya’da bulunan hayali bir bölgededir.  Antik Yunan mitolojisinde bu şekilde geçmektedir. Bu ülkede her şey mükemmeldir. Hiç akşam olmamakta ve  günde 24 saat güneş parlamaktadır. Onlara göre Dünya’nın içinde bulunan bir Güneş’tir. Bu Güneş bizim Dünyamızdaki Güneş’imiz değil. Ayrıca İç Dünya’ya Mısır, Tibet, Yucatan, Bermuda Üçgeni, Rusya ve Afrika’dan girişler vardır.
Budistler de Agartha'nın ilk kez kolonileştiğini şöyle anlatmaktadır. Onlara göre binlerce yıl önce kutsal bir adam kabilelerini yerin altında kaybettiğinde Agartha kolonileşti. Budistler yeraltı krallığının nüfusunun milyonlarca olduğuna inanır. Ve krallıktaki insanların Dünya’nın yüzeyinde bulunan bilimlerden çok daha üstün bir bilime sahip olduğunu iddia ederler. Bu bilimsel iddiaya örnek olarak yeraltı tünellerinde muazzam hızlarla ilerleyen arabalar da vardır.

Diğer uygarlıklarda Navajo efsaneleri yazıları şöyle geçmektedir:
Eskimo ,Mısır ve Çin yazılarında onların atalarının Dünya’nın içindeki cennet topraklardan geldiği söylenir. Kuzeyde bulunan büyük bir açıklıktan ve Dünya kabuğunun altında yaşamakta olan insan ırkından bahsederler.

Pueblo Yerlilerinin mitolojik hikayelerinde kendi tanrılarının kaynağının da iç dünyadan geldiğini söylenmektedir. Ayrıca hikayeye göre İç Dünya Kuzey'deki bir delik ile yeryüzünde bulunan insanlara bağlanmaktadır.

Yerli Amerikalı halklar arasında olağanüstü güçleri olan bu kadim insanların büyük bir tufan tarafından büyük mağaralardan dışarı sürüldüğü de anlatılmaktadır. Ayrıca bu efsaneler insanın atalarının Dünya'nın altından geldiğini öğretir. Daha sonra yüzeye çıktıklarında ise , kendi tapınaklarını aramadan önce büyük bilgilerini insan ırkına aktardıkları söylenir.

Tolteklerin ve Azteklerin büyük lideri olan kadim Quetzalcoatl efsanelerinde, onun sekiz gün boyunca bir uçan dairede gözden kaybolduğu ve yeraltı dünyasını ziyaret ettiği anlatılır.
İslâm’da da Kehf olarak geçen inanç (yeraltı mağaralar şebekesi)olarak geçmektedir. Ayrıca Kuran-ı Kerim’de geçen Ye’cüc-Me’cüc, Tevrat ve İncil’de Gog, insana benzeyen yeraltı ırklarıdır. Bir örnek verilecek olursa özellikle bu üstün ırkın Himalaya dağları altındaki geniş, çok büyük mağara-galerilerde yaşadıklarına inanılır.


DELİKLER VE TÜNELLER
Onlara göre yeraltı ülkesinin giriş yolu Kuzey ve Güney Kutbu'ndaki büyük deliklerdir (bunlar uydu fotağrafları ile kanıtlanmıştır). Dünyanın birçok noktasına bu tünel ve deliklerle varılabileceğini söylerlerler. Tibet’in başkenti Lhasa’nın İç Dünya’ya bir tünel ile bağlandığı ve Giza’daki Büyük Piramit’in tabanındaki gizli odaları Agartha’ya bağladığına inanılır. Tibetdeki tünelin sırrını saklamak için yemin eden Lamalar ya da Tapınak Şövalyeleri tarafından korunduğu söylenir. Ülkemizde de Nevşehir, Niğde, Göreme gibi bölgelerdeki mağaralar ve tüneller ağının bu teoriyi desteklediği düşünülmektedir.

EFSANENİN TEK TANIĞI AMİRAL BYRD
1947 yılında yaptığı Kuzey Kutbu seyahatinde burayı gördüğünü iddia eden Amiral Richard Byrd oldu.Binlerce yıllık Kayıp Dünya teorisini doğrulayan tek isimdi. Yaşadıklarını da günlüğüne detaylı bir şekilde kaydetti.

Amiral Byrd bir telsizci ile birlikte 19 Şubat 1947 günü Kuzey Kutbu’na bir uçuş yapmak istedi ve görev aldı. Karlı bir hava içinde süzülürken uçağıyla 7000 metre yüksekliğe çıktığında her şey yolundaydı. Ancak karşılaştığı bir türbülans sonucunda 1000 metreye kadar inmeye karar verdi. Uçağıyla indiği o yerin hemen altında dümdüz uzanan bir buz alanı gördü. Amiral inanılmaz bir manzara ile karşılaşmıştı. Kar yağıyordu ve gökyüzü kırmızıdan mora kadar tüm renklere bürünmüştü. Ardından kısa bir uçuştan sonra dağlık bir bölgeye geldi. Yarım saat kadar sıra dağlar üzerinde uçtu. Byrd uçağıyla 8900 metreye çıkmıştı. Ancak bu dağları tanımlayamıyordu, haritada yer almamışlardı. Sonra birden dağların arasında ve tam ortada akan bir nehir gördü. Tuhaf olan bi şey vardı. Normalde buz ve kar olması gerekirken o yerde yeşil ormanlar vardı.

Amiral Byrd hemen oraya inmeye karar verdi. 4000 metreye kadar indiğinde altında tamamen yemyeşil bir alan vardı. Güneşi göremiyordu çünkü ışık çok farklıydı. Biraz daha aşağıya indiğinde ise, garip hayvanlar gördü. İlk baktığında gördüğü şeyin fil olduğunu düşündü. Ama daha da yaklaşıp hayvanlara baktığında bunların birer mamut olduğunu fark etti. Ardından Amiral bu gördüklerini üsle paylaşmak istedi ama olmadı... Çünkü artık telsiz bağlantısı kuramıyordu.

Bulunduğu yerde sıcaklık 23 dereceydi. Amiral uçakla yol almaya karar verdi. Daha ileride yer alan kent benzeri bir yer olduğunu farketti. Uçak hafifledi, tüy gibi dalgalanarak uçuyordu. Uçak adeta bilinmeyen bir güç tarafından kontrol altına alınmıştı. Bu ağır uçuş sırasında Amiral karşıdan kendisine doğru yaklaşmakta olan bir başka uçan cismi gördü. Bu disk biçiminde parlak bir nesneydi. Ve uçan cismin üzerinde bir gamalı haç işareti vardı.

Amiral bir süre sonra Alman ya da İsveç aksanıyla konuşan birinin telsizden kendisine hitap eden sesini duydu. Bu ingilizce konuşan biriydi.“Bölgemize hoş geldiniz Amiral. Sizi 7 dakika içinde indireceğiz. Güvendesiniz rahat olun.” Ardından uçağın motorları durdu ve sanki garip bir gücün etkisi altındaymış gibi uçak kendi çevresinde dönüyordu. Amiral inişe geçmişti ama o an kendisini görünmeyen dev bir asansörün içindeymiş gibi hissetti. Uçak şiddetle titremeye başladı ve kısa bir süre sonra hafifçe yere temas etti. Amiral büyük bir heyecan içindeydi. Bulunduğu yer gereğinden fazla huzurluydu. Ardından kendisini karşılamaya gelen çok uzun boylu ve  sarışın insanları gördü. Uzakta büyük parlak binaların olduğu bir kent vardı. Amiral ve yanındaki mürettebat, bu garip yerin ev sahipleri tarafından son derece kibar ve dostça tavırlarla karşılandılar.

Amiral, mürettebatı ve Agarthalılar şehre girmek için önce tekerlekleri olmayan düz bir platforma çıktılar ve hızla parlak şehre doğru hareket ettiler. Sanki binalar kristalden yapılmış gibiydi. Amiral gördüklerini hayretle izliyor 'Ancak bunlar öncü mimari eserler ya da bilim kurgu filmlerinde olabilir' diyordu. Amiral Byrd kendilerine ikram edilen içecekleri içtikten sonra iki hostes tarafından başka bir yere götürüldüler . Burası upuzun bir koridordu. Koridor çok aydınlıktı çünkü duvarların içinden gelen gül kurusu rengine benzer ışık her yeri eşit derecede aydınlatıyordu. Sonra bir kapının önünde durdular. Bu kapının üzerinde anlayamadığı derece karmaşık yazılar vardı ve ardından kapı sessizce açıldı. Yanında bulunan hosteslerden biri Amiral’e endişelenmemesi gerektiğini O'nu Üstad’ın huzuruna çıkaracağını söyledi.


AMİRALİN GÜNLÜĞÜNDEN ÜSTADLA KONUŞMASI
Konuşma şöyle geçiyor :
''İçeri giriyorum, çarpıcı renkler görüyorum, oda büyüleyici ve çok etkileyici. Karşımda çok güzel bir insan var, gördüklerimi anlatamıyorum, bildiğim sözcükler buna yeterli değil. İnsan gibi ama çok daha ötesinde, huzur ve mutluluk yayıyor. Düşüncelerim kesiliyor, melodik ve sıcak bir sesle konuşuyor; ''Yerimize hoş geldiniz Amiral''

''O, bir erkek, yüzünde çok uzun yılların izleri var, uzun bir masada oturuyor sonra kalkıp, bana oturmam için gösteriyor. Oturuyoruz, bana bakıp gülümsüyor ve yine o yumuşak ve melodik sesle konuşuyor; ''Sizin buraya girmenize izin verdik çünkü siz dünyanın yüzeyinde tanınan asil birisiniz.'' Dünyanın yüzeyi mi? diyor ve soluğumu tutuyorum. Gülümsüyor ve; ''Evet, şu anda İç Dünya´nın Arianni bölgesindesiniz. Sizi görevinizden fazla alıkoymayacağım, güvenle yüzeye geri döneceksiniz. Ama şimdi Amiral, sizi neden buraya çağırdığımızı söyleyeceğim. Irkınızın Japonya´da Hiroshima ve Nagasaki´de patlattığı ilk atom bombalarıyla çok ilgiliyiz. Bu nedenle alarma geçtik ve uçan araçlarımızı yolladık, biz bunlara 'Flugelrad' diyoruz. Sizi gözlüyorlar ve ırkınızın yüzeyde ne yaptığını araştırıyorlar. Bütün bunlar geçmişte kaldı Amiral ama biz devam etmek zorundayız. Irkınızın savaşlarına ve barbarlığına daha önce hiç karışmadık ama şimdi durum farklı. İnsanlık için uygun olmayan doğal bir gücü yani atomik enerjiyi öğrendiniz. Özel görevlilerimiz dünyanızdaki güçlere mesajlar veriyorlar ama henüz bir tepki vermediler. Şimdi sizi dünyamızın varlığını gören bir tanık olarak seçtik. Irkınızdan binlerce yıl daha eski olan kültürümüzü, bilimimizi göreceksiniz Amiral.''

''Sözünü kesiyor ve benimle ne yapacaklarını soruyorum. Üstad delici bakışlarıyla sanki düşüncelerimi okuyor ve bir zaman sonra cevap veriyor;''Irkınız şu anda dönüşü olmayan noktaya ulaştı. Aranızda ellerindeki gücü bırakmaktansa, dünyayı yok etmeyi göze alacak olanlar var'' Başımı sallıyorum ve devam ediyor; ''1945'de ve sonrasında ırkınızla ilişki kurmaya çalıştık ama düşmanca davranıldı, Flugelrad´larımıza ateş açılıp, düşürüldüler. Savaş uçaklarınız, kötü amaçlarla düşmanca davranarak bizimkileri kovaladılar. Şimdi sana şunu söylüyorum oğlum; dünyanızda çok büyük bir kötülük fırtınası oluşmakta, kara bir öfke ve şiddet yıllardır hiç eksilmeden, artarak birikiyor. Silahlanmanızın bir anlamı yok, biliminizde güvenli bir yer yok. Kültürünüzde açan her çiçek, öfke ve hiddetle ezilip, yok ediliyor, tüm insan canlılar derin bir kaosun içine düştüler. Yaşadığınız son savaş daha sonra ırkınızın başına geleceklerin sadece bir başlangıcı. Biz burada her geçen saat durumu daha açık görüyoruz. Söylediklerimde bir yanlış var mı?''Hayır, bu eskiden de oldu, karanlık çağlar geldi ama beş yüz yıl önce sona erdi, diyorum. Üstad devam ediyor; ''Evet, oğlum. Karanlık çağlar asıl şimdi ırkınızın üzerine geliyor, karanlık dünyayı bir örtü gibi örtecek ama inanıyorum ki ırkınızdan bazıları yaşamayı başaracaklar ama buna daha zaman var, fazlası söylenmemeli. Çok uzaklarda ırkınızın yıkıntıları arasından yeni bir dünya doğacak, kayıp efsanevi hazineleri arayacaklar ve oğlum bizim korumamızda güvenlikte olacaklar. Zamanı geldiğinde biz ırkınıza ve kültürünüze yardım edeceğiz, belki savaşın ve çekişmelerin boş yere olduğunu bir gün öğreneceksiniz, ancak bundan sonra ırkınız tekrar kültürü ve bilimi elde edebilecek. Şimdi oğlum, bu mesajla beraber yüzeye dönebilirsin''

Döndükten sonra Pentagon’daki bir toplantıda bildiklerini anlatan Amiral'e yetkililer 'Bildiklerini kimseye anlatma ve sakla' diye bildirimde bulundular. Tabi yetkililer tarafından söyledikleri de kayda alınmıştı.

KAYIP DÜNYA TEORİSİNİN GELİŞİMİ VE HİTLER
1818’de Ohio’da bulunan Eski piyade yüzbaşısı Cleves Symnes ‘den yüzlerce önemli insana bir mektup gitti.
“Bütün dünyaya: Yeryüzünün içi boş ve yaşanılır durumda olduğunu beyan ediyorum. İçice konulmuş bir çok katı küreden meydana gelip kutuplarda bir girişi vardır. Bu söylediklerimin gerçek olduğunu ispat etmeye hazırım. Dünya bana yardım ederse yeryüzünün içini keşfedeceğim.”

Cleves Symnes‘e göre beş ayrı dünya vardı. Yani dünya iç içe geçmiş beş küreden meydana geliyordu. Cleves bu dünyalarda yaşayan insanların iç dünyadan dış dünyaya çıkabilmek için ; tünelleri kullanarak diğer katlara geçtiklerini hem de kutuplarda yer alan çıkış kapılarını kullandıklarını söylemiştir. Belki de tüm yaşamını bu teoriyi kanıtlamaya adayan Symnes’in yaptığı bu keşfi kimsenin dikkatini çekmeyi başaramadı.

1870 yılında aynı teoriden yola çıkarak bir örgüt kuran kişi yine bir Amerikalı olan Cyrus Read Teed ‘di. Teed bir süre sonra bir dergi yayımlamaya karar verdi. Sonrasında ise çevresinde kendisine inanan binlerce kişi toplamayı başardı. Bu yeraltı dünyası görüşü aradan geçen zamandan sonra sadece gizemciler ve gizli örgütler değil, politikacılar tarafından da benimsendi. Bunların başında gelen isimlerden biri de Adolf Hitler’di.

Bilindiği gibi o dönemlerde Almanların dünya dışından gelen beyaz tenli, mavi gözlü ve sarışın olan üstün bir ırktan geldiğine inanılıyordu. Binlerce yıldır tüm dünyada Kayıp Dünya’yı anlatmak için kullanılan evrensel bir sembol olan gamalı Haç (Svastika) Nazi Partisi’nin de sembolüydü. Birçok Nazi subayının Agartha’nın girişini bulmak üzere Tibet’i ziyaret ettiği de biliniyor ve bu da Hitler döneminde olmuştu. Burdan yola çıkarsak Amiral Byrd’in Nazi Almanyası devri sona erdikten sadece iki yıl sonra yaşadığı bu tecrübe manidar ve çelişkili görünüyor.

Günümüzde de hala yeraltı ülkelerine ulaşmak için yapılan çalışmalardevam etmektedir. New York Central Park’ın altında ve Afganistan’da da yeni karmaşık tüneller bulunduğu söyleniyor. Mısır’da piramitlerin altındaki tünellerin uzun süredir araştırıldığı da bilinmektedir.

Dünyada bu konuyla ilgili yapılan araştırmalar devam etmekte olup verilen örnekler de ilginçtir. Örneğin bir araştırma sonucunda coğrafik deneylerde 10 km derinliğe inildiğinde Dünya’da sıcaklığın artması gerekirken, aniden ısının düştüğü gözlemlenmiş. Bir diğer örnek ise ; 7 km’den fazla derinde bulunan fosillerde mikro organizmalara rastlanmıştır. İlginç olan bugüne kadar Dünya’mızın yapısı ile ilgili ortaya atılmış olan bütün teorilere ters düştüğüdür. O halde şunu diyebilir miyiz ? Dünya’nın içindeki ısının kaynağı ya başka bir şey, ya da içi sanıldığı gibi çok sıcak değil.

Kolombiya Üniversitesinde çalışan iki sismog Paul G. Richards ve Xiao- dong Song . Onların tespitlerine göre, dünyanın içi, gezegenin geri kalan kısmından daha hızlı hareket ediyor. Araştırmalarına göre, dünyanın içindeki katı çekirdek dıştaki sıvı dış kabuğun içinde dönebiliyor. Onlara göre iki seçenek çıkmıştı ortaya. Dünya’nın çekirdeği daha hızlı hareket edebiliyorsa ya onu çevreleyen kütle ona basınç uygulayamıyor ya da yer çekim gücü ile ortada bağımsız bir şekilde salınabiliyordu. Yani bu çekirdeğin İç Dünya teorisine göre, İç Güneş olabileceği düşünülüyor.
Ayrıca bugüne kadar geçerli olan bir teori de yıkılmıştır. Bu teori dünyanın kabuğunun 60 km. kalınlığında ve altında sıvı kaya tabakasının mevcut olduğu ileri sürülen teoridir.  Bir deprem analizi sırasında 400 km. derinlikte dünyanın kabuğunu oluşturan sert kaya tabakalarına rastlayan California’lı ve Illinois’li Jeofizikçiler de olmuştur.

Yazan & Derleyen: N.Kara

HEZEKİEL KİTABINDAKİ UÇAN ARAÇLAR

Yazan: A.Kara
Açıklanamayanlar, A, Hezeikel'in kitabı, Hezekiel'in gördükleri, Hezekiel ve ufo, Hezekiel'in gördüğü uçan araçlar, din, Hezekiel'in görüşleri, Hezekiel ne gördü?, Ufolar, hristiyanlık,

HEZEKİEL KİTABI UZAY ARACINDAN MI SÖZ EDİYOR?

Adı "Tanrıyı güçlendirmek" anlamına gelen Hezekiel MÖ 623 dolaylarında ruhban sınıfından bir ailede dünyaya gelmiştir. Yahudi geleneği de hem bir rahip hem de peygamberdir. MÖ 592 dolaylarındaki ilk kehanetleri Kudüs’teki şiddet ve yıkımlar hakkında bildirimde bulunurken sonraki sözleri Babil sürgünündeki Yahudilerin umutlarına seslenmiştir. Onun Tanrı ve İsrail halkı arasında yeni bir anlaşma yapılacağına yönelik inancı sürgün sonrası Yahudilerin örgütlenmesinde etkili olmuştur.

MÖ 6. yüzyılın ilk otuz yılı boyunca peygamber olarak görev yapan Hezekiel II. Nebukadnezar (MÖ 605-562) yönetimindeki Babil İmparatorluğu’nun Yahuda Krallığı’nı ortadan kaldırmasına tanık olmuştur. Kudüs MÖ 597’de teslim olmuş olsa da Yahudilerin direnişi tekrar canlanınca şehir tamamen yok edilmiş (MÖ 586-567) ve Yahudiler Babil’e sürgüne gönderilmişlerdir. Hezekiel’de sürgündekiler arasındaydı ve Nippur yakınlarındaki Kevar kanalı dolaylarında yaşıyordu.

Bilindiği gibi İbrahimi dinlerdeki inanca ve yazınlardaki anlatılara göre peygamber sayılabilmek için tanrıyı veya meleklerini görmek, onun güç ve krallığını yansıtan kimi olaylara şahit olmak, sesini duymak, vahiy almak gibi çeşitli durumların yaşanması gerekir. İşte Hezekiel’in peygamberlik görevine başlaması da benzer bir olay içerir. Yazdığına göre MÖ 592 Temmuz ayında Tanrı’nın taht arabası hakkında bir vizyon görerek peygamberlik çağrısı alır. Özellikle antik astronot teorisi taraftarları söz konusu anlatıyı uzaylılar, uzay aracı, hatta Anunnakiler diye ele almaktan kaçınmamışlardır.

Şimdi ilk olarak Hezekiel Kitabı’ndaki ilgili yeri okuyalım:

Otuzuncu yılda, dördüncü ayın beşinci günü Kevar Irmağı kıyısında sürgünde yaşayanlar arasındayken gökler açıldı, Tanrı’dan gelen görümler gördüm. Kral Yehoyakin’in sürgünlüğünün beşinci yılında, ayın beşinci günü, Kildan ülkesinde, Kevar Irmağı kıyısında RAB Buzi oğlu Kâhin Hezekiel’e seslendi. RAB’bin eli orada onun üzerindeydi.

Kuzeyden esen kasırganın göz alıcı bir ışıkla çevrelenmiş, ateş saçan büyük bir bulutla geldiğini gördüm. Ateşin ortası ışıldayan madeni andırıyordu. En ortasında insana benzer dört canlı yaratık duruyordu; her birinin dört yüzü, dört kanadı vardı. Bacakları dimdikti, ayakları buzağı ayağına benziyor ve cilalı tunç gibi parlıyordu. Dört yanlarında, kanatların altında insan elleri vardı. Dördünün de yüzleri, kanatları vardı. Kanatları birbirine değerek dosdoğru ilerliyor, ilerlerken sağa sola dönmüyordu.

Her yaratığın dört yüzü vardı: Önde dördünün yüzü insan yüzüne, sağda dördünün aslan yüzüne, solda dördünün öküz yüzüne, arkada dördünün kartal yüzüne benzer bir yüzü vardı. Yüzleri böyleydi. Kanatları yukarıya doğru açılmıştı. Her yaratığın iki kanadı yanda öbür yaratıkların kanadına değiyor, iki kanatla da bedenlerini örtüyordu. Her biri dosdoğru ilerliyordu. Ruhları onları nereye yönlendirirse, sağa sola sapmadan oraya gidiyorlardı. Canlı yaratıkların görünüşü yanan ateş közleri ya da meşale gibiydi. Ateş yaratıkların ortasında hareket ediyordu; ışık saçıyor ve içinden şimşekler çakıyordu. Yaratıklar şimşek çakar gibi hızla ileri geri gidip geliyorlardı.

Bu dört yüzlü yaratıklara bakarken, her birinin yanında, yere değen bir tekerlek gördüm. Tekerleklerin görünüşü ve yapısı şöyleydi: Sarı yakut gibi parlıyorlardı ve dördü de birbirine benziyordu. Görünüşleri ve yapılışları iç içe girmiş bir tekerlek gibiydi. Hareket edince yaratıkların baktıkları dört yönden birine doğru sağa sola sapmadan ilerliyordu. Tekerleklerin kenarı yüksek ve korkunçtu; hepsi çepeçevre gözlerle doluydu.

Canlı yaratıklar hareket edince, yanlarındaki tekerlekler de hareket ediyordu; yaratıklar yerden yükseldikçe, tekerlekler de onlarla birlikte yükseliyordu. Ruhları onları nereye yönlendirirse oraya gidiyorlardı. Tekerlekler de onlarla birlikte yükseliyordu. Çünkü yaratıkların ruhu tekerleklerdeydi. Yaratıklar hareket ettiğinde onlar da hareket ediyor, yaratıklar durduğunda onlar da duruyor, yaratıklar yerden yükseldiğinde onlar da yükseliyordu. Çünkü yaratıkların ruhu tekerleklerdeydi. 

Kubbeye benzer, billur gibi parlak ve korkunç bir şey canlı yaratıkların başları üzerine yayılmıştı. Kubbenin altında kanatlarının biri öbürünün kanatlarına doğru açılmıştı. Her birinin bedenini örten başka iki kanadı vardı. Yaratıklar hareket edince, kanatlarının çıkardığı sesi duydum. Gürül gürül akan suların çağıltısını, Her Şeye Gücü Yeten’in sesini, bir ordunun gürültüsünü andırıyordu. Durunca kanatlarını indiriyorlardı. Kanatları inik dururken, başları üzerindeki kubbeden bir ses duyuldu.

Başları üzerindeki kubbenin üstünde laciverttaşından yapılmış tahta benzer bir nesne vardı. Yüksekte, tahtı andıran nesnede insana benzer biri oturuyordu. Gördüm ki, beli andıran kısmının yukarısı içi ateş dolu maden gibi ışıldıyordu, belden aşağısı ateşe benziyordu ve çevresi göz alıcı bir ışıkla kuşatılmıştı. Görünüşü yağmurlu bir gün bulutların arasında oluşan gökkuşağına benziyordu. Öyleydi çevresini saran parlaklık.

RAB’bin görkemini andıran olayın görünüşü böyleydi. Görünce, yüzüstü yere yığıldım, birinin konuştuğunu duydum. [ Hezekiel 1.]

Antik astronot teoricileri buradaki anlatıları bütün olarak ele almak yerine yalnızca kimi cümleleri alıp üzerlerine düşünerek çıkarımlarda bulunurlar. Örneğin buradaki ateş saçan bulut ve tekerlek anlatılarını bir uzay gemisi betimlemesi olarak ele alırlar. Peki anlatılan gerçekten bu mu yoksa öyle inanılmak istendiği için yazılar esnetilip farklı yerlere mi çekiliyor. Şimdi tek tek değinerek konuya açıklık getirmek istiyorum.

İlk olarak, çoğunuzun bildiği gibi dünyanın neredeyse her yerinde insanlar için Tanrı veya tanrıların bulunduğu yer gökyüzü olmuştur. Çünkü hem insanın hayal gücünü canlandıran ve doğası tam olarak bilinmeyen gezegen ve yıldız gibi göksel cisimler oradadırlar hem de dönem insanının ulaşamayacağı bir alan olması nedeniyle Tanrı veya tanrıların ikamet edebileceği bir konum olarak kabul edilmiş, insanların hayal ve inanç dünyasında böyle şekillenmiştir.

UÇAN ARABALAR, KAYIKLAR, GEMİLER

Peki şekillenen bu inançlara göre tanrılar gökyüzünde nasıl hareket ediyorlardı? Unutmayın ki insanların tanrılar hakkındaki görüş ve inanışları kendi hayatlarının içinde ne varsa onların mükemmelleştirilmiş veya gökselleştirilmiş türevleridir. Örneğin yerde at arabaları, çariot denen iki tekerlekli savaş arabaları, gemi veya kayıklarla yol alan insanlar gökyüzündeki tanrılarına bunların uçabilenlerini atfetmişlerdir. Ne de olsa Tanrı sıradan bir ölümlü gibi yeryüzünde yol alacak değildir ya.. 

Ateşten atların çektiği göksel arabasıyla uçan Güneş tanrısı Helios veya Apollo’nun, gümüşten arabasıyla geceleri gökyüzünde uçan Ay tanrıçası Selene’nin, iki keçinin çektiği arabasıyla gökyüzünde ilerleyen Gök gürültüsü tanrısı Thor’un, altından arabaya binen Freyr’in, göksel bir kayığa binerek gökyüzünü dolaşan Güneş tanrısı Ra’nın,  7 atın çektiği savaş arabasıyla uçarak ilerleyen Güneş tanrısı Surya’nın, uçan savaş arabasına binen Gök tanrısı İndra’nın, uçan bir savaş arabasıyla yolculuk eden Güneş-tanrı Utu veya Şamaş’ın, taşıdığı güneşle uçarak giden Güneş tanrıçası Xihe’nin, göksel bir kayıkla Ay’a yolculuk eden Chang’e’nin ve onca mitolojik tanrı-tanrıçanın altında yatan anlayış tam olarak budur.

Söz konusu tanrı tanrıçaların araçları inanışlara göre çoğu zaman kendi başlarına hareket edebiliyor olsalar da özellikle İbrahimi gelenekte baskın gelen farklı bir anlayış vardır. Tıpkı bir kralın arabasının insan veya atlar tarafından çekilmesi veya tahtırevan üzerindeki tahtında otururken insanlar tarafından omuzlanıp götürülmesi gibi tanrı tahtında oturur ve göksel hizmetlileri tarafından taşınır. 

Ruhban sınıfına göre tanrı, özellikle de her şeye egemen olan gök tanrı sade bir şekilde görülemeyeceğinden ortaya çıkışı doğada karşılaştıkları etkileyici ve korkutucu göksel olaylarla süslenmiştir. Gittiği yerde gürültülü şimşek ve kıvılcımlar eşliğinde beliren bir bulut olmasının nedeni de bu anlayıştır. Unutmayın ki Tevrat’a göre çöldeki İsrailoğullarına gündüz bir bulutun, gece ise bir ateş sütununun yol gösterdiği yazar. [Çıkış 13:21-22.] Sina Dağı’na geldiğinde yıldırım ve dumanla kaplı bir bulut belirir. [Çıkış 19:16-18.] Buluta veya bulutlar içindeki tahta binen tek tanrı Yahve de değildir. Kenan ve Fenikelilerin fırtına tanrısı Ba’al gökyüzünde bulut ve şimşeklerle dolaşır ve “bulut binicisi (rkb ‘rpt) diye anılır. Kenan tanrısı El bulutlarla çevrili göksel bir tahtta oturur. Babil tanrısı Marduk’un tahtı duman ve yıldırımlarla kaplıdır. Amun-Ra görkemli ışık ve bulutlarla birlikte hareket eder. Zeus veya Jüpiter parlak bir bulutun içinde seyahat eder. Yani insanların inanç dünyasında gökyüzü tanrının yeriyse, elbette bulut kimi zaman onun işareti kimi zamansa bineği olacak ve Tanrı’nın görkemini yansıtacaktı.

Hezekiel Kitabı’nda “Tanrı’dan gelen görümler gördüm” dendikten sonra betimlemeleri yapılan, tepelerinde Tanrı’nın alevli bulutlar içindeki kubbe benzeri tahtını taşıyan dört suratlı ve yanlarında tekerlek bulunan varlıklar da bulutlar içindeki tanrıyı ve tahtını taşıyan hizmetlilerdirler. Bu varlıklar Yahudi-Hristiyan geleneğinde kimi zaman Tanrı’nın tahtını kimi zamansa bizzat kendisini taşıyan Keruv adlı meleklerdirler. İslam geleneğinde Allah’ın arş yani tahtını taşıyanlar da yine bunlardırlar.

Söz konusu meleklerden doğrudan Keruv adı verilerek Hezekiel Kitabı’nın 10. bölümünde tekrar şöyle söz edilir:

Baktım, Keruvlar’ın başı üzerindeki kubbenin üzerinde laciverttaşından tahta benzer bir nesne gördüm. RAB keten giysili adama, “Keruvlar’ın altındaki tekerleklerin arasına gir. Avuçlarını Keruvlar’ın arasındaki ateş közleriyle doldurup kentin üzerine közleri saç” dedi. Adamın oraya girdiğini gördüm.

Adam oraya girdiğinde, Keruvlar tapınağın güney tarafında duruyordu. Bulut tapınağın iç avlusunu doldurdu. RAB’bin görkemi Keruvlar’ın üzerinden ayrılıp tapınağın eşiğine gitti. Tapınak bulutla doldu. Avlu RAB’bin görkeminin parıltısıyla doluydu. Keruvlar’ın kanatlarının sesi dış avludan bile duyuluyordu; tıpkı Her Şeye Gücü Yeten Tanrı’nın sesi gibiydi.

RAB keten giysili adama, “Keruvlar’dan ve tekerleklerin arasından ateş al” diye buyurunca, adam oraya girip bir tekerleğin yanında durdu. Sonra Keruvlar’dan biri aralarındaki ateşe elini uzattı, biraz ateş alıp keten giysili adamın avuçlarına koydu. Adam ateşi alıp oradan ayrıldı. Keruvlar’ın kanatları altında insan eline benzer bir şekil göründü.

Baktım, her Keruv’un yanında birer tane olmak üzere dört tekerlek gördüm. Tekerlekler sarı yakut gibi parıldıyordu. Dördü de birbirine benziyor, iç içe girmiş bir tekerleği andırıyordu. Hareket edince Keruvlar’ın baktıkları dört yönden birine doğru, sağa sola dönmeden ilerliyordu. Ön tekerlek nereye yönelirse, öbür tekerlekler de onun ardınca gidiyordu. Keruvlar’ın bedenleri –sırtları, elleri, kanatları– ve dördünün de tekerlekleri çepeçevre gözlerle doluydu. Tekerleklere “Dönen tekerlekler” dendiğini duydum. Her Keruv’un dört yüzü vardı: Birinci yüz öküz yüzüne, ikincisi insan yüzüne, üçüncüsü aslan yüzüne, dördüncüsü kartal yüzüne benziyordu.

Keruvlar yukarıya doğru yükseldi. Bunlar daha önce Kevar Irmağı kıyısında gördüğüm canlı yaratıklardı. Keruvlar hareket edince, yanlarındaki tekerlekler de hareket ediyor, Keruvlar yerden yükselmek için kanatlarını açınca, tekerlekler de yanlarından ayrılmıyordu. Keruvlar durduğunda onlar da duruyor, Keruvlar yerden yükseldiğinde onlar da yükseliyordu. Çünkü yaratıkların ruhu tekerleklerdeydi. [Hezekiel 10:1-17.]

Gördüğünüz gibi bulut Tanrı’nın varlığını, görkemini yansıtan bir işaret olarak sunulmuştur. Bunun oldukça açık bir örneği Mezmurlar’da karşımıza çıkar. Örneğin bir mezmur şöyledir:

Sıkıntı içinde RAB’be yakardım,
Yardıma çağırdım Tanrım’ı.
Tapınağından sesimi duydu,
Haykırışım kulaklarına ulaştı.
O zaman yeryüzü sarsılıp sallandı,
Titreyip sarsıldı dağların temelleri,
Çünkü RAB öfkelenmişti.
Burnundan duman yükseldi,
Ağzından kavurucu ateş
Ve korlar fışkırdı.
Kara buluta basarak
Gökleri yarıp indi.
Bir Keruv’a binip uçtu,
Rüzgar kanatlar takarak hızla geldi. [Mezmurlar 18:6-10.]

Yani tanrı öfkelenince gökleri yararak aşağı iniyor, ağzından ateş ve korlar fışkırarak kara bir buluta basıyor ve bir Keruv meleğine binip ilgili yere gidiyor.

UZAYLILAR VE UZAY GEMİSİ ZORLAMA YORUMDUR

Tüm yazınları birbirinden ayırmadan, tek tek sözcük ve cümle cımbızlamadan okuduğunuzda bulutların uzay gemisi ile uzaktan yakından alakası olmadığını kolaylıkla anlar ve görürsünüz. Ne Hezekiel ne de diğer Tevrat yazınları uzay gemisi olarak kabul edilebilecek hiçbir içerik ve motife sahip değiller.

Melekler olan Keruvlar ise vücutlarının her yerinde gözler olan, çok suratlı ve 4 kanatlı varlıklar olarak anlatılmış, hareket ettiklerinde yanlarındaki tekerleklerin de hareket ettiği yazılmıştır. Yani Keruvlar bu tekerleklere binmiyorlar, onlar birer uçan araç veya uzay aracı değiller. Tanrı’nın getirdiği yıkımı etkileyici bir dille anlatmak isteyen Hezekiel bu tekerlekleri içinden ateş alınıp atılan ve meleklerle birlikte, onların yanında uçan halkalar olarak tasvir etmiş, hepsi bu. Hem bu Keruv meleklerinden hem de tanrının tahtından başka birçok yerde söz edilmiştir. [Vahiy 4; Yeşaya 6.]

Ortada ne uzay aracı, ne uzaylı elbisesi giymiş astronot ne de uzaylı tanrılar var. Eğer yazıtlarda bile özellikle “tanrının görkemi” denen şimşek ve alevli bulutu bir uzay gemisinin varlığı olarak yorumlamak isterseniz bilin ki bu yalnızca keyfi bir harekettir ve hiçbir kanıtı yoktur. Tek nedeni sizin öyle inanmak istemeniz ve algılarınızı da buna göre şekillendirmenizdir. Aynı tutumla Marduk, Zeus, Amun-Ra gibi birçok tanrı uzaylı bir varlık ve bindikleri veya görkemlerini yansıtan parlak bulutlar uzay gemisi olarak yorumlanabilir. Ancak yorum gerçeklik değildir; adı üstünde yorumdur.

Mukaddes Kitapçılar, Hezekiel'in Kitabının uçan makineleri açıklamadığını, Hezekiel'in karşı karşıya olduğu İsrail'in güçlü düşmanlarını sembolize ettiğini belirtirler. Yorum yapıp teori üretmeksizin doğrudan yazanları okuduğunuzda zaten mantıklı ve doğru olanın bu olduğunu kolaylıkla görebilirsiniz.

Yine de kimileri kanıt olmasa bile Hezekiel Kitabı’nın dünya dışı uzaylı ziyaretinden ve ufo gibi tanımlanamayan uzay araçlarından söz ettiğini savlayıp buna inanmayı tercih edeceklerdir. Ne de olsa insan davranışı genellikle yüzleşme ve kabulleniş gerektiren şıktan değil mistik ve çekici gelen şıktan yana olma eğilimindedir. Böyle teorilerin yayılmasına neden olan da budur.

Örneğin, Joseph Blumrich, Ay projesinde çalışan en üst düzey bir NASA bilim insanı ve bir roket mühendisiydi. 1970'lerde Blumrich Hezekiel'in gökyüzünden gelen bir uzay gemisine şahit olduğu fikrini çürütmek isteyerek Hezekiel tarafından yazılmış olan Hezekiel Kitabı'nın ilk bölümünde yazılanları okumaya karar verdi. Araştırma ve okumalarından sonra Hezekiel'in gördüğü şeyin bir uzay aracı olduğu sonucuna vardı ve Hezekiel'in Uzay Gemileri adlı bir kitap yazdı.

ANTİK DÖNEM RESİMLERİ DÜNYA DIŞI ZİYARETÇİLERİN KANITI MI?

Tarihin insan ırkı için büyük bir öğretmen olduğu ortadadır. Zamanla eski insanların son derece zekice olduğunu gördük, astronomi, geometri, matematik ve diğer önemli bilimler gibi konularda inanılmaz bilgi birikimine sahip olduklarını ve aynı zamanda muhteşem sanatçılar olduklarını da gördük. Büyük Giza Piramitleri'nin yapımı, Rönesans Dönemi'nde yapılan resimler ve anlatması da açıklaması da zor binlerce şey...

Bu yazıda, tarihin en ilginç tablolarına, Aert De Gelder'in “Mesih'in Vaftiz Edilişi” tablosundan,  “Saint Giovannino'lu Madonna”, “Müjde” ve diğer çok ilginç parçalar gibi inanılmaz hikayeler anlatan tarihin bazı ilginç resimlerine odaklanacağız.

Her tabloya verilen yorum insandan insana farklılık gösterebilir, ancak bu resimlerin hepsinde ortak bir şey vardır, aynı hikayeyi anlatır gibi görünmektedirler. Çünkü bu resimlerde “uçan makineler” in “manzaraya” dahil olduğu görülmektedir. Fakat o tarihte uçma yeteneğine sahip ne vardı ki?

Bu uçan makineler yanlış mı yorumlanıyordu? Onlar "bulut","melek" gibi şeyler miydi yoksa bazı şeyler hakkında ışık mı tutuyorlar? Bu farklı kişiler sanatları ile bize bir mesaj mı gönderiyorlar? Bir gerçek varsa o da bu resimlerin sıradan olmadığıdır.

Çok ilginç bulduğum resimlerden biri de Aert De Gelder tarafından çizilen “Mesih'in Vaftizi” adlı resimdir.

Bu tabloya baktığınızda, fark ettiğiniz ilk şey, gökyüzündeki disk şeklindeki bir nesneden gelen tuhaf  ışınlardır. Bu, en ilginç tablolardan biridir ve Antik Uzaylı (dünya dışı ziyaretçi) teorisine göre, disk şeklindeki uçan cismi gösteren bu resim güçlü bir kanıttır.

A, Açıklanamayanlar, Rönesans resimlerinde uzaylılar,Antik dönemde uzaylılar, Uzaylılara dair kanıtlar, Dünya dışı varlıklar,Esrarengiz resimler,Gizemli resimler, Sanatta uzaylı tasvirleri,Gizli mesajlar
Resmin sahibi dairesel bir cisim çizmiş fakat bir bulut ile karıştırılamaz, merkezinde ise bir çeşit ışık var gibi görünüyor ve bu nesneden çıkan ışınlar yere kadar uzanıyor. Gök gürültüsü veya başka bir şey ile karıştıramazsınız. Bazıları ressamın hayatında gördüklerini çizdiğini düşünüyorlar. Ben bu resmin dünya dışından gelen bir ziyaretçiyi gösterdiğine inanıyorum.

Masolino Da Panicale'nin “Karın Mucizesi” adlı çizimi de yakından bakmadan geçemeyeceğimiz bir başka inanılmaz imgedir. Bu resim daha önce Dedicatio Sanctæ Mariæ ad Nives (Karların ve Kilisenin Leydisi'nin İthafı) olarak biliniyordu. Bu resim önceki örneğe göre daha da ilginçtir çünkü gökyüzünde uçan çok sayıda disk şeklinde nesne bulunmaktadır.

A, Açıklanamayanlar, Rönesans resimlerinde uzaylılar,Antik dönemde uzaylılar, Uzaylılara dair kanıtlar, Dünya dışı varlıklar,Esrarengiz resimler,Gizemli resimler, Sanatta uzaylı tasvirleri,Gizli mesajlar
Bu nesneleri açıklamak için düşünebildiğiniz ilk şey bulutlardır, ama resimdekiler gerçekten bulut mudur? Bu sanatçı o anda tüm bulutları çizerken onlara “disk” veya daire şekli mi verdi? Bu tablodaki özellikle ilgi çeken nesnelerden biri de binanın hemen üstündeki tanımlanamayan cisimdir. Ona baktığınız zaman, günümüzdeki tanımlanamayan uçan nesne tasvirlerine (ufo) inanılmaz bir benzerlik gösterdiğini muhakkak görürsünüz.

Bir çizer ve karikatürist, yani sanatla uğraşan biri olarak diyebilirim ki bence bu nesneler bulut gibi görünmüyor.

Başka bir eski esere gelelim. Kosova'da Visoki Dečani manastırında bulunan çok ilginç başka bir sanat eseri: "İsa'nın çarmıha gerilmesi"

A, Açıklanamayanlar, Rönesans resimlerinde uzaylılar,Antik dönemde uzaylılar, Uzaylılara dair kanıtlar, Dünya dışı varlıklar,Esrarengiz resimler,Gizemli resimler, Sanatta uzaylı tasvirleri,Gizli mesajlar
Bu resim çok detaylı bir sanat eseridir, İsa'nın çevresinde resmedilen birkaç farklı nesne görüyoruz, fakat tabloya baktıktan sonra, resmin üzerindeki diğer cisimler arasından göze çarpan iki nesne var. Resmin solunda ve sağında, bir çeşit uzay gemisi içinde bulunan iki insanın tasvir edildiği görülüyor. Bazı açıklamalara göre bu “nesneler” resimde güneş ve ayı temsil etmektedir. Ama neden güneş ve ayın “pilotları” olsun ya da içlerine bir insan konumlandırılsın?

Sanatçı gerçekten Güneş'imizi ve Ay'ımızı mı göstermeye çalışıyordu?
Yoksa başka bir dünyayı tasvir etmek miydi amacı?

Resimdeki sol nesneyi gözlemleyerek, bu nesnenin içindeki “pilot” un önündeki bir şeyi maniple ettiğini görüyoruz, kolları gerilmiş ve önünde bir şeylere ulaşıyormuş gibi görünüyor. Sağdaki nesnede bulunanın ise arkasında ne olduğunu görmek için kafasını çevirdiği görülüyor.

Bu iki nesne dünya dışı ziyaretçilerin ve bir ziyaretçi ekibinin tasvirleri mi?
Yoksa sadece güneşin ve ayın resmini çizmenin bir yolu mu onlar?

Son derece ilginç bulduğumuz bir başka resim de Carlo Crivelli tarafından çizilmiş olan “Müjde” dir.

Bu sanatçı genel olarak yemyeşil peyzaj arka planlarını tercih etti ve eserleri dekoratif motifler olarak meyve ve çiçeklerin karakteristik özellikler kullanımıyla tanımlanabilir. Eserleri detaylara şaşırtıcı bir şekilde dikkat çekerek açık ve net çizgilere sahiptir. “Müjde” adlı son derece detaylı sanat eserinde öne çıkan birkaç nesne vardır.

A, Açıklanamayanlar, Rönesans resimlerinde uzaylılar,Antik dönemde uzaylılar, Uzaylılara dair kanıtlar, Dünya dışı varlıklar,Esrarengiz resimler,Gizemli resimler, Sanatta uzaylı tasvirleri,Gizli mesajlar
Her şeyden önce, dairesel şekilli bir bulut benzeri bir cismimiz var. Ancak bunu ilginç kılan şey ondan gelen ve bir güvercin ile Meryem'in başının üzerinde parlayan ışındır.

Sanatçı Carlo Crivelli'nin çizdiği bu resimde dikkat çeken cismin dışında zaten bulut çizdiğini yani aslında gökyüzünün bulutlarla dolu olduğunu görüyorsunuzdur. Ancak bu “disk şekilli” cismi çizmeye neden karar vermiştir? Bulut çiziyor olsa neden belirli bir bulutu resimde zaten bulunan diğer bulutlara göre çok farklı boyasın ki?

Benzer resimlerde gördüğümüz gibi, sanatçılar genellikle doğrudan meleklerden ya da güneşten inen ışık ışınları çiziyorlar, ama Carlo Crivelli'nin resimlerinde ayrıntılara aşırı dikkat gösteriyordu. Bu şaheseri analiz ederken siz ne görüyorsunuz?

Aziz Giovannino ve Meryem'in bulunduğu bu resim 15. yüzyılda çizilmiştir. Tanımlanamayan uçan cismi tasvir eden eski tablolar listesine eklenebilecek bir başka resimdir.

A, Açıklanamayanlar, Rönesans resimlerinde uzaylılar,Antik dönemde uzaylılar, Uzaylılara dair kanıtlar, Dünya dışı varlıklar,Esrarengiz resimler,Gizemli resimler, Sanatta uzaylı tasvirleri,Gizli mesajlar
Bu resimde Meryem'in sol omurgasının üstünde parlayan bir disk şeklinde cisim gözlemliyoruz. Resmin içinde göze çarpmasını isteyen sanatçı bu cismi ayrıntılı olarak çizmiş. Resmin sağında, sağ kolunu gözünün üzerinde tutan bir adam görüyoruz; burada sanatçı, bu nesnenin çok parlak olduğunu belirten bir mesaj gönderiyor. Resmin sol üst köşesinde güneşe benzeyen nesneyi görebiliriz.

Bu sanatçının disk şeklindeki nesneyi boyadığını, parlak bir ayrıntı verdiğini ve güneşin sağ tarafına gösterilmesini sağladığını, dolayısıyla bu parlak nesnenin güneş ile karıştırılamayacağını anlıyoruz. Peki bu cisim ne olabilir?

Aziz Giovannino, Meryem ile birlikte başka bir dünyadan gelen ziyaretçilerin resmini mi çiziyordu? Sanatçı bu nesneyi son derece önemli olarak görmüş olmalıydı, aksi halde, onu hiç çizmez yada burada gördüğümüz kadar ayrıntılı yapmazdı.

Yazan & Çeviren: A.Kara

HERMES TRISMEGISTUS KİMDİR ?

Hermetizm, Hermes Trismegistus, Hermetika, Hermetik Corpus, Hermes ve Thoth, mitoloji, Yunan tanrısı Hermes, Putperest peygamber, Zümrüt Tablet, Isaac Newton, A, Açıklanamayanlar,
Hermetizm'in temeli olan ve bir dizi kutsal metinlerin yazdığı Hermetika (Hermetik Corpus) 'a göre Hermes Trismegistus gizemli bir isimdir.

Birçok yazar onu Yunan Tanrısı Hermes ve Mısır Tanrı Thoth ile ilişkilendirir. Örneğin Thot, bilgiyle yoğun bir şekilde ilişkiliydi. Mısır mitolojisinde, Toth kozmosta düzeni sürdürmede çok önemli bir rol oynamıştır ve büyük ölçüde sihir, yazı ve bilimin gelişimi ile ilişkilendirilmiştir.

Antik Yunan mitolojisinde Hermes, din ve mitoloji Tanrısı olarak anılmıştır. Sık sık tanrıların elçisi ve habercisi olarak karşımıza çıkar. Ayrıca Hermes, Roma tanrısı Merkür ile tanımlanır.

MISIR İLE BAĞLANTISI
Gizli literatürde Hermes Trismegistus'dan simyayı yaratan ve günümüzde hermetizm olarak bilinen metafizik inanç sistemi geliştiren bir Mısır bilgesi olarak Thoth ile eşdeğer tutulur.

Bir dizi orta çağ düşünürü için Hermes Trismegistus, Hristiyanlığın ortaya çıkışını açıklayan putperest bir peygamberdi.

Hermetizm, Hermes Trismegistus, Hermetika, Hermetik Corpus, Hermes ve Thoth, mitoloji, Yunan tanrısı Hermes, Putperest peygamber, Zümrüt Tablet, Isaac Newton, A, Açıklanamayanlar,
ZÜMRÜT TABLET VE ISAAC NEWTON
Simya çalışmaları onunla bağlantılıydı, Zümrüt Tablet bizzat Isaac Newton tarafından Latince'den İngilizceye tercüme edilmiştir.

Bu, Isaac Newton’un Zümrüt Tablet çevirisidir. Cambridge Üniversitesi'nin Kral Kütüphanesi'nde bulunan simya makaleleri arasında keşfedilmiştir.

Hiç yalan olmadan doğrudur , kesindir ve çok gerçektir.
Aşağıda olan yukarıda olan gibidir, yukarıda olan da aşağıda olan gibidir , ve birlikte tek bir şeyin mucizesini gerçekleştirirler.
Ve bütün her şey bir olandan geldiğinden , bir olanın düşüncesinden gelmiştir. Böylece her şey bu tek olandan uyum sağlayarak çıktı.
Güneş onun babasıdır, Ay annesidir. Rüzgar onu karnında taşımıştır, toprak beslemiştir.
Dünyanın bütün gücünün babası budur. Onun gücü eğer toprağa dönerse her şeye yeter.
Toprağı ateşten ayıracaksın, sübtil olanı kalın olandan; bu büyük bir maharetle olmalı
Topraktan gökyüzüne çıkacak ve yeniden toprağa inecek , ve yukarıda ve aşağıda olanın gücünü alacak. Bununla bütün dünyanın zaferi senin olacak; bunun için bütün karanlık senden uzaklaşacak.
Bu bütün kuvvetlerin en kuvvetlisi; çünkü her sübtil şeyi yenecek, her katı şeyin içine girecek.
Dünya da böyle yaratıldı.
Hayranlık verici biçimler bundan çıktı , bunların ortamı buradadır.
Bu yüzden bana Üç Kere Büyük Hermes denir , çünkü bütün dünyanın felsefesinin üç bölümü de bana aittir. Güneş’in yaptıkları hakkındaki söylediklerim böylece bitiyor ve tamamlanıyor.

Ayrıca felsefede Hermes Trismegistus ile yoğun bir şekilde bağlantılıdır.
Bununla birlikte, varlığı hakkında kesin kanıtların bulunmaması nedeniyle özellikle de ezoterizmin yeniden dirilişinden sonra bir tarihsel figür olarak Orta Çağ'da hayali bir biçimde inşa edilmiştir.

Avrupalı simyacılar Zümrüt Tablet'i sanatlarının ve hermetik geleneklerinin temeli olarak kabul ettiler.

Eski Mısır inançlarına göre, tanrılar eski Mısır'ı fani firavunlardan daha önce yönetmiştir. Bu Tanrılar uygarlaşmış ölümlü kurallarını onların bilgilerine aktarıyordu.

Mısır tanrısı Thoth, bilgelik tanrısı ve sihirbazların koruyucusuydu. Ayrıca tanrıların bilgisini içeren kayıtların koruyucusu ve katibi idi.

İskenderiye'li Klement, Mısırlıların, Mısır rahiplerinin bütün öğretilerini içeren büyülü/cinli 42 kutsal yazıya sahip olduğunu tahmin ediyor. İskenderiye'li Klement, İskenderiye Hristiyan Okulunda ders veren bir Hristiyan ilahiyatçıydı.

İKİ TANRININ BİRLEŞMESİ
Sonunda Yunan Tanrısı Hermes ve Mısırlı meslektaşı Thoth astroloji ve simyanın koruyucusu olarak birleştirildi.

Hermes Trismegistus'a atfedilen sağ kalan metinler olan Asclepius ve Hermetik Öğreti, Hermetica'nın en önemlileridir.

Rönesans sırasında, Hermes Trismegistus'un Hz.Musa'nın moderni olduğunu kabul eden birçok bilim adamı geldi. Sonunda, bu fikir, Hermetik yazıların MS ikinci veya üçüncü yüzyıldan daha önce yazılmamış olduğu anlaşıldıktan sonra ortadan kalktı.
Ayrıca Seyyid Ahmed Amiruddin gibi bazı yazarlar, Hermes Trismegistus'un Gize Piramitlerinin kurucusu olduğuna inanmaktadır.

Diğer alimler, Hermes Trismegistus ve Hz. Muhammed arasında bir bağlantı olduğunu söylemektedirler.

Miraç gecesinde cennete seyahat ettiğine inanılan Hz. Muhammed, Arap soy bilimcilerin iddialarına göre Hermes Trismegistus'un soyundan gelebilir. Suriye'deki Memluk döneminden çok etkili bir tarihçi, yorumcu ve bilgin İbn Kesir şöyle demiştir:

“İdris'e gelince… O, bir soy bilimciye göre Hz.Muhammed'in soy ağacı zincirinde bulunmaktadır… İbn İshak, kalemle yazan ilk kişi olduğunu söylüyor. Onunla Adem'in hayatı arasında 380 yıllık bir süre vardı. Akademisyenlerin çoğu, bunun hakkında ilk konuşanın o olduğunu iddia ediyorlar ve ona Üçlü Hermes [Hermes Trismegistus], ”- İsmail ibn Kesir (kaynak) diyorlar."

Yazan & Çeviren: Anu