HABERLER
Dini Haber
DP etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
DP etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

YUNUS SURESİNİ KİM YAZDI? YAZDIRDI?

Yazan: Demon Product
DP, Yunus suresi,Yunus suresini kim yazdı,Kur'an çelişkileri,Yunus suresi orjinal bir sure değildir,Yunus suresinin kökenleri,Kur'an'ın kökeni,Vişnu ve Manu efsanesi,Hint efsanesinde büyük tufan,Manu ve Yunus, islamiyet,

Birkaç ay önce yazdığım “Alak Suresini Kim Yazdı, Yazdırdı” adlı makalemin başlığına benzer şekilde bu yazıya da başlık yaptım. O yazı sonrası yediğim küfrün ve hakaretin haddi hesabı yoktu. Çok eleştiri aldım ancak hiç biri antitez değildi. Herkes kendince akıl verdi. Yalnız gözden kaçan bir husus, o yazıda ben yorum yapmamıştım? İddiaları ve yazılanları ortaya koydum, ancak cevap vermedim. Sadece herkesçe ortak olan soruları sordum. Bu yazıda da aynı olacak. Sorular bol, kaynaklar bol, ama cevap yok. Cevabı siz bulacaksınız.

Küçükken dini filmlere bayılırdım. 1976 yılı yapımı Mısırlı Mustafa AKKAD’ın yapımcılığını üstlendiği Çağrı filmi özellikle önemli bir yere sahipti benim için. Sanatsal olarak hala aynı diyebilirim. O filmi TV’de ilk izlediğimde o küçük bedenimde mevcut olan bütün tüyler diken diken olmuştu. Anthony QUEEN’in canlandırdığı Hamza karakterinin, Usta Yunanlı oyuncu Irene PAPPAS’ın canlandırdığı Hind karakteri tarafından Vahşi adlı köleye öldürtülmesi ve sonrası çok etkilemişti beni. Sadece bu mu? Hayır. Müzikler, İlahiler, Bilal-i Habeşi ve ilk ezan, Ebu Sufyan’ın dahi İslamiyet’e dönüşü… Bir Din daha güzel anlatılamazdı. Bu nedenle büyük gurur duyuyor, inanmayanalar ve başka dine mensuplara acıyordum. Nasıl olurda bunca ayete, örneğe ve ispata rağmen inanmıyorlardı?

Özellikle O meşhur müziği çaldığında neredeyse gözlerimin dolduğunu hissediyordum. İşte bu nedenle dini filmlere yönelmiştim. Hiç kimsenin anlatamadığı, gösteremediği, öğretemediği bir biçimde dinimizi anlatıyorlardı. Bunların arasında bir Türk filmi de vardı. Usta oyuncumuz Cüneyt GÖKÇER’in canlandırdığı Hz. Ömer filmi… Bu filmde beni en çok etkileyen sahne, Hz. Ömer’in tam kardeşini Müslüman olduğu için öldürecekken duyduğu Kurandan etkilenmesi idi. İçeri elinde kılıcı ile giriyor, Kuran okuyan adama “Sen ne okuyorsun öyle?” diye soruyor. Arkasından da “Okudukların adeta kalbime dokundu!” diyor. Sonuç mu? Kelime-i Şehadet getirip Müslüman oluyor.


Özetle birçoğumuzda olduğu gibi ama az ama çok bu filmler oldukça etkilemişti ve dinimi bunlardan da öğrenmiştim. Doğru bir Müslüman olarak yaşadığım söylenemezdi. Önceki yazılarımı okuyanlar zaten kendi hayatımdan sunduğum kesitlerden bu çıkarımda bulunabilirler. Açıkçası doğru bir Müslüman olmak için uğraşıyordum. Cennetle müjdelenen, peygambere komşu olacak müminlerden olmalıydım. Kimisi cennet hurileri ve cennet şarabı ile dalga geçiyordu. Onlarla zaten baş edilemezdi ki, ne söylesek illa bir karşıt savunma mekanizması geliştiriyorlardı. Apaçık ayetleri reddediyor, bunca ibrete rağmen ders almıyorlardı. Nasıl olurda Allah’ın kelamı ve kitabı ile dalga geçilir ki? Hiç mi beyin yok bunlarda derdim. Ramazan aylarında bu filmler kaplıyor ekranları. Nasıl ibret almıyorlardı?

Ne zaman tekrar tekrar Çağrı filmi ve benzeri dini filmleri izlesem büyük pişmanlıklar duyuyordum. Namazımı düzenli kıldığım çok zaman dahi olmuştu. Ama arada sapıyordum. İçime bir kıskançlık düşmüştü. Şeytan vesvese düşürmüştü kalbime. Aklıma Hz. Ömer geldi. Onu etkileyen o sahnede ki gibi neden Kuran ayetleri okunduğunda benim “kalbime dokunmuyordu?”. Siz ce sıkı sıkı sarılsam olacak mıydı? Değme hocalara taş çıkartacak kadar sarılıyordum. Belki de sarıldığımı sanıyordum. Beni eleştireceklere açık kapı kalsın.

“Eeee! Demek ki istememişsin, kalben isteseydin olurdu. İman isteyene verilir!” geyiğini bir kenara atın. En azından inandığını dinin ve kitabın ayetine ters düşmeyin. Neden mi?

Hadi Yunus Suresi 100. Ayete bir göz atalım:
"Ve mâ kâne li nefsin en tu’mine illâ bi iznillâh(iznillâhi), ve yec’alur ricse alâllezîne lâ ya’kılûn(ya’kılûne). Ve Allah’ın izni olmaksızın, bir kimsenin (bir nefsin) mü’min olması (mümkün) olamaz. Ve (Allah), akıl etmeyen kimselerin üzerine ceza (azap) verir."

Şimdi bu ayeti cımbızla seçtiniz, aslında orada anlatılmak istenen o değil, şu söylenmek istemiş, o sürenin tamamı okunmadan, hangi dönemde ve ne için indiği bilinmeden yorum yapılmaz gibi saçma sapan ayet bükme operasyonlarınızı bir kenara atın. Ayette her şey açık ve seçik. Allah’ın izni olmaksızın bir kimsenin mümin olması mümkün olamaz diyor. Var mı ötesi? İstediğiniz meallere bakın, istediğiniz boyuttan ve açıdan bakın. Hatta imkân varsa Avengers Marvel Evrenindeki THANOS edasıyla evrenin tüm boyutlarından bakın. İsterseniz FRINGE dizisinde Profesör Walter gibi paralel evrene geçip bakın ya da Stranger Things dizisindeki veletler gibi diğer alt boyuta geçip bakın. Anlam açık ve seçik. Yani ne yaparsanız yapın, ne düşünürseniz düşünün. Allah izin vermedikçe OLMAZ!

Yok, hatalı isem, yani aslında eğip büken sizler haklıysanız bir de şu ayete bir göz atın derim. Bu arada verdiğim ayetleri bulundukları sureleri ile baştan sonra anlayarak, tüm tefsirleri ile siz de okuyun. Kasas 56’ ya bir bakalım:

Kasas-56: “Sen sevdiğini hidayete erdiremezsin; bilakis, Allah dilediğine hidayet verir ve hidayete girecek olanları en iyi O bilir.”

O halde ümit etmeye devam. Allah bizi de “dilerse” doğru yola koyar. O halde neden cehennem ile cezalandırılıyorum? Ömer’in, ayrıca onca sahabe ve Müslüman kanı dökmüş, işkence etmiş olan Ebu Süfyan’ın, hatta ve hatta Hamza’nın azmettiricisi, Hamza’nın ciğerini (bazı rivayetlerde kalbi) çiğneyerek yiyen Hind’in bile hidayete erdirildiği, sahabe olarak cennet ile müjdelendiği bir dünyada ben neden hidayetten yoksun bırakılıyorum? Cevap var mı?


Neyse bu konu da o kadar çok örnek verildi ki, o kadar çok makale yazıldı ki bu konuda, Site başyazarı ve Yöneticisi A. KARA dostumun “Neden Deist Oldum?” yazı serisinde bu konuyu gayet güzel işlemişti. Bir göz atmanızı tavsiye ederim.

Sanırım buraya kadar sadece bu hususu irdeleyeceğimi düşündünüz. Açıkçası giriş bile yapmadım sayılır. Yunus 100’den kapıyı açtım ancak ana konu Yunus’un bizatihi kendisi.

Hani şu kocaman bir Yunus balığının (İncil ve Tevrata göre büyük bir balık veya balina) bir vakit karnında taşıdığı, diyar diyar gezdirdiği ve daha sonra sahile bıraktığı Peygamber. Üç aşağı beş yukarı çoğunuz bilir hikâyeyi.

Şimdi Yunus hikâyesinin kökeni ne? Açıkçası Yahudi kökenli bile değil. Bu efsane Asurlulara dayanıyor. Ninova’lı Yunus’un hikâyesi (Tevrat’ta Johannes ve İncil’de Jonah, Sümer ve Babil’de Oannes).

İslami literatüre baktığımızda, Ninovalı Yunus’u Allah (Rab) uyarıyor git insanları uyar doğru yola ulaştır diye (Yunus 100 ve Kasas 50 ile çelişmedi mi?).

İnanca göre Yunus Ninova halkına gönderilen peygamberdir ve azaptan kurtulan tek halk Ninova halkıdır. Azap yaklaşmaktayken tövbe ettikleri ve tövbelerinin Allah tarafından kabul edilerek affedildiklerine inanılır.

Ninova halkına peygamber olarak gönderilen Yunus, 33 yıl onları tanrının dinine davet etmiş, kendisine bu süre içerisinde sadece iki kişi inanmıştır (Sahihi Buhâri ve Tecridi Sarih Tercümesi, IX, 152) . Bu durum kendisinin canını sıkmış, ALLAH'ın izni olmadan Ninova'dan ayrılıp Akdeniz’e kadar giderek bir gemiye binmiştir.

DP, Yunus suresi,Yunus suresini kim yazdı,Kur'an çelişkileri,Yunus suresi orjinal bir sure değildir,Yunus suresinin kökenleri,Kur'an'ın kökeni,Vişnu ve Manu efsanesi,Hint efsanesinde büyük tufan,Manu ve Yunus, islamiyet,
Hikâyeye göre Yunus’un bindiği gemi denizin ortasına geldiğinde fırtına çıkar, gemidekiler orada günahkâr birinin olduğunu, O'nu denize atarak fırtınadan kurtulacaklarını düşünürler. Çekilen kur'a sonucu Yunus peygambere çıktığı için denize atarlar ve (Saffat 141-146) O'nu büyük bir balık yutar. Yunus hatasını anlayıp balığın karnında dua eder ve duası kabul edilir. Ama balığın karnında bizi andı, tespih etti, biz de onu hasta bir halde ağaçsız, boş bir yere attık ve üzerine kabak türünden bir ağaç bitirdik.” (es-Saffat 145- 146)

Balık Yunus’u sırasıyla Nil nehrine, Fars denizine, el-Betâik Denizi'ne ve Dicle'ye götürüp, Nusaybin topraklarında düz ve geniş bir yere atar (Râzî, XXVI, 165).

Bir başka rivayete göre, balık O’nu önce Eyle’ye sonra Dicle’ye götürmüş, sonra da Ninova’ya atmıştır (Taberî, XXIII, 125, Kurtubî, XV, 80). Yunus tekrar kavmine döndürülür ve 100 bin kişi O’na inanır.

Hikâyeye farklı bir yaklaşıma bakalım, “Hazret-i Yunus Aleyhisselâm'ın kıssa-i meşhuresinin hülâsası: Denize atılmış, büyük bir balık onu yutmuş. Deniz fırtınalı ve gece dağdağalı ve karanlık ve her taraftan ümid kesik bir vaziyette münacatı, ona sür'aten vasıta-i necat olmuştur” (Bediüzzaman Said Nursi Lem’alar, 1. Lema).

Şimdi şöyle bir isimler eşitlemesi ya da evrimi yapalım. Yok, eğer bu isim eşitlemesine inanmıyorsanız istediğiniz teoloji ve “sağlam kaynaklı” ilahiyat kitaplarına bakabilirsiniz.

Oannes = Ohannes = Johannes = İōnas = Yōnah = Yonah = Yunus
Şimdi bu isimler eşitlemesinde ya da isim evriminde ilk faz olan OANNES kimdir? Nedir?

Bir göz atalım:
Sümer tradisyonunda ilah Enki’nin sularda olduğu söylenir. Bu ilah balık kuyruğuyla tasvir edilir ve Oannes denilen balık insanlarla ilişkilendirilir. Sümero Semitik tradisyonda balık teni, derinlerin lordu Ea Oannes rahipleri tarafından hayvan formunda bir elbise olarak kullanılırdı; Oannes aynı zamanda balık-keçi ya da balık-koç olarak tasvir edilir. Oannes’ lerin yeryüzünde daha önceleri yaşamış bilge varlıklar olduğu söylenir. Sümer tradisyonuna göre tufandan önce yedi bilge kişi denizden çıkıp şehirlere dağılmış ve oralarda insanlığa uygarlığı öğretmişler.

Dogon tradisyonuna göre ise her şeyi var eden ve tek olan Amma, kâinatın sevk ve idaresiyle uğraşmaz, âlemimizin sevk ve idaresiyle nommo agonnolar denilen bir üçlü meşkuldür ve bu üçlü balık biçiminde tasvir edilir, ayrıca içlerinden “O-nommo” hem balık hem insan biçiminde temsil edilir. Babil tradisyonunda ise Oannes’in adı akılla donatılmış varlık anlamına gelir. Bazı tradisyonlarda ruhsal planlar balık-insan olarak tanımlanmışlardır.

Babil tarihçisi Berosus M.Ö.4.üncü y.y.’da bu balık adam inancının kökeni ile ilgili kayda sahiptir. En eski geleneklere göre Kalde ve Babil, sudan gelen “yarı balık-yarı insan” birisinin yönetimindeydi. Hz. Yunus zamanında insanlar onun peygamberliğine inanırlardı. H. Clay Trumbull şöyle yazar:
“…Tarihçe kayıtlara geçen ani ve yaygın Ninova inancı ile Yunus’un mucizesi bir tesadüf değildir..”

Berosis bu tanrının adını Odacon’un çeşitli tezahürlerinden bahsederken, Asur Balık Tanrısı “OANNES” olarak verir. Ünlü Asurolog Dr. Herman V. Hilprecht, Yunancaya geçmiş şekliyle aynı olan Oannes’in Yunus’tan geldiğinden bahseder.

“Yunas” kelimesinin Ninova’da kalıntıları da Yunus kıssasının doğruluğuna işaret eder.
Kısacası Asurlulara (ki onlar İsrail oğlu değiller) dayanan mitolojik bir hikâye söz konusu.

Sümerlerde olan OANNES efsanesi Babil’e, oradan Asur’a, oradan da İsrail oğullarına ve dolayısı ile semavi dinlere giriş yaptı.

DP, Yunus suresi,Yunus suresini kim yazdı,Kur'an çelişkileri,Yunus suresi orjinal bir sure değildir,Yunus suresinin kökenleri,Kur'an'ın kökeni,Vişnu ve Manu efsanesi,Hint efsanesinde büyük tufan,Manu ve Yunus, islamiyet,
Hadi rotayı Ortadoğu’dan Hindistan’a çevirelim. Vişnu ve Manu efsanesine:
Manu Tufanı’nda (Yani azgın dalgalar Yunus’taki gibi coştuğunda) Tanrı, Vişnu adında başka bir Tanrı’yı balık olarak gönderir. Başta küçük bir balık olan Vişnu’yu Manu yakalar, Manu oltayı çektikçe Vişnu büyümeye başlar, en sonunda denizi kaplar. Vişnu daha sonra gerçek kimliğini Manuya açıklar. Vişnu Manu’ya hayvanları ve tohumları koruması için bir de gemi yapmasını söyler. Yani Vişnu balığın adeta içinden çıkarak insanımsı bir formda Manu’ yu, dolayısı ile insanları uyarır:

“İyi yürekli adam, şimdi iyi dinle! Çok yakında dünya sular altında kalacak, herşey kaybolacak. Güçlü bir gemi inşa etmelisin. Büyük bir ip de al gemiye. Yanına 7 Bilge al. Bütün bitkilerin tohumunu ve her hayvandan bir çift al gemiye. Sana bir balık olarak geleceğim. Kafamda boynuzlarım olacak. Beni iyi dinle, yoksa kurtulamazsın bu tufandan.”

Bu konu ile ilgili antik hint rölyef ve çizimlerine; ayrıca hikâye detaylarına bakıldığında Yunus hikâyesi ile büyük benzerlikler göze çarpar.

Bu arada Hint tufan hikâyesinde Manu’nun 3 oğlu olduğu anlatılmaktadır… Bir dakika… Dejavu mu oldunuz? Bu hikâye tanıdık mı geldi? Biz Yunus’ tan bahsediyorduk?

  • Manu’nun olayı Tufan’da geçiyor.
  • Manu’nun 3 oğlu var,
  • Manu’ya gemi yapması söyleniyor,
  • Manu’ya her cins canlı alması söyleniyor,
  • Manu insanlığın yeni atası kabul ediliyor,
  • Manu’nun gemisi Malaya dağlarında karaya oturuyor ve canlı hayat yeniden çoğalıyor.

Yahu bu hikâye bir yerden tanıdık geldi ama çıkartamadım. Yunus’ tan bahsederken konu ne oldu da buralara geldi anlamadım. Manu acaba bir peygamberin hayatı ve hikâyesi ile benzerlik mi gösterdi ne?

Çağrı filminden yola çıktık, bizim çabamız mümin olmamıza yeter mi? Yoksa hidayet mi verilmeli den sağa döndük, Yunus kıssasına hem mitoloji hem de dini kaynaklardan bir göz attık.

Yunus kıssasının bir benzerinin Hint Mitolojisinde Manu ve Vişnu iletişimi ile benzerlik taşıdığını gördük ki bu benzerliği ben kurmadım, istediğiniz yerde istediğiniz araştırmayı yapın.

Oradan Manu’nun tufan hikâyesine geçtik.


Biraz Puzzle (Yap-Boz) gibi oldu özür dilerim. Kafanızı kaldırın, antik mitolojileri detaylıca inceleyin, Sümer ve Babil’den kalma efsaneleri iyice okuyun ki Muazzez İlmiye ÇIĞ’ ın bu konudaki kitapları adeta hazine niteliğinde. Bu sitede de Antik Ortadoğu mitolojileri ile ilgili makale ve bilgiler ton ile mevcut. Parçaları birleştirdiğinizde göreceksiniz.

Yunus 100 ve Kasas 50’ de belirtildiği üzere gün olurda kalbime hidayet verilirse ne mutlu bana… Ne mutlu bize…

Geçenlerde bana ders vermek isteyen birisi şöyle söyledi: “Tek başına kitap yetmez, nasıl ders kitabını okumak yetmiyor ve öğretmene ihtiyaç duyuyorsan, sağlam hocaya git ki imanın kuvvetlenip doğru yola girsin!”. Yahu iyide bana hidayeti Yunus 100 ve Kasas 50 deki gibi vermiyorsa çabalar beyhude değil mi? Onu da geçtim bu ders veren arkadaş keşke inandığı dinin kitabını bir açıp okusaydı, o kitapta aracı kabul etmediğini, şüphesiz, apaçık uyarı niteliğinde anlayalım diye gönderildiğini yazmıyor mu? Dininden çıktın be arkadaş. Ayete ters düştün. Adam tuttu inandığı dinin kitabını ortaokul Fen kitabı ile bir tuttu iyi mi? Eğer kitap evrensel ise ne aracıya ne de hocaya ihtiyaç duyarsın. Eğer kitap söylediğin gibi ise onu söyleyen de, ileten de, dikte ettiren de sana yeter. Yok, yetmiyorsa illa hoca lazım diyorsan beni geç sen kendi imanını kontrol ettir.
Sağlıcakla kalın.

Yazar notu: Son derece sığ, gereksiz yere uzun, cahilce ve yüzeysel yazmaya ısrarla devam edeceğim. Cahilliğime verin.

Kaynaklar:
1. Ambrose John Wilson, "The Sign of prophet Jonah and its Modern Confirmations"The Princeton Theological Review 25 (1927):638
2. H. Clay Trumbul ,"Jonah in Nineveh", Journal of Biblical Literature

Yazan: Demon Product

DÜZ DÜNYANIN EVRİMİ

DP,din, islamiyet, Düz dünya,Dünyanın şekli,Kur'an'a göre dünyanın şekli,Kur'an'a göre dünya,Dünya ile ilgili tesfirler,Ankebut 20,Enbiya 30,Casiye 4,Nuh 14,Bakara 164,Kur'anda dünya
Günümüz eğitim sisteminde Liselerde Dil ve Anlatım adlı bir ders vardır. İletişim, kültür, dil yapısı ve tarihi, kelime, cümle ve benzeri birçok bilgi bu derste gelecek kuşaklarımıza aktarılır. Gençlerimizin özellikle okuduğunu doğru anlamaları ve doğru yorumlamaları, ayrıca doğru kelime ve cümle kurulumu sağlamaları istenir.

Okuduğunu doğru anlama ve doğru yorumlama kavramlarının bu noktada altı çizilmesi gereklidir. Maalesef günümüzde en sık rastladığımız sorun yanlış anlama ve yanlış yorumlama.

Peki, neden ortak anlam ve yorum üretemiyoruz? Cevaplar çok basit. Dilimize hâkim değiliz. Anlamak istediklerimiz için ise ön yargı, din, bireysel fikirler gibi faktörler devreye giriyor. Davranış Bilimciler ve Gelişim Uzmanlarına göre birçok faktör var. Ben sadece birkaçına yer vereceğim. Bu bile yeterli olacaktır.

Ortak bir veriyi okuyoruz ancak farklı anlamlar yüklüyoruz. Neden? Dil ve Anlatım eksikliğinden olabilir mi? Açıkçası öncül inançlar bunu yönlendiriyor. İnançlarımız ve bireysel ihtiyaçlarımız algılarımızı, görgülerimizi, döngümüzü, düşüncelerimizi, kısacası her şeyimizi biçimlendiriyor. Bu konu sadece bizim dilimiz için değil. Tüm dillerde ortak sorun. Neden? Çünkü temel düzeyde iki kişi arasındaki iletişimde dahi bu faktörler devrede. Karşınızdaki kişiden çıkan kelimeler veya düşünceler sizin “imbiğinizde” damıtılırken farklı anlamlar kazanıyorlar. Kabul ediyorum biraz karmaşık oldu. Hadi örnekleyelim:

Önümüze bir bilgi sunuluyor. Bu bilgiyi kabul edip etmemek size bağlı. Mesela dünyanın düz veya yuvarlak olması. İstendiği kadar kanıt verilsin ve ortaya konulsun önemli değil. Eğer söz konusu bilgi sizin önyargı ve dininiz ile çelişiyorsa reddedersiniz. Hatta bu bilgiyi reddeden alternatif teorisyenleri takip edip onlardan yararlanırsınız.  Sizin için dünya düzdür. Ne kadar kanıt olursa olsun. Siz karşı reddiyeler düzersiniz. İnandığınız kitap ve inanç ile çeliştiği için “Bizi yolumuzdan saptırmak isteyenler için uydurulmuş şeytan işi düşünceler!” der sıyrılırsınız. Neticede inanmak istemediğiniz için sizi yargılayan ve tu kaka ilan eden kimse ya da bir organizasyon yok. Bu ilk kademe savunma mekanizmasıdır.

Diyelim ki bu bilgi önünüze öylesine kanıtlar ile sunuldu ki kıvırma şansınız yok. Alenen ortada olan kanıtlanmış bir bilgi ile karşı karşıyasınız. O halde hemen 2. Kademe savunma mekanizması devreye girer. Hususiyetle ayet ya da hüküm bükme-kıvırma faaliyetleri başlar. “Nereye bu bilgiyi adapte ederim?” uzmanları boş ve uygun buldukları yere monte ederler.  Bunu gören siz, “Evet, bu husus inandığımız dinin kitabında da varmış. Şimdiye dek göremememizin sebebi şu ana kadar bulunmamış olması.” der ve geçersiniz. Hatta artık bir takım din âlimleri bu bilgiye ait yeni yorumları ilgili dinin kutsal kitabına monte etmeye başlarlar.

Daha sonra veri kemikleşir, sizde çağa uyan ve geleceğe ışık tutan dininiz ile yeni ufuklara yelken açarsınız.


Bir süre önce üzerine reddiyeler dizilen, yayımlanan, neredeyse canlar verilen “bilgi”, artık kutsal kitabın bir parçasıdır. O reddiyeler unutulur gider. Eğer reddiyeyi dizen şahıs o dinin vakti zamanında sağlam önderlerinden ise, reddiye amacının aslında iyi niyetli olduğu,  doğruya kavuşmak istendiği söylenir konu kapanır.

Sanırım bu noktaya kadar hepimiz hem fikiriz. Dini inancına sıkı sıkıya bağlı okurlarımız dahi bizimle hem fikirdir. Sonuçta inanılan dinin kutsal kitabında çelişki olmaz. Bulunan her yeni bilimsel gelişme, her yeni icat zaten kutsal kitapta kodludur.

Gelelim sadedimize. “Şimdi burada anlatılmak istenen esas olarak şu…” diye başlayan o kadar tartışmaya girdim ki… Neden yazıya Dil ve Anlatım kavramı ile başladım şimdi anlaşılabilmişimdir umarım.

Ortada bir veri var. Siz nasıl inanmak isterseniz öyle görürsünüz. Bu kapsamda alternatif kanıtlar üretir, teoriler sunarsınız. Bunun sonu yok.

Şimdi konuyu ülkemizin büyük çoğunluğunun inandığı dine getirelim. Evrim Teorisini dini çevreler şiddetle reddediyor. Önlerine kanıt konulduğunda ise net ispat istiyorlar. Evrim Teorisi ya da Alternatif Yaratılış senaryoları üzerinde çok durmayacağım. Sitede bol miktarda makale ve kitap mevcut. Düşünün. Ya dini çevrelerin üzerinde muhalefet edemeyeceği net kanıtlar (ki şimdiye dek ortaya koyulan kanıtlar zaten net) ortaya konursa?

O zaman hemen ayet bükme operasyonları başlayacak ve kanıt aranacak evrim için. Aslında çok aramaya da gerek yok. Kuranda evrim teorisini destekleyen veriler çok sayıda mevcut. Yarın öbür gün çok aramasınlar diye birkaçını aşağıda sıraladım. Eğer detay istenirse Sayın Caner TASLAMAN ve Emre DORMAN hocaları onlara Evrim Teorisinin aslında Kuran ve İslam ile çelişmediğini “şüphesiz kanıtları ile” anlatırlar.

De ki: "Arz'da gezip dolaşın ve yaratmanın nasıl başladığına bakın. Sonra Allah, 'ahir(son) yaratma'yı inşa edecektir. Muhakkak Allah, her şeye Kadir'dir."
[ANKEBUT(29)/20]

"Hakkı örtenler, görmedi mi, muhakkak gökler ve Arz bitişik(aynı) idi, o ikisini ayırdık. Ve her canlı şeyi, sudan yarattık. İman etmiyorlar mı?"
[ENBİYA(21)/30]

"Sizin yaratılışınızda ve türetip-yaydığı canlılarda, gerçek ilim sahibi bir kavim için, ayetler(deliller) vardır."
[CASİYE(45)/4]

"Muhakkak O, sizi, 'tavır-tavır'aşama-aşama) yaratmıştır."
[NUH(71)/14]

"Muhakkak, göklerin ve Arz'ın yaratılmasında, gece ile gündüzün arka arkaya gelmesinde, insanlara yararlı şeylerle, denizde yüzen gemilerde, Allah'ın, Gök'ten indirdiği suda ve onunla Yeryüzü'nü ölümünden sonra diriltmesinde, her canlıyı, orada üretip-yaymasında; rüzgârları estirmesinde; bulutların, Gök'le-Arz arasında, 'müsahhar'(boyun eğdirilmiş) kılınmasında; akleden bir topluluk için ayetler vardır."
[BAKARA(2)/164]

Buraya kadar biraz retorik yaptığımı kabul ediyorum. Olaya kendi penceremden baktığım doğru. O halde size farklı bir örnek vermek isterim. Sizce dünya düz mü yoksa yuvarlak mı? Cevap hazırdır. Yuvarlak. Yani hemen az ileriki sokaktaki cami hocasına sorsak: “Hocam dünya düz mü yoksa yuvarlak mı?” diye, alacağımız yanıt hazırdır: “ Hiç şüphesiz âlemlerin rabbi olan Cenabı Allah, en güzel ve doğru şekli ile yuvarlak surette yaratmıştır.”

Hemen Yasin-40 burada örnek ve kanıt olarak ilk aşamada ortaya konur. Ancak Yasin-40’ ın kaç farklı tefsir evriminden geçtiğini azıcık araştırınca görürsünüz. Gök nasıl Yörünge oldu… Kısacası şu Yörünge geyiği ile kendinizi kandırmayın.

Şimdi bu noktada bir sıkıntı yok. Ancak kendi inandığı dinin kitabını kendi dili ile okuyan, farklı yaklaşım ve yorumlara hâkim, tüm dünya Müslümanlarının (kendi mezhebi dışındakilerin dahi) farklı görüşte olmalarına rağmen bilgisine ve fikrine saygı duydukları Suudi Arabistan’ın baş müftülerinden Şeyh Abdül Aziz Bin Baz’ın fetvası şöyle:

“Kim dünyanın yuvarlak olduğunu iddia ederse küfür ve delalete düşmüş olur. Çünkü bu iddia hem Allah’ın, hem Kuran’ın, hem Peygamber’in reddidir. Bunu iddia eden kişi tövbeye davet edilir. Ederse ne ala! Aksi takdirde kâfir ve dinden dönmüş bir kişi olarak öldürülür. Eğer ileri sürdükleri gibi Dünya dönüyor olsaydı ülkeler, dağlar, ağaçlar, nehirler, denizler bir kararda kalmazdı. İnsanlar batıdaki ülkelerin doğuya, doğudaki ülkelerin batıya kaydığını görürlerdi. Kıblenin yeri değişir, insanlar kıbleyi tayin edemezlerdi” (Kaynak: “Dünya’nın Sakin Güneş’in Hareketli Olduğuna ve Gezegenlere Çıkmanın İmkânsızlığına Dair Akli ve Hissi Deliller ”adlı kitabı.1975)

Peki, Şeyh Abdül Aziz Bin Baz neden böyle bir fetva verdi, cevabı çok açık. Çünkü eski İslam ve Kuran âlimlerinin büyük çoğunluğu buna inanıyordu. Eski tefsirlerden küçük bir örnek:
“Bundan sonra da yeryüzünü yayıp döşedi.” (Naziat, 30)

TESFİRLER

Taberi, Ibn Abbas radiyAllahu anhuma’dan rivayet ediyor: “Kâbe, dünya yaratılmadan iki bin sene önce su üzerinde dört direk üzerine kuruldu. Sonra yeryüzü kabenin altından yayıldı”
|Taberi (3/61, 24/208); Ebu’s-Seyh, el-Azamet (4/1381)|

Taberi, Abdullah Ibn Amr radiyAllahu anhuma’dan rivayet ediyor: “Allah Kâbe’yi yeryüzünü yaratmadan iki bin sene önce yarattı, dünyayı da oradan yaydı”
|Taberi (24/208) Beyhaki, Suab (3/431) Ibn Ishak, es-Siyra (1/27)|

Katade şöyle demiştir: “Bundan sonra da yeryüzünü yaydı” "Dehâhâ"; "Yayıp sermek" demektir.
|Taberi (24/210)|


Suyuti, Durru’l-Mensur’da şöyle demiştir: Abd Ibn Humeyd ve Ibn Ebi Hatim Ibn Abbas radiyAllahu anhuma’dan rivayet ediyorlar: “Bir adam Ibn Abbas’a dedi ki: Allah’in Kitabında iki ayet bir birine muhalif.” Ibn Abbas radiyAllahu anhuma: “Sen bunu ancak görüşünle söylüyorsun, oku bakalım” dedi. Adam: “De ki: "Arzı iki günde yaratan Allah’ı siz mi inkâr ediyor ve O'na ortaklar koşuyorsunuz?” (Fussilet, 9) ayetinden “Çeşitli rızıklarını arayıp soranlar için tam dört günde takdir etmiş, sonra yaratmak için, gaz halinde bulunan gökyüzüne yönelmiştir” (Fussilet, 11) ayetine kadar okudu. Sonra da “Bundan sonra da yeryüzünü yaydı” (Naziat, 30) ayetini okudu. Ibn Abbas radiyAllahu anhuma söyle cevap verdi: “Yer, gök yaratılmadan önce yaratıldı. Sonra sema yaratıldı, sonra yer, sema yaratıldıktan sonra yayıldı. “Dehaha” sözü ancak "yaymak, sermek" demektir.”
|Durru’l-Mensur (8/412)|

Ibn Munzir, Ibrahim en-Nehai’den rivayet ediyor: “Bundan sonra da yeryüzünü yaydı”, Dünya Mekke’den yayılmıştır.”
|Durru’l-Mensur (8/412)|

Katade söyle demistir: “Bana ulaştığına göre dünya Mekke’den yayılmıştır”
|Taberi (11/531) Abdurrazzak, Tefsir (2/213)|

Abd Ibn Humeyd, Ata’dan rivayet ediyor: “Bana ulaştığına göre dünya Kâbe’nin altından yayılıp uzatılmıştır.”
|Durru’l-Mensur (8/412)|

Biraz internet üzerinde veya evinizde basılı tefsir ve mealler varsa onlardan da birçok kontrol yapabilirsiniz.

Bu noktada daha önce bahsettiğim üzere bir paradoks bizleri bekliyor. Eğer siz evrim teorisi var derseniz şiddetle karşı çıkılır. Eğer varlığı sağlam kanıtlar ile ortaya konulursa o zaman da “Zaten kutsal kitabımızda vardı. Çağlar öncesinden bize ışık tutuyor!” denilir. Aynen dünya düzdür ya da yuvarlaktır geyiğinde olduğu gibi. Gerçi Biruni gibi dünyanın yuvarlak olduğunu savunan İslam Âlimleri vardı. Onların da bu bilgiye nereden ve ne şekilde sahip olduğu zaten belli.

Kısacası bir Evrim var. Hatta bu evrim dinde de yaşanıyor. Dün başka bir şey söylenirken bugün başka bir şey söyleniyor. Her ne hikmetse her iki görüşün kanıtları da kutsal kitapta yer bulabiliyor.

Daha önce bahsettiğim gibi Evrim Teorisi için yarın İslam Âlemi toplanıp: “Evet vardır. Kuranda da ayetlerde de bahsedilmiştir!” diye açıklama yaparsa hiç mi hiç şaşırmayacağım. Çünkü dünyanın düz mü yuvarlak mı olduğu konusunda bunu yaptılar. Önce düz dediler buna kanıt getirdiler, sonra yuvarlak deyip ona kanıt getirdiler.

Önünüzde birçok kaynak var. Bir zahmet objektif bir biçimde araştırın ve okuyun.
Sağlıcakla kalın.

Yazar Notu: Bazı yorumlar ve mesajlar ile olumsuz eleştiri alıyorum. Eleştirileriniz için sonsuz teşekkürler. Yalnız yazılarımı sığ ve sıradan bir dil ile yazdığım konusunda eleştiri aldım geçenlerde. Bu görüşe katılıyorum. Aynı sığlıkta ve sıradanlıkta yazmaya devam edeceğim. Zaten amacım da bu. Sıradan olmak iyidir. Yazdıklarımızı görebilmek veya araştırmak için CALTECH, MIT, Stanford, ODTÜ gibi kurumlarda akademisyen veya o seviyede uzman olmaya gerek yok. Yazdıklarımız ile ilgili zaten her yerde kaos mevcut. Kimse ortak bir görüşte ittifak olamıyor. Benden yanıtları beklemeyin. Ben sadece görülmek istenmeyen çelişkili hususları göz önüne getiriyorum o kadar. Siz yine inanmaya devam edin.

Bu arada dünya YUVARLAK DEĞİL!!! Geoid : )

Yazan: Demon Product

YARATILIŞ VE EVRİM “GÖR”ÇEĞİ

DP, din,Yaratılış ve evrim gerçeği,Evrim gerçeği,Dinlerin yaratılış masalları,Çamurdan yaratılış,Evrim gerçeği,İnsan ile hayvanların benzerlikleri,Evrim teorisi,Evrim ve İslam,Evrim ve din
YARATILIŞ VE EVRİM 'GÖR'ÇEĞİ


Değerli yazar ve şair Sunay AKIN’ın gösterilerinin adı “GÖRÇEK”. Biraz atıfta bulunmak istedim değerli üstada başlık ile… Nedeni yazının içerisinde açıkça belli.

Gündeme ilahiyatçıların “Deizm” üzerine yaptıkları açıklamalar damga vurdu. Hatta devletin en üst kademeleri bile hususiyetle bu konu üzerinde kafa yordular. Fırçalar atıldı, toplum mühendisliği dendi, algı operasyonu dendi, gençlerimizin beynine sapık düşünceler aktarılmak isteniyor dendi… Dendi de dendi.

Yahu iyi de niçin gençlerde, özellikle dini çevrelerdeki gençlerde sağlam bir Deizm artışı var? Bunun birçok sebebinden bahsedebiliriz ancak beni çok da ilgilendirmiyor. Galiba kimileri kafayı kaldırıp “Neler oluyor?” diye sormayı tercih etti; bilmiyorum.

İnsanlar artık gözlerinin önünde cereyan eden tartışmaları ve kavram farklılıklarını, eksik açıklamaları ve gerçekleri göz ardı etmemeye başladı. Ancak ne kadar? Limitlerimiz kadar veya görmek istediğimiz kadar. Bazı sınırlar aşılmıyor çünkü aşmak istemiyoruz.

Hemen bir örnek: İnsanın yaradılışı…

Tüm semavi dinlere göre hikâye belli. Çamurdan yaratıldık. İlk insan Âdem. Kaburga kemiğinden de Havva yaratıldı. Onların bolca ikiz çocukları oldu (biri kız biri de erkek) sonra onlar çaprazlama evlendiler... (Sakın ensestlik demeyin. Mutlaka burada bizim göremediğimiz bir hikmet var. Şüphesiz zalimlerden olduğumuz için biz göremiyoruz.)

Aslında semavi olmayan dinler de ve mitolojiler farklı hikâyeler anlatmıyor. Yok, çamurdan ve kandan yoğurmalar…

Bu konuda bu site de o kadar çok makale ve bilgi var ki, okumanızı şiddetle tavsiye ederim.

Bazı komplo teorileri de var. Uzaylılar yarattı, diğer boyuttan gelen varlıklar yarattı, o yarattı bu yarattı. Eğer olurda bu konuda bilimsel kanıtlar önümüze konursa ve tüm bilimsel çevreler bunu kabul ederse o halde sorun yok. Ancak o zaman kadar beyin kıvrımlarının düşüncesi ile gelişen, bilimsel gerçeklikten uzak, fantastik olan bu teoriler sadece iyi bir “kamp ateşi yanı” hikâyesi olabilir o kadar. Ötesi yok. Ancak siz kendinizi “özel” hissetmek istiyorsanız? Yani “Dinleri reddediyorum ama bir varlık sebebimiz var. Uzaylılar yarattı beni, çünkü bize bir misyon yüklediler!” diyorsanız bu fantastik dünyanızda size iyi yolculuklar dilerim.

Alternatif yaratılış teorileri, günümüzde hiçbir bilimsel çevrede tartışılmıyor. “Türlerin Kökeni” adlı kitapta ilk olarak bu husus açıklandı. Hatta açıklanalı uzunca bir zaman oldu. İster kabul edin ister etmeyin. Hani şu bol sakallı Darwin var ya? Türlerin Kökeni adlı kitabın yazarı. İşte o. O sakallı doğruyu söyledi. Evrim diye bir şey var. Sakın “Evrim yok, ama türlerin adaptasyonu var. Milyonlarca yıl önce balık vardı hala var, evrimleşmemiş!” demeyin. Türleşme ve Adaptasyon tamamen farklı şeyler. Size tavsiyem azıcık kitap okuyun. Ama “Kitap” okuyun.

Bu sitede alternatif yaratılış teorileri ile ilgili bolca makale ve teori sunuldu. Burada amaç farklı yaklaşım ve düşünceleri ortaya koymak. Adı üstünde “Teori”. Gözlem ve ölçmeye dayalı olarak yanlışlanabilir veya kabul edilebilir teoriler. Bu teorilerin günümüz semavi dinleri ile örtüşmeleri de (Semavi dinlerden çok önce yer alan yaratılış efsanelerinin semavi dinlerde yer bulması) ayrı bir konu.

Küçükken hep “Üstün İnsan” üzerine fikirler duyuyordum. “Kamil insan” olmak. Bilinçli insan olmak üzerine hikâyeler… Âdem Babamız ve Havva Anamızdan geliyorduk. Onlardan türemiştik. Daha sonra sapmıştık. Nuh Aleyhisselam sayesinde sapkınlar tümden yok olmuştu. Nuh Babamızın soyundan tekrar çoğalmıştık. Buraya kadar tüm dini çevreler müttefik. Biz üstün kılınmıştık. Şeytan dahi bizim üstünlüğümüze isyan bayrağı açmış, “Ben bunları yoldan çıkartacağım!” demişti. Allah/Tanrı’da onu kovmuştu. Doğru muyuz? Eyvallah.

Hep aklımı kurcalıyordu. Benim annem ve babam var. Peki ya Âdem ve Havva’yı kim doğurmuştu? Onlar doğurulmamış “Yaratılmışlardı”. Peki nasıl? Çamurdan. Çamur şekillendirilerek insan yaratılmıştı. Tamam, onu anladım. Sonra ona ruh üflenmişti, o da tamam. Onların çocuklarından biz çoğalmıştık? O da tamam. Tüm sorular yanıtını buldu. Huzur doluyum artık.

Şimdi gelelim diğer tarafa. Dünyadaki tür çeşitliliği? Hayvanlar? Bitkiler? Onlar bir seferde mi yaratılmışlardı? Cevap evet. Allah “Ol” der ve olur. Tamam, o da oldu. Bu sorum da yanıtını buldu. Huzurum ikiye katlandı.

İçim içimi kemirdi. Acaba hayvanlar âleminde de “yaratılmış ilk çiftler” olabilir miydi? Cevap hayır. Onlar “Ol” denince oldular. Gerisi yok.

Tüm her şey bizim için yaratılmıştı. Dünya… Hayvanlar… Nimetler, evet evet nimetler. Bunca nimet varken, ayetler varken Allah’ı nasıl inkâr edebiliriz? Bunlar bize yetmiyor mu?

Buraya kadar da tamam. Huzur tamamlandı. Sonsuz huzur…

İnsan, akıl ile donatılmıştı. Dünyada bir “var olma” sebebimiz vardı. Burası sınav idi. Bu dünyada yaptıklarımız, Ahiret hayatımızı şekillendirecekti. Ya cennet, ya cehennem… Eğer kutsal kitapların rehberliğinde yaşarsak sorun yok. Diğer türlü durum vahim idi.

Yahudiler, Hristiyanlar, Müslümanlar, o’cular bu’cular. Hepsi bize ilahi emri hatırlatıp doğru yola girmemiz için uyarılar yapıyordu. Hocaefendileri hesaba katmıyorum dahi. Hocaefendiler ahiret hayatını bırakıp “Dünyevi” hayatı da arzu ettiklerinden olsa gerek ortalığı karıştırmaktan geri kalmıyorlardı. Hatta bu şeref ve haysiyet yoksunları, Pennsylvania’ nın ağlak soytarı imamı önderliğinde darbe yapmak suretiyle ülkeyi kaosa sürüklemeye çalışmışlardı. Neyse konuyu saptırmayalım.

Şimdi Dünya bizim sınav alanımız bu tamam. Diğer tüm mahlûkat burada aksesuar bu da tamam.

Şimdi gelelim sıkıntıya. Madem ben ayrı yaratıldım, yani diğer mahlûkattan ayrı özenle yaratıldım. Neden onlarla “İnanılmaz oranda, fazlasıyla” ortak yanımız var?

Dini inançlarımız ile yaşarken hep farklılıklardan söz ediyorduk. Ya ortak noktalar? Bunları hep görmezden geldik. Çünkü evrim yok. Hadi evrim yok eyvallah.

Peki diğer tüm canlılar ile biyolojik olarak “inanılmaz” benzerliğimizde ibret alınacak ne gibi dersler olabilir?

Şempanze, gibon gibi primatların gen yapısına, dizilimine, biyolojik özelliklerine bir bakın. Hadi ben sapkınım. Beni boş verin. Kendiniz bir araştırın lütfen. Bakın bakalım farklar mı çok fazla? Yoksa ortak yanlar mı çok fazla?

Diğer canlılarla, özellikle primatların ve memelilerin çoğalmasına bir bakın. Erkeklik dişillik, spermler, vajina, penis, üretra, kanallar, kasılma mekanizması. Hepsi aynı?

Neden aynı? Neden primatlar ve diğer memeli hayvanlarla aynı şekil ve yöntemler ile çoğalıyoruz? Neden üreme organlarımız “bu kadar” birbirine benziyor? Emzirme mekanizması? Erkek ve dişi organlar? Dişilerde meme yapısı ve emzirme sistemi? Hepsi aynı?

Burada ne gibi bir hikmet var? Ne gibi dersler var?

Neden hayvanların çiftleşmesi ve insanların çiftleşmesi bu kadar birbirine benziyor? Neden Allah bizi farklı yaratmadı? Onlara bakıp ne gibi dersler alacağız?

Şimdi kafayı üremeye taktı demeyin. Sırf buradan hareketle bile beni sapık ilan edebileceğinizi düşünerek rotayı başka örneklere çeviriyorum.

Büyük dolaşım ve küçük dolaşım, organlarımız ve işlevleri, beyin? Kalp, akciğer, sinir ağları, bağırsaklar, mide? Yahu her şey görevi itibariyle aynı. Nasıl açıklayacağız bunları?

Kollar, ön kollar, bacaklar, kafa, burun, kulaklar, vücut kılları, üreme organları, dışkılama, görevler ve yapıları itibariyle birbirinin aynısı. Şimdi diyebilirsiniz “Tüm memelilerde kuyruk var insanda yok!”. İyi de bazı primatlarda da kuyruk yok? İnsan da kuyruk sokumu diye bir bölge var ve iskelet yapınıza bakıldığında resmen ve alenen kısa bir kuyruk yapısı görülüyor, o ne olacak? İnsandan farkları düşünce yetisine sahip olmamaları o kadar. Neden hem iç hem de dış organlar görevleri ve şekilleri-yapıları itibariyle birbirinin aynısı? Neden diğer memelilerin, özellikle primatların iskelet yapısı insan ile hemen hemen aynı?

Yahu gözlerinizin yapısına, dizaynına ve işlevine bakın. Tüm canlılarda görev aynı. Memelilerde, omurgasızlarda kısaca görme işlevini gören organ hep göz. İnsana en yakın primat gruplarına bakın gözün yapısı ve şekli bile aynı. Hatta neredeyse renklere kadar aynı. Burun? Aynı.

Kollarınıza, ellerinize ve parmaklarınıza bir bakın. Şekilleri, görevleri, dizaynları ve içyapıları ufak farklar dışında hep aynı. Parmak sayılarınıza ve boğum yapılarınıza bakın. Bilek yapısı ve kemik tasarımlarına bakın. Aynı.

Ayak yapısı ve parmaklara bakın. Tırnaklara bakın. Neden bu kadar çok benziyoruz?

Bazı yaratılışçı çakma aydınların şöyle bir açıklaması var: “ Evrim yok çünkü ara türler yok. Darwinciler ara tür diye maymun kafatası gösteriyor. İnsan kafatasının azcık eğri büğrü şekilli olan kafatasları asla evrime kanıt olamaz!”

Yahu iyide kendi kendinizi ele verdiniz. Dediniz ki “insan kafatasının eğri büğrü şekilli olan maymun kafatasları”. Demek ki insan ve primat kafatasları birbirinden ufak tefek farklar dışında aynısı. Siz de kabul ediyorsunuz. Gözünüzü seveyim primatların iskelet yapısı ile insanların iskelet yapısını bir karşılaştırın. Hatta memelilerin genel olarak iskelet yapısına bir bakın.

Tüm canlıların yaşamsal fizyolojik döngüleri birbirinin aynısı. Nasıl açıklayacağız bunu?

Tamam, evrim yok bizi Allah yarattı. İyi de bu benzerlikler neden? Neden Allah bizim metabolizmamızı hayvanlar ile eş yarattı?

Objektif bakarsak tek fark zekâ. Yani hayvanlarda içgüdü var bizde zekâ. İyi de alet kullanma bilgisine ve becerisine sahip hayvanlar var? O ne olacak?

Eğer farkları konuşacaksak eyvallah. Farklar çok. Ancak ortak yanlara bakacak olursak o kadar fazla ki. Farklardan çok ortak yanlarımız olduğunu görürüz. Bunun için âlim olmaya gerek yok. Ortaokul fen-biyoloji kitaplarına bakmamız dahi yeterli.

Şimdi siz eğer “Farklar” penceresinden bakarak, yaratılış temelli bir yaklaşım ile dünyanın, evrenin ve dünya üzerinde bulunan bu kadar mahlukatın ve canlının bizim sınav alanımız olduğu ve aslında bizim “alayına” üstün kılındığımıza inanıyorsanız öyle olsun. Ancak biraz kafanızı kaldırarak ortak yanlarımıza da göz atmanızı isteyeceğim.

Yaratılışa olan inancınızı bırakın demiyorum. Peki, o halde bu kadar ortak yan neden var? Onu bir zahmet açıklayabilir misiniz?

Bırakın bilimi, bırakın dini. Birisi akıl ve mantık ile bana bu ortak yanları açıklayabilir mi?

NEDEN TÜM OMURGALILAR-MEMELİLER, ÖZELLİKLE PRİMATLAR VE İNSANLAR HER YÖNÜYLE (!) BU KADAR ÇOK BİRBİRİNE BENZİYOR? 

Bu yazıyı hazırlarken oradan buradan bilgi almadım. Hiçbir veriyi sentezlemedim. Kaynak göstermedim çünkü yok. Bu yazıda sadece önünüze “Bakmak isteyen herkesin” gördüğü unsurları koydum. Reddedilebilecek hiçbir veri yok çünkü ilginç (!) bir şekilde hem dini (yaratılışçı) çevrelerin hem de evrimci çevrelerin üzerinde müttefik oldukları konular üzerinde durduk. Yani ister hacı-hoca-dede-papaz-rahip-haham olun isterseniz ateist-deist-agnostik. Burada yazılan verilere hayır demek için dünya üzerinde yaşamıyor olmak gerekir.

Gerçi neden bu kadar çok kafa yordum ki? İnsanın nasıl yaratıldığını ve hangi görevle bu dünyada bulunduğunu inananlar biliyorken; bizim gibi hiç şüphesiz apaçık zalimler ve sapkınlar göremiyor. Bunca ayet varken, bunca nimet varken daha neden inkâr ediyoruz ki?

Sevgili Anu dostum. Bu kadar inkâr etmeye gerek yok. Bir ara buluşup şöyle en sağlamından bir “Hocaefendi hazretlerinin” yanına gidelim. Ondan feyz alıp tövbe istiğfar dileyelim. Onların tabiri ile “Kamil İnsan” olalım. Ateist-Deist-Agnostiklik falan hep Yahudi, mason oyunları bunlar. İngilizler kandırdı bizi. Amerikan evanjelistlerin tuzağına düştük. Sapkın olan biziz. Onlar mı? Onlar hak yolunda doğruyu yolu bulmuş mümin ve mümineler. Onlar cennet ile müjdelenenler. Hadi biz de onlara katılalım…

Ne demişti Turan DURSUN: “Rahat yaşamak uğruna gerçeği mezara mı götüreyim; halka gerçeği anlatmak için ölümü mü göze alayım?”.

Biz rahat yaşamak uğruna gerçeği mezara mı götürelim? Bilmiyorum. O kadar çok veri ve bilgi paylaşıyoruz ki… Sosyal medya veya sitede takip ediliyor muyuz bilmiyorum. Umarım yazılarımızı okuyan ve takip eden birileri vardır. Umarım birilerinin kalbine dokunabiliyoruzdur. Çünkü beyinlerden ümidimi kestim.

Yazıya Ulu Önder M. Kemal ATATÜRK’ün bir sözü ile son vermek istiyorum:
“Hayatta en hakiki mürşit ilimdir, fendir. İlim ve fenden başka yol gösterici aramak gaflettir, delalettir, cehalettir.” “Eğer bir gün sözlerim bilim ile ters düşerse, bilimi seçin.”
Sağlıcakla kalın.

Yazan: Demon Product