HABERLER
Dini Haber
DP etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
DP etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

SENİ ANLATIYORUM

DP, din, islamiyet, Seni anlatıyorum, Nasıl deist oldum?, Deist oluş hikayesi, Deizm,Carl Sagan,Turan Dursun,Çocukluktan dinle büyümek ve sıyrılış,Dindar aileden, din ve mitoloji, Thomas Paine
En büyük hobim tek kanallı siyah-beyaz televizyonumuzda “ESTEBAN” adlı çizgi filmi izlemekti. Esteban adlı bir İspanyol çocuk 1500-1600’lerde Maya’lar ile yaşadığı ilginç hikâyeler anlatılıyordu. Fantastik bu kurgular hayal dünyamı adeta devasa hale getirmişti. Gezegenimizde bizim medeniyetimizden daha gelişmiş toplumlar daha önceleri var mıydı? Hele ki hemen hepimizde izler bırakan Yıldız Savaşları serisi. Film başladığında, “Uzun zaman önce uzak bir galakside…” diye başlayan kısa ön özetler beynimizin bir köşesine kazınmıştı. “Uzak bir galakside yaşam olabilir mi?” diye düşünüyordum.

Televizyondan uzak kalmam gereken zamanlarda (her çocuk gibi fazla izlemem yasaktı) en iyi arkadaşlarım kitaplarımdı. Jules VERNE kitaplarının adeta koleksiyonuna sahiptim. Diğer yandan dini kitaplarım da yanımdaydı her zaman. Açıklayamadığım ya da çelişkide kaldığım dönemlerde hep yardımıma onlar koşuyordu. Hatta Jules VERNE kitaplarım ve Dini kitaplarım hep karışıktı. Dini kitap dediysem aklınıza tefsir, meal, fıkıh, risaleler falan gelmesin. “Namaz Hocası, Dinimi Öğreniyorum, Ayetler ve Surelerin Türkçe Anlamları” gibisinden kitaplardı bunlar. Benim yaş grubuma yönelikti adeta. Yaşıma göre dini bilgim fena sayılmazdı. Camide 5 vakit namazını eksik etmeyen büyükler daha “Kelime-i Şehadet” in anlamını bilemezken ben buna ilave olarak Fatiha, Kevser, İhlas gibi öncelikli öğretilen sureleri anlamları ile birlikte biliyordum. Meraklıydım. Öğrenmeliydim. Ancak maalesef aynı merak ve başarıyı okul hayatımda gösteremiyordum. Okul hayatım boyunca bir defa dahi Teşekkür ya da Takdir alamamam bunun açık bir göstergesiydi.

Ailem başkalarının yanında ezilmemem için hep şu sözü söylerdi: “Bizimkinin Genel Kültürü iyi, derslere o yüzden veremiyor kendini!” onlar için bir nevi kaçamaktı. Ancak benim açımdan onların savunmasında büyük bir gerçeklik payı vardı. Evde ne kadar kuponla alınmış ansiklopedi varsa daha ilkokul 4. Sınıfta okumuştum. Okumaktan kastım önemli husus ve kavramlar idi. Ortada büyük bir çelişki vardı. Fen, Din, Coğrafya, Hayat Bilgisi, Tarih ve hatta kısmen sosyoloji ve felsefe konularında yaşımın gerektirdiğinden katbekat fazlasına sahiptim. Ancak iş Türkçe, matematik, müfredatta okutulan tarih ve hayat bilgisi konularına gelince çakıyordum. Evde misafirliğe gelen büyüklerin aslında hiç anlamadıkları ve bilmedikleri, özellikle okumadıkları aşikâr olan konular hakkında atıp tuttuklarında devreye girmem ufak gerginliklere neden olurdu. Sevgili ebeveynlerim hemen işi espriye vurur, “Bizimki de böyle işte!” gibisinden cümle kurarak kendi adlarına savunma yaparken beni de adeta “yaratık” ilan ediyorlardı. “Bizimki de böyle işte. “ cümlesinden her anlam çıkıyordu; yani arızalı, yani sağı solu belirsiz, yani ne konuştuğunu bilmez, yani o konuşur siz takmayın…. Artık adını siz koyun.

Bu noktada benim küçükken bu nedenle travma yaşadığımı düşünebilirsiniz. Ancak durum pekte böyle değildi. Özellikle Babam ve Annem ileri görüşlüydü. Sevgili babam 5 vakit namazını neredeyse hiç aksatmayan, bana göre kusursuz (ki hala bana göre öyle) bir kişilikti. Her şeye cevabı vardı. Annem Babama :”Sana çekti bu çocuk.” derdi hep. Misafirler gittikten sonra bana dönerek:” Aman oğlum demedik mi sana büyüklerin laflarına karışılmaz, onlara karşı çıkılmaz diye. Çok ayıp oğlum?” diye serzenişte bulunurlardı. Özellikle babam bilmediğim, araştırmadığım konular hakkında konuşmadığımı iyi biliyordu. Kendisi yakalamıştı bu özelliğimi. Bir keresinde bana şöyle bir sorusu olmuştu:

- “Oğlum öğle namazı normalde kaç rekattır?”.
Cevabım açık, basit ve netti:

- “Bilmiyorum baba.”
- “Neden oğlum? Sen namaz kılmayı biliyorsun? Hatta kılıyorsun, neden bilmiyorum diyorsun?”
- “Çünkü –BEN- araştırıp öğrenmedim. Hoca söyledi. Benim açıp, okuyup, doğrusunu öğrenmem lazım. Ya hoca yanılıyorsa?”


Bu cevap babamda tebessümle karışık bir şaşkınlığa neden olmuştu. “ Eh madem öğren, bana da öğretirsin diye gülümsemişti.” Kendim okuyup, anlamadıktan sonra hiçbir bilginin bende hükmü yoktu. Koşulsuz tek Hocam 2 kişiydi. Birisi Hz. Muhammed, ötekisi ise gazi Mustafa Kemal ATATÜRK. İkisinden de taviz vermezdim. Koşulsuz her söyledikleri doğruydu. Birisi Allah’ın elçisi, diğeri ise ileri görüşlü dünya lideri sayılabilecek Önderimdi. Kendi öğretmenlerimi bile derslerde “Neden? Nasıl? Niçin?” soruları ile bezdirdiğimden okul hayatım vahamet içerisindeydi. İlkokul öğretmenim beni duyumsamazlıktan gelmeye başlamıştı. Onu suçlayamazdım. Benim sorularım yüzünden ders ilerlemiyordu.

Neden? Nasıl? Niçin?...

Bu dönem evde fenomen dizimiz “Perihan Abla” idi. Evde her şey durur, çay demlenir, kek tabaklara konulup servis edilir ve televizyon karşısındaki yerimizi alırdık. Bir keresinde bir fragman yayınlanmıştı. Perihan Abla dizisinden sonra UZAY belgeseli vardı. Gâvurca ismi COSMOS idi. Carl SAGAN adında biri sunacaktı belgeseli. Uzay dendi mi benim için akan sular dururdu. Mutlaka izlemeliydim. Kendime göre bir program bulmuştum. Carl SAGAN’ ın COSMOS belgeselini izlerken yıldızlar, gezegenler, galaksiler, evren gibi tanımlar ile tanıştım. Gezegenlerin oluşumu, gezegenimizin oluşumu ve ilk canlılar en çok ilgimi çeken konular olmuştu. Karbon tabanlı ilk yaşam formları, aminoasitler, tek hücreliler, ilkel yaşam formları tabirleri ile ilk o dönem tanıştım. Merak ediyordum.

Bir husus kafama takılmıştı. Canlılar eğer türler seçim ile evrim geçiriyorsa Adem babamız ve Havva anamız? Biz primatlardan gelmiştik. E primatlarda maymunlardı ya da maymunsu. Her neyse, bu program bize dedemizin maymun ve hayvan olduğunu söylüyordu. Çözüm bulamıyordum. Kaynak yoktu. Nereye soracağımı ne araştıracağımı bilmiyordum.

Camideki hocama sormuştum ve aramızda şöyle bir diyalog geçmişti:
- “Hocam bizim ilk anne ve babamız Havva anamız ve Adem babamız doğru mu?”
- “Evet oğlum”
- “Peki onlar nasıl oldu?”
- “Oğlum çamurdan yaratıldı onlar. Cenabı Allah, kendi ruhundan üfledi.”
- “İyi de hocam nasıl?”
- “Oğlum kafanı çok kurcalama. Abuk subuk fikirlerle de beynini doldurma. Şüphesiz Allah her şeyi görendir.”
- “Ama hocam belgeselde……..?”
- “Oğlum dedim ya sana kafanı bulandırma diye? Hadi abdest al birazdan ikindi.”

Camide namaz kılmıyordum. Açıkçası namaz kılmıyordum. İyi biliyordum ama kılmıyordum. Soran olduğunda ise: “İnşallah Allah bizim gönlümüze de düşürür.” Der ve sıyrılırdım. Daha önce hocam’ la yaşadığım bir sorun ona inancımı sarsmıştı. Bana kız arkadaşımı pislik gibi göstermişlerdi. (Bu konuyu daha önce “İNANÇ ÜZERİNE” adlı yazımda anlatmıştım. O yazımı okuyanlar hikayeyi de bilirler)

Kimseyle konuşamıyordum. İçime kapanmıştım. Carl SAGAN denen gâvur beynimi bulandırmıştı. İçimden “Beyin yıkama bu olsa gerek, demek böyle kandırıyorlar bizleri” diye düşündüm. Sıyrılmalıydım bu sapkın fikirlerden. Olmazdı, olamazdı. Kandırılmıştım. Âdem babamız ve Havva anamıza alternatif bir yaratılış hikâyesi uydurmuştu dış mihraklar. Amaçları dini ve milli duygularımızı yok etmekti. Bu sayede, medeni, çağdaş ve ileri bir toplum olmamızın önüne geçilecekti. Zaten tek sorun dinimizi doğru yaşamıyor olmamızdı. Ah bir Kuran-ı Kerime bağlı yaşasak? Onda her şey eksiksiz açıklanmıştı. Hatta NASA bile eski bir Kuranı ele geçirmiş, oradaki bilgileri araştırıp öğrenerek büyük teknolojiye kavuşmuştu.

Tam bu sıyrılmalar ile uğraşırken zaman geçti. Allahtan o gâvur beni devşirememişti. Bir akşam evde kuru fasulye pişmişti. Sokaktan geldiğimden elleri yıkamaya koyulmuştum. Fasulye kokusuna yeni kırılmış soğan kokusu eşlik ediyordu evde. Televizyonda bir haber dikkatimi çekmişti. Bir suikast sonucu Turan DURSUN diye bir vatandaşı vurmuşlardı. Önemsemedim. Kim bilir kimlerle ne zoru vardı. Bu ismin aklımda kalmasının sebebi ise ilginç bir hikâyeye dayanıyordu. Bizim hocanın yeğeni mahalle arkadaşımızdı. Muhabbet ederken söylemişti, bir mürtet öldürülmüştü. “Ne mürtedi?” dedim. “Dinden dönmüş, kafir olmuş” dedi. Nasıl diye sorduğumda detayını bilmediğini, adamın aslında büyük bir din âlimi olduğunu, iyi bir insan olduğunu, ancak gâvurların beynini yıkaması ile İslam düşmanı olduğunu söylemişti. Bu nedenle de öldürülmüştü. Amcası da, yani bizim hoca da üzülmüştü. Hem öldürülmesine hem de böylesine büyük bir din âliminin dinden dönmesine…


Eve koştum. Ellerimi ve yüzümü yıkıyordum. Sanki her yerim kirliydi. Bütün suç televizyonda idi. TRT gâvurların eline geçmişti. Dinimizi kaybediyorduk. Suçlusu da TRT idi. Perihan Abla ile bizi ekranlara çekiyor, hepimiz ekran başındayken Perihan Abla’dan sonra başlayan belgesel ile beynimizi yıkıyorlardı. Dolayısı ile Perihan Abla’ da proje dizisi olmalıydı. Onlarda gâvurların ajanı idi kendimce.

Yıllar yılları kovaladı.

Üniversite yıllarında orta yolcu idim. Alkol tüketiyor, kızlarla geziyor, gâvur gibi yaşıyor ancak cumalarımı eksik etmiyordum. Orucumu tutardım. Bana “Bu ne çelişki be kardeş?” dediklerinde cevabım hazırdı: “Oğlum kusur bizde. Bana bakıp ta İslam’ı suçlama. Yanlış olan biziz. İnşallah düzeliriz” der konuyu geçiştirirdim. Turan DURSUN ve Carl SAGAN’ ın kim olduklarını öğrenmiş ve araştırmıştım. Bu konular ile artık ilgilenmiyordum. Kafamı bulandırmaktan kaçıyordum. Bir yakınımız vefat ettiğinde, 7’si, 40’ ı, 52’ si yapılırdı. Cumalara gidiyordum. Orucumu tutup teravihleri aksatmıyordum. “Zaten 11 ay günah içindeydim, bari 1 ayım ibadette olsun.” diye tuhaf bir savunma mekanizmam vardı.

Bir süre sonra ki bu süre yıllar aldı, kafamı kaldırmaya karar vermiştim. Kafamı NEDEN kaldırmaya karar verdiğimi imkân olursa ayrı bir yazı ile ayrıca anlatacağım. Küçüklüğüm aklıma gelmişti. Her ne olursa olsun araştırma huyum vardı. Sorgulayabiliyordum. Sadece din bunun dışında idi. Peki ya sebep? Acaba dini araştırmadığım için böyle sapkın yaşıyor olabilir miydim? Dinimi doğru yaşamıyor olmamın bir diğer sebebi dini pratiklerdeki “ALENİ ÇELİŞKİLER” i araştırmamış olmam olabilir miydi? Mezhepler, ibadette farklılıklar, bidatlar, vesaireler vesaireler…. Eğer doğru araştırıp okuyarak “GERÇEĞE” ulaşırsam bu çelişkilerden kurtulabilir ve sonsuz huzura erebilirdim. Doğru Müslüman olacaktım, ötesi var mı?

Benim gibi düşünen birisi daha vardı ki bu düşünceleri onu ölüme götürmüştü: KONCA KURİŞ. Kadıncağız yalın İslam’a ulaşmak için sünnet ve Kuran rehberliğinin baz alınması gerektiğini söylediği için öldürülmüştü.

Peki ya Turan DURSUN? Neden bu adam bir din alimi iken hararetli bir ateiste dönüşmüştü? Bahriye ÜÇOK neden öldürülmüştü? İlhan ARSEL neler söylüyordu böyle? Ya Arif TEKİN? Ya Yaşar Nuri ÖZTÜRK? Fetullah? Beyaz Hoca? Aczimendiler? O cular? Bu cular? Neler oluyordu?

Tüm ülke uyuyordu. MATRIX’ i yaşıyorduk adeta. Bir bilinmezi yaşıyor ve ona inanıyorduk. Dini kim doğru yaşıyordu? Neden bu kadar fraksiyon vardı?

Araştırmalıydım. Ne pahasına mal olacaksa olsun öğrenmeliydim. İlk iş Türkçe Kuran tefsirleri ve meallerine başladım. Arkasından Kütüb-i Sitte, Siyer araştırmalarım. Tirmizi, Buhari, Müslim ve diğerleri….. İmamı Azam, İmamı şafi…. Emeviler, Abbasiler, 4 halife dönemi… Peygamberlerin hayatı…. Sümerler… Mısırlılar…. Mu uygarlığı….Babilliler… Atonun dini… Yahudiler… Hristiyanlar… Eski ahit ve yeni ahit…. Pavlus ve barnabas…El-ilah….Thomas PAINE… Deizm… Ateizm… İnternet sınırsız bilgi imkanı bulmuştu. Kaynağı belli olmayan, saçma sapan veri yığınları arasından bilgileri adeta ayıklıyordum. En önemli kıstasım KAYNAK idi. Kaynağı olmayan hiçbir verinin bende hükmü yoktu.

Beynimde bir sürü kavram karmaşası vardı. Her şeyin en başına, çocukluğuma dönmüştüm. Bir gâvur vardı. Beynimi yıkamaya çalışan bir ajan gâvur… Carl SAGAN…

Çocukluğumda ket vurduğum, silmeye çalıştığım o belgeselleri internette tekrar buldum. İzledim… Ortada bariz bir karmaşa vardı. Kandıranlar ve kandırılanlar vardı. SAGAN doğruları söylüyordu. Birileri beni fena “Keklemişti”. Sadece beni değil, insanlığı keklemişti. Amaçları yönetmek, kazanmak ve hükmetmek idi. Eski çağlarda orta doğuda çıkan inançlar evrilmiş evrilmiş, fraksiyonlara ayrılmış ve dünyayı adeta bilimden uzak süngere çevirmişti. Sözde tanrılar ile konuşanlara, yaratıcı sayısız kendini hibe eden kadınlar-kızlar vermişti. Denizleri ikiye ayırıyorlardı, mucizelerin dibine vuruyorlardı. Bu dünyada çektiğiniz sıkıntıların önemi yoktu. Ölürseniz nasıl olsa huriler, süt ve şarap ırmakları vardı. Sonsuz seks ve sonsuz zevk. Turan DURSUN, Carl SAGAN, Thomas PAINE…. Aslında doğruları söylüyorlardı. Sadece Turan DURSUN’ un mantığı benimle örtüşmüyordu. Thomas PAINE daha yakındı. Bir yaratıcı olmalı idi. Bunu mantığım zaten bana söylüyordu. Evren bunu söylüyordu.

Kafamda ve beynimde yalnızdım. Konuyu biraz açmaya kalksam tepkiler alıyordum. Sanırım bende zihinsel bir sorun vardı. Şüphesiz zalimlerdendim. Apaçık sunulan kanıtlara rağmen inanmıyordum. Yok olması gereken bir yaratılış artığı idim. İnsanlara ibret olması için yaratılmış ucubelerdendim. Herkes inanıyordu. Herkes doğru yaşıyordu. Ben ise arızalı idim.

Bu durumu da atlattım. Kendi inancımı kendi içimde yaşıyordum. Varsın millet ne düşünürse düşünsün durumunda idim. Aradan çok zaman geçmişti.

Derken internette boş boş bakındığım bir gün ilginç bir bloğa denk geldim. Yalnız değildim. Birçokları vardı benim gibi düşünen. İnanamıyordum.

Ve bu kişilerden bir tanesi…. Admin Panpa… Mizahi dili ile adeta düşüncelerime tercüman olmuştu bu arkadaş. Blog’ undaki yazılarından ziyade yorumlara bakmayı tercih ediyordum. Benim gibi düşünen çokları vardı. Bu vatandaş daha sonra Blog’ unu kapattı ve yeni bir site açtı. “DİN VE MİTOLOJİ”. Sonrası mı? İşte buradayım.

Bu yazıyı okuyarak bana “Deli, ajan, gavur, mürtet, kandırılmış, sapmış, zalim….vs” gibi yakıştırmalar ile yorum yaparak zamanınızı heba etmeyin. Bana yorum yaparak hakaret edeceğiniz süreyi Kuranı ve Dinleri araştırmaya ayırın. İyi insan olun. Eğer şu an yaşadığınız dinin Hz. Muhammed zamanında yaşanılan İslam olduğunu söylerseniz inanın ayvayı yemiş durumdasınız ki sizi kimse kurtaramaz. O dönem ki İslam ile şu an yaşanılan İslam tamamen farklı. İstediğiniz İslam âlimine sorun. Şunu da düşünün. Evreni, galaksileri, yıldızları ve gezegenleri yaratıp bir düzene koyan, âlemleri yaratıp koordine eden bir yaratıcı, kalkıp kadınlara :” kendinizi elçime hibe edin” der mi? İlhan ARSEL kitaplarına bir göz atın derim. Sonra tartışalım.
Sağlıcakla kalın.

Yazan: Demon Product

KUTSAL SAPIKLIKLAR (+18)

DP, yahudilik, Talmud, Yahudilerin Talmud'u, Talmud ve cinsel içerikleri, Tevratta kızların babalarıyla yatması, Talmud'da kadın, Tevratta cinsellik, Kutsal sapıklıklar, din,
Merhabalar. Normal şartlarda yazar notları ve açıklamaları yazı sonlarında yapılır. Fakat yazı içeriği detaylar mide bulandırıcı ve sapkın ifadeler içerdiğinden şimdiden uyarmak istedim. Sonuçta Türk aile yapısı içerisinde ve İslami (toplumumuzdaki vicdani İslam) koşullar içerisinde yetiştirildim. Terbiyemin ve vicdanımın el verdiği bölümleri sizlere aktarıyorum. Sadece bu bölümler bile çok ağır.

Bu yazıda sunacağım metinler tamamen aslından alınma bilgilerdir ki, İngilizce veya İbranice kaynaklarına bakıldığında rahatlıkla görülebilir. Eğer İngilizce veya İbranice’ niz yeterli değil ise “Google Translate” ile asıl metinleri çevirebilirsiniz. Bu bile yeterli olacaktır.

Toplumumuzun dinamikleri ve yaşam tarzı temel alındığında insanlara bilgi aktarmak için şimdiye dek genelde kendi inanç ve din düzenimizden örnekler verdik. Yazılarımızın temelinde ve eleştirilerimizin odak noktasında bu nedenle İslamiyet vardı. Ancak diğer dinler çok mu masum? Açık konuşmak gerekirse semavi dinler içerisinde neredeyse en masumu İslamiyet.

Bu yazının odak noktasını TALMUD oluşturacak. Peki, Nedir TALMUD? Wikipedia tanımına bir göz atalım önce:

“Talmud (İbranice: תלמוד), Yahudi medeni kanunu, tören kuralları ve efsanelerini kapsayan dini metinlerdir. İbranice lamad (öğrenmek) kökünden gelir. Mişna ve Gemara bölümlerinden müteşekkildir. Talmud'un iki versiyonu vardır: 3. ila 5. yüzyıla ait olduğu kabul edilen ancak daha eski dökümanları da içeren Babil Talmudu ve daha eski olan Filistin ve Yeruşalayim (Kudüs) Talmudu.

Musevilik'te önceleri Sözlü Tevrat olan Tora Şebealpe daha sonraları Mişna ismiyle yazılı hale getirilmiştir. Mişna temel olarak Musevi Ceza hukuku olarak tanımlanabilir daha sonraları Hahamlarca Mişna'nın daha derinlemesine açıklamaları yapılmış ve buna Gemara adı verilmiştir.”

Kısacası TALMUD, Yahudiler açısından, Tevrat’ın Musa tarafından yapılan rivayeti olduğu savunulur. Bu rivayetler, sonraki zamanlarda Tevrat’a bağlı kalınarak tekrar uyarlanmış ve açıklanmıştır. Bir nevi Yahudilerin hadis külliyatı sayılabilir. Bazı din bilimciler Talmud için “Yahudi Şeriatı” tanımını getirirler. Onlar için Talmud olmadan Tevrat bir şey ifade etmez.

Ilımlı, demokratik ve çağdaş Yahudiler her ne kadar bu tip TALMUD yasalarını reddetse de bu reddiyeleri geçersizdir. Talmud’un asla Yahudi kaynaklı olmadığını ve Tevrat ile asla uyuşmadığını söyleseler de Yahudi din alimleri tam tersini ifade etmektedir. Bu noktada reddetmelerinin sebebi, onlarında vicdanları bu söylevleri kaldıramamaktadır.

Şimdi aşağıda Talmud’ dan yapılan bazı alıntılar ile baş başa bırakacağım. Bu yazıda ne bir yorum ne de bir açıklama olmayacak; sadece, “Sapıklık Talmud’da ise Tevrat’ın ne suçu var?” diyenler için son bölümde Tevrat’tan da alıntılar yapacağım;

TALMUD’ dan:
Sanhedrin sayfa 400; “ emir 59 a” da; Rabbi Johanan emirleri şöyledir:

“Talmud Torah’ı tetkik eden bir gayri Yahudi’nin hak ettiği şey ölümdür. Çünkü bu onun için değil bizim için yazılmıştır. Bu bize bırakılan mirastır”.

Talmud’un Baba Bathra 54 kısmında şöyle denir:
“Gayri Yahudi’nin sahip olduğu mal, çölde ayağınızın altındaki sahipsiz araziye benzer, kim evvel alırsa onun olur”.

Kethuboth 11 b:
“Bir büyük, küçük bir kız ile cinsi temas yaparsa bu göze girmiş bir parmak gibi kabul edilmeli. Keza bir çocuk bir kadınla temas ederse buda kadının cinsi uzvuna bir çubuk girmiş olarak kabul edilmeli. Bir büyük tarafından bir çocuk baştan çıkartılıp ırzına geçirilirse bu ırza girme hadisesi olarak kabul edilmeli, bir büyük tarafından bir çocuk baştan çıkartılıp ırzına girilirse bu ırza geçme hadisesi olarak değerlendirilmemeli; “Nasıl ki gözyaşı tekrar ve tekrar yeniden insanın gözüne gelirse üç yaşından küçük iken cinsi temasta bir kızanda bekareti geri gelebilir”. Küçük yaşlarda erkeklerle yatmış bir kız çocuğu evlenirken bu vaziyeti kocasına bildirmeli aksi halde kan gelmez ve kocası da bu vaziyetten hoşlanmaz.”

“Bir Yahudi kızının bekâreti iki yüz zuz (eski Yahudi parası) değerindedir. Bu pazarlıkla daha evvelinden verilebilir.”

Kethuboth 51b:
“Bir kadın kocasının izni ile parasını vererek kendisi ile cinsi bir şekilde alakadar olacak bir şahıs kiralarsa, bunda hiçbir kabahat yoktur fakat bu kiraladığı şahıs gayri Yahudi ise bu kabahattir zira kazançlı çıkan gayri Yahudi’dir. Fakat aynı vaziyet, bir Yahudi erkeği ile gayri Yahudi bir kız arasında vuku buluyorsa zararı yoktur fakat Yahudi erkeği bu gayri Yahudi kızla evlenmemeye çok dikkat etmelidir”.

Kethuboth 56 a:
“Bütün cinsi işler akşam karanlığında yahut karanlık odada yapılmalıdır. Sebebi açık havada böyle işler yapılsa herkes işini gücünü bırakır seyre dalar ve daha fenası işlerini yapacak yerde cinsi temas yapan adamı taklit etmeye çalışır. Fırıncının ekmeği yanar, üzümcünün üzümlerini gayri Yahudiler çalar, çanakçının çanağı elinden düşer kırılır, nöbetçinin gözü döner şehri düşman basar. Karanlıkta bu işi yapmanın bir başka sebebi de, eğer bu cinsi teması bir gayri Yahudi ile yapıyorsanız bu gayri Yahudi kimseyi şahit olarak gösteremez hatta kendisi bile yüzünüzü iyi göremez.”

Kethuboth 111b:
“Dünyada hakimiyet sağlayacak en önemli unsurlardan biri çok üremektir. Bütün yeryüzündeki gayri Yahudiler eşektir. O gün geldiği zaman bunlar yer altında kendileri için kazılmış olan yerlere girip ebediyen yer altında yaşayacaklardır”.

Kethobuoth 76 a:
“O adam ki kız kardeşi ile beraber yatıp, kendilerini cinsi zevklere bırakırlar ve kız kardeşi bunu şikayet etmez, bunda bir kabahat yoktur fakat kız kardeş şikayette bulunursa bu işi tekrarlanmaması bu adama bildirilir”. O şahıs ki daha annesi yaşlı değildir ve babası ölmüştür ve validesi yabancı erkeklerin koynuna girmek istemez ve kendi oğlu ile yatmak ister ve keza oğulda validesi ile yatmak isterse böyle bir vaziyette eğer bu işler zor kullanılmadan yapılıyorsa, bize düşen bir vazife yoktur t ki oğul evlenme yaşına gelip de başka bir kızla evlenmek talebinde bulunur ve validesi buna mani olmak isterse, oğul kendi karısının cinsi arzularını hem de annesinin cinsi arzularını tatmin etmeli ta ki validesi başka bir erkek buluncaya kadar.”

Kethuboth 61 b:
“bir gayri Yahudi, Yahudi kızından istifade ederse, bir Yahudi kadınını baştan çıkartırsa bir Yahudi çocuğunu kirletirse, Yahudi umumi bir Yahudi kadını ile temas edip kadına parasını vermezse cezaya çarptırılır. Eğer bir Yahudi umumi kadını kullanıp parasını vermemiş ise parası alınır ve değnekle dövülür, bir Yahudi kadınını baştan çıkarttı ise ölünceye kadar taşlanır. Bir Yahudi kızını kirleten gayri Yahudi’nin başı yarım kesilir ve yavaş yavaş öldürülür. Bütün bunlar bilhassa gayri Yahudilerin önünde yapılmalı ki bunlara müthiş bir ibret olsun ve bizim dehşetimiz karşısında titresinler ve Yahudi’ye dokunmaya bir daha yeltenmesinler.”

Talmud’un Yebamoth kısmı 59 a ve 59 b:
“Bir dul kendini tatmin için her türlü usullere başvurabilir”. Bir kadın sebepler göstererek hayvan ile hayvani münasebetleri ilerletirse bunda münasebetsiz bir şey yoktur. Böyle işlere zevklere heveslenmeyen kadın bulunmaz. Bu sebepten bu gibi zevklere kedini verip de sonradan evlenmeyi düşünen kadını bir haham bile alabilir.

Rabi Shimi b. Hiyya ya göre bir hayvanla ya da insan olmayan bir şey ile cinsi temas yapan kadın bir haham bile alabilir… Rabi R. Dimi’nin anlattığı bir misal ise şöyledir: harikulade çok güzel bir kadın sıcaktan biraz açık giyinmiş bir şekilde yeri silerken maruf köpeklerden biri kapıda zuhur etmiş… Kısa bir zaman sonra da kadın bir rahiple evlenmek için izin alabilmiş. Fakat para ile kendisini satan bir kadın para mukabilinde müşterilere zevk vermek için bir köpekle cinsi münasebet yaparsa bu başka türlü kabul edilir ve Hahamlıkça hoş görülmez.”

Yevamot 60 b:6:
“Yahudiliğe döndürülmüş bir kız, üç yaşından bir gün fazla olursa bir haham onunla evlenebilir.”

Yevamot 63 a:
“Elazar şöyle ilave etti: Âdem bütün hayvanlar ile çiftleşmiş fakat Havva’nın verdiği tadı hiç birinde bulamamıştı”.

Yevamot 103 b:
“Yılan Havva’nın içine müthiş bir şehvet sokmuştur”.

Yevamot 55 b:
“O şahıs ki akrabası kız ile cinsi temas edip bekaret zarını yalnızca gevşetir. O adamdan şikayet edilmemelidir”. Ölmüş kadın ile temas o kadının hayattaki vaziyetinde iken yapılan temas gibi kabul edilir. Kadın evli ise her ne kadar ölmüş olsa bile gene evli bir kadın olarak kabul edilir ham de ölmüş bir kadınla çiftleşmek meniyi ziyan etmek demektir”.

Orijinal metinler için: https://halakhah.com/

TEVRAT’ tan:
"Ve Lut Tsoardan çıkıp dağda oturdu ve iki kızı
onunla beraberdi; çünkü Tsoarda oturmaktan
korktu; ve o, ve iki kızı bir mağarada oturdular. Ve
büyük kızı küçüğüne dedi: 'Babamız kocamıştır, ve
bütün dünyanın yoluna göre yanımıza girmek için
mem­lekette erkek yoktur; gel, babamıza şarap
içirelim, ve babamızdan zürriyeti yaşatmak için
onunla yatarız.'
Ve o gece babalarına şarap içirdiler ve büyük kız
girip, babası ile yattı... Ve ertesi gün dedi: İşte dün
gece babamla yattım, bu gece de ona şarap içirelim,
sende gir onunla yat... Ve küçük kız kalkıp onunla
yattı." (Tekvin Bölüm 19/30-36)

Kaptın günlümü, kız kardeşim, yavuklum!
Gözlerinin bir bakışı ile...
Okşamaların ne güzel, kız kardeşim, yavuklum!
Şaraptan ne kadar hoştur okşamaların,
(Neşideler Neşidesi Bölümü, 4/9-10)


"Memelerin üzüm salkımları gibi olsun, Fahişelik ettikleri zaman kızlarınızı ve zina ettikleri zaman gelinlerinizi Cezalandırmayacağım." (Hoşca bölümü, Bab 4/14)

Her yazımın sonunda olduğu gibi “Sağlıcakla Kalın” diyeceğim ancak bu yazıdan sonra ne düşünürsünüz neye inanırsınız bilemiyorum. İçinizde öfke ile karışık isyan olacak. Belki bana çok kızacaksınız. Ben bu yazıları okuduğumda kaç gün kendime gelemedim. Artık Yahudi inancına dair kitap ve söylevleri okumayı tümden bıraktım. Sizce Hristiyanlığın din olarak ortaya çıkmasında yukarıda bahsetmiş olduğumuz sapkınlıkların payı var mıdır? Bunların sapkın ve gayri insani olduğunu savunan insanlar mı Hristiyanlığı kurdular? Bilmiyorum. Artık bilmekte istemiyorum.

Onları araştırarak daha detaylı bir yazı yazmayı düşünüyordum. Ama yapamadım. Daha öteye gidemedim. İnternet üzerinden araştırma yapmaya ilk başladığımda ulaştığım bilgiler bunlar ki benim “hal-i ruhiye mi” bozmaya yetti. İlk defa detaylı araştırma yapmadan bir yazı yazıyorum. Umarım birileri çıkar ve bu araştırmayı yaparak daha derine ve asıl gerçeklere ulaşır.

Yazılanların aşırı pornografi ve cinsellik içerdiğini biliyorum. Umarım haddimi aşarak sizi duygusal yönden incitmemişimdir. Sadece bilin istedim.

İki konuda sizlerden özür diliyorum:
  1. Daha derine inme cesareti gösteremediğimden ancak bu kadar bilgiyi derleyip aktarabildim.
  2. Eğer sizi ve duygularınızı incitmiş isem özür dilerim.
Sonuç olarak; sizce alemleri yaratan ve dengeyi kuran, akıllı tasarım ve kudret sahibi bir yaratıcı bu sözleri söylemiş olabilir mi?

Ya yaratan bu tip semavi dinlerde bahsedilen yaratan değil ve bu tip dinler sapkınlar tarafından çıkarları için evrildi ya da ateizm doğruyu söylüyor. Karar sizin. Ben karar vermek istemiyorum.

Benim yaratıcım asla bu tip şeylere izin vermez. (Bu noktada Site Başyazarı ve Admin’i dostum A. KARA’nın “Benim Tanrım” adlı yazısını okumanızı tavsiye ederim. Beni aydınlatmış ve içimdeki sorulara bir nebze cevap olmuştu.)
Sağlıcakla kalmaya çalışın.

Yazan: Demon Product

DİNLERİN EVRİMİ

DP, din, Dinlerin evrimi, Dinlerin birbirine evrimi, Dinlerin kendi içlerinde evrimi, islamiyet, Dinlerin iddiaları, Kuran çelişkileri, Şura suresi, Sebe suresi, Hicr suresi, Mezmur, Matta, Petrus, “Kesin olarak bilesiniz ki bu zikri (vahyi, Kur'an’ı) kuşkusuz biz indirdik ve onu mutlaka koruyan da yine biziz.” (Hicr, 15/9)

"Bunlar, kitabın ve apaçık olan Kur'ân'ın âyetleridir." (Hicr, 15/1; bk. Elmalılı, Hak Dini, ilgili ayetin tefsiri)

“Ey iman edenler! Allah’a ve Peygamberine ve ona indirdiği kitaba ve ondan önceki indirdiği kitaplara gereği gibi inanın.” Nisa (4) Süresi, 136. ayet

“Senin sözün göklerde, Devirler boyu durur ey Yehova.” (Mezmur, 119/89)

“Gök ve yer ortadan kalkacak, ama benim sözlerim asla ortadan kalkmayacaktır.” (Matta, 24/35)

“Çünkü ölümlü değil, ölümsüz bir tohumdan, yani Tanrı'nın diri ve kalıcı sözü aracılığıyla yeniden doğdunuz. Nitekim 'İnsan soyu bir ota benzer. Tüm yüceliği de kır çiçeği gibidir. Ot kurur, çiçeği düşer. Ama Rabbin sözü sonsuza dek kalıcıdır.' İşte size müjdelenmiş olan söz budur.” (Petrus, 1/23-25)

Dinlerin evrimini iki ayrı kategoride inceleyebiliriz:
  1. Dinlerin Birbirlerine Evrimi
  2. Dinlerin Kendi İçlerinde Evrimi
Bunları ayrı ayrı inceleyecek olursak;

1) Dinlerin Birbirlerine Evrimi:
Bu savı inanan ve inanmayan tüm çevreler kabul eder. İnanların bu evrime inanmalarının sebebi, yaratıcının tek din üzerine olduğu, dinlerin birbirini tekrar etmesinin bu yüzden mümkün olduğudur. Dolayısı ile bu savı reddetmez, aksine desteklerler. Farklı bir biçimde inanmayanlarında en çok savunduğu sav budur ki, her dinin bir öncekinden etkilenerek devamı niteliğinden olduğu, mitolojik dinlerden evrildiği yönündedir.

Burada inananlar için aslında bir sorun vardır. Bu sorun da, gelen yeni dinin gelme sebebinin bir öncekinin yozlaşmış olduğu, aslında bozulduğudur. Hatta önceki kitapta aslında kendinden sonraki gelecek kitabı ve peygamberi desteklemiş olduğunu savunulur ki bu durumun kanıtları hiçbir zaman yoktur (Tevrat, İncilden bahsetmez, İncil, Kurandan bahsetmez). Bazı çevreler örneğin “Aslında gerçek incilde yazıyor. Vatikan biliyor ama söylemiyor.” gibisinden yorumlar yapsa da bunun ne dini ne de bilimsel hiçbir dayanağı yoktur. Yazının başında Tevrat ve incilden alınan ayetler bunu açıkça belirtmektedir. Bu yönde daha birçok sözde bu kitapların kendi söylevlerinde bulunmaktadır. Dolayısı ile her kitap kendinin yegâne göklerde yazılı kitap olduğunu, kendinden sonra bir kitabın gelmeyeceğini savunur. Fakat farklı bir yerde çıkan kitap aslında öncekinin devamı olduğunu savunur. İnanlar için bu bilinmezlik ve paradoks (ki aslında bilinir) sürer gider.

Dolayısı ile tüm semavi dinler “Dinlerin Evrimi” savını kabul eder, ancak hak dinin kendisi olduğunu savunur. Bu açıdan bakıldığında bile her din “Yaratanına” şirk koşmaktadır. Çünkü yaratıcı madem mükemmel, kusursuz, evrensel denge sağlayıcı, sorgulanamaz ve her şeyi bilen ise indirdiği kitabın daha sonra kusurlu hale getirilmesine ses çıkarmaz? İstese kusursuz bir sistemi getirebilirdi ki tüm kitaplar kendini kusursuz ilan ederken sonrakiler onları yozlaşmış kabul ediyor. Demek ki “Yaratılanlar” “Yaratandan” daha kudretli ve zeki ki onun indirdiğini sorgulayabilip değiştirebiliyorlar.

Gerçi her inanç bu duruma karşıda hazırlıklı olarak bir reddiye geliştirmiştir. Nedir bu reddiye mekanizması, “Yaratıcı aslında bizi sınıyor. Acaba onun kelamından çıkacak mıyız diye. Ne zaman biz sapkınlaşırsak o zaman bizi yeni bir peygamber ve kitap ile uyarıyor.”. Her peygamber kendini son peygamber ilan ediyor ve kendini öncekilerden üstün addediliyor. Bu reddiyenin sebebi şudur; eğer gelen din bir öncekini tamamlayıcı veya düzeltici değil ise bu yeni gelen dinin varlık sebebi ortadan kalkar. Sağlam bir dayanak bulunmalıdır. Yoksa insanlar peygamber olduğunu söyleyen kişiye inanmazlar. Bahsettiğimiz bu husus nedeni ile her semavi din bir öncekini kabul ederken kendinden sonrakileri kabul etmez, ayrıca kendinden sonra gelen dinlerin, kendi dinlerinden çıkarları nedeni ile ayrılan gruplar olduğunu ilan eder. (Yahudilerin İsa’ yı reddi, Musevi ve Hristiyanların Muhammed’i reddi).

Bu durum inanlar için (hangi dine mensup olursa olsun) baştan aşağı şirk ve eş koşmak kokmaktadır. Kitaplarda bahsedilen kudretli Tanrı inancına bakarsak. Beşer olan insanoğlu “Yaratanın” kelamını değiştiremez, değişmesine vesile olamaz. O halde ya yaratan “kudretli” değil, ya da bu sözler insan ürünü. Yaratan koşulsuz ve şartsız kudretli olduğuna göre… Yorum sizin.

Bu noktada yazının buraya kadar olan kısmına (ya da geriye kalan kısmı da) yönelik cevap ve eleştirileriniz varsa ki pozitif ve yapıcı eleştiriler bizim kazancımızdır, eleştiri yapmadan önce bu site de yer alan makale ve pdf kitapları okumanızı tavsiye ederim. Onlardan örnek alıntıları yaparak yazıyı uzatmak istemediğim için yer vermedim. Yoksa yazımızın kanıtları sitede ekli olan makale ve pdf kitaplarda geniş ve açıklayıcı bir biçimde bulunmaktadır.

Mevcut durumu tahlil edersek her din bir önceki/-lerin devamı konumundadır. Öncekini reddetmeden, kötülemeden veya yok saymadan –ancak bozulduğunu ve yozlaştığını söyleyerek- kendisini devam din olarak niteler. Semavi dinlerin kökeni antik mısır ve sümer dinleridir ki bu durum tüm akademik ve bilimsel çevreler tarafından kabul görmüştür. Antik Mısır ve Sümer dinlerinden evrilen ilk semavi din olan Yahudilik, devamında Hristiyanlığa, Hristiyanlıkta Müslümanlığa evrilmiştir.

2) Dinlerin Kendi İçlerinde Evrimi:
Dinlerin kendi içlerinde evriminin çeşitli sebepleri vardır. Çağlar ilerledikçe, teknoloji geliştikçe, eski adet ve dinler terk edilemediğinden, coğrafi sebepler, yeni yapılan keşifler ve benzeri sebeplerle dinlerde yenilenmeye ihtiyaç duyulur. Bu yenilenmeler farklı inanç felsefelerinin ve gruplarının oluşması ile sonuçlanır. Örneğin Hristiyanlıkta Ortodoksluk, Protestanlık, Katoliklik, Presbiteryenlik, Evanjelistler vb. fraksiyonlar her birbirlerinden farklı olabilmekte ya da birbirleri içinden türemektedirler. İslamiyet’te de durum pek farklı değildir. Sünniliğin içinde 4 hak mezhep kabul edilen Hanefilik, Hanbelilik, Şafiilik ve Malikilik ile Şia ve içerisinde yer alan fraksiyonlar (Caferilik gibi) bunun kanıtıdır. Bu bölüngüler içerisinde yaşayan insanlara şu sorulduğunda, örneğin bir Müslümana:” Peygamber ve 4 halifenin mezhebi nedir?” diye sorulduğunda sağlıklı net bir cevap alamazsınız. Dinlerin kendisinde şu mantık vardır: İbadetlerde ve inançta yorum olmaz, yaklaşım sergilenmez veya mantığa göre ya da ihtiyaca göre şekillenmez. İbadet ve inançta peygamber ve kitap ne yapıyorsa o yapılmalıdır. Ancak bu görüşe reddiye geliştirenlerin en büyük savunması şudur:

“İyide bizim mezhepte kan abdesti bozuyor, ancak öteki mezhepte bozmuyor. Sebebi coğrafi sebepler. Peygamber şöyle olduğunda kan akmış ancak abdest almamış onlar onu örnek almışlar, ama bir keresinde kan çıkınca abdest almış, biz onu uyguluyoruz.”

Burada sorun şudur. Peygamber semavi inanca göre hatasız ve eksiksizdir. Yaratanın rahmeti ondadır. O yaratıcının yeryüzündeki gölgesi ve elçisidir. Dolayısı ile o zaman ya abdesti tazelersin ya da tazelemezsin. Tazelersen bir mezhebe göre namazın kabul olmuyor, tazelemezsen öteki mezhebe göre namaz kabul olmuyor. Sen yorum getiremezsin. Senin imamın ve şeyhinde yorum getiremez. Onlar gereğini yürütmek ile sorumludur. O halde ya yaratıcı mükemmel değil, ya da sen, hocaların ve şeyhlerin sorunlu. Yaratıcı mükemmel olduğuna göre… Yorum yine sizin. Daha bu hususlara örnek çok. Eğer örnek yok diyorsanız o halde hiç Müslüman olamadınız demektir. Müslüman iseniz kuranı anlayarak okumuş ve hadis külliyatı ile desteklemiş olmalısınız. “Yok, ben hocama sorarım!” diyorsanız, Hocanız sizi öteki dünyada (!) kurtarsın da görelim. Ayet bu konuda açık. Anlayarak okumamış iseniz hükmünüz kesin. Önceki yazılarımızı okuyun, pdf kitaplara bakın. Bu hususa defalarca değinildi.

Konumuza geri dönersek insanlar kendi keyfiyetleri, yönetim ihtirasları ve güç için dinleri kendi ihtiyaçları doğrultusunda yoğurup değiştirmişler, adına da mezhep demişlerdir. Bu durumun farkına varıp “Dünyada Peygamber dönemindeki İslamiyet yaşanmıyor. İslamiyet te mezhep olmaz, olamaz. Peygamber bunu yasaklamıştır. Din de Allah gibi birdir ve tektir!” diyen Konca KURİŞ, insanları uyandıracağı (!) endişesi ile canavarca katledilmiştir.

Bu bahsettiğimiz hususa da reddiye geliştirebilirsiniz ki amacım sizi değiştirerek “inanma inanma din diye bir şey yok” demek değildir. İster inanırsınız ister inanmazsınız. Bu sizin bileceğiniz ve özgür iradeniz ile seçebileceğiniz bir olgudur. Sadece doğru araştırın.

Bu noktaya kadar iki ayrı başlıkta Dinlerin Evrimini bir nebze olsun incelemeye çalıştık. Dinlerin Evrimi şüphesiz gerçektir. Okundukları zaman tüm semavi din kitaplarının söylevlerinin hemen hemen benzer olduğunu rahatlıkla görebilirsiniz. Bunu için okuma-yazma bilmeniz ve objektif olmanız kâfidir.

Başka bir husus burada karşımıza adeta dikilir. Dinler kesinlikle “Evrimleşiyor”. Değişiyor ve gelişiyor. Kendilerini ortadan kaldırmaktan ziyade kendi iç fraksiyon ve dinamiklerini geliştirerek evriliyorlar. Örneğin Pensylvania’ nın ağlak imamı, peşinde koşan primatlar ve müritleri. Bu primatlar ve müritler, o ağlak imamı “Kurtarıcı Mehdi” ilan ederler ki mehdi inancı Kuran açısından değerlendirildiğinde tümden bid’at’ tır. Muhammed ve 4 halife döneminde “asla” mehdi/mesih inancı olmamıştır. Hristiyanlıktan geçmedir.

Konumuzdan biraz farklı olmakla beraber, Dinlerin Evrimi ile bağlantılı farklı bir konuya da değinelim.

Yazının başında bahsettiğimiz gibi her kitap, kendisinin sabit ve değiştirilemez olduğunu ısrarla belirtir; kendisinin yaratıcı kelamı olduğunu, “şüphesiz” doğru bir elçi sözü olduğunu söyler. Bu elçiler hep kendi kavimlerine ve bölgelerine gelmiştir. Musa ve İsa İsrail oğullarına ve Muhammed Arap oğullarına.

“Biz sana Arapça bir Kur’an vahiy ettik ki, sen anakent olan Mekke ile bütün etrafını uyarıp irşat edesin.”(Şura 7)

Demek ki amaç, Mekke ve çevresini uyarmak. Sorun Mekke ve çevresinde. Diğer yerlerde Allah’ın kelamı önceki dinler ile sabitenmiş. Ancak durum böyle olursa İslamiyet nasıl yayılacak?

Taberi bu ayeti açıklarken “bütün etraf” tan kastın dünya olduğunu belirtir. Yoksa Kuran sadece Mekke ve çevresinden ibaret olacak. Sistem çökecek. Diğer dinlerin tamamlayıcısı olması için bu dinin tüm coğrafya ya gelmesi gerekiyor. Ne yapıyor Taberi? “Etraftan kasıt dünyadır” diyor. İlginç olan şudur ki, Allah tüm dünya diyemiyordu da, aklı ermiyordu da, Taberi Allah kelamını düzeltiyor. İslami Terminolojiye göre kendini Allah’ın yerine koyuyor. Burada İslami açıdan şüphesiz şirk vardır.

Bu sözlere reddiye olarak şunu söyleyebilir ve kanıt olarak sunabilirsiniz ki:

“Resulüm! Biz seni bütün insanlara/insanlığa rahmetimizin müjdecisi, azabımızın uyarıcısı olarak gönderdik; lakin insanların ekserisi bunu bilmezler.” Sebe Suresi 28. ayet

Ya da

“Biz seni âlemlere rahmet olarak gönderdik.”(Enbiya, 21/107). Yalnız ALEM kelimesi coğrafi yerleri tanımlamaz. ALEM “kimse” demektir.

İnsanlar Kuranı kendi dilleri ile okumuyorlar ki? Nereden bilecekler kime gönderildiğini? Ayrıca her kitap kendini insanlara geldiğini söylüyor? Ayetler bile bu noktada çelişki taşıyabiliyor.

İnanlar için ayetler arasında hükmü kalkan olmaz. Her ayet geçerlidir. Allah tüm ayetleri bir düzen ve mükemmellik üzerine kurmuş ise yukarıda belirttiğimiz Şura 2 ile Sebe 28’i bir karşılaştırın. Birbirlerinden farklı şeyler söylüyorlar. (Site Başyazarı ve Admini Dostum A.KARA’ nın “Neden Deist oldum 2” adlı yazısında, ayrıca İlhan ARSEL kitaplarında bu çelişkiler bolca örneklendiriliyor. O yüzden daha fazla örnek görmek isteyenler bu makale ve kitaplara göz atsınlar)

Şöyle bir durum bizi bekler ki, aslında tüm kitaplar insanlığa gönderilmiştir. Ancak Irkçı ve faşist yaklaşımlarından dolayı İsrailliler Yahudiliği ırk/din haline getirmişlerdir. Örneğin Yahudi baba Hristiyan anneden olan bir çocuk Yahudi olamaz. Ancak Yahudi anne ve Müslüman babadan doğan çocuk Yahudi kabul edilebilmektedir. Anne din ve ırk aktarıcısı durumundadır.

Hristiyanlıkta ise Yahudiliğe göre daha hümanist bir bakış açısı vardır. Bu kapsamda misyonerlik faaliyetlerine girişilmiş ve dünyanın geri toplumlarında seri bir Hristiyanlaştırma politikası gütmüşlerdir.

Kısacası her din, bu “Din Evrimi” hususunu kabul eder, ancak kendisinin kesin ve doğru olduğunu söyler. Bu nedenle yayılmacı bir politika güderler. Yani her din, kendisinin “İnsanlığın koşulsuz şartsız en son kurtarıcı dini” olduğunu iddia eder. Ancak dinler zaman ilerledikçe çağına uymadığından iç fraksiyonlara bölünmeye mahkûm olur. Demek ki “Yaratılanlar”, “Yaratandan” daha bilge ve kudretli ki onun hatalarını düzeltiyorlar. İnançlarını çağa uyduruyorlar. Yaratıcı kusursuz ve kudret sahibi olduğuna göre birileri ortada bariz bir biçimde yalan söyledi ve birileri yalan söylemeye devam ediyor.

Sonuç olarak ister inançlı olun ister inançsız. Dinler Evrilmiştir, Evrilmeyede devam ediyordur. İnanlara göre, Yaratıcı tek kitap ve tek peygamber ile (tüm dinler önceki peygamberleri kabul eder ancak son ve en geçerli peygamberi kendi peygamberi görür) insanlığı (!) uyarmıştır. O halde bu ayrılıkların sebebi nedir?... Bu ayrılıklardan kimlerin ne çıkarları olabilir? Din ile insanlar kandırılabilir mi? İnsanlar Din ile kandırılıyor ise bu kandırmanın amacı nedir? Cevaplar sizde saklı.
Aklımda Deli Sorular:
  • Muhammed ve 4 halife kandil gecelerini kutladı mı?
  • Muhammed ve 4 halife döneminde mevlit okundu mu? Tatlı dağıtıldı mı?
  • Muhammed ve 4 halife döneminde 3 aylar kutsal mıydı?
  • Muhammed ve 4 halife teravih namazı kıldı mı?
  • Muhammed ve 4 halife hadisleri yazdırdı mı?
  • Muhammed ve 4 halife döneminde minare var mıydı?
  • Muhammed ve 4 halife döneminde türbeler ziyaret edilir miydi?
  • Muhammed ve 4 halife döneminde mezarlık ziyaretleri var mıydı?
  • Muhammed ve 4 halife döneminde saltanat var mıydı?
  • Muhammed ve 4 halife döneminde kefaret orucu var mıydı?
  • Muhammed ve 4 halife döneminde tespih çekiliyor muydu?
  • Muhammed ve 4 halife döneminde mezar taşı üzerine ayet, dua, şiir vb. yazılıyor muydu?
  • Muhammed ve 4 halife döneminde ölülerin ardından 7’ si 40’ ı 52’ si yapılıyor muydu?
  • Muhammed ve 4 halife döneminde yatırlara mum yakılıp dua edilir miydi?
  • Muhammed ve 4 halife döneminde ücrete kuran okunur muydu?
  • Muhammed ve 4 halife döneminde kuran nağme ve musiki ile mi okunurdu?
  • Muhammed ve 4 halife döneminde bir yerlere cevşen asılır mıydı?
  • Muhammed ve 4 halife döneminde cenaze bildirimi için sala okunuyor muydu?
  • Muhammed ve 4 halife döneminde bugün kılınan namaz mı kılınıyordu?
  • Muhammed ve 4 halife döneminde kurban kanı alına sürülür müydü?
  • Muhammed ve 4 halife döneminde recm var mıydı?
  • Muhammed ve 4 halife döneminde “Azrail” adlı bir meleğin adı geçiyor muydu?
  • Muhammed ve 4 halife döneminde muska takılır mıydı?
  • Muhammed ve 4 halife döneminde namaz 3 vakit mi? Yoksa 5 vakit miydi?
  • Muhammed ve 4 halife döneminde takke takılır mıydı?
  • Muhammed ve 4 halife döneminde kadının erkeğin kaburga kemiğinden yaratıldığı söylenir miydi?
  • Muhammed ve 4 halife döneminde kabir azabından bahsedilir miydi?
  • Muhammed ve 4 halife döneminde İsa’nın tekrar yeryüzüne geleceği inancı var mıydı?
  • Muhammed ve 4 halife döneminde mehdi kavramı var mıydı?
  • Muhammed döneminde, Kuran kitap halini almış mıydı?
  • Ebubekir hiç kitap formatından Kuran okumuş muydu?
  • Hiçbir kutsal kitap peygamberinin özel hayatına karışır mı? Karışsa bile bunda “âlemleri” ilgilendirecek nasıl bir bilgi olabilir ki?
  • Ana dili Arapça olan araplar bu dini “Şüphesiz apaçık arapça” olarak indirilen Kuranı okuyarak ve anlayarak yaşıyor ise bizim din yaşantımız neden farklı?
  • Dinlerini okuyarak ve anlayarak yaşayan araplar mı daha doğru dinlerini yaşıyor, yoksa dini okumadan ve anlamadan okuyan bizler mi daha doğru yaşıyoruz?
  • Eğer dini biz doğru yaşıyorsak, araplar neden Kuranı okuyup anladıkları halde farklı yaşıyorlar? Bir insan veya topluluk bilerek ve isteyerek KÂFİR olur mu?
Sağlıcakla kalın.
Yazan: Demon Product

APAÇIK AYETLER

DP, Apaçık ayetler, Kur'an apaçık mı?, Apaçık olmayan ayetler, Kuran, din, islamiyet, Din ile büyütülen gençlik, İslamiyet gerçekleri, Kuran gerçekleri, Kuran çelişkileri, Ayetler,
1990’ ların ortalarında iyi giyimli, orta halli olduklarını gösteren moda tasarımına sahip, nispeten “üniversiteli” okumuş çocuk izlenimi veren gençler sokaklarda bir takım kitaplar dağıtmaya başlamıştı. Dağıtılan kitap konusuna daha sonra tekrar geri döneceğiz.

Ülke de sessiz sedasız bir devrim hareketi yürütülüyordu. Bu devrim hareketi gücünü farklı dinamiklerden alıyordu. Söz konusu devrim ülke yönetimine veya idareye talip olmak için değildi. Toplumsal bir dönüşüm hedefleniyordu. Bu dönüşümün gerçekleşmesi için bu kitaplar sadece bir basamaktı.

90’ ların başı zaten çok sancılı geçmişti. Turan DURSUN, Bahriye ÜÇOK, Uğur MUMCU, Çetin EMEÇ, Eşref BİTLİS ve Cumhurbaşkanı Turgut ÖZAL gibi birçok isim cinayet veya şüpheli ölümlerin kurbanı olmuştu. Madımak Yangını (katliamı) ve Başbağlar katliamları ile çok sayıda insan toplu “SOYKIRIM” a uğramışlardı. PKK terörü gün geçtikçe güçleniyor, ülke siyasal sorunlar ile boğuşuyordu. Enflasyon ve pahalılık nedeni ile günden güne sinir sistemi yıpranan halk,  yerel yönetimlerdeki yolsuzluk haberleri ile iyice kızgınlaşmıştı. Adeta bir dönüşüme zemin hazırlanıyordu. Sanki 12 Eylül 1980 öncesi senaryolar farklı biçimlerde tekrar ediyordu. Ancak bu dönüşümün amacı ne askeri bir darbeye zemin hazırlamak ne de ülkenin dış güçlere teslim edilmesiydi. Amaç, farlı bir yönetim sisteminin ülke genelinde egemen olmasıydı. Zaten zemin müsaitti.

Ülkenin “okumuş” büyük çoğunluğu 12 Eylül öncesi sağcı-solcu diye iki farklı kampa ayrıldığından beyinleri yıkanmıştı. 12 Eylül de yaşanan işkenceler ile bu “okumuş” bireyler devre dışı kalmıştı. Üniversitelerdeki “sağlam” akademisyenler dönemin “Kurtarıcısı” Evren Paşa tarafından kurulan YÖK ile görevlerinden uzaklaştırılmışlardı. Üniversitelerin özerk yapısı devre dışı kaldığından bu “bilim” kurumları sadece kodlanmış ve “istenen komutlara yanıt veren” öğrencileri mezun ediyordu. Eğer sistemi eleştirir veya farklı bir tonda ses çıkartır ise bu öğrenciler “anarşist, terörist, allahsız, kitapsız, vatan haini, eşcinsel, satılmış, gâvur uşağı vb.” ithamlar ile isimlendiriliyor, ya okuldan ayrılmaları sağlanıyor ya da mezun edilmiyorlardı. Söylenenlere koşulsuz biat edecektiniz. Eğer bu “çatlak” ses çıkaran öğrenciler grubunda iseniz mezun olmanın yolu, uğraşılamayacak seviyede zekâya sahip olmanız veya “vicdanlı” öğretim görevlilerine denk gelmenize bağlı idi.

Ülkenin değişmeyen tek sistemi din idi. Yıllardır geleneksel sistem aynı düzende devam ediyordu. Bu sistemde, 7-8 yaşlarına gelen kız-erkek çocuklar yaz tatillerinde kuran kurslarına gönderilir, Allah yolunda Muhammed’in rehberliği ve Kuran kılavuzluğunda inançlı bir birey olmaları sağlanıyordu. 10-11 yaşlarına gelindiğinde eğer çocuk hatim ederse ödüllendirilir, başka çocuklarla “örnek çocuk” misali ile mukayese edilirlerdi. Anne ve Babalar kendi çocuklarına: “ Bak arkadaşın ne güzel hatim etmiş. Allah onu cennete koyacak. Sen böyle gâvur gibi gez.” Diye suçlamada bulunurlardı. Hatim eden çocuğun ailesi ise “Romalı muzaffer kumandan” edası ile mahallede kasıla kasıla gezerdi. Annesi “gün” tabir edilen mahalle altın borsalarında diğer annelere çocuğunun nasıl kuran okuduğunu ballandıra ballandıra anlatır, “Ayol sizin çocuk daha okuyamadı mı? Gâvur olur kız bu!” gibisinden cümleler kurarak diğer annelerin moralini bozardı. Okumayan çocuğun düştüğü psikolojik travma ise bambaşka idi. “Sanırım Allah beni sevmiyor. Ben gâvur olacağım. Cennete gidemeyeceğim. Annem babam beni sevmeyecek” korkusu ile başbaşa kalıyordu. Okuyan çocuğun durumu ise adeta bir Popstar ile ancak mukayese edilirdi. O prototip’ ti. Yaratılmış tek kişi idi. Üstün insandı. O Kuranı hatim etmişti. Başkaları alt sınıftaydı artık. Onun yeri camide namaz saflarında en önlerde olmalı idi. Arkadaşları ona bakarak gıpta etmeli, onu örnek almalıydı. Her şeyin en iyisine o layıktı çünkü.

Eğer aile biraz muhafazakâr ise çocuk İmam-Hatip okullarına gönderilir. Bu sayede inançlı, cenneti garantilemiş, sevap işleme konusunda hem kendine faydası olan hem de başkalarının sevap kazanmasına da vesile olabilecek bir birey olacaktı. Onların evine cin, şeytan, peri vs. paranormal mahlûkat uğrayamayacak, evde adeta muazzam bir bolluk yaşanacaktı. Evde yangın, sel gibi afetler olmayacaktı. Çünkü bu çocuk az önce bahsettiğimiz durumlara karşı tüm korunma ve muhafaza dualarını okumuştu. Eğer olurda bu aksiliklerden birisi veya birkaçı gerçekleşirse bu sınav idi. Daha sıkı bağlanmamız için yaratıcımız bizi sınıyordu.

Hele çocuk ilahiyatı da bitirirse artık onun üstüne kimse yoktu. Onunla ancak okul arkadaşları veya hocaları mukayese edilebilirdi. O örnek mümindi çünkü. Bu din anlamındaki kariyer ve öğrenim esnasında akıl hocaları hangi fraksiyondan ise çocuk o yola yönelebiliyordu. Ancak bu durum rahatsız edici değildi. Sonuçta Ehli Sünnet Vel Cemaat yolunda hangi cemaate takılırsa takılsın sadece usul veya düşünce tarzı yönünden farklılık oluyordu. Ortak yol aynı idi.

Bu gelişim sürecine göz attığımızda, istisnalar hariç, 10-11 yaşlarında adeta bir “Popstar” olan çocuk yıllar geçtikçe değişim yaşamaya başlar. 13-14 yaşına geldiğinde o Popstar’ lığın getirdiği şan ve şöhret artık kalmamıştır. Arkadaşları birbirleri ile doğum günü kutladıklarında veya herhangi bir eğlenceye katıldıklarında onlar katılamazlar. Mevcut statüleri buna engeldir. Yeni arkadaş çevreleri veya aileleri hemen sözlü baskıyı kurar: “Çocuğum onlara özenme onların ailesi de Gâvur gibi zaten. Onlar cehennemlik. Kızlar fuhuşiyat peşinde. Erkeklerin elinden içki şişeleri düşmüyor. Onlar şeytanı kılavuz edinmişler. Aman onlara özenme. Seni kandırmalarına izin verme. Duyduğun istek şeytanın vesvesesi!” gibisinden sözler karşılar bu ergen çocuğu. Bir süre sonra zaten kendi iç dünyasındaki “Ben” onu dizginler. Bu diğer “Ben”, onların şeytanın yolunda olduğu, pişman olacaklarını ve hiç şüphesiz zalimlerden olacaklarını söyler.

Yaş 18-20’ lere geldiğinde bu genç, artık iyice dinsel erişkinliğe ulaşmak üzeredir. Artık çevresinde “danışılabilir” bir konumdadır. Sohbetlerde din adına konuşabilir, yorum yapabilir durumdadır.

Bu gencin daha 9-10 yaşlarından 20’ li yaşlarına kadar geçen sürede öğrendikleri, yaşam standartlarını belirleyen, dinsel öğretilerinin tabanını hazırlayan kişiler “sorgulanamaz” olan hocalarıdır. Nadiren sorgulanırlar. Hocaların sorgulandığı bölümler de onların kişisel görüşlerini kapsar. Öğrenci, onlara katılmayabilir. Ancak genel ve ortasında buluşulan hususlar kesindir. Değiştirilemez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez.

Buraya kadar bireye kim çengel atarsa onların elinde kalır. O cular, Bu cular, bilmem ne cemaati vs. Daha 13-14’ lü yaşlarında olan birey, adeta dini işçi pazarındaki (Halk arası tabir ile amele pazarı) yerini alır. Orada cemaat menajerleri onlara kapak atar. Ya onların beynini çelerler ya da ailelerinin. Bu sistemin böyle yürümediğini yanlış aktardığımı iddia edebilirsiniz ki o halde size diyeceğim tek laf Türkiye’de yaşamıyorsunuz ve hiç yaşamadınız. Hansel ve Gretel in aklını çelebilmek için kekten ev yapıp çikolata ve şekerlemeler ile onları kandıran cadı misali bunlarda onların veya ailelerinin hoşuna gidecek masallar ile kandırıp kendi saflarına çekerler. Arada “ne oluyor burada dostum” diyerek bir takım gerçekleri fark eden, ancak yine de kendi iç çekişmelerini aşamayan Edip YÜKSEL gibi din adamlarına ya da tümden hepsini terk eden Turan DURSUN veya Arif TEKİN gibi din adamlarına rastlanır. O Turan DURSUN ki İsmail Ağa medreselerinde hocalık dahi yapmıştır.

Bu sıyrılışlarda BİLİM ön plana çıkabiliyor bazı durumlarda. Gencimiz bay olduğunda yakışıklı veya bayan olduğunda güzel ve alımlı ise, aynı zamanda gelir düzeyleri ve toplumsal statüleri yüksek ise o halde Level 2 cemaatler devreye giriyor. Bu cemaatler bilimsel veriler ışığında İslam’ın “eksik(!)” görülebileceği, bu nedenle yeniden bilimsel veriler ışığında yorumlanması gerektiğini söylüyorlardı. Ana görüşleri şu idi, aslında Kuran çağlar gerisinden çağlar ötesine her şeyi anlatıyor ve kanıtlıyor. Yeter ki doğru açıdan bak. Bu cemaatler “kedicikleri” ile piyasa da belirli bir kitleye hitap ederek aslında ne kadar yozlaşmış olduklarını kanıtlıyorlardı.

Eğer daha ciddi, sistematik vs. başrole soyunan bir cemaat söz konusu olmalı ise o zaman Level 3 cemaatler devreye giriyor ki bunların inandırılmışlık seviyeleri bir hayli yüksek. Aralarında profesör, hâkim, subay, doktor, avukat, mühendis, siyasetçiler gibi üst ve elit tabakadan insanlar vardı ki zaten bunlar daha küçükten angaje edilerek o konumlara getirilmişlerdi. Hatta bunların duygusal zekâ seviyeleri yerlerde olduğundan evlenecekleri kişileri bile bir “albümden” abileri ve ablaları seçiyordu. Rüya âleminde yaşayan bu primatlar ülke yönetimine de bir darbe ile talip olmuşlar, ancak çok geçmeden yel değirmenlerine saldıran Don Kişot gibi yerle yeksan olmuşlardır.

Az önce bahsettiğimiz “kedicikleri” ile meşhur Level 2 cemaatler, “bilimsel” olduğunu iddia ettikleri yayınları ile yazımızın başında bahsettiğimiz sistemde kitap ve yayınlarını dağıtarak ve ya bazen satarak, hesapta dine bilimsel taban arayan inançlılara hitap ediyorlardı. Bunları okuyan gençler evrenin sırrına nail olmuş edası ile hemen aile ve yakın çevrelerine koşup “evreka evreka (buldu buldum!)” diyerek aslında bir üst seviye primat olduklarını kanıtlama derdine düştüler. Evrim Teorisi çökmüştü. Yaratılışın kanıtları her yerde idi. Yeter ki doğru bakın. Her şey O’ nu anlatıyordu. Kurtlar kuşlar O’ nu tespih ediyordu. Ancak bizlerin kalp gözü kapalı olduğu için “hiç şüphesiz” göremiyorduk. Bizler zalimlerdendik. Karılarımız kızlarımız cariye idi. Mallarımız ve kanlarımız ise onlara analarının ak sütü gibi helaldi (Sakın tersini iddia edip Kuran’da böyle bir şey yok demeyin dinden çıkarsınız. Allah’ın kelamına ters düşüp mürtet olmayın. Bunlar aynen Kuran’da var).

Bir takım bilim adamı ve profesörler dahi çıkar ve statü uğruna bu yalanlara ortak olmuşlar, gerçek ve bilimsel tabanını sağlamlaştırmış bilim adamlarına denk geldiklerinde ise devasa bir çöküş yaşayıp Ak Gandalf karşısında fena bir mağlubiyet yaşayan Ak Saruman misali kendi hezeyanlarında yitip gitmişlerdir.

Yazının başından beri bahsettiğimiz durumlar ile karşılaşmamızın sebebi sizce ne olabilir? Cehalet? Bilim dışı öğretim sistemi? Yabancı dış güçlerin üzerimizdeki oyunları? Masonlar ve İllüminati? Atatürk ve arkadaşları? Ne ya da Kim?

Cevap aslında o kadar açık seçik önümüzde duruyor ki. Gülmemek elde değil. Dünya üzerinde inandığı dinin kitabının tek bir kelimesinin anlamını bile bilmekten aciz bir topluluğuz da ondan olabilir mi? Sorduğunuz zaman “Hiç Kuran okudun mu?” cevap şu olabilir: “Ohoooooo ben 6 kere hatim indirdim”. İyi de ne anladın? Kureyş suresinde nelerden bahsedilmiş? Nahl suresi neyi anlatmış? Alak? Fatiha? Hacı bunlar sende yok? Yahu ne ile sınav olacaksın bilmiyor musun?

Cevap hazır: “E bizim ilmimiz ona yetmez.” Yahu Allah kelamına ters düştün bre zındık, Kuran “Bu apaçık bir Kurandır” diyor ya? O zaman cevap şudur: “E hadis sünnet bilmeden nasıl yorumlayacağız?” Yahu yine Allah kelamına ters düştün be çükübik, şu ayetlere bir de ANLAMLARI ile bak güzel Müslüman:

…Ey inananlar! Açıklandığı zaman hoşunuza gitmeyecek şeyleri sormayın. KUR’AN indirilirken bunları sorarsanız, size açıklanır. ALLAH onları affetmiştir. ALLAH Bağışlayandır, Yumuşak Davranandır. Maide Suresi/101

…Yeryüzünde hareket eden her canlı, iki kanadıyla uçan kuşlar dâhil sizin gibi birer toplumdur. Bu Kitap’ta hiçbir şeyi eksik bırakmadık. Sonra onlar RAB’ lerinin huzurunda toplanacaklardır. Enam Suresi/38

RABB’ inin sözleri doğruluk ve adaletle tamamlanmıştır. O’nun sözlerini değiştirebilecek yoktur. O işitendir, Bilendir. Enam Suresi/115

Bu Kitap’ı sana her şeyin açıklayıcısı, doğru yola iletici, RAHMET ve teslim olanlara bir MÜJDE olarak indirdik. Nahl Suresi/89

Kendilerine okunan bu Kitap’ı sana indirmemiz onlara yetmiyor mu? Şüphesiz bunda inanan bir toplum için bir rahmet ve bir hatırlatma vardır. Ankebut Suresi/51

…Gerçekten de O, senin ve toplumun için bir Hatırlatıcıdır. O’ndan sorumlu tutulacaksınız. Zuhruf Suresi/44

Kısacası nerden bakarsanız bakın. Olmuyor. Eğer Zuhruf-44 hükmünü okumuş iseniz durumunuzun vahim olduğunu anlarsınız. “O’ndan sorumlu tutulacaksınız” ne anlam ifade ediyor? Sakın bana “E senin ilmin ne ki yorumluyorsun, haddini bil kitapsız” derseniz size yine Kurandan cevap veririm:

… Böylece biz Kur’an’ı apaçık âyetler hâlinde indirdik. Şüphesiz Allah, dilediğini doğru yola iletir. (Hacc/16)”
Dolayısı ile Kuran’ın ilave açıklamaya veya yoruma ihtiyacı yoktur. O eksiksiz ve apaçıktır.

Şu ayetlere bir bakalım:

Sebe’ Sûresinin 3 . Ayetinde İnkar edenler, “Kıyamet bize gelmeyecektir” dediler. De ki: “Hayır, öyle değil, gaybı bilen Rabbime andolsun ki, Kıyamet size mutlaka gelecektir. Ne göklerde ve ne de yerde zerre ağırlığında bir şey bile ondan gizli kalmaz. Bundan daha küçük ve daha büyük ne varsa hepsi apaçık bir kitaptadır.”

Mâide(*) Sûresinin 15 . Ayetinde Ey kitap ehli! Artık size elçimiz (Muhammed) gelmiştir. O, kitabınızdan gizleyip durduğunuz gerçeklerden birçoğunu sizlere açıklıyor, birçoğunu da affediyor. İşte size Allah’tan bir nur ve apaçık bir kitap (Kur’an) gelmiştir.

Neml Sûresinin 1 . Ayetinde Bunlar Kur’an’ın, apaçık bir kitabın âyetleridir.
Kasas Sûresinin 2 . Ayetinde Bunlar apaçık Kitab’ın âyetleridir.
Nûr(*) Sûresinin 1 . Ayetinde Bu, bizim indirdiğimiz ve (hükümlerini) farz kıldığımız bir sûredir. Düşünüp öğüt almanız için onda apaçık âyetler indirdik.

Bu konuyu burada kapatıyorum. Gerçek Müslüman olmak istiyorsanız, anlamını bileceksiniz. Yoksa söylediğiniz/okuduğunuz kelimelerde kutsallık yoktur, bir şey ifade etmez. “Bu şekilde içim rahatlıyor ve ferahlıyorum” diyorsanız psikolojik terapinizde başarılar dilerim.

Site Admin’i ve Baş Yazarı A. KARA dostumun tabiri ile gerçekleri toplum kaldıramadığından, “yumuşatıcı ile yumuşatılıp üzerine gül suyu sıkılmış” bir inanca uyumak bize daha doğru geliyor.

Anlamı bilerek okunduğunda ne olacağı, anlamını bilmeden okunduğunda neler olacağı açık ve seçik önümüzde durmaktadır.

Anlamı bilinirse:
  1. Suudi Arabistan gibi oluruz, bayanlar araba kullanma özgürlüğü aldıklarında bayram yaparlar.
  2. Kimi uymayı terci eder kimi uymamayı. Ancak sorgulama potansiyeli ciddi ciddi artar. Bilim ve neden sonuç ilişkisi ön plana alınır.
Anlamı bilinmez ise:
Cevabı zaten biliyorsunuz çünkü cevabı yaşıyorsunuz. Rüyalar ile yaşayan cemaatler, Peygamber terliğini 130 tl. ye satan cemaat liderleri, Nihat HATİPOĞLU’na “hocam oyunda adam öldürdüm günah mı?”, madımak ve Başbağlar…. Daha devamını getirmek istemiyorum çünkü etrafına anlayarak ve yorumlayarak bakan herkes için durum “APAÇIK!”.

Yazan: Demon Product

DİN, DEVLET VE TOPLUM

din, DP, Kaos savı, Dinlerin kaos görüşünüden beslenmesi, Din ve kaos, Medya ve siyasetin dini kullanması, Din ve devlet, Devletin dini olmaz, Şeriat, Din kullanışlıdır, din ve mitoloji,
Prof. Dr. Celal ŞENGÖR, 2014 yılında katıldığı bir söyleşide (Bu sunumunun youtube de video’su var, isteyen açıp izleyebilir.), din faktörünün işlevlerinden bahsetmişti. Bu işlevlerinden ilki “İZAH İŞLEVİ” diğeri de “DÜZENLEME İŞLEVİ” idi. Hocamızın bu sunumunun çok fazla detayına girmek istemiyorum ki olası yanlış aktarımlara yol açmamak için. Sunumu izleyerek gerekli çıkarımları siz de yapabilirsiniz.

Yüzeysel olarak detaylandıracak olursak, bu işlevlerden ilki olan İzah İşlevi sayesinde insan veya insan toplulukları, doğaüstü olarak nitelendirdiği ki aslında doğal olan ve günümüz koşulları ile açıklanabilen olayları tanımlama ihtiyacını gidermiştir. Düzenleme İşlevi ile de sosyal ilişki, hukuk, ticaret vb. konularda oluşabilecek sorunlara karşı ortak bilinç ihtiyacı giderilmiştir.

Din, insanlara bir gereklilik olarak algılatılmıştır. Hatta dine inanmayan bazı çevreler dahi şiddetle dini savunmuşlardır. Sebep olarak da oluşabilecek sosyal, kültürel, ahlaki, maddi ve manevi çöküntüleri ve oluşabilecek kopuklukları örnek vermişlerdir. Onlara göre Din olmaz ise dünyayı bir kaos beklemektedir. Bu sav, yani KAOS savı çoğu görüş ve düşünce de kendine yer edinir. Örnek vermek gerekirse: “UFO’lar yani uzaylılar var ama açıklamıyorlar. Açıklarlar ise Kaos olur. Dinler, inançlar her şey çöker. Bu istenmiyor o yüzden açıklanmıyor.” ya da “ Aslında vatikan da saklanan bir incil varmış, o incilde Hz. Muhammed yazıyormuş Açıklanırsa Hristiyanlık çöker, Kaos olur diye açıklamıyorlarmış.” Bir diğer örnek: “ Ne demek hadis ve sünnet islam da yok? Olur mu öyle şey. Hadis ve sünnet olmazsa biz nasıl dinimizi anlayacağız? Kuranı nasıl anlayacağız? Olur mu öyle şey. Kaos çıkar vallahi ve de tillahi”

Kısacası KAOS, hemen herkesin diline adeta pelesenk oldu. O olmazsa kaos olur, bu olmazsa kaos olur. Nedir bu meşhur kaos? Hemen tanımlara bir göz atalım:
  • Evrenin düzene girmeden önce içinde bulunduğu, biçimden ve düzenden yoksun, uyumsuz ve karmakarışık olan durumu.
  • Mec.
Kargaşa, karışıklık.
Peki ya gerçekler? Neden gerçekler tu kaka ilan ediliyor? İnsanların bilmeye, öğrenmeye hakkı yok mu? İnsanları hep neden kaos ile korkutuyoruz?

Mevcut durumu biraz tahlil etmeye çalışalım. Ortadoğu’da kaos olmadığını söyleyebilir misiniz? Filistin? Arakan? Hindistan? Afrika? Asya tarafındaki eski Sovyet ülkeleri? Ah pardon atlamayalım. Ortadoğu ve İslam coğrafyasındaki kaos ve karışıklık ortamının sebebi İsrail, Amerika, İngiltere, Fransa, Rusya, Almanya ve bir grup Avrupa ülkesi daha. Masonlar, İlluminati, FETÖ gibi örgütlenmeler, IŞID (Neyse terminolojiyi bozmayıp DEAŞ’ ta diyebiliriz) ve benzerleri.

Ülkemizdeki karışıklığın sebebi dahi hep bu “dış güçlere” bağlanıyor. “Amerika şeytan uşağı, Yahudiler İslam düşmanı, Almalar ırkçı, Fransızlar sömürgeci, Ruslar komünist, kısacası tüm dünya karşımızda bizim. Ancak her nasılsa bunlar madem kötü ve bizim kötülüğümüz için uğraşıyor, neden tüm ortaklık ve anlaşmalarımız bu ülkeler ile? Ülkemizde sağcı, sol ve hatta muhafazakâr iktidarlar döneminde ve halen İsrail ile aramız hep güzel (birkaç göstermelik gerginlik dışında). Amerika kutsal müttefik. Almanya ikinci Türkiye. Ne zaman birileri ile aramız bozulsa şu sesler hep mevcut :” Onlar birbirlerinin dostları, Türk’e Türk’ten başka dost yok, Amerikalılar misyonerlik yapıp gençlerimizi bozuyor vs. vs.” Hep bir savunma içerisindeyiz. Hep onlar ve biz kavramı var.

İşimize gelince dost ve müttefik oluyorlar, işimize gelmeyince tu kaka. Burada ana belirleyici faktörün hep din olduğu söylenir. Ancak değil. Açıkçası uluslararası ilişkilerde –bizim liderler dahil- din faktörünü hiç düşünülmez. Çıkarlardır önemli olan. Eğer çıkarınız var ise İsrail’ le de ortak olursunuz, Amerika ile de müttefik olursunuz, Şeytan ile de dost olursunuz. Yeter ki çıkarlar uyuşsun. Ancak bu hususu halka anlatamazsınız. Medya ya zaten anlatamazsınız ki onlar maaşlarını kim veriyor ise onun ağzından konuşur ve yazarlar. O yüzden bu ülke de basın özgürlüğü olmadığı doğru. Ancak bu özgürlüğü kısıtlayanlar mevcut iktidarlardan daha çok medya patronlarıdır. Kazanmak istiyorsanız onların dilinden konuşacaksınız.

İş olayları halka anlatmaya geldiğinde varsayalım Rusya ile aramız bozulmalı ise yapılacak şey basittir. “Onlar Müslümanlara zulüm ediyorlar…” görün bakın neler oluyor ülkede. Ancak iyi geçinmemiz gerekiyor ise “Rusya’da bir camimizi daha hayırlısı ile açıyoruz…..”

Amerika ile iyi geçineceksek ki zaten kötü geçinmemiz düşünülemez, Sam amca nın ağızından konuşmamız kâfi. Gerçi tüm iktidar sahiplerinin akraba ve kendileri onların okullarından mezun o da başka bir ironi. Hatta darbe yapmaya kalkışan Pennsylvania’ nın ağlak imamı dahi orada yaşıyor. Neymiş? Hicretteymiş. Sağlık sorunları imiş. Yersen…. İster sağ, ister sol ister muhafazakâr, bir defa Amerika ve İsrail in tornasından geçmek zorunda. Yoksa o koltuk bir hayalden öteye geçemez.

Demek ki neymiş? Din belirleyici faktör değil. Bunu bir defa kenara koyalım. Çıkarlar mı uluslararası ilişkiyi belirliyor? Evet. İsterse satanist olsunlar. O halde kalkıp “Devletin dini olmaz mı? Dinsiz devlet olur mu? Din olmadan Devlet kurulmaz.” Laflarını bir kenara atalım. Bu iş sadece kendi vatandaşlarınızı uyutmak için var. Tüm dünya da iş böyle yürüyor. Asıl olan çıkarlar. İktidar eğer halkın dininden ise burada sorun elbette olmaz. Kişinin dini olur veya olmaz. Bu kişisel özgürlüktür. Bir cumhurbaşkanının, Başbakanın, Kralın, Devlet Başkanının elbet dini olabilir ve ya olmayabilir. Bu o kişiyi bağlar. Yeter ki herkes kendi inancını kendisi için yaşasın. Başkalarının inanç alanına müdahale etmesin. Dolayısı ile iktidarın DİN’Lİ veya DİNSİZ olmasının çok önemi yoktur. Önemli olan liyakat esasına dayalı, işin tanımlanmış gereğini yapan, ulusal çıkar ve kırmızıçizgileri savunan ilerici, insan ve CANLI haklarına saygı gösteren, çoğunluğun olduğu kadar azınlığında sesi olabilen demokrat bir yapı olsun.

DEVLET YÖNETİMİNDEN VE EĞİTİM SİSTEMİNDEN DİN ÇIKARSA KASO OLUR FİKRİ TÜMDEN YANLIŞ VE AKIL DIŞIDIR. Neden tüm idarecilerimiz, yöneticilerimiz ve ister iktidar ister muhalefet olsun ana iskelet kadrolar oranın okullarında “Hristiyan ve Ateist” hocalardan ders alıyor? Neden o “Hristiyan ve Ateist” okullardan mezun oluyorlar? Onlar batıl değil mi? Onların ilmi ŞEYTAN İLMİ değil mi? Onların ekonomi okulları ve ekonomik fikirleri YAHUDİLİKTEN VE KABBALA’ dan alınma değil mi? Evet? Cevapları alalım? İmam Hatipler bu ülkenin kurtuluşu ise neden kendi çoğunluğunuz ve evlatlarınız bu kutsal ilimden geçmedi? Bir kısım sol kanat ta kusura bakmasın, ALEVİLİK denen uydurulmuş antik Anadolu dinini de insanlara çözüm ve alternatif olarak sunmayın. Evet, uydurulmuş dinlere ve düşüncelere karşıyız derken siz de bu kapsamın içerisindesiniz. Alevilik bu coğrafya da ağır sınavlardan geçti. Katliamlar ve çığlıklar Anadolu topraklarını inletti. Maraş, Çorum ve Madımak elbette unutulmadı. Ancak bu durum Alevilik inancının da uydurulmuş olduğu gerçeğini değiştirmez. İstediği kadar demokratik veya canlı odaklı olsun.

Yazının başında söylediğimiz üzere eğer ülke yönetiminde din faktörü devreden çıkarsa, yani kıstas olmaktan çıkarsa ne olur? Kaos olur mu? Kısa ve net olarak HAYIR. Litvanya’ya Finlandiya’ya, İsveç’e, Çekya’ ya, Hollanda’ya, İsviçre’ye Kanada’ya, Japonya’ya bir bakın. Kimse kalkıp Avrupa’nın Hristiyan Demokrat Partilerini örnek vermesin onlarda kendi ülkelerinin demokrat muhafazakâr OYLARINI almak için varlar.

Kısacası Kaos çıkar teoremini kafamızdan atalım. Peki, DİN olgusu devlet yönetiminden çıkarılır ise ne olur? İşte buna LAİK’ lik denir. Kişinin dini olabilir veya olmayabilir. Ama Devletin dini olmaz.

“Kuran-ı Kerim zaten Laikliği savunuyor sayın yazar. Bağnaz Arapların Kuran ve çağ dışı şeriatını bize örnek verme. Dinimiz en güzel en demokratik yönetim şeklini bizlere öğüt veriyor. Araplar Kuranda bahsedilen insan haklarını ve ayetleri düzgün uygulamıyorlar ise bu onların sorunu. Burada abuk sabuk bilgiler verip milletin aklını bulandırma!” diye suçlamada bulunmadan önce, Kuran-ı Kerim’i ANLAYARAK, ÖZÜMSEYEREK ve SORGULAYARAK okumanızı tavsiye ederim. Yukarıda yazdığım şekilde bana suçlama yapan adam hayatında bir defa Kuran okumamış, ayetlerden bihaber, hadislere hiç göz atmamış (Kütüb-i Sitte), üretilmiş bir dine inanıyordur. Yok, illa Kuran-Sünnet-Hadis üçlemesini esas alan Şeriat istiyoruz diyorsanız ve bu sistemin sizi ileriye götüreceğini inanıyorsanız önünüzde somut örnek var. Bakın bakalım IŞID (ya da DAEŞ bende karıştırdım artık) hangi sistem ile yönetiliyor/-du. Neyi temel alıyor/-du. Osmanlı’ yı sakın ha örnek vermeyin. Bırakın şeriatı, Osmanlı zaten Kuran hükümlerinin dışında bir sistem ile yönetiliyordu ki bunu seçme ilahiyatçılar ve din âlimleri bile itiraf ediyor. Osmanlı’nın yönetim sistemi tümden Kuran ve Sünnet dışı idi.

Şimdi… “Devlet’te ve Eğitim’de din çıkarsa ne olur?” sorusuna cevabı bir nebze olsun bulduk. Bir şey olmaz.

Ya toplumun dini? Topluma eğer din faktörünü çimento vazifesi gören bir unsur olarak tanıtır ve öğretirseniz, o toplumun çökmesi an meselesidir. Çünkü bu sistem, diğer inançları veya “inançsızları” yabancı virüs olarak algılayacak, herkes bir diğerini düşman görecektir. Kısacası bu sistemin yanlış olduğunu anlamak için halk arasındaki tabir ile “âlim” olmaya gerek yoktur. İrlanda örneği önümüzde duruyor. Ülkemizde yaşanan mezhep ve tarikat çatışmaları önümüzde duruyor. İsmailağa cemaati bile kendi içlerindeki hizipleşmeler nedeni ile umre de birbirlerini nasıl sopaladılar hepimiz gördük. Fatih Medreseleri ile Kıyam-Der üyeleri birbirlerine nasıl saldırdılar Mekke de şahit olduk.

Gelelim finale. Ya bireyin dini olmaz ise ne olur? “Aman tövbe de. Tövbe haşa estağfurullah. Kalp gözün kapanmış senin, Allah ıslah etsin, sana dedik o kadar derine inme diye. Git iyi bir hocaya okut kendini. Cin min musallat olmuştur sana. Allah sana hidayet versin ne diyeyim!” temennilerinizi bir kenara koyalım. Bireyin dini olmaz ise de bir şey olmaz. Bu bireyin kendisini ilgilendirir. Onun kendi hür kararıdır. İster Müslüman olur, ister Hristiyan, ister Yahudi, ister Teist, ister Agnostik, ister Deist, ,ister Ateist, ister bilmem ne-ist. Bu birey toplumca kabul görmüş iş ve hayatının getirdiği sosyal sorumluluklarını yerine getiriyor mu? Ülkesinin değer yargılarına koşulsuz biat ediyor mu? Siz buna bakacaksınız.

Şunu rahatlıkla söyleyebiliyoruz ki, Devletin, Toplumun ve Bireyin dini olmaz ise bir şey olmaz. Kaos olmaz. Karışıklık Çıkmaz. Ahlaki yozlaşma ve çöküntü yaşanmaz. Hırsızlık ve Cinayet olayları artmaz. Bunların tamamı insani kavramlardır. Kötü şeyler yapacak insanı Din dizginlemez veya engellemez.
Sağlıcakla kalın.

Yazan: Demon Product

İNANÇ TARİHİ VE SINAV ÜZERİNE BAZI TEORİLER

DP, İnanç tarihi, din, İnsanın sınava tabi tutuluşu, Teolojik dönem, Metafizik dönem, Pozitif dönem, Cadılar bayramı, hristiyanlık, islamiyet, Eski çağlarda Tanrı, Anabelle, Şeytan çıkarma, Yaşı belirli bir seviyenin üzerinde olanlar hatırlar; eskiden CİNE-5 diye bir kanla vardı. Türkiye’nin ilk şifreli kanalı idi. Decoder alıp izleyebiliyordunuz bu kanalı. Maç yayınlarını satın alması ve geceleri Playboy TV den aldığı program ve filmleri yayınlaması ile meşhur olmuştu. Akşam maçlarla sevinip üzülenler gece playboy tv ile günün stresini üzerinden atıyordu. Hatta CİNE-5 sahiplerine bu nedenle potansiyel cünüp gözü ile bakılırdı. Bu kanal, ülkemizde günümüzün şifreli platformlarının ilki sayılabilir. Bununla beraber yayınladığı film ve dizilerin de kalitesi hayli yüksekti ki bu sayede ciddi bir izleyici kitlesi edinmişti. Günümüzde kahvehaneler de maç yayınlarında nasıl insan/taraftar yoğunluğu yaşanıyorsa bunun ilkini CİNE-5 yaşatmıştı. Bu kanal sessiz sedasız TV tarihindeki yerini alarak silindi gitti.
Bu kanala herkes sahip olamazdı. Evin gelir düzeyinin biraz yüksek olması gerekiyordu. Bir ayrıcalıktı kısacası. O dönem (90’larda) misafirliğe gittiğimiz bir akrabamızın evinde vardı CİNE-5. Büyükler çaylarını yudumlayıp dönemin (90’ların başı) siyasi çalkantılarını tartışırken bizlerde hemen televizyonun önüne kurulduk. Bir yandan ikram edilen börek, kek yiyip çayımızı yudumluyor, diğer yandan da televizyona bakıyorduk. Bir film başladı. Adı “Sineklerin Tanrısı” idi. Film korkunç yâda aksiyon değildi. Adaya düşen bir grup çocuğun başlarında yetişkin olmadan yaşadıklarını anlatıyordu. Çocuklar arasında liderlik ve yönetim hırsı baş gösteriyor bu da aralarında gruplaşmaları ve rekabeti getiriyordu. Sonunda bu rekabet aralarında cinayet ve öldürmeye kadar ulaşıyordu. Bunu yapanlar daha çocuktu. İktidar ve güç için tanrısal öğeleri ve canavarları devreye sokuyorlardı. Kafalarında oluşturdukları varlıklara çeşitli güçler yüklüyor ve onlara ya tapıyorlar ya da korkuyorlardı (Yazar notu: Detay vermek istemiyorum mutlaka okuyun). İnanılmaz etkilemişti beni. Hemen kitabını bulmaya koyuldum. Birkaç kitapçı dolaştıktan sonra kitabını aldım okudum. William GOLDING tarafından 1950’ lerde kaleme alınan bu kitap oldukça iyi bir satış grafiği tutturmuştu. Sürükleyici ve macera içeriği yoğundu.
Romanı kafamda yoğurdum. Bu çocukların yaşadıkları bizle yani günümüz toplumları ile fazlasıyla örtüşüyordu. Liderlik, iktidar hırsı, gruplaşmalar, ötekileştirmeler, güç için ilahi varlık tasarlama ve kullanma, şefaat isteme ya da korkma hatta bunların cezalandırmasından örnek vererek grupları korkutmak). Gerçi bu konuyu M. Night Shyamalan’ ın 2004 yapımı “KÖY” filminde de görmüştük. Bir “yaratık” ile korkutarak YASAK olan duvarın aşılmaması gerekliliği vardı bu filmde.
Sineklerin Tanrısı adlı kitapta çocuklar sağlam bir dini altyapıya sahip değildiler. Kafalarında oluşturdukları varlıkları onlar vücuda, ete, kemiğe büründürüyorlardı. Çünkü açıklayamadıkları doğa olaylarını veya durumları ancak böyle tanımlayabiliyorlardı.
Bu durum bana insanlık tarihini bir nebze hatırlattı. Augusto COMTE’ un Pozitivizm akımını savunurken 3 Hal Yasasından bahseder. Comte yaşadığı dönemi bilgi çağı olarak nitelendirmiştir. İnsanlık yüzyıllar boyunca çeşitli aşamalardan geçerek bilgi çağı dönemine ulaşabilmiştir. Bilgi; insan düşünüşündeki farlılıklar sayesinde evrim geçirmiştir. Comte insanlığın geçirdiği süreci “Üç Hal Yasası” ismini verdiği bir yasa ile açıklamaktadır. Bu yasa şu şekildedir:


  • Teolojik dönem: Dinsel doktorinlere bağlı kalınan dönemdir. Bu dönem üç basamak olarak gelişmiştir.
1. basamakta; insan çevresindeki herhangi bir materyale anlamlar yüklemiş, onu akıllı olarak nitelendirmiştir. Bunu “Putperestlik” olarak da nitelendirebiliriz.
2. basamakta; insan yaşadığı olayların kendisinin göremediği güçler tarafından gerçekleştirildiği inancını benimsemiştir. Yani “Politeizim (Çok tanrıcılık)” ortaya çıkmıştır.
3. basamakta ise; gücün tek bir varlığa ait olduğu düşüncesi ortaya çıkmıştır. “Tek tanrı” inancı yerleşmiştir.


  • Metafizik dönem: Bu dönem soyut gücün ön planda olduğu dönemdir. Soyut güçten kastedilen; evreni yöneten insanlardan bağımsız bambaşka bir güçtür.
  • Pozitif (olgusal) dönem: Bu dönem Ortaçağ sonunda başlayan bilimin ön plana çıktığı dönemdir. 

Olgusal bilgi mutlak doğru bilgidir, felsefe de böyle bir dönemde olgusal bilgi üzerinde şekillendirilmelidir. Düşünce yapısı teolojik ve metafizikten ayrılarak olgulara dayalı olmalıdır. Pozitivist anlayış felsefe içerisinde metafiziğin yerini almalı, diğer felsefelerden ayrılarak yapıcı bir felsefe yani bilim felsefesi oluşturulmalıdır.
Teolojik dönemin 3 basamağını incelediğimizde geçmişi daha rahat okuyabiliriz. Putperestlik, yani totemcilik ilk sırada yer alıyor. 2. Basamakta ise göremediği güçlere inanıyor. Evrim de olduğu gibi bunlar arasında da geçiş dönemleri var. Bu geçiş dönemlerinin yaşandığına en büyük kanıt HALLOWEEN yani Cadılar Bayramıdır. Her yıl 31 Ekimde kutlanan bu bayramın aslı PAGAN dönemlere aittir. Bu bayramın ilk atası is pagan keltlerde kutlanan SAMHAIN festivalidir. Yaz sonu Keltlerde aynı zamanda evliliklerin gerçekleştiği, ölülerin kutsandığı ilahî bir dönemdi. Bu günde, ölülerin ruhlarının geçmişte yaşadıkları evleri ziyaret ettiğine inanılıyordu. Tepelerin üzerinde, evlerdeki ocakları tutuşturmak ve aynı zamanda kötü ruhları uzak tutmak için büyük ateşler yakılıyordu. İnsanlar, ortalıkta dolaştığına inandıkları ruhlara tanınmamak için maskeler takıyor, kostümler giyiyorlardı. Bu gelenekler nedeniyle Samhain festivali zamanla cadılar, goblinler, periler ve iblislerle özdeşleşti. Romalılar 1. yüzyılda Kelt topraklarını fethettiklerinde, kendi ölüm festivalleri Feralia ve hasat festivalleri Pomona'yı Samhain ile birleştirdiler.

7. yüzyılda Papa V. Boniface 13 Mayıs'ta kutlanan Azizler Günü'nü -muhtemelen pagan festivalinin yerini alması için 1 Kasım'a taşıdı. Azizler Günü'nün arifesi (31 Ekim) kutsal kabul edildi ve Batılı dillerdeki Halloween adı buradan geldi. Ortaçağın sonlarında seküler kutlamalar ile Hıristiyan bayramı kaynaştı. Avrupa'daki Reform hareketleri esnasında, özellikle Protestan Hıristiyanlar arasında, Cadılar Bayramı kutlamaları neredeyse son buldu; Britanya'da ise seküler bir bayram olarak kutlanmaya devam etti.

Amerika'ya yerleşen ilk kolonilerde -pek çok bayram gibi- Cadılar Bayramı da yasaklandı. Bununla birlikte 1800'lü yıllarda, Cadılar Bayramı'ndan öğeler taşıyan bir hasat bayramı kutlanmaya başlandı. 19. yüzyılda başta İrlandalılar olmak üzere Britanya'dan Amerika'ya göçen çok sayıdaki göçmen Cadılar Bayramı kostümlerini beraberlerinde getirdiler ve Cadılar Bayramı zamanla ABD'deki başlıca çocuk bayramlarından biri haline geldi.

Hemen her toplumda ister din ister örf, adet ve gelenek adıyla birçok kutlama ve festival bu şekilde tertiplenmektedir ve kendinden önceki dönemlere ait öğeler barındırmaktadır.

Dinler tarihi incelendiğinde çok da farklı durumlar beklemez bizleri. Bu yönü ile tüm dinler arasında bağlantı kurmak hatta semavi olmayan dinler ve semavi olan dinler arasında bağlantı kurmak çok kolaydır. (Bkz. Hintlilerde Surya Namaskara ve Namaz terimleri. Namaz kelimesi Farsça kökenli olup İran ve Hindistan’ ın aynı coğrafya da bulunması manidardır.)

İnsanlar ilk çağlarda ve ilk toplumlarda açıklayamadıkları doğa olaylarını doğaüstü varlılara yüklemiş ve bu şekilde ilk inanç topluluklarını oluşturmaya başlamıştır. Sadece bir örnekle, bilimsel gerilikten kaynaklanan bu durumda şimşeği ve nedenini bilmeyen insanlar bu oluşumu tanrılara yüklemiştir.

Çağımızda da bu alt model inanç sistemlerinin örnekleri/çağdaşları bulunmakta ve hemen her kültür ve bilgi seviyesinden insanları bünyelerine çekmektedirler (Bkz. Raelyanlar, Scientology Kilisesi Tarikatı vb.). Raelyanlar veya Scientolojistler gibi tarikat oluşumlarına bakıldığında, mantıksal açıdan semavi dinlerle karşılaştırılamayacak kadar geridedirler. Onlara göre daha fazla mistik/fantastik hikâye barındırırlar. Bu tip inançlara yönelimlerin birçok sebepleri vardır. Farklı olmak, yeni bir topluluğa ait olma güdüsü, istek ve çıkarlar, yönelimler ve benzeri faktörler bunlardan sadece bazılarıdır. Mantıksız olduğunu bildikleri halde bu fikirlere “inanma” isteği baskın çıkmaktadır.

Sadece doğa olaylarını açıklamak değildir sebep. Ölüm ve sonrası da bu durumu etkileyen faktörler arasındadır. Semavi dinlerin ortaya çıkmasından önceki toplumlarda da ölülere saygı, onlara tapınma, onları kıymetlendirme, sonraki hayata hazırlama için bir çok ritüel bulunmakta ve bu ritüeller dönemin toplumlarını bile etkilemiştir. (Bkz. Mısır uygarlığı Piramitleri ve Kral mezarları. Daha birçok toplumda örnekler fazlası ile var)

Ölümden korkmak, yaşamın sonsuz olması isteğini de beraberinde getirdiğinden dolayı bu sonsuzluk denizinde herkes iyi ve olumlu olan tarafta yer alarak sonsuzluk ödülünü alma peşinde koşmaktadır. Kimse sonsuz ceza ve yanmayı göze alamayacağından, iyilik ve sonsuzluk ödülü için her “inanan” birey, toplumda kendine biçilen rolü üstlenir ve bu rolün gereğini yapar. Bu “sonsuz ödüle” sizi ulaştıracak bireyler sizin için rol model/lider olur. Eğer bir kişi sizi/toplumu sonsuz ödüle ulaştırabileceğini hatta ulaştırması için görevlendirildiğini söyler ise tereddütsüz kabul edersiniz. O kişi ne derse onu yaparsınız. Yargılamaz ve sorgulamazsınız. Çünkü bu kişi veya grupların söyledikleri, sizin sonsuz ceza veya sonsuz ödül arasındaki konumunuzu belirleyecektir. Kısacası yönetmek, hükmetmek, liderlik yapmak ve “bir numara” olmak için “seçilmiş” olmak zorundasınızdır. Ya siz yaşayan insan/tanrı olacaksınız (Bkz. Firavunlar vb.) ya da tanrının yeryüzündeki temsilcisi.

Doğaüstü varlıklardan insanları sadece sizin ya da temsil ettiğiniz varlığın koruyabileceği fikrinin meydana gelmiş olması ve herkesin buna inanmış/inandırılmış olması gerekmektedir. Bu yöntem ile maddi kazançta beraberinde gelecektir. Kanınızın kutsal olduğu inancı da eklenirse, sizden sonraki kuşakların yönetsel üstünlüğünü de garanti altına almış olursunuz. Antik toplumlarda veya günümüz geri kalmış toplumlarında “kan kutsallığı” kavramının gerekçesi de buradan gelmiş olur. Hanedanlık-Sultanlık sisteminin kökü de buraya dayanır.

Eski kabilelerde yöneticiler Tanrı ile özdeş olabildiğinden insanlar statü olarak çok aşağıda idiler. Dolayısı ile ara bir sınıfa ihtiyaç duyuluyordu. Rahipler ve şamanlar bu rolün üyeleri idiler. İnsanlar hediyelerini veya ibadetlerini ona yapıyorlardı. Ancak onlarla konuşmaları yasaktı. Rahipler ve şamanlar gibi ara sınıf bunun gereğini yapıyordu.

Tanrının doğaüstü yani insanüstü yapıldığı toplumlarda inandırıcılık ve insanları etkilemek için kuvvetli rüyalar/gerçekçi rüyalar gerekliydi. Özellikle şamanların veya antik britonlarda druid rahiplerinin hatta antik İskandinav rahiplerinin halüsinasyon gördürücü bitkileri kullanmaları ve kullandırmaları da bu nedenledir. Halüsinasyon gören insanlar doğaüstü varlıklar ile karşılaştıklarını, konuştuklarını hatta mesaj aldıklarını söyleyebilirlerdi. Bazen korku unsurları ile (yaratıklar, cinler, şeytan diğer bir örnekle Bkz. A. KARA Nasnas ve Shiqq yazısı) inandırma yolu seçilmiştir.

Şeytan çıkarma veya eksorsizm (exorcism) tabir edilen psikolojik olay bile (bedensel alıkoyma fenomeni) fantastik hikâyeler ile bezenmiş olarak Hollywood yapımı filmlerle bizleri etkilemeye devam eder. Paranormal olay adı altında aslında bilimsel olarak açıklanmış, ancak araştırma veya okuma isteği duymayan insanların kısa uydurulmuş internet makaleleri ile “inandırıldığı” durumlardır. Eksorsizm/Şeytan çıkarma ritüeli her dinde hatta semavi olmayan dinlerde bile vardır. Youtube, üzerinde bu videolardan bolca bulunmaktadır. Madem hak din İslam, cin ve şeytanları papaz ve hahamlar nasıl çıkartabiliyor? Hatta pagan afrika büyücüleri bile çıkartabiliyor. O zaman bedensel alıkoyma olayı tamamen insani ve psikolojik. Bu psikolojik “arızanın” sadece telkin ile kolaylıkla tedavi edilebildiği unutulmamalıdır. Telkin için kesinlikle aynı inancın dini lideri gereklidir. Bir papaz Yahudi bir kızın “şeytanını çıkaramaz”. Ya da Müslüman bir çocuğun içindeki şeytanı Yahudi haham çıkaramaz. Gerçi popülarite artsın diye beğeniye sunulan tiyatral çakma videolar karşıt örnek olarak sunulabilir ki ne dini ne de bilimsel hiçbir hükümleri yoktur. Bu ve benzeri fenomenleri paranormal olaylara bağlama da temel amaç “korkutmak” ve daha çok inandırmaktır. Bu sayede kolay yönetilebilir toplum oluşturmada önemli bir adım atılmış olur. Hakkında bolca film yapılan ve fantastik “gerçek(!)” hikayelere konu olan “Annabelle” bebeği bile bu amacın hizmeti doğrultusunda oluşturulmuştur.

Bu filmlerin ardından inanç sektöründeki maddi gelir artışı da yadsınamaz düzeydedir. Bu gelir artışını gözlemlemek için istatistik tutmaya gerek yoktur. Hristiyan bir toplumda hasta bir kız bulun, iyi bir papazla anlaşıp kızın “şeytanını” çıkarttırın, arkasından haç, incil, şeytan kovucu tütsü, kutsal su vb. dükkânı açın. Görün bakın neler oluyor.

Ardından “şeytan çıkaran” papaza ve toplumdaki rolüne bakın. Hatta kızı şeytandan kurtaran papazın üye olduğu din ve kilisenin popülarite artışına bir bakın.

Korku, doğa olaylarını açıklayamama, sonsuz ödüle kavuşma isteği, sonsuz yaşamda cezalandırma korkusu, “ben kimim ve neden varım?” sorularına cevap arayışları bu süreçlerde en büyük rolü oynar.

Tanrı burada iyi rolü üstleniyordu. O en güçlü, en ulaşılmaz, sizi doğruya yönelten ve ileten, kusursuz bir varlık idi. Doğurmaz ve doğurulamaz. Ol der olur. Korkulan varlıklardan korunmanın yegane yolu’ da iyi olan Tanrı’ya ulaşmaktır.

Bu inanç evrimlerinde Tanrı uzaklaştıkça onu insanlara ulaştıracak ara statülerde belirginleşmeye başladı. Tanrı ve rahipler arasına “seçilmiş” kişiler dâhil edildi. Bu seçilmiş kişiler Tanrıdan gelen mesajları iletmekle yükümlüydüler. Seçilmiş kişiden sonra rahipler, şamanlar, hocalar gelmekte idi. Ancak yönetimsel evrilmeler ve güç/liderlik hırsı sonraki dönemlerde farklı ilahi yönetsel statüleri de oluşturmuştur. Halifelik ve papalık buna örnek verilebilir. Bunlarında yetmeyince araya toplum/kanaat önderleri devreye girmeye başladı. (Hristiyanlıkta Kardinaller, Ekümenikler, İslamiyette Hocaefendiler, mezhep önderleri vs.)

Eğer doğaüstü iseniz korkulursunuz çünkü insanları sonsuz ödüle veya sonsuz cezaya sizin kararlarınız götürür. Doğaüstünün temsilcisi iseniz üstün/örnek insansınızdır ki yaptığınız, söylediğiniz, yazdığınız ve yazdırdığınız her şey kutsaldır. Doğaüstünün temsilcisinin yayıcısı iseniz her yerde kabul ve saygı görürsünüz. Seçilmiş liderler bile (Hanedanlık/Saltanat sisteminde kan sahibi dinsel de liderdir. Demokrasi ile seçilerek gelmiş iseniz kan önemini yitirdiğinden dinsel liderlik ortadan kalkar) elinizi eteğinizi öper. Doğaüstünün temsilcisinin yayıcısının sözcüsü iseniz insanlar kutsal olana ibadet ederken sizi örnek alır, sizi dinlerler.

….ve sistem böyle devam eder gider… Dinler ve inançlar değişse de yukarıdaki sistem aynen bu şekilde evrilmeye devam eder. Kazanan belli, kaybeden bellidir.

Yazımın sonunda tekrar en baştaki Sineklerin Tanrısı kitabı aklıma geldi ve şu soru beyin kıvrımlarında dolaşmaya başladı: Sinek kim? İnançları biz oluşturmuş/yaratmış olabilir miyiz?

Eğer yaratıcıyı ve inançları biz yaratmamış ve gerçekten dinlerde bahsedilen yaratıcı var, ayrıca bu dünya ve yaptıklarımız bir sınav ise site admini ve başyazar A. KARA’ nın DİN VE SINAV yazısında bahsettiği gibi tecavüze uğrayarak öldürülen 5 yaşındaki bir kız çocuğunun sınavı bu mudur? Yoksa bu sınav, tecavüzcü/katilin ise kız çocuğu sadece bir sınav sorusu mudur?

Düşünsenize, 5 yaşında tecavüze uğrayarak öldürülen bir sınav sorusu……………….

Sağlıcakla kalın.

Yazar Notu: Organ bağışı yapın ki başkalarına faydanız olsun. Arada kan bağışı yapmayı da unutmayın. Güçsüzlere en gizlisinden maddi/manevi yardım yapın ki yüzleri gülsün. Bu arada eve dönerken de markete uğrayıp iyi marka kedi/köpek maması alıp onları besleyin. Kısacası iyi ve güzel ne varsa onları yapın. Dünyaya, vatanınıza, yeryüzündeki tüm insanlığa ve ailenize iyi bir örnek ve birey olun.

Yazan: Demon Product