HABERLER
Dini Haber
din etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
din etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

SÜMER'DEN BİZE KALAN BAZI GELENEK VE UYGULAMALAR

GF, din, sümer mitolojisi, Sümer ritüelleri, Sümer gelenekleri, Domuzun haram olması, Nevruz, Mezarlığın kökeni, Kurbanın kökeni, Marduk, Başörtüsünün kökeni, Kutsal sayılar, islamiyet, din ve mitoloji,mitoloji ve din
Sümer’den insanlığa kalan pek çok miras var ve bu sadece mitolojiyle de sınırlı değil.
Ancak bu içerikte Sümer mitolojisinden sadece sayılı örnek ele alınmıştır.

Sümer dini, önceleri tanrısız bir dindi. İnsanlar öncelikle büyük tabiat güçlerine taparlardı.
Büyük tabiat güçleri pasifti, yaratıcı güçten yoksundu. Bu tabiat güçlerine sonradan Tanrısallık biçilmiştir. İnsan aklı soyuttan somuta doğru gelişmiştir ve soyut şeyleri antik çağların insanları somutlaştırmak istemiştir. Bu somutlaştırmadan evvel,Tanrı kavramı yaratıcı olmaktan ziyade soyut olarak ‘enerjiyle’ ifade ediliyordu.
Örneğin Tammuz, bereket tanrısı olmadan önce ağacın ve bitkinin içindeki enerjiydi.
Bu somutlaştırma sürecinde Sümerler, o dönem en ileri oldukları astronomiden yararlanmıştır. İnşa ettikleri devasa Zigguratlar ile gökyüzünü gözlemektelerdi. Soyut ilahlarını, gökyüzünde keşfetmeye başladıkları cisimlerle özdeşleştirerek somutlaştırdılar.
Ay Tanrısı, Güneş Tanrısı, Rüzgar Tanrısı vs.

Sami Irktan olan Akadlar, M.Ö. 2500 yılında Sümer bölgesine yerleşiyor ve muazzam bir uygarlıkla karşılaşıp kendi inançlarını Sümer inançlarıyla harmanlıyor. Akadların, hem Batı hem de Doğu’ya doğru genişlemesiyle Sümer inançları denizci bir toplum olan Fenikeliler’e ve Filistin’e ulaşıyor. Fenikeliler vasıtasıyla da Antik Yunan ve Roma’ya…

Sümerlerin İnanna’sı; Semitik toplumların İştar’ı, Fenikeliler’in Astarte’si, Antik Yunan’ın Afrodit’i oluyor. Sümer’in Tammuz’u, Fenike’nin Adonis’i oluyor. Sümer’in Ninurta’sı, Yunan’ın Zeus’u oluyor. Kısaca, Sümer’de somutlaştırılan ne kadar Tanrı ve Tanrıça varsa bahsi geçen coğrafyalarda da versiyonları türetiliyor.

1. Nevruz: Kutsal Evlilik
“Nevruz bir Türk bayramı mıdır yoksa Kürt bayramı mıdır?” “Nevruz kimindir?”
Ülkemizde her yıl Nevruz yaklaşınca akla gelen ve bazılarının tatmin uğruna saçlamayarak cevapladığı bu sorunun cevabı: Nevruz bir Sümer ayinidir ve tüm toplumlara da Sümer’den yayılmıştır. Şöyle ki; Sümer’in en ünlü tanrısı Tammuz, bereket ve güneş tanrısıdır.

En ünlü tanrıçası ise, bereket, toprak ve ay tanrısı olan İnanna’dır.
Sümer’deki inanışa göre, soğuk ve zor geçen kışın ardından baharın gelişiyle her yıl 21 Mart tarihinde Tammuz ve İnanna evlenir.
Bu evlilik kışın bitişini, topraktaki bereketlenmeyi simgeler ve her yıl bu tarihte kutlanır.
21  Mart aynı zamanda gündüz ve gecenin birbirine eşit olduğu tarihtir.

Güneş tanrısı Tammuz, gündüzü; ay tanrısı İnanna geceyi simgeler ve bu geceyle gündüzün kavuşmasıdır.

Tammuz ve İnanna’nın birleşmeleriyle dünyaya bolluk, bereket ve yeşillik gelirdi, hayvanlar yavrulardı. Evlilik, güneşle alakalı olduğundan ayinde ateşin üstünden atlamakta vardır. (Ateş, güneşi simgeler.)

İlk defa M.Ö. 4000 yılında kutlanan bu evlilik, Mezopotamya ve Orta Asya’da Nevruz halini alıp zenginleştirilmiştir.
Hristiyanların Paskalyası ve Hıdrellez’in kaynağı da bu kutsal evliliktir.
Semitik toplumlardaki ‘cemre’ inancı da bu evlilikten gelir.


2. Gelin odasının süslenmesi
İnanışa göre, kutsal evlilik öncesinde Tanrıça İnanna yıkanır, annesi ile konuşarak ondan tavsiyeler alır, kapı arasından hediyelerin gelişini gözler. Daha sonra gelin odası hazırlanır ve çeyizler ziyaretçilere gösterilir. Ancak tüm bu hazırlıklar tamamsa Tammuz’un içeri girmesine izin verilir. 6000 yıldır bu evlilik töreni, o bölgede, bölge çevresinde ve Anadolu’da bu şekilde devam etmektedir.

3. Selvi ağacı, mezarlıklar ve Tammuz
Tammuz için metinlerde şöyle denir: “Bir yığın Haşur Ormanlarının arasında sen pırıl pırıl parlayan bir selvi ağacıydın ve senin bulunduğun yere sadece güneş gelebilirdi”.

Sümer tapınaklarında Tammuz’un sembolü olarak selvi ağacı dikilirdi. Tammuz, sular tanrısı Enki’nin oğlu olduğu için, tapınaklarda aynı zamanda havuz, su kuyusu veya çeşme de olurdu. Bugün mezarlıklarda selvi ağaçlarının olmasının nedeni, selvi ağacının “ebedi hayat”ı simgeleyen ‘hayat ağacı’ olmasıdır. Tammuz gerçek anlamda hiçbir zaman ölmez; ebediyete sahiptir.

4. Noel ağacı
Bir önceki maddede Tammuz hiçbir zaman tam olarak ölmez demiştim. Evet ölmez sadece derin bir uykuya dalar. Bu uyku, gecenin gündüze galip gelmeye başladığı tarihe denk gelir. Bu tarih gece ile gündüzün yıl içerisinde son kez birbirlerine eşit oldukları ekinoks tarihidir. Bu tarihten sonra gecelerin süresi, gündüzü geçer ta ki 21 Aralık’a kadar.
21 Aralık yıl içerisinde en uzun geceyi içerir. 21 Aralık’ta Güneş tanrısı Tammuz ‘ölür.’ 3 gün sonra ise gecenin kısalmaya gündüzün uzamaya başlamasıyla dirilir.
Bu diriliş 25 Aralık’ta kutlanır ve bu kutlamalarda Sümerler, bugün noel dedikleri ağaçları kullanır. Ağaçtaki süsler, her türden meyveyi ve bereketi simgeler; ağacın kendisi ise Tammuz’dur.

5. Tıbbın Sembolü
Yukarıdaki örneklerde hayat ağacının kendisinin Tammuz olduğunu görmüştük. Hayat ağacına sarılı iki yılan Tammuz’un iyileştirici özelliğini tasvir eder. Günümüz tıp çevrelerinde yaygın olarak kullanılan yılan sembolünün kaynağı da yine Sümer’dir.

6. Domuzun Haram Olması
Tammuz’un diğer adı -daha doğrusu bir başka söylenişi- Domuzi’dir. İnanca göre Tammuz ve onun bir sonraki versiyonu olan Adonis, vahşi bir domuz tarafından katledilir.

Domuzu mitolojide günahkar,dinlerde haram yapan bilinçaltında yatan ‘Tanrı katili’ sıfatıdır.
Ayrıca ekonomik açıdan, domuzun küçükbaş hayvanlar gibi göç edememesi ve dönemin şartlarınca yaz aylarında etinin sıcağa dayanamayarak çabuk bozulması da nedenler arasındadır.

7. Yere Düşen Ekmeğin Öpülmesi
Ekmeğin kutsallığı Sabiilerden gelir. Tammuz’un bir başka versiyonuna tapan Sabiilere göre ekmek çok kutsaldı. Öyle ki, buğdayın toplanması ve öğütülmesi zamanında Sabiiler ağlardı. Çünkü bu tarihler, Tammuz’un öldüğü -derin uykuya daldığı- günlere denk gelirdi.
Sabiilere göre, ekmek Tammuz’un etiydi. Tammuz, Sabiiler için ana geçim kaynağıydı.
Bu nedenledir ki, bugün Anadolu’da hala ekmek yere düştüğü zaman öpülür ve başa konur, ekmek ve buğday kırıntısına basmanın büyük günah olduğuna inanılır ve ekmek bıçakla kesilmez.

Çünkü, ekmek binlerce yıl önceki inanca göre bereket tanrısı Tammuz’un etiydi. Ekmeğe verilen önem bu coğrafyada hiç değişmedi. Elbette, Tammuz unutuldu, gitti.

(Ek olarak, Sabiiler’e göre ekmek Tammuz’un eti dedik. Şarap da barış ve şarap tanrısı Dionysus’un kanıydı. Her ikisi de dönemin insanları için ana geçim kaynağıydı. Hristiyanların Efkaristiya’sını açıklamak için yeterli bir kaynak.)

8. Kurban Ayini
Sümer’de tanrıları sevindirmek, istekte bulunmak, hastalıktan kurtulmak ve adakta bulunmak için, hasta veya sakat olmayan bir hayvan kurban edilirdi.
Kurbanları tapınak rahipleri keserlerdi. Kurbanın sağ kalçası ve iç organları Tanrılara takdim edilir, geri kalanı ise dağıtılırdı.

9. Mitolojideki İlk Tek Tanrı: Marduk
Marduk, Babil kentinin tanrısıydı ve Sümer’deki Tammuz’un Babil versiyonuydu. Babil şehrinin güçlenmesiyle birlikte o da güçlendi. (Mitolojide tanrılar, doğdukları şehre bağlıydı. Şehir güçlendikçe o şehrin -ya da devletin- kralı, kendi tanrısını da güçlendirmiş ve yaygınlaştırmış oluyordu.)

Marduk, M.Ö. 2000’de Kral Hamurabi tarafından Baş Tanrı olarak ilan edildi. M.Ö. 1600’lerde de Kral Buhtunnasr tarafından Tek Tanrı ilan edildi.
Marduk Tanrıların Tanrısı konumuna gelince diğer 50 tanrı, kendi güçlerini Marduk’a verir. Her bir gücün, özelliğin de ayrı ismi vardır. Böylelikle, Marduk’un 50 kadar ismi olur.
Marduk, kendisine güçlerini sunan tanrı ve tanrıçaları kendi hizmetine alır ve onlara sınırlı güç ve görevler atfeder. Böylelikle eski Sümer tanrıları, tek tanrının hizmetinde birer elçi, veli ve ilahi ögelere dönüşür.

Babil’in zayıflaması ve Asur’un güçlenmesiyle Marduk’un Asur versiyonu ortaya çıkar: Devlete de ismini veren Asur tanrısıdır. Ve zamanla Kabala öğretisinde kendine yer edinen bu tek tanrı inancı, modern yapısına Tevrat ile kavuşur.

10. Başörtüsü
Sümer’de, Babil’de (ve hatta erken Anadolu dönemlerinde bile) her genç kız evlenmeden önce tapınağa gider ve orada bir kere olmak üzere yabancı bir erkekle para karşılığı beraber olurdu. Bu parayı tapınağa bağışladıktan sonra tapınaktan ayrılabilir ve artık evlenebilirdi. Bu tür bir cinsel birleşme son derece kutsal sayılırdı (tıpkı Tammuz İnanna veya Kral-Baş Rahibe birleşmesinde olduğu gibi)
Bunu yapmadan genç kız evlenemezdi. Asilzadeler bile kızlarını kendi elleriyle bu tapınaklara getirmişlerdir. Çirkin kızların kötü bir kaderi vardı; bazen kendileriyle beraber olacak bir erkek çıkması için yıllarca tapınaklarda beklerlerdi.

Bunun dışında tapınak rahibeleri, bu kutsal fahişeliği sürekli olarak yaparlar ve tapınağa gelir sağlarlardı (ancak belirttiğim gibi, bu utanç verici bir iş değil son derece kutsal bir görevdi, onlara sokak fahişesi muamelesi yapılmazdı)
Bu kadınların diğer kadınlardan ayrılması için, başlarının bir şalla örtülmesi zorunluydu. Bu örtü, artık o kadının evlenebileceği anlamına geliyordu. Bunların haricinde kızların, cariyelerin ve fahişelerin örtünmesi yasaktı.

M.Ö. 1500 yıllarında Asur kralı, sadece evlenilebilir kadınların değil; evlenen ve dul kalan kadınlarında örtünmesini zorunlu kılmıştır. Böylelikle, üç büyük kutsal kitapta da geçen baş örtüsü adetinin kaynağının Sümer olduğu öğreniyoruz.

11. Kartal Figürü
Sümer’de güneşin farklı farklı şekilleri vardır. Sabah, öğle, akşam güneşinin; yaz, bahar, kış güneşinin farklı farklı isimleri, simgeleri ve tanrıları vardır.

Sümer’deki sabah güneşini de kartal simgeler. Sabah güneşiyle kartal; doğuşu ve yükselişi ifade eder. Kartal aynı zamanda batmayan güneşin temsilidir.

Sümer’den günümüze kadar özellikle devletler tarafından bu simge kullanılmıştır. Kartal, pek çok devlet için gücün sembolü olmuştur. (Roma, Selçuklu, günümüzde ABD vs.)

12. Kutsal Sayılar
Sümerliler, gökteki 12 burcu ilk kez keşfeden uygarlıktır. Sümerlilerin bir gün 12 saatten oluşuyordu ama 1 saatleri bizim 2 saatimize eşitti; yani toplamda yine 24 saatti. İsa’nın 12 havarisi, bu burçları temsil eder. Sümer inancına göre, burçlarda birer tanrı otururdu ve güneş tanrısı bu burçları ziyaret ederdi (her 2150 yılda bir güneş başka bir burca denk gelirdi ve Sümerliler bunu hesaplamışlardır)

Bugün Yahudilikteki ve Hıristiyanlıktaki 7 kollu şamdan, Sümer’in meşhur ağacını ve yedi seyyareyi temsil eder. Tek tanrılı dinlerdeki cehennemin 7 kapısı, Sümer’in yer altı dünyasının 7 kapısı olmasından gelir.

Sümerlerde sayı sistemi 10’luk değil; 60’lıktır. En büyük rakam 60, en büyük tanrının rakamı da 60’tır. Ay tanrısının rakamı ise, 30’dur.
(Ay Dünya etrafındaki dönüşünü yaklaşık 30 günde tamamlar.)

Her daim sevgi ve umutla kalın dostlar.

Kaynak:
Kur'an, İncil ve Tevrat'ın Sümer'deki Kökeni - Muazzez İlmiye Çığ (Sümerolog, Tarihçi ve Dil Bilimci)

Yazan: Gregoire de Fronsac

15 YIL TANRI VE ATEİZM | 4

Yazan: Zübeyde Savaş
15 yıl tanrı ve ateizm 4, din, Farklı tanrılar, Gerçek hayat hikayesi, Küçük çocuklara tanrı masalları, Tanrılar nasıl oluştu?, Zübeyde SAVAŞ,

15 YIL TANRI VE ATEİZM | 4

Muhtarın içinde pişmanlık oluşur devamlı, ben bunları hiç düşünmedim, benim müslümanlığım nerede kaldı tanrım beni affet ne olursun diye yalvarır, Barış’a dönerek:
- Sen hazırkıllara başla yayla için, hazır olduğunda gidersin, ben camiye geri dönüyorum.

Barış:
- Bir şeymi unuttun.

Muhtar üzgündür.
- Evet, tövbe etmeyi şimdi daha iyi anladım, boşuna geçirdiğim zamanı, nefsim ve arzularım dünyada hiç bitmiyecek sandım, sen haklısın, ben sadece kendim için yaşadım hiç ölmeyecekmiş gibi saltanat sürecem zannettim, şimdi baktığımda geçmişe elli sekiz yıl olmuş ömürde sana bu yılları anlatmam elli sekiz dakika bile sürmez, elli sekiz yıl daha kaldı mı ömürde, sen bana öğrettin tanrıyı teşşekkür ederim.
Muhtar, yayla döneminde gerekli olan çobanlık parasını verir.

Barış:
Tanrı bağışlayandır, affedicidir, bizi yaratan bizim için en iyisini bilir. Biz zor durumda olsak bizim için yardım etmez mi din kardeşlerimiz, müslüman müslümanın kardeşidir. Tanrı izin verirse yayla için hazırlığımı yaptım, yarın koyunları toplar yaylaya giderim, sen git camiye samimi ol tanrıya ben seni samimi buldum, bu sözlerin karşısında tanrı katında da şahitlik ederim.

Barış sevinir muhtarın tanrı inancı karşısında,  evine doğru giderken muhtar için dua eder, muhtar camiye girdiğinde göz yaşları yağmur gibi dökülür üzüntüsü ve sevinci karşısında, saatlerce af diler tanrıdan.

Barış sabah namazını ve ibadetlerini yaptıktan sonra eşyalarını toplar, köpeklerini de alarak sevgiyle köylünün ahırlarından koyunları toplar.

Barış köyden uzaklaşırken tanrının affetmesi için dua eder, yaylaya varmasına bir gün daha vardır, gece olurken su kenarında sürüyü toplar ve mola verir, koyunların yanına giderek tek tek sever, aralarında güçlü bir bağ oluşmuştur. Gece olduğunda Barış namazlarını kılar, ibadet ve dualarını yapar, yıldızları izlerken uyuya kalır; Rüyasında çölde su aradığını görür, korkar, hemen abdest alır tanrı için namaz kılar, dua eder, koyunlara bakar hiç bir sorun olmadığını görür, tanrı nasıl emrettiyse o olur, her şeyi bilen yüce tanrıdır der ve dua ederek yatar. Güneşin doğmasına az bir süre kala uyanır, sabah namazını kılar, diğer ibadetlerini ve duasını eder, sürüyü toplar yola koyulur,  koyunlara ilahiler söyler, koyunlar yayla özlemiyle yolda durmadan, otlamadan yürürler. Öğlen olurken on iki evden oluşan küçük bir yayla köyüne yaklaşır; Sürü evlere yaklaşırken yolun kenarında bir evden yalvarışlar ve bağırtı sesleri duyulur; Barış eve doğru baktığında evin yanında iki yaşlı kişi ve üç tane erkek görür, yaşlılar yalvarırken erkekler sert tavırlar sergiler, elli altmış metre ilerde insanlar o yaşlı insanları izlediğini görür, bir anlam veremez, sürünün sesleriyle karışır sesler, eve doğru yaklaştığında selam verir:

Barış:
- Dede ne oluyor, seslerinizi acı dolu.

Adamlar kaba tavırla:
- Sanane, çoban sen sürünü al git burdan.

Barış üzgündür, nineye dönerek:
- Nine ne oluyor, kim bu adamlar.

Nine göz yaşları içinde:
- Oğlum, benim oğlum bu adamlardan borç almış fakat şu anda veremiyoruz, oğlumun da durumu iyi değil biraz zaman istiyoruz, paramız yok, ekmek bile alamıyoruz, evde patatesten başka bir şey yok, aylardır yediğimiz o.

Adamlar ninenin lafını sertçe keserek:
- Boşuna konuşma nine paramızı ver, alana kadar gitmiyoruz bunları çok duyduk biz.

Barış üzgündür:
- Sizlerin tanrı inancı yok mu?

Adamlar:
- Önce para çoban! Bize ne açmış, tokmuş, biz paramızı biliriz, hem sen kim oluyorsun, sürünü al git bir daha demem haa !

Barış, ninenin ve dedenin ağlamalarına dayanamaz:
-Ben tanrı misafiriyim, bu yaşlı insanların borcu olabilir fakat isteme şekliniz ve tavırlarınız çok hatalı, tanrı bir gün bunun hesabını sorar bunu unutmayın.

Adamlardan biri Barış’ın yanına gelerek serçe eliyle iter:
- Çoban sen çok oldun, laftan da anlamıyorsun galiba.

Barış düşünür, etrafına bakar,  ilerde köylüler onları izler, burdan gitsem yaşlı insanlar nasıl olacak yüce tanrım der içinden, adamlara döner:
- Ne kadar bu yaşlı insanların borcu.

Adamlar gülerek:
- Sen verecen galiba, senin anlıyacağın dilde anlatayım on koyun parası olsa yeter.

Barış bir anda muhtarın verdiği para aklına gelir, arkasını göner adamlardan biraz uzaklaşarak parasını sayar, oldu bu iş der,  tanrıya dua ederek geri gelir:
- Tamam on koyun parası verecem size, dede'nin senet  gibi bir şeyi var mı sizde.

Adamlar şaşırır:
- Evet var, sen parayı ver yeter ki biz de senedi.

Dede ve nine ağlayarak sesli bir şekilde:
- Yüce tanrım senden razı olsun evladım, sana borcumuzu öderiz.

Nine ve dede göz yaşlarıyla dua ederler, sesli sesli ağlamaktan gözleri morlaşmış, yalvarmakdan dudakları kurumuştur. Barış parayı vererek adamlardan senedi alır yırtar atar, Barış adamlar giderken:
- Bir dakika bu yaşlı insanlardan helallik (5) alın, özür dileyin, yarın tanrı size neden bu kadar acımasız davrandınız bu yaşlı, çaresiz insanlara derse ne yaparsınız?

Adamlardan biri dönerek alaylı tavırlarla:
- Borcumuzu istedik deriz, çoban şunu unutma bu sözlerim de sana ders olsun, para yasadır kimde çoksa kontrol onda olur.

Adamlar gülerek  oradan uzaklaşırlar. Barış nine ve dedenin yanına oturur, nine ile dede Barış’ın elini öpmeye çalışırlar.
Barış:
- Aman ben öpim elinizi.

Dede:
- Olur mu oğul, tanrı razı olsun senden, sen bizi öyle bir dertten kurtardın ki bilemezsin. Yedi yıldır bunlara neyimiz var neyimiz yok sattık, elimizde olan bir ineğimiz vardı onu da geçen ay aldılar, en azından süt satar, yağ yapar satar bir miktar para alırdık.
Beş, on dakika  nine ve dede ağlamaktan konuşamaz.

Nine:
- Oğul, tanrı seni sevdiği kullar arasına alsın, bizi cehennemden aldın ey oğul ne acılar çektik ki bir bilsen.
Barış’ın bu sözler karşısında gözleri dolar.

Barış:
- Dede bu kadar acı çekiyorsunuz da, camiden, din kuruluşlarından neden yardım istemediniz?

Dede:
- İstemezmiyiz be oğul, çalmadığımız, gitmediğimiz kapı kalmadı en fazla bir çuval yiyecek verdiler, biz çilemizi borcumuzu anlatırken kapıdan kovuyorlar ahh oğul!
Barış yardım edilmemesine bir anlam veremez. Nine eliyle göstererek:
- Bak bizi izliyorlar komşular, yardım istediğimizde de sadece izlediler.

Barış, ayağa kalkar, onları izleyenlerin yanına gider:
- Tanrı bizlere müslümanlığı verdi, ey arkadaşlar sizler de müslüman mısınız?

Köylüler hep birlikte:
- Evet.

Barış göz yaşlarıyla:
- Müslüman müslümanın kardeşidir, dinimiz yardımlaşmayı emreder ilk önce akrabalarımıza sonra en yakın komşumuza yardım etmemizi emretmiştir.

Diğer sayfalar:
◄ [3] , [5] ►

DİNSİZLİK İNSANI ÖZGÜRLEŞTİRİR Mİ?

14 yaşında deist oluş hikayesi, Çocuklar dinlerden sıyrılıyor, Çocuklar sorguluyor, deist, din, Dinsizlik insanı özgürleştirir mi?, Nasıl deist oldum?, sizden gelenler,Gençler ve dinler
1. Aşama-Fark Etmek:
Dürüst olmak gerekirse din olgusu benim için asla sorgulanamaz olamamıştı.Çocukluğumda birkaç kere gittiğim Kur'an kursundaki kızların büyüyünce kapanmak istediklerini duyar, onlar gibi yapmayacağım için oraya ait olmadığımı hissederdim. Kurban  bayramlarını ise sevmezdim. Allah'ı,cenneti,cehennemi hayal ettiğimde annemin "Bunu yapma,günah."demesi tuhafıma gitmişti.Ben sadece hayal gücü fazla gelişmiş ufak bir çocuktum değil mi?Bunun ne zararı olabilirdi?Sahiden Allah bana bunun için günah mı yazardı?

2. Aşama-Kaçmaya Çalışmak:
Yıllar geçtikçe sorularım benimle birlikte büyüdü. Farklı inançlar ve fikir akımları olduğunu keşfettiğimde ise meraklanmıştım ama araştırmadım. İşin doğrusu, muhtemelen değişimden korktum ve bunu yapmadım.

Sorgulamalarımı susturmaya uğraştım ama boşunaydı.En sevmediğim derslerden birinin din dersi oluşuna şahit oluyordum ve bu benim içimde nedenini bilmediğim çok,çok büyük bir suçluluk duygusu oluşturuyordu.

3. Aşama-Gerçeklerle Yüzleşmek:
Bu hastalıklı düşüncelerle geçen birkaç yılın ardından nihayet araştıracak cesareti  bulabilmiştim.Bana en çok cesaret veren şeylerden biri de çok değer verdiğim bir arkadaşım olmuştu.Dinlere inanmadığı için bana araştırmamı söylerdi.Düşüncelerimin yalnız kalacak kadar kötü olmadığını fark ettikçe içimdeki korku azalıyordu.
Pek çok dini araştırdım. Kutsal kitaplarının bir kısmını okudum.Forumlarında gezdim.İnanan kişileriyle konuşup  dinler hakkında yazılar okudum. Öğrendiklerimle kafam fena halde karışmıştı. Fazla dindar olmasa da her gece yatmadan önce sure okuyup gün içinde dualar,besmeleler kullanan biri artık bunları hiç yapmıyordu. Ve bu kesinlikle bir şeylerin değişeceğine işaretti.

4. Aşama-Özgürlük:
Şuanki beni soracak olursanız öncekinden daha iyiyim.Korkmayı ya da vicdan azabı duymayı bırakalı da çok oldu.Din derslerini bile seviyorum.Ortam o kadar saçma oluyor ki; bize öğretilenler kocaman bir komedi gibi geliyor,bu yüzden seviyorum.Din konularına ise fazlaca merak sardığımdan öğretmen İslam dışındaki dinleri anlattığında ya da okul kitabına baktığımda  yanlış anlatılanları çok net fark edebiliyorum.Bu sinir bozucu olsa da esasen onlar gibi düşünce tarzım olmadığı için şanslı hissediyorum.

Hatta gerçekten şanslı ve özgür hissediyorum.Özgürüm çünkü artık günah ve sevaplara göre düşünmeyeceğim.Artık sadece kendim iyi ve kötüyü ayırt edip dilediğimi yapmalıyım.Özgürüm çünkü,din yasakları olmadan kendi doğrularımı keşfedebileceğim. Özgürüm çünkü diktatörü andıran tanrılar düşleyip onların mutlak iyiliğine inanmayacak kadar gerçekçiyim. Özgürüm çünkü,teorileri reddetme ya da kabul etme zorunluluğum yok.Özgürüm çünkü on dört yaşında bir deistim. Ve şuan muhtemel hayatımın yarısını bile bitirdiğimi sanmıyorum.Yine de tüm bunları yazdım diye bana güvenmeyin dostlar;kimbilir belki yarın agnostik olurum,öteki gün ateist,bir başka gün nihilist... Yeni fikirleri kucaklamak ve düşüncelerimi geliştirmek için çok zamanım var. Sonuçta ben sadece 14 yaşında bir deistim.

SİZDEN GELENLER | Yazan: Okyanus D.

Eleştirisel bakış açısı ile her din ve inanca ait yazılarınızı, inancınızın değişim sürecini anlattığınız sorgulama süreçlerinizi dinvemitoloji@gmail.com adresine gönderebilirsiniz.
  • Bu yazılar biz-siz gibi sorgulama evresine girmiş herkese mutlaka biraz olsun ışık tutacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazılar sitemizde adınızla veya takma adınızla yayınlanacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazının başka bir internet sitesinde yayınlanmamış olması gerekmektedir. (KOPYA içeriğe karşı olduğumuzdan, sitemizdeki tüm içerikler özgündür)

ALLAH İLE NAMAZ PAZARLIĞI

A, din, islamiyet, Allah ile namaz pazarlığı, Miraç öncesi namaz, Namaz vaktinin düşmesi, 50den 5e inen namaz, Miraç'ta Muhammed'in Musa'ya uğraması, İslam çelişkileri, Kuran çelişkileri, Miraç olayı
Bilindiği üzere Müslümansanız miraç olayına inanmak zorundasınız. Miraç olayının en önemli hadisesi 50 vakit olan namazın 5 vakte düşürülmesidir.

Şöyle ki, inanışa göre Muhammed, miraç sırasında Musa'ya uğruyor (yorumsuz) ve namaz sayısının düşürülmesi böylece başlamış oluyor.

Bu görüşme sırasında Musa, Muhammed'e Allah'ın ümmetine neyi farz kıldığını soruyor. Muhammed'de 50 vakit namazın farz kılındığını söylüyor (oldu olacak hiç yaşamasınlar, sanırım Allah o sıralar insanları yaratıldıklarına pişman etmeyi planlıyordu...)

Musa 50 vakit namazı duyunca Muhammed'e "Rabbine dön ve eksiltmesi için ricada bulun, ümmetin gücü buna yetmez" diyor (zaten makine olsa dayanmaz).

Bunun üzerine Muhammed dönüp Allah'a bu sayıyı düşürmesi için yalvarıyor ve Allah 10 vakit namazı indiriyor, yani geriye kaldı 40. Sonra nedendir bilinmez, Muhammed tekrar Musa'nın yanına dönüyor ve ona Allah'ın 10 vakit düşürdüğünü haber veriyor. Haberi alan Musa, "Tekrar dön ve niyazda bulun çünkü Müslümanların gücü buna da yetmez" diyor.

Buradan sonrasını yazmaya kalkarsam bir nevi tekerleme okuyor gibi hissedebilirsiniz çünkü namaz sayısı 10 vakte düşünceye kadar, Muhammed sürekli Musa'ya uğruyor ve oradan tekrar Allah'a gidip yalvarıyor ve Allah her gidişinde 10 vakit düşürüyor namaz vaktini.

En son düşe düşe namaz vakti sayısı 10'a düşüyor ve Muhammed tekrar Musa'ya namaz vaktinin 10'a indiğini söyleyince Musa "Ümmetin buna da güç yetiremez" diyor.

Muhammed tekrar namaz vaktinin indirilmesi için Allah'a yalvarınca Allah:
"Benim katımda hüküm değişmez, Onlar her gece ve gündüzde 5 vakit namazdadır. Her namaz içinde 10 ecir vardır ki bu da 50 namaz eder" diyor.


Böylece Muhammed tekrar Musa'nın yanına dönüyor ve "5 vakit namazla emrolundum" diyor.
Bunun üzerine Musa "Ümmetin her gün 5 vakit namaza da güç yetiremez, ben senden önce İsrail oğullarını çok tecrübe ettim, bilirim." diyor ve Muhammed'e tekrar Rabbinden ricada bulun diyor (Bilemiyorum ama bana Musa'nın namaz kılası yok gibi geldi).
Muhammed'de cevap olarak Allah'a zaten çok niyaz ettiğini, bir daha niyazda bulunmak konusunda utandığını söylüyor (Sîre 2/50) ve böylece namaz vaktinin sayısı en son 5 olarak kalıyor.

Şimdi bu konuyla ilgili sizlere bazı sorularım var:
  • Muhammed insanların gücünün yetmeyeceğini neden bilemiyor da sürekli gidip Musa'ya anlattıktan sonra, Musa'nın yönlendirmesi ile tekrar gidip Allah'a yalvarıyor?
  • Muhammed, Musa söylemese "neden 50 vakit namaz çoktur" diye düşünemiyor?
  • Muhammed neden sanki tekrarlanan bir bant kaydı imiş gibi sürekli Musa'ya gidip inen vakit sayısını söylüyor ve Musa'dan bir nevi onay bekliyor?
  • Her şeyi öngören Allah 50 vakit namazın insanlara ağır geleceğini bilemiyor mu? (Kim olsa bilir)
  • Allah neden geleceği, olan ve olacak her şeyi bildiği halde, yani Muhammed'in gelip ona ümmeti için yalvaracağını, defalarca git-gel yapıp tekrar ve tekrar niyaz edeceğini bildiği halde 50 vakit namazı farz kılıyor?
  • Yine aynı sebepten ötürü, neden namaz vakitlerini her seferinde 10'ar 10'ar düşürüyor Allah? Bunun da insanlara ağır geleceğini bilemiyor mu?
  • Yoksa ilk başlarda bu ibadeti uygulamaya çalışan insanların ayaklarının şişip patlaması, acılar çekmeleri ve Muhammed'in gelip sürekli Allah'a yalvarması Allah'ın hoşuna mı gidiyor? Bu egoist bir tavır değilse nedir?
  • Bu olay size de açıkça, bariz bir şekilde insan ağzından yazılan bir hikaye gibi gelmiyor mu?

Tarafsızca - dürüstçe söyleyin, benzer bir olay eğer Yahudi veya Hristiyanların külliyatlarında, kitaplarında geçseydi "bu ne saçmalık" demeyecek miydiniz?
Körü körüne, sıkı sıkıya, anne-babanın yoğurup büyüttüğü şekilde inanmak yerine, Muhammed'in tanrısının aslında Muhammed'in kendisi ve hayal dünyası olduğunu ne zaman anlayacaksınız?

Kaynaklar:
Buharî, Bed'ü'l-Halk 6, Enbiya 22, 43, Menakıbu'l-Ensar 42; Müslim, İman 264 (164); Tirmizî, Tefsir İnşirah (3343); Nesâî, Salat 1, (1, 217-218)
(Sîre, 2/50)
Müslim, İman: 263; Ahmed Naim, Sahih-i Buharî Muhtarası Tecrîd-i Sarih Tercemesi. (Ankara: Diyanet işleri Başkanlığı Yayınları, 1981), II/277.
Bedrüddin el-Aynî. Umdetü’l-Karî Şerhu Sahihi’l-Buharî. (Beyrut: İhyâü’t-Türhasi’l-Arabî), IV/48.

Yazan: A.Kara

CUMA GÜNÜ VE KUR'AN'DA KADININ ŞAHİTLİĞİ

MT, din, islamiyet, Kadınlar neden Cuma'ya gitmezdi, Kadının şahitliği, 2 kadının şahitliği, İslamiyet öncesi kadın, Tanrıçalar dönemi, İmamenin onayı, Bakara 282, İslamda kadın,
Yazdıklarım düşündüklerimden ibarettir. Ve çok derin olmasına rağmen yazıya kısa kısa yazarak sığdırmaya çalışıyorum. Neyse, bu günkü yazım cuma günü ve namazı üzerine olacak.

İslam toplumunda genelde cuma günü camiye sadece erkekler girer ve sadece erkeklere hitap edilir. Bu durum normaldir.

Karışık ama basit terimler kullanıcam.
Kutsal kitaplar yazılana kadar kadın tanrıçalar dönemi geçerliydi (Mö 1300 ve ms 610 yılına kadarki bölüm). Kutsallık (ilahilik) , kadının elindeydi. Bu bir üstünlük değil doğanın bir kanunuydu.

Aslında cuma günü politik, sosyal, kültürel, spiritüel/ruhsal, ve astroloji toplantısı günüdür, bir tür senato toplantısı veya haftalık ritüel denebilir. Öncesinde bazı ibadetler (farz) yaşanır tabiki. Fakat sonrasında bazı konular ele alınırdı. İmamlıkta (özel imam yeri camideki) imame kadın ve yanında mutlak bir genç bayan olurdu. Yani her günkü cuma namazında mutlaka iki kadın şahit olmalıydı. Bu iki kadın (imame ve yardımcısı bayan) toplumun öncülüğünü yapıyor ve tüm bilimsel çalışmaları halktan dinleyerek anlatılanlara şahit olurdu.

Fakat, bugün Kuran'ı Kerim'de iki kadının şahitliği ile ilgili ayet var, bende tam oraya geleceğim:  Bakara suresi 282 ayete.

Orda iki kadının mutlak şahitliğinden ve hatırlamak-zorlanmak gibi durumlardan bahsediyor çünkü toplumun en yaşlı kadını imameydi ve mistik-ruhsal anlamda en yetkili kişi idi. O yüzden genç kadınlar kolluk kuvveti olarak yanında yer alırdı.

2/BAKARA-282: "Ey iman edenler! Belirlenmiş bir süre için birbirinize borçlandığınız vakit onu yazın. Bir kâtip onu aranızda adaletle yazsın. Hiçbir kâtip Allah'ın kendisine öğrettiği gibi yazmaktan geri durmasın; (her şeyi olduğu gibi) yazsın. Üzerinde hak olan kimse (borçlu) da yazdırsın, Rabbinden korksun ve borcunu asla eksik yazdırmasın. Şayet borçlu sefih veya aklı zayıf veya kendisi söyleyip yazdıramayacak durumda ise, velisi adaletle yazdırsın. Erkeklerinizden iki de şahit bulundurun. Eğer iki erkek bulunamazsa rıza göstereceğiniz şahitlerden bir erkek ile -biri yanılırsa diğerinin ona hatırlatması için- iki kadın (olsun). Çağırıldıkları vakit şahitler gelmemezlik etmesin. Büyük veya küçük, vâdesine kadar hiçbir şeyi yazmaktan sakın üşenmeyin. Böyle yapmanız Allah nezdinde daha adaletli, şehadet için daha sağlam, şüpheye düşmemeniz için daha uygundur. Ancak aranızda yapıp bitirdiğiniz peşin bir ticaret olursa, bu durum farklıdır. Bu durumda onu yazmamanızda siz..."

Yukarıda gördüğünüz gibi diyanet ve diğer yalancıların çevirisi iki kadının şahitliği bir erkeğe bedeldir diye bahseder, kesinlikle yanlıştır! Bu iki kadının şahitliği olmadan ülkenin, şehrin,  kurum kararları alınamazdı. Bu o dönemde bulunan mistik bir kuraldı.


İki kadın huzurunda tartışılmamış ve karara bağlanmamış hiç bir olay, toplumsal kural olarak kabul edilmezdi. Kesinlikle imameler  (2 kadın) huzurunda tartışılmamış hiç bir yasa geçerli değildi.
Bu iki kadının şahitliği ve mührü olmadan anlaşmalar imkansızdı.

Yani bırakalım kadının kabul edilmeyen şahitliğini, tam tersine iki baş imamenin şahitliği yoksa hiç bir antlaşma kabul olunmazdı. Tabiat kanunun üzerine kurulan ve yaşanmış bir dönemde bir tür aile  içinde annelerin kutsal olduğunu belirten olgular olarak düşünmenizi istiyorum.

İnsanlık düşüncelerini farklı ve çok boyutlu dünya düzenine alıştırarak bu krizden çıkabilir. Ben dünyayı binlerce tanrının ve tanrıçanın yaşam stilini anlamaya çalışarak geçirdim. Ve yaşanmış olayların günümüze nasıl ışık olabileceğini sorguladım.

Peki bu camilere niye kadınlar gitmiyordu??
Çünkü çoluk çocuktan ve toplumsal düzenin anneye verdiği sorumluluktan dolayı kadına zaman kalmıyordu. Birde yemek kültürü vardır, ana eli değmeyen hiç bir yemek yenmez, böyle bir günde aile içindeki kadın en kutsal bölümdedir. Zaten baş imame kadın olduğu için kadınlar rahattı çünkü en fazla dedikodu yoluyla bir birine haber taşıyan telefondan bile hızlı, düşünün kadınlardılar.

Erkeklerde camilere sadece evin temsilcilik görevini yapan kişiler olarak giderdi. Kadın anne olduğu gibi bir aşçıdırda ve kültürel olarak bütün boyutların parlak güneşidir. Yani Cuma'ya gitmeye gerek yoktur kadın için. Genç kız ve erkeklerin  ise dünya umurlarında değildi nerde bir eğlence-bayram varsa oradaydılar.
Ticaretteyse zaten evin ekonomisi kadında, hanımağa misali.
Muhammed'in karısı Hatice örneği yeter sanırım. (Bahsetmiştim önceki yazılarımda).

Şimdi bizlerin, zamanın ne kadar gerisinde olduğunu (kendi düşüncem) ve aslında bu zamana ulaşılmasını mümkün kılan bir güzergah matematiksel olarak mümkün, sıfır noktasında olduğumuzu belirtebilirim. (Sufiler),  gecmisten gelip geleceğe giden zamanı durdurup içinde bulunduğumuz anı keşfetmeliyiz, cehennemden korkmayın ben yanarım yerinize.

Buda düşündüğümüz düzene farklı boyutlarından bakabilmektir, daha iyi bir dünya düzenine ulaşmanın yolunu üstlenmektir.  Buda sorumluluk gerektirir.

Kimseye akıl vermek veya yol göstermek haddim değildir. Şimdi bugünkü düzen o döneme uygun olmak zorunda diye bahsetmiyorum bunlardan. Sadece tarihten öğrendiklerimi ve doğru bulduğumu düşündüğüm ve hayal gücümün bana verdiği özgüvenle sorguluyorum. Birde yaşadıklarım, tecrübelerim.

Sonuç; eğitimden tut sanata kadar nasıl bir zihniyetin altında kandırıldığımızı düşünüyorum. Bırakalım imam hatipleri, ilahiyat fakülteleri bile kaldırılmalı, mesele bu kadar ciddi. Hepsine verecek ve ikna edecek bir cevabımız var.
Dünya boştur boşlukları doldurmak üzere.

Yazan: Metin T.

15 YIL TANRI VE ATEİZM | 3

Yazan: Zübeyde Savaş
15 yıl tanrı ve ateizm 3, din, Farklı tanrılar, Gerçek hayat hikayesi, Küçük çocuklara tanrı masalları, Tanrılar nasıl oluştu?, Zübeyde SAVAŞ,

15 YIL TANRI VE ATEİZM | 3

Muhtar:
- Senin koyunların nerede Barış ?

Barış:
- Bu sene koyunlar hiç ikiz doğurmadı ama çok mutluyum, tanrıya olan inancımı buldum.

Muhtar koyunların ikiz doğurmaması durumuna çok şaşırır ve üzülerek uzaklaşır. Barış, din görevlisinden aldığı kitapları  götürür, din görevlisinin  evine geldiğinde; din görevlisi bahçesinde sebze ve meyve ile uğraşır.

Barış:
- Hocam verdiğin kitapların hepsini okudum ve ezberledim, başka kitaplar varsa alabilir miyim ?

Din görevlisi:
- Hoşgeldin, tabi ki inancını bulduğun için çok mutluyum.

Barış’ın yanına gelerek kucaklar ve birçok daha kitap vermek için camiye doğru yürürler.

Din görevlisi:
- Anlamadığın kafana takılan bir şeyler olduğunda bana mutlaka sor, tanrı çok yücedir ve bağışlayıcıdır, bunu sakın unutma, insanın her istediğini veren yüce tanrıdır, sen ne kadar  yaklaşırsan tanrı da sana o kadar yaklaşır, her şeyi yaratan yüce tanrıdır,  her şeyi ve herkesin düşüncesini bilir. Yüce tanrıdan bir şey istemeden önce nasıl bir kul olduğumuzu düşünmeliyiz, islamın gerektirdiği gibi yaşıyor muyuz, fakirlere yardım ediyormuyuz, namaz kılıyormuyuz, tanrı için ne yaptığımızı kendimize sormalıyız. Bunları yerine getirdiğimizde tanrı da bizim isteklerimizi mutlaka yerine getirir, yıl içerisinde öyle bir anlar vardır ki hacet (3)kapılarının açık olduğu istek ve arzularımızın hemen yerine geleceği anlardır bu nedenle ibadetlerimizi düzenli ve sık olarak yerine getirmeliyiz ve en önemlisi nefsimizi kontrol etmeliyiz.

Barış:
- Hocam tanrı senden  razı olsun beni çok aydınlattın, kafama takılan herşeyi sana soracağıma emin olabilirsin.

Barış din görevlisinin elini öperek  yeni aldığı kitaplarla evine doğru gider. Evine geldiğinde ibadetlerini daha fazla artırmasının gerekli olduğunu düşünür. Barış neredeyse evinden hiç çıkmadan her gün her gece yoğun bir şekilde tanrıya ibadet etmeye devam eder. Kışları avlanmayı çok seven Barış özellikle kurt avına bayılırdı, bu kışın hiç bir ava karşı istek duymaz. Barış tanrıya olan inancını yoğun bir şekilde yaşamaya başlar, diz kapakları namaz kılmaktan nasırlaşmıştır. Barış ibadetten başka hiç bir şey düşünmez. Evinden cami ve market haricinde dışarı hiç çıkmazdı. Bir sabah kapısı çalar, kapı açtığında muhtarı görür.

- Muhtarım gel içeri hoş geldin.

Sarılır, muhtar kızgınlığını saklayamaz.

Muhtar:
- Bir hafta kalmadı yayla zamanına sen nerdesin, ne gelirsin, ne sorarsın, benim Barış’ım nerde, aynada hiç kendine baktın mı, gözlerin morlaşmış, zayıflamışsın benim sevdiğim oğlum, ne oldu söyle bana.

Barış kışın bittiğini bile anlamamış, şaşırmıştı sanki yayladan dün gelmiş gibiydi.
Barış:
- Kış bitti mi.

Muhtar Barış’ın kolunu tutarak evin içine girer, yatağa otururlar muhtar sinirli bir şekilde:
- Anlat bakalım bir kış boyunca ne yaptın.
Barış sevinçle muhtara bakarak:
- Tanrıyı buldum, yüceliği, sevgiyi, adaleti buldum, yıllarca boş yaşadığımı, tanrının merhametini, cennetini yaşamak istiyorum, yaradana olan sevgiyi, yaradılış amacını buldum, neden yaratıldığımızı, insanların bir birine olan sevgisini, yardımlaşmayı, tanrının yüceliğini buldum, günlerce, haftalarca ve aylarca af diledim, geçmiş olan ibadetlerimi yerine getirdim, ne istersek tanrıdan istememiz gerektiğini buldum, tanrının sonsuz zenginliğini, merhametini, ibadet ettikçe daha fazla ediyorum, tanrınında beni sevmesini istiyorum, yetmiyor bir gün bile ibadet için yetmiyor, çok huzurluyum bilmiyorum gittikçe mutluluğum artıyor.

Muhtar duygulanır, sarılır Barış’a, içinden bir şey söylemek gelmez. İlk defa Barış’ı bu kadar mutlu, heyacan dolu görmüştür, bir boşlukta hisseder kendini, bir yandan da tanrı sevgisi canlanır içinde.
Muhtar:
- Gel senle öğle namazı için camiye gidelim ne dersin ?

Barış kafasını sallayarak tamam der ikisi de abdest (4) alırlar, muhtar içinden nasıl bu kadar tanrı sevgisi oluşur diye düşünür, ben sadece namaz kılar, kurbanımı keser, oruç tutarım, ben neden tanrı sevgisini bulamadım diye düşünür Barış’ın tanrı sevgisi karşısında. Beraber dışarı çıkarken muhtar Barış’ın çobanlık parasını verir.
Barış:
- Bu para ney?

Muhtar:
- Bu senin hakkın olan geçen yazın çobanlık paran, çok bekledim gelir alırsın diye ama gelmedin, işte bu senin hakkın.

Barış:
- İşte bana da  bir gün ibadetimin karşılığını yüce tanrım verecek,  yüce tanrım sana binlerce kez teşşekkür ederim.

Muhtarı korku sarar bir anda,  cehenneme gideceğini düşünür, ben tanrıya kulluk çok az yaptım fakat kötülükte yapmadım kimseye, yüce tanrım beni bagışla affet  diye söyler. İkisi de yavaş adımlarla camiye doğru giderken, Barış’ta dualar ederek yürür, camiye yaklaştıklarında kalabalık vardır caminin yanında.
Muhtar:
- Bu kadar insan öğle namazına mı gelmiş yoksa cenazemi var ?

Barış hafifçe gülümseyerek:
- Bugün cuma namazı var bundan gelmiştir müslüman kardeşlerim.

Muhtar utanır, cumayı bile unuttuğu için kendine öfke duyar, ben nasıl bir müslümanım der. Muhtar ve Barış köylülerle selamlaşır camiye girerler, içerde din görevlisi tanrıya ibadet etmeyenlerin cehennemde yanacağını anlatmaya başlar, muhtarı korku sarar, bu sözler karşısında kulakları bir anda kimseyi duymaz, korkudan cehennemi düşünür, ben nasıl kurtulurum derken, din görevlisi,  tanrı çok merhametli ve bağışlayıcıdır tövde edin samimi olun tanrı da sizi bağışlasın, yoksullara yardım edin ki tanrı da size yardım etsin der; Yurt dışında yoksul din kardeşleri için namaz bitiminde yardım toplanacağını söyler. Cuma namazı bitiminde Barış yoksullar için bir aylık çobanlık parasını verir. Muhtar buna şaşırır, oda üzerinde olan bir miktar parayı verir, cami çıkışında eve doğru giderler.

Muhtar:
- Neden bu kadar çok para verdin, sen çok zengin değilsin ki bu yardım niye?

Barış:
- Tanrı yücedir bu yardımın karşılığını fazlasıyla verir, müslümam müslümana yardım etmelidir, önce yakın akrabana sonra komşuna sonra ise yoksul olan müslüman kardeşlerine, dinimiz bunu emreder, benim verdiğim para evimin çatısının tahtalarını bile almaya yetmiyordu fakat zor durumda olan müslüman kardeşim için daha da önemlidir, benim evimde yağmurda damlamayan bir oda var ya o kardeşimin o odası da yoksa ben nasıl rahat uyurum yatağımda, tanrım bana hesap sormaz mı o müslüman kardeşin açken sen nasıl tok uyuyorsun diye, ben o zaman nasıl bir cevap veririm yaradana, nerde kalır benim müslümanlığım, dinimiz bunu emreder.

Diğer sayfalar:
◄ [2] , [4] ►

CENNET VE CEHENNEME GİRİŞ ŞİFRESİ

Yazan: Demon Product
DP, din, islamiyet, Allah'ın cehennemlik yaratması,Allah'ın cennetlik yaratması,Kur'an'da kader çelişkisi,Kur'an'da öteki dünya çelişkisi,Cennete gitmek,Cennete gidemeyenler, Hidayete erdirilmemiş

CENNET VE CEHENNEME GİRİŞ ŞİFRESİ


Arkadaşlar arasında bir muziplik yapana hemen yapıştırırız: “Ulan cehennemlik adamsın, hiç öyle yapılır mı?” ya da iyi bir şey yapanı görünce: “Tam cennetlik maşallah” deriz. Yani bir tarafta ödül âlemi, diğer tarafta ceza âlemi. Burası sınav âlemiydi. Burası geçici bir yer. Neye göre geçici? Sonsuz âleme göre. Ölümden sonraki sonsuz yaşam. Peki, sonsuz yaşamda bizi nereleri bekliyor? Cennet ve Cehennem.

Bir düşünün. Sonsuz huzur, huriler, cennet şarapları, her türlü mutluluğun yaşandığı bir yer… Cennet… Ve diğer taraf. Sonsuz ızdırap, acı, kötülük, hüsran… Yani cehennem…

Hangisini tercih edersiniz? Elbette cennet. Kim bu imkânları ve nimetleri reddedebilir ki? Aklı başında olan biri acı ve ıstırap ister mi? Tabii ki cenneti ister.

Şimdi inançlı olan herkes cennete gitmek ister ve dünyevi hayatını buna göre şekillendirir. Çok kısa bir semavi din sıralaması yapacak olursak, bildiğimiz üzere önce hanif bir din vardı. Onu bilmiyoruz. Allah kelamı idi. Ardından Sabiilik geldik. Sabiilikte Allah’ın yeryüzüne indirdiği dinlerdendi. Sonra Yahudilik, Hristiyanlık ve son olarak Müslümanlık. Eğer yaşadığınız dönemde geçerli olan dine mensup iseniz sorun yok.
Ama örneğin Yahudisiniz. Yaklaşık 45-50 yaşlarındasınız. Tevrat’ta müjdelenen cennete kavuşmak için tüm ibadetlerinizi yapıyorsunuz. Sonra bir marangoz çıka geliyor. “Dininizi saptırdınız. Sizlere müjdeci olarak yeni yaklaşımı sunuyorum. Artık böyle yapacaksınız çünkü son peygamber benim. Sözlerim ile cennete gideceksiniz (İsa)” diyor. Tepkiniz ne olurdu? Diyelim ki onun sözlerini deli saçması nitelendirdiniz. İşte şimdi ayvayı yediniz çünkü cennet gitti.

Diyelim ki doğru bir Hristiyan’sınız. Amacınız cennet hayatı. Bütün ibadetlerinizi yapıyorsunuz. Kiliseden dışarı çıkmıyor, bütün ritüelleri yerine getiriyor, incilinizi elinizden düşürmüyorsunuz. Sonra biri gelip diyor ki ”Son peygamber benim. Son uyarıcı da benim. Bana tabi olun. Yoksa cennete gidemezsiniz. Ayrıca cizye verene kadar sizinle savaşırım!”. Eğer bu kişiye tabi olmazsanız, yani ona inanmaz ve sihirbaz olarak nitelendirirseniz cennet yine gitti.

Bu bahsettiklerimi inkâr mı ediyorsunuz? Yani, şüphesiz âlemlerin rabbinin rahmeti yücedir. O kimlerin cennete veya cehheneme gideceğini bilir, başka din bile olsa belki gider. Abuk sabuk yorum yapma mı diyorsunuz? Hadi ayete bakalım:

Al-i İmran/85: "Kim İslamiyet’ten başka bir dine yönelirse onun ki kabul edilmeyecektir."

Tamam mı? İslamiyet dışındakiler cennet görmeyecek. Anlaşıldı sanırım. Şimdi başka bir ayete göz atalım:

Bakara-62: "Şüphe yok ki, iman edenler, yani Yahudilerden, Hıristiyanlardan ve Sabilerden Allah’a ve ahiret gününe inanıp salih amel işleyenler için, Rab’leri katında mükâfatları vardır. Onlar için bir korku yoktur. Onlar mahzun da olmazlar."

Şimdi bilmem anlatabildim mi? Siz de haklısınız. Yani hem onlar da gidebilecek, hem de gidemeyecek. Karar sizin. İster Al-i İmran-85’i baz alıp “Onlar cennet göremeyecek, cehennem yakıtı olacaklar!” deyin. İsterseniz de Bakara-62’ yi baz alıp, “Onlardan da mükafat alacak olanlar vardır!” deyin. Seçim sizin.

Kısaca tüm semavi dine mensup insanlar, hatta olmayanlarda, kendi inanç dünyasının cennetine kavuşmaya çalışır. Dünya hayatını buna göre şekillendirir. Ancak sizin ne derece azgın, ne derece sapkın olduğunuz önceden yazılmış. Yani figüransınız.
Değil misiniz?

Bakara / 30: "Ve düşünün ki; Rabbin meleklere, “Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım” dediği vakit; “Orada fesat çıkaracak ve kanlar dökecek bir mahlûk mu yaratacaksın? Biz hamd ile tesbih ve seni takdis edip dururken?” dediler. “Her halde ben sizin bilemeyeceğiniz şeyler bilirim.” Buyurdu."

Yani siz yaratılmadan önce ne olduğunuz belli. Fesat çıkaran ve kanlar döken mahlûklarsınız.
 Şimdi burayı bir inceleyelim,

Şüphesiz gaybı bilen tek varlık olan Allah iken nasıl oluyor da daha siz yaratılmadan melekler sizin hakkınızda hüküm veriyor? Sizin ne yapacağınızı nereden biliyorlar?

Bakara Suresi, 33. ayet: (Allah) "Ey Âdem, bunları onlara isimleriyle haber ver" dedi. O, bunları onlara isimleriyle haber verince de dedi ki: "Size demedim mi, göklerin ve yerin gaybını gerçekten Ben bilirim, gizli tuttuklarınızı ve açığa vurduklarınızı da Ben bilirim."

Melekler sürekli ibadet eden ve sorgulamayan, nurdan yaratılmış varlıklarken nasıl olurda Allah’ın emrini sorgularlar? “fesat çıkarıp kanlar dökecek mahlûk” tabiri ile neden onun kararını eleştirirler? Melekler daha sonra “Tamam” dedikleri için affedildiler de, sadece şeytan uymadığı için mi lanetlendi? Allah şüphesiz gaybı biliyorken neden melekler ile diyalog ihtiyacı duysun? Sonsuz kudret sahibi yaratıcının fikir danışmasına neden gerek olsun?

Şimdi vaad edilen Cennet’e ulaşmaya çalışıyorsunuz diyelim. Eğer hidayete erdirilmemiş iseniz durum yine kötü.

En’am/125: "Allah kimi doğru yola koymak isterse, onun kalbini İslamiyet’ e açar. Kimi de saptırmak isterse kalbini dar ve sıkıntılı kılar. Allah inanmayanları küfür bataklığında kılar."

Diyelim ki ben inanmak istiyorum. Neden kalbime hidayet düşürülmüyor? Neden kalbim İslamiyet’e açılmıyor? Neden küfür bataklığında bırakılıyorum ki? Hiç bile bile ceza almaya veya sonsuz acıya tıpış tıpış gider mi insan?

A’raf/178: "Allah kimi hidayete erdirirse, doğru yolu bulan odur. Kimi de şaşırtırsa, işte asıl ziyana uğrayanlar onlardır."

Zümer/22: "Allah kimin kalbini İslam’ a açmışsa, o Rabbinden bir nur üzerinde değil midir? Allah’ı anmak konusunda kalpleri katılaşmış olanlara yazıklar olsun! İşte bunlar apaçık bir sapıklık içerisindedirler."

Şüphesiz beni yaratan, kaderimi bir kılan âlemlerin rabbi neden benim kalbimi daha doğmadan katılaşmış kılsın ki? Beni neden şüphesiz müminlerden yaratmadı?

Nahl/93: "Allah dileseydi sizi tek bir ümmet yapardı, ama o istediğini saptırır, istediğini doğru yola eriştirir. İşlediklerinizden ant olsun ki sorumlu tutulacaksınız."

Ayrıca bakınız: Fatır/8, Müdessir/31-42 vb.

Kısacası ne yaparsanız yapın. Eğer hidayete erdirilenlerden değilseniz. Ne yapsanız boş. O halde ne yapmalıyız? Hidayetin gönlümüzde hâsıl olması için bekleyecek miyiz? Neden hiç şüphesiz sonsuz nimetler ile nimetlenenlerden olamıyoruz?

Araf 178’ de bahsedildiği gibi şaşırtılmak kim ister? Kim kalbini hidayetten uzak tutmak ister ki? Bu noktada bir sıkıntı var.
Peki, neden herkes bu nimetlerden faydalanamıyor? Bir göz atalım:

Secde/13: "Biz dileseydik, herkese hidayet verirdik, fakat cehennemi tamamen cin ve insanlarla dolduracağıma dair benden söz çıkmıştır."

Neden biz cehenneme yakıt olarak tasarlandık ki? Tüm hayatını iyiliğe ve güzelliğe adayanların tek suçu Müslüman olmamak mı? Mükâfatları cehenneme yakıt olmak mı? Madem biz tüm yaratılmışlara –Hatta Meleklere bile- üstün kılındık, neden cehenneme yakıt olarak piyasaya sürülüyoruz?
Neden Yakıt olacağıma dair bir söz veriliyor?

Hud/118-119: "Eğer Rabbin dileseydi insanları tek bir ümmet kılardı. Fakat Rabbinin merhamet ettikleri bir yana, hala ayrılıktadırlar; esasen onları bunun için yaratmışızdır. Rabbinin, andolsun ki hep insan ve cinlerle dolduracağım, sözü yerine gelmiştir."

Neden tüm varlıklara üstün kılınan insanoğlu ayrılık için yaratıldılar? Bizler neden melekler gibi bir fıtrat üzerine yaratılmadık? Bu bizim üzerimize bir lanet mi? Eğer kaderimde yakıt olmak varsa neden bu dünyaya geldim? Ben kimin sınavıyım? Yakıt olacağım kesin ise bu dünyada ki amacım ve hedefim ne olabilir? Herkes iyilik ve güzellik üzerine olsa ne olurdu? Sorun mu çıkardı? 6 yaşındaki bir çocuk tecavüze uğrayıp öldürüldüğünde bunu yapan aminoasit yığını yakıt ise neden baştan hiç yaratılmamış kılınmadı? O yaratılmasaydı kötülüklerde olmayacaktı. Bu kimin sınavı? (Bkz. A.KARA makaleleri)

A’raf/179: "Andolsun ki biz cin ve insanlardan birçoğunu cehennem için yaratmışızdır.
Daha önce belirttiğim gibi birçoğumuz yakıtız. O halde cennetlik olanların sınavı olarak mı tasarlandık. Yani bu dünyada cennetlik olanlar benim üzerimden sınav olacak, sonra yaradılış gayem gereği cehenneme yakıt olacağım. Bu mudur? Hiç insanların çoğunu yakıt yapacağım diye ant içip söz vermek sonsuz merhamet sahibi, kudret sahibi yaratıcıya yakışıyor mu? Siz yakıştırıyor musunuz?"

Zuhruf/32: "Dünya hayatında ki geçimlerini aralarında böldük ve bazılarını, bazılarından üstün kıldık."

Evet, yoruma gerek yok sanırım. Parası olan parası olmayanı ezer. Onlar üstün kılındı çünkü. Eğer parası olan ezerse fakir onun sınavı olduğundan zengin cehennemlik. Eğer zenginin parasını görüp bende niye yok derse bir fakir, o halde isyandan cehennemlik. Yani zenginler, fakirin sınavı. Kısacası Zengin zenginliğini bilecek, fakir de fakirliğini bilecek. Herkes haddini bilecek.

Benim kafam karıştı, sizi bilmem. Gerçi kafamın karışması normal. Şüphesiz sapmışlardan ve zalimlerden olduğumdan olsa gerek…

Neyse Cennet’e kimler girebilecek? Bir bakalım:

"İşte bütün bu hükümler, Allah'ın koyduğu hükümler ve çizdiği sınırlardır. Kim Allah'a ve Peygamberine itâat ederse Allah onu altlarından ırmaklar akan cennetlere koyar. Onlar, orada ebedî olarak kalacaklardır. İşte büyük kurtuluş budur." (NİSA/13)

"Muhacir ve Ensar'dan İslâm'a ilk önce girenlerin başta gelenleri ve iyi amellerle onların ardınca gidenler var ya, işte Allah onlardan razı oldu, onlar da Allah'dan razı oldular ve onlara, altlarında ırmaklar akan cennetler hazırladı ki, içlerinde ebedi kalacaklar. İşte büyük ve muhteşem kurtuluş budur." (TEVBE/100)

"İman edip salih ameller işleyenler, işte öyleleri de cennet ehlidirler ve orada ebedî kalıcıdırlar."(BAKARA/82)

"Allahtan korkanlar, elbette cennetlerde ve pınarların başındadırlar." (HİCR/45)

"Allah mümin erkeklere ve mümin kadınlara, altlarından ırmaklar akan cennetler vaad buyurdu. Orada ebedi kalacaklardır. Hem de Adn cennetlerinde hoş meskenler vaad etmiştir. Allah'ın rızası ise hepsinden büyüktür. İşte asıl büyük kurtuluş da budur." (TEVBE/72)

Bir dakika bir dakika. Adn Cennetlerinden mi bahsedildi? Kaç tane cennet var? Aden benim bildiğim şu an Irak coğrafyasında kalıyor. Kaç cennet var? Aden cennetleri acaba başka hangi inançlarda vardı? Kopya mı? Baş harfi Sümer ve Babil desem? Muazzez İlmiye ÇIĞ desem? Bu sitede bir ton makale var desem?

"Allah, müminlerden, canlarını ve mallarını, kendilerine cennet vermek üzere satın almıştır: Allah yolunda çarpışacaklar da öldürecekler ve öldürülecekler. Bu, Tevrat'ta da, İncil'de de Kur'ân'da da Allah'ın kendi üzerine yüklendiği bir ahittir. Allah'dan ziyade ahdine riayet edecek kim vardır? O halde yaptığınız alış-veriş ahdinden dolayı size müjdeler olsun! Ve işte o büyük kurtuluş budur." (TEVBE/111)

Gerçekten durum karışık. Önceden benim ne olduğumu melekler biliyor ve bizi fesat çıkaran ilan ediyor; üstelik gaybı şüphesiz Allah bilmesine rağmen. Sonra her ne yaparsam yapayım eğer bana hidayet verilmediyse iman edemeyeceğim ve cennete kavuşamayacağım söyleniyor. Ardından benim aslında cennete yakıt olarak yaratıldığım söyleniyor. Müslüman olmayanların cennete gidemeyeceği söyleniyor, ama başka bir yerde Müslüman olmayanlarında mükâfat alacakları söyleniyor yani, yakıt olmayacaklar. Ben niye yakıtım o zaman? Ardından Cennet’e kimlerin girebileceği anlatılıyor. Aklıma “Kibar Feyzo” filminden Kemal Sunal’ın meşhur amele pazarı repliği geldi. Hani amele pazarında kamyonete adam seçme sahnesi:

-Ee Beeeeeennn???,
-Sen gelme ulan ayı!

Şimdi beni cımbızla seçip ayıkladığım ayetler ile milleti kandırmak ile suçlayacaksınız. Eyvallah. Örnek verdiğim ayetlerin bulunduğu surelerin tamamını bir okuyun. Ama anlayarak sağlam okuyun. İnanmak istiyorsanız elbette inanın. Din inanç işidir. Ancak sadece neye inandığınızı bilin. Bildiğinize inanın. Sağlıcakla kalın.

15 YIL TANRI VE ATEİZM | 2

Yazan: Zübeyde Savaş
15 yıl tanrı ve ateizm, din, Farklı tanrılar, Gerçek hayat hikayesi, Küçük çocuklara tanrı masalları, Tanrılar nasıl oluştu?, Zübeyde SAVAŞ,

15 YIL TANRI VE ATEİZM | 2

Barış heyecanla içeri girer, muhtar ayağa kalkarak Barış’ı kucaklar.
- Hoşgeldin oğlum.

Barış:
- Gerçekten benim de bir sürüm olacak mı ?

Muhtar Barış’ı tekrar kucaklayarak candan bir sevgi ile başını okşar.
Muhtar:
- Tabi ki bir sürün olacak fakat bu senin çabalarınla emeğinle hırsın ve ideallerinle olacak, sakın sürün olduğunda bizim sürüleri de unutma.

Barış:
- Kesinlikle unutmam bu iyiliğini hiç bir zaman unutmam tek isteğim evimi yaptırmak ve güzel bir yuva kurmak bunu senin sayende başaracağım.

Muhtar:
- Sana her zaman güvendim, inancımı boşa çıkarmayacağını yıllar içinde bana ispatladın benim ve köylülerin sevgisini ve güvenini kazandın, yarın sabahtan gel seninle şehire gidelim.

Barış başını sallayarak tamam der, koşarak eve gider, sobasını yakarak hemen yatağına girer, soba odayı ısıttığında kalkarak güzel bir kahvaltı hazırlar kendine, sobaya biraz daha odun atarak hayaller kurmaya başlar. Sabah olduğunda muhtar arabasıyla gelir, Barış heyacanla arabaya biner şehre doğru giderler.

Muhtar:
- Halâ heyacanını atamamışsın.
Barış:
- Muhtar amca gerçekten çok mutluyum, artık benim de bir sürüm olacağına inanmak, evimi yaptırmak hayal gibiydi, bunların gerçekleşeceğine inanmak bana mutluluk verdi, baba sevgisini hiç bilmesem de seni babam gibi sever ve sayarım.

Muhtar arabayı durdurarak Barış’a sarılır ve gözleri dolar, muhtarın erkek çocuğu olmadığından Barışı kendi çocuğu gibi sevmiştir. Şehire inerek Barış’a çorap, kazak, eksikleri olan her şeyi alır, daha sonra da bir lokantaya giderek yemek yerler.

Barış:
- İlk defa ömrümde lokantada yemek yedim gerçekten çok hoşuma gitti.

Yemeklerini yedikten sonra  lokantadan çıkarlar. Muhtar çok otoriter, konuşmaları tane tane olan bir karekteri vardır. Muhtar ve Barış köye dönerler, muhtar Barış’ın cebine bir miktar para koyarak evine bırakır. Barış muhtarın elini öperek çok teşekkür eder. Muhtar, Barış’ı evine bakarak ne kadar kötü durumda olduğuna çok üzülür fakat Barış’ın kendi ayakları üzerinde durarak bunları başarmasını ister. Aradan iki ay zaman geçer  bahar gelmiştir, sürülerin yaylaya gitme zamanı yaklaşmıştır. Barış kendi sürüsü olacağı için mutlu olarak hazırlanmıştır, yaylaya gitmesine üç, dört gün kalmıştır, cuma namazını kılmak için camiye gider,  camide din görevlisinin  sözleri dikkatini çeker.

Din görevlisi:
-Ey cemaat sen tanrı için ne yaptın ki ne istiyorsun kul olarak ?

Barış bu sözleri duyduğunda bir anda düşünmeye başlar, bu söze odaklanmıştır. Namaz bittiğinde herkes caminin yanından ayrıldığında din görevlisinin yanına giderek söylediği sözlerin ne anlamının olduğunu sorar.

Din görevlisi:
- Tanrı o kadar büyüktür ki sonsuz merhameti vardır, yoksullara zor durumda olanlara yardım edelim ki yüce tanrıda bize yardım etsin, biz kulluğumuzu yerine getirirsek tanrı da bizi mükafatlandırır, önce kendimize tanrı için ne yapıyoruz demeliyiz, namaz kılıyormuyuz, fitre, zekat veriyormuyuz, orucumuzu tuttuk mu, kulluğumuzu yaptık mı diye sorgulamalıyız kendimizi.

Barış heyacanla:
- Hocam nasıl iyi bir kul oluruz.

Din görevlisi:
- İyi bir kul olmak için beş vakit namazımızı kılıp, insanlara iyi davranıp, bol bol dua etmeliyiz, biz ne kadar ibadet edersek yüce tanrı da bizi o kadar mükafatlandırır.

Barış:
- Hocam bana okuyabileceğim din kitapları verir misin ?

Din görevlisi, Barış’ın sırtına elini atarak camide bulunan birçok din kitabı verir. Barış dini kitapları alarak evine gider. Barış eve geldiğinde din görevlisinin sözlerini düşünmeye başlar; Ben bir tek cuma ve bayram namazlarını kılıyorum demek ki iyi bir kul olamadım, fakat kimseye de her hangi bir kötülük düşünmedim, benim daha çok dini bilgiye ihtiyacım var, diye düşünür. O gece ve yayla dönemine kadar dini kitapların hiç birine bakmaz sadece daha iyi bir kul nasıl olabilirim diye düşünmeye başlar. Yaylaya gittiğinde aradan bir iki gün geçer ve bütün dini kitapları bir ay içerisinde okur, Barış beş vakit namaz kılmaya başlar ve her gece din kitaplarını okuyarak yatar.

Aradan bir iki ay geçmiştir, koyunların yavrulama dönemleri yaklaşmıştır. Barış bu sürede beş vakit namazı kılarken her vakit namazının peşine de geçmiş vakit namazlarını kaza eder, kaza namazları bittiğinde de iki rekat yüce tanrı için namaz kılar, geceleri sabaha karşı teveccüh namazı  da kılmaya başlar. Barış ibadetini tam olarak ve fazlasıyla yapmaya başlar ve devamlı koyunların bazılarının ikiz doğurmasını ister tanrıdan. Yayla dönemi boyunca kuzular hiç ikiz doğurmaz, Barış koyunların neden ikiz doğum yapmadığına bir anlam veremez, sürüyü çok iyi ot olan yaylalara götürmüştür; "Yüce tanrı böyle buyurdu demek ki" der, ben kulluğumu yeni yapmaya başladım, yıllardır ibadet etmedim, koyunları otlattım, kışın avlandım, boş hayatlar içinde geçirdim, yüce tanrım beni affet bağışla diyerek tanrıdan saatlerce af diler, seni buldum ya tanrım bu bana yeter. Barış içinde olan heyecanı ve bulduğu inancın karşısında hiç bir üzüntü ve keder etmez, sürüyü köye getirdiğinde sürüde ölen hiç bir koyun yoktur, sahiplerine teslim eder. Muhtar, Barış’ın yanına gelerek kucaklar.

Diğer sayfalar:
◄ [1] , [3] ►

KUTSAL KİTAPLARDAKİ AYETLER NASIL OLUŞTU?

din, islamiyet, MT, Mezopotamya ve dinler,Mezopotamya'nın kutsal kitaplara yansıması,Mezopotamya ve cennet,Mezopotamya genel evleri,Arap tüccarların Mezopotamya ziyaretleri,Kur'an ayetleri ve Mezopotamya
Kutsal kitapların bazı ayetlerinin nasıl oluştuğuna bir bakalım. Biraz ayıp olsada bildiğim gerçeği yansıtmaya çalışıyorum.

M.Ö Elçilerin ve ticaret kervanlarının buluştuğu ve yaşadığı tecrübelerin merkezi, medeniyetin beşiğinde (Mezopotamya) yaşanmakta olanları görüp, bunları kendisi yaşayıp kendi toplumuna anlattığı önemli bilgilerdir ayetler.

Bu yazımda Kuran'ı Kerim yazılışı üzerinde duracağım.
Ne demek istediğim anlaşılması açısından bir kaç örnek vermem gerekebilir.

Elçin'in ticari kimliği önemli olduğu içindir ki her ticari seferinde ülkesine döndüğü zaman Mezopotamya'da görüp yaşadıklarını çevresindeki insanlara anlatır. Hele birde bu elçi 25 yaşlarında bir gençse, asma üzüm bahçeli edeni -Latince cennet- şarabın bol bol ırmak gibi aktığı nehirleri, 72 huriyi, kenevir otu gibi şeyleri mutlaka tadacak ve anlatacaktır. Neyse daha fazla ayıba kaçmasın yoksa beni taşlarsınız.

Bu nasıl olur? Çok normal, çünkü uzaklarda nelerin olduğunu ancak gidip görenler bilir.
Çok değil 30 yıl önce Almanya'dan gelen akrabaların taşıdığı haberler ve başka medeniyete dair bilgiler, anlatım biçimleri ve sonrasında kameranın, şimdi ise internetin çıkışı ile herşey (görüp-yaşadıklarını anlatmak) daha kolay tabiiki.

Arap ticaretçilerin kumaş, hurma, parfüm, incir karşılığında yağ, şarap, bilim, felsefeye dair bilgilere kavuştukları bilinir. Aynı zamanda bu kişiler (Elçi, kervancı, ve şairler) gördüklerini çevrelerine anlatırlardı, bunun içindir ki çok geniş katılımlı ortamlar oluşurdu. O tarihlerde Mezopotamya'ya ayak basan ve geri gelen her insan çok çok önemliydi (bu insan Kureyşli'de olabilir) söyleyecekleri ayet kadar değerli ki zaten bugünkü ayetler detaylı incelenirse durum anlaşılır. En azından ben öyle düşünüyorum.

Müzik,dans ve şarap eşliğinde kurulan köy sofrasında (taverna) etrafındaki insanlara görüp yaşadıkları veya duyduklarını anlatır elçi-ve ticaretçiler. Şair geleneğinde önemli olan Arap ileri gelenleri bu elçilerin söylediklerini tanrıçanın (Allah'ın) sözleri olarak yazarlar.

Elçin'in her seferinden sonra anlattıklarını yazan kalemler bunu daha sonra bir kitaba dönüştürür ve yaşamakta olan  medeniyeti sürekli güncel tutarlar ta ki M.S. 8.yüzyıla kadar.

Ve bu kitabın yazarı elbette bir tanrıçadır, işte buda Müslümanların dediği Allah'tır.
Ama nasıl olur ?
Şimdi anlaşılır bir dilden gideceğim.

Meraklı  bir şekilde medeniyetten gelecek olan mesajları önce sözlü alan ve daha sonra bunu yazılı hale dönüştüren toplum öncüleri (şair,yazar) hazırladıkları bu kitabı müthiş bir yöntem ve sanat  kullanarak sayfalarındaki yazının altında bulunan resmin (sembol) de yardımıyla kopyasını imkansız kılarlar. Böylece buda toplumun ihtiyacı olan medeni ve kültürel arşivde yerini alır.

Dikkat ederseniz dinler ne zaman hükmetmeye başladı ise gerçek kitapların hepsini yakıp yok etmişlerdir. Bakalım, bu kadar iddialı olmak nasıl olur? Bunu nasıl anlatacağımı merak edenlerin eğer önceki yazılarımı takip etme şansları olduysa anlaşılması daha rahat olacaktır.

Kuran'ı Kerim genelde zeytin, incir (şarap-üzüm) hurma deve falan bahseder. Fakat şunu da söylemeden geçmeyeceğim, kurandaki ayetler doğru çevrilmiyor ve anlamları gerçeğe zıt olarak ifade ediliyor. Özellikle belirtmeliyim ki Kuran'daki Tanrının bir kadın olması bütün her şeyi biraz daha gün yüzüne çıkarır.


Müminun süresi 20.ayet Toros eteklerinde bulunan zeytin ağacı ve mamullerini konu alır.
Cennet, şarap ve seks ayetleri ise Tanrıçanın toplumun huzuru ve bekası için kurduğu genel ev kurallarıdır. Ne alaka? diyorsanız şöyle:

Bugün cinsellik tüm Arap dünyasında ve ülkemizde zina adı altında yasak (haram), cezalarla baskı altında ve insan haklarını ihlal eden olaylar yaşanıyor. İnsanın en doğal hakkı olan seks ve şarap (alkol) elinden alınıyor (Kimseye gidin alkolik olun veya seks alemlerine akın demiyorum. Fakat kesinlikle iki yetişkin arasındaki ilişki veya içeceğim alkol sakallı bir imamın onayından geçmek zorunda değildir.)

Ve cennet diye tabir edilen ruhani dünya, aslında hiç alakası olmayan hayali bir yerde mükafat olarak lanse edilen, fakat zorba, vahşi, egoist, ve uyanık erkek Tanrının isteklerini yerine getirme şartı ile belirlenen durumdur. (Kulluk-kölelik gereksizdir.) Bu ise sadece zorba bir erkeğin kafasındaki ahlaksız teorilerden ibarettir.

Dikkat edersek dindeki cins üstünlüğü (maskilist) en çok bu ahmakça erkek egemen sistemin altındaki toplumlarda oluşur. Bu da beraberinde taciz, tecavüz, recm, intihar, ahlak bozukluğu, kadına baskı, ve köleliği getirir. Buna feodalizm denir.

Toplumun en hassas olduğu ve özellikle baskı altında tutulmaya çalışılan seks, alkol ve o bazı ürünler yasak olduğu sürece doğal olarak insanda (hissi olan) en vahşi halini alır. Nasıl mı?

Bakın, örneğin İmamın bir tanesi bu baskılardan dolayı kendi kız kardeşine tecavüz etti, Ensar vakfı gibiler vahşileşip kız ve erkek savunmasız çocuklara tecavüz etti, Özgecan olayı zaten vahşet, ülkedeki kadın ölümleri yüzünden ağlamak istiyorum. Ve bu olaylar tüm bunlara göz yuman ahlaksız  zihniyet, yanlış anlatılmış ve anlaşılmış din sayesinde gerçekleşti. Peki gerçek dine gerek var mı?

Birde tanrıçalar döneminde yaşananlara bakalım.
Tanrıçalar ise çok güzel yöntemlerle ticaretçi, bekar, eşinden uzak, yaşlı, ve önemli elçilerin seks ihtiyacını karşılamak için veya vahşi, tecavüzcü, köleci, saldırgan, geri-zekalı erkekten toplumu korumanın önlemini almak için cinselliğin felsefesini özgürce ve kutsallıkla benimsemiş (dönemin genel evlerindeki kendini tanrıya adayan rahibelerin tanrı için, kutsal dedikleri seks eylemlerini gerçekleştirmesi) yazmış ve önlemini almıştır.

Nedir bu önlem ve bilgi?
Tanrıçalar tarihte Sümerler'den (M.Ö 4000) Fenikelilere ve günümüze kadar süregelmiştir.
Arap yarım adasına Astarte'nin dönemindeki bilgiler taşınmıştır.

Gönüllü olarak tanrıçanın hizmetinde çalışan 72 milletten rahibeler özel evlerde erkeklerin cenneti yaşamasına yardımcı olur, içinde şarabın sınırsız olduğu, kenevir otu vs. (kutsal kitaplardaki) ürünlerle beraber ücret karşılığında ayinlere tabii olurlardı.

Filo-Sufi Ömer Hayyam hazretleri derki:
Irmaklarından şaraplar akar cenneti ala meyhanemidir?
72 huri diyorsun cenneti ala kerhane midir?

Nisa suresinin 34. ayetinden şimdilik bahsedemem size çok ayıp gelecektir.
Neyse gördüklerinden dolayı başı dönen kervancı sonrasında bu unutulması imkansız hatta anlatırken heyecan dolu anları çevresine anlatırdı.

Tanrıça (Allah) aynı zamanda bu elçiler vasıtasıyla bu mesajı kendi toplumlarına da bildirmelerini özellikle belirtmiştir (onlara yaşatarak). Elçin'in bu kutsal mesajı kendi toplumuna nasıl heyecanla anlattığını eminim sizler de tahmin ediyorsunuz..
Eğer okursanız Sümerolog Sayın M. İlmiye Çığ anlatmak istediklerime biraz yardımcı olacaktır.

Dünya boştur boşlukları doldurmak üzere.

Yazan: Metin T.

ŞEYTANIN SUÇU YOK

A,din,şeytan,Şeytanın suçu yok,Şeytanın ardına sığınan,Şeytanı bahane etmek,Şeytan uydurması,Kötülüğe kılıf bulmak,Şeytana uydum geyiği
Aaah aah şu insanoğlu... Nasıl bişey olduk biz, tasvir etmeye kalksam bünyem kaldırmaz kusarım klavyeme; Kösele ayakkabı giyip yürürken tezeğe basmaktan bile daha iğrenç. Her türlü düzenbazlığı yapan, her haltı yiyen, adına insan denen, çakma varlıklarla doldu etrafımız. Ellerinde de mükemmel bi koz var, kumar masasındaki Joker adeta, inanılmaz bir koz...


Birine, hatta engelli birine tecavüz eder, şerefsizlik bu ya, "psikolojim bozuk, yada abazanlıktan deveyi bile yılın en seksi kadını seçecek haldeyim, rüyalarımda sağa sola sallanan toplar, asfalt makinesiyle yeri kıran kadınlar, birbirini kırbaçlayan Rihanna'lar görüyorum" demez. İçindeki öküzü bastıramayıp tecavüz eder, birinin hayatını karartır, sonra elindeki kozu atar ortaya: "Şeytana uydum!"

Din adı altında yardım derneği için para topluyoruz der, kermes kurar, insanlara hayır adı altında her şeyi satarlar, toplanan parayla hayatında para kazanmak nedir bilmeyen karısına landrover cip alırlar, sorsan paranın ön yüzünde ne var, asgari ücret ne kadar hiç bilmezler. Yardım adı altında toplanan paralarla sırayla birbirlerine cip, villa falan alırlar. Yakalandıkları zamanda (çoğu zaman yakalanmazlar) yine "şeytana uyduk" derler.

Adam öldürür, yada eşlerini döverler. Sanki şeytan gelip kafalarına silah dayamış "gebert şu kadını" demiş gibi triplere girer, birden dünyanın en üzgün insanının surat ifadesini takınırlar. Sorunlu insanın sorunu olduğunu görmesinin önüne konmuş en büyük engeldir şu şeytana uydum olayı. "Kişiliksizim, psikopatım yada beynim d-tüme kaçmış" demezsin, "şeytana uydum" der, b-ku şeytana atarak kendi sorumluluğundan yırtmaya çalışırsın.

Gider hırsızlık yapar, zaten açlık sınırında yaşayan, sabah kahvaltısında kapı kulu, akşam yemeğinde masayı kemiren halkın hayat mücadelesi yetmezmiş gibi, bide hırsızlığın götürüleriyle uğraştırırsın. Çalışmadan kazanmanın, totoşluğun yolunu bulmuş, yaptığı soygunlardan beleş para kazanmanın dibine vurmuştur, yakalandığı zaman "şeytana uydum" diyerek sıyrılmaya çalışır ve çoğunlukla "şeytana uydum" demeyi unutanlardan daha az ceza alır...

Ne çakalsınız nan siz varyaaa, bu yaptıklarınızla var olmayan şeytanı kendinizde var ediyorsunuz, eğer şeytan var olsaydı sizi görse o bile şaşar kalır "nan bu insanlar ne kadar acımasız" veya "bana gerek yokmuş ki, beni geri al" diyebilir. Bence asıl şeytan sizlersiniz be totoşlar, altından kalkamadığınız, açığa çıkan her bi haltınızdan sonra olup olmadığı bile belli olmayan şeytana iftira atarak kurtulmaya çalışır, birilerinin hayatını karartır, insana istemeden konulu videolarda başrol oynatırsınız...


Yazan: A.Kara

SİHİZM'E KISA BİR BAKIŞ

Düzenleyen & Çeviren: A.Kara
Sihizm, Sihizm nedir?, Sihizm'e kısa bir bakış,Sihizm hakkında bilgiler,Gurular,A,din,Sih inançları,Hindistan dinleri,Pencap dinleri,Guru Granth Sahib,Sihizm inanışları

Dünyada 20 milyon Sih var ve en yoğun oldukları yer Hindistan'ın Pencap bölgesidir. 2001 yılında yapılan nüfus sayımında İngiltere'de 336.000 Sih yaşadığı belirtilmiştir.

Sihizm 16. yüzyılda şimdiki Hindistan ve Pakistan olan Pencap bölgesinde kuruldu. Guru Nanak tarafından kurulmuş ve onun öğretilerini ve onu takip eden 9 Sih gurusunun öğretilerini temel almıştır.

Tek tanrılı bir din olan Sihizm'de en önemli şey, bireyin içsel inanç durumudur. Sihizm sadece ritüeller yerine iyi eylemler yapmanın önemini vurgular.

Sihler iyi bir yaşam sürmenin yolunun şöyle olduğuna inanır:
  • Tanrı'yı her zaman kalbinde ve aklında tut,
  • Dürüstçe yaşa ve sıkı çalış,
  • Herkese eşit davran,
  • Cömert ol,
  • Başkalarına hizmet et.
  • Sih ibadet yerine Gurdvara denir.
  • Sihlerin kutsal kitabı Guru Granth Sahib'dir.
Onuncu Sih Guru, ölümünden sonra Sihlerin manevi rehberinin o kitapta yer alan öğretiler olacağını, böylece Guru Granth Sahib'in şimdi bir Guru'nun statüsüne sahip olduğunu ve Sihlerin ona insan Guru'larına vereceği saygıyı göstereceğini açıkladı.

Sih inancına girmiş olan kadın ve erkek topluluğu Khalsa'dır. Khalsa, 1999 yılında 300. yıldönümünü kutlamıştır.

Guru Gobind Singh, Sihlerin Guru Granth Sahib'de cevap bulamadıkları yerlerde, kutsal kitaplarının ilkelerine dayanarak bir topluluk olarak sorunları belirlemeleri gerektiğine karar verdi.

Kaynak: BBC

DÜZ DÜNYANIN EVRİMİ

DP,din, islamiyet, Düz dünya,Dünyanın şekli,Kur'an'a göre dünyanın şekli,Kur'an'a göre dünya,Dünya ile ilgili tesfirler,Ankebut 20,Enbiya 30,Casiye 4,Nuh 14,Bakara 164,Kur'anda dünya
Günümüz eğitim sisteminde Liselerde Dil ve Anlatım adlı bir ders vardır. İletişim, kültür, dil yapısı ve tarihi, kelime, cümle ve benzeri birçok bilgi bu derste gelecek kuşaklarımıza aktarılır. Gençlerimizin özellikle okuduğunu doğru anlamaları ve doğru yorumlamaları, ayrıca doğru kelime ve cümle kurulumu sağlamaları istenir.

Okuduğunu doğru anlama ve doğru yorumlama kavramlarının bu noktada altı çizilmesi gereklidir. Maalesef günümüzde en sık rastladığımız sorun yanlış anlama ve yanlış yorumlama.

Peki, neden ortak anlam ve yorum üretemiyoruz? Cevaplar çok basit. Dilimize hâkim değiliz. Anlamak istediklerimiz için ise ön yargı, din, bireysel fikirler gibi faktörler devreye giriyor. Davranış Bilimciler ve Gelişim Uzmanlarına göre birçok faktör var. Ben sadece birkaçına yer vereceğim. Bu bile yeterli olacaktır.

Ortak bir veriyi okuyoruz ancak farklı anlamlar yüklüyoruz. Neden? Dil ve Anlatım eksikliğinden olabilir mi? Açıkçası öncül inançlar bunu yönlendiriyor. İnançlarımız ve bireysel ihtiyaçlarımız algılarımızı, görgülerimizi, döngümüzü, düşüncelerimizi, kısacası her şeyimizi biçimlendiriyor. Bu konu sadece bizim dilimiz için değil. Tüm dillerde ortak sorun. Neden? Çünkü temel düzeyde iki kişi arasındaki iletişimde dahi bu faktörler devrede. Karşınızdaki kişiden çıkan kelimeler veya düşünceler sizin “imbiğinizde” damıtılırken farklı anlamlar kazanıyorlar. Kabul ediyorum biraz karmaşık oldu. Hadi örnekleyelim:

Önümüze bir bilgi sunuluyor. Bu bilgiyi kabul edip etmemek size bağlı. Mesela dünyanın düz veya yuvarlak olması. İstendiği kadar kanıt verilsin ve ortaya konulsun önemli değil. Eğer söz konusu bilgi sizin önyargı ve dininiz ile çelişiyorsa reddedersiniz. Hatta bu bilgiyi reddeden alternatif teorisyenleri takip edip onlardan yararlanırsınız.  Sizin için dünya düzdür. Ne kadar kanıt olursa olsun. Siz karşı reddiyeler düzersiniz. İnandığınız kitap ve inanç ile çeliştiği için “Bizi yolumuzdan saptırmak isteyenler için uydurulmuş şeytan işi düşünceler!” der sıyrılırsınız. Neticede inanmak istemediğiniz için sizi yargılayan ve tu kaka ilan eden kimse ya da bir organizasyon yok. Bu ilk kademe savunma mekanizmasıdır.

Diyelim ki bu bilgi önünüze öylesine kanıtlar ile sunuldu ki kıvırma şansınız yok. Alenen ortada olan kanıtlanmış bir bilgi ile karşı karşıyasınız. O halde hemen 2. Kademe savunma mekanizması devreye girer. Hususiyetle ayet ya da hüküm bükme-kıvırma faaliyetleri başlar. “Nereye bu bilgiyi adapte ederim?” uzmanları boş ve uygun buldukları yere monte ederler.  Bunu gören siz, “Evet, bu husus inandığımız dinin kitabında da varmış. Şimdiye dek göremememizin sebebi şu ana kadar bulunmamış olması.” der ve geçersiniz. Hatta artık bir takım din âlimleri bu bilgiye ait yeni yorumları ilgili dinin kutsal kitabına monte etmeye başlarlar.

Daha sonra veri kemikleşir, sizde çağa uyan ve geleceğe ışık tutan dininiz ile yeni ufuklara yelken açarsınız.


Bir süre önce üzerine reddiyeler dizilen, yayımlanan, neredeyse canlar verilen “bilgi”, artık kutsal kitabın bir parçasıdır. O reddiyeler unutulur gider. Eğer reddiyeyi dizen şahıs o dinin vakti zamanında sağlam önderlerinden ise, reddiye amacının aslında iyi niyetli olduğu,  doğruya kavuşmak istendiği söylenir konu kapanır.

Sanırım bu noktaya kadar hepimiz hem fikiriz. Dini inancına sıkı sıkıya bağlı okurlarımız dahi bizimle hem fikirdir. Sonuçta inanılan dinin kutsal kitabında çelişki olmaz. Bulunan her yeni bilimsel gelişme, her yeni icat zaten kutsal kitapta kodludur.

Gelelim sadedimize. “Şimdi burada anlatılmak istenen esas olarak şu…” diye başlayan o kadar tartışmaya girdim ki… Neden yazıya Dil ve Anlatım kavramı ile başladım şimdi anlaşılabilmişimdir umarım.

Ortada bir veri var. Siz nasıl inanmak isterseniz öyle görürsünüz. Bu kapsamda alternatif kanıtlar üretir, teoriler sunarsınız. Bunun sonu yok.

Şimdi konuyu ülkemizin büyük çoğunluğunun inandığı dine getirelim. Evrim Teorisini dini çevreler şiddetle reddediyor. Önlerine kanıt konulduğunda ise net ispat istiyorlar. Evrim Teorisi ya da Alternatif Yaratılış senaryoları üzerinde çok durmayacağım. Sitede bol miktarda makale ve kitap mevcut. Düşünün. Ya dini çevrelerin üzerinde muhalefet edemeyeceği net kanıtlar (ki şimdiye dek ortaya koyulan kanıtlar zaten net) ortaya konursa?

O zaman hemen ayet bükme operasyonları başlayacak ve kanıt aranacak evrim için. Aslında çok aramaya da gerek yok. Kuranda evrim teorisini destekleyen veriler çok sayıda mevcut. Yarın öbür gün çok aramasınlar diye birkaçını aşağıda sıraladım. Eğer detay istenirse Sayın Caner TASLAMAN ve Emre DORMAN hocaları onlara Evrim Teorisinin aslında Kuran ve İslam ile çelişmediğini “şüphesiz kanıtları ile” anlatırlar.

De ki: "Arz'da gezip dolaşın ve yaratmanın nasıl başladığına bakın. Sonra Allah, 'ahir(son) yaratma'yı inşa edecektir. Muhakkak Allah, her şeye Kadir'dir."
[ANKEBUT(29)/20]

"Hakkı örtenler, görmedi mi, muhakkak gökler ve Arz bitişik(aynı) idi, o ikisini ayırdık. Ve her canlı şeyi, sudan yarattık. İman etmiyorlar mı?"
[ENBİYA(21)/30]

"Sizin yaratılışınızda ve türetip-yaydığı canlılarda, gerçek ilim sahibi bir kavim için, ayetler(deliller) vardır."
[CASİYE(45)/4]

"Muhakkak O, sizi, 'tavır-tavır'aşama-aşama) yaratmıştır."
[NUH(71)/14]

"Muhakkak, göklerin ve Arz'ın yaratılmasında, gece ile gündüzün arka arkaya gelmesinde, insanlara yararlı şeylerle, denizde yüzen gemilerde, Allah'ın, Gök'ten indirdiği suda ve onunla Yeryüzü'nü ölümünden sonra diriltmesinde, her canlıyı, orada üretip-yaymasında; rüzgârları estirmesinde; bulutların, Gök'le-Arz arasında, 'müsahhar'(boyun eğdirilmiş) kılınmasında; akleden bir topluluk için ayetler vardır."
[BAKARA(2)/164]

Buraya kadar biraz retorik yaptığımı kabul ediyorum. Olaya kendi penceremden baktığım doğru. O halde size farklı bir örnek vermek isterim. Sizce dünya düz mü yoksa yuvarlak mı? Cevap hazırdır. Yuvarlak. Yani hemen az ileriki sokaktaki cami hocasına sorsak: “Hocam dünya düz mü yoksa yuvarlak mı?” diye, alacağımız yanıt hazırdır: “ Hiç şüphesiz âlemlerin rabbi olan Cenabı Allah, en güzel ve doğru şekli ile yuvarlak surette yaratmıştır.”

Hemen Yasin-40 burada örnek ve kanıt olarak ilk aşamada ortaya konur. Ancak Yasin-40’ ın kaç farklı tefsir evriminden geçtiğini azıcık araştırınca görürsünüz. Gök nasıl Yörünge oldu… Kısacası şu Yörünge geyiği ile kendinizi kandırmayın.

Şimdi bu noktada bir sıkıntı yok. Ancak kendi inandığı dinin kitabını kendi dili ile okuyan, farklı yaklaşım ve yorumlara hâkim, tüm dünya Müslümanlarının (kendi mezhebi dışındakilerin dahi) farklı görüşte olmalarına rağmen bilgisine ve fikrine saygı duydukları Suudi Arabistan’ın baş müftülerinden Şeyh Abdül Aziz Bin Baz’ın fetvası şöyle:

“Kim dünyanın yuvarlak olduğunu iddia ederse küfür ve delalete düşmüş olur. Çünkü bu iddia hem Allah’ın, hem Kuran’ın, hem Peygamber’in reddidir. Bunu iddia eden kişi tövbeye davet edilir. Ederse ne ala! Aksi takdirde kâfir ve dinden dönmüş bir kişi olarak öldürülür. Eğer ileri sürdükleri gibi Dünya dönüyor olsaydı ülkeler, dağlar, ağaçlar, nehirler, denizler bir kararda kalmazdı. İnsanlar batıdaki ülkelerin doğuya, doğudaki ülkelerin batıya kaydığını görürlerdi. Kıblenin yeri değişir, insanlar kıbleyi tayin edemezlerdi” (Kaynak: “Dünya’nın Sakin Güneş’in Hareketli Olduğuna ve Gezegenlere Çıkmanın İmkânsızlığına Dair Akli ve Hissi Deliller ”adlı kitabı.1975)

Peki, Şeyh Abdül Aziz Bin Baz neden böyle bir fetva verdi, cevabı çok açık. Çünkü eski İslam ve Kuran âlimlerinin büyük çoğunluğu buna inanıyordu. Eski tefsirlerden küçük bir örnek:
“Bundan sonra da yeryüzünü yayıp döşedi.” (Naziat, 30)

TESFİRLER

Taberi, Ibn Abbas radiyAllahu anhuma’dan rivayet ediyor: “Kâbe, dünya yaratılmadan iki bin sene önce su üzerinde dört direk üzerine kuruldu. Sonra yeryüzü kabenin altından yayıldı”
|Taberi (3/61, 24/208); Ebu’s-Seyh, el-Azamet (4/1381)|

Taberi, Abdullah Ibn Amr radiyAllahu anhuma’dan rivayet ediyor: “Allah Kâbe’yi yeryüzünü yaratmadan iki bin sene önce yarattı, dünyayı da oradan yaydı”
|Taberi (24/208) Beyhaki, Suab (3/431) Ibn Ishak, es-Siyra (1/27)|

Katade şöyle demiştir: “Bundan sonra da yeryüzünü yaydı” "Dehâhâ"; "Yayıp sermek" demektir.
|Taberi (24/210)|


Suyuti, Durru’l-Mensur’da şöyle demiştir: Abd Ibn Humeyd ve Ibn Ebi Hatim Ibn Abbas radiyAllahu anhuma’dan rivayet ediyorlar: “Bir adam Ibn Abbas’a dedi ki: Allah’in Kitabında iki ayet bir birine muhalif.” Ibn Abbas radiyAllahu anhuma: “Sen bunu ancak görüşünle söylüyorsun, oku bakalım” dedi. Adam: “De ki: "Arzı iki günde yaratan Allah’ı siz mi inkâr ediyor ve O'na ortaklar koşuyorsunuz?” (Fussilet, 9) ayetinden “Çeşitli rızıklarını arayıp soranlar için tam dört günde takdir etmiş, sonra yaratmak için, gaz halinde bulunan gökyüzüne yönelmiştir” (Fussilet, 11) ayetine kadar okudu. Sonra da “Bundan sonra da yeryüzünü yaydı” (Naziat, 30) ayetini okudu. Ibn Abbas radiyAllahu anhuma söyle cevap verdi: “Yer, gök yaratılmadan önce yaratıldı. Sonra sema yaratıldı, sonra yer, sema yaratıldıktan sonra yayıldı. “Dehaha” sözü ancak "yaymak, sermek" demektir.”
|Durru’l-Mensur (8/412)|

Ibn Munzir, Ibrahim en-Nehai’den rivayet ediyor: “Bundan sonra da yeryüzünü yaydı”, Dünya Mekke’den yayılmıştır.”
|Durru’l-Mensur (8/412)|

Katade söyle demistir: “Bana ulaştığına göre dünya Mekke’den yayılmıştır”
|Taberi (11/531) Abdurrazzak, Tefsir (2/213)|

Abd Ibn Humeyd, Ata’dan rivayet ediyor: “Bana ulaştığına göre dünya Kâbe’nin altından yayılıp uzatılmıştır.”
|Durru’l-Mensur (8/412)|

Biraz internet üzerinde veya evinizde basılı tefsir ve mealler varsa onlardan da birçok kontrol yapabilirsiniz.

Bu noktada daha önce bahsettiğim üzere bir paradoks bizleri bekliyor. Eğer siz evrim teorisi var derseniz şiddetle karşı çıkılır. Eğer varlığı sağlam kanıtlar ile ortaya konulursa o zaman da “Zaten kutsal kitabımızda vardı. Çağlar öncesinden bize ışık tutuyor!” denilir. Aynen dünya düzdür ya da yuvarlaktır geyiğinde olduğu gibi. Gerçi Biruni gibi dünyanın yuvarlak olduğunu savunan İslam Âlimleri vardı. Onların da bu bilgiye nereden ve ne şekilde sahip olduğu zaten belli.

Kısacası bir Evrim var. Hatta bu evrim dinde de yaşanıyor. Dün başka bir şey söylenirken bugün başka bir şey söyleniyor. Her ne hikmetse her iki görüşün kanıtları da kutsal kitapta yer bulabiliyor.

Daha önce bahsettiğim gibi Evrim Teorisi için yarın İslam Âlemi toplanıp: “Evet vardır. Kuranda da ayetlerde de bahsedilmiştir!” diye açıklama yaparsa hiç mi hiç şaşırmayacağım. Çünkü dünyanın düz mü yuvarlak mı olduğu konusunda bunu yaptılar. Önce düz dediler buna kanıt getirdiler, sonra yuvarlak deyip ona kanıt getirdiler.

Önünüzde birçok kaynak var. Bir zahmet objektif bir biçimde araştırın ve okuyun.
Sağlıcakla kalın.

Yazar Notu: Bazı yorumlar ve mesajlar ile olumsuz eleştiri alıyorum. Eleştirileriniz için sonsuz teşekkürler. Yalnız yazılarımı sığ ve sıradan bir dil ile yazdığım konusunda eleştiri aldım geçenlerde. Bu görüşe katılıyorum. Aynı sığlıkta ve sıradanlıkta yazmaya devam edeceğim. Zaten amacım da bu. Sıradan olmak iyidir. Yazdıklarımızı görebilmek veya araştırmak için CALTECH, MIT, Stanford, ODTÜ gibi kurumlarda akademisyen veya o seviyede uzman olmaya gerek yok. Yazdıklarımız ile ilgili zaten her yerde kaos mevcut. Kimse ortak bir görüşte ittifak olamıyor. Benden yanıtları beklemeyin. Ben sadece görülmek istenmeyen çelişkili hususları göz önüne getiriyorum o kadar. Siz yine inanmaya devam edin.

Bu arada dünya YUVARLAK DEĞİL!!! Geoid : )

Yazan: Demon Product

15 YIL TANRI VE ATEİZM | 1

Yazan: Zübeyde Savaş
Zübeyde SAVAŞ, 15 yıl tanrı ve ateizm, Tanrılar nasıl oluştu?, Farklı tanrılar, Küçük çocuklara tanrı masalları, Gerçek hayat hikayesi, din,

15 YIL TANRI VE ATEİZM | 1

Tanrıların nasıl oluştuğunu öğrenmek için farklı kültürler içinde bulundum, inandıkları tanrıların ortak noktası yoksulu seven ve yardım eden diye anlatılır. Bulunduğum topluluklar içinde başka tanrılardan bahsettiğimde, anlattığım tanrının masal olduğunu ve kendi tanrılarının gerçek olduğunu savunuyorlardı, binlerce yıl önce yaşanmış tanrılardan bahsettiğimde, insanların bu tanrıları yarattığını anlatırlardı. Tanrı gerçekliğini savunan kişi, küçük yaşlarda bilinç altına verilmiş ya da tanrıyı savunarak yaşamını sağlayan kişilerdi.

Dünya üzerinde ateist olanların sayısı her geçen gün artmaktadır. İnsanların bilimsel gerçekliği kabul etmesi kolay olurken tanrı masalı küçük yaşlarda çocuklara bilinç altlarına yerleştirilir. Tanrı gerçekliği doğru olduğunu zannettiğinden gençlik yıllarına geldiğinde bilimsel gerçeklik ile tanışır. Bilimsel gerçekliği kabul etmeyenler ya da bilinç altlarına yerleştirilen tanrı masalı, aile ve çevre etkisiyle bunu gerçeklik olarak yaşamaya başlar. Bu şekilde yaşam sürenler bilimsel gerçekliği anlamaları için iki sebep vardır.

1-Umut ve korku duyguları kullanılarak yaratılan tanrı ve tanrılar bu gerçekliği kabul edenler  yaşamları boyunca mutlu oldukları anı tanrıdan geldiğine inanırlar, kötü olayları tanrının yarattığı şeytana bağlarlar, gülünç olan, başlarına gelen kötü olayları tanrıdan geldiğine inanmazlar. Tanrı gerçekliğine inananlar yaşadıkları kötü olayları aracı olmadan ( şeytan ), yoksulluğunun sebebi tanrıdan olduğuna inandıklarında tanrının bir masal olduğunu kolayca anlarlar.

2- Tanrı gerçekliğini kabul ederek yoksul hayat sürenler yaşadıkları hayatdan kurtulmak için tanrıdan  mucize bekler. Tanrı mucizesi hiçbir zaman gerçekleşmeyeceğinden ellerinde masalın parçası olan cennet kalır. Tanrı mucizesini  anlatanlar masalı süsleyenlerdir. Bütün tanrıların mucizeleri neredeyse tamamı yoksulun kurtulduğu yaşamı anlatılır, komik olan dünya üzerinde yoksul sayısı artmaktadır, bu gerçekliği anlayanlar bilimsel gerçekliği kabul edenlerdir.

Bir tanrıya inanıyorsanız başka tanrıları ve beraberinde yazılan kitapları, ibadet şekillerini incelediğinizde masallarında nasıl oluştuğunu görebilirsiniz. Bir tanrı insanlar üzerinde etkisini kaybettiğinde yerine başka tanrı gelmiştir. Bu günümüze kadar bu şekilde gelmiştir, yüzlerce tanrı örnekleri verebiliriz. Tanrıları yaratanlar insanlardan başkası değildir.

On beş yıl boyunca yaşanan gerçek bir hayat hikayesi kaleme alınmıştır. Bu tamamen gerçek olan ve halâ hayatda olan kişinin yazdığı günlüktür. Kişinin ismi ve yerleri değiştirilmiştir. Hayata zar zor tutunan insanların ve yoksullar üzerinde tanrıların nasıl etki yarattığını anlamış olurken, tanrıların da neden yaratıldığını da anlamış oluruz.

Barış Anadolu'nun kırsal alanında yaşayan yirmi bir yaşında bir gençtir, anne ve babasını altı yaşında iken trafik kazasında kaybetmiştir, Barış’ı köylüler büyütmüştür. Barış’ın evi köyün üst tarafında taştan üç odalı tek katlı bir evdi, evde bir sobası, tahtadan yaptığı bir divanı, pencereler ise naylon ile kaplıydı, yağmur yağdığında evin içine yağar, kışınsa evde durulacak bir hali yoktu. Dört tane de koyun köpeği vardır, köpekler Barış’ın bakışlarıyla ne demek istediğini anlar. Barış’ın anne ve babası  çobanlık yapmışlardır, Barış da aynı mesleği devam ettirerek köylülerin koyunlarını çobanlık yaparak geçimini sağlardı. Kışları bazı yabancılar gelerek kurtlara verici takarlar, Barış onlara kurtları yakalamalarında yardımcı olurdu, çobanlığı sayesinde bütün bölgeyi çok iyi bilirdi, askerlik görevini yaptıktan sonra köyüne gelerek çobanlığa devam etmiştir. Barış’ı bütün köylüler çok sever, dürüstlüğüne ve sözüne güvenirlerdi, yardım severliğiyle bilinir, koyunlarını hiç tereddüt etmeden Barış’a teslim ederlerdi. Köylüler Barış’ın çobanlık yaptığı yıllar içerisinde çok büyük kazançlar elde etmiş ve sürülerini çoğaltmışlardır.

Askerden geleli üç ay olmuştu. Barış’ın tek isteği evinin çatısını yaptırmak ev eşyalarını  almak ve güzel bir evi olmasını isterdi. Aralık ayının ilk cumasıydı, Barış evinden çıkarak cuma namazına gitti, cuma namazı kılındıktan sonra muhtar köylüleri camide toplanmasını istedi, muhtar köylülere:

- Arkadaşlar bildiğiniz üzere Barış vatani görevini yaptı, yıllardır rahmetli babası da dahil koyunlarımıza güvenle baktılar,  Barış’ı kendi çocuğum gibi sever ve güvenirim, artık Barış’ın da evlenme zamanı geldi bu nedenle Barış’a sahip çıkarak bir yuva kurmasını sağlayalım.

Köylüler muhtarın sözlerine katıldılar ve hak verdiler. Barış hiç beklemediği bu sözler karşısında çok duygulanır ve şaşkınlığını gizleyemez, gözleri dolar.

Muhtar:
- Ben derim ki bu baharın koyunlarımızın ikiz olanlarından birisi Barış’ın olsun, bu sayede Barış’ında bir sürüsü olur, yıllardır üç beş kuruşa koyunlarımıza en iyi şekilde hizmet etti, bence bizim verebileceğimiz en güzel hediye de bu olacaktır.

Köylüler muhtarın bu sözünü onaylayarak Barış’ı tebrik ederler, bütün köylü Barış’ı çok sevdiği için muhtarın bu fikrini destekler. Barış hiç beklemediği bu sözleri duyduğu andan itibaren bir sürüsü olacağını ve evini tamir ettireceği için daha çok kendine güvenir, Barış yaylaları ve koyunları düşünüp mutluluktan uçarak evine gider, evinin damlamayan bir odasında  sobaya odun atarak çay bırakır o kadar mutludur ki hayeller kurarak çayı demlemeden uyur. Sabah kalktığında bunun bir rüya mı gerçek mi olduğunu anlayamaz, kahvaltı bile yapmadan muhtarın evine koşar, muhtarın evine geldiğinde kapıyı açar.

Diğer sayfalar:
[2] ►