HABERLER
Dini Haber
din etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
din etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

MUHAMMED'E VAHİY Mİ GELİYOR YOKSA İNSAN MI ÖĞRETİYOR?

AY, din, islamiyet, Kur-an nasıl yazıldı?,Kur-an'ı Muhammed mi yazdı?,Muhammed'e öğretilen Kur-an,Muhammed'e vahiy mi geliyor?,Nahl suresi 103,Muhammed'in öğretmenleri
Muhammed henüz peygamber olmadan önce Mekke'nin tahsil görmüş en bilgili insanlarıyla oturup kalkardı. Peygamber olduktan sonra Mekkeliler ona karşı, "Hayır, bu bilgileri daha önce kendileriyle irtibat halinde olduğu şahıslardan almıştır, bu işin Allah’la hiç ilgisi yoktur" gibi çok sert eleştirilerde bulunmaya başlayınca, Nahl Suresinin 103. ayeti iniyor.
Ayetin özeti şu: ”Biz (Allah olarak) onların, Kur’an'ı Muhanımed'e bir insan Öğretiyor' dediklerini biliyoruz. Halbuki onların dedikleri şahsın dili yabancıdır. (Arapça değildir.) Bu Kur'an ise, apaçık bir Arapça'dır."

Ubeydullah bin Müslim anlatıyor:
"Mekke’de çok bilgili iki Hristiyan köle vardı. Bunlar aslen Iraklıydı. Adları ise Yesar ile Hayr idi. Bunların birçok kitapları vardı. Fırsat buldukça bu kitapları okurlardı. Muhammed de çoğu kez onlara uğrar, kendilerini dinlerdi. Günün birinde peygamberlik iddiasıyla ortaya çıkınca, muhalif olanlar, 'Hayır, Muhammed bu bilgileri Allah'tan değil de adı geçen kölelerden almıştır; Allah'ı ise işini sağlama bağlamak için kullanıyor’ demeye başladılar. Bu yüzden, Nahl Suresi'nin I03’üncü ayeti buna cevap mahiyetinde indi."

Carullah Zamahşeri eb Keşşaf... adlı tefsirinde ve Muhammed bin Cerir Taberi de, ünlü Canu'u'l Beyan adlı tefsirinde Nahl Suresi'nin 103’üncü ayetini değerlendirirken şu bilgiyi de aktarıyorlar;
"Mekke'de Tevrat ve İncil'i çok iyi bilen Cebr-i Rumi veya Aiş ya da Yaiş adında bir demirci vardı. Kimileri de adı Yesar-i Rumi'ydi diyorlar. Ayrıca onun yanında bir kardeşi de vardı, Muhammed sık sık bunlara gidip kendilerinden bilgi alırdı. Muhammed peygamberlikle görevlendirilince, ona muhalif olanlar, 'Muhammed bu bilgileri Allah'tan değil de, adı geçen demirci köleden almış' demeye başladılar. Bunun üzerine, Nahl Suresi 103'üncü ayeti indi."

İmam Suyuti, Lübabü'n-Nükul adlı eserinde, Nahl Sure-si'nin 103'üncü ayetini yorumlarken şöyle diyor:
"Mekke’de Bel'am adında biri vardı. Muhammed sık sık ona gider, kendisinden bilgi alırdı. Kimileri de, o dönemde Mekke'de Yesar ve Cebr adlarında iki yabancının bulunduğunu, bunlann çok kitapları olduğunu ve Muhammed'in genellikle onlara uğrayıp kendilerinden yararlandığım kaydediyorlar. Daha sonra Muhammed peygamberlikle görevlendirilince
muhalifler, 'Hayır, yalan konuşuyor; Bu bilgileri Allah'tan de­ğil; adı geçen kişi veya kişilerden alıyor' demeye başladılar. Bu ağır itham üzerine Nahl Suresi 103'üncü ayeti indi."

Kadı Beydavi, Envarü't Tenzil adlı tefsirinde şöyle diyor:
"Mekke'de Amr bin Hadremi’nin bir kölesi vardı. Adı Cebr-i Rumi idi. Kimileri, bununla birlikte Yaser adında bir kölenin daha olduğunu söylüyorlar. Kimileri de bu şahsın, Huveytıb'ın kölesi Aiş olduğunu belirtiyorlar. Muhammed peygamberlik iddiasında bulununca, muhalif gruplar, 'Muhammed, Kur'an bilgilerini bu kölelerden alıyor, Allah’ı ise toplumu etkilemek için kullanıyor' şeklinde eleştiriler yöneltmeye başladılar. Bunun üzerine Nahl Suresi 103'üncü ayeti indi,"

Nesefi, M edank... adlı tefsirinde, "Nahl Suresi’nin 103'üncü ayeti aşağıdaki eleştirilere cevaben inmiştir" diyor ve eleştirileri şöyle açıklıyor:
"Huveytıb'ın Aiş veya Yaiş adında bir kölesi vardı. Bazıları da bunun isminin Cebr-i Rum-i olup Amr bin Hadremi'nin kölesi olduğunu ileri sürmüşler. Bu köleler, Tevrat ve İncil'i çok iyi bilirlerdi, Muhammed daima onlara uğrar ve kendilerinden bilgi edinirdi. Peygamberlik davası ortaya çıkınca, inanmayanlar dedikodu yapmaya başladılar ve 'Kur'an'm da yanağının Allah değil de bu şahıslar olduğunu, Muhammed'in aktardıklarının ise, sadece adı geçen kişilerden öğ­rendiği bilgiler olduğunu söylemeye başladılar. Bu yüzden ilgili ayet indi."

Fahrettin-i er-Razi, Tbfsin Kebir adlı yapıtında Nahl Suresi'nin 103. ayetini açıklarken, şunları aktarıyor:
"Mekke’de Tevrat ve İncil'i çok iyi bilen ve bolca da kitapları olan bir köle vardı. Onun adı çok ihtilaflıdır: Kimisi Yeiş, kimisi Addas, kimisi Cebr, kimisi Cebra, kimisi Bel'am diyor. Muhammed sık sık uğrar, ondan bilgi alırdı. Kur'an ola­yı ortaya çıkınca, inanmayanlar zaman içinde 'Bu işin arka planında Allah değil de adı geçen kişiler vardır' demeye başladılar. Kimileri de 'Aslında Kur'an'ı, çok açıkgöz olan Hatice Muhammed'e öğretiyor; fakat kendisi kadın olduğu için öne çıkamıyor; bu nedenle Muhammed'i öne çıkarıyor; yani Kur'an'ın baş aktörü Hatice’dir’ diyorlardı. İşte bütün bu itirazlara cevap mahiyetinde adı geçen ayet inmiştir."

Kaynaklar:
Çobanlık yaptığına dair kaynakça; Buharı, İcare, 2. bap; İbnü’l Cevzi. Stlâr-j Sa/re, 1/35; İbn-i Sad, Tabakat-i Kübra,1/59; Hindi, Kenzii'/ L/mmal, No;  37763; Heysem), Mecmeu' ^-.Zevaı'd, 9/221; Askalani, e/- /sabe.... No: 12285;  Muhammed Sait Mubeyyıd, Mcvsuatu HayatJ-s- SababJyat, 611; Ibn-Habib,  Mufıabber, 98. Sel man'la ilgili bilgiler İçin birkaç eser: Belazuri, Ensabü'I Eşraf, 2/128; Aşka,  lani, el-İsabe, No: 3359 ve Tchaib-i Tehzib, 4/139; İbnü'l Cevzi, Sıfat-ı Safve, 1/270; İbn-i Esir, Üsd..., No: 2149; İbn-i Seyyidi'n Nas, Uyunü'l Eser, 1/137; tbn-i Abdi'l Ber, htiab.... No: 10)4.

NEFİLİM'LER VE DİN ODAKLI BİLİMİN RİYAKARLIĞI

GF, din, Nefilim, Neter, Sümer tabletlerindeki gözcüler, Tevratta nefilimler, İbrani mitolojisi, Krallar ve üstün yaratık nefilimler, yahudilik, Ölü Deniz Yazmaları, Enoch, din ve mitoloji,
İbrani mitolojisinde "Nefilim" , Mısır mitolojisinde "Neter" olarak adlandırılan ve ilk kez Sümer tabletlerinde karşımıza çıkan ve bir çok kültürde ortak anlatıya sahip olan bu "Gözcüler" gerçekten birer mit mi yoksa zamanın geçmiş dilimlerinde dünyayı ziyaret etmiş dünya dışı akıllı yaşam formları mı ?

Eski İbrani metinleri ve Tevratta bi kaç yerde onlara Nefilim deniyor , eski Mısır'da Neter , Sümer tabletlerinde ise Anunnakiler olarak karşımıza çıkıyorlar ve bir çok dilde ki anlamları aynı yani "Gözcüler".
Sümer sözcüğünün anlamı da zaten "Gözcülerin Ülkesi" dir.
Tüm eski kültürlerde ve mitlerde başrol Nefilim'lere aittir. Eski diller uzmanları , eski uygarlıkların kültürlerinde ve söylencelerinde kilit rol oynayan bu esrarengiz imgelerin neredeyse tüm eski dillerde "Gözcüler" olarak isimlendirildiklerini söylüyorlar.

Beş bin yıl öncesi yani geç neolitik dönem uygarlıklarının literatürlerine girmiş bu Gözcüler kimlerdir yada nedir , neyi yada kimleri gözlüyorlar ?
Tüm bunlar antik çağ insanının hayal güçlerinin birer ürünü mü , yoksa gerçekten , bugün anıları silinmeye yüz tutmuş , haklarında kısıtlı bilgiye sahip olduğumuz birileri atalarımızla içiçe bu dünyada yaşadılar mı ?

Hepimiz biliriz ki , bilginin yetersiz olduğu yada bir şekilde üzerinin örtüldüğü durumlarda spekülasyonların önüne geçmek mümkün değildir. Bilimsel yöntem , bilimsel şüphecilik ve somut bulgu - belge - delillerden başka şeylere itibar etmemek elbette en doğru ve en akılcı yaklaşımdır. Fakat aynı şüpheciliği şuan sahip olduğumuzu sandığımız alanlara da uygulamak gerekir . Bilim eğer gerçekten gerçeği aramak ve bilgiye ulaşmak gayesi taşıyor ise bu bizim bilimsel otokrasiye de karşı tavır almamızı gerektirir. Din odaklı bilimciler ve akademiler çoğu zaman bilimsel bürokrasinin bağlayıcı etkisinden dolayı , yeni , çığır açacak , ezber bozacak düşüncelere ve bulgulara karşı baştan olumsuz tepki vermeye hazırdırlar her zaman.
Özellikle 21. yüzyılın başlarından beri arkeoloji ve astronomi alanı bu sorunu sıklıkla yaşamaktadır. Sıradışı ve ezbere aykırı düşünceler ve iddialar dışlanıyor ve hatta dışlanmakla kalmayıp , aynı zamanda karalanıp , aşağılanıyor. Özellikle kendilerine bilimsel şüpheci diyen dini çevrelerde. Halbuki tarih uzun ve yavaş işler. Tarihi geniş zaman dilimlerine bölüp incelediğimizde dini çevrelerin büyük baskılarını ve engelleme çabalarını ve bunlara rağmen uzun vadede , sıradışı olarak görülen fikir ve iddiaların hala yaşadığını görürüz.

Nefilim'ler - Neter'ler yani Gözcüler konusu da 20. yüzyılın başlarından beri , bitmeyen tartışma konularından birisidir.


Dogmalarla kısıtlanmayan , açık fikirli insanlar ve araştırmacılar , mitoloji deyip geçtiğimiz anlatıların , bu denli geniş bir coğrafyada ve neredeyse birbirinin aynısı ayrıntılarla varolmasından yola çıkarak , bu metinlere ve kaynaklara , daha farklı bir bakış açısıyla bakmamız gerektiğine dikkat çekiyorlar.
Oysa din odaklı bilim çevreleri eski toplumları tamamen çözdüklerine inanıp , mitlerle , gerçek tarihsel olayları birbirine karıştırmayın diyorlar , bunu söylerken de bugünün egemen dinlerinin yörüngesinden çıkamıyorlar.
Bir yandan somut bilgiler dışında hiç bir şeye prim vermemekten bahsederken , bir yandan da yaşadıkları çevrenin egemen dinleriyle sürtüşmekten özenle kaçıyorlar. Eşine az rastlanır bir riyakarlık örneğidir bu !

Nefilim'ler sorunu Antik Çağ Tarihi ve modern arkeolojiye ilişkin kilit noktalardan biri aslında , felsefecileri , ilahiyatçıları ve dil bilimcileri de bu tartışma içinde düşünebiliriz.

Şimdi gelelim Nefilim'lerin eski metinlerde ki anlatımlarına ;
Tüm Antik Çağ metinlerinde , kendi tarihlerini derleyen toplumlardan kalmış belgeler , geriye doğru giden kronolojilerinin sıfır noktasına , tam olarak tanımlanıp , çözümlenemeyen bir tür başlangıç dönemi yerleştiriyorlar. Bu onların tarihlerinde , yönetimin Tanrılardan insanlara geçtiği bir ara dönemi belgeliyor.
Belirsiz bir başlangıç döneminden beri , Tanrılar tarafından yönetildiğini söyledikleri ülkelerinin , bu ara dönemde Gözcüler adı verilen üstün varlıklarca yönetildiğini ve sonuçta krallığın insanlığa devredildiğini anlatıyorlar. Bu Tanrılar - İnsanoğlu ilişkisini Hindu destanları Ramayana ve Mahabbarata'da da açıkça görebiliyoruz. Eski Mısır'da bu Gözcülerin adı Neter'ler. Son olarak Osiris'in oğlu Horus tarafından yönetilen ülke , belli bir Kral Yaratma Töreninden sonra insanlara bırakılıyor ve Neter'ler geri plana çekiliyorlar, sonra da izleri siliniyor.
Bu ilk insan kral , bugün arkeolojinin tartışmasız kabul ettiği Firavun Menes'dir. Mısır kronolojisi hakkında bildiklerimiz iki kaynağa dayanır. Bunlar Mısırlı tarihçi Manetho'nun yazdığı Krallar Listesi ve bugün Torino Papirüsü dediğimiz bir yazıt. Bu belgeler birbiriyle uyumlu oldukları için arkeologlar ve ejiptologlar Mısırın kronolojik gelişimini formüle edebiliyorlar.
Firavun Menes'le başlayan hanedanlar dönemi alt evrelere ayrılıyor. Eski krallık 1. ara dönem , orta krallık 2. ara dönem (hiksoslar devri) ve yeni krallık. Bugün okutulan tarih kitaplarında da kronoloji bu şekildedir. Arkeolojik bulguların da yardımıyla, yeni krallık ve sonrası nerdeyse tamamen tarihlenebilmiş durumdadır zira arkeolojik bulgular Manetho'yu ve Torino Papirüsünü doğruluyor.

Aslında bütün sorun da burada başlıyor çünkü Manetho'nun Listesi ve Torino Papirüsü yalnızca hanedanlar dönemini değil , çok daha öncesini de kronolojik sıraya sokuyor , yalnız burada yöneticiler insanlar değil , Neter'ler. Normal insanlara göre çok daha uzun yaşayan ve ülkeyi binlerce yıl yöneten üstün varlıklar.

Peki Ejiptologlar ve modern arkeoloji bunun üzerine ne yapıyor ?
Alt paragraflarını tartışmasız şekilde kabul ettikleri ve bulgularla doğrulanan tarihi bir yazıtın , üst paragraflarını ya yok sayıyorlar yada mitolojidir diyerek işin içinden sıyrılıyorlar.
Neden ?
Çünkü hayranlıkla benimsedikleri alt paragraflarda Krallar insan , üst paragraflarda ise ne oldukları tanımlanamayan üstün yaratıklar.
Böylece din odaklı bilim , aynı belge üzerinde işine gelen bölümü olgu diye benimserken , işine gelmeyen , dini inanışlara aykırı gelen bölümleri mitoloji diyerek ayıklıyor.
Buna elbette şaşırmamak gerekir zira Tanrı yada Tanrılar sandıkları şeylerin dünya dışı akıllı yaşam formları olma ihtimali onları ziyadesiyle korkutuyor.

Mezopotamya'da da aynı şeyle karşılaşıyoruz , Layard ve Wooley'in yaptığı araştırmalarda son derece kıymetli kil tabletler ele geçiyor. Bunlar Sümer Krallar Listesi olarak isimlendiriliyor.
Aynı Mısır da olduğu gibi , listenin en üst sırasında yani insan krallardan önce her birisi 10.000 - 15.000 yıl yaşayan krallardan bahsediyor. Mısır'da ki listeden farklı olarak bu kralların yönettikleri ülkenin bu dünyada değil başka bir gezegende hatta başka bir galakside olduğundan ve onların soylarının devamı olanların da bu dünyada yönetici olduklarından bahsediyor. Bu torunlar tufandan önce ülkeyi yönetmişler ve sonrasında insanlığa bırakmışlar. Babil metinleri bu olayı "krallık gökten indiğinde" diyerek tanımlıyor.
Yani bu metinler ve listeler dünyada ki kralları listeledikleri gibi , bu kralların dünyaya gelmeden önce yaşadıkları gezegendeki uygarlıktan ve krallardan da bahsediyor ve bunu bir zan olarak değil gayet açık şekilde aktarıyorlar.
Tüm mezopotamya'da aynı kült var aşağı yukarı ve tufan öncesi ülkeyi yöneten Tanrılar'dan bahsediyor , tek bir Tanrıdan değil.
Bu durumda din odaklı arkeoloji yine Mısır'da yaptığının aynısını yapıyor. Yani Sümer Krallar Listesinin normal insan ömrüne sahip krallarını kabul ediyorlar ve belgenin bu bölümünü somut bilgi sınıfına dahil ediyorlar ama tufan öncesi ülkeyi yönettiği anlatılan Tanrılar ve onların sonrasında ki ara dönemde , insanlara yönetimin geçişini denetleyen Gözcüleri mantıksız bularak mitoloji sınıfına dahil ediyorlar yani dinlerinin kökenini illa ki metafizik bir tanrıya bağlama çabası ile inkârcılığa ve riyakarlığa başvuruyorlar.


Benzeri durum, Tevrat'la ilgili incelemelerde de söz konusu. Mezopotamya bulgularından sonra, çok daha eski metinlerden esinlendiği belli olan Tevrat, bütün o eski metinlerdeki "Tanrılar" sözcüğünü tek bir "Tanrı" olarak düzeltmiş. Bu arada, Tanrı'ya verilen sıfat ve onun genel adı, "Efendi" ya da "Sahip" anlamına gelen "Lord" sözcüğünde somutlaşıyor. Yahudi toplumunun mesken tuttuğu bölgenin eski mitleri, büyük tanrı Baal'dan söz ediyor. "Baal'in sözlük anlamı da "Efendi" ve "Sahip". Aynı sıfatların, daha sonraki yıllarda bütün Batı toplumlarında yöneticiler için kullanılması ilginç. Ama daha ilginç olan, bütün o eski anlatıları ayıklayarak "Tanrılar" sözcüğünü "Tanrı" olarak tashih eden Tevrat'ın, birkaç yerde bunu unutması. "Elohim" sözcüğü, Tevrat'ta birkaç kez geçiyor. İbranicedeki anlamı, "ilahlar"; yani, "çoğul" bir sözcük. İlahiyatçılar bunun tartışma konusu yapılmasına bile karşı çıkıyorlar , arkeologlarsa, sessiz.

Ama bundan daha kafa karıştırıcı olanı var: Yaratılış (Genesis) bölümünün 6. Bab'ında "O günlerde ve sonrasında da, dünyada Nefilimler vardı." diye bir ifadeye rastlıyoruz. Sözü edilen zaman, Tufan'dan öncesi. "Nefilim" sözcüğü, İngilizce'ye "devler" diye çevriliyor. Oysa İbranicedeki fiil yapısına göre tam ifadesi, "yukarıdan aşağıya inmiş olanlar". Yaradılış'taki hikayede "devler'in hiçbir anlamı yok - daha sonra da Nefilim sözcüğüne rastlanmıyor zaten. Sanki "araya yanlışlıkla girmiş" gibi bir sözcük. İğreti duran, ne anlatmak istediği belli olmayan bir ifade. Oysa aradan yıllar geçip 1947'de Ölü Deniz yakınındaki bir mağarada orijinal el yazmaları (Kumran yazıtları) bulunduğunda, "Nefilim'in aslında son derece önemli, neredeyse kilit denebilecek bir kavram olduğu ortaya çıkıyor. Bunun yanı sıra, Tevrat'ın din adamlarınca değiştirildiğ de anlaşılıyor. Çünkü M.Ö. 4. yüzyıldan kalma yazıtlar arasında yer alan ve daha önce Etiyopya'daki Kutsal Kitap'ta rastlanmış olan kopyası "sahte" sanılan "Hanok'un Kitabı'nın orijinal nüshası da bulunuyor Ölü Deniz mağaralarında.
Yaradılış'ta yalnız birkaç satırda adı geçen ve "Tanrı'yla birlikte yürüdüğü" söylenen Hanok'un, aslında son derece ilginç bir hikayesinin olduğunu ve Tevrat'tan çıkarılan bu parçaların "Nefilim" sözcüğüne de açıklık getirdiğini fark ediyoruz. Boşluklar Hanok'un (Enoch) Kitabı'nda yazanlarla doldurulduğunda, Bap 6'nın aynı satırında sözü edilen "..ve Tanrı'nın oğullarını insanın kızlarını gördüler ve onlar güzeldi. Onları kendilerine eş seçip onlardan çocuk sahibi oldular." ifadesi de anlamlı hale geliyor. İlahiyatçıları, dilbilimcileri ve tarihçileri yıllardır uğraştıran "Tanrı'nın oğulları" ile insanın kızları arasındaki ilişki, Tevrat'ta yalnızca o cümlede geçiyor ve bir daha sözü edilmiyor. Ama Hanok'un Kitabı'nı okuduğumuzda, bunun müthiş sonuçlar doğuran bir olay olduğu ortaya çıkıyor.
Evinden, ailesinden ayrılan ve "Tanrı katında" yaşamını sürdüren Hanok, "Gözcülerden" söz ediyor anlatısında. Bunlar, Tanrı ile insanlar arasındaki ilişkinin bazen "ara halkası" olma görevini üstlenen, insanlara nezaret eden, üstün varlıklar. Ama hepsi, "emir kulu" sonuçta. Hanok'un ayrıntılı olarak anlattığı hikayede, bir gün bunlardan birinin dünya üzerindeki "gözcülük" görevi sırasında "insan kızları'nı arzuladığı ve bu fikrini diğer "gözcü'lere de söylediği belirtiliyor. Bir grup Gözcü (ya da Nefilim - "yukarıdan inen") aralarında karar alıyor ve yemin ediyorlar: Hepsi insan kızlarıyla sevişip onlardan birer karı alacak ve bu bir sır olarak kalacak. Çünkü öğreniyoruz ki, yapılan aslında "yasak". Sonuçta bu birleşmeden "melez" çocuklar doğuyor ve genetik sorunlar yüzünden bu çocuklar sağlıksız, vahşi, garip yaratıklar oluyorlar. Diğer yandan, "insan kızlarıyla" birlikte oldukları süre boyunca Nefilimler, onlara bilgi aktarıyor, bir şeyler öğretiyorlar ki, bu da çok büyük bir yasağı çiğnemek anlamına geliyor. Sonuçta Tanrı hem Nefilimleri cezalandırıyor, hem de yarattığı Tufan'la insanları.

Sümer ve Babil metinlerini bulmuş olmamız, Hanok'un kitabının da, Tevrat'ın diğer bölümleri gibi Mezopotamya anlatılarından esinlenilerek, daha doğru bir deyişle bunlar "revize edilerek" yeniden yazıldığını anlıyoruz. Ama bu, bir garip durumu fark etmemize engel değil: Çok eski zamanlarda "Gözcü'ler denen birilerinin dünya üzerinde dolaştığı ve yaptıklarıyla dünyadaki hayatı derinden etkilediğine ilişkin en az on toplumun kültüründen gelen tanıklıklar var elimizde. İşin en kafa bulandırıcı yanı, çok benzeyen anlatılara, Antik Yakın Doğu'yla fiziksel teması hiç bulunmadığı varsayılan eski İnka ve Maya folklorunda da rastlıyoruz!
Şimdi burada yapılması gereken doğru şey "Mitoloji" deyip konuyu geçiştirmek mi yoksa eski belge ve bulguları , farklı ve alternatif bir bakış açısıyla yeniden inceleyip "Kim bu Gözcüler" diye kendimize ve bilim insanlarına sormak mı ? Her daim sevgi ve umutla kalın dostlar.

Yazan: Gregoire de Fronsac

PENTACLE, TRİQUETRA VE TRİSKELE

AD, din, Paganizm, Pentacle, Triquetra, Triskele, Beş köşeli yıldız, Pagan sembolleri, Sihir ve büyü sembolleri, Teslis düğümü, Baba-oğul-kutsal ruh, Kara deniz ve gökyüzü aleminin simgesi,
PENTACLE ( Beş Köşeli Yıldız)
Pagan sembolleri arasında en çok bilineni beş-köşeli yıldız ya da Pentacle’dır. Bu amblemin Satanism ile ilgisi olmadığı gibi şeytanın sembolü de değildir.
Pentagram’ın her bir ucu, geleneksel elementlerden toprak, su, hava ve ateş’i temsil eder, beşinci uç ise ruh’tur.
Her bir uçu birbirine bağlayan çember de, elementlerin doğada ki birbirleriyle döngülerini temsil eder. Birçok okult ekolde Pentacle sihir ve büyüler de kullanılıp, altarların üzerine konulur. Bu amblemin koruyucu gücü olduğuna inanıldıgı için, çoğu zaman çeşitli mücevher tasarımlarında nazarlık ve muska olarak karşımıza çıkar.

AD, din, Paganizm, Pentacle, Triquetra, Triskele, Beş köşeli yıldız, Pagan sembolleri, Sihir ve büyü sembolleri, Teslis düğümü, Baba-oğul-kutsal ruh, Kara deniz ve gökyüzü aleminin simgesi,
TRIQUETRA
‘Teslis Düğümü (baba-oğul-kutsal ruh)’ olarak da bilinen Triquatra’yı hem Hıristiyanlar hem de Paganlar kullanırlar. Bu sembol M.S. 7. inci yüzyıla dayanır. Neo-paganism de ise savaş ile ilgili üçlü tanrıça’dan ( triple goddess) Morrigan’ya özeldir. Modern çağdaki bazı gelenekler de ise Triquatra, zihin, beden ve ruh arasındaki çok yakın ve derin ilişkiyi temsil eder. Birçok Kelt Paganları arasında çok yaygın olan bu simge ise kara, deniz, ve gökyüzünü temsilen kullanılır. Triquatra’nın yaygın kullanımı ve bilinmesinin nedeninin Keltik Düğümleri arasında en basit olmasıdır. Sembolun zarif hatları ve çizgileri arasındaki uyum çekici ve güzeldir. Üçlü görüntüsü nedeniyle birçok farklı yoruma açıktır.

AD, din, Paganizm, Pentacle, Triquetra, Triskele, Beş köşeli yıldız, Pagan sembolleri, Sihir ve büyü sembolleri, Teslis düğümü, Baba-oğul-kutsal ruh, Kara deniz ve gökyüzü aleminin simgesi,
TRİSKELE
İrlanda ve Batı Avrupa’da taşlara kazınmış bulabileceğiniz Triskele, kara, deniz ve gökyüzü alemlerinin simgesidir. Bu simgenin doğuşu Keltlerden once olmasına rağmen neo-pagan Keltler ve bazı Germanik gruplar arasında çok yaygın ve popülerdir. Triquatra simgesinde olduğu gibi herhangi bir üçlü anlayışı anlatmak için son derece uygundur. Simge o kadar sıradanlaşmıştır ki, İrlanda Hava Kuvvetleri amblemi ve ABD Ulaştırma Bakanlığı anteti (daha yaygın yuvarlak uçları ile) gibi içeriği ile bağdaşmayan yerlerde bile görülebilir.

Kaynak: Paganism, An Introductory Guide by Riley Star (Sf 74-75-76)

SİZDEN GELENLER | Çeviren & Yazan: Ayla Demeter

Eleştirisel bakış açısı ile her din ve inanca ait yazılarınızı, inancınızın değişim sürecini anlattığınız sorgulama süreçlerinizi dinvemitoloji@gmail.com adresine gönderebilirsiniz.
  • Bu yazılar biz-siz gibi sorgulama evresine girmiş herkese mutlaka biraz olsun ışık tutacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazılar sitemizde adınızla veya takma adınızla yayınlanacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazının başka bir internet sitesinde yayınlanmamış olması gerekmektedir. (KOPYA içeriğe karşı olduğumuzdan, sitemizdeki tüm içerikler özgündür)

KADINLAR TARLANIZDIR, İSTEDİĞİNİZ YERDEN TARLANIZA GİRİN

AY, din, islamiyet, İslamda kadın, Kadınlar tarlanızdır,İstediğiniz yerden tarlanıza girin,Kadına tarla benzetmesi,Bakara 223,Hz Ömer'in cinsel konuları,Kur-an'ın faydasız ayetleri,Kur-an'da arkadan birleşme
Ömer'le ilişkili olan Bakara Suresinin 223. ayetinde yine ÖMER'İN cinselliği söz konusudur.
Ömer bir gün Muhammed'e gidip, 'Helak oldum' diyor, yaptığına çare arıyor. Muhammed, seni helak eden ne ki! Diye sorunca; Ömer, 'BEN DÜN GECE BİNİTİMLE ARKADAN YAPTIM, BİNİTİMİ TERS ÇEVİRDİM...' diyor. Muhammed buna hiç karşılık vermeden, arada bir kelime bile konuşmadan, 'KADINLAR TARLANIZDIR' ayetinin o anda indiğini söylüyor. Burada yakışıksız hatta kadınlara hakaret anlamına gelen terimler var; Mesela Ömer diyor ki ben BİNİTİMİ ters çevirdim (tenzih ederim ama) kadın hayvan mı ki Ömer böyle bir ifade kullanıyor? Hala bu terim bazı Hanzo erkekler tarafından kullanılıyor. Birde ayet o kadar acilen gönderiliyor ki daha MUHAMMED Ömer'le bir kelime etmeden maşallah Cebrail hazır. Bir kelime etmeden AYET geliyor.

İbn-i Ömer'in azatlı kölesi Nafi anlatıyor:
"Bir gün ben ibn-i Ömer'in yanında KUR-AN tuttum o da ezberden Bakara Suresi'ni okudu. Bu ayete gelince bana 'sen bu ayetin ne ile ilgili olduğunu bilir misin?' dedi. Ben, 'Hayır' dedim. İbn-i Ömer, 'Bu ayet şu hususta inmiştir (yukarıdaki husus)' dedi ve sonra kaldığı yerden devam etti" diyor.

İnsanlık tarihinin yaklaşık 4-6 milyon yıllık bir geçmişi var. İnsanlar önden mi yapmışlar arakadan mı yapmışlar bu bir sorun olmamış ve insanlar üremeye devam etmiştir de ALLAH neden gelip MUHAMMED zamanında buna müdahale ediyor, ARKADAN da tutsanız sorun yoktur diyor? Sanki bu devrim mi, olağan-üstü bir olay mı?

Bu tanrılık bir iş midir ki kalkıp bunun için ayet göndersin. Dünya da yedi milyar insan can çekişiyor insanlar kıran kırana birbirini yiyorlar ama ALLAH gelmiş çiftler arasında yaşanan cinsel ilişkiyi anlatıyor. İyi düşünülürse bu bilgiler insanı daha hızlı bir şekilde ATEİST yapıyor. Tanrı ve bu işler Olacak iş mi?

Kaynaklar:
Tirmizi Bakara suresi 223, Ahmet b. Hambel, ibn-i abbas no:2980, Taberi, Bakara suresi 223, Taberani Mucem-i Kebir c.12/10-11 no:12317, Sahih-i ibn-i Hibban c.9/514, no:4202, Begavi Bakara 223, c.1/259, Buhari bakara suresi ayet 223, Bab 39/4526 ve 4527.

İKİ DENİZİN BİRLEŞTİĞİ YER: KURAN'IN GEÇ ANTİK ÇAĞ BAĞLAMINDA BİR YORUMU

HC, din, islamiyet, Kur-an, İki denizin birleştiği yer, Kehf suresi, Kehf 18, Tevrat yaratılış, Suların ortasında kubbe olsun, Kur-an'ın yorumu, Kur-an'ın çalıntı sureleri, Kur-an ve Talmud
Kehf Suresi (18.Sure)
60 - Ey Muhammed! Bir vakit Musa genç adamına demişti ki: "İki denizin birleştiği yere ulaşıncaya kadar gideceğim, yahut senelerce gideceğim."
61 - Bunun üzerine ikisi de iki denizin birleştiği yere vardıklarında balıklarını unuttular. Bu arada balık, denizde yolunu bulup kaybolmuştu.
62 - İki denizin birleştiği yeri geçtikleri zaman, Musa genç arkadaşına: "Kuşluk yemeğimizi getir. Gerçekten biz bu yolculuğumuzda epey yorulduk" dedi.
63 - Adam: "Gördün mü! dedi. Kayaya sığındığımız vakit doğrusu ben balığı unutmuşum. Onu hatırlamamı, muhakkak şeytan bana unutturdu. O denizde garip bir yol tutup gitmişti."

Merakları gidermek için buradayız. Kuran'ın tarihsel bağlamında (Geç Antik Çağ -7. yüzyıl olarak alıyorum) iki denizin birleştiği yer neresidir buna bakalım.

Öncelikle şunu düşünelim: Müfessirler Kuran'a çok uzaklar onu okunduğu veya yazıldığı zamanki anlamıyla okumuyorlar onu kendi rivayetleri doğrultusunda okuyorlar biz bunu yapmayacağız.

Şimdi bir referans verelim Tevrat Yaratılış Kitabı 1. Bölüm 6-10:
6 Tanrı, "Suların ortasında bir kubbe olsun, suları birbirinden ayırsın" diye buyurdu.
7 Ve öyle oldu. Tanrı gökkubbeyi yarattı. Kubbenin altındaki suları üstündeki sulardan ayırdı.
8 Tanrı kubbeye "Gök" adını verdi. Akşam oldu, sabah oldu ve ikinci gün oluştu.
9 Tanrı, "Göğün altındaki sular bir yere toplansın ve kuru toprak görünsün" diye buyurdu ve öyle oldu.
10 Kuru alana "Kara", toplanan sulara "Deniz" adını verdi. Tanrı bunun iyi olduğunu gördü.

Gördüğünüz gibi Tanrı Yaratılış'ın 2.günü gök kubbenin altındaki sularla üstündeki suları ayırıyor. Üstündeki sular muhtemelen yağmur şeklinde yeryüzüne inerken (bu yüzden rahmet deniyor sanırım yağmura) altındaki sular denizi oluşturuyor.


Bir referans daha verelim Tevrat'tan,
Yaratılış 2. Bölüm:
8 RAB Tanrı doğuda, Aden'de bir bahçe dikti. Yarattığı Adem'i oraya koydu.
9 Bahçede iyi meyve veren türlü türlü güzel ağaç yetiştirdi. Bahçenin ortasında yaşam ağacı ile iyiyle kötüyü bilme ağacı vardı.
10 Aden'den bir ırmak doğuyor, bahçeyi sulayıp orada dört kola ayrılıyordu.
11 İlk ırmağın adı Pişon'dur. Altın kaynakları olan Havila sınırları boyunca akar.
12 Orada iyi altın, reçine ve oniks bulunur.
13 İkinci ırmağın adı Gihon'dur. Kûş sınırları boyunca akar.
14 Üçüncü ırmağın adı Dicle'dir. Asur'un doğusundan akar. Dördüncü ırmak ise Fırat'tır.

Bu bağlamda bazı örnekler vereceğim (Kuran'la çağdaş veya Kuran'dan eski metinlerden örnekler):

Talmud'un Tamid Bölümü 32a-b'deki İskender hikayesine bakarsak İskender'in bu hikayede tuzlu suda balığını yıkadığı yerdeki su yolunu izlerek ,Aden bahçesi'ne (cennete) ulaşmak istediği söyleniyor. Talmud'taki bu hikaye Tevrat'ta Yaratılış Kitabı'nda Aden bahçesini suladığı söylenen 4 nehri izleyerek cennete ulaşılabileceği fikrine dayanıyor. Bildiğiniz gibi Aden Bahçesi Kuran'da Adn Cennet'i şeklinde anılır ve Yahudi-Hristiyan literatüründe göksel cennet tasvirleriyle özdeşleştirilmiştir. (Örneğin Efrem'de)

Diğer Geç Antik Çağ'a ait dinsel kaynaklar da bu görüşü yansıtıyor. Aden Cenneti dünyayı saran okyanusun karşısında yer alan fiziksel bir yerdi.Cennetten akan nehirler dünyanın yaşanılan bazı bölgelerine ulaşırken Okyanus'un altından geçerdi. Bu tür bir düşünce 4. yüzyıl Süryani Aziz'i Efrem'de de vardı. Ona göre de Aden'deki 4 nehir dünyasal denize cenneti kuşatan yerden girerdi. Efrem : ''bir su borusu gibi denizin altından geçtikten sonra bu dünyaya ulaşırlar'' diyordu (Efrem- Yaratılış Kitabı Üzerine Yorumlar 2:6)

6. yüzyıl gezgini Cosmas Indicoplestes de (Yunan Hristiyan bir tüccar ve daha sonrasında Mısır İskenderiye'de keşiş oldu) Aden Bahçesi'nin bulunduğu yerden akan 4 nehrin yer altında bir seyir izleyerek yaşadığımız dünyaya ulaştığını söylüyordu. (Christian Topograhy /Hristiyan Topoğrafyası 2:81)


Süryani Aziz ve şair Narsai de (Ölümü 502) benzer bir konsepte işaret ediyordu ve Aden'den geçen 4 cennet nehrinin gidişatı akışı hakkında şöyle diyordu : ''denizde bir tünel gibi'' (Narsai- Yaratılış Üzerine Vaaz 1:395-396)

Sanırım bu kadar örnek yeter. Daha bunun birçok örneği vardır. Eski Babil Apsu mitlerinden, Süryanice kaleme alınan İskender menkıbesine kadar bütün antik dünya bu kozmolojik yapıdaki fikirlerle doluydu.

Özetle Kuran'da Kehf Suresi'nde geçen ve Musa'nın balığın canlandığını gördüğü yer , ''iki denizin birleştiği yer'' cennet nehirleriyle dünyasal denizin birbirine karıştığı okyanustur. Musa veya diğer hikayelerde İskender,bu denize ulaşmak istemiştir ve ulaşmıştır, İskender'in amacı Aden bahçesine ve hayat nehrine gitmekken Musa'nın amacıda görülen o ki aynıdır (veya kendisine bilgelik verilen kişiyi bulmaktır/Hızır) çünkü Kehf 60'a bakarsak:

Kehf Suresi 60
Ey Muhammed! Bir vakit Musa genç adamına demişti ki: "İki denizin birleştiği yere ulaşıncaya kadar gideceğim, yahut senelerce gideceğim."

Burdan da her nasıl oluyorsa, Kuran'da o dönemde İskender menkıbelerinde görülen öğenin Musa hikayesinde geçtiğini görüyoruz. Bir başka tesadüf daha var ki Kuran bu hikayesini anlattıktan hemen sonra Zulkarneyn (İskender) hikayesine geçmektedir. Kim bilir ki belki de Musa hikayesinde yer alan iki denizin birleştiği yer öğesinin Zulkarneyn hikayesinde yer almaması Kuran'ın bu suresini derleyenlerin özellikle dikkat ettiği bir şeydir. Bilerek hikayeyi Musa'ya atfetmiş olmaları muhtemeldir veya bilmeyerek hikayeyi değişik versiyonuyla almaları da muhtemeldir ya da İskender hikayesinin bir bölümünü Musa ve genç yardımcısı hikayesine atfederek yeni bir yaratıcı hikaye yaratmışlardır. Böylece Kuran'ı Kerim özgün olmadığı suçlamasını def etmiştir çünkü hikayeler değişiktir kimse "aynı hikayeyi kopyalamışsınız" diyememiştir.
İşte tarihsel bağlamında örneklerle (kısıtlı örneklerle) gösterdiğimiz gibi ''iki denizin birleştiği yer'' böyle açıklanabilir.

Referans Kaynakları: Tommaso Tesei - Hell Fire and Paradise Water: Qur’an’s Views of the Underworld in Light of its Late Antique Context : Utrecht Üniversite'sinde verilen bir dersten (27/9/2012). syf 3

Yazan: Higher Criticism

DİNLERİN YANLIŞ OLDUĞUNA DAİR 20 SEBEP

A, Camilere giden para, Çocuk gelin, din, Din insanları böler, Din sömürüdür, Din zararlıdır, Dine giden paralar, Dinler yanlıştır, Dinlerde kölelik, Hastane ve okul yerine cami, İsa efsanesi,
DİNLER NEDEN YANLIŞTIR?

1) Eğer Tanrı dünyayı ve içindeki her şeyi yarattı ise, mantık da yılanı, kötülüğü ve günahı yarattığını söyler. Bu da Nazilerin soykırımlarına ve Ruanda, Kamboçya, Çerkez, Azerbaycan, Hırvatistan, Sudan, Burundi ve Nanking'deki soykırımları onun kusuru yapar.
Açıkçası, eğer Tanrı var ise, o sadece sizi umursamayan kayıp bir babadır. O, can sıkıcı, intikamcı ve takıntılı biridir.

2) Din, ne için iyidir?! SAVAŞ! Haçlı Seferleri, Otuz Yıl Savaşı, Fransız Dinleri Savaşı, Nijerya İç Savaşı, Lübnan İç Savaşı, Etiyopya Adaleti Savaşı, Dungan Ayaklanması, Kutsal Savaşlar ve Yedi Yıl Savaşı, sadece birkaç isim ve hepsine de Tanrı ve dinleri tarafından izin verilmiştir.
Terörizm eylemleri ve Gazze'deki çatışma gibi modern çatışmalarımızı bile ekleyebilirsiniz. İkisinin de kökleri dini inançtır.

3) Fin Paganizmi, Kenanlılar, Atenizm, Minos Dini, Mithraizm, Maniheizm, Tengrizm, Ashurizm, Vedizm, Olmen Dini, Zerdüştlük ve sayısız diğer dinler, eski medeniyetler binlerce Tanrı ile birlikte öldüler. Tarihin kül yığınına gömüldüler.
Ancak, sizin takip ettiğiniz din kesinlikle doğru olandır. İyi şanslar dilerim!

4) "Tanrı insanı kendi şeklinde yarattı" deniyor. Bir zamanlar Tanrı'nın insani nitelikleri olduğu gerçeğini göz önüne alıp durduktan sonra, insanın Tanrı'yı icat etmesi daha muhtemeldir. Bu da, kesinlikle dinlerdeki sayısız çelişkiyi, belirsizlikleri ve kolayca şiddete başvurmayı açıklar.

5) Herkes efsane seviyor - Noel Baba, Diş Perisi, İsa, Muhammed falan - ama hepsi bu kadar. Tanrıya itaat ettiğiniz için size cenneti satan Yehova Şahitleri veya kapınızın ziline sürekli basarak size cüz, Kur-an satan seyyarlarla ve onlardan aldıklarınızla kendinizi cennete bir adım daha atmış hissedebilirsiniz. Böyle bir yer yoktur. Ölen yakınlarınızın dışarıda beraber takılmak için sizin gelişinizi beklediği özel bir kulüp falan yok.
Bakın, kimse ölmek istemiyor, cennete olan inanç sadece başa çıkma ve avunma mekanizmasıdır.

6) Tanrı yanan bir çalılıktan seslenerek seninle konuştu mu? Hakikaten güvenilirmiş. Belki de o zamandan beri kimsenin görmediği altın tabletler vardı. Veya size mağaradayken bazı görüntülüler gönderdi, tabi zehirlenme veya yanılsamaya neden olan, aklınızı kaçırmanıza kadar varacak rahatsızlığınız yoksa. Unutmayalım karalama hataları, silme, yanlış alıntılar ve kişisel gündemlerin üzerinde durulması gereken sorunlar da vardır. "Tanrı'nın sözü", dine inanan insanlar tarafından yazılmıştır. Muhtemelen ne ters gidebilir ki?

7) Din, insanları - Siyah, beyaz, Asya kökenli, kafir, Müslümanlar, Hristiyanlar, Yahudi olarak ayırırken kadın ve eşcinsellerden nefret etmeyi öğretir ve cinsel yaşamınıza, seçimlerinize karşı sağlıksız bir takıntıya sahiptir. Birçok din, başka dinden olanlarla evlenmeyi bile yasaklayarak size karışır. Din, kapalı görüşlü bir bağnazlık atmosferi beslemektedir.

8) Din, kendisini sevgi dolu, sevecen ve cömert olarak göstermeyi sever, ancak bu saçmalıktır. Gerçek şu ki, din, ölüm-ahiret korkusu, şeytan uydurmaları, cezalandırma tehditleri ve cehennem tehditleri yoluyla çoğalıyor. Bu, mantık ve aklı çalıştırmak için değil, inanmayanların korkunç ölümlerine odaklanarak bir terör ve korkaklık hissi uyandırmak için yapılan bir girişimdir.
İnanç, bağımsız düşünce ve bireysel cesaretin yerine geçer.

9) Karşılaştığınız en kötü yargılayıcı insanlar dindardır, sizi sanki bir kedi yavrusunu öldürmüşsünüz gibi yargılarlar. Dindar oldukları için özel ve kutsanmış olduklarına dayalı bencil ve küstah bir tavır sergilerler. Anlatılan o sözde tevazular sadece lafta kalır. Afrika'da açlıktan beslenemeyen çocuğa orta parmak gösteren Tanrı sizi nimet olarak seçmişse sizi özel kılan şey nedir?

10) Bütün bu vaaz, dua, ilahi, oruç, hac, ayin ve diz çökmeler size ne elde ettirir? Hiçbir şey! Bu faaliyetlerin hiçbirinin olumlu bir sonuç ürettiğine dair bir kanıt bulunmamaktadır.

Ayrıca, kiliseler ve camilerin neden para toplama kutusu uzatması gerekiyor? Gerekli olan şeyleri size tanrının sağlaması gerekmiyor mu? Ayrıca bu paralar nereye gidiyor? Okul veya laboratuvara gitmediğini hepimiz biliyoruz... İnsanları soymayı kesip Tanrı'ya bir çek yazın.

11) Din, şimdiye kadar icat edilen en büyük kitle kontrol şeklidir. Otoriter hiyerarşileri sayesinde akıllarından kuşkulu sürüler yaratır, kendi akıllarından şüphe eder ve hayatlarını dış varlıklar ele geçirir. İnanca olan bağlılık, gizemler, karışıklık ve uyuşmazlıkları gizler. Bunların hiçbiri sorgulanmamalıdır yoksa gökyüzündeki görünmez adam kızabilir.

12) Hiçbir şey yoksulluğu överek, güzel ve özel bir şeymiş gibi göstererek insanları din kadar iyi uyutamaz. Sizce Konstantin Hristiyanlığı Roma İmparatorluğunun resmi dini yaparken Hristiyanlığa inanıyor muydu? Komik! Din, insanları entelektüel zincir altında tutar ve onları köleliğe zincir eder.

13) Bir din seçtiğinizde ruhsal derinlik kaybı olur. Gerçekliği doğru algılama yeteneğinden kurtulmak için sabit bir algılamaya zorlanırsınız. Gerçek gerçeği, dini gerçeğin yerine koyduğunuzda, sınırlamalardan dolayı açıklık ve berraklığınızı kaybedersiniz. Sonuçta dini gerçekler, mitler, illüzyonlar, vizyonlar ve kötü kopyalanmış el yazmaları üzerine kuruludur. Kesinlikle güvenilecek bir şey değildir.

14) Her şey Tanrı-Rab-Allah'ın iradesine atfedilebilir, bu yüzden kime ne sorarsanız sorun, insanlar sorumluluktan kaçınmak için Tanrıyı kullanırlar. Olan tüm kötü şeyler hakkında endişelenmemelisiniz, çünkü Tanrı onların olmasını istiyor. Arkanıza yaslanın, rahatlayın, kola için, gülümseyin ve insan ölümlerine ve şifa getirip getirmeyeceğine Tanrı'nın karar vermesi için bekleyin!
Bu sırada ise din diğer yanağınıza dönmekle meşguldür.

15) Modern din daha önceki Yunan, Roma ve Norveç mitolojileri ile sayısız putperest ritüellerin birleştirilmesi ve intihal sürümlerinden başka bir şey değildir. Cennet gökyüzündekie Olimpos Dağıdır. Tanrı, muhteşem nitelikleri olmayan Zeus'tur. Modern dini metinlerde henüz dünyada olmayan bir şey yoktur. Din Türk Pop müziğine benziyor. İyi parçaları çalın ve "bu orijinal" diyin!

16) Horus, Attis, Mitra, Krişna, Dionysos ve İsa'nın ortak noktalarının neler olduğunu biliyor musunuz? Hemen hemen her şey. Bakire bir anneden doğmak, mucizeler, tekrar diriliş efsaneleri kültürden kültüre geçerken biraz değişse de neredeyse tamamen aynıdır, ancak Mesih efsanesinin temelleri asla değişmez. Bu nedenle, Mesih Kulübü 'nün en yeni üyesi olan İsa hakkında benzersiz ve yeni bir şey yoktur ve belkide diğerleri gibi, ileride yerini daha şirin, yeni bir versiyonu alacaktır.

17) Bununla birlikte, hayatta olan her şeyin Tanrı'nın planının bir sonucu olduğuna inandık diye düşünelim. Bu durumda Tanrı bir sadisttir.
Cinayet, ölüm, yıkım, hastalık, kanser, HIV, Alzheimer, Sodom ve Gomore, Kara veba ve Büyük Tufan var. Yaratmayı ve yarattıklarını seviyor gibi görünse de; Tanrı, onları öldürmek için yeni, yaratıcı ve farklı yollar bulmaktan hoşlanıyor gibi görünüyor.

18) Dindar insanlar, her şeyin bir nedenden dolayı gerçekleştiğini iddia ederken aynı zamanda, acının, günahın ve kötülüğün özgür iradenin bir sonucu olduğunu söyleyecek ve aynı zamanda Tanrı'nın bizim için olan gizemli planının bir parçası olduğunu iddia edecektir.
Hönk !?
Bu inanış kendi içinde çelişkilidir. Eğer Tanrı'nın benim için bir planı varsa, seçmek için hiçbir özgür iradem yok demektir ve eğer özgür iradem varsa, Tanrı, hayatımda bir şeyler olmasını sağlayan, bilen güçlü bir tanrı değildir.

19) Dindarsanız dininizin -sözde- iyi niyet beslediğine, empatiye yönelten sempatik bir olgu olduğuna inanabilirsiniz. Çünkü size göre Tanrı-Allah-Rab sevgidir ve diğerleri saçmalıktır. Bununla birlikte İncil, Tevrat, Talmud ve Kur-an'ın fazlasıyla ahlaksızlık içeren metinleri vardır ve Tanrı-Allah masum değildir. "Onun Sözü", köleliğe, eşcinsellerin öldürülmesine, çocukların, kadınların satılmasına, çocuk gelinlere, işkence yaptırımları uygulanmasına izin veriyor.
Listeye Tanrı adına insan öldürmeyi-kurban etmeyi de ekleyin. Hemen imzalayayım!

20) Dindar insanların "Kim daha dindar?" diyerek sadece cami-kilise-sinagoglara, devasa kubbelere ve tanesi trilyonları bulan, amacının ve anlatılan mütevazilik masallarının dışında oldukça lüks camiler için para ödediğini biliyoruz.
Belediye başkanı, vali vb. kişilerin "Hangi semt daha dindar" benzeri sidik yarışı yaparak halktan aldıkları vergi ve ödeneklerle (kafir dediği bizlerden aldıkları vergiler, haram dedikleri içki ve zina dedikleri genel evlerden aldıkları vergiler de dahil) aynı mahalleye ihtiyaç olmadığı halde 5. cami-kilise veya sinagogu diktiklerini de biliyoruz.
Bu yüzden de insanların eğitim ve sağlığına, tüm canlılar ve evrene fayda sağlayabilecek yapıtların (hastane, okul, laboratuvar, araştırma üsleri) yapılmadığına, bu yüzden yaşam kalitesinin, eğitim standartları ve bilimin tereyağı gibi erimesine sebep verdikleri EŞEK GÖZÜ kadar büyük ve NET bir gerçektir.
He bu arada, bu kişilerin bilhassa "yakında hastane falan da yok ki, hay ben böyle işin ..." diye söylenen kişiler olduğu ve kendilerine DİN adı altındaki sevap-yarış temalı tavır ve inançları ile  bu çukuru kendilerinin kazdığından habersiz olduklarını görebilirsiniz...

Yazan: A.Kara

YAHUDİ MİTOLOJİSİ

A, din, yahudilik, Yahudi mitolojisi, Yahudiliğin Hristiyanlığı etkileyişi, Yahudiliğin temelleri, Marduk'un evreni yaratışı, Eski Ahit, Cain ve Abel, Haggadah, Tanah, mitoloji, Midraş, Yaratılış,
Eski İsrail'liler Kenan'a yerleşen Semitik bir halkdı. Zamanla modern İsrail ulusunun bugün olduğu İsrail ve Yahuda krallıklarını kurdular. M.Ö. 722'de Asuriler İsrail Krallığını kontrol altına almışlardır. Babiller M.Ö. 586'da Yahuda'yı fethetti, Kudüs şehrini yok etti ve sakinlerini birkaç yıl Babil'e sürgün etti. Sonunda Yahuda halkı Yahudiler olarak bilinir hale geldi.

Yıllar boyunca Yahudiler, bazıları Tanrı'yı oluşturan kutsal kitaplar ürettiler; bunlar, Hristiyanlar'ın İncil'in Eski Antlaşma olarak bildiği bir dizi belgedir. Bu kitaplar, erken İsraillilerin tarihi, hakkındaki efsaneleri ve dini inançları hakkında bilgi içerir. Eski Yahudi hikayeleri, eski Semitik mitolojiden etkilenmiştir. Bağlantılar, Cain ile Abel arasındaki kavgada ve büyük tufandan gemi inşa ederek kurtulan Nuh efsaneleri ile kendini açıkça belli etmektedir. Aynı şekilde, Eski Ahit'te Yaratılış  Kitabı'ndaki yaratılış hikayesi, Mezopotamya mitlerindeki Marduk'un evreni yaratışı ile ilgili ciddi paralellikler içeriyor. Bununla birlikte, Yahudi geleneği ile önceki Semitik mitoloji arasındaki en önemli fark Yahudiliğin tek tanrılı olmasıdır. Tanrıların lideri-en güçlüsü yerine, bazen RAB diye bilinen, tek, çok güçlü bir Tanrı'ya atıfta bulunmuştur.

Yahudilik yüzyıllar boyu geliştikçe, eski metinler üzerinde yeni hikayeler, kutsal kitaplar ve yorumlar ortaya çıkmaya başladı. Midraş terimi, orta çağ döneminden daha eski veya öncesine kadar birçok mit, efsane, masal ve öyküler de dahil olmak üzere Yahudi kutsal edebiyatının bu geniş gövdesini ifade eder. Bu anlatıların adı Haggadah yada "söylüyorum" dur ve bu metinler eğlence ve eğitimi aynı anda yaşatmıştır.

Haggadah metinlerindeki anlatılar sayesinde 500-1500 arasındaki boşluklar doldurulmuş oluyor. Örneğin, Yaratılış kitabı Cain'in Abel'i nasıl öldürdüğüne dair bir bölüm içerir. Haggadah, kimsenin tanık olmadığı ilk ölüm olması nedeniyle, kimsenin Abel'in bedeniyle ne yapacağını bilmediğini söylüyor. Cain ve Abel'in babası olan Adam'ın, yerde bir delik açarak ölü kuşu gömen kuzgunu gördüğünü ve kendisinin de aynı şekilde Abel'i gömmeye karar verdiğini anlatıyor.

Yahudi geleneği Yahudiliğin bir atılımı olarak başlayan tek tanrılı inanç olan Hristiyanlığı etkilemiştir. İki din birçok kutsal öykü ve metin paylaşmaktadır. Tanah, özellikle de Yaratılış ve Göç kitaplarında Tanrı'nın dünyayı yaratması, Adem ve Havva, Eden Bahçesi, Nuh ve tufan, Musa ve Çıkış gibi Hristiyanlığın parçası olan hikayeler bulunur. Bununla birlikte, İsa'nın hayatını ve eserlerini ele alan Yeni Antlaşma Hristiyanlığa özgüdür.

Yazan-Çeviren-Derleyen: A.Kara

KUR-AN AYETLERİ NASIL YAZILIYORDU - 3

AY, din, islamiyet, Kur-an ayetleri nasıl yazılıyordu?, Kur-an, Kur-an'ı kim yazdı, Ahzab suresi, Ahzab suresi 53, Muhammed'in hanımlarını yasaklayan ayet, Ömer Kur-an ilişkisi, KUR'AN AYETLERİ NASIL YAZILIYORDU-3


Ahzâb Suresi'nin 53. ayetinin son bölümünde şöyle deniyor;
"Peygamberin hanımlarından bir şey isterken perde arkasından isteyin (onlara bakmayın). Bu, hem sizin kalpleriniz, hem de onların (Muhammed'in hanımlarının) kalpleri için daha uygun bir davranıştır. Sizin, Allah'ın Resulünü üzmeniz ve ondan sonra (onun ölümünden sonra) hanımlarını nikahlamanız, asla caiz değildir. Çünkü bu, Allah katında büyük bir günahtır."

Daha önce de, Ömer'in Muhammed'e yaptığı müracaat üzerine, onun ailesiyle ilgili bu tür ayetlerin indiğini, hatta bunlar arasında bu ayetin de olduğunu paylaşmıştık. Bu örneğimizde ise, Ömer'le ilgili farklı bir şey gündeme getiriyoruz: Ayşe'nin anlattı­ğına göre, bu ayetlerin sebep- sonuç ilişkileri arasında Ömer de vardır. Yani, Muhammed'in hanımları hakkında inen yasaklayıcı ayetlerin geliş sebepleri arasında Ömer’in rolünü de görüyoruz. Şimdiye kadar ki örneklerimizde Ömer'in önerileri doğrultusunda inen ayetlerden söz ettik; bu örneğimizde ise, onun bizzat tehlike unsuru olması nedeniyle ayet geldiğini görüyoruz.

Gelişmeleri Muhammed'in hanımı Ayşe'den dinleyelim:
"Eşimle birlikte yemek yiyorduk, o sırada Ömer de yanımızdan geçti; eşim onu yemeğe davet etti, hep birlikte yemek yemeğe devam ederken, o arada Ömer'in eli benim elime değdi; eşim Muhammed bunu görünce çok üzüldü. Üzüldü­ğünü ben de fark ettim."

Bu olay üzerine, Ahzâb Suresi'nin az önce geçen "Peygamber hanımlarından bir şey isterken perde arkasından isteyin" bölümü indi.

Bu örneğimizde işin ahlaki boyutu bir yana, şurası çok önemli: Bu ayet indiği vakit, Muhammed, yaklaşık 20 yıllık peygamberdi ve böyle bir yasak ayet inmemişti. Şayet Muhammed'in hanımları olmasaydı veya Ömer o an yemeğe davet edilmeseydi acaba bu ayet iner miydi? Görülen odur ki, Muhammed’in moralini bozan en ufak bir davranışta Cebrail hemen hazır ve nazırdır. Tabii ki bazı yorumlarda Ömer dışında başka ki­şilerin de isimleri geçiyor. Ama, burada önemli olan şahıslar değil; ayetin gelişine kimlerin sebep oldukları, kimlerin katkı yaptıklarıdır. Uzunca olan Ahzâb Suresi'nin bu 53. ayetinin son kısmında özetle, "Muhammed ölse de asla onun hanımlarıyla evlenemezsiniz; bu büyük bir günahtır" deniyor.

Burada bu yasağın sebebi cennetle müjdelenen on kişiden biri olan Talha bin Ubeydullah, Resulullah'ın eşlerinden biri hakkında şöyle demişti: "Eğer Resulullah ölürse Ayşe ile evleneceğim; çünkü o, benim amcamın kızıdır." Bu söz Resulullah'ın kulağına vardığında çok rahatsız olmuştu.

Hicap ayeti nazil olduktan sonra tüm kadınlar hicaba bürününce Talha yine şöyle dedi: "Acaba Muhammed bizim amcakızlarımızı da mı bize karşı giydirecek? O, bizden sonra hanımlarımızla evlenebiliyorken biz neden o öldükten sonra onun hanımlarıyla evlenmeyelim?" demiş.
Bu sözü duyan Muhammed çok üzülünce, az önceki ayet inmiş.

Kimi kaynaklarda ise, bazı erkeklerin "Muhammed'in hanımları bizim akrabamız oldukları halde, Muhammed bizi onlarla görüştürmüyor; eğer Muhammed ölürse biz onlarla evleneceğiz" dedikleri aktarılıyor. Muhammed hayatta iken, hanımlarına, örtünme, evde göz hapsi vb. hususlarda Kur’an ayetleriyle yaptırımlar uygulandığı gibi, kendi ölümünden sonra hanımlarının evlenmemesi için az önce geçen Ahzâb Suresi’nin 53. ayetiyle de buna yasak getirilmiştir.

Gerçekten de onun ölümünden sonra dul kalan onlarca hanımından hiçbiri, bu ayetlerden ötürü başkasıyla evlenememiştir.

Kaynaklar:
Belazüri, Ensabü'l-Eşraf, 2/102
Zamahşeri, El-Keşşaf tefsiri, Ahzâb Suresi'nin 53. ayeti dipnotu
Heysemi, Mecmau-z-Zevaid, tefsir bölümü, 7/93
Suyuti, Lübabu'n-Nükul fi Esbabi'n-nüzul, Ahzâb-53.
Tecrid-i Sarih, Diyanet tercemesi, 1772 nolu hadisin şerhinde
Er-Razi, Tefsir-i Kebir
Kurtubi, el-Câmi' li Ahkâmi'l Kur'an
Begavi, Meâlim-üt-tenzil
Kadı Beydavi, Envarü't Tenzil
İbn-ül Arabi, Ahkamü'l-Kur'an
Taberi, İbni Kesir, Mukatil bin Süleyman kendi tefsirlerinde, Şevkani, Fethu'l Kadir'de ve daha birçok müfessir Ahzâb Suresi'nin 53. ayetinin değerlendirmesinde bu hikâyeyi anlatmışlardır.
Beyhaki, es-Sünenü'l Kübra, 7/69
El-Vahidi, Esbab-ı Nüzul, Ahzâb-53
Askalani, el-İsabe, No: 4271, "Talha" bölümünde
İbn-i Esir, Üsdü'l Gabe, No: 2626, "Talha" bölümünde...

SABİİLİK'DE HAYAT, IŞIK VE ÖLÜMSÜZLÜK

A, din, mandeanizm, Sabiilik,Sabiilerin inancı,Mandeanların inancı,Sabiilerde hayat,Sabiilerde Işık,Işık kralı,Sabiilerde suyun önemi,Melka d Nhura,Mandeanizm'de ölümden sonra,El-Matatathi,Sabiilerde ahiret
MANDEANİZM'DE HAYAT
Hayat Nasurai'nin Aramca "Yaşamak" veya hayatın kendisi anlamına gelen "Hayyi" dediği bir Tanrı varlığının tanınmasıdır. Büyük Yaşam (veya Yüce Tanrı), evrenin yaratıcı ve devam eden gücünün bir kişiliğidir ve her zaman kişiliksiz çoğul olarak söylenir, gizem ve soyutlama olarak kalır. Chai (Yaşam) harflerini kolye gibi asılı olarak giymek, Mandean'ın hayata olan saygısı ile ilişkilidir. Büyük Yaşamın sembolü "yaşayan" su ya da bahçeyi akıtır. Bu nedenle, akarsular Nasurai ayinlerinde merkezi bir yere sahiptir, dolayısıyla nehirlerin yakınında yaşama gerekliliğini doğurur.

MANDEANİZM'DE  IŞIK
İkincisi ışığın hayat verme gücüdür. Melka d Nhura (Işık Kralı) ışığın kişiselleştirilmiş halidir ve sağlık, güç, erdem veren ışık ruhları ile temsil edilir. Mandaralıların etik sisteminde, Zerdüştlerde de olduğu gibi, temizlik, vücut sağlığı, vicdan sağlığı ve ahlaki yasalara aklın saflığı da itaatle eşlik etmelidir. Temiz ve saf akıl için disiplin kılavuzlarındaki bir cümle şöyle der: Yaşam ışığını görebilirler.

MANDEANİZM'DE  ÖLÜMSÜZLÜK
Ölümsüzlük dinin üçüncü önemli ayinidir; ruhun ölümsüzlüğüne olan inanç ve atalarının ruhlarıyla doğrudan ve ilahi olan yakın ilişkiyi ele alır. Vücut küçümsenirken, ruhun kaderi temel endişe kaynağıdır. Bir sonraki hayatın varlığına olan inancın içinde ödül ve ceza vardır. İnanışa göre günahkarlar El-Matatathi'de cezalandırılacak ve ardından Cennete girecektir. Allah, merhametli ve affedici olduğu için ebedi ceza yoktur.

Yazan-Çeviren: A.Kara

HİNDU KAVRAMI "ATMAN"

A, din, hinduizm, Atman, Hindu kavramları, Hinduizm'de ego, Hinduizm'de benlik, Hinduizm maneviyatı, Hindular neye inanır?, Manevi tecrübe ve reenkarnasyon,
Atman 'ebedi ben' demektir. Atman, egonun ötesinde gerçek benliğe veya sahte benliğe atıfta bulunur. Genellikle "hayalet" veya "ruh" olarak adlandırılır ve varlığımızın altında yatan gerçek özümüzü gösterir.

Kişisellik üzerine, Tanrı'nın sonsuz hizmetkarı olarak benlikten Tanrı ile özdeşleştirilen kendine kadar uzanan çok sayıda ilginç bakış açısı vardır. Benliğin ebedi olarak anlaşılması, aynı sonsuzluğun geçici cisimlerde yaşayabilmesi için reenkarnasyon fikrini desteklemektedir.

Atman fikri, benlik fikrini, maddi varlık olmaktan ziyade manevi bir şey olarak görür ve bu nedenle, maddi dünyadan ayrılmayı vurgulayan ve sofuluğa yükselmek gibi uygulamaları teşvik eden Hinduizmin güçlü bir boyutu vardır. Böylece, bu dünyada manevi bir varlık, atman, bir insanın manevi bir tecrübeye sahip olmasının insan olmasından daha önemli olduğunu söyler.

Yazan-Çeviren: A.Kara

GEİ HİNNOM | CEHENNEM

GF, din, yahudilik, Cehennemin kökeni, Yahudilerden alınan cehennem, Hinnom vadisi, Tanrıya insan kurban eden İbraniler, Ölülerin yakıldığı vadi ve cehennem, Cehennem gerçeği, islamiyet, Gehenna,

GEİ HİNNOM
(Okunuşu Ce-Hinnam)

Korku dinler için hayati öneme sahip bir unsurdur. Özellikle semavî olduğu iddia edilen dinlerde , kendilerinden önce ki inançları öteleyip insanları tek Tanrı inancına yönlendirme ve güvenlik zafiyetinin önüne geçmek için korku temel unsurdur. Geçmiş dönemlerin tekinsiz atmosferini baz alınca , insanları sürekli gözetleyen , her yaptığını gören bir Tanrı ve yapılan kötülüklerin cezası olan bir cehennem fikri elbette o dönem için en mantıklı güvenlik sistemi olarak görülebilir. Aslında cehennem ve benzeri cezalandırma olgusu pagan inançlarda ve çok tanrılı dinlerde de görülmektedir. Örneğin , Gök Tengri inancında ki "Tamu" , Yunan mitolojisinde ki "Tartarus" , İskandinav mitolojisinde ki "Helheim" yada "Muspelheim" buna örnek gösterilebilir.

Orta doğu inançlarında ki cehennem olgusu ise bariz olarak mitolojik unsurların etkileşimi neticesinde şekillenmeye başlamıştır. İslamiyette ki cehennem fikri Yahudilikten devşirilmiş olmasına rağmen iddiayı bir adım ileriye götürerek sadece kötülük yapanların gideceği yer almaktan çıkararak Allah'a ve Peygamberine iman etmeyenlerin de gideceği yer olarak betimlemeye başlamıştır cehennemi..
Peki nereden geliyor bu cehennem kelimesi , kökeni nedir ?

Yahudilik inancı yaygınlaşmaya başlamadan önceki dönemlerde bugünkü Filistin ve Kudüs bölgesinde yaşayan ibraniler pagan bir inanca sahiptiler. Tanrılar adına insan kurban etmek onlar için sıradan bir ritüeldi.
Bugün Kudüs'ün güneyinde hala varlığını koruyan bir vadi bulunmaktadır , adı da Gei Hinnom yani Hinnom vadisi olarak bilinmektedir , günümüzde yeşil alan , bir tür mesire yeridir.
Gei Hinnom vadisi pagan ibranilerin Tanrı Moloh adına inşa ettirdikleri tapınma alanları ve sunaklar ile doluydu . Bu vadinin yine pagan İbraniler için ayrı bir önemi daha vardı. Vadiyi hem çöplük olarak kullanırlardı hem de büyük suçlar işleyip idam edilen suçluların cesetlerini atarlardı çünkü Yahudilik öncesi İbrani inancında öte dünya fikri pek yaygın değildi , inançları dünyevi anlayışları üzerine inşa edilmişti.

Zamanla vadiye atılan cesetlerin ve çöplerin kokusu dayanılmaz boyutlara ulaştıkça , bölge halkı dönem dönem vadiyi ateşe verip , çöpler ve cesetler tamamen yansın diye kükürt atarlardı ve böylece uzun süre sönmeden yanan ve suçluların nedenlerini yakan bir ateş elde ederlerdi.

Peki suçluların cesetlerinin sönmeyen ateşle yakıldığı bu vadi , ölülerin ruhlarının cezalandırıldığı cehennem kavramına nasıl dönüştü ?
Çok büyük ihtimalle pagan dönem sonrası Yahudilerin inanç yapılarında köklü değişikliklere sebep olan Babil sürgünü esnasında , Babilli rahipler Yahudi din adamlarını , geçmişte cesetlerin yakıldığı bu vadi hakkında uyarmış ve bu caydırıcı etkeni dini bir şekle sokup , mevcut inanca eklemeleri konusunda yardımcı olmuşlardı. Sonrasında ise Yahudi inancı üzerinden ilerleyen reform hareketleri yüzünden yeni bir inancın yani Hristiyanlığın ortaya çıktığını biliyoruz.
Elbette Yahudilikte şekillenen bu cehennem inancı , Hristiyanlığı da sirayet etmiş ve oradan da her ikisinden de etkilenen İslam öğretisine geçmiştir.

Gei İbranice de vadi anlamındadır , Hinnom ise gözyaşı olarak tercüme edilebilir , yani gözyaşı vadisi.
Bu ismin "Gehinnom" olarak geçtiği Aramice de G harfi C olarak okunduğundan Arapçaya "Cehinnom" Yunancaya da "Gehenna" olarak geçmiştir yani bugün bildiğimiz hali ile "Cehennem"

Ne tuhaftır ki özellikle Müslümanlar , cehennem kavramına ideolojik bakarlar. Müslüman olmayan herkesin ve bazı Müslümanların da gideceği yer olarak görürler fakat ne yazık ki pek çoğu cehennemin aslında eski bir çöplüğün adı olduğunu bilmezler.

Yani özetle geçmişte bir dönemde , pagan İbranilerin çöplerini ve ağır suçlar sebebiyle idam edilmiş suçluların cesetlerini yaktıkları ve kükürt atarak ateşini besledikleri Gei Hinnom vadisi semavî dinlere , günahkarların yanacağı cehennem olarak geçmiştir ve hem Hristiyanlar hem Yahudiler hem de Müslümanlarca sorgulamadan inanılan bir kavram halini almıştır. Her daim sevgi ve umutla kalın dostlar.

Yazan: Gregoire de Fronsac

CİN MUSALLAT OLMASI VE ŞEYTAN ÇIKARMA

DP, din, Cin çıkarma, Şeytan çıkarma, Paranormal olaylar, Paranormal manyaklıklar, Cin musallat olması, Bilinçaltı ve paranormal olaylar, Karabasan, islamiyet, hristiyanlık, yahudilik,

PARANORMAL MANYAKLIKLAR | CİN MUSALLAT OLMASI VE ŞEYTAN ÇIKARMA


Şeytan, orijinal adıyla “The Exorcist” filmi hemen hepimizin hafızalarında derin izler bırakmıştır. William Peter BLATTY’ nin aynı adlı kitabından, 1973 yılında William FRIEDKIN tarafından sinemaya aktarılan filmde doğaüstü olaylara tanık olmuştuk. Linda BLAIR tarafından canlandırılan 13 yaşındaki REGAN adlı kız çocuğunun içine şeytan giriyor ve onu ele geçirip hayatını zindan ediyordu. Filmde, o döneme değin kullanılmamış birçok sinema ve makyaj tekniği kullanılmış, insanlar dehşete kapılmış, bazı ülkelerde yasaklamalar dahi getirilmişti. İlk defa çok farklı bir konu, çok farklı bir biçimde ele alınıyordu. Şeytan kavramının korkutuculuğu daha önce Roman POLANSKI’ nin çektiği ve Mia FARROW’un baş rolünü oynadığı, 1968 tarihli “Rosemary’s Baby” filminde karşımıza korkutucu bir şekilde çıkmıştı. Şeytan filminde özellikle Regan’ın salonun ortasına yeşil renkte işediği, kafasını çevirdiği, yataktan havalandığı ve ters örümcek yürüyüşü ile merdivenlerden indiği sahneler ciddi korku travmalarına neden olmuştu. Tabi her filmde olduğu üzere kahramanlara ve kurtarıcılara ihtiyaç vardı. Usta Oyuncu Max Von SYDOW’un canlandırdığı PEDER MERRIN karakteri, yardımcısı ile kızı şeytandan kurtaracaklar, ancak bu olayı canları ile ödeyeceklerdi. Filmde kızın annesi ateistti. O da bu durumdan dolayı ciddi travma yaşayarak inançlı hale geliyordu. Bu filmin gösterdiği yüksek başarı, ardında muazzam bir Hristiyanlık pompalaması yapıyordu. Bunu Yeşilçam kaçıramazdı. Regan karakterine Canan PERVER, Asıl Hoca rolünü Agâh HUN ve yardımcı hocalığı ise Cihan ÜNAL üstleniyordu. Bu filmde kullanılan İslami öğelerden dolayı (Kuran ve dualar ile şeytanı kovma vs.) “Yerli Şeytan” kopyalandığı “Yabancı Şeytan’dan” daha etkili ve korkutucu olmuştu. Bu film hemen hemen yeni bir sinema türünün doğmasını sağladı. Arkasından gelen Poltergeist ve Evil Death filmleri bu kültün en önemli başyapıtları haline geldiler. Günümüzde bu akımın bayrağını “Paranormal Activity”, “The Conjuring” ve “Annabelle” filmleri başarı ile sürdürüyorlar.

Peki, Exorcism, yani şeytan çıkarma ayinini gerektiren bu “alıkoyma” fenomeni neyin nesi? Birisinin bedeni, yabancı ve şeytani bir güç tarafından ele geçiriliyor. Kişi kendinde olduğu zamanlarda etrafındakilerden yardım istiyor. Bedenini hiç tanımadığı kötü bir ruhun ele geçirdiğini, hemen çıkartılmaz ise daha kötü şeylerin olacağını ve öleceğini söylüyor. Bazen birey kendini kaybettiğinde istemsiz kasılmalar ve iniltiler oluşuyor. Bu fenomende en radikal durumlar, yönlendirici ve komut veren bir bireyin, alıkoyan ruh ile yaptığı diyaloglardır. Komut veren yönlendirici birey, bu kişiye çeşitli sorular sorar. Kişi, dinsiz şeytani bir varlık olduğunu, o bedenden çıkmak istemediğini ifade eder. Farklı ve gırtlaktan gelen bir ses tonu kullanırlar. Eğer yanında birileri kutsal kelimeler okursa buna tepki gösterir. Hemen durdurulmasını ister. Yoksa alıkoyduğu bedene zarar verecektir. Bunu ağlamalar ve kasılmalar izler. En sonunda Yönlendirici-Dominant birey, telkin ve ilahi ritüeller eşliğinde şeytani varlığı kovar.

Bu noktada sorun şu ki Bu fenomen hemen her toplumda, hatta semavi olmayan pagan dinlerinde bile olmaktadır. Örneğin pagan bir kabilede meydana gelen alıkoyma hadisesinde kabilenin büyücüsü, tütsü ve davul eşliğinde kutsal ruhlar ile işbirliği yaparak şeytani varlığı kovar. Şeytandan/Kötü ruhtan arınan birey ağlamaya ve teşekkür etmeye başlar. Etrafındakiler de bu ilahi mucizeye tanık olarak dinlerine daha sıkı bağlanırlar.


Exorcism fenomeni dışında benzeri bir fenomen’de Cinlerin, İfritlerin, Kötü Ruhların musallat olma hadisesidir. Bu fenomende bireyin bedeni “alıkoyma” fenomeninde olduğu gibi ele geçirilmez. Kişinin yaşam akışı ele geçirilir. Kişi birileri ile konuştuğunu iddia eder. Evde istemsiz ışıkların açılıp kapandığını, bazen bir varlığın kendisini odaya kilitlediğini, cisimleri hareket ettirdiğini ve bazen kendisine gözüktüğünü iddia eder. Yabancı form genelde kişiye zarar vermez. Ancak bazı hallerde kötü varlık tarafından tecavüzler iddia edilir. Genelde bayanların maruz kaldığını iddia ettiği bu durumlarda Ruhani Varlık, alenen birey ile cinsel temasta bulunur. Nadir de olsa dişi kötü varlıkların erkeklere de benzer yaklaşımları sergilediği iddia edilmiştir.

Bu fenomende de ilginç bir şekilde o bireyin dini inançlarına ait ritüeller gereklidir. Örneğin bir Müslümanın maruz kaldığı durumu Hristiyan veya pagan büyücü çözemez. Pagan birinin durumunu papaz, hoca, haham gideremez ya da bir Hristiyan'ı hocalar iyi edemez. Bu durum ile Yahudilerin karşılaşma olasılığı daha düşüktür. Onlara göre Tanrı (ya da Yehova) onları üstün kıldığı için hiçbir ruh veya cin onlara zarar veremez ya da musallat olamaz. Yahudilerde bu durum nadiren rapor edilir.

Konuya farklı bir pencereden bakalım. Eğer son hak din İslamiyet ise, bu alıkoyma durumlarında sadece İslami ritüeller geçerli olacaktır. Yani “alı konan” veya “musallat” olunan insanları sadece İslamiyet kurtarmalıdır. Ne papazlar, ne hahamlar ne de paganlar da büyücüler ya da şamanlar bireylere yardımcı olamamalıdırlar.

Bu noktada özellikle İslami çevrelerde hemen bu sava reddiye oluşturulur. Hristiyan cinler özellikle inançsız Hristiyanları seçerler. Onlara şeytani bir şekilde musallat olurlar. Eğer Hristiyan papaz cini çıkartırsa kişi inançlı bir Hristiyan olacaktır. Eğer Hristiyan papaz çıkartamaz ise bu sefer kişi cini çıkartanın dinine tabi olacaktır. Eğer Müslüman çıkartırsa, birey Müslüman olur. Bu nedenle Hristiyan cinler bir “kumpas” kurmuşlardır. Bu sayede insanları Hristiyanlığa çekerler. Papazlar da ilahi güçlere sahip “ruhban sınıfı” oluştururlar ve güçlenirler.

Ülkemizde de durum farklı değildir. Youtube ve benzeri sosyal medya video kanallarında birçok şeytan çıkartma-cin kovma ritüelleri düzenlenmektedir. Bu videoları izlediğinizde akıl almaz durumlarla karşılaşırsınız. Kişiler cin ya da şeytan olduklarını iddia ederler. Küfürler ve benzeri abuk subuk sözleri söylerler. Hoca da dualar eşliğinde cini çıkartır. Sonra gelsin paralar.

Günümüzde din pazarlamanın ve satmanın en kolay ve etkili yoludur bu inli-cinli ve şeytanlı hikâyeler... Yok, incir ağacı altından gece geçme, gece tırnak kesme, 3 harfli de ve isimlerini zikretme gibi saçma sapan adetlerimizin kökeni budur. “Düğünlerine denk geldim ayakları tersti” “Beni çağırdılar gitmedim, bir vardı bir yoktu”, “Hala oğlunun amcasının kuzeninin yeğeninin arkadaşının askerdeki komutanının kız kardeşinin arkadaşının gittiği bakkalın yengesinin bilmem nesi görmüş böyle gözleri tuhafmış ayakları tersmiş, ona musallat olmuşlar, su cinleri çarpmış” gibi saçma sapan hikâyeler özellikle kültürümüzde derin bir yer oluşturmuştur.

Hristiyanlıkta, özellikle Engizisyon döneminde bu psikolojik arıza, çıkarlar doğrultusunda kullanılmıştır. Bazen halka açık yapılan exorcism ayinleri sayesinde halkın gözünde kilisenin değer yükseltilmiş, muhtaç olunan kurum haline dönüştürülmüştür. Bu fenomen ile halk korkutulmuş, cinlerin ve ifritlerin kol gezdiği, ancak kilise sayesinde bunlardan korunulacağı fikri geliştirilmiştir.

Halk arasında en çok yaygın olan teoriye göre doktorlar bu olaya çözüm bulamıyorlardır. Ne kadar doktora gidilse de çare bulunamamıştır. Bilim çaresiz kalmıştır. İlaçlar fayda etmiyordur. Bu işi sadece hocalar çözebilmektedir. Bu fikir o kadar yaygındır ki, neredeyse hemen her kültür seviyesinden insanlar bu hocalara gitmektedir. Medyum özelliği de olan bu hocalar, bazen “Müslüman” cinlerinde desteğini alarak gereğini yaparlar.

Son olarak bir fenomenden daha bahsetmek istiyorum ki birçoğumuzun. Özellikle ergenlik döneminde mutlaka karşılaştığı bir durumdur. “Karabasan Cini…” Gece kalktığınızda hareket edemiyorsunuz. Sesinizi duyuramıyorsunuz, bazen göz kapağınızı bile açamıyorsunuz. Gözünüzü açabilseniz de etrafınızda uyuyanlar, hatta yanınızda uyuyanlara dahi ses çıkartamıyorsunuz. Elleriniz ve ayaklarınız kitli. Üstünüzde oturan bir Cin var. Ağırlığını hissediyorsunuz. Bir sür sonra dualar eşliğinde onu kovuyorsunuz. Sabah kalktığınızda bunu anlatmaya korkuyorsunuz. İnsanların sizde deli diyeceğini sanıyorsunuz. Bir yakın arkadaş grubunuz var ise onlarla paylaşıyorsunuz. Onlarda benzeri deneyimleri yaşadıklarını söylediklerinde ise tamam diyorsunuz. “Bize uğradılar”. Bu durum sizi daha da korkutuyor. Ailenize açılıyorsunuz ya da bir hocaya. Onlarda bu durumun aslında normal olduğunu bazen imandaki bir zayıflıktan, eğer imanlı iseniz sizin imanınızı sakatlamak isteyen ifritlerin-cinlerin yaptığını söylerler.


Bu noktaya kadar hemen herkesin bildiği ortak bilgileri paylaştım. Hatta bazen yazıyı okumaya ara verip, Youtube’dan video bile araştırıyor olabilirsiniz. Makaleler okuyup kendinizi kandırıp korkutmak isterseniz, size hayal dünyanızda başarılar dilerim.

Kendi çevremde dahi o kadar çok bu fantastik hikâyeler ile kendini kandıran var ki inanamıyorum.

Şimdi gerçek dünyaya dönelim. Bu olayların gerçek iç yüzü ne?
  1. Exorcism ayini gerektiren “Alı konma” Fenomeni aslında Obsesif bir bozukluktur. Obsesyon’ un (Takıntı) bir türüdür. Her toplumda da görülür. Çünkü insani bir psikolojik hastalıktır. Bilimsel olarak ta çaresi vardır. Sadece bu durumun iyileştirilmesi birkaç seans ile gerçekleşir. Nadiren ilaç desteğine ihtiyaç duyulur. Yani, bilimsel olarak bu hastalık kanıtlanmış, teşhis edilebilmekte ve tedavi edilebilmektedir. Ancak cahil ve geri kalmış toplumlarda veya bireylerde (ki bu cahillerden kastım bazı okumuş cahilleri de kapsıyor) hasta yakınları tedaviyi kendi inanç dünyalarından dolayı reddediyor ve üfürükçülere bel bağlıyorlar. Bu hastalıklarda nadiren tedavi “telkin” ile gerçekleşiyor (Her toplumda ve dinde neden büyücülerin, hocaların ve papazların işe yaradığını daha iyi anlarsınız). Kısacası bu hastalığı ilahi güçlere bağlamak ve onlarla ilişkilendirmek tümden temelsizdir. Kanıt olduğu iddia edilen bazı doküman ve kayıtların bilimsel hiçbir değeri yoktur. Bunlar hiçbir zaman kanıtlanamamış ve kanıtlanamayacaktır. Gerçekçi olunursa bu hususa inanmak ile Noel Babaya inanmak arasında hiçbir fark yoktur.
  2. Musallat olunma fenomeni de aynı hastalığın bir farklı versiyonudur. Yani Takıntı’dır. Bilimsel olarak bu hastalık kanıtlanmış, tespit edilmiş, bu hastalığa neden olan faktörler ortaya çıkartılmış ve tedavi yöntemleri ortaya konmuştur. Eğer aklınızı internette saçma sapan hikayeleri araştırmaya vermeyip. Gerçek, akademik ve bilimsel makaleleri araştırmaya yönlendirirseniz görürsünüz.
  3. Nazar diye bir şey yoktur. Göz değmesi diye bir olay yoktur. Sadece Türk İslamiyet’inde olması dahi bu hususun kaynağını ev gelişimini bize gösteriyor. Şamanizmden-Tengricilikten geçme adetten başka bir şey değildir.
  4. Karabasan cini diye bir şey yoktur. Bu fenomen “Geçici Uyku Felci”dir. Bu rahatsızlıkta kanıtlanmış, sebep ve sonuçları ortaya konmuştur. Düzensiz uyku, stres ve gece ağır yemek yerseniz düzenli olarak karabasan cini ile müşerref olabilirsiniz.
İnsanlar inanmak istediklerine inanırlar, görmek istediklerini görürler. Ancak ortada bir de gerçekler vardır. Ailenizde, arkadaşlarınız arasında, belki de kendiniz bu durumlar ile karşılaşmış veya karşılaşıyor olabilirsiniz. Eğer bu hususu bir hastalık olarak görüyor ve ona göre hareket ediyorsanız doğru yoldasınız. Yok, bu durumu şeytani kötü güçlere bağlıyorsanız size daha önce de söylediğim gibi hayal dünyanızda başarılar dilerim. Güç sizinle olsun. Muskalarınızı asın, Cevşeni eksik etmeyin. Başucunuza sarımsak asın. Hoca efendinin size verdiği tılsımları üzerinizde taşıyın.

Etrafımda bu hikâyeleri o kadar çok duydum ki, artık kusasım geliyor. Üzülerek belirtiyorum ki yok. Şeytani güçler yok. İfritler yok. Noel Baba yok. Musallat olma yok. Ele geçirme yok. Süperman yok. Wolverine yok. Caillou bir çizgi film. Heidi hiç Alplerde var olmadı. Jedi’ lik sadece Star Wars filmindeki karakter. Tusubasa asla Türkiye’de oynamayacak.

Bu arada, evrene pozitif enerji yollamayı bırakın. Negatif enerjiler de sizi etkilemiyor. Jüpiter sizi kafasına takmıyor. Venüs’ün etkisi sizi bu yıl etkilemeyecek. Mars nedeniyle aşk hayatınızda sıkıntı olmayacak. Merkür gezegeninin geçişi size maddi sıkıntılar oluşturmayacak. Günümüzde yeni moda olan şu “Evren Dini”ni atın çöpe. Eski moda Semavi Dinlerden sıyrılacağım diye soytarı olmaya da gerek yok. Fallardan, yıldızlardan, gezegenlerden etkilenip hayatınızı çizmeyin. Hepsi fantastik hayal ürünü. Güzel vakit geçirdiğinizi sanıyorsunuz o kadar.

Hayatınızı gerçekler ile şekillendirin ve ona göre çaba harcayın. İyi insan olun. Herkese yardım edin. Eve giderken sokak hayvanlarına mama alıp verin. Kardan yiyecek bulamayan kuşlar ve sokak hayvanları için yiyecek istasyonu yapın. Mama alacak paranız yoksa ki olabilir, artık yemek ve ekmekler ile onları besleyin. Örnek kişi olmaya çabalayın. Herkese eşit olun. Herkesin fikrine saygı duyun. Saygı ve sevgi çerçevesinde yaşayın. Haksızlıkların karşısında, hukuk sınırları içerisinde durun. İşte asıl “Din” budur.

Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ten birkaç alıntı yapmak istiyorum:
  • Ben manevi miras olarak hiçbir nas-ı katı, hiçbir dogma, hiçbir donmuş, kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevi mirasım ilim ve akıldır. Benden sonra, beni benimsemek isteyenler, bu temel mihver üzerinde akıl ve ilmin rehberliğini kabul ederlerse, manevi mirasçılarım olurlar.
  • Biz cahil dediğimiz zaman, mektepte okumamış olanları kastetmiyoruz. Kastettiğimiz ilim, hakikati bilmektir. Yoksa okumuş olanlardan en büyük cahiller çıktığı gibi, hiç okumak bilmeyenlerden de hakikati gören gerçek âlimler çıkabilir.
  • Dünyada her şey için, maddiyat için, maneviyat için, hayat için, başarı için en hakiki yol gösterici ilimdir, fendir. İlim ve fennin dışında yol gösterici aramak gaflettir, cahilliktir, doğru yoldan sapmaktır. Yalnız ilmin ve fennin yaşadığımız her dakikadaki safhalarının gelişimini anlamak ve ilerlemeleri zamanında takip etmek şarttır.
  • Yükselmiş, ilerlemiş medenî bir millet olarak medeniyet düzeyinin üzerinde yaşayacağız. Bu hayat ancak ilim ve fenle olur. İlim ve fen için kayıt ve şart yoktur.
Sağlıcakla ve Aklınızla kalın.

Yazan: Demon Product

KUR-AN VE KADINLAR İÇİN DEHŞET VERİCİ AYETİ

AY, islamiyet, din, Kur-an, Hz Muhammed, Bakara Suresi, Savaş esiri kadınlar ve İslam,İslamiyet ve kadın,Kur'an ve kadın,Nisa suresi,Cariye almak için savaşanlar,Savaşta ele geçirilen kadınla ilişkiye girmek,cariye
Kur’an'a göre (Bakara Suresi'nin 228 ve 234. ayetleri) eğer bir kadının eşi ölür veya öldürülürse, ikinci bir eşle evlenebilmek için en az 4 ay 10 gün veya üç ay hali-âdet görünceye kadar beklemelidir. Ama bu kural, savaş esiri cariyeler için geçerli değildir. Bunun sebebi şudur ki, Muhammed, hem kendisi hem de arkadaşları o kadınlarla bir an önce ilişkiye girebilsinler diye böyle bir imkânı sağlamıştır; yoksa başka ne amaç güdülmüş olabilir ki!

"Savaşta ele geçirilen bir kadınla ilişkiye girebilmek için, o cariyenin bir ay hali-adet görmesi yeterlidir." Bir ay hali âdet görme gerekçesini de şöyle açıklamıştır: O kadının doğuracağı çocuğun hangi erkekten olduğu bilinsin diye, Yani, neslin kime ait olduğu belli olsun, birbirine karışmasın demek istemiştir. Bir diğer ilginç nokta da şudur: Bazen öyle olurdu ki, bir cariye ile birden fazla erkek cinsi ilişkide bulunurdu. Bu arada o zavallı kadın hamile kaldığında, çocuğun hangi erkeğe ait olduğu tartışmalara, hatta kavgalara neden olurdu. Örneğin; bir cariyeyle cinsi münasebette bulunan üç erkek, kadının hamile kalması sonucu bir ara Ali'ye müracaat edip o çocuk için hak talebinde bulunurlar. Ali, çektirdiği kura sonucu onları uzlaştırır, Ali'nin uyguladığı yöntem Muhammed'e anlatılınca, kendisi sevinçten kahkahalara boğulur ve onun uygulamasını takdir eder.

Nisâ Suresi’nin 24. ayetinde özet olarak, "(Başkasıyla) evli olan kadınlarla evlenmeniz size haramdır; ancak eğer evli olan kadınlar cariye-savaş esiri iseler, sizler onları alabilirsiniz (bu durumda evlilik şartı aranmaz)" deniyor.Bu ayetin sebep sonuç ilişkisi üzerinde biraz durmakta yarar vardır, Ebu Sait el- Hudri şöyle diyor:

"Peygamber, Huneyn Savaşı'nda bazı insanları Evtas tarafı­na yolladı. Bunlar oranın halkını mağlup edip hanımlarım ele geçirdiler. Bu kadınlar, Muhammed tarafından Müslümanlara dağıtılınca, bazı sahabiler "Biz nasıl müşriklerin hanımlarıyla yatacağız, bu iş nasıl helâl olabilir?" şeklinde itiraz etmeye başladılar. Bu tartışmalar üzerine Nisa Suresi'nin 24. ayeti bu süreçte inmeye başladı. "Bilindiği gibi az önceki ayet, Müslümanlara savaş esiri kadınlan kullanma konusunda geniş yetki veriyordu. Özet olarak, "Evet, evli olan kadınlarla evlenmek haramdır, ama eğer evli olan kadınlar savaş esiriyse zaman Müslümanlara helâldir, sakıncası yoktur" anlamındaydı. Çok açıktır ki, Muhammed, etrafındaki insanlardan gelen itirazları bertaraf etmek için böyle bir ayete başvurmuş ve sonunda kendilerini bu işe alıştırmayı başarmıştır, yoksa çok adil diye tavsif edilen nitelenen bir Tanrı’nın böylesine bir zulme onay vermesi nasıl açıklanır ki!

Kur’an, az önceki ayetlerle yetinmeyip, Müslümanlara cariyeleri kullanma konusunda geniş imkânlar tanımaya devam etmiştir. Örneğin, yine Nisa Suresi'nin 25. ayetinde, "Şayet bir insanın, imanlı hür kadınlarla evlenmeye gücü yetmiyorsa, o zaman elleriniz altında bulunan imanlı genç kızlarınız (sayılan) cariyelerinizden alsın" deniyor. Kur'an’da Müslümanlara cariyeler konusunda tam yetki verilince, bazen öyle oluyordu ki, ortada henüz savaş söz konusu değilken, Müslüman gençler, karşı tarafın kız ve kadınlarını gözden geçiriyorlardı. Mesela bir adam Muhammed'e, "Eğer siz Taif şehrini alırsanız haberiniz olsun falanca kadın çok güzeldir" deyip o kadının güzelliğini daha önceden haber vermişti. "Adamın bu sözü Muhammed'in zoruna gitmiştir" dense de, bizim için Muhammed’in ona kızıp kızmaması değil; tersine, Müslümanların başlangıçta, "Nasıl olur da biz müşriklerin kadınlarıyla yatarız?" şeklindeki olumlu itirazlarına karşı onun verdiği olumsuz yanıt önemlidir. (Nisâ Suresi'nin 24, ayetinde "Allah'ın emriyle siz onları kullanabilirsiniz” demişti.) Nitekim onlar, zaman içinde Kur'an'da ayetler görünce değiştiler ve öyle bir noktaya gelindi ki, artık bir an evvel cariyeleri kapmak için dört gözle savaş bekler duruma geldiler. İşte bizim için önemli olan, bu çok vahim ve dehşet verici ayetlerin Kur'an'da yer almasıdır. Mümin bir kişi için cariyeyi kullanma konusunda Kur’an'da bu kadar yetki varken, ister istemez İnsanlar bir an evvel savaşa girip bir kadın-cariye ele geçinmeyi canı gönülden isterler. Bu ayetler mevcutken "Muhammed adama kızmıştır" şeklindeki savunmalar pek inandırıcı olmuyor. Çünkü bir taraftan onlara cariyenin kullanımını sağlamak, diğer taraftan bazı durumlarda onlara kızmak tutumu birbiriyle çelişiyor.

Hatta kaynaklarda bunların ötesinde şeyler de geçiyor. Mesela; Sait bin Yesar, "Bazen cariyeleri satın alırken livata'da (makattan ilişkiye girme) dahi bulunurduk" diyor.

Kaynaklar:
(Buhari, Libas, 62. bap.) Sadece bu olay,
1) Müslim. Reda, No: ¡456; 2) Ebu Davud. Nikah, No; 2155; .3) Tirmizi, Tefsir,
Nisa, No: 3016-17; 4) Nesaî. Nikah. 59-6/MO; 5) Tac, Nisâ tefsin, 4/93.

PAGANİZMDE ÇOK TANRICILIK

A,din, Paganizm, Paganizmde çok tanrısalcılık,Paganizmde birden fazla Tanrı ve Tanrıça,Paganizmde Tanrılar,Paganlara göre Tanrılar,Paganizm ve Isis,Paganizmde çoğulculuk ve çeşitlilik
Paganizmde Çok Tanrısalcılık: Çoğulculuk ve Çeşitlilik
Paganizmin birçok tanrısı, Doğa'nın çeşitliliğinin tanınmasıdır. Bazı putperestler tanrıçaları ve tanrıları, bu dünyadaki farklı insan topluluğuna çok benzeyen bir topluluk olarak görürler. Eski çağlardan beri İsis ve Osiris'in takipçileri ve modern dünyadaki doğa merkezli Paganlar gibi diğerleri, bütün tanrıçaları bir Büyük Tanrıça olarak, tüm tanrıları bir Büyük Tanrı olarak görürler ve bunların tümü evrenin ahenkli etkileşimi olan büyük Tanrı'lardırlar.

Yine de başkaları, Heraklitus'un M.Ö. 5. yüzyılda yazdığı gibi, ya da Her Şeyin Büyük Tanrıça Anası olan İsis'in ilk sözü olduğu gibi "her ikisi de Zeus olarak adlandırılmasını ve istememesini" öngören yüce bir ilahi ilke olduğunu düşünmektedir. İmparator Julian gibi diğerleri, Hristiyan eskiden Paganizmin büyük restoratörü ve günümüzde birçok Hindu mistiği, her şeyin kaynağı ve kaynağı olan soyut bir Yüksek Prensibe inanmaktadır. Ancak bu son Paganlar bile, diğer ruhani varlıkların, belki daha büyük bir varlığa sahip olmakla birlikte kendilerinin ilahi olduklarını ve yanlış veya kısmi tanrısallıklar olmadığını kabul etmektedirler. Bir'e tapan putperestler, tek tanrılı prensiplere inananlar olarak tanrısal prensipte tanrısal, tek imanlılar olarak, diğer gerçek tanrıların yanı sıra diğer bütün tanrıların sahte olduğu düşünülür.

Kaynak:
Pagan federasyonu

Yazan: A.Kara

MUHAMMED'İN EVLATLIĞININ KARISINI EŞ OLARAK ALMASI VE DAVUD'U ÖRNEK GÖSTERMESİ

AY, din, islamiyet, Hz Muhammed, Muhammed'in evlatlığının karısı ile evlenmesi, Muhammed ve Zeyd'in karısı, Davud ve Hitti Uriya, Muhammed Zeyd'i ölüme gönderiyor, Ahzab suresi 38,
YAHUDİLER, MUHAMMEDİ EVLATLIĞININ KARISINI ELDE ETMEKLE SUÇLAYINCA MUHAMMED DAVUT PEYGAMBERİ ÖRNEK ALDIĞINI SÖYLÜYOR

Ahzâb Suresi'nin 38. ayetindeki gerekçe ise, çok ilginç! Orada özetle, "Allah'ın Muhammed’e helâl kıldığı bir şeyi (hem birden fazla kadınla evliliği, hem de kendi gelini olan Zeynep'i almayı) yerine getirmekte (onu almakta) ona herhangi bir günah yoktur. Önceki peygamberlerde de Allah'ın kanunu böyleydi" deniyor. Acaba bu benzetmeden kasıt nedir?

Muhammed, özellikle Yahudiler tarafından şu iki konuda eleştiri yağmuruna tutuluyordu:
  1. Başkasının hanımına zorla el koyan bir peygamberdir;
  2. İşi gücü yok da devamlı kadınlarla evleniyor.
Halbuki bunlar, bir peygambere yakışmayan davranışlardır diyorlardı... Ahzâb Suresi’nin 38. ayetinin inmesiyle, kendine yönelik bu iki eleştiriye, kendince yanıt vermiş oluyordu. Peki önceki peygamberlerin olaylarıyla Muhammed'in bu olayı arasında acaba nasıl bir ilgi vardır?

Yahudiler, peygamberlerine çok bağlıydı. Oysa onların peygamberlerinden baba-oğul olan Davut ile Süleyman da, Muhammed’in buradaki hadisesine benzer bir olayla karşı karşıya kalmışlardı. Muhammed'de yöneltilen eleştirileri bertaraf etmek için gelen ayette onların peygamberlerine atıfta bulunuluyordu. Çünkü Davut da tıpkı Muhammed'in Zeynep'e olan aşkı gibi, bir gün damda gezerken kendine bağlı komutanlardan "Hitti Uriya"nın hanımını çıplak olarak görmüş ve ona âşık olmuştu. Bu sırada hem o kadınla gayri meşru bur şekilde yatmış, hem de onun kocasını vurdurmak için savaşa gönderip öldürtmüştü. İşte Ahzâb Suresi'nin 38. ayetindeki benzetmenin bir kısmı budur. Görüldüğü gibi, Muhammed'i kurtarmak için Yahudilerin peygamberlerinden emsal gösteriliyor.

Tevrat'ta Davud'un, Hitti Uriya'nın hanımı yıkanırken onu çıplak olarak gördüğü, bundan çok etkilendiği, bu kadının kime ait olduğunu araştırdığı, sonuçta kadını getirtip onunla gayri meşru olarak yattığı, bunun sonucu olarak da kadının Davud'dan hamile kaldığı, kadının bunu daha sonra Davud'a bildirdiği, bunun üzerine Davud'un Uriya'yı savaşa gönderip vurdurduğu ve artık kadına resmen el koyduğu ve Davud'un bu hareketinin İsrailoğulları'nca ayıplandığı yazılı. İşte, gerek Nisa Suresi'nin 54, gerek Ra'd Suresi'nin 38 ve gerekse Ahzâb Suresi'nin 38. ayetlerinde sözü edilen peygamberlerden kasıt bunlardır. Kur'an'da, bunlar emsal gösterilmek suretiyle Yahudiler susturulmaya ve Muhammed bu şekilde kurtarılmaya çalışılmıştır. Kur'an'daki bu benzetmede ikinci bir olumsuzluk daha göze çarpıyor, O da şudur: Muhammed'in hem çok kadınla evlenmesine, hem de başkasının hanımına el koymasına Davud ve Sü­leyman'ın yaptıkları emsal gösteriliyor ve böylece Allah, Davud ve Süleyman'ın o beğenilmeyen icraatlarını kendisi üstlenmiş oluyor, onları onaylıyor ve bu işi normal bir olay olarak sayıyor.

Muhammed bu evlilikten yaklaşık iki yıl sonra Zeynep'in eski eşi olan Zeyd'i, üç bin kişilik bir İslam ordusunun başına geçirerek yüz bin kişilik bir Rum ordusuyla çarpışmak üzere "Mute" Savaşı'na gönderiyor ve Zeyd bu savaşta Öldürülüyor; tıpkı Davud'un Uriya'yı savaşa gönderdiği gibi. Kaldı ki, aynı Zeyd, Muhammed'in Zeynep'le evlenmesinden kısa bir süre sonra Muhammed tarafından "Beni Süleym", "İys”, "Taraf, "Hisma”, "Vadi'l-Kura" ve "Ümmü Kirfe" başta olmak üzere küçük çaplı savaşlara-baskınlara gönderiliyor, Zeyd bu altı saldırıda vurulmuyor ve her defasında da başarıyla dönüyor. Zeynep ile evlendikten sonra Zeyd'i bir yıl içinde tam altı sefer savaşa göndermesi ister istemez Davud peygamber ile Hitti Uriya hikâyesini insanın aklına getiriyor. Çünkü Davud'da Uriya’yı birkaç kez savaşa gönderip vurdurmak istemişti; Uriya da Zeyd gibi savaşı kazanmış, ama en sonunda vurulmuş ve onun hanımı "el’Yesiye" artık Davud peygambere kalmıştı. Yani, benzerlikleri tıpatıp aynı, birbirlerine tamamen uygun. Kaldı ki, sebebi pek belli olmayan bu "Mute" Savaşı'na Zeyd komutasında üç bin insanı yollamak, zaten doğru değildir. Üstelik savaştan anlayan Halit bin Velit gibiler varken kalkıp emir komutayı Zeyd'e vermesi pek uygun bir karar değildi. Çünkü, ordu içinde savaştan daha iyi anlayan insanlar vardı. Nitekim bu savaşta yenik düşen İslam ordusunu son olarak Halit bin Velit toparlıyor ve o insanları kurtarmayı başarıyor.

KAYNAKLAR
Tevrat, "2. Samuel", 11/2-27; Matta İncili, 1/6; Tabcrani, Mucem-i Kebir, 24/43, Burada "kadının adı eI'Yesiye'dir" diye yazılı. Alusi, Ruh-ül Beyan, Ahzâb-38’de olayı aktardıktan sonra "kadının adı eî'Yesiye'dir" diyor; Fahrettin er-Razi, Meia-tib'ül Gayb, Ahzüb-38’de, "Benzetmeden gaye Davud-Uriya olayıdır" diyor: aynı olay, îbni Abbas tefsiri, Ahzâb-38’de de işleniyor; Kurtubj, kendi tefsirinde "Bu benzetmeden kasıt, Davud-Uriya olayıdır" diyor Beğavi, Mealim-üt Tenzil adlı eserinde Ahzâb-38'de "Davud-Uriya” hikâyesini yazıyor, İzzettin Dımaşki, kendi tefsirinde, Ahzâb-38’dc aynı şekilde anlatıyor; Ibni Sad, Tabakat, 8/350’de; Heysemi, Mecmeu!z Zevaid, 7/92'de; Kadı [yad, eş-Şih, 1^5'te ve daha birçok kaynak, "Kur’an'daki benzetmeden gaye, Davud ile Uriya'nın eşidir” diye anlatıyorlar. 10 Müslim, iman. No: 177/388; Tirmizi, Abz^b tefsin. No: 3207: Tabcrani, Mucem-i Kebir, 24/41, Nor 111-1İ3; Ahmet bin Hanbel, Müsned. 6/241,266