HABERLER
Dini Haber
DP etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
DP etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

CİN MUSALLAT OLMASI VE ŞEYTAN ÇIKARMA

DP, din, Cin çıkarma, Şeytan çıkarma, Paranormal olaylar, Paranormal manyaklıklar, Cin musallat olması, Bilinçaltı ve paranormal olaylar, Karabasan, islamiyet, hristiyanlık, yahudilik,

PARANORMAL MANYAKLIKLAR | CİN MUSALLAT OLMASI VE ŞEYTAN ÇIKARMA


Şeytan, orijinal adıyla “The Exorcist” filmi hemen hepimizin hafızalarında derin izler bırakmıştır. William Peter BLATTY’ nin aynı adlı kitabından, 1973 yılında William FRIEDKIN tarafından sinemaya aktarılan filmde doğaüstü olaylara tanık olmuştuk. Linda BLAIR tarafından canlandırılan 13 yaşındaki REGAN adlı kız çocuğunun içine şeytan giriyor ve onu ele geçirip hayatını zindan ediyordu. Filmde, o döneme değin kullanılmamış birçok sinema ve makyaj tekniği kullanılmış, insanlar dehşete kapılmış, bazı ülkelerde yasaklamalar dahi getirilmişti. İlk defa çok farklı bir konu, çok farklı bir biçimde ele alınıyordu. Şeytan kavramının korkutuculuğu daha önce Roman POLANSKI’ nin çektiği ve Mia FARROW’un baş rolünü oynadığı, 1968 tarihli “Rosemary’s Baby” filminde karşımıza korkutucu bir şekilde çıkmıştı. Şeytan filminde özellikle Regan’ın salonun ortasına yeşil renkte işediği, kafasını çevirdiği, yataktan havalandığı ve ters örümcek yürüyüşü ile merdivenlerden indiği sahneler ciddi korku travmalarına neden olmuştu. Tabi her filmde olduğu üzere kahramanlara ve kurtarıcılara ihtiyaç vardı. Usta Oyuncu Max Von SYDOW’un canlandırdığı PEDER MERRIN karakteri, yardımcısı ile kızı şeytandan kurtaracaklar, ancak bu olayı canları ile ödeyeceklerdi. Filmde kızın annesi ateistti. O da bu durumdan dolayı ciddi travma yaşayarak inançlı hale geliyordu. Bu filmin gösterdiği yüksek başarı, ardında muazzam bir Hristiyanlık pompalaması yapıyordu. Bunu Yeşilçam kaçıramazdı. Regan karakterine Canan PERVER, Asıl Hoca rolünü Agâh HUN ve yardımcı hocalığı ise Cihan ÜNAL üstleniyordu. Bu filmde kullanılan İslami öğelerden dolayı (Kuran ve dualar ile şeytanı kovma vs.) “Yerli Şeytan” kopyalandığı “Yabancı Şeytan’dan” daha etkili ve korkutucu olmuştu. Bu film hemen hemen yeni bir sinema türünün doğmasını sağladı. Arkasından gelen Poltergeist ve Evil Death filmleri bu kültün en önemli başyapıtları haline geldiler. Günümüzde bu akımın bayrağını “Paranormal Activity”, “The Conjuring” ve “Annabelle” filmleri başarı ile sürdürüyorlar.

Peki, Exorcism, yani şeytan çıkarma ayinini gerektiren bu “alıkoyma” fenomeni neyin nesi? Birisinin bedeni, yabancı ve şeytani bir güç tarafından ele geçiriliyor. Kişi kendinde olduğu zamanlarda etrafındakilerden yardım istiyor. Bedenini hiç tanımadığı kötü bir ruhun ele geçirdiğini, hemen çıkartılmaz ise daha kötü şeylerin olacağını ve öleceğini söylüyor. Bazen birey kendini kaybettiğinde istemsiz kasılmalar ve iniltiler oluşuyor. Bu fenomende en radikal durumlar, yönlendirici ve komut veren bir bireyin, alıkoyan ruh ile yaptığı diyaloglardır. Komut veren yönlendirici birey, bu kişiye çeşitli sorular sorar. Kişi, dinsiz şeytani bir varlık olduğunu, o bedenden çıkmak istemediğini ifade eder. Farklı ve gırtlaktan gelen bir ses tonu kullanırlar. Eğer yanında birileri kutsal kelimeler okursa buna tepki gösterir. Hemen durdurulmasını ister. Yoksa alıkoyduğu bedene zarar verecektir. Bunu ağlamalar ve kasılmalar izler. En sonunda Yönlendirici-Dominant birey, telkin ve ilahi ritüeller eşliğinde şeytani varlığı kovar.

Bu noktada sorun şu ki Bu fenomen hemen her toplumda, hatta semavi olmayan pagan dinlerinde bile olmaktadır. Örneğin pagan bir kabilede meydana gelen alıkoyma hadisesinde kabilenin büyücüsü, tütsü ve davul eşliğinde kutsal ruhlar ile işbirliği yaparak şeytani varlığı kovar. Şeytandan/Kötü ruhtan arınan birey ağlamaya ve teşekkür etmeye başlar. Etrafındakiler de bu ilahi mucizeye tanık olarak dinlerine daha sıkı bağlanırlar.


Exorcism fenomeni dışında benzeri bir fenomen’de Cinlerin, İfritlerin, Kötü Ruhların musallat olma hadisesidir. Bu fenomende bireyin bedeni “alıkoyma” fenomeninde olduğu gibi ele geçirilmez. Kişinin yaşam akışı ele geçirilir. Kişi birileri ile konuştuğunu iddia eder. Evde istemsiz ışıkların açılıp kapandığını, bazen bir varlığın kendisini odaya kilitlediğini, cisimleri hareket ettirdiğini ve bazen kendisine gözüktüğünü iddia eder. Yabancı form genelde kişiye zarar vermez. Ancak bazı hallerde kötü varlık tarafından tecavüzler iddia edilir. Genelde bayanların maruz kaldığını iddia ettiği bu durumlarda Ruhani Varlık, alenen birey ile cinsel temasta bulunur. Nadir de olsa dişi kötü varlıkların erkeklere de benzer yaklaşımları sergilediği iddia edilmiştir.

Bu fenomende de ilginç bir şekilde o bireyin dini inançlarına ait ritüeller gereklidir. Örneğin bir Müslümanın maruz kaldığı durumu Hristiyan veya pagan büyücü çözemez. Pagan birinin durumunu papaz, hoca, haham gideremez ya da bir Hristiyan'ı hocalar iyi edemez. Bu durum ile Yahudilerin karşılaşma olasılığı daha düşüktür. Onlara göre Tanrı (ya da Yehova) onları üstün kıldığı için hiçbir ruh veya cin onlara zarar veremez ya da musallat olamaz. Yahudilerde bu durum nadiren rapor edilir.

Konuya farklı bir pencereden bakalım. Eğer son hak din İslamiyet ise, bu alıkoyma durumlarında sadece İslami ritüeller geçerli olacaktır. Yani “alı konan” veya “musallat” olunan insanları sadece İslamiyet kurtarmalıdır. Ne papazlar, ne hahamlar ne de paganlar da büyücüler ya da şamanlar bireylere yardımcı olamamalıdırlar.

Bu noktada özellikle İslami çevrelerde hemen bu sava reddiye oluşturulur. Hristiyan cinler özellikle inançsız Hristiyanları seçerler. Onlara şeytani bir şekilde musallat olurlar. Eğer Hristiyan papaz cini çıkartırsa kişi inançlı bir Hristiyan olacaktır. Eğer Hristiyan papaz çıkartamaz ise bu sefer kişi cini çıkartanın dinine tabi olacaktır. Eğer Müslüman çıkartırsa, birey Müslüman olur. Bu nedenle Hristiyan cinler bir “kumpas” kurmuşlardır. Bu sayede insanları Hristiyanlığa çekerler. Papazlar da ilahi güçlere sahip “ruhban sınıfı” oluştururlar ve güçlenirler.

Ülkemizde de durum farklı değildir. Youtube ve benzeri sosyal medya video kanallarında birçok şeytan çıkartma-cin kovma ritüelleri düzenlenmektedir. Bu videoları izlediğinizde akıl almaz durumlarla karşılaşırsınız. Kişiler cin ya da şeytan olduklarını iddia ederler. Küfürler ve benzeri abuk subuk sözleri söylerler. Hoca da dualar eşliğinde cini çıkartır. Sonra gelsin paralar.

Günümüzde din pazarlamanın ve satmanın en kolay ve etkili yoludur bu inli-cinli ve şeytanlı hikâyeler... Yok, incir ağacı altından gece geçme, gece tırnak kesme, 3 harfli de ve isimlerini zikretme gibi saçma sapan adetlerimizin kökeni budur. “Düğünlerine denk geldim ayakları tersti” “Beni çağırdılar gitmedim, bir vardı bir yoktu”, “Hala oğlunun amcasının kuzeninin yeğeninin arkadaşının askerdeki komutanının kız kardeşinin arkadaşının gittiği bakkalın yengesinin bilmem nesi görmüş böyle gözleri tuhafmış ayakları tersmiş, ona musallat olmuşlar, su cinleri çarpmış” gibi saçma sapan hikâyeler özellikle kültürümüzde derin bir yer oluşturmuştur.

Hristiyanlıkta, özellikle Engizisyon döneminde bu psikolojik arıza, çıkarlar doğrultusunda kullanılmıştır. Bazen halka açık yapılan exorcism ayinleri sayesinde halkın gözünde kilisenin değer yükseltilmiş, muhtaç olunan kurum haline dönüştürülmüştür. Bu fenomen ile halk korkutulmuş, cinlerin ve ifritlerin kol gezdiği, ancak kilise sayesinde bunlardan korunulacağı fikri geliştirilmiştir.

Halk arasında en çok yaygın olan teoriye göre doktorlar bu olaya çözüm bulamıyorlardır. Ne kadar doktora gidilse de çare bulunamamıştır. Bilim çaresiz kalmıştır. İlaçlar fayda etmiyordur. Bu işi sadece hocalar çözebilmektedir. Bu fikir o kadar yaygındır ki, neredeyse hemen her kültür seviyesinden insanlar bu hocalara gitmektedir. Medyum özelliği de olan bu hocalar, bazen “Müslüman” cinlerinde desteğini alarak gereğini yaparlar.

Son olarak bir fenomenden daha bahsetmek istiyorum ki birçoğumuzun. Özellikle ergenlik döneminde mutlaka karşılaştığı bir durumdur. “Karabasan Cini…” Gece kalktığınızda hareket edemiyorsunuz. Sesinizi duyuramıyorsunuz, bazen göz kapağınızı bile açamıyorsunuz. Gözünüzü açabilseniz de etrafınızda uyuyanlar, hatta yanınızda uyuyanlara dahi ses çıkartamıyorsunuz. Elleriniz ve ayaklarınız kitli. Üstünüzde oturan bir Cin var. Ağırlığını hissediyorsunuz. Bir sür sonra dualar eşliğinde onu kovuyorsunuz. Sabah kalktığınızda bunu anlatmaya korkuyorsunuz. İnsanların sizde deli diyeceğini sanıyorsunuz. Bir yakın arkadaş grubunuz var ise onlarla paylaşıyorsunuz. Onlarda benzeri deneyimleri yaşadıklarını söylediklerinde ise tamam diyorsunuz. “Bize uğradılar”. Bu durum sizi daha da korkutuyor. Ailenize açılıyorsunuz ya da bir hocaya. Onlarda bu durumun aslında normal olduğunu bazen imandaki bir zayıflıktan, eğer imanlı iseniz sizin imanınızı sakatlamak isteyen ifritlerin-cinlerin yaptığını söylerler.


Bu noktaya kadar hemen herkesin bildiği ortak bilgileri paylaştım. Hatta bazen yazıyı okumaya ara verip, Youtube’dan video bile araştırıyor olabilirsiniz. Makaleler okuyup kendinizi kandırıp korkutmak isterseniz, size hayal dünyanızda başarılar dilerim.

Kendi çevremde dahi o kadar çok bu fantastik hikâyeler ile kendini kandıran var ki inanamıyorum.

Şimdi gerçek dünyaya dönelim. Bu olayların gerçek iç yüzü ne?
  1. Exorcism ayini gerektiren “Alı konma” Fenomeni aslında Obsesif bir bozukluktur. Obsesyon’ un (Takıntı) bir türüdür. Her toplumda da görülür. Çünkü insani bir psikolojik hastalıktır. Bilimsel olarak ta çaresi vardır. Sadece bu durumun iyileştirilmesi birkaç seans ile gerçekleşir. Nadiren ilaç desteğine ihtiyaç duyulur. Yani, bilimsel olarak bu hastalık kanıtlanmış, teşhis edilebilmekte ve tedavi edilebilmektedir. Ancak cahil ve geri kalmış toplumlarda veya bireylerde (ki bu cahillerden kastım bazı okumuş cahilleri de kapsıyor) hasta yakınları tedaviyi kendi inanç dünyalarından dolayı reddediyor ve üfürükçülere bel bağlıyorlar. Bu hastalıklarda nadiren tedavi “telkin” ile gerçekleşiyor (Her toplumda ve dinde neden büyücülerin, hocaların ve papazların işe yaradığını daha iyi anlarsınız). Kısacası bu hastalığı ilahi güçlere bağlamak ve onlarla ilişkilendirmek tümden temelsizdir. Kanıt olduğu iddia edilen bazı doküman ve kayıtların bilimsel hiçbir değeri yoktur. Bunlar hiçbir zaman kanıtlanamamış ve kanıtlanamayacaktır. Gerçekçi olunursa bu hususa inanmak ile Noel Babaya inanmak arasında hiçbir fark yoktur.
  2. Musallat olunma fenomeni de aynı hastalığın bir farklı versiyonudur. Yani Takıntı’dır. Bilimsel olarak bu hastalık kanıtlanmış, tespit edilmiş, bu hastalığa neden olan faktörler ortaya çıkartılmış ve tedavi yöntemleri ortaya konmuştur. Eğer aklınızı internette saçma sapan hikayeleri araştırmaya vermeyip. Gerçek, akademik ve bilimsel makaleleri araştırmaya yönlendirirseniz görürsünüz.
  3. Nazar diye bir şey yoktur. Göz değmesi diye bir olay yoktur. Sadece Türk İslamiyet’inde olması dahi bu hususun kaynağını ev gelişimini bize gösteriyor. Şamanizmden-Tengricilikten geçme adetten başka bir şey değildir.
  4. Karabasan cini diye bir şey yoktur. Bu fenomen “Geçici Uyku Felci”dir. Bu rahatsızlıkta kanıtlanmış, sebep ve sonuçları ortaya konmuştur. Düzensiz uyku, stres ve gece ağır yemek yerseniz düzenli olarak karabasan cini ile müşerref olabilirsiniz.
İnsanlar inanmak istediklerine inanırlar, görmek istediklerini görürler. Ancak ortada bir de gerçekler vardır. Ailenizde, arkadaşlarınız arasında, belki de kendiniz bu durumlar ile karşılaşmış veya karşılaşıyor olabilirsiniz. Eğer bu hususu bir hastalık olarak görüyor ve ona göre hareket ediyorsanız doğru yoldasınız. Yok, bu durumu şeytani kötü güçlere bağlıyorsanız size daha önce de söylediğim gibi hayal dünyanızda başarılar dilerim. Güç sizinle olsun. Muskalarınızı asın, Cevşeni eksik etmeyin. Başucunuza sarımsak asın. Hoca efendinin size verdiği tılsımları üzerinizde taşıyın.

Etrafımda bu hikâyeleri o kadar çok duydum ki, artık kusasım geliyor. Üzülerek belirtiyorum ki yok. Şeytani güçler yok. İfritler yok. Noel Baba yok. Musallat olma yok. Ele geçirme yok. Süperman yok. Wolverine yok. Caillou bir çizgi film. Heidi hiç Alplerde var olmadı. Jedi’ lik sadece Star Wars filmindeki karakter. Tusubasa asla Türkiye’de oynamayacak.

Bu arada, evrene pozitif enerji yollamayı bırakın. Negatif enerjiler de sizi etkilemiyor. Jüpiter sizi kafasına takmıyor. Venüs’ün etkisi sizi bu yıl etkilemeyecek. Mars nedeniyle aşk hayatınızda sıkıntı olmayacak. Merkür gezegeninin geçişi size maddi sıkıntılar oluşturmayacak. Günümüzde yeni moda olan şu “Evren Dini”ni atın çöpe. Eski moda Semavi Dinlerden sıyrılacağım diye soytarı olmaya da gerek yok. Fallardan, yıldızlardan, gezegenlerden etkilenip hayatınızı çizmeyin. Hepsi fantastik hayal ürünü. Güzel vakit geçirdiğinizi sanıyorsunuz o kadar.

Hayatınızı gerçekler ile şekillendirin ve ona göre çaba harcayın. İyi insan olun. Herkese yardım edin. Eve giderken sokak hayvanlarına mama alıp verin. Kardan yiyecek bulamayan kuşlar ve sokak hayvanları için yiyecek istasyonu yapın. Mama alacak paranız yoksa ki olabilir, artık yemek ve ekmekler ile onları besleyin. Örnek kişi olmaya çabalayın. Herkese eşit olun. Herkesin fikrine saygı duyun. Saygı ve sevgi çerçevesinde yaşayın. Haksızlıkların karşısında, hukuk sınırları içerisinde durun. İşte asıl “Din” budur.

Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ten birkaç alıntı yapmak istiyorum:
  • Ben manevi miras olarak hiçbir nas-ı katı, hiçbir dogma, hiçbir donmuş, kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevi mirasım ilim ve akıldır. Benden sonra, beni benimsemek isteyenler, bu temel mihver üzerinde akıl ve ilmin rehberliğini kabul ederlerse, manevi mirasçılarım olurlar.
  • Biz cahil dediğimiz zaman, mektepte okumamış olanları kastetmiyoruz. Kastettiğimiz ilim, hakikati bilmektir. Yoksa okumuş olanlardan en büyük cahiller çıktığı gibi, hiç okumak bilmeyenlerden de hakikati gören gerçek âlimler çıkabilir.
  • Dünyada her şey için, maddiyat için, maneviyat için, hayat için, başarı için en hakiki yol gösterici ilimdir, fendir. İlim ve fennin dışında yol gösterici aramak gaflettir, cahilliktir, doğru yoldan sapmaktır. Yalnız ilmin ve fennin yaşadığımız her dakikadaki safhalarının gelişimini anlamak ve ilerlemeleri zamanında takip etmek şarttır.
  • Yükselmiş, ilerlemiş medenî bir millet olarak medeniyet düzeyinin üzerinde yaşayacağız. Bu hayat ancak ilim ve fenle olur. İlim ve fen için kayıt ve şart yoktur.
Sağlıcakla ve Aklınızla kalın.

Yazan: Demon Product

KUTSAL KİTAPLARI PEYGAMBERLER Mİ YAZDI?

DP, islamiyet, din, yahudilik, hristiyanlık, Kutsal kitapları peygamberler mi yazdı?, Kutsal kitaplar, Kur-an'ı kim yazdı, İncil'i kim yazdı?, Tevrat'ı kim yazdı?, Kuran ne zaman kitap haline getirildi?, “Bütün İnsanlar Doğal Olarak Bilmek İsterler” cümlesi ile başlar Aristoteles’in ünlü kitabı “Metafizik”. Geliştiği ve büyüdüğü ortamdan bağımsız bir şekilde her birey öğrenme güdüsü ile hareket eder. Öğrenme sayesinde edinilen bilgiler bireyin hayat sürecini şekillendirir. “Öğrenme ihtiyacın bir sonucu mudur?” sorusuna verilecek cevap hayır olacaktır. İstemsiz öğrenimler de hayat süreci dâhilindedir. Bazı veriler isteseniz de istemeseniz de önünüze konulur ve koşulsuz kabul etmeniz istenir. Etrafınızdaki çoğunluğun dinamikleri ile “aykırı” olmamak adına sunulan bilgileri koşulsuz kabul edersiniz. Test etmeden, ölçülmeden, kanıtlanmadan önünüze konulan bu bilgiler ile siz de hayat sürecinizi biçimlendirirsiniz.

Pek, Aristoteles’ in dediği gibi gerçekten bütün insanlar doğal olarak bilmek isterler mi? Cevap evet olacaktır. Önemli olan bu bilgi açlığının nasıl karşılandığıdır. Burada ki en önemli parametre, bilgi kaynağıdır. Bilginin test edilir, ölçülür ve ya kanıtlanmış olup olmamasını büyük çoğunluk önemsemez. “Bilme” nin karşılanması, yani bilgi açlığının ortadan kaldırılabilmesi için insanlar kendilerine test edilebilir, kanıtlanabilir veya ölçülebilir bir kaynak bulamadıklarında “Yalan” söyleme eylemini gerçekleştirirler. Prof. Dr. A. Celal ŞENGÖR, “Birbirini Yalanlayan İnançlar ile Bilim Yapılabilir mi?” başlıklı konferansında bu eylemi şu şekilde özetliyor: “İnsanoğlu açıklayamadığı durumlarda YALAN söylemeyi öğrenir. Mesela Antik Yunan’ da şimşek çaktığında bunu açıklayamadığından, görmediği, duymadığı, hissetmediği bir varlığa, yani ZEUS’a atıfta bulunmuşlardır. Zeus kızmıştır. Derhal onun kızgınlığının giderilmesi gerekmektedir. Peki, bir insanın kızgınlığı nasıl giderilir? Hediyeler vererek. O da Tanrısını kendisi ile özdeş tutarak ona avını ve yiyeceğini sunar tapınaklar aracılığı ile. Bu şekilde Din İzah işlevi görür.” (Bu konferansın detayı Youtube’da mevcuttur)

İnsan merak ettiği ve araştırdığı sürece gelişir. Dünyanın yaklaşık %51’i bir yaratıcıya inanıyor. Bu yüzdelik dilimin yaklaşık %40’ ı ise semavi dinlere inanıyor. Fakat insanlar inandıkları dinin dinamiklerini sorgulamıyor ve koşulsuz kabul ediyor. Bu sorgulanamaz katı yapı nedeni ile Hristiyan Avrupa, Kilise Engizisyonunun baskısı altında ezilmiştir. Tüm semavi dinler sorgulanamaz yapıyı öngörürler. Bu noktada parantez açmak gerekirse, 2013 yılında yayınlanan, Ali KIRCA’ nın sunduğu, “Din-Bilim-Darwin” konulu Siyaset Meydanı programında konuşmacı olan İlahiyatçı Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR, İslam’ın kutsal kitabı Kuran’ ın sorgulamaya açık ve kendisinin sorgulanmasını-test edilmesini isteyen, bu şekilde kabul edilmesini isteyen bir kitap olduğunu ifade etmiştir. Ancak aynı programda İslam’da yaratıcıya ve onun elçisine koşulsuz ve sorgusuz biat etmenin gerekliliği de belirtilmiştir. Bayındır’a göre Kelime-i Şehadet “Eşhedü” kelimesi ile başlar ki eşhedü kelime anlamı olarak, yemin ederek tanık olmak anlamı taşır. Kısacası Yaratıcı ve Elçisi sorgulanmaz, ancak kutsal kitap test edilerek inanılmalıdır ki iman tamamlansın.

Peki, hiç inanılan dinlerin kutsal kitapları sorgulandı mı? Dinler ve kutsal kitaplar her dönem sorgulanmıştır. Fakat sorgulayanlar din dışı aykırılar olarak nitelendirildiğinden ne kitapları basıldı ne de söylevleri aktarıldı. İnsanlar bu kitapları basmaktan veya yaymaktan dahi korktular.

Bu site de bir yazar tarafından İslam Peygamberi Muhammed’in varlığı sorgulandı ortalık ayağa kalktı. Bu noktada bir bilgi paylaşıldı. Ya bu bilgiyi okur kabul edersiniz ya da okur reddedersiniz. Reddetme yolunu seçerseniz karşıt kaynaklar ile karşıt hipotez geliştirmek zorundasınız. Yoksa bu hipotez geçerliliğini korur.

Hiç yaydığı dinin kutsal kitabını insanlara bırakan bir peygamber gördünüz mü? Eğer cevabınız hayır, tüm peygamberler kitap üzerinedir ve onlarla kitap indirilmiştir. Onların kitapları Allah’ ın sözleridir ve her peygamber kitabını insanlığa sunmuştur der iseniz sizleri bu derin cahilliğiniz ile baş başa bırakmak isterim. 2017 yılının Ekim ayında Haber Türk kanalında Teke Tek Özel programında konuşan Prof. Dr. Celal ŞENGÖR, “Her kitap okuduğumda ne kadar cahil olduğumu görüyorum ve bu cahilliğim beni korkutuyor” diyerek bizlere adeta ders vermiştir.

  • Tevrat ilk ne zaman yazıldı ve kitap haline getirildi?
  • İncil ilk ne zaman yazıldı ve kitap haline getirildi?
  • Kuran ilk ne zaman yazıldı ve kitap haline getirildi?
  • (Zebur konusuna girmiyorum bile)

Tevrat kısaca hikâyeler barındırır. Tevrat’ ın yazımı ile ilgili iki hipotez vardır ki 1800’lere kadar kabul edilen hipotez Belgesel Hipotezi idi. Belgesel hipoteze göre Tevrat’ı oluşturan beş bölüm farklı zamanlarda, birbirinden bağımsız fakat paralel hikâyelerden oluşmuştur. Düzenleyiciler vasıtası ile son şekilleri verilmiştir. Fakat günümüzde de kabul gören Wellhausen Hipotezi ile Belgesel Hipotezi son bulmuştur. Wellhausen hipotezi ile Tevrat, antik İsrail inançlarından laik bir biçimde “akıl” süzgecinden geçirilerek düzenlenmiştir.

Tevrat, M.Ö. 2000 yıllarda yazılmış olması gerekirken, bazı hikâyelerin daha önceki dönemlerde oluşturulduğu görüşü hâkimdir. Günümüzde en eski ibrani Tevrat metinleri M.Ö. 1. yüzyıla ait Ölü Deniz parşömenleridir. Bu kitabın bir peygamberin elinden çıkmış olma olasılığı –metinler incelendiğinde- imkânsızdır. Tevrat’ ta bulunan çelişkiler, eksiklikler ve çarpıklıklar nedeni ile Mişna (Talmud) oluşturulmuş ve Yahudilik dini bir standarda oluşturulmaya çalışılmıştır.

Hristiyanlık ise durum biraz daha karmaşıktır. Kanonik tabir edilen ilk inciller (Hristiyanlık dininde 4 müjde-Gospel olarak geçer) Matta, Markos, Luka, Yuhanna İsa’dan en erken 20-30 yıl sonra yazılmışlardır. Hristiyanlık dünyasında hala tartışmalı bir kişilik olan Pavlus, Yeni Ahitteki Pavlus’un Mektupları bölümünü yazmıştır. Kimi tarihçiler Pavlus’u, Hristiyanlığı dejenere etmeyi kendine görev edinmiş ve bunu başarmış bir Yahudi din adamı olduğunu savunur. Bu konuda da bazı kaynaklar mevcuttur.

Hristiyanlık’ ta İsa bir kitap yazmamış ve yazdırmamıştır. Kitabı oluşturan bilgiler bir kısım havarilerden derlenmiştir. Kanonik İncil yazarlarından Matta ve Yuhanna havarilerdendir. Bu konuda Hem Yahudi hem de Hristiyan kaynakları sabittir.

Bu noktaya kadar, “Yahudilik ve Hristiyanlığa dair kutsal kitaplar peygamber sözleri mi yoksa onlara atfen, onların ölümlerinden çok sonra başkaları tarafından mı yazıldı?” Sorusunu çok kısa olarak açıklamaya çalıştım. Bu konuda yazılı ve görsel çok sayıda kaynak mevcut. Özellikle Yeni Ahit, adeta Nasıralı İsa’ya atfen hadis külliyatı olarak görülebilir. Aslında İsa, Tanah’ta bahsedilen (Tanah Yahudiliğe göre Tevrat ve Zebur’un bütünü) ve Yaratıcının (Elohim) insanlığın uyarıcısı olarak göndereceği son kişidir (Mesih). Kısacası İsa Yahudilik için gelmişti. Hristiyanlık ilk zamanlarında Yahudiliğin kendi içinde aykırı bir mezhep durumundaydı. Hali hazırda Hristiyanlığın kutsal kitabı olan Kitab-ı Mukaddes’in ilk bölümü olan Eski Ahit, hemen hemen Tanah’ın ta kendisidir. Hristiyanlar için Tanah, Tanrı’nın insanlar ile yaptığı ilk anlaşma olduğundan dolayı İlk Ahit (eski ahit), Yeni ahit ise, 27 kitapçıktan oluşur. İlk dört kitapçık İncil'i oluşturur. Ardından Resullerin İşleri ve Pavlus'un on dört mektubu gelir. Bu mektupların sonuncusu olan "İbranilere mektup" kimilerince Pavlus'a atfedilmez. Son olarak havarilerin yedi mektubu ve Yuhanna'nın kaleme aldığı kabul edilen ve Vahiy gelir.

Yahudilere göre İsa, aykırı bir Yahudi idi ve Hristiyanlar aslında aykırı bir Yahudi mezhebiydi. Hristiyanlığı ayrı bir din haline getiren Pavlus’un ta kendisidir ki Pavlus günümüz Hristiyan ortak pratiklerinin mucidi de sayılır.

İslamiyet’ te peki durum nedir? Bu noktada tarafsız ve yalın bir biçimde İlahiyatçı Prof. Dr. Süleyman ATEŞ’ in makalesinden alıntı yapalım:

Kuran Ne Zaman Derlendi?
Kur’ân, birinci Halîfe Ebubekir ve üçüncü Halîfe Osman zamanında olmak üzere iki kez derlenmiştir.

A- Birinci Derleme:

Hz. Peygamber (s.a.v.) devrinde vahiy devam ettiği için Kur’ân-ı Kerîm toplanıp bir kitâb haline getirilmemişti. İnen âyetleri, bazı sahâbîler, ezberliyorlar, kürek kemiklerine, hurma kabuklarına, ince beyaz taşlara ve zamanın yazı malzemesine yazıyorlar ve yazdıklarını saklıyorlardı. Fakat henüz vahiy devam ettiği için vahiy parçalarını içeren malzeme bir araya getirilip bir kitap halinde bağlanmamıştı.

Hz. Ebubekir zamanında vukubulan Yemâme Savaşında yedi yüz sahâbî şehîd düşünce, Kur’ân-ı Kerîm’in sonucundan endişe duymaya başlayan Ömer ibn Hattâb, Halîfe Ebubekir’i, Kur’ân’ı yazdırmaya ikna etti. Bu işle görevlendirdikleri Zeyd ibn Sâbit, yorucu bir çalışmadan sonra Kur’ân’ı, sûrelerinin tertîbini gözönünde bulundurmadan derledi.

Rivâyet böyledir. Fakat biz, bazı âyetlerin işaretinden, Kur’ân’ı bizzat Peygamber’in kendisinin yazdırdığı kanısındayız. Çünkü Hz. Peygamber gelen vahiyleri yazdırıyordu. Nitekim: “Dediler: Öncekilerin masalları, onları yazmış, sabah akşam onlar kendisine yazdırılıyor." (Furkan: 42/5) âyeti de Peygamber’in, Kur’ân’ı yazdırdığını gösterir. Elbette Kur’ân’ı yazdıran Peygamber’in, bu yazılanları başkaları için değil, önce kendisi için yazdırmış olmalıdır. Zaten âyetten de müşriklerin, yazılanların, Peygamber’in yanında olduğunu ve sabah akşam kendisine okunduğunu söyledikleri anlaşılıyor. Demek ki Kur’ân’ın tamamı, Peygamber’in hayatında bir nüsha halinde yazılmıştı, fakat belki de bunlar, ayrı sûreler halinde biraz dağınık duruyordu. İşte Ebubekir zamanında görevlendirilen Zeyd ekibi, bunları gözden geçirerek bir cilt haline getirip bağlamıştır. Zeyd demiş ki:

"Kur’ân’ı araştırmağa, hurma dallarından, yassı taşlardan ve insanların belleklerinden derlemeğe başladım. Tevbe Sûresinin sonu olan: “Andolsun, içinizden size öyle bir Elçi geldi ki sıkıntıya uğramanız ona ağır gelir; size düşkün, mü’minlere şefkatli, merhametlidir. Eğer yüz çevirirlerse de ki: ‘Allâh bana yeter! O’ndan başka tanrı yoktur. O’na dayandım, O büyük Arş’ın sâhibidir!’” âyetini yalnız Ebû Huzeyme el-Ensârî’nin yanında buldum.” (Buhârî, Fedâilu’l-Kur’ân: 3, 4 ncü bâblar; İbn Hanbel, Müsned: 1/13; İbn Ebî Dâvûd, Kitâbu’l-Mesâhif, s. 6-7)

Tirmizî’nin rivâyetine göre de Zeyd, Bu iki âyeti, Huzeyme ibn Sâbit’in yanında bulmuştur. Yine Tirmizî’nin başka bir rivâyetine göre de Zeyd, Ahzâb Sûresinin 23’ncü âyetini Huzeyme ibn Sâbit’in veya Ebû Huzeyme’nin yanında bulmuştur (Tirmizî, Tefsîr, sûre: 10, h. 3103, 3104). Tirmizî’nin bu rivâyetleri tered¬düdlüdür fakat Buhârî’nin ve Ahmed ibn Hanbel’in rivâyetlerine göre Huzeyme’nin yanında bulunan âyet, Berâe Sûresinin son iki âyeti değil, Ahzâb Sûresinin 23’ncü âyetidir:

Zeyd, Osman zamanında Kur’ân’ı ikinci kez yazarken Ahzâb Sûresinin 23’ncü âyetini Huzeyme ibn Sâbit’in yanında bulmuştur (Buhârî, Fedâilu’l-Kur’ân: b. 2, h. 9; İbn Hanbel, Müsned: 5/188; el-Fethu’r-Rabbânî: 18/33-34). Kurtubî’nin de işaret ettiği gibi, demek ki birinci derlemede Berâe Sûresinin sonundan iki âyet, sadece Ebû Huzeyme’nin, ikinci derlemede de Ahzâb Sûresinin 23’ncü âyeti sadece Huzeyme ibn Sâbit’in yanında bulunmuştur.

Fakat biz, Hz. Peygamber’in, kendisinin Kur’ân’ı yazdırdığı ve evinde muhafaza ettiği kanısındayız. Ancak Berâe Sûresi, iniş tarihi bakımından sondan bir önceki sûre olduğu için belki son iki âyeti, Peygamber’in nüshasına yazılmamıştı ve o âyetler, Ebû Huzeyme’nin nüshasında bulunmuştur.

Zeyd’in derlediği bu resmî Devlet Mushafı, Ebubekir’in yanında kalmış, onun vefatıyla Ömer’e intikal etmiş, onun vefatından sonra da kızı Hafsa’nın eline geçmiştir.

B- İkinci derleme:
Hz. Osman’ın halîfeliği sırasında İslâm devletinin sınırları genişlemiş ve çeşitli dilleri konuşan insanlar Müslüman olmuşlardı. Ana dilleri yabancı olan Müslümanların, Kur’ân’ı Arap gibi okumaları elbette çok güçtü. Bunlar içinde de Kur’ân’ı ezberleyenler çoktu ama bunların telaffuzu ile Arabın telaffuzu arasında farkların bulunması doğal idi. Ayrıca Arabistan’ın birbirinden uzak bölgelerinde yaşayan Arap kabîlelerinin lehçe ve şîveleri arasında da –bugün olduğu gibi– büyük farklar vardı. İşte gerek çeşitli Arap kabîlelerinin, gerek yeni Müslüman olmuş yabancıların okumaları arasında beliren farklar, Müslümanlar içinde birbirlerini küfürle suçlamaya kadar varan derin ayrılıklara yol açtı. Özellikle Ermîniyye (Ermenistan) Savaşında baş gösteren bu ayrılıklardan endişe eden komutan Huzeyfe ibn el-Yemân, dönüşte, henüz evine gitmeden Halîfe Osman’ın huzuruna girdi:

– Bu ümmet helâk olmadan önce yetiş de onu kurtar! dedi.

Irak’tan, Şam’dan, Hicaz’dan insanların toplandığı o savaşta askerlerin birbirlerini tekfîr etmelerine neden olan kırâat ayrılıkları gördüğünü anlattı:

– Ben Yahudi ve Hıristiyanların ihtilâfa düştükleri gibi bu ümmetin de Kitaplarında ihtilâfa düşeceklerinden tasalanıyorum! dedi.

Konuyu arkadaşlarıyla görüşen Hz. Osman:

– Benim kanâatime göre insanların bir kırâatte birleşmeleri gerekir. Zira siz, bugün ihtilâfa düşerseniz, sizden sonrakiler daha çok ihtilâfa düşerler, dedi.

Ve Hafsa’dan, tekrar geri verilmek üzere ilk Mushafı aldı. Kur’ân’ı yeniden yazmakla görevlendirdiği Zeyd ibn Sâbit, Abdullah ibn ez-Zübeyr, Sa‘îd ibn el-Âs ve Abdu’r-Rahmân ibn el-Hâris ibn Hişâm’dan oluşan komisyona gönderdi. Komisyonun Kureyşli olan üç üyesine:

– Siz ve Zeyd ibn Sâbit, Kur’ân’dan bir şeyde ihtilâfa düşerseniz onu Kureyş diliyle (lehçesiyle) yazınız. Çünkü Kur’ân, onların diliyle inmiştir, dedi (Buhârî, Menâkıb: b. 4, h. 15; Beyhakî, es-Sunen: 2/4).

Buhârî’nin rivâyetinde komisyon üyelerinin hepsi Ensârlıdır: Übeyy ibn Ka‘b, Mu‘âz ibn Cebel, Zeyd ibn Sâbit ve Zeyd’in babası Sâbit (Buhârî, Fedâilu’l-Kur’ân: b. 7, h. 24).

Yazım işi bittikten sonra, Hz. Osman, Hafsa’dan aldığı Mushafı kendisine iâde etti. Çoğunluğun rivâyetine göre dört, diğer bir rivâylete göre de yedi nüsha yazılan Mushaflardan biri Irak’a, biri Şam’a, biri Mısır’a gönderildi. Dört nüsha yazılmış olması, Kurtubî’nin görüşüdür. el-Fethu’r-Rabbânî yazarına göre Mushaflar: Mekk’eye, Basra’ya, Kûfe’ye, Şam’a, Yemen’e gönderilmiş, biri de Medîne’de bırakılmıştır (el-Fethu’r-Rabbânî: 18/34).

Bu noktaya kadar Kuran’ın derlenmesi ile ilgili İlahiyatçı Prof. Dr. Süleyman ATEŞ’in makalesinden alıntı yaparak cevapladık ki malum çevreler hemen bize reddiyeler sıralamasın. Bu makaledeki kaynaklar özellikle belirtilmiştir; bu kaynakların sağlamlığı İslami çevrelerde malumdur.

Peki, Yahudilik ve Hristiyanlık kutsal kitaplarında ki bu durum İslami çevrelerde nasıl karşılandı? Elbette karşıt görüş geliştirildi. Aslında Musa ve İsa’ya kitap indirildi ve yazdılar, sonrakiler sapıttılar ve uydurdular. Günümüzde Yahudilik için bu sav kısmen kabul edilebilirken Hristiyanlık için kabul edilmesi zordur. Pavlus’u devreden çıkarttığımızı var sayalım. Hadi Eski Ahit’ i de devreden çıkartalım. Hatta Kanonik İncilleri de ayırıp sadece Havari Matta ve Yuhanna İncillerini kabul edelim. İyi de Matta ve Yuhanna İncilleri de sadece söylevlerden oluşuyor ve bizzat İsa’nın söylevleri. O halde bu İncilleri İslami çevrelerin de kabul etmesi lazım. Neden? Bu havariler İsa’dan yaklaşık 15-20 yıl sonra kitapları derlediler. Peki, İslamiyet’ te nasıl ve ne şekilde derlendi? Yöntem aynı. Peygamber öldükten sonra Ebubekir tarafından toparlatıldı. Yani İslam peygamberi yazılı ve dizili bir kitap bırakmadı. Bu husus aklı başında tüm İslam çevrelerinde sabit. Madem Peygamberlerden sonra onları dinleyenlerin sözleri muteber, o halde Matta ve Yuhanna İncilleri’ de aynı mantıkla İslami çevrelerce kabul edilmelidir.

Özet olarak hiçbir peygamber tamamen kitaplaştırılmış bir vahyi insanlığa sunmadı. Kitaplaştıranlar onların öğrencileri ya da havarileri-sahabeleridir. Tüm bu yazıma reddiye geliştirmek isteyen okurlar olursa bu yazımı zırva olarak nitelendirebilirler ve yorum kısmında kaynak göstererek karşıt görüşlerini saygı ve mantık çerçevesinde sunabilirler.

Son soru: “Madem kitapları derleyenler, yazanlar ve oluşturanlar peygamber haricinde onların yanındakiler o halde neden tüm dinler kitap indirilen ve onu insanlığa sunan elçilerden bahsediyor?”

Yazıya Aristoteles’in bir cümlesi ile başlamıştım: “Bütün İnsanlar Doğal Olarak Bilmek İsterler”. O halde Bilin… Ancak doğru ve kesin kaynaklardan öğrenin. Araştırın, sorgulayın ve kesin bilgiye ulaşın. Test edin, ölçün ve değerlendirin.

Bu sitede kutsal kitapların kimler tarafından ne şekilde, kimlerin tesiri ile yazıldığı ile ilgili birçok yazı-makale yayınlandı. Bu yazı sadece bunlara bir ilave. Olaya farklı bir pencereden bakmaya çalıştık. Konu hakkında farklı bilgilere ulaşmak isterseniz, sitede biraz araştırma yapmanız yeterli olacaktır. Sağlıcakla kalın.

Yazan: Demon Product

YALANIN DİĞER YÜZÜ "MEZHEPLER"

DP, din, islamiyet, Mezhepler, İslam mezhepleri, İslamiyet mezhepler, Şia, Sünni, Ruhban sınıfı, Mezhep çatışmaları, Mezhepler neden var, İslam mezhepleri, Mezhep şirk değil midir? Mezhepler… Önce “mezhep” kelimesinin tanımına bakalım: Bir dinin, anlayış ve görüş ayrılıkları dolayısıyla ortaya çıkan, belirli kuralları, kendi içinde tutarlı inanç ve davranış bütünlüğü bulunan büyük kollarından her biri.

Tüm semavi dinlerde istisnasız mezhepler bulunur. Bu mezheplerde, o dine ait temel öğeler çoğunlukla sabit olmakla birlikte pratikler ve yorumlar bakımından farklılıklar bulunur.

Müslümanlıkta halk arasında bilinen 2 ana kol vardır: Şia ve Sünni’ler. Sünnilik içerisinde 4 mezhep vardır, Hanefilik, Hanbelilik, Şafiilik ve Malikilik.

İslamiyet’ te ki yapıyı biraz daha detaylandıracak olursak, mezhepler aslında 2 ana kola ayrılır, bunlar: Fıkhi Mezhepler ve İtikadi Mezhepler. Fıkhi Mezhepler yukarıda bahsettiğimiz 4 mezhebi kapsar. İtikadi Mezhepler ise Ehl-i Sünnet ve Ehl-i Bidat olarak 2 kolda incelenir. Ehl-i Sünnet Mezhepleri Maturidiyye Mezhebi ve Eş’ariye Mezhebi olarak 2 kola ayrılır. Ehl-i Bidat Mezhepleri ise Cebriye, Mutezile, Mürcie, Haricilik, Şia ve Vehhabilik olarak 6 kola ayrılır. Burada bahsedilen her kol ayrı ayrı kendi içlerinde de farklı kollara ayrılırlar.

Hristiyanlarda 4 ana mezhep vardır ki bunlar kendi içlerinde de farklı fraksiyonlar bulundururlar: Ortodoksluk, Katoliklik, Protestanlık.

Yahudilerde de mezhepler bulunur. Bunlar, Ortodoks Yahudilik, Muhafazakâr Yahudilik, Reform Yahudiliği, Yeniden Yapılanmacı Yahudilik ve Reform Yahudiliği. Tabii ki bu mezhepler de alt fraksiyonlar barındırmaktadır.

Buraya kadar hepimizin bildiği, 3 semavi dine ait mezheplerden bahsettik. Biraz sorgulayan ve kafasını kaldıran insanlar (Hangi dine mensup olursa olsun) bu mezhepleri araştırmaya başlar. Mezhebi oluşturan o büyük kümenin duvarına gelindiğinde, yani artık neredeyse mezhep fikrini reddedecek duruma gelindiğinde şu cevaplar ile geldiği noktaya geri döner:
  • Bu mezhepler o coğrafyada dini kolaylaştırmak için meydana geldi,
  • Sünnetteki farklılıklardan oluştular. Yoksa hepsi Allah resulünün sünneti ve hadisine göre şekillendi.
  • Onlar öyle yorumladıkları için o şekilde yapıyor ve inanıyor. Biz farklı yapsak da onlarınki de bizimki de geçerli.
  • Bizler Kuran ve Sünnete bakarak yorum geliştiremeyiz. Bunun için İslam Âlimi olmak yani Müçtehidlik şartı vardır. Bizim ilmimiz yetmez.
  • Kılavuzun olmazsa dini öğrenemezsin. Bak? Sapmışsın işte…
Mezhepler kısaca bir Ruban sınıfı oluşturabilmenin en temel basamağıdır. Özellikle Müçtehit’ lik denen yapı ki buna İslam Âlimi adı veriliyor, inançlı bir Müslüman için şüphesiz şirk ve şeytan işidir. Allah ayetlerinde devamlı “Şüphesiz apaçık kurandır” diyor. “Anlayasınız diye” diyor. “Düşünüp tutasınız diye öğütler vardır” diyor.

Peki, bizim çakma Tatlısu Müslümanları ne yapıyor? Yok, bilmem ne hoca efendi, şöyle hoca efendi böyle hoca efendi diye kendilerini yırtıyorlar. Bilmiyorlar ki inandıkları dinin kitabına göre şirk ve bidat içerisindeler. Şu soruların cevabını versinler:
  • “İslam peygamberinin ve 4 halifenin mezhebi ne idi?”
  • “ Sahabelerin mezhebi neydi?”
  • “İslam peygamberi, 4 halife ve sahabe ile aynı dini ritüel ve inançları mı sergiliyorsunuz?”
  • “Emevilerin ve Abbasilerin mezhebi neydi? Peki, Ebu Hanife’ ye kimler zulüm etti? Onların mezhebi neydi?”
  • “İran ve Arabistan neden Ehl-i Bidat mezhebinden? Arabistan Kuranı kendi dilinde anlayarak okumuyor mu? Bizden daha mı az iyi biliyor ve yorumluyorlar Kuranı?”
  • “Hoplayıp zıplayarak sözde zikir yapan Death Metalcilerin mezhebi ne?”
  • “Kendini Müslüman gören, Ali’yi kendilerine önder yapan ve sazlı sözlü ibadet ettiğini sanan ışık insanlarının mezhebi ne?”
Bu sorulara cevap veremeyeceksiniz. Kalbiniz sözde cevap verecek ve hepsine evet diyerek bir mantığa oturtmaya çalışacak, aynı zamanda bu cevaplarınızı kin ve küfür ile birleştirerek adeta kusacaksınız. Kalbiniz “Evet” dese de sizin beyniniz aslında “Hayır” diyecek ve siz bu Hayır’ı şeytana-vesveseye bağlayarak mutlu ve inançlı hayatınıza devam edeceksiniz. Aslında o ses mantığınızdı, ne şeytan ne de vesvese. Beyniniz size ne zaman bir şeylerin yanlış olduğunu söylese hemen “Tövbeeeeee” deyip beyninizdeki sözde “vesveseden” Allaha sığınıyorsunuz. Bu noktada sevgili Din Âlimleri-Müçtehitler devreye girecek ve size diyecekler ki: “Sizin niyetiniz ve yolunuz inançlı ve gerçek olsun. Şüphesiz Allah görünmeyeni görür, duyulmayanı duyar…” İşte bu noktada inandığınız dinden çıktınız haberiniz yok maalesef. Allah indirdiği kitapta her şeyi “eksiksiz” anlatmış. Siz ne cüretle Allah’ın Resulü vasıtası ile size indirdiği ve açıkladığı kitabı yetersiz görürsünüz a Tatlısu Müslümanları?... Sizin niyetinizi ve yolunuzu soran veya isteyen yok inandığınız kitapta. Kendinizi kandırıyorsunuz.

Kusura bakmayın ama 12 imam, bilmem kaç hoca, bilmem ne tarikatı, hakikat kapısı, tasavvuf ehli, İslam âlimi, çağa düşen ışık, müjdelenen kişi, hoca efendi hazretleri, bilmem ne efendi, sır sahibi vs. vs. makamları ve düzenleri sizin beyinciğiniz üretiyor. Gerçekten kaçmanın basit bir yöntemi o kadar.

Bu yazıdaki amaç İslam içi çelişkileri ortaya dökmek değil. Zaten bu dinin, hatta semavi dinlerinin hepsi bir çelişki yumağı. Tuttuğunuz yer elinizde kalıyor. Neden? Çünkü bu dinlerin hepsi Ortadoğu din geleneğinden evrilen inançlar dizgesi. Önce nereden geldiği henüz net olarak bilinmeyen, Sami olmayan bir medeniyet olan Sümerler, oradan Babiller, oradan İsrail oğulları, Akadlar, mısırlılar derken her şey ortada. Sümerler ile başlayan Ortadoğu din geleneğinin geldiği son nokta. Çelişkiler yumağı.

İşte mezheplerin çıkışı da bu noktada başlıyor. Dinlerin kendisi akıl dışı, çelişkili ve kopuk olduğu için insanlar kendi akılları ile izah geliştirmeye çalışıyor ve neticede mezhepler oluşuyor.

Bu mezhepler sözde birbirlerine karşı “ortak bileşenlerden dolayı saygılıyız” mesajı vermeye çalışsalar da aklı biraz çalışan herkes bilir ki bu mezhepler birbirleri ile sıkıntılıdır. İslam’ın ilk dönemlerinde tüm İslam idarecilerinin cinayet ile öldükleri, hatta cinayeti işleyenlerin de Müslüman oldukları tarihsel bilgiler ile sabittir ki bu tarihsel bilgileri “Yahudi ve Hristiyanlar” yazmadı değerli Tatlısu Müslümanı kardeşim. Daha da ileri gidersek Arif TEKİN İslam Peygamberi Muhammed’in ölümünü bile cinayete bağlar ki çok ciddi -ÇÜRÜTÜLEMEYEN- deliller ile kitabında açıklar bu olayı.

Bu mezhep mevzusuna “Vahşi” Tatlısu Müslümanları Konca KURİŞ’i hunharca ve canavarca katletmişlerdir. Çünkü bu şeytani ruhban sınıfının radikal söze tahammülü yoktur. Farklı sesler yok edilmelidir.

Mezheplerin çıkış sebebi, o coğrafyadaki insanların farklı yaklaşım ve taleplerini karşılama konusunda sahabelerin veya mezhep kurucularının kuran ve sünnet ışığında kolaylık oluşturması değildir. Herkes kendi kolayına gelen bir formata kılıf uydurmuştur o kadar. Mesela bir mezhepte vücuttan çıkan kan abdesti bozarken başka bir mezhepte bozmaz. Bunun kolaylığı neymiş? Eğer su yok ise kan ile abdestin bozulmayacağı bir mezhebe tabi olursunuz. Böylece her kan aktığında su aramanıza gerek kalmaz. Peki, daha önce teyemmüm diye bir şey duydunuz mu?

İnancınızı sorgulamıyorum. İsterseniz balkondaki saksıya, sokaktaki kediye tapın. Ama inandığınız dini ve sistemi iyi öğrenin. Kaynağından öğrenin. Bu konuda lidere veya öğretmene ihtiyaç yok. Kitap ortada duruyor. Kedide öyle saksı da öyle. Neye inanıyorsanız ortada duruyor. Okuyun, bakın ve ona göre inanç dünyanızı şekillendirin.

Mezhepler kan, ölüm ve gözyaşından başka bir şey getirmemiştir. Dinlerin gerçekliği tartışılırken asıl sorun hep gözden kaçırılıyor. İnsanları dinlere bağlayan asli unsur o dinin dinamikleri değil. Dinsel dinamiklerden ziyade asıl sorun mezhepler. Adeta tutkal gibi insanların bilişsel ve duyuşsal merkezlerini paralize ederek her şeye bir kılıf uydurulmasını sağlıyor. Zaten mezheplerinde yaratılma amacı budur.

Maraş katliamını hangi düşünce yaptı? Çorum? Madımak? Başbağlar? Malatya? Sakın buradan hareketle “Kusurlu olan insanlar, mezheplerin veya dinlerin suçu yok” diye bir savunma geliştirmeye çalışmayın sevgili Tatlısu Müslümanları.

Sünnilik, Alevilik, Caferilik, Malikilik, Şiilik, Vahabilik ve daha adını sayamadığım birçok mezhep ve kol. Bunların hepsi dinleri akla ve mantığa oturtmak için “çok sağlam” uydurulmuş fantastik hikâyelerden başka bir şey değil.

Evet, Alevi okurlar bana kızacak ama objektif bakıldığında sizin de diğerlerinden farkınız yok. İnsani değerlere daha yatkın olmanız sizin de Ortadoğu din geleneğinden etkilenmiş fantastik inanç ürünü olduğunuz ve sınıflandırmanın bir ayağı olduğunuz gerçeğini değiştirmiyor.

Mezhepler koca birer yalandır ve inandığınız dinin kitabına ve sünnetine ya da ehl-i beyitine göre artık her neyse göre şüphesiz şirk ve bidattır. Bunun tersini iddia eden de (Hacı, dede, hoca, müçtehit vb.) İslamiyet’e göre şirk ehlidir. Madem Müslümansınız, Müslümanlık tekdir ve birdir. Mezhep diye bir şey yoktur. Tüm semavi dinler de Sümer kökenli Ortadoğu din ailesinden geldiğine göre….. Anladınız siz onu. Sağlıcakla kalın.

Yazan: Demon Product