HABERLER
Dini Haber
din etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
din etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

ALLAH MUHAMMED'E HARAM İŞLEYEBİLİRSİN DİYEBİLİR Mİ?

Yazan: FileOzof


ALLAH MUHAMMED'E HARAM İŞLEYEBİLİRSİN DİYEBİLİR Mİ?


"Seni öyle sevdim ölürcesine
Tanrının yazdığı şiircesine" (Emel Sayın). Bir Tanrı düşünün.
Kitabında sadece "bir kulunu" ilgilendiren şeyler yazmış olabilir mi? Diyeceksiniz ki o bizim için hayat modeli. Fakat istediğiniz kadar kafa patlatın  bir kişiye has olmak üzere verilen imtiyazı kendi hayatınıza uyarlayamazsınız.

Ahzab Suresi 50. ayet
﴾50﴿ Ey peygamber! Mehirlerini verdiğin eşlerini, Allah’ın sana ganimet olarak verip de elinin sahip olduğu kadınları, seninle birlikte hicret eden amca kızlarını, hala kızlarını, dayı kızlarını, teyze kızlarını, kendini peygambere mehirsiz olarak bağışlar da peygamber de onunla evlenmek isterse böyle bir mümin kadını -ki sonuncusu diğer müminlere değil, *zatına mahsustur* - sana helâl kıldık. Müminlere eşleri ve sahip oldukları kadınları hakkında hangi kuralları geçerli kıldığımızı biliyoruz. *Sana mahsus* olanı güçlük çekmeyesin diye meşrû kıldık. Allah çok bağışlayıcı, pek esirgeyicidir.

Bizim sorunumuz Tanrının birilerine cinsel imtiyazlar vermesi değil. Bizim sorunumuz bu imtiyazların evrensel olduğuna inanılan kitaba yazılması.

Biz dahi bunu öyle bir dehşetle okuduk ki çarpıcı bir detayı fark edemedik. Şimdi gelin birbiriyle çelişen ifadelere bakalım ve bunun ancak bir insan ürünü olduğunu gösterelim.

Biliyorsunuz daha önce Muhammed'in Kıpti Mariye ile olan ilişkisinden bahsetmiştik. Muhammed bu ilişkiden sonra bir ay bekliyor ve daha sonra Tanrı'dan ayet geldi diyerek hanımlarını boşamakla tehdit ediyor.
Şimdi gelin, o ayetlere tekrar göz atalım.

Tahrim Suresi 1-5
1﴿ Ey peygamber! Allah’ın sana helâl kıldığını, eşlerini hoşnut etmek arzusuyla niçin kendine haram kılıyorsun? Bununla beraber Allah bağışlayıcıdır, merhametlidir.
﴾2﴿ Allah size (belli durumlarda) yeminlerinizi çözmeyi meşrû kılmıştır. Allah sizin yardımcınızdır; O bilendir, hikmet sahibidir.
﴾3﴿ Hani peygamber, eşlerinden birine gizli bir şey söylemişti. Eşi bunu başkalarına aktarıp Allah da durumu peygambere açıklayınca peygamber bunun bir kısmını anlattı, bir kısmından vazgeçti. Eşine konuyu anlatınca o, "Bunu sana kim haber verdi?" diye sordu. "Her şeyi bilen, her şeyden haberdar olan Allah bana bildirdi" diye cevap verdi.
﴾4﴿ İkiniz de Allah’a tövbe ederseniz (çok iyi olur), çünkü kalpleriniz eğrilmişti. Ama peygambere karşı bir dayanışma içine girecek olursanız bilin ki herkesten önce Allah onun dostu ve koruyucusudur, sonra da Cebrâil ve iyi müminler. Melekler de bunların ardından onun yardımcısıdır.
﴾5﴿ Eğer sizi boşayacak olursa rabbi ona, sizin yerinize sizden daha iyi olan, Allah’a teslimiyet gösteren, yürekten inanan, içtenlikle itaat eden, tövbe eden, kulluk eden, dünyada yolcu gibi yaşayan, dul ve bâkire eşler verebilir.

1. ayete dikkatle bakın. Eşlerini bir arada tutmak arzusuyla, Allah'ın "sadece" Muhammed'e helal kıldığı, Muhammed'in kendisine yasakladığı   şey ne olabilir?  Konuyla ilgili iki rivayet olsa da sadece Muhammed için helal kılınan şey Mariye ile ilişkiye girmektir.

Ahzab 50 Arapçasını ve Tahrim 1 Arapçasını karşılaştıralım.
Tahrim 1
  يَٓا اَيُّهَا النَّبِيُّ لِمَ تُحَرِّمُ مَٓا اَحَلَّ اللّٰهُ *لَكَۚ* تَبْتَغ۪ي مَرْضَاتَ اَزْوَاجِكَۜ وَاللّٰهُ غَفُورٌ رَح۪يمٌ

Yıldız içine aldığımız kelime (leke) sadece bir kişiye söylenilen sözler için kullanılır.
Örneğin Ahzab 50'de geçen kadının peygambere kendini hibe etmesi  ifadesi içinde (leke) kullanılır.
Ahzab 50
يَٓا اَيُّهَا النَّبِيُّ اِنَّٓا اَحْلَلْنَا *لَكَ* اَزْوَاجَكَ الّٰـت۪ٓي اٰتَيْتَ اُجُورَهُنَّ وَمَا مَلَكَتْ يَم۪ينُكَ مِمَّٓا اَفَٓاءَ اللّٰهُ عَلَيْكَ وَبَنَاتِ عَمِّكَ وَبَنَاتِ عَمَّاتِكَ وَبَنَاتِ خَالِكَ وَبَنَاتِ خَالَاتِكَ الّٰت۪ي هَاجَرْنَ مَعَكَۘ وَامْرَاَةً مُؤْمِنَةً اِنْ وَهَبَتْ نَفْسَهَا لِلنَّبِيِّ اِنْ اَرَادَ النَّبِيُّ اَنْ يَسْتَنْكِحَهَا*خَالِصَةً *لَكَ* مِنْ دُونِ الْمُؤْمِن۪ينَۜ قَدْ عَلِمْنَا مَا فَرَضْنَا عَلَيْهِمْ ف۪ٓي اَزْوَاجِهِمْ وَمَا مَلَكَتْ اَيْمَانُهُمْ لِكَيْلَا يَكُونَ عَلَيْكَ حَرَجٌۜ وَكَانَ اللّٰهُ غَفُوراً رَح۪يماً

Görüldüğü gibi yıldız içindeki kelimeden önce gelen (hâlisaten) "mahsus olarak" demektir.
Ve yıldızlı kelimenin sadece bir kişiye mahsus olduğunu destekler niteliktedir. Yani Tahrim suresinin bal şerbetiyle alakası yoktur. Zira bal şerbeti Müminlere de helal kılınmıştır.

Şimdi Ahzab Suresinin devamına bakalım ve daha başka hangi hükümler gelmiş inceleyelim.

Ahzab Suresi 51-52. ayetler
(51) Onlardan dilediğinin beraberliğini erteler, dilediğini yanına alırsın. Uzaklaştırdıklarından birini tekrar istemende senin için bir sakınca yoktur. Bu hüküm onların mutlu olmaları, üzülmemeleri ve hepsinin senin verdiğine razı olmaları için en uygun olanıdır. Allah gönüllerinizdekini bilir, Allah ilim ve hilim sahibidir.
(52) Bundan sonra sana kadınlar helâl olmaz; mülkiyetin altında bulunanlar dışında kadınlarını, "güzellikleri hoşuna gitse bile başka eşlerle değiştirmen de" helâl olmaz. Allah her şeyi görüp gözetmektedir.

Ahzab Suresinin 52. ayetinde Muhammed'e "eşlerini boşamak" haram kılınıyor.
Öte yandan Ahzab Suresi 90. sırada nazil olmuş ve Tahrim Suresi ise 107. sırada nazil olmuştur.(1) Yani başka eşler alınmasını yasaklama emri daha erken gelmiştir. Ve bir daha bakın Tahrim Suresi 5. ayete. Peygamber eşlerini boşayabilir diyor... Herhalde Allah öyle bir öfkeye kapılmış ki daha dün ne dediğini unutmuş.
Ah pardon... Bir insandan böyle hatalar beklenir değil mi? Yani Muhammed öyle bir öfkeye kapılmış ki daha dün ne yazdığını unutmuş.
Şimdi diyeceksiniz ki madem böyle bir çelişki var bu neden söylenmemiş? Söylenmiş tabi... Eskilerin masalları diyen olmuş. O bir şairdir, delidir diyen olmuş. Demiş demesine de kelle koltukta ya hani o zamanlar. Ya öldürülmüş ya da sürgün edilmiş. Lütfen hakaret etmeden bir cevabınız varsa verin sayın Müslümanlar.
Gerçeği görmeniz dileğiyle...

KAYNAKLAR
• http://www.kuranmeali.com/Siralama.php?sira=nuzulsirasi
• Ahzab suresi 50-52.ayetler
• Tahrim suresi 1-5.ayetler

8 TESPİTLE İSLAMI TERK



8 TESPİTLE İSLAMI TERK

İslam'ı anlamak ve terk etmek bilinçaltı mantığını çözerek mümkündür. Dini kaynaklarla anlatmak, terk etmek uzun ve zordur. Nedeni kutsal kılıfla üzeri örtülen ideolojiyi görmemek, süslenmesi, insanların kendi vicdanını din sanması ve inancın empatiyi bastırmasıdır.

1. İyilik yapmak zorla, savaşla olur mu ?
Araplar "Türkleri cennet ehli yapalım, gittiğimiz cenneti herkesle paylaşalım" derdiyle mi ordularla dünyaya savaş açıp kan döktüler ? MAKSAT kutsal kılıf atfedilen cihat anlayışının şu getirileri : Ganimet; ülkeyi, devlet malını yağmalamak, köleler; bedava işçiler toplamak, cariyeler; cinsellik ve iş amaçlı kadın köleler, cizye; koruma kılıfı adı altında haraca bağlamak. İşte İspanya'dan Hindistan'a kadar olan topraklardan ganimetler, köleler, cariyeler, cizyeler toplayarak hiç çalışmaya, üretmeye gerek olmadan yaşadılar. Bize kanla, korkuyla yutturdukları cenneti kendileri aşağı indirdiler. Cennet vadi Araplar için soyguna teşvik, bizim için bu cinayetlere katlanmaktı. Tüm bu cinayetler, soykırımlar, kadınları cariye yaparak onları istismarı meşru kılan kılıflarla yayılmıştı bu din. Klasik Arap için, Arap yarımadasının İslam'ı terk etmesi nankörlüktür. İslam'la emperyalizm kurup çölden saraylara geçtiler, cennet hurilerini kadınları cariye yaparak gördüler. Kapitalizm devrindeyse Kabe hiç bitmeyen iyi bir gelir kaynağı oldu.

2. Cennet ve Cehennem iyiler ve kötüler için mi ?
İslam' da cennet yalnız Müslümanlar içindir, Cehennemse yalnız bu dine inanmayanlar için. Yarattığını iyi kötü demeden sadece şu dine inanmadı diye ebedi zulme tabi tutan bir tanrı olamaz. İnsanları dinine göre imtihan etmenin mantığı olmaz. İyilik dolu tanrının şeytanı, izin verdiği kötülükleri, cehennemi olmaz.

3. İslam tebliğle mi yayıldı ?
Eğer İslam tebliğle kitlesel olarak yayılmış ise son yarım asırda her türlü iletişim, ulaşım çağında insanların en az yarısının İslam'a girmesi gerekmez miydi? Allah'ın dininin tebliğ edilişinden sonra 14 asır geçmiş ama dünyanın 80%'i inanmıyor. Bu kadar insanı da "şu dine inanmıyor" diye yakmayı planlamış. İslam asırlar süren savaşlar, haraç, baskıyla yayılmış ve bu güne şeriat rejimlerin idam korkusu, tehdit, taklitle yayılmıştır.

4. Ahlak neyle bilinir ?
Diyorlar ki dinsiz ahlakı temellendirin. Peki dinler ne kadar ahlaklı, bunu nasıl biliriz ? Dinde anlatılagelen iyi şeylerin çoğunun sadece süs olması da bu durumun delilidir: İslam zina etme diyor ama cinsel köle yani cariyelik var (Nisa 24-25; Nur 33), muta nikahı var. İnsan hakları diyor ama kölelik var (Nahl 75-76). Çalma diyor ama ganimet var (Enfal 1, 41, 69 / Feth 19, 20). Zulüm etme diyor ama cihat, zorla dayatma ve cizye haracı var (Tevbe 29). Kadına değerden bahsediyor ama dövmeyi öneriyor (Nisa 34), ve tek kadının şahitliğini kabul etmiyor (Bakara 282) ve mirasta yarım pay veriyor (Nisa 11). Yani halk arasında din hakkında anlatıların tümü süs. Süssüz din olmaz, süssüz din yaşayamaz.

5. İslam ırzı nasıl korur ?
İslam'da zina yapan ve tecavüz edene ceza için 4 şahit şartı aranır (Nur 4, Nisa 15). Şahitli zina grup ilişkilerde olur. Peki kim birine 4 şahit yanında tecavüz eder ki? Tecavüze uğramış kadın şahidi olmadan şeriat mahkemesine gitse iftira suçundan sopayı yer. 4 şahit gibi mantık dışı talebin altında amacı kadını sosyal alandan çıkarmak için güvenliğini kaldırmak yatar. Zaten kadını cinsel obje, eşya olarak gören Arap kültüründe kadınları kendi toplumundan da korumak gerekli.

6. Gerçek İslam nerde ?
Şeriatı uygulamış ilk Müslümanlar asrı saadet dönemi yaşamışsa sonrasında şeriat uygulayanlar neden o dönemi yaşayamaz ? Asrı saadet iddiası hem tutarsız hem kaynakların yazdığı gibi kargaşa, savaşlar, cennetle müjdelenmiş ashabın bir birilerini öldürmesi, sömürmesi dönemidir. 1000, 1400 yıl Müslüman olmanın sonucu ne ? Müslümanlar nerde şeriatı uyguluyorsa "gerçek şeriat yok" deyip suçu dışa atmak da boş. Şeriatı dış güçler yazmadı. Gerçek şeriat yoktur demek için uygulanan dinin başka din olması gerekir. Laik ülkede kendi vicdanını din sayıp "gerçek şeriat yok" demek kolay ama kökü cihat-dayatma olan dinin şeriatı tıpkı pratiği gibidir. Kur'an kurtarıcıysa dünya devletlerinin hukuku bırakıp ayetleri izlemesi germez mi ? Dinimiz iyilik getirdi, şeriat kalkınmadır gibi sözler var olan gerçeği değiştirmez.

7. Aynı dine, kitaba inananlar.
Müslüman toplum huzur dolu olamaz. Çünkü İslam kendinden olmayanlara hükmünü geç, kendinden olup da muhalefet edenleri insan saymadığı için ne ekersen onu biçersin misali dinin özü kendi tarihine, pratiğine yansımıştır. Bidat ehli için ayrımcı hadisler ve alimlerin bölücü görüşleri var. Mezhep birliği çağrıları düzen için takiyyedir. Çünkü her fırkanın akidesi diğerine göre küfür. Tartışılan çoğu konular kaynaklara göre hem doğru hem yanlış yorumlanabiliyor.
Peygamberin cenazesine 17 kişinin katılması, ahsabın birbirini kesmesi, halifelerin öldürülmesi, cemel savaşı, mezhep savaşları ve günümüzde devam edenler gösteriyor ki gerek dini, gerek diğer yaşam alanlarında Müslüman toplumun kardeşliği aynı mezhepten ve aynı kişisel düşünceye sahip olanlar arasındadır. Allah'ı, dini bir olanların huzurlu toplum olmaması, bir birilerinden kendilerini muhafaza etmesi kendi hataları olamaz. Nedeni Arap kültürüne cihat hükümleri koyarak ganimet, köle, cariye, haraç için soyguna çıkmış; cihatla imparatorluk kurmuş bu güruh, bölücü, çelişkili, kültür bozan, uygarlık söndüren bir dine sahiptiler. Bu güruh sıfır empatili, vahşet saçan, bize din diye Arap kültürünü dayayıp cinayetlerine hak kazandıran sömürücülerdi. İslam Arap medeniyeti olduğu için örnek şeriat ülkesi olmadığı gibi örnek Müslüman toplumu olması da imkansızdır.

8. İslam nedir ?
Bizler laik devlette göz açıp büyüyenler olarak İslam'ı görmedik, yaşamadık. İyi niyetli Müslümanlar olarak kendi merhametimizi, laiklik ortamını İslam sandık. İslam diğer dinler gibi sadece hikaye ve inanç üzerine kurulu değil. İslam, toplumu etkileyen Muhammed'in de şahsiyeti üzerine kuruludur. İnsanları güçle susturan, güçle ünvanlar alan, güçsüzken barışçıl, güçlüyken baskıcı, kısaca güç üzerine kurulu bir şahsiyettir Muhammed. Geliniyle (Ahzab 37), üvey kızıyla (Nisa 23), çocukla evlenmeyi (Talak 4) onaylayan, üç taşla taharet tavsiye eden bir dinin dünyaya ahlak ve temizlik dersi vermeye çalışması tuhaftır. 10- 14 asırdır Müslüman olmalarına rağmen İslam hiç bir kavmi ıslah etmemiştir. Çünkü hayatta kalmak, zenginlik, hükümranlık gibi insani arzulara dayanan gerçek hayata dahil olmak için kutsal kılıflarla cinayeti seçmiş, hep düşman edinen, doğal olarak içinde de bölünen çetelerin mücadele ideolojisinin yer aldığı bir dindir İslam. Dünyada tek din İslam olsa yine mutlaka bir şeyler için savaşlar çıkar ve yeni mezhepler akımı başlardı.

SİZDEN GELENLER | Yazan: A.T.

Eleştirisel bakış açısı ile her din ve inanca ait yazılarınızı, inancınızın değişim sürecini anlattığınız sorgulama süreçlerinizi dinvemitoloji@gmail.com adresine gönderebilirsiniz.
  • Bu yazılar biz-siz gibi sorgulama evresine girmiş herkese mutlaka biraz olsun ışık tutacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazılar sitemizde adınızla veya takma adınızla yayınlanacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazının başka bir internet sitesinde yayınlanmamış olması gerekmektedir. (KOPYA içeriğe karşı olduğumuzdan, sitemizdeki tüm içerikler özgündür)

CEHENNEM VE EBEDİ CEHENNEMLİKLER

Yazan: Serdar Kaangil


NEDİR O CENNET CEHENNEM?


Beni özene bezene yaratan kim? Sen!
Ne yapacağımı da yazmışın önceden.
Demekki sensin bana günah işleten
Öyleyse nedir o cennet cehennem?

İslam Cehennemi şöyle tanımlar:

Cehennem; Allah’ın azap diyarı ve kahır ülkesidir. Elem ve ıstırap yurdu, hıçkırık ve pişmanlık beldesidir.

Cennette rıza ile lezzet birlikte zevk edildiği gibi, cehennemde de azapla gazap beraber tadılacaktır; hem de zifiri karanlık içinde. Şeytanla birlikte yanmanın elemine, bir de peygamberlerden, velilerden, sevdiklerinden ayrı kalmanın elemi katılacak ve ruh bu manevi ıstırapla kıvranıp duracaktır. Dünyada Allah ın emirlerine karşı büyüklük taslayanlar, orada ebediyen zilleti tadacaklar, bu dünyada nefislerinin emrine girenler, orada aralıksız pişmanlık çekeceklerdir. Burada şeytanın peşini bırakmayanlar, orada ona en büyük düşman kesilecekler ve azap arkadaşları olan şeytanın “ben size bir şey yapmış değilim, aklınızı kullansaydınız.” diye çıkışması ise onları büsbütün çıldırtacaktır.

Yani Cehennem, cennetin tersi. İslam’daki ve Kur’an’daki tasvirlere göre cennette olan huzur, mutluluk, keyif ve safa orada yok. Tersine korku, acı, elem, zulüm, işkence var. Cennetteki güzellikler, ağaçlar, çiçekler, ırmaklar, birbirinden lezzetli yiyecekler, birbirinden güzel kadınlar orada yok.  Dinlere göre cehennem, kendi tanrılarına inanmayan ve kötülük yapanların cezalandırılacağı ölüm sonrası mekan. Kimi inançlarda geçici, kimilerinde ebedi. İslam’da günahlarının cezası bitene kadar geçici ama Kur’an’da geçiciliğini belirten tek bir ayet bile yok. Ama ebedi olduğuna dair onlarca ayet mevcut. Sadece Zerdüşt dini ve muhtemelen Hinduizmde cehennem ebedi değil, diğer dinlerin tümünde ebedi. Zerdüşt dininde suçluların cezalarını tamamlamalarından sonra Ahura Mazda’nın yanına kabul edileceği ve cehennemin ortadan kaldırılacağı belirtilir.

EBEDİ CEHENNEMLİKLER
1- Allah’a inanmayanlar:

Bakara-39. İnkâr edenler ve âyetlerimizi yalanlayanlara gelince, işte bunlar cehennemliktir. Onlar orada ebedî kalacaklardır.

2- Dinden dönenler:

Bakara-217. Sizden kim dininden döner de kafir olarak ölürse öylelerin bütün yapıp ettikleri dünyada da, ahirette de boşa gitmiştir. Bunlar cehennemliklerdir, orada sürekli kalacaklardır.

3- Faiz Yiyenler:

Bakara-275. Faiz yiyenler, ancak şeytanın çarptığı kimsenin kalktığı gibi kalkarlar. Bu, onların, “Alış veriş de faiz gibidir” demelerinden dolayıdır. Oysa Allah alışverişi helal, faizi haram kılmıştır. Bundan böyle kime Rabbinden bir öğüt gelir de (o öğüte uyarak) faizden vazgeçerse, artık önceden aldığı onun olur. Durumu da Allah’a kalmıştır. (Allah onu affeder.) Kim tekrar (faize) dönerse, işte onlar cehennemliklerdir. Orada ebedi kalacaklardır.

4- Müslüman katilleri:

Nisa-93. Kim bir mümini kasten öldürürse, cezası, içinde ebedi kalacağı cehennemdir. Allah ona gazap etmiş, lânet etmiş ve onun için büyük bir azap hazırlamıştır.

5- Kibirli Kur’an inkarcıları:

Araf-36. Âyetlerimizi yalanlayanlar ve onlara uymayı kibirlerine yediremeyenlere gelince işte onlar cehennemliklerdir. Onlar orada ebedi kalacaklardır.

6- Kötüler:

Bakara-81. Kim kötülük işler de günahı kendisini kuşatırsa, artık onlar ateşin halkıdırlar, orada ebedi kalırlar.

7-Asiler:

Nisa-14. Kim de Allah’a ve Peygamberine isyan eder ve onun koyduğu sınırları aşarsa, Allah onu ebedi kalacağı cehennem ateşine sokar. Onun için alçaltıcı bir azap vardır.

8- Kafirleri dost edinenler:

Maide-80. Onlardan birçoğunun kâfirleri dost edindiklerini görürsün. Nefislerinin kendilerine sunduğu şey ne kadar kötüdür! Allah onlara gazabetmiştir. Onlar ebedî olarak azap içinde kalacaklardır.

9- Günahları sevaplarından çok olanlar:

Müminun-103. Kimlerin de tartıları hafif gelirse, işte onlar da kendilerini ziyana uğratanların ta kendileridir. Onlar cehennemde ebedi kalacaklardır.

10- Doğru yola iletilmeyen unutkanlar:

Secde/13-14. Dileseydik, herkesi doğru yola iletirdik. Fakat; “Cehennemi tamamen cin ve insanlarla dolduracağım” diye söz verdim. Siz madem bu güne ulaşacağınızı unuttunuz. Biz de sizi unuttuk. Tadın ebedi azabı.

Cehennemliklerin Yiyecekleri

Hud 16: Fakat onlar öyle kimselerdir ki, ahirette kendilerine ateşten başka bir şey yoktur.

Gasiye 6: Darı dikeninden başka yiyecekleri yoktur.

Duhan/ 43-46. Doğrusu günahkarların yiyeceği zakkum ağacıdır; karınlarda suyun kaynaması gibi kaynayan, erimiş maden gibidir.

Hakka-36.  Kanlı irinden başka bir yiyeceği de yoktur.

Yaşanacak İşkenceler:

1- Zincir vurulmak
2- Demir topuzla dövülmek
3- Kavurucu rüzgarlar
4- Duman
5- Ateş
6- Kaynar su
7- İrin

Cehennemliklere bu işkenceler Zebani adı verilen melekler tarafından yapılır.

İşte Cehennem:

Ey aziz, malûm olsun ki, müfessirler ve muhaddisler ittifak etmişlerdir ki: Hak Taâlâ, kudretiyle yerleri birbirinin altında yedi tabaka yaratmıştır. Her yerin genişliği ve her iki yerin ara mesafesini beş yüz yıllık yol edip, hava ile dolu eylemiştir. İlk tabakanın nâmı: Dimka’dır. Kısır rüzgâr gibi havası nâhoştur. Onda bi çeşit yaratık vardır ki, Berşem nâmıyle meşhurdur. onlara hem hesap, hem azap vardır.

İkinci tabakanın adı: Celde’dir. Onda Onda cehennemlikler için azabın he türlüsü hazırdır. Buranın kavminin ismi: Tamas’ıdr. Birbirlerini yerler. Üçüncü tabakanın adı: Celde’dir. Onda cehennemlikler için azabın her türlüsü hazırdır. Buranın kavminin ismi: Tamas’dır. Birbirlerini yerler.

Üçüncü tabakanın ismi: Arka’dır. Onda katır gibi akrepler vardır ki, kuyrukları mızraklar benzeridir. Her birinin kuyruğunda üçyüz boğum vardır ki, öldürücü zehir ile dolmuştur. Onun sakinleri bir hasis taifedir ki onlara: Kabes derler. Onların yiyeceği toprak, içeceği rutubettir.

Dördüncü tabakanın adı: Harba’dır. Onda dağlar gibi ejderhalar vardır ki, kuyrukları uzun hurma ağacı gibidir. eğer birinin zehiri bahr-i muhite karışsa, denizdeki yaratıkların cümlesi helak olurlardı. Onun sâkinlerine: Cülhan deler. Onların ne gözleri, ne ayakları vardır, ancak iki kanatları vardır ki, uçarlar.

Beşinci tabakanın adı: Melsa’dır. Kavminin adı: Muhtat’dır. Sayıları hesaba gelmez. Biribirlerini yerler. Orada kükürtten dağlar gibi taşlar vardır ki, kâfirlerin boyunlarına bağlayıp, cehenneme bırakırlar.

Altıncı tabakanın adı: Siccin’dir. Cehennemliklerin amel defterleri oradadır. Sakinlerine: Kutata derler. Cümlesi kuş şeklindedir. Lâkin elleri adam eli gibi, kulakları öküz kulağı gibi, ayakları koyun ayağı gibidir. Onlar, melekle gibidir; yemezler, içmezler, uyumazlar ve cinsî ilişkide bulunmazlar. Daima Hak Taâlâ’ya ibadet ederler. Bir rivayette, ateşliklerin ruhları, kıyamete kadar orada hapsolmuşlardır.

Yedinci tabakanın adı: Ucba’dır. Kavminin adı: Cüsum’dur. Cümlesi kısa boylu, siyah habeşli gibidir. Elleri ve ayakları, yırtıcı hayvan pençesi gibidir. Ye’cüc ve Me’cüc’ü onlar helak etseler gerektir. Halen, lânetlenmiş İblis, taraftarlarıyla onda sâkindir. Kendisi bir taht üzerinde oturur. Yandaşları etrafında saf saf durup, her biri yeryüzünde insanoğlunu sapıtmakla ettikleri fesat ve fitneleri, İblis’e arz ederler. Onlardan her kimin şer ve fesadı çok ve büyük ise; İblis onu yanına alıp, sahte övgüler düzüp, iltifat ederek yakınlarından sayar. Hak Taâlâ, Ümmet-i Muhammed’i onların şerlerinden korusun.

Anlatılan bu yerin ortasında karanlıktan bir perde vardır.Bu yedi tabaka yer, büyük bir meleğin omuzunda karar kılmıştır. Hak Taâlâ, yedi yer altında bulunan yeşil kaya, kırmızı öküz, büyük balık ve büyük denizden aşağıda kendi haşmetinden yedi tabaka cehennem yaratmıştır ki, birbirinden aşağıdadır. Her tabakanın arası beşyüz yıllık mesafedir.

Cehennemin yedi kapısı vardır ki, her birinin içinde ateşten yetmiş bin dağ vardır. Her dağda ateşten yetmiş bin vâdi vardır. Her bir vâdide ateşten yetmiş bin kale vardır. Her kalede ateşten yetmiş bin ev vardır. Her ev içinde ipler, sandıklar, tokmaklar, topuzlar, zincirler, bukağılar, köpekler, yılanlar, zehirli akrepler, kaynar ve irinli sular, zehir ve zakkum emsali bin türlü azap vardır. Onda kara yüzlü, gök gözlü zebani melekleri vardır ki, cümlesi sağırdır ve onlarda merhamet duygusu yaratılmamıştır. Öyle çoktur ki hesabı yoktur.

Hak Taâlâ, zebanilere bir büyük ve heybetli melek vekil etmiştir ki, ona Mâlik derler. Yedi cehennemin hâkimi ve kapıcısı odur. İlk cehennemin adına: Cehennem derler ve azabı, ötekilerinden hafif, daha zariftir. Bu, Muhammed Ümmetinin âsileri için yapılmıştır. İkinci tabakanın adı: Sair’dir. Hristiyanlar onda eserdir. Üçüncü tabakanın adı: Sakar’dır. Yahudiler için kararlaştırılmış ebedî duraktır. Dördüncü tabakanın adı: Cahim’dir. Mürtedler ve şeytanlar için azabı elimdir. Beşinci tabakanın adı: Hutame’dir. Gayya kuyusu ondadır. Ye’cüc, Me’cüc ve kâfirlerin yeridir. Altıncı tabakanın adı: Leza’dır. Puta tapanlar, ateşe tapanlar ve sihirbazlar için hazırdır. Yedinci tabaka ki, ta diptedir ve adı: Haviye’dir. O, mülhitleri, zındıkları, yalancıları ve münafıkları kucaklayıcıdır. Onun ateşi, harareti, azap ve şiddeti hepsinden üstündür. Cehennemin tabakalarının tümü, yedi bin tabakadan ziyadedir.
(Erzurumlu İbrahim Hakkı’nın Marifetname’sinden)

Musevilik’te Cehennem

Jewish Encyclopedia Musevi inancını şu şekilde açıklar: Dünyanın sonu geldiğinde insanların ruhunun üç çeşidi olacak:

“Bunlardan, doğrular hemen sonsuz yaşama yazılacaklar,
Kötüler cehennem için yazılacaklar; fakat,
İyi ve kötü tarafı terazide dengede olanlar önce cehenneme gidecekler. Bunlar cehennemde temizlendikten sonra oradan çıkarılacaklardır.”
İsa’nın yaşadığı dönemde Museviler, birisi öldüğünde ruhunun Gehenna’da işkence çektiğine inanıyorlardı. Buna karşın Encyclopedia Judaica ise şunları söylemektedir: “Kutsal Yazılarda ölüm sonrasında Gehenna’yla ilgili düşüncelerin hiç bir dayanağı yoktur.

Hristiyanlıkta Cehennem

Markos 9: 43-47: “Eğer elin seni günaha sokuyorsa, onu kes at; çolak olarak hayata erişmen iki elli olarak Hinnom Vadisine, sönmez ateşe gitmenden iyidir. – Eğer ayağın seni günaha sokuyorsa, onu kes at; topal olarak hayata erişmen iki ayağınla Hinnom Vadisine atılmandan iyidir. – Eğer gözün seni günaha sokuyorsa, onu çıkarıp at; tek gözlü olarak Tanrı’nın krallığına erişmen iki gözünle Hinnom Vadisine atılmandan iyidir. Orada onların kurdu ölmez ve ateşi sönmez.”

Her ne kadar semavi dinlerdeki cehennem inancının kökeni olan Hinnom vadisini daha sonra özel olarak ele alacak olsam da hakkında vereceğim kısa bilgi ile konuyu sonlandırayım:

DÜNYADAKİ CEHENNEM | HİNNOM VADİSİ

Matta 10: 28: Sizi öldürmeye gücü yeten fakat hayattan yoksun bırakmaya gücü olmayanlardan korkmayın, asıl sizi Hinnom Vadisinde tamamen yok edebilecek olandan korkun.

Cehennem İbranice’den gelir, aslı Gehinnom’dur ve bu da Kudüs dışında “Hinnom” köyünde boş bir arazidir. “Ge” vadi demektir. ” Gehinnom” ise Hinnom vadisi. Tarihte burası ölen kimsesiz kişilerin cesetlerinin atıldığı bir yerdir, akşam vakitlerinde kurtlar, çakallar, gündüzleri kartallar gelip bu cesetleri yerlerdi. Baktılar olacak gibi değil cesetleri yakmaya başladılar. Ayrıca İlah Molek’e yakı sunulan yer olarak da bilinir. “Seni cehenneme yollarım”, “cehennemin dibine” lafları da bu yüzden söylenmiştir. Cehennem denilen bu yer, daha sonradan da çöp yakım yeri olarak kullanıldı.

MUHAMMED SAVUNMA SAVAŞI MI YAPIYORDU?

Yazan: FileOzof


MUHAMMED SAVUNMA SAVAŞI MI YAPIYORDU?


Kur'an'da çeşitli kavimlerin peygamberleri yalanladığı ve hatta öldürdüğü bu sebeple Allah'ın onları helak ettiği söylenilir.

Bu konuyla ilgili ayetlere bakalım.
Enam Suresi 6. ayet
﴾6﴿ Görmediler mi ki, onlardan önce yeryüzünde size vermediğimiz onca imkânı kendilerine verdiğimiz, gökten üzerlerine bol bol yağmur indirip (evlerinin) altlarından ırmaklar akıttığımız nice nesilleri helâk ettik. Biz onları günahları sebebiyle helâk ettik ve onların ardından başka nesiller meydana getirdik.

Nisa Suresi 155. ayet
﴾155﴿ Sözlerinden dönmeleri, Allah’ın âyetlerini inkâr etmeleri, haksız yere peygamberleri öldürmeleri ve "Kalplerimiz kılıflanmıştır" demeleri sebebiyle... Dahası inkârları sebebiyle Allah o kalpler üzerine mühür vurmuştur. Pek azı müstesna artık iman etmezler.

Görüldüğü gibi Kur'an bazı kavimlerin peygamberleri öldürdüğünü, onları yalanladıklarını bu sebeple helak olduklarını söyler. Her şeyi bilen Allah kavimlerin yalancı diye ithamlarda bulunacağını bildiği halde Peygamberlerin "öldürüleceğini" bildiği halde yine de Peygamber göndermiş. "Hikmetinden sual olunmaz ya Rab" diyerek bu konuyu geçelim.

Sorulması gereken soru şu:
"Niçin bunca kavmi helak eden Allah kâfirleri helak etmiyor da Müslümanlardan savaşmalarını istiyor?". Ben sizin yerinize hemen cevabı vereyim sayın Müslümanlar. "İmtihan için" savaşmaları emrediliyor. Fakat burada da kalbe... pardon akla takılan bir soru var. Bazı kavimlere de ,örneğin Musa'nın kavmi, savaş emredilse dâhi (bkz. Bakara 246) bazı Müslümanlara sahip olup Müslüman olmayan kavimlerdeki Müslümanlara neden savaş emredilmemiş? (bkz. Ankebut 14-15).
Ben yine cevap vereyim. Hikmetinden sual olunmaz ya Rab!..

Şimdi geçelim savaşla ilgili ayetlere
Tevbe Suresi 1-6. ayetler
﴾1﴿ Allah ve resulünden, antlaşma yapmış olduğunuz müşriklere karşı fesih bildirimidir!
﴾2﴿ Yeryüzünde dört ay daha serbestçe dolaşın; fakat bilin ki asla Allah’ı âciz bırakamazsınız ve Allah inkârcıları er-geç rezil rüsvâ edecektir.
﴾3﴿ Yine Allah ve resulünden bu büyük hac günü insanlara duyurudur: Allah ve resulünün müşriklerle hiçbir bağı yoktur. Şayet tövbe ederseniz, bu kendi iyiliğinize olur; eğer sırt çevirirseniz bilin ki siz Allah’ı âcizliğe düşüremezsiniz. (Resulüm!) İnkârcıları elem veren bir azapla müjdele!
﴾4﴿ Ancak kendileriyle antlaşma yaptığınız müşriklerden bilâhare yükümlülüklerini eksiksiz yerine getiren ve sizin aleyhinize kimseye arka çıkmayanlar müstesna; onlara verdiğiniz söze süresi doluncaya kadar riayet ediniz. Allah haksızlıktan sakınanları sever.
﴾5﴿ Haram aylar çıkınca, müşrikleri bulduğunuz yerde öldürün, esir alın, kuşatın ve onları her geçit yerinde gözetleyin. Şayet tövbe ederler, namazlarını kılarlar ve zekâtlarını verirlerse artık onları serbest bırakın. Allah yargılayıcıdır, bağışlayıcıdır.
﴾6﴿ Ve eğer müşriklerden biri senden korunma isterse, Allah’ın sözünü duymasına fırsat vermek için onu koruma altına al; sonra onu kendi güvenlik bölgesine ulaştır. Bu uygulama, onların bilmeyen bir topluluk olmalarından dolayıdır.

Diyanetin konuyla ilgili tefsiri uzun olduğundan size on maddelik özet geçeceğim. İsteyen okuyup yanlışım varsa düzeltebilir.
1- Müslümanlar için sözünde durmak çok önemlidir.
2- Müşriklerle yapılan bu antlaşma feshedilmiştir.
3- Bu antlaşma yapılırken İslam Peygamberi Muhammed Allah yerine Müslümanları temsil etmiştir. ( Özellikle bkz. Müslim "Cihad" 3)
4-Antlaşmanın feshinden sonra "antlaşmaya uymayan" müşrikler için 4 ay verilmiştir.
5- Kendileriyle antlaşma bulunmayanlar sürekli savaş halindedir.
6- Müşrikler tövbeye yanaşmadıkları yani Müslüman olmadıkları takdirde Müslümanlara savaş açmış "sayılırlar".
7- Eğer kişi Müslüman kimliği gösterirse onlara savaş açılmaz.
8- İslam'ı tanımak isteyen müşriklere fırsat verilir.
9- İslam'ı tanıdıktan sonra güvenli bir yere ulaştırılırlar.
10- Eğer İslam'ı tanıdıktan sonra "kabul etmezlerse" üstüne üstlük kutsal bölgelere -Kâbe- yaklaşırlarsa bulundukları yerde yani kutsal yerlerde "öldürülürler".
Kaynak: Diyanet İşleri Başkanlığı Kur'an Yolu Türkçe Meal ve Tefsir, Cilt 2, s. 720-731.

Kendi yorumumu katarsam müşriklere 8 ve 9. maddelerde fırsat verilmesinin sebebi 10. maddede yaptığım açıklamanın da desteğiyle bir barış göstergesi değil taraf toplama isteğinin bir neticesidir. Zira direk öldürme olsaydı Müslümanlar için taraf toplanamazdı.

Öte yandan savunma savaşı yapılırken bu kadar çok cariye elde etmek ne kadar olası, tartışılır bir konu. Çünkü benim bildiğim savaşa genellikle erkekler katılır.

Şimdi de farklı bir açıdan ele alalım konuyu.
İlk sorumuz şu olsun: Allah neden yemin ediyor?
Buna verilecek cevap Arapçada yemin etmenin bir şeye dikkat çekme özelliği vardır.
Şimdi Adiyat Suresi 1 ve 5. ayetleri buna göre düzenleyelim.
﴾1﴿ Dikkat çekerim; nefes nefese koşanlara;
﴾2﴿ Sonra çakarak kıvılcım saçanlara;
﴾3﴿ Sabahleyin ansızın baskın yapanlara;
﴾4﴿ Derken o sırada tozu dumana katanlara;
﴾5﴿ Peşinden orada bir topluluğun ta ortasına dalanlara!

Şimdi diyeceksiniz orada atın öneminden bahsediyor. Evet, fakat sabahleyin baskın yapan, nefes nefese koşan, tozu dumana katan yani savaştaki atlara dikkat çekiliyor.

Daha bugün yakın bir akrabama cariyeyi anlattığımda bana tövbe et, öyle şey yoktur dedi.
Üstüne üstlük öyle bir şey olsa bile bana Muhammed'in cariyesinin olmadığını söyledi
Güleyim mi ağlayayım mı bilemedim. Fakat inandığı dini Müslümanların sorgulamadığı büyük bir gerçek. İslam'ın vicdanını kendi vicdanınıza göre şekillendirmeye çalışmayın yoksa İslam'a göre kafir olursunuz...

Her şey gözle görülecek kadar açık. Ben ne kalbinizi mühürledim ne de kulaklarınıza ağırlık verdim...

MÜSLÜMANLARA SORULAR

Yazan: Kirpi


MÜSLÜMANLARA SORULAR

Genelde sakin biri olsam da Müslümanlarla tartışmalarım nadiren küfürsüz bitmiştir. Bunun sorumlusu ben değilim zira sorularıma verecek cevapları bittiğinde ya çekip gittiler yada sadece küfür ve tehdit ettiler. Şimdi bazı sorularımı bir kez daha buradan soracağım ve cevap vermek isteyenle severek tartışa bilirim.

Soru #1
Bildiğiniz kadarıyla Müslümanların kutsal kitabı Kur'andır. Farklı mezheplerin kendilerine göre kaynakları olmasına rağmen Kuran sonuç olarak ortak bir kaynak olarak kabul ediliyor. Fakat ne yazık ki Müslümanlar kutsal sandıkları kitabın emirlerine karşı geliyorlar. Örnek olarak HAC. Bildiğiniz üzere Hac İslamın 5 şartından biridir ve durumu iyi olan her insan hacca gitmek zorundadır.

Bakara Suresi, 196. ayet: Haccı ve umreyi Allah için tamamlayın…

Kuranda hacla ilgili onlarca ayet var ama benim asıl sorum hacca nasıl gidecekleriyle alakalı. İlgili ayete bakalım.

Hac Süresi, 27. ayet: "İnsanlar içinde haccı duyur; gerek yaya, gerekse uzak yollardan (derin vadilerden) gelen yorgun düşmüş develer üstünde sana gelsinler."

Ayette açık bir şekilde Haca yaya olarak (رِجَالًا) ve yorgun develerle (ضَامِرٍ) gelsinler deniyor. Peki ama neden siz yaya olarak veya develerle değilde lüks otobüslerle veya uçaklarla gidiyorsunuz? Kutsal kitabınızın emirlerine neden uymuyorsunuz?

Soru #2
Câsiye Süresi 13 ayet Göklerdeki ve yerdeki her şeyi kendi katından (bir nimet olarak) sizin hizmetinize verendir. Elbette bunda düşünen bir toplum için deliller vardır.

Allah göklerde ve yerde olan her şeyi insanların hizmetine verdiğini söylüyor. Sorum şu:


Fotoğrafta gördüğünüz z8GND5296a  (Texas üniversitesi astronomları tarafından 2013 yılında keşif edildi) isimli galaksi bizden tam 30 milyar ışık yılı uzaklıkta. Bu galaksi bizlere nasıl hizmet ediyor?

Soru #3
Kur'an açık ve net bir şekilde Allah için tek geçerli dinin İslam olduğunu söylüyor. İlgili ayetlere göz atalım:

Âli İmrân Süresi 85: Kim İslâm’dan başka bir din ararsa, (bilsin ki o din) ondan kabul edilmeyecek ve o ahirette hüsrana uğrayanlardan olacaktır.

Âli İmrân Süresi 19: Şüphesiz Allah katında din İslam'dır.

Hal böyle iken soruyorum sizlere. Muhammed yaşadığı zaman ve Kur'an nazil edildiği zaman dünyada bilinen yerler hangileriydi? Muhammed ortaya çıktığında Amerika'da Avusturalya'da yaşayan insanların Arabistan diye bir yerin varlığından haberleri bile yoktu.


Amerika 1492 yılında Avusturalya 1605 yılında keşif edildi. Farz edelim ki Kristof Kolomb cebinde bir küçük Kur'an mushafıyla Amerika'ya gitmişti. Peki 1492 yılından önce Amerika'da yaşayan ve Şamanist dinlere mensup olarak hayatlarını süren insanların ahiretteki durumu ne olacak? Burada üç teori söz konusu fakat üçü de Kur'an'a zıttır.

Teori 1-  Kurandan ve İslamdan habersiz olarak başka dinlerde yaşayıp ölenler ahirette affedilicek. O zaman İslam evrensel olmaktan çıkıyor yöresel oluyor ve benim Allah'ın imtihanına tabi tutulmam tamamen tesadüf.  Zira 1492 yılından önce Amerika kıt'asında yaşasaydım ne Muhammedi tanırdım ne İslami.

Teori 2- Kurandan ve İslamdan başka din arayanlar cehenneme atılacak. Buda Kurana zıttır zira eğer yer yüzünde yaşayan tüm insanları Allah yarattıysa o zaman hangi dine uymalarını da tüm insanlara söylemesi gerek. Yani Muhammed bir tek Arabistan'a ve çevresine değil tüm dünyaya hitap etmeliydi.

Teori 3- Tüm toplumlara kendi dillerindeki elçiler onları ikaz etmeleri için gönderilmiş. Fakat Amerikanın yerlilerine gelen elçinin ismi ne? Avustralya'nın yerli aborjinlerine gelen elçinin ismi ne?

Sonuç olarak İslam evrensel değil bölgeseldir, bunu Kur'an kendisi bile söylüyor:

Zuhruf 43 ayet: Doğrusu bu Kuran sana ve ümmetine bir öğüttür, ondan sorumlu tutulacaksınız.

Soru #4
Tevbe süresi 51:  De ki: "Allah'ın bize yazdığından başkası başımıza gelmez. O bizim Mevlamızdır, inananlar Allah'a güvensin."
Ayette insanların başlarına gelecek her şeyin Allah tarafından yazıldığı söyleniyor. Madem her şeyi yazan Allah o zaman dua etmenin manası ne? Yani Allah senin çocuğuna trafik kazasında ölme kaderi yazmışsa senin “Rabbim, evladımı kazadan beladan koru” demenin manası kalmıyor.  10 YTL aldığın dua kitabından okuduğun duayla Allah kendi fikrini değiştiriyorsa o ciddiye alınacak bir yaratıcı değil demektir.

Yazının sonraki serisinde görüşmek üzere..

KAYNAKLAR
a-https://ru.wikipedia.org/wiki/Z8_GND_5296
1-Bakara Suresi, 196. Ayet
2-Hac Suresi, 27. ayet
3-Câsiye Suresi 13 ayet
4-Âli İmrân Suresi 85 ayet
5- Âli İmrân Suresi  19 ayet
6-Zuhruf 43 ayet
7- Tevbe suresi 51 ayet

KUR'AN'DA DAĞLARIN HAREKETİ MUCİZESİ (!)

Yazan: Filozof
din, islamiyet, Dağların hareket etmesi mucizesi, Kur'an mucizeleri, Kuran mucizesi yalanları, Mucize çelişkileri, Kurandaki bilimsel hatalar, Dağların hareket etmesi, Mucize yalanları,

DAĞLARIN HAREKETİ MUCİZESİ İDDİASI ÜZERİNE

Günümüz İslamcıları birden fazla parçaya ayrılsa da davranış olarak iki kısma ayrılır. Birincisi işi olduğu gibi kabul edenler, diğeri ise savaş olmaması gerekir böyle olayların yaşanmaması gerekir diyen taklacı kesim.
İnanın bana küçükken takla atma yeteneğim bu kadar gelişmemişti. Bu kesim genellikle "ilgili kısmın önünü veya sonunu okumayıp, en iyi cımbızlamayı yaptıktan sonra, siz ayeti cımbızlıyorsunuz" diyen kişilerden oluşuyor.
Bu yazımda gerçekleri kanıtlarıyla göz önüne sereceğim. Ne gözlerinize perde çekecek ne de kulaklarınıza ağırlık vereceğim.

Şimdi Kur'an'da geçen ayetleri tek tek dile getirecek ardından bilimsel verileri sunacak en son olarak ta Müslüman argümanlarına değineceğim.

Fussilet 10
﴾10﴿ Arz üzerinde sarsılmaz dağlar oturttu, orayı bereketli hale getirdi; gerekli besinlerini orada -bunlara ihtiyacı olan varlıklar için eşit derecede olmak üzere- uygun ölçülerle yarattı. (Bütün bunlar) dört devirde oldu.

Neml 61
﴾61﴿ Peki yeryüzünü yerleşmeye elverişli kılan, vadilerinden nehirler akıtan, yerde sarsılmaz dağlar yaratan, iki deniz arasına engel koyan kim? Allah’tan başka bir tanrı mı? Doğrusu onların çoğu gerçeği bilmiyorlar.

Nahl 15
﴾15﴿ O, sizi sarsmaması için yere sağlam dağlar yerleştirdi, ırmaklar ve yollar açtı ki gideceğiniz yere ulaşabilesiniz.

Görüldüğü gibi ayetlerden çıkan ortak yorum şu:
Dağlar sabittir, sağlamdır. Dünya yaratılırken dağlar *yerleştirilmiştir* . Yani Kur'an'ın anlatımına göre dağlar duvara çakılmış sağlam birer çivi özelliği taşırlar.

Şimdi konuyla ilgili bilimsel metinlere geçelim.
Fakat bundan önce bazı bilinmesi gereken terimle ilgili bir bilgi vereyim.

Plaka (Levha): Dünyanın en dış yüzeyini kaplarlar. Geoit şeklindeki bir yapbozun parçaları diyebiliriz.
12 adettir.

"Dağlar, plakaların hareketi (bkz. Plaka tektoniği) nedeniyle Dünya yüzeyinin katlanması, faylanması veya yukarı doğru bükülmesi veya volkanik kayanın yüzeye yerleştirilmesi ile oluşur. Örneğin, Hindistan'ın Avrasya Plakası ile buluştuğu Himalaya Dağları, aşırı sıkıştırma katlanmasına ve geniş alanların yükselmesine neden olan plakalar arasındaki bir çarpışma ile oluşturuldu. Pasifik havzasının etrafındaki dağ sıraları, bir plakanın diğerinin altına batmasıyla ilişkilendirilir."
http://web.archive.org/web/20080226053110/http://www.britannica.com:80/ebc/article-9372713

Kur'an'daki anlatımın aksine dağlar yerleştirilen sabit parçalar değildir. Çünkü dağlar iki levhanın çarpışmasıyla oluşur ve bu iki levhadan biri diğerinin altına girer. Üstte kalan plaka dağı oluştururken altta kalan plaka magma içerisinde kalarak erir.
Dağların yerinde durduğu konusu ise bambaşka çelişkidir. Çünkü dağlarda plakanın bir parçası olduğu için bazen yükselmek bazen alçalmak ya da ileri geri gitmek zorundadır. Çünkü plakalar yavaş ve küresel şiddetli olsa da  hareket halindedir. Bu hareketin en belirgin kanıtı yaşanan depremlerdir.

Bazı Müslüman Argümanlar

Bazı modernist kesim Neml 88 ayetini göstererek bu bilgilerin 1400 yıl önce haber verildiğini söylüyor. Bize ayetin öncesini sonrasını okuyun dedikleri halde bunu yapmıyorlar.
Neml 88
﴾88﴿ Dağları görür, onların durduğunu sanırsın; oysa bulutlar gibi hareket ederler. Bu, her şeyi sapasağlam yapan Allah’ın sanatıdır. Şüphesiz ki O, yaptıklarınızdan tamamıyla haberdardır.

Fakat ayetin bir önceki kısmını okursak her şey daha da berrak bir hal alıyor.
Neml 87
Sûrun üflendiği gün, Allah’ın diledikleri dışında, göklerde ve yerde bulunanlar dehşete kapılır, hepsi boyunları bükük olarak O’na gelirler.

Bu ve buna benzer kıyamet anını anlatan bir çok ayet mevcut.
Müzemmil 14
﴾14﴿ O gün yeryüzü ve dağlar sarsılır; dağlar savrulan kum yığınları halini alır.

Hakka 13,14,15
Sûra bir defa üflendiğinde; Yeryüzü ve dağlar yerlerinden sökülüp birbirine bir çarpışta darmadağın edildiğinde; İşte o gün olacak olur.

Nebe 18,19,20
Bu, sûra üfürüleceği gün gerçekleşir ve siz bölük bölük gelirsiniz.
Gök açılır ve kapı kapı olur.
Dağlar yürütülür, serap hâline gelir.

Görüldüğü üzere kıyamet anını destekleyen bu tarz ifadeler Kur'an'da mevcuttur. Diyelim ki Neml suresi 88. ayette yerin hareket edişinden bahsediyor olsun. Yine de yeryüzü ile dağların ayrı bir şekilde olmadığı gerçeğiyle karşı karşıyasınız.

Rad 31
﴾31﴿ "Eğer gelmesi sebebiyle dağların yürütüldüğü veya yerin parçalandığı yahut ölülerin konuşturulduğu bir Kur’an olsaydı (yine inanmazlardı). Fakat bütün işler Allah’a aittir. Müminler hâlâ anlamadılar mı ki Allah dileseydi bütün insanları hidayete erdirirdi? Allah’ın vaadi gelinceye kadar yaptıklarından dolayı inkâr edenler ya kendileri felâkete uğrayıp duracaklar veya felâket onların yurtlarının yakınına inecektir. Allah, vaadinden asla dönmez."

Bütün gerçekler gözle görülecek kadar açık.
Ben ne gözlerinize perde çektim ne de kalbinizi mühürledim...

İFK OLAYI

Yazan: Serdar Kaangil
SK, din, islamiyet, İfk olayı, İfk hadisesi, Ayşe'ye zina iftirası, Ayşe'ye zina suçlaması, Gerdanlık Olayı, Hz.Aişe'ye zina iftirası, Nur suresi 11-26,

AYŞE’YE ZİNA SUÇLAMASI


İslam peygamberinin eşlerinden Ayşe’nin Muhammed’i başka bir erkekle aldattığı iddia edilen olaydır. Zina ile suçlanan Ayşe’nin başından geçen olay ve sonrasındaki gelişmelerin tümü İfk olayı olarak geçer. Bazı tarihçiler ifk olayını kısa, bazıları da geniş bir şekilde ele almışlardır. Vakidi, Hişam, Yakubi, Taberi ve İbni Esir kendi tarihlerinde; ifk olayını nakletmişlerdir.

Kur’an’da Nur suresinin 11. ayetinden başlayıp 26. ayetine kadar anlatılan olay pek anlaşılmaz. Çünkü Muhammed hazretleri olayı bütün ahali bildiği için ne olduğunu, nasıl olduğunu anlatmaya gerek duymamış, gelecekteki insanların yazılanları nasıl anlayacağını düşünememiştir. Sadece iftira konusu üzerinde durmuş ve iftira atanları suçlamıştır. Zorunlu olarak olay hadisçi ve tarihçilerin yazdıklarına başvurarak detaylı olarak anlaşılır şekilde ortaya konabilmiştir.

Tarihçilere göre Muhammed, çıktığı savaş seferlerine eşlerinden birini de yanında götürürdü. 626 yılında Yahudi Beni Müstalik kabilesine karşı çıktığı seferde yanına Ayşe’yi de almıştı. Beni Müstalik kabilesi mensuplarıyla kısa süren bir çatışmanın ardından Yahudiler mallarını ve hanımlarını bırakıp kaçmışlardı.

Kütüb-i Sitte, Gazveler Bölümü, Hadis no: 4264
Nafi 'rahimehullah'a kıtalden önce (yapılan İslam'a) davet hakkında sormak üzere yazmıştım. Bana şöyle yazdı: "Bu İslam'ın evvelinde idi. Resulullah (sav) Beni Müstalik`e (önceden haber vermeden ani) baskın yaptı. Onlar (bu sırada) gafil haldeydi, hayvanları su kenarında sulanıyorlardı. Mukatillerini öldürdü, çocuklarını ve kadınlarını esir aldı. O gün Cüveyriye'yi de ele geçirmişti."

-5582
Hz. Aişe radıyallahu anhâ anlatıyor: “Beni’l-Mustalik’ten Cüveyriye Bintu’l-Hâris, Sâbit İbnu Kays İbni Şemmâs radıyallahu anh’ın hissesine düşmüştü (esaretten kurtulmak için mukâtebe anlaşması yaptı). O, çok güzel bir kadındı, gözde onun için bir hisse vardı (gören göz haz duyardı). Mukâtebe bedelini ödemede yardım talep etmek üzere Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’a geldi.

Hz. Aişe devamla der ki: “Cüveyriye kapıda durduğu vakit onu görünce durumu hoşuma gitmedi (Resûlullah’ın onu beğenip evlenmeye kalkacağından korktum). Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’ın da benim onda gördüğüm (güzelliği) göreceğini derhal anladım.”Ey Allah’ın Resûlü dedi. Ben Hâris’in kızı Cüveyriye’yim. Durumum size meçhul değil. Ben Sâbit İbnu Kays’ın hissesine düştüm. Fakat hürriyetime kavuşmak için onunla mukâtebe yaptım. Size, mukâtebe (bedelini ödemem)de yardım istemek üzere geldim.
Resûlullah: “Sana ondan daha hayırlısını söylesem ne dersin?” buyurdular. Cüveyriye: “O nedir?” dedi.”Senin yerine mukâtebe ücretini ödeyeyim ve seni zevce olarak alayım?” buyurdular. Cüveyriye de: “Kabul ediyorum!” dedi. (Bunun üzerine, Sabit İbnu Kays’a adam göndererek Cüveyriye’yi ondan talep etti. Sabit: “O senindir, Ey Allah’ın Resûlü! Annem babam sana feda olsun!” dedi. Aleyhissalâtu vesselâm mukâtebe ücretini hemen ödedi. Cüveyriye ile evlendiğini işitince ellerindeki esirleri salıp azad ettiler ve: “Bunlar Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’ın artık akrabalarıdır (esir olarak tutulamazlar)!” dediler. Hz. Aişe devamla der ki: “Kavmine ondan daha hayırlı bir kadın görmedik; onun sebebiyle Benî Mustalik’ten yüz aile halkı azad olundu.”
[Ebu Davud, Itk 2, (3931); Buhari, Itkr, 13; Sahih-i Müslim, 1576]

Cüveyriye’nin amcası ve kocası bu baskında ölmüştü. En yakınlarını kaybettiği gün yaşadığı bu pazarlık trajedinin son perdesi.

Cüveyriye’nin asıl adı Berre idi. Yaşının küçüklüğünden dolayı Muhammed ona kızcağız, küçük kadın anlamına gelen Cüveyriye adını verdi. Muhammed o gün onunla evlendi. Evlendikleri sıra Cüveyriye 20, Muhammed 58 yaşındadır. İfk hadisesi işte bu evlilikten sonra ve seferden dönüşte meydana geldi.

İfk hadisesini doğru değerlendirebilmek için; Ayşe’nin Cüveyriye meselesinde duygularını ve psikolojisini dikkate almak gerekirdi. Kendine rakip genç ve güzel bir kadın o gece kocasıyla gerdeğe giriyor. Ayşe’nin ruh halini düşünün. Üstelik Ayşe, lafını sakınmayan, Muhammed’e; “Bakıyorum da senin efendi tanrın senin şeyinin keyfini yerine getirmede hiç gecikmiyor” diyebilmiş bir kadın.

Ve ertesi günü dönüş için kervan yola çıkıyor…

İfk Hadisi:

Aişe (r.a.) buyurmuştur ki:
“Resulullah bir sefere çıkacağı zaman kadınları arasında kur`a çeker, kur`a kime çıkarsa onu beraberinde sefere götürürdü. Bir sefer sırasında da ben çıktım ve yolculuğuna refakat ettim. Bu sefer, örtünme emri geldikten sonra idi.

Ben yol sırasında deve sırtında giden bir mahmil içinde taşınıyordum. Konak yerlerinde de onun içinden iniyordum. Resulullah , o gazvesi sona erinceye kadar hep böyle yol aldık. Nihayet geri döndü ve Medine`ye yakın bir yerde konakladık.

Geceleyin bir müddet kaldıktan sonra dönüş emri verildi. Dönüş emri çıktığı sırada ben kalkıp (kazayı hacet için tek başıma) ordudan ayrılıp gittim, ihtiyacımı gördükten sonra bineğime geri geldim. O sırada göğsümü yokladım.

Yemen’in göz boncuğundan yapılmış gerdanlığım kopmuştu. Aramak üzere geri döndüm. Onu aramak beni epeyce oyaladı. Benim bineğimle meşgul olan askerler gelip mahmilimi deveme yüklemişler. Zannetmişler ki ben mahmilin içindeyim.

O zamanlar kadınlar çok hafifti. Az yedikleri için şişman değillerdi. Askerler mahmilimi kaldırırken hafifliğine şaşırmayıp yüklemişler. Ben zaten küçük yaşta bir kadındım:
Hülasa devemi sürüp gitmişler. Ordu gittikten sonra gerdanlığımı buldum. Ordugaha geri döndüğüm zaman kimseyi bulamadım. Herkes gitmişti. Önce bulunduğum yere geldim. Beni bir müddet sonra kaybetmiş olduklarını farkederek aramaya geleceklerini düşündüm.

Bu halde iken uyku bastırmış ve uyuyup kalmışım. Safvan İbnu Muattal (geri gözcülüğü vazifesiyle) ordugahın gerilerinde geceyi geçirmişti. Sabah olunca benim menzilden geçerken uyuyan bir insan karaltısı görerek yanıma geldi. Görür görmez beni tanıdı.
Zira örtünme emri gelmezden önce beni görmüştü. Ben onun istirca sesiyle “İnna lillah ve inna ileyhi raci`un = Biz Allah`ın kullarıyız ve Allah`a dönüp varacağız” uyandım.

Derhal başörtümle yüzümü örttüm. Allah’ıma kasem olsun bana tek kelime konuşmadı, istircaından başka bir tek sözünü de işitmedim, indi ve devesini ıhtırdı. Binmem için devenin ön ayaklarına ayağıyla bastı. Ben de bindim. Devemi önden çekti, böylece yol aldık. Ordu bir yerde konakladığı sırada onlara yetiştik. (Gecikme hadisesini iftira vesilesi yaparak) benim yüzümden helak olanlar oldu. Bu işte en büyük vebal de Abdullah İbnu Ubey İbni Selül`e düşmüştü.

Ayşe anlatmaya devam ediyor: “Medine`ye geldiğimiz zaman bir ay kadar hasta yattım. Meğer bu esnada iftira edenlerin dedikoduları herkesi meşgul ediyormuş. Benim ise hiçbir şeyden haberim olmadı. Ancak bir husus bende kuşku uyandırmıştı. Resulullah’dan başka zaman hastalanınca gördüğüm iltifat ve alakayı göremiyordum.”Yanıma girip selam veriyor, sonra da: “Şu sizinki nasıl?” deyip çıkıyordu.

Bu davranışından biraz işkilleniyordum ama yine de (ortalığı saran) fitneden bihaberdim.
Bu halde nekahet devresine girdim. Bir gece, ben ve Ümmü Mistah o zaman için hela olarak kullandığımız menası denen çukurların bulunduğu semte doğru gitmiştik. Biz buraya, geceden geceye çıkardık. Hicab ayetinden sonra evlerde helalar inşa edilince çıkmaz olduk. Bundan önce biz de, eski Arapların def-i hacetteki usulüne uyuyorduk. Dönüş yolunda yürürken Ümmü Mistah, ayağı örtüsüne takılarak düştü. Kadın (böyle can yakıcı durumlarda söylenmesi adet olan “düşmanın helak olsun” demedi): “Mistah helak olsun!” diye (oğluna) beddua etti. Ben kadına: “Nasıl böyle dersin!” Bedir gazvesine katılan bir kimseye beddua ediyorsun ha!” dedim. “Sen onun ne söylediğini işitmedin mi?” dedi. “Ne söylemiş ki?” dedim. Bunun üzerine iftiracıların söylediklerini bir bir anlattı. Hastalığıma yeni hastalık katıldı. Eve dönünce, Resulullah yanıma girdi ve: (İsmimi söylemeden) “Adamınız nasıl.” dedi. Ben: “Ebeveyninim yanına gitmeye izin ver” dedim. Ben, haberin aslını annemle babamdan işitmek istiyordum. Resulullah izin verdi, ben de ebeveyninim yanma geldim. Anneme: “Ey anneciğim, halk arasında söylenen bu sözler nedir?” dedim. “Ey kızım! Sen bu meseleyi büyütme. Allah`a kasem olsun güzel ve kocasının yanında sevgili olan, birçok kumaları (ortak) bulunan bir kadın hakkında her zaman çok dedikodu ederler” dedi. Ben: “Sübhanallah, demek halk böyle söylüyor ha!” dedim. O gece sabaha kadar hiç durmadan ağladım. Ne gözümün yaşı dindi, ne de gözüme uyku girdi. Sabah oldu, ben hala ağlıyordum. Resulullah o gün Ali bin Ebu Talib`i ve Üsame bin Zeyd'i çağırmıştı. Benimle ilgili vahyin gecikmesi üzerine ailesiyle ayrılma hususunda onlarla istişare ediyordu. Üsame, ehlinin suçsuzluğu hususunda onlara karşı içinde beslediği sevgiye dayanarak, bildiği hususu şöyle dile getirmişti: “Ey Allah`ın Resulü! Onlar zevcelerinizdir. Allah`a kasem olsun, onlar hakkında hayırdan başka bir şey bilmiyoruz.

”Ali İbnu Ebi Talib de şöyle demişti: “Ey Allah`ın Resulü, Allah sana darlık vermez. Sana kadın çoktur. Sen cariyene sor, (onun halini o daha iyi bilir), sana gerçeği haber verir.”Resulullah bu tavsiye üzerine cariyemiz Berire`yi çağırdı ve: “Ey Berire, söyle! Aişe`de sana şüphe verici bir husus gördün mü?” diye sordu. Berire: “Hayır! Seni hak üzerine peygamber olarak gönderen Zat-ı Zülcelal`e yemin olsun, ben onda fena bulduğum bir şey görmedim.
Ayıplanabilecek tek gördüğüm şey şudur: “Yaşı genç olduğu için, ailesi için yoğurduğu hamurun üzerine uyur, bu sırada gelen keçi, hamurdan yerdi.”

(Bu soruşturma sonunda) Resulullah kalkıp mescidde bir hutbe okur. Bu iftirayı ilk defa çıkaran Abdullah İbni Ubey İbni Selül hakında, minberde şunları söyler: “Ehlim hakkında bana sıkıntı veren adamı cezalandırmada, intikamımı almada bana kim yardım edecek? Allah`a yemin olsun ehlim hakkında hayırdan başka bir şey bilmiyorum. Adı iftiraya karıştırılan bir adamdan söz ettiler. Onun hakkında da hayırdan başka bir şey bilmiyorum. O ailemin yanına ben olmayınca hiç girmemiştir.” Resulullah bu sözleri üzerine (Evs kabilesinin reisi) Sa`d İbnu Muaz kalktı ve: “Ey Allah`ın Resulü! Allah`a yemin olsun biz ondan senin intikamını alırız! Eğer Evs kabilesindense boynunu vururuz.
Hazreçli kardeşlerimizden ise, bize sen emredersin, biz emrini aynen yerine getiririz!” dedi. Hazreç kabilesinin reisi olan Sa`d bin Ubade ayağa kalktı. Sa`d aslında salih bir kimseydi. Ancak (Sa`d İbnu Muaz`ın konuşmasından alınarak) kabile hamiyet ve gayretine kapılmıştı. Sa`d bin Muaz`a dönerek şu sert cevabı verdi: “Vallahi sen yalan söylüyorsun! Sen onu (Abdullah bin Ubey bin Selül`ü) öldüremezsin. Öldürtmeye gücün de yetmez.” (Ensar`ın ileri gelenlerinden) Üseyd bin Hudayr -ki bu zat da Sa`d İbnu Muaz`ın amcaoğludur- kalkarak Sa`d İbnu Ubade`ye çıkıştı: “Allah`a yemin olsun yalan söyleyen sensin. Onu mutlaka öldürürüz. (Abdullah İbnu Ubey`e arka çıkıyorsan) sen de münafıksın, münafıklar hesabına kavga ediyorsun!” Derken (Ensar`ın iki kabilesi) Evs ve Hazreç ayağa kalkmışlar ve Resulullah daha minberde iken, birbirlerine girmeye ramak kalmıştı.Resulullah sükuneti sağlayıncaya kadar gayret sarf etmiş ve minberden inmişti. Ben o gün de ağladım. Ne gözümün yaşı dindi, ne de gözüme uyku girdi. Müteakip gece de hep ağladım: Ne gözümün yaşı dindi ne de bir parça olsun uykum geldi. Sabahleyin annem ve babam yanıma geldiler. Böylece ben, iki gece bir gündüz aralıksız ağlamıştım. Öyle ki artık ağlamaktan ciğerlerim parçalanacak diye düşünüyordum. Onlar yanımda oturuyorlar, ben de ağlamaya devam ediyordum. Derken Ensar`dan bir kadın izin istedi. Ona, gir dedim. Yanıma oturup o da benimle ağlamaya başladı. Biz bu halde iken Resulullah girdi. Sonra oturdu. Hakkımda söylenen şeyler söyleneliden beri yanımda hiç oturmamıştı. Bu arada bir ay geçmiş ve meselemle ilgili herhangi bir vahy gelmemişti. Resulullah otururken şehadet kelimesini de getirmişti. Sonra bana şunları söyledi: “Ey Aişe, senin hakkında bana şöyle şöyle sözler ulaştı. Eğer bu dedikodulardan beri isen Allah seni vahiyle tebrie edecektir. Şayet bir günah işledi isen Allah Teala`ya tevbe et. Zira kul bir günah işler, sonra da günahını itirafla tevbe ederse, Allah Teala tevbesini kabul ve affeder.”

Resulullah sözlerini tamamlayınca (izdırabımın şiddetinden) gözlerimin yaşı kurudu, artık tek bir damla bile yaş hissetmiyordum.
Babama: “Resulullah’ın sözlerine sen cevap ver” dedim. Babam: “Vallahi Resulullah’a ne diyeceğimi bilemiyorum” dedi. Anneme yönelerek: “Resulullah’ın söylediklerine sen bari cevap ver” dedim. Annem de: “Vallahi Resulullah ne söyleyeceğimi ben de bilemiyorum” dedi. Aişe devamla der ki: “Ben yaşı henüz küçük bir kadındım. Kur`an`dan da fazla okumuyordum. Dedim ki: “Vallahi ben biliyorum ki halkın söyleştiği şeyleri işittiniz. Onlar içinize yer etti ve hep inandınız. Size: “Günahsızım” dedim, inanmıyorsunuz. Yapmadığım bir şeyi size itiraf etsem, -Allah biliyor ki ben ondan beriyim- beni tasdik edeceksiniz. Allah’a kasem olsun, sizinle benim durumumu anlatacak en iyi örnek Yusuf`un babası ve onun şu sözüdür: “Bana güzelce sabır gerekir. Anlattıklarımıza ancak Allah`tan yardım istenir” (Yusuf, 18). Sonra yüzümü çevirip yatağıma sokuldum. Kasem olsun ben o zaman suçsuz olduğumu biliyordum ve Allah’ın benim suçsuzluğumu te’yid edeceğine inanıyordum. Ancak, kesinlikle, Allah’ın benim hakkımda bir vahiy indireceğini, bunun (kıyamete kadar) okunacağını hiç aklımdan geçirmedim. Ben, kendimi, Allah’ın herhangi bir şekilde tekellüm buyurarak okunacak bir vahiy konusu edilmeye değer bulmuyordum. Ancak, Resulullah göreceği bir rüya yoluyla Allah’ın beni tebrie edeceğini ümid ediyordum. Allah`a kasem olsun, Resulullah daha oturmuş olduğu yerden kalkmamış ve ev halkından kimse dışarı çıkmamıştı ki Allah, Resulüne vahiy indirdi: Resulullah vahiy sırasında her zaman gelen halet istila etti.Sonra da o hal zail oldu. Resulullah tebessüm içindeydiler. Konuştuğu ilk kelime bana şunu söylemek oldu: “Ey Aişe Allah`a hamd et. Zira, seni tebrie buyurduk” Annem de bana: “Kalk Resulullah’a teşekkür et!” dedi. Ben ise: “Vallahi hayır, ona teşekkür etmeyeceğim, sadece Allah’ıma hamd ediyorum. Benim suçsuzluğumu Rabbim vahiy buyurdu” dedim. Allah’ın indirdiği vahiy şöyleydi:

(Nur/11-14) “Muhammed’in eşine o yalanı uyduranlar içinizden bir güruhtur. Bunu kendiniz için kötü sanmayın, o sizin için hayırlı olmuştur. O kimselerden her birine kazandığı günah karşılığı ceza vardır. İçlerinden elebaşılık yapana ise büyük azab vardır. Onu işittiğiniz zaman, erkek-kadın müminlerin, kendiliklerinden hüsnüzanda bulunup da: “Bu apaçık bir iftiradır” demeleri gerekmez miydi? Dört şahit getirmeleri gerekmez miydi? İşte bunlar şahit getirmedikçe, Allah katında yalancı olanlardır. Allah’ın dünya ve ahirette size lütuf ve merhameti olmasaydı, o kötü sözü yaymanızdan ötürü büyük bir azaba uğrardınız…”
Buhari, Şehâdât, 15, 30, Hibe 15, Cihad 64,
Megâzi 11, 34, Tefsir, Yusuf 3, Nur 6, 11,
Eyman 18, İ’tisam 28, Tevhid 35, 52;
Müslim, Tevbe 56, (2770);
Tirmizi, Tefsir, (3179);
Nesâi, Tahâret 1194, (1, 163-164).
İbn Hişam, es-Sîre, II, s. 298
Nur Suresi 11 – 26. ayetler

İfk Olayına neden olan gerdanlık daha önce de Muhammed ve Ali ile Ayşe arasında tartışmaya neden olmuştur. Muhammed, İfk muharebesinden getirdiği ganimetleri eşleri arasında taksim ederken, iki gümüş gerdanlıktan birini Ayşe’ye diğerini eşi Ümmü Seleme’ye vereceğini söyledi. Ayşe her ikisinin de kendisine verilmesinde ısrar edince Muhammed ile Ayşe arasında tartışma çıktı. Ali, Ayşe’nin Muhammed’e karşı tepkili sözler sarf ettiğini görünce dayanamadı: “Ciddiyetini takın, itiraz edip durma, hakkına razı ol” şeklinde müdahalesi, Ayşe’yi kızdırdı. Ayşe bu defa Ali’ye ileri geri konuşmaya başladı. Muhammed’in, Ayşe’nin yakışıksız sözleri karşısında Ali’ye şöyle söylediği rivayet edilir:

“Ya Ali, dünya kurulalıberi, hiç görülmemiş bir işi sana havale ediyorum. Ayşe’nin emr-i talakını (boşanmasını) senin yetkine bırakıyorum. Senin onu boşamaklığın, benim boşamaklığım olsun.”
[KAYA, Alevî-Bektâşî, 219; Zira Ali, Cemel savaşından sonra Basra’da kalan Aişe’ye, Medine’ye dönmemesi halinde bu yetkisini kullanacağını söylemiş, Aişe de dönmek zorunda kalmıştır. ZELYUT, Alevîlik, 148]

Ardından çıkan İfk hadisesinde Ayşe, kendisine karşı yapılan kampanyanın başını Ali’nin çektiği zannına kapılacak ve Ali’ye olan nefreti artacaktır.

Hadislerden bazı noktalar:
(Halife Ömer’den Nakil) Ayşe babasına dedi ki: “Allah’ın Resulü beni evinden dışarı attı.”
(El-Dürrulmensur C:6, S:146 ve El-Tibyan C:7,S.415)
Annem dedi ki: Resulullah’a karşısında (ihtiram ederek) ayağa kalk. Ayşe: Yalnızca Allah’a teşekkür etmek için ayağa kalkarım; (Peygambere dönerek) sana değil.”
El- Meğazî (Vakidî’nin) C:1, S: 434
Taberî Tarihi’nde de şöyle gelmiştir: …Peygamber buyurdu: “Ey Ayşe; sana müjde veriyorum. Allah senin günahsız olduğunu nazil etti.” Ayşe dedi: “Allah’ın hamdı ve sizin kötü zannınızla..”
Taberî Tarihi C: 2, S: 114

İSLAM'A GÖRE BEŞİKTEKİ BEBEKLE BİLE EVLENEBİLİRSİN

Yazan: Kirpi
K, din, islamiyet, Pedofili, İslamda pedofili, Kur'an'da pedofili, Kur'an'da çocuk gelin, İslam'da çocuk gelin, Talak 4, Çocuk geline izin veren ayet, Henüz adet görmeyen eş ayeti,

İSLAM'A GÖRE BEŞİKTEKİ BEBEKLE BİLE EVLENEBİLİRSİN

Bildiğiniz üzere İslamın  mezhep olarak bir kaç kolu vardır. Sünnilikten sonra en büyük mezhep Şia mezhebidir. Tıpkı Sünnilikte olduğu gibi Şia mezhebinde de duyunca insanın kanını donduracak kadar enteresan ve iğrenç şeyler vardır. Bende eski bir Şia mensubu olduğum için bu yazımda bu konuyu ele almaya karar verdim.

Şia mezhebinin önde gelen belki de en muteber müctehidlerinden biri de Ruhullah Humeyni'dir. Bu yazımda Humeyni'nin insanlık dışı bazı eylemlerini ve fetvalarını sizinle paylaşacağım. İlk önce Humeyni'nin  kim olduğuyla ilgili kısaca malumat vereyim.

Ruhullah Müşavi Humeyni bilinen adıyla Ayetullah Humeyni (Fars: سید روح‌الله خمینی‎, 22 Eylül 1902, Humeyn - 3 Haziran 1989, Tahran), İranlı siyasetçi ve din adamıdır. İran İslam Devrimi'nin siyasi, hukuki ve ruhani önderidir. İran'da Muhammed Rıza Pehlevi rejimine son verip İslam Cumhuriyetini kuran ve devrimden sonraki tüm dini yetkileri elinde tutan Şiî önderdir. Devrimden sonraki on yıl boyunca İslam Devriminin rehberliğini de yapmıştır.

Humeyni fetvalarından dolayı büyük eleştireler almasına rağmen sonuçta hem rejimin baskıcı tavrı hem de insanların güdülmek istemesi, ona bağlı olan kesimlerin bu eleştirileri görmezden gelmesine sebep oluyor. Bu gün İran'da onu eleştirmek sizi ölüme kadar götüre bilir. Fakat laikliğin daha baskın olduğu İslam devletlerinde ise Humeyni'yi kolayca eleştirilebilirsiniz.
İşin komik tarafı laikliğin yönetimde olduğu İslam devletlerinde yaşayan Şia mezhebine mensup Müslümanlar  “bakın işte İslam hoşgörü dinidir, kolayca Humeyni'yi bile eleştirebiliyorsunuz” diyorlar.  Unuttukları şey şu. Bize o eleştiri imkanını veren İslam değil, laiklik ilkelerinin sağladığı özgürlüktür. Neyse meseleyi fazla uzatıp sizi sıkmayacağım. Konumuza dönecek olursak Humeyni'nin ilk insanlık dışı fetvası 1986 yılında yazdığı Tahrir el-Vesile isimli kitabındaki fetvasıydı.
Fetvası şöyleydi:
"Kadınla daimi veya geçici (muta nikahı) nikah yapmadan onunla 9 yaşından önce cima (cinsel ilişki) yapılması caiz değildir. Diğer cinsel tatminler yapılabilir. Nikahına aldığı kadın beşikteki süt emen çocuk bile olsa onu şehvetle öpmek, kucaklamak, hatta penisini çocuğun ayaklarının arasına yerleştirerek kendini tatmin etme konusunda erkeğe bir sakınca yoktur." [1]

Ben bu fetvayı okuduğumda inanın insan olmaktan utanmıştım. Fakat bu fetvanın Humeyni'nin fantezilerinin bir sonucu olduğunu sanmayın. Humeyni'nin bu eylemi (yani 9 yasından küçük bir çocukla cinsel birliktelik yaşadığını) anlatan kaynaklar da mevcut.  Şimdi size Humeyni'nin daha 4 yasında bir kız çocuğuna karşı yaptıklarını anlatan bir hadiseyi aktarayım.

Necef şehrinin ünlü Şii din alimlerinden olan Seyyid Hüseyin el-Musevi “Lellahe Somme Lelatarih” isimli kitabında şunları anlatıyor:

Humeyni Irak'tayken Atfiye mahallesinde yaşayan ve aslen İranlı olan Seyyid Sahib isimli bir arkadaşının evinde misafir olarak bulunuyordu. Bende orada bulunuyordum. Seyyid Sahib bizim gelişimizden çok mutlu olmuştu ve gece onun evinde kalmamız için ısrar etti. İmam Humeyni de onu kırmayarak davetini kabul etti ve o gece orada kalmaya karar verdik. Uyku zamanı geldiğinde İmam Humeyni bir kız çocuğu gördü. 4 ve ya 5 yaşlarında ama oldukça güzel bir çocuktu. İmam çocuğun babasından kızla geçici evlilik için izin istedi. Babası da İmamın bu isteğini severek kabul etti. İmam o gece o çocukla yattı, bizde yan odada yatıyorduk. Sabaha kadar çocuğun ağlama ve bağırma seslerini duydum. Doğrusu ben bu işe biraz öfkeliydim ve İmama sorduğumda bana “Ben onunla cima yapmadım yalnızca cinsel tatmin almak için ona şehvetle dokundum, öptüm ve cinsel organımı onun bacak aralarına yerleştirdim” dedi.  Kızın babasına neden buna izin verdin diye sorduğumda bana “Ben buna çok sevindim. Bu şekilde olsa bile kızımın İmamla birlikteliği benim için bir şerefti.” cevabını verdi. [2]

Gördüğünüz gibi insanlar İslami propaganda sayesinde Allah dostu olduğuna inandığı kişilere kendi küçücük çocuklarını bile hiç düşünmedin peşkeş çekebiliyor. Üstelik utanmadan bununla gurur duyduklarını bile söyleyebiliyorlar. Çeşitli keramet uydurmaları ile yarı ilah haline getirilmiş evliyaların insanların malını mülkünü sömürmesi, üstelik din sayesinde kendi pisliklerini küçük çocuklara bulaştırarak zarar vermekten kaçınmamaları, işte bizim tam olarak korktuğumuzda budur. O gece o vahşeti yaşayan çocuğun ruh halini hayal bile edemezsiniz.

Bunları okuyan bazı Müslümanların İslamda böyle bir şey yok dediğini duyar gibiyim. Peki emin misiniz? Bakalım gerçekten İslamın kitabı olan Kur'an çocuk yaşta evliliğe karşı mı değil mi:

Talak suresi 4 ayet:
وَالّٰٓـ۪ٔي يَئِسْنَ مِنَ الْمَح۪يضِ مِنْ نِسَٓائِكُمْ اِنِ ارْتَبْتُمْ فَعِدَّتُهُنَّ ثَلٰثَةُ اَشْهُرٍۙ وَالّٰٓـ۪ٔي لَمْ يَحِضْنَۜ وَاُو۬لَاتُ الْاَحْمَالِ اَجَلُهُنَّ اَنْ يَضَعْنَ حَمْلَهُنَّۜ وَمَنْ يَتَّقِ اللّٰهَ يَجْعَلْ لَهُ مِنْ اَمْرِه۪ يُسْرًا
Kadınlarınızdan âdetten kesilmiş olanlarla, henüz âdet görmeyenler hususunda tereddüt ederseniz, onların bekleme süresi üç aydır. Hamile olanların bekleme süresi ise, doğum yapmalarıyla sona erer. Kim Allah’a karşı gelmekten sakınırsa, Allah ona işinde bir kolaylık verir.

Ayetteki "henüz âdet görmeyen" ifadesinden kasıt henüz ergenlik yaşına ulaşmamış çocuk gelinlerdir.
Muhammed'in Aişe ile 6 yaşında evlenip 9 yaşında cinsel ilişkiye girdiğini de göz önünde bulundurursak Humeyni'nin yaptığı şeylerin kendi hayal ürünü değil, bizzat İslam'ın ta kendisi olduğu açık ve nettir. Beni en çok üzen Şii Müslümanlarla tartışmalarımızda Humeyni'nin yaptığı bu insanlık dışı eylemlere haklılık kazandırmaya çalışmalarıdır.

Fakat bir sorum hep cevapsız kalmıştır. Şimdi o soruyu bir kez daha hepinizin huzurunda soruyorum:Evliya, Müctehid veya alim dediğin insan evine misafir olarak gelse ve 4 yaşındaki kız çocuğunla muta nikahı yapmak istese BUNA İZİN VERİR MİSİN?

Kaynaklar
1-Tahrir el-Vesile kitabi, 12. makale
2-Seyyid Huseyn El Musevi “Lellahe Somme Lelatarih” kitabı, sayfa 33-34

EBU TALİB’İN İMANSIZLIĞI

Yazan: Serdar Kaangil
SK, din, islamiyet, Ebu Talib, Hz.Ali'nin babası, Hz.Muhammed'in amcası, Ebu Talip şefaat, Ebu Talib cehennemlik mi?, Ebu Talib'in hoşgörüsü, İyi insanın cehennemlik olması,

EBU TALİB'İN İMANSIZLIĞI


Peygamberin Amcası, Ali’nin babası ebedi Cehennemlik mi?

Ebu Talib’in asıl adı AbdülMenaf’tır. Menaf, kabe’deki putlardan birinin adıydı. Muhammed hazretlerinin sülalesi olan Haşimiler, bu putu kutsal sayarlardı.

Kureyş’in ileri gelenlerinden olan Ebu Talib, son derece iyi kalpli, hoşgörülü, yardımsever ve çevresi tarafından sevilen ve sayılan bir kimseydi. Öylesine hoşgörülüydü ki, farklı din ve inanca bağlı olanlara karşı sevgi kanatlarını açmıştı. Örneğin kendisi puta tapanlardan olmakla beraber Muhammed’in, müşriklere (puta tapanlara) karşı düşmanlık beslemesine aldırış etmez ve onu müşriklerin saldırılarından korurdu. Her gece kılıcı ile Peygamberin evinin etrafında sabaha kadar dolaşırdı. Bu işi ölünceye kadar yapmıştır.

Öte yandan, Ebu Talib’in Ali, Cafer, Akil ve Talib adında dört çocuğu vardı ve bu dört çocuktan ikisi (Ali ile Cafer) Müslümanlığı seçmiş, diğer ikisi (Akil ile Talib) putperest olarak kalmayı tercih etmişlerdi. (Sahih-i Buhari Muhtasarı Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınlan, c.VI, sf.101, Hadis No: 785 ve c.X, s.308).

Böyle olduğu halde Ebu Talib, çocukları arasında ayırım yapmamış, hepsini de bağrına basmıştır. Kendi bağlı bulunduğu dinsel inancın dışında kalanlara sevgi ve şefkat göstermekten geri kalmamıştır. Müslümanlığı seçen oğullarının (Ali ile Cafer’in) ve Muhammed’in inançlarına saygı göstermiştir. Söylendiğine göre Muhammed, Mekke dönemindeyken Ebu Talib’in koruması sayesindedir ki yaşamını sürdürebilmiştir.

Ne var ki kendisine babalık eden, kendisini ölümlerden koruyan Ebu Talib’i, İslamdan başka bir inançta öldü diye, cehennemlik bilmiştir. Ve Müslüman kişilerin de kendisi gibi yapmaları için, yani Müslüman imanında ölmeyen ana, babaları ve yakınları hakkında mağfiret dilememeleri için Allah'ın Tevbe suresi 113.ayeti gönderdiğini söylemiştir.

Bu olay Buhari'nin bir hadisinde şöyle geçer (Buhari, Bab 80, hadis 114):

İbn Şihâb şöyle demiştir: Ebû Tâlib'e ölüm alâmetleri geldiği sırada Resulullah ona geldi ve amcasının yanında Ebû Cehl ibn Hişâm ile Abdullah ibn Ebî Ümeyye'yi buldu. Resulullah, Ebû Tâlib'e hitaben: "Yâ amca! Lâ ilahe illefilah kelimesini söyle de, bununla Allah katında sana şehâdet edeyim" dedi.

Ebû Cehl ve Abdullah ibn Ebî Ümeyye:
Yâ Ebu Tâlib! Abdulmuttalib milletinden yüz mü çevireceksin? diye men' ettiler.

Fakat Rasûlullah bu tevhîd kelimesini amcasına arz etmeye devam ediyordu. O iki kişi de mütemâdiyen o sözlerini tekrar ediyorlardı. Nihayet Ebû Tâlib bunlara söylediği son söz olarak:
"O (yânî ben), Abdulmuttalib milleti üzeredir," dedi ve Lâ ilahe ülellah demekten çekindi.

Rasûlullah (S): "İyi bil ki (ey amcam)! Allah'a yemin olsun, ben sana mağfiret dilemekten men edilmediğim müddetçe, senin için muhakkak Allah'tan mağfiret isteyeceğim" dedi.

Akabinde Allah bu hususta şu âyeti indirdi (Tevbe suresi 113.ayet) :
"Müşriklerin cehennemlik oldukları müminler nezdinde açıklık kazandıktan sonra, akraba bile olsalar peygamber de müminler de onların bağışlanmalarını dileyemezler.

Ek olarak şöyle de bir ayet vardır:
Lokman/33. Ey insanlar! Rabbinize karşı gelmekten sakının. Babanın oğlu, oğulun da babası için bir şey ödeyemeyeceği günden korkun.

Yani, Muhammed’in söylemesine göre Allah bildirmiştir ki Müslüman kişi, kafir olan çocuklarına ahirette şefaatte bulunamayacağı gibi, Müslüman imanında bulunan çocuklar da, kafir olarak ölmüş babalarına (ya da analarına) şefaatte bulunamayacaklardır.

İslam kaynaklarına göre bu ayetler Muhammed hazretlerinin anne ve babası için inmişti.

Kasas-56. Şüphesiz sen sevdiğin kimseyi doğru yola iletemezsin. Fakat Allah, dilediği kimseyi doğru yola eriştirir. O, doğru yola gelecekleri daha iyi bilir.

Buhari, Müslim ve müfessirlerin tümüne göre Kasas-56 ayeti Mekki idi ve müşrik olarak ölen Ebu Talib için yazılmıştı.

Ebu Talib, ölüm döşeğinde iken, peygamber yanına gelip “İman et” diye buyurdu. Ebu Talib “Ben şimdiye kadar inanmamışken Kureyş’in kadınlarına ‘Korkusundan iman etti’ dedirtmem” diye cevap verdi. Öleceği zaman bir şey söyledi. Fakat hâlsiz olup sesi yavaş çıktığından herkes işitemedi. Yakınında bulunan Abbas Kardeşim iman etti dediyse de Peygamber “Ben işitmedim” buyurdu.

Kur’an’a göre inanmayanlar ebedi cehennemlik. İnananların dünyada yaptıkları iyi ve kötü işlerin değerlendirileceği belirtilirken, inanmayanların yaptıkları tüm iyi işlerin boşa gittiği ve değerlendirilmeyeceği belirtiliyor. Bu durumda hayatı boyunca Muhammed’e bakan, büyüten ve onu koruyan Ebu Talib de ebedi cehennemlik.

Peygamberin düşünmediği amcasını başkaları düşünüyor ve kimisi ölürken iman ettiğini, kimisi de onun cezasını hafifleten hadisleri uyduruyor.

Cehennemde en hafif azap Ebu Talib’e yapılır. Ayaklarında ateşten iki nalın olacak, bunların sıcaklığından beyni kaynayacaktır. [Müslim] (Ebu Talibin diriltilerek iman ettiği Muhtasarı Kurtubi’deki hadis-i şerifte bildirildi.)

Said Nursi ise Ebu Talib için cehennemde bir cennet köşesi ayırmış:

Evet, ciddî bir surette Cenâb-ı Hakkın Habib-i Ekrem’ini sevmiş ve himaye etmiş  asabiyet-i kavmiye gibi hissiyata binaen makbul bir iman getirmemesi üzerine, Cehenneme gitse de, yine Cehennem içinde bir nevi hususî cenneti, onun hasenatına mükâfaten hâlk edebilir.
Kışta bazı yerde baharı hâlk ettiği ve zindanda, uyku vasıtasıyla, bazı adamlara zindanı saraya çevirdiği gibi, hususî cehennemi, hususî bir nevi cennete çevirebilir” (Mektubat s. 375-376).

Said Nursi’nin bu iddiasının dayanağı Zahzah hadisidir.

Buharî ve Muslim gibi bazı yazarlar, Süfyan b. Said-i Sevrî, Abdulmelik b. Umeyr, Abdulaziz b. Muhammed Deraverdî ve Leys b. Sa’d gibi ravilerden naklen aşağıdaki iki hadisi aktarırlar:

“Ebu Talib’i ateş katmanları arasında gördüm ve onu bir zahzaha (çukura) naklettim.”

“Belki kıyamet günü Ebu Talib’e şefaatim fayda verir de onu, derinliği incik kemiklerine kadar olmakla birlikte beynini kaynatan ateşten bir zahzaha (çukura) koyarlar.”
(Sahih-i Buharî, c.5, Ebvab-u Menakıb, Bab-u Kıssat-i Ebî Ta-lib, s.52, Mısır basımı ve c.8, Kitab'ul-Edeb, Bab-u Künyet'il-Müşrik, s.46)

Ebu Talib’in diriltilerek iman ettirildiğini dahi uyduran hadisler mevcuttur. Yukarıdaki Müslim’e ait hadisin aşağıdaki hadisle neshedildiği iddia edilir:

“Amcam Ebu Talib, diriltildi ve iman etti.”
(Kurtubi’den naklen İbni Hacer-i Mekki’nin Nimet-ül-kübra kitabından)

Bu hadis Şifa-i şerif şerhinde de vardır. İmam-ı Süyuti, Ebu Talib’in imanlı olduğunu iddia eden bir kitap yazıp, 12 hadis âliminin ismini vererek uydurmasını ispatlamaya kalkışmıştır. (Mirat-ül harameyn s.1096-1112)

Tabi bunların inandıkları Allah’ı mı yoksa insanları mı kandırmaya çalıştıkları hakkında bir yorumda bulunamıyoruz. Ama Ebu Talib gibi bir insana imansızlığı ve ebedi cehennemi yakıştıramadıkları ve omuzlarında bir yük gibi durduğu anlaşılıyor.

Bu yük, özellikle Şiileri rahatsız ettiğinden onlar tüm bu hadisleri yalanlıyor ve ayetlerin Ebu Talib’le ilgisi olmadığını öne sürüyorlar. Onlara göre Ebu Talib iman etmiştir. Örneğin;

Ebuzer-i Gıfarî, Ebu Talib hakkında şöyle demiştir: “Kendisinden başka ilâh olmayan Allah’a yemin olsun ki Ebu Talib, Müslüman olmadan dünyadan göçmedi.”

Ne demişler: “Dilin kemiği yok.” Bunların hepsi İslam kaynaklarından. Ama bakınız aynı konuda kaç farklı sonuç çıkıyor bu kaynaklardan:

a- Ebu Talib müşrik olarak ölmüştür ve ebedi cehennemliktir.
b- Ebu Talib cehennemliktir ama en hafif azap ona yapılacaktır.
c- Ebu Talib cehennemliktir ama cennet gibi serin bir çukura sahip olacaktır.
d- Ebu Talib müslümandır ve cennetliktir.

İSLAM’DA HAC

Yazan: Serdar Kaangil
SK, din, islamiyet, İslam öncesi Hac, Haccın kökeni, Putperest haccı, Kabe, Dinlerde hac, Hristiyan haccı, Yahudi haccı, Budist haccı, Çıplak tavaf,

İSLAM’DA HAC


Hac denince Kabe ziyareti akla gelir ama dinlerin çoğunda hac ritüeli mevcuttur.
İslam’dan önce de birçok dinde hac vardı.Farklı isimlerde ifade edilmesine rağmen tüm inançlarda kutsal kişiler, kutsallaştırılmış yer ve nesneler vardır. Bu nesneler taşlardan, ağaçlardan, su kaynaklarından, dağ, mağara ve nehirlerden tutun da tapınaklara kadar çeşitlilik arz eder.
Kişinin dini ne olursa olsun, insan tabiatı böyle yerlere ihtiyaç duymuş ve inancına uygun kutsallaştırılacak nesne ya da mabet arayışı içinde olmuştur.Sümerlerde Nippur’daki enlil, Samilerde Ninova’daki iştar, Mısırlıların ziyaret ettiği byblos’taki Baaltis tapınağı bilinen en eski hac yerlerindendi.
Eski Yunanlılar yazgılarını öğrenmek için Apollon kâhinine başvurmak üzere Delphi’ye giderlerdi. Ayrıca Asklepios’tan şifa dilemek üzere Epidauros’taki sağlık tanrıçasının meşhur tapınağına ziyaret yaparlardı.

Hindistan toprakları 2000 yıldan beri hac yapılan kutsal topraklar sayılır. Ganj nehri en kutsal mekan olmakla birlikte Hindistan’ın her köşesi kutsal mabet ve türbelerle doludur.

Buda’nın ilk manastırını kurduğu Racgir, Buda’nın iki havarisinin mezarlarının bulunduğu Şançi ve Buda’nın 24 yağmur mevsimini geçirdiği yer olarak bilinen Şravasti, Budistlerin Hindistan’daki belli hac yerleridir. Budist haccının en önemli özelliği kutsal mabud ve mabetlerin çevresinde dönerek tavaf edilmesidir. Tibetli Budistler güzergahları üzerindeki tüm kutsal yerleri saat yelkovanı şeklinde tavaf ederek hac merkezine doğru yol alırlar.

Hristiyanların 2. yüzyılda Kudüs’ü hac amacıyla ziyaret ettikleri bilinir. 2. Yüzyılda, Havari Petrus’a (St.Peter) adanmış anıtlar üzerinde, hac seyahatlerinin yapıldığına dair yazılar bulunmaktadır.
Azize Helena (yada Helen), İsa’nın doğduğu, çarmıha gerildiği, gömüldüğü ve büyük kiliselerin kurulduğu yerleri ziyaret eden ilk hacı olarak kabul edilir.
Pavlus’un yaptığı yorumlarla hac ibadetine batini anlamlar yüklenmiş, bu nedenle Kudüs bir hac merkezi olmaktan çıkarılmıştır.
Daha sonraki dönemlerde Hz. İsa’nın yaşadığı yerleri görme arzusu hac ziyaretini tekrar canlandırmıştır. Kudüs’ten başka birtakım kiliseleri ve kutsal yerlerin ziyaret edilmesini de hac saymıştır. Ortaçağ’da bazı Hıristiyan azizlerinin gömülü bulunduğu kilise ve manastırlar bunlar arasındadır. Örneğin Fransa’da Lourdes ve Chartres kentlerindeki kutsal yerleri her yıl milyonlarca hacı ziyaret eder. Türkiye’de Efes yakınındaki Meryemana Evi de Hıristiyanlar için önemli bir hac yeridir.

Sukot, Fısıh ve Şavuot bayramları Yahudilikte aynı zamanda hac zamanıdır. Dinî kurallara göre Yahudiler her sene bu bayramlarda Kudüs’e hacca gitmek zorundadırlar. Süleyman Mabedi yıkıldığı için günümüzde Kudüsteki Ağlama Duvarı hac ibadet yeri olarak kabul edilmekte ama zorunlu kılınmamaktadır. Yahudilerde haccın İbrahim’e kadar uzandığına inanılır. Eski Ahid’de zikredilen yerler Yahudilerce hac mekanı olarak kabul edilir.

Kabe’nin çevresinde binlerce çırılçıplak insan bir yandan dönüp tavaf ediyor, bir yandan da hep bir ağızdan şunları haykırıyorlardı:
”Lebbeyk allahümme lebbeyk.
La şerike leke illa şerikun huve lek.
Temlikuhu ve ma-melek”
Buyruğundayım! Ulu Tanrım buyruğundayım!
Buyruğun başım üstüne! Ortağın yoktur senin!
Yalnızca tek ortağın var!O da senin!
Nesi varsa hepsi senindir Tanrım!

Her kabilenin kendisine özgü telbiyesi vardı.
Uzza`ya tapanların telbiyesi şöyleydi ;
“Lebbeyk allahümme lebbeyk.
Lebbeyk ve sa`deyk.
Ma ehabbena ileyk”

Ünlü Arap soybilimci İbnu’l-Kelbi Kitabu’l- Esnam adlı kitabında Hac sırasında , Arafat ve Müzdelife’de ataları olan Nizamoğulları’nın böyle seslendiklerini yazıyor.

Çıplak tavafın amacı El-ilah'ın karşısına her şeyden arınmış, her şeyi geride bırakmış ve eşit şekilde çıkmış olmaktı. Özellikle Mekke dışı kabilelerden gelenlerin tümü çıplak tavaf ediyorlardı. Giysi ile tavafı Tanrı karşısında makbul saymıyorlardı.
Giysileriyle dönmek isteyenler ise tavaf sonrasında elbisesini atmak ve bir daha giymemek zorundaydı inanışa göre. O dönem insanların çoğu fakir olduğu için elbiseyle dönmek ancak az sayıdaki zengine mahsus idi.

Kabe’nin içinde her kabileye ait bir put vardı. El-İlah Ay tanrısıydı ve Güneş tanrıçasıyla evliydi. Kızları ise Lat, Uzza ve Menat idi.
El-İlah, ellah olarak telaffuz edilirdi. Zamanla “Allah” denilmeye başladı.
İslam’dan önce de Kureyşlilerin en büyük tanrısı ve her şeyin yaratıcısı “Allah” idi.
Buna Arap şiirlerinde ve isimlerinde de sıkça rastlanır. Örneğin Muhammed’in babasının adı Allah’ın kulu anlamında “Abdullah” idi.

İslam öncesi Arap şairlerinden Adiyy İbn Zeyd, İbadi divanındaki bir şiirinin ilk dizesinde şöyle der:
RAHİME’LLAHÜ MEN BEKA LİL HATAYA
KÜLLÜ BAKİN FE ZENBUHU MAĞFURUN
Allah, günahları için ağlayana merhamet eder.
Günahları için ağlayanların günahlarını bağışlar.

İslam öncesi şairlerinden Ümeyye İbn Ebi’s Salt’ın iki dizesi ise “ALLAHÜMME” ile başlıyor :
Ulu tanrım, sen istersen herkesi bağışlarsın
Sana muhtaç olmayan noksansız kul var mı?

Çıplak hacılar, Hacerü'l Esved taşı adını verdikleri ve gökten indiğine inandıkları kara taşın önünden geçerken onu öper ve yüz sürerlerdi. Bu taşın daha önceki dönemlerden kalma çok tanrıcılık inancındaki Afrodit heykelinin kafası olduğu konusunda görüşler ağırlıktadır.
Ancak Kureyşliler bu taşı soylarının oluşumunun simgesi ve üreme organı olarak görmekteydiler. Soylarının İbrahim’in cariyesi ve İsmail’in annesi Hacer’e dayandığına inandıklarından bu taşa da Hacerü'l Esved adını vermişlerdi.

Taşın kara olması yıllarca el sürülmesinden dolayı ya da içeriğindeki madenler nedeniyle oksitlenme olarak açıklanır.

7 kez yapılan Tavaftan sonra yine çıplak olarak Safa ve Merve tepeleri arasında 7 kez gidip gelinirdi. Bu 7 sayısı putperestlerce kutsaldı. 7 sayısının kutsallığına Sümer-Babil uygarlıklarında da rastlanır.
Bu iki tepede İsaf ve Naile adlarında iki heykel vardı. Bunların zamanında birbirine aşık iki gençken Kabe’de sevişecek kadar çılgınca bir harekete yeltendiklerinden El-İlah tarafından taşa dönüştürüldüklerine inanılırdı.

İslam’da ise Say’a, İbrahim’in Hacer’i ve oğlunu bu ıssız yere terk etmesinden sonra Hacer’in bir o tepeye, bir öbür tepeye çaresizce koşup çevreye bakarak yiyecek, su ya da bir yardım araması olarak inanılır. Bu tepeler arasında 7 kez gidip geldikten sonra güya Cebrail ortaya çıkar ve ayağı ile yere vurarak zemzem suyunu çıkartır.

Bakara 158: Şüphesiz, ‘Safa’ ile ‘Merve’ Allah’ın işaretlerindendir. Böylece kim Evi (Ka’be’yi) hacceder veya umre yaparsa, artık bu ikisini tavaf etmesinde kendisi için bir sakınca yoktur.

Belli ki putperestlerin haccı İslam’a sokulurken İsaf ve Naile’nin hikayesi de Hacer’e uyarlanmış ve böylece Arapların vazgeçemedikleri bir başka ritüel de İslamlaştırılmıştır. ”Ebu Bekir İbnu Abdurrahman der ki: “Ben bu ayetin, (yukarıda zikredilen) her iki grub hakkında da inmiş olduğunu görüyorum. Yani, hem cahiliye devrinde Safa ve Merve’yi tavaftan çekinenler hakkında inmiştir, hem de öncekileri tavaf ettikleri halde, İslam’dan sonra, Allah’in Kabe’yi tavaf etmeyi emretmiş olmasına rağmen Safa ve Merve’yi zikretmemiş olması sebebiyle bunları tavaftan çekinenler hakkında inmiştir. Safa ve Merve’nin de (Kur’an’da) zikri Kabe’yi tavaf emrinden sonra gelmiştir."
(Buhari, Hacc 79, Umre 10, Tefsir, Bakara 21; Muslim, Hac 260-263 (1277); Ebu Davud, Menasik 56, (3901); Tirmizi, Tefsir, Bakara (2969); Nesai, Menasik 168, (5, 238-239); Muvatta, Hacc 129, (1, 373).

Çıplak tavaf’ı hoş karşılamayanlar, eşlerine izin vermeyenler ya da eşlerine gece çıplak tavaf yaptıranlar da vardı. Kureyş’de gelişen inançlardan Hanifler bu gruptandı. Muhammed’de çıplak tavafa karşıydı ve Mekke’nin fethiyle birlikte çıplak tavafı yasakladı. Ayrıca Kabe çevresine putperestlerin yaklaştırılmamasını emretti.

Çıplak tavaf ile ilgili olduğu düşünülen Buhari ve Müslim gibi sağlam hadisçilerin hadisleri arasında yer alan şu hadis ilginçtir:
“Peygamberin izniyle ihramdan çıkıp Mina’da bulunan kadınlarımıza yöneldik. Zekerlerimizden meni damlıyordu.” (Buhari, hac/81; Müslim hac/141)

Çıplak hac yasaklanmış olsa da çıplaklığın önemi tamamen terk edilmemişti.
Sıradan giysiler yerine sadece iki parçadan oluşan “İhram” denilen giysi de çıplaklığı temsil ediyordu. İslam’da Hac, ahiretteki mahşer’in bir provası ve tasviri olarak görülür. İnsanlar mahşerde de üzerlerinde bir giysi olmaksızın toplanacaklardır.

Üzerlerinde ihram olsa da tavafın ve sa'y'ın çoşkusuna kendilerini öylesine kaptırırlardı ki ihramları da açılır saçılır, yine her şeyleri görünürdü.
Hadislerden birinde peygamberin çıplaklığı da şöyle ifade edilir:

“Kureyş’ten kadınlarla birlikte Ebû Hüseyin’in ailesinin evine girdik. Rasûlüllah (s.a.s), Safa ile Merve arasında sa’y ediyordu. Biz de ona bakıyorduk. Sa’y’ın şiddetinden elbisesi beline dolanmıştı ve hatta ben dizlerini gördüğümü bile söyleyebilirim. O, sa’y yaparken şöyle diyordu:
“Sa’y ediniz. Zira Allah onu sizin üzerinize yazmıştır (farz kılmıştır) “. Buna göre, Sa’y, hac ve umrede Beytullah’ı tavaf etmek gibi haccın rükünlerindendir.
(İbn Kudame, a.g.e.; Seyyid Sabık, Fıkhu’s-Sünne, tercüme: Tayyar Tekin, İstanbul 1987, II, 143)

Muhammed, putperestliği yıkıp kendi dinini egemen kılınca hac adetlerinin çıplak tavaf haricindeki tümünü aynen uygulamıştır.
Putperestlerin telbiyesi ise şöyle değiştirilimiştir:
“Lebbeyk, Allahümme lebbeyk,
lebbeyke la serike leke lebbeyk,
innel’hamde ve’n ni’mete leke ve’l-mülk, la serike lek.”

Hac’da Şeytan taşlama da putperestlerden kalma bir ritueldir.

Kusay zamanına kadar, müşriklerden Hacca gelenler, Mina’da Şeytan taşlarlardı. Fakat, ilk taşı Sufe kabilesinden birisinin atması gelenekti. Hacılar ancak onunla birlikte şeytana taş atarlardı. Kusay taraftarları, Sufelilerle savaşarak onların elinden bu görevi de aldılar. (Taberi, IV, s.33)

Ancak şeytan taşlamanın kaynağı putperestlerden önce Sümer-Akad kültlerinde görülür.
O dönemden kalma bir ilahide Sümer tanrılarından Enki’nin taşlanması dile getirilir.

Şeytan taşlanan yer Mina’dır. Burada büyük şeytan, orta şeytan ve küçük şeytan taşlanır.
Bunlara Akabe Cemresi, Küçük Cemre ve Orta Cemre denir. İslam’a göre bu şeytanları taşlamak vaciptir. Her birine 7’şer taş atılır.

Şeytan taşlamanın İbrahim’den kaldığına inanılır. Bu hususta İbni Abbas’ın rivayeti de şöyledir:
"Hz. İbrahim hac ibadetini yapmaya geldiği zaman, Akabe Cemresi yanında şeytan ona göründü. Bunun üzerine onu yedi adet taşla taşladı, şeytan yere battı. Sonra Orta Cemre yanında şeytan ona tekrar göründü. Yedi taş da orada attı. Böylece şeytan tekrar yere battı. Bir müddet sonra Küçük Cemrenin yanında yine karşısına dikildi. Burada da yedi taş daha atınca artık şeytan iyice yere yığılıp kaldı." (Müsned, I, 297, 306-307; Hâkim, I, 466; Beyhakī, V, 153-154)

Müslümanların şeytan taşlamasının sebebi de İbrahim’in yolundan gitmek ve onun hatırasını yad etmek olarak nitelenir.

Her Hac’da şeytana milyonlarca taş atılır ama şeytanın burnu dahi kanamaz. Fakat bugüne kadar şeytanları taşlayacağım diye birbirini ezmekten binlerce Müslüman ölmüştür.

İslam’ın yeni hac düzenlemesinde değiştirilen bir başka adet ise tavaf sırasında alkışların ve ıslıkların kaldırılmasıydı.

Araplar, İslam öncesi haclarında el çırpıyorlar, bağırıyorlardı. Kuran bu hacca müşrik haccı diyor. “Enfal Suresi”nin 34-35. ayetleri bu konu ile ilgili tarihi bir belgedir. Bu ayetlerde eski hac eleştirilirken bu işin el çırparak ıslık çalarak yapıldığı açıklanıyor.

Enfal-35. "Kabe’deki tapınmaları sadece ıslık çalmak ve el çırpmaktan başka bir şey değildir. İnkarınıza karşılık artık azabı tadın."

Yine Putperest Araplar Kâbe çevresinde kurban keserler, bu kurbanın kanını da Kâbe’nin duvarına sürerlerdi. Bundan amaçları ilahların hoşuna gitmek ve hayır kazanmaktı. Kuran, bu adeti de yasakladı.
Kurbana yeni bir yorum getiren Hac Suresi”nin 37. ayetinde şöyle der:

"Bu hayvanların ne etleri ve ne de kanları Allah’a ulaşacaktır. Allah’a ulaşacak olan ancak sizin O’nun için yaptığınız gösterişten uzak amel ve ibadettir. Size doğru yolu gösterdiğinden, Allah’ı yüceltmeniz için onları böylece sizin buyruğunuza vermiştir. İyilik yapanlara müjde et."

Bu kurban kanını sürmek geleneği günümüzde de görülüyor. Özellikle otomobil alanların tekerleklere kurban kanını sürmesi, kurban kanının alına sürülmesi vs. uygulamalar putçuluk döneminden kalan adetlerdir.

Kurban bayramı günlerinde getirilen tekbirler “teşrik tekbirleri” diye isimlendirilmiştir.
“Teşrik” İslam öncesi dönemde kesilen kurban etlerinin kızgın kayalara serilmek suretiyle güneşte kurutulmasına denilmektedir. Böylece hacılar, hacda kesilen kurban etlerini güneş ve taşlar üzerinde kurutarak sonraları yemek üzere kendileri için saklamışlardır.
Yıllarca dünyada bir çok ülkede açlık çekilirken Hac’da kesilen kurban etleri telef oluyordu.
Son yıllarda yoksul ve ihtiyaç sahibi ülkelere kurban etlerinin bir kısmı sevk edilmeye başladı. Buna rağmen sevk edilemeyen tonlarca et ziyan olmaya devam ediyor.

Hac’da saçların tıraş edilmesi de putperest dönemin adetlerindendir. Bu adetle hem kirlilikten kurtulunduğuna, hem de kesilen her saç telinin kurtulunan bir günah olduğuna inanılır.