HABERLER
Dini Haber
hristiyanlık etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
hristiyanlık etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

CİN MUSALLAT OLMASI VE ŞEYTAN ÇIKARMA

DP, din, Cin çıkarma, Şeytan çıkarma, Paranormal olaylar, Paranormal manyaklıklar, Cin musallat olması, Bilinçaltı ve paranormal olaylar, Karabasan, islamiyet, hristiyanlık, yahudilik,

PARANORMAL MANYAKLIKLAR | CİN MUSALLAT OLMASI VE ŞEYTAN ÇIKARMA


Şeytan, orijinal adıyla “The Exorcist” filmi hemen hepimizin hafızalarında derin izler bırakmıştır. William Peter BLATTY’ nin aynı adlı kitabından, 1973 yılında William FRIEDKIN tarafından sinemaya aktarılan filmde doğaüstü olaylara tanık olmuştuk. Linda BLAIR tarafından canlandırılan 13 yaşındaki REGAN adlı kız çocuğunun içine şeytan giriyor ve onu ele geçirip hayatını zindan ediyordu. Filmde, o döneme değin kullanılmamış birçok sinema ve makyaj tekniği kullanılmış, insanlar dehşete kapılmış, bazı ülkelerde yasaklamalar dahi getirilmişti. İlk defa çok farklı bir konu, çok farklı bir biçimde ele alınıyordu. Şeytan kavramının korkutuculuğu daha önce Roman POLANSKI’ nin çektiği ve Mia FARROW’un baş rolünü oynadığı, 1968 tarihli “Rosemary’s Baby” filminde karşımıza korkutucu bir şekilde çıkmıştı. Şeytan filminde özellikle Regan’ın salonun ortasına yeşil renkte işediği, kafasını çevirdiği, yataktan havalandığı ve ters örümcek yürüyüşü ile merdivenlerden indiği sahneler ciddi korku travmalarına neden olmuştu. Tabi her filmde olduğu üzere kahramanlara ve kurtarıcılara ihtiyaç vardı. Usta Oyuncu Max Von SYDOW’un canlandırdığı PEDER MERRIN karakteri, yardımcısı ile kızı şeytandan kurtaracaklar, ancak bu olayı canları ile ödeyeceklerdi. Filmde kızın annesi ateistti. O da bu durumdan dolayı ciddi travma yaşayarak inançlı hale geliyordu. Bu filmin gösterdiği yüksek başarı, ardında muazzam bir Hristiyanlık pompalaması yapıyordu. Bunu Yeşilçam kaçıramazdı. Regan karakterine Canan PERVER, Asıl Hoca rolünü Agâh HUN ve yardımcı hocalığı ise Cihan ÜNAL üstleniyordu. Bu filmde kullanılan İslami öğelerden dolayı (Kuran ve dualar ile şeytanı kovma vs.) “Yerli Şeytan” kopyalandığı “Yabancı Şeytan’dan” daha etkili ve korkutucu olmuştu. Bu film hemen hemen yeni bir sinema türünün doğmasını sağladı. Arkasından gelen Poltergeist ve Evil Death filmleri bu kültün en önemli başyapıtları haline geldiler. Günümüzde bu akımın bayrağını “Paranormal Activity”, “The Conjuring” ve “Annabelle” filmleri başarı ile sürdürüyorlar.

Peki, Exorcism, yani şeytan çıkarma ayinini gerektiren bu “alıkoyma” fenomeni neyin nesi? Birisinin bedeni, yabancı ve şeytani bir güç tarafından ele geçiriliyor. Kişi kendinde olduğu zamanlarda etrafındakilerden yardım istiyor. Bedenini hiç tanımadığı kötü bir ruhun ele geçirdiğini, hemen çıkartılmaz ise daha kötü şeylerin olacağını ve öleceğini söylüyor. Bazen birey kendini kaybettiğinde istemsiz kasılmalar ve iniltiler oluşuyor. Bu fenomende en radikal durumlar, yönlendirici ve komut veren bir bireyin, alıkoyan ruh ile yaptığı diyaloglardır. Komut veren yönlendirici birey, bu kişiye çeşitli sorular sorar. Kişi, dinsiz şeytani bir varlık olduğunu, o bedenden çıkmak istemediğini ifade eder. Farklı ve gırtlaktan gelen bir ses tonu kullanırlar. Eğer yanında birileri kutsal kelimeler okursa buna tepki gösterir. Hemen durdurulmasını ister. Yoksa alıkoyduğu bedene zarar verecektir. Bunu ağlamalar ve kasılmalar izler. En sonunda Yönlendirici-Dominant birey, telkin ve ilahi ritüeller eşliğinde şeytani varlığı kovar.

Bu noktada sorun şu ki Bu fenomen hemen her toplumda, hatta semavi olmayan pagan dinlerinde bile olmaktadır. Örneğin pagan bir kabilede meydana gelen alıkoyma hadisesinde kabilenin büyücüsü, tütsü ve davul eşliğinde kutsal ruhlar ile işbirliği yaparak şeytani varlığı kovar. Şeytandan/Kötü ruhtan arınan birey ağlamaya ve teşekkür etmeye başlar. Etrafındakiler de bu ilahi mucizeye tanık olarak dinlerine daha sıkı bağlanırlar.


Exorcism fenomeni dışında benzeri bir fenomen’de Cinlerin, İfritlerin, Kötü Ruhların musallat olma hadisesidir. Bu fenomende bireyin bedeni “alıkoyma” fenomeninde olduğu gibi ele geçirilmez. Kişinin yaşam akışı ele geçirilir. Kişi birileri ile konuştuğunu iddia eder. Evde istemsiz ışıkların açılıp kapandığını, bazen bir varlığın kendisini odaya kilitlediğini, cisimleri hareket ettirdiğini ve bazen kendisine gözüktüğünü iddia eder. Yabancı form genelde kişiye zarar vermez. Ancak bazı hallerde kötü varlık tarafından tecavüzler iddia edilir. Genelde bayanların maruz kaldığını iddia ettiği bu durumlarda Ruhani Varlık, alenen birey ile cinsel temasta bulunur. Nadir de olsa dişi kötü varlıkların erkeklere de benzer yaklaşımları sergilediği iddia edilmiştir.

Bu fenomende de ilginç bir şekilde o bireyin dini inançlarına ait ritüeller gereklidir. Örneğin bir Müslümanın maruz kaldığı durumu Hristiyan veya pagan büyücü çözemez. Pagan birinin durumunu papaz, hoca, haham gideremez ya da bir Hristiyan'ı hocalar iyi edemez. Bu durum ile Yahudilerin karşılaşma olasılığı daha düşüktür. Onlara göre Tanrı (ya da Yehova) onları üstün kıldığı için hiçbir ruh veya cin onlara zarar veremez ya da musallat olamaz. Yahudilerde bu durum nadiren rapor edilir.

Konuya farklı bir pencereden bakalım. Eğer son hak din İslamiyet ise, bu alıkoyma durumlarında sadece İslami ritüeller geçerli olacaktır. Yani “alı konan” veya “musallat” olunan insanları sadece İslamiyet kurtarmalıdır. Ne papazlar, ne hahamlar ne de paganlar da büyücüler ya da şamanlar bireylere yardımcı olamamalıdırlar.

Bu noktada özellikle İslami çevrelerde hemen bu sava reddiye oluşturulur. Hristiyan cinler özellikle inançsız Hristiyanları seçerler. Onlara şeytani bir şekilde musallat olurlar. Eğer Hristiyan papaz cini çıkartırsa kişi inançlı bir Hristiyan olacaktır. Eğer Hristiyan papaz çıkartamaz ise bu sefer kişi cini çıkartanın dinine tabi olacaktır. Eğer Müslüman çıkartırsa, birey Müslüman olur. Bu nedenle Hristiyan cinler bir “kumpas” kurmuşlardır. Bu sayede insanları Hristiyanlığa çekerler. Papazlar da ilahi güçlere sahip “ruhban sınıfı” oluştururlar ve güçlenirler.

Ülkemizde de durum farklı değildir. Youtube ve benzeri sosyal medya video kanallarında birçok şeytan çıkartma-cin kovma ritüelleri düzenlenmektedir. Bu videoları izlediğinizde akıl almaz durumlarla karşılaşırsınız. Kişiler cin ya da şeytan olduklarını iddia ederler. Küfürler ve benzeri abuk subuk sözleri söylerler. Hoca da dualar eşliğinde cini çıkartır. Sonra gelsin paralar.

Günümüzde din pazarlamanın ve satmanın en kolay ve etkili yoludur bu inli-cinli ve şeytanlı hikâyeler... Yok, incir ağacı altından gece geçme, gece tırnak kesme, 3 harfli de ve isimlerini zikretme gibi saçma sapan adetlerimizin kökeni budur. “Düğünlerine denk geldim ayakları tersti” “Beni çağırdılar gitmedim, bir vardı bir yoktu”, “Hala oğlunun amcasının kuzeninin yeğeninin arkadaşının askerdeki komutanının kız kardeşinin arkadaşının gittiği bakkalın yengesinin bilmem nesi görmüş böyle gözleri tuhafmış ayakları tersmiş, ona musallat olmuşlar, su cinleri çarpmış” gibi saçma sapan hikâyeler özellikle kültürümüzde derin bir yer oluşturmuştur.

Hristiyanlıkta, özellikle Engizisyon döneminde bu psikolojik arıza, çıkarlar doğrultusunda kullanılmıştır. Bazen halka açık yapılan exorcism ayinleri sayesinde halkın gözünde kilisenin değer yükseltilmiş, muhtaç olunan kurum haline dönüştürülmüştür. Bu fenomen ile halk korkutulmuş, cinlerin ve ifritlerin kol gezdiği, ancak kilise sayesinde bunlardan korunulacağı fikri geliştirilmiştir.

Halk arasında en çok yaygın olan teoriye göre doktorlar bu olaya çözüm bulamıyorlardır. Ne kadar doktora gidilse de çare bulunamamıştır. Bilim çaresiz kalmıştır. İlaçlar fayda etmiyordur. Bu işi sadece hocalar çözebilmektedir. Bu fikir o kadar yaygındır ki, neredeyse hemen her kültür seviyesinden insanlar bu hocalara gitmektedir. Medyum özelliği de olan bu hocalar, bazen “Müslüman” cinlerinde desteğini alarak gereğini yaparlar.

Son olarak bir fenomenden daha bahsetmek istiyorum ki birçoğumuzun. Özellikle ergenlik döneminde mutlaka karşılaştığı bir durumdur. “Karabasan Cini…” Gece kalktığınızda hareket edemiyorsunuz. Sesinizi duyuramıyorsunuz, bazen göz kapağınızı bile açamıyorsunuz. Gözünüzü açabilseniz de etrafınızda uyuyanlar, hatta yanınızda uyuyanlara dahi ses çıkartamıyorsunuz. Elleriniz ve ayaklarınız kitli. Üstünüzde oturan bir Cin var. Ağırlığını hissediyorsunuz. Bir sür sonra dualar eşliğinde onu kovuyorsunuz. Sabah kalktığınızda bunu anlatmaya korkuyorsunuz. İnsanların sizde deli diyeceğini sanıyorsunuz. Bir yakın arkadaş grubunuz var ise onlarla paylaşıyorsunuz. Onlarda benzeri deneyimleri yaşadıklarını söylediklerinde ise tamam diyorsunuz. “Bize uğradılar”. Bu durum sizi daha da korkutuyor. Ailenize açılıyorsunuz ya da bir hocaya. Onlarda bu durumun aslında normal olduğunu bazen imandaki bir zayıflıktan, eğer imanlı iseniz sizin imanınızı sakatlamak isteyen ifritlerin-cinlerin yaptığını söylerler.


Bu noktaya kadar hemen herkesin bildiği ortak bilgileri paylaştım. Hatta bazen yazıyı okumaya ara verip, Youtube’dan video bile araştırıyor olabilirsiniz. Makaleler okuyup kendinizi kandırıp korkutmak isterseniz, size hayal dünyanızda başarılar dilerim.

Kendi çevremde dahi o kadar çok bu fantastik hikâyeler ile kendini kandıran var ki inanamıyorum.

Şimdi gerçek dünyaya dönelim. Bu olayların gerçek iç yüzü ne?
  1. Exorcism ayini gerektiren “Alı konma” Fenomeni aslında Obsesif bir bozukluktur. Obsesyon’ un (Takıntı) bir türüdür. Her toplumda da görülür. Çünkü insani bir psikolojik hastalıktır. Bilimsel olarak ta çaresi vardır. Sadece bu durumun iyileştirilmesi birkaç seans ile gerçekleşir. Nadiren ilaç desteğine ihtiyaç duyulur. Yani, bilimsel olarak bu hastalık kanıtlanmış, teşhis edilebilmekte ve tedavi edilebilmektedir. Ancak cahil ve geri kalmış toplumlarda veya bireylerde (ki bu cahillerden kastım bazı okumuş cahilleri de kapsıyor) hasta yakınları tedaviyi kendi inanç dünyalarından dolayı reddediyor ve üfürükçülere bel bağlıyorlar. Bu hastalıklarda nadiren tedavi “telkin” ile gerçekleşiyor (Her toplumda ve dinde neden büyücülerin, hocaların ve papazların işe yaradığını daha iyi anlarsınız). Kısacası bu hastalığı ilahi güçlere bağlamak ve onlarla ilişkilendirmek tümden temelsizdir. Kanıt olduğu iddia edilen bazı doküman ve kayıtların bilimsel hiçbir değeri yoktur. Bunlar hiçbir zaman kanıtlanamamış ve kanıtlanamayacaktır. Gerçekçi olunursa bu hususa inanmak ile Noel Babaya inanmak arasında hiçbir fark yoktur.
  2. Musallat olunma fenomeni de aynı hastalığın bir farklı versiyonudur. Yani Takıntı’dır. Bilimsel olarak bu hastalık kanıtlanmış, tespit edilmiş, bu hastalığa neden olan faktörler ortaya çıkartılmış ve tedavi yöntemleri ortaya konmuştur. Eğer aklınızı internette saçma sapan hikayeleri araştırmaya vermeyip. Gerçek, akademik ve bilimsel makaleleri araştırmaya yönlendirirseniz görürsünüz.
  3. Nazar diye bir şey yoktur. Göz değmesi diye bir olay yoktur. Sadece Türk İslamiyet’inde olması dahi bu hususun kaynağını ev gelişimini bize gösteriyor. Şamanizmden-Tengricilikten geçme adetten başka bir şey değildir.
  4. Karabasan cini diye bir şey yoktur. Bu fenomen “Geçici Uyku Felci”dir. Bu rahatsızlıkta kanıtlanmış, sebep ve sonuçları ortaya konmuştur. Düzensiz uyku, stres ve gece ağır yemek yerseniz düzenli olarak karabasan cini ile müşerref olabilirsiniz.
İnsanlar inanmak istediklerine inanırlar, görmek istediklerini görürler. Ancak ortada bir de gerçekler vardır. Ailenizde, arkadaşlarınız arasında, belki de kendiniz bu durumlar ile karşılaşmış veya karşılaşıyor olabilirsiniz. Eğer bu hususu bir hastalık olarak görüyor ve ona göre hareket ediyorsanız doğru yoldasınız. Yok, bu durumu şeytani kötü güçlere bağlıyorsanız size daha önce de söylediğim gibi hayal dünyanızda başarılar dilerim. Güç sizinle olsun. Muskalarınızı asın, Cevşeni eksik etmeyin. Başucunuza sarımsak asın. Hoca efendinin size verdiği tılsımları üzerinizde taşıyın.

Etrafımda bu hikâyeleri o kadar çok duydum ki, artık kusasım geliyor. Üzülerek belirtiyorum ki yok. Şeytani güçler yok. İfritler yok. Noel Baba yok. Musallat olma yok. Ele geçirme yok. Süperman yok. Wolverine yok. Caillou bir çizgi film. Heidi hiç Alplerde var olmadı. Jedi’ lik sadece Star Wars filmindeki karakter. Tusubasa asla Türkiye’de oynamayacak.

Bu arada, evrene pozitif enerji yollamayı bırakın. Negatif enerjiler de sizi etkilemiyor. Jüpiter sizi kafasına takmıyor. Venüs’ün etkisi sizi bu yıl etkilemeyecek. Mars nedeniyle aşk hayatınızda sıkıntı olmayacak. Merkür gezegeninin geçişi size maddi sıkıntılar oluşturmayacak. Günümüzde yeni moda olan şu “Evren Dini”ni atın çöpe. Eski moda Semavi Dinlerden sıyrılacağım diye soytarı olmaya da gerek yok. Fallardan, yıldızlardan, gezegenlerden etkilenip hayatınızı çizmeyin. Hepsi fantastik hayal ürünü. Güzel vakit geçirdiğinizi sanıyorsunuz o kadar.

Hayatınızı gerçekler ile şekillendirin ve ona göre çaba harcayın. İyi insan olun. Herkese yardım edin. Eve giderken sokak hayvanlarına mama alıp verin. Kardan yiyecek bulamayan kuşlar ve sokak hayvanları için yiyecek istasyonu yapın. Mama alacak paranız yoksa ki olabilir, artık yemek ve ekmekler ile onları besleyin. Örnek kişi olmaya çabalayın. Herkese eşit olun. Herkesin fikrine saygı duyun. Saygı ve sevgi çerçevesinde yaşayın. Haksızlıkların karşısında, hukuk sınırları içerisinde durun. İşte asıl “Din” budur.

Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ten birkaç alıntı yapmak istiyorum:
  • Ben manevi miras olarak hiçbir nas-ı katı, hiçbir dogma, hiçbir donmuş, kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevi mirasım ilim ve akıldır. Benden sonra, beni benimsemek isteyenler, bu temel mihver üzerinde akıl ve ilmin rehberliğini kabul ederlerse, manevi mirasçılarım olurlar.
  • Biz cahil dediğimiz zaman, mektepte okumamış olanları kastetmiyoruz. Kastettiğimiz ilim, hakikati bilmektir. Yoksa okumuş olanlardan en büyük cahiller çıktığı gibi, hiç okumak bilmeyenlerden de hakikati gören gerçek âlimler çıkabilir.
  • Dünyada her şey için, maddiyat için, maneviyat için, hayat için, başarı için en hakiki yol gösterici ilimdir, fendir. İlim ve fennin dışında yol gösterici aramak gaflettir, cahilliktir, doğru yoldan sapmaktır. Yalnız ilmin ve fennin yaşadığımız her dakikadaki safhalarının gelişimini anlamak ve ilerlemeleri zamanında takip etmek şarttır.
  • Yükselmiş, ilerlemiş medenî bir millet olarak medeniyet düzeyinin üzerinde yaşayacağız. Bu hayat ancak ilim ve fenle olur. İlim ve fen için kayıt ve şart yoktur.
Sağlıcakla ve Aklınızla kalın.

Yazan: Demon Product

HRİSTİYAN MİTOLOJİSİNİN SIRRI

Yazan: Dfxmed
Dfxmed, hristiyanlık, Hristiyan mitolojisinin sırrı, Horus ve İsa benzerliği, Sirius yıldızı ve Orion kuşağı, 3 kral yıldızı, Crux güneyin haçı, Güneş haç üzerinde ölür, Hristiyanlıkta 3 sayısı, din,

HRİSTİYAN MİTOLOJİSİNİN SIRRI

Merhabalar. Eski bir Hristiyan olarak sizlere bu yazımı sunmak istedim.İsa'nın doğumunun yaşantısının tesadüfi olmadığını mitolojik sırlarını öğreneceksiniz. Çayınızı kahvenizi alın derin bir yudum çekerek başlayın :D iyi okumalar...

Horus m.ö 3000 yılında Mısır'ın Güneş Tanrı'sıydı. Güneş'in kişiselleştirilmiş haliydi. Güneş'in gökyüzündeki hareketiyle ilgili bir dizi hikayeyle açıklanıyordu. Mısırda bulunan hiyeroglifler sayesinde hakkında pek çok şey biliyoruz. Horus'un Set adında bir düşmanı vardı.Set gece karanlığının kişileştirilmesiydi. Gündüzleri Horus Seti yener sabah olurdu akşama doğru Set üstünlüğü kazanınca gece olurdu. İyi kötü gündüz gece gibi kavramlar bugün bile çeşitli mitolojik ikilemlerden biridir.

Horus 25 Aralık'ta Isis tarafından dünyaya getirilir. Doğudaki yıldızla birlikte doğumu olmuştur.Ve onu ''3 Kral'' bu yıldızı takip ederek bulmuşlardır. Bu kurtarıcıyı süslemişlerdir. 30 yaşına gelince Anup tarafından vaftiz edildi ve göreve başladı. 12 havarisi vardı. Hastaları iyileştirmek su üzerinde yürümek gibi icraatları vardı.''Gerçek'',''Işık'' ''Tanrı'nın Oğlu'' gibi lakaplarla anılırdı.İhanete uğradıktan sonra çarmıha gerildi. 3 gün gömülü kaldıktan sonra dirildi.
  • Horus'un bu özellikleri pek çok mitolojiyi etkiledi ve aynı altyapıyı meydana getirdi.
  • Frigya'da Attis 25 Aralıkta bakire anneden doğdu çarmıha gerilip öldü. Dirildi
  • Hintlerde Krişna. bakireden doğdu,doğumunu müjdeleyen yıldızla birlikte dünyaya geldi.Mucizeler gösterdi öldü ve dirildi.
  • Yunanlarda Dionysus. suyu şaraba dönüştürürdü. Bakireden doğdu.
  • Persli Mithra.
Ve daha bir çok mitolojide aynı özellikteki tanrılar yer alırdı.
Bu özellikler tanıdık geldi değil mi? Bir de 5.2 Milyar insanın inandığı Hristiyanlığın Tanrısı İsa'ya bakalım:

25 Aralık'ta Beytüllahim'de Bakire Meryem'den doğdu. Doğumu kuzey yıldızıyla müjdelendi. ''3 Kral'' bu yıldızı takip ederek ulaşıldı. Su üstünde yürüdü suyu şaraba dönüştürdü,hastaları iyileştirdi.12 havarisi vardı. İhanete uğradı,Çarmıha gerildi,3 gün sonra dirildi.

Peki neden 25 Aralık bakire doğumu,neden 3 günlük ölüm ve diriliş? 12 havari...

Doğum kısmı tamamen astrolojiktir. Doğudaki yıldız Sirius'tur, 24 Aralık'ta gece en parlak yıldızdır. Orion kuşağındaki diğer 3 yıldızla aynı hizadadır. Antik zamanda olduğu gibi şimdide ''3 KRAL'' olarak adlandırılırlar.

Dfxmed, hristiyanlık, Hristiyan mitolojisinin sırrı, Horus ve İsa benzerliği, Sirius yıldızı ve Orion kuşağı, 3 kral yıldızı, Crux güneyin haçı, Güneş haç üzerinde ölür, Hristiyanlıkta 3 sayısı, din,
Bu yıldızlar 25 Aralık'Ta Güneş'in doğacağı yeri gösterir. Bu yüzden ''3 Kral'' doğudaki yıldızı takip eder ve güneşin doğumunu işaret eder. Bakire (İngilizcesi Virgin) Meryem,Başak(İngilizcesi Virgo) burcundan gelir. Başak ''Virgo the Virgin'' olarak da bilinir. Virgo latince bakire demektir. Başak aynı zamanda Ekmek Evi olarak da bilinir ve başak elinde bir demet buğday tutan bir bakire olarak tasvir edilir. ''Ekmek Evi'' ve sembolü olan buğday,hasat mevsimi olan Ağustos ve Eylül'ü temsil eder. En ilginci Beytüllahim'in (İsa'nın doğduğu şehir) tercümesi ''Ekmek Evi''dir.

Bu yüzden Beytüllahim; dünyadaki bir yeri değil,gökyüzündeki bir yeri yani Başak burcu takımyıldızlarını temsil eder.

Dfxmed, hristiyanlık, Hristiyan mitolojisinin sırrı, Horus ve İsa benzerliği, Sirius yıldızı ve Orion kuşağı, 3 kral yıldızı, Crux güneyin haçı, Güneş haç üzerinde ölür, Hristiyanlıkta 3 sayısı, din,
25 Aralık'ta başka bir ilginç olay daha gerçekleşir. Yaz gün dönümünden kış gün dönümüne kadar,günler kısalır ve soğur. Kuzey yarım küreden bakılınca güneş gittikçe güneye hareket eder ve gittikçe küçülerek silikleşir. Günlerin kısalması ve kış gün dönümüne doğru hasat zamanının gelmesi,antik zamanda ölümü temsil eder. Bu güneşin ölümüdür.22 Aralık'ta güneşin yok olduğu en belirgin şekilde görülür. Güneş 6 ay boyunca güneye hareket eder ve o gün ufuktaki en düşük noktasına ulaşır. İşte ilginç nokta burasıdır. Güneşim güneye doğru hareketi 3 gün boyunca durur,bu 3 günlük beklemeden sonra güneş,''HAÇ'' şeklindeki Güney takımyıldızının üzerinde yeniden yükselmeye başlar!!!

25 Aralık'ta gerçekleşen bu olaydan sonra güneş,kuzeye doğru 3 derece hareket eder,günler uzamaya ısınmaya başlar,bahar gelir.

İŞTE BU YÜZDEN GÜNEŞ HAÇ ÜZERİNDE ÖLÜR! 3 gün ölü kaldı ve tekrar dirildi denir. Bu yüzden bahsedilen tanrılar aynı hikayelere sahiptir. Bu aslında güneşin,Kuzey yarımküreye doğru hareket yönünü değiştirmeden ve baharı getirmeden önceki sürecidir. Buna rağmen güneşin yeniden dirilişi,bahar ekinoksuna kadar kutlanmazdı. Çünkü güneş,günün uzadığı ve baharın belirtilerinin başladığı bahar ekinoksunda,yani ''Paskalya'' zamanında belirgin olarak kötülüğü yenerdi.

Görüldüğü gibi aslında Hristiyanlık geçmiş mitolojilerden yola çıkılarak oluşturulan bir mitolojik dindir. Çok uzun olduğu için sizi yormamak adına bir daha ki yazımda sizlere havarilerin sırrını paylaşacağım takipte kalın.

HRİSTİYANLARIN ZULMÜ "CADILIK"

A, din, hristiyanlık, Hristiyanların cadı zulmü, Cadı suçlamasıyla insanların yakılması, Hristiyanlık ve cadılık, Hristiyanlık tarihi ve cadılık, Hristiyanların cadı suçlaması,
Var oldukları sürece Orta Çağ'ın cadıları olarak adlandırıldılar ve muhtemelen eski dinin taraftarlarıydı. Örneğin Dionysos'un ayinleri, sözde cadıların ayinlerini hatırlatıyordu. Bu törenler genellikle geceleri, doğurganlık veya yeraltı dünyasının güçleriyle ilişkili yerlerde gerçekleşirdi. İbadet edenler ağırlıklı olarak meşaleler ve fallik (erkeklik organı sembolü) resimler taşıyan kadınlardı. Dionysus'un kendisi kaba tüylü, boynuzluydu ve doğurganlığı simgeleyen bir keçi tarafından temsil edildi. Ritürllerde şarap içilir, coşkulu danslar yapılır ve hayvanlar kurban edilirdi.

Akdeniz tanrıları erken bir aşamada Hristiyanlık tarafından Şeytan olarak adlandırıldı. Daha sonra Kelt ve Cermen tanrıları da aynı tavırdan nasibini alınca onlara ibadet edenler Şeytana ibadet edenler gibi mahkum edildi. Kilise liderleri Hristiyan halkı Şeytan'ın güçlü, kötü niyetli temsilcileri olduklarını iddia ettikleri bu topluluklara karşı zulmetmeye teşvik etti.

Avrupada tek suçları Hristiyanlığı reddetmek olan ve sayısı bile bilinemeyen yüzbinlerce kişi yıllar boyunca  yargılanıp öldürüldü. Yaptıkları yargılama ve idamları on üçüncü yüzyılda cadıların öldürülmesine açıkça izin veren Papa 9. Gregorius gibi insanlara borçluydular.

Almanya'da Konrad adında bir papa işkencenin en şaşırtıcı itirafları ortaya çıkardığını keşfetti. İnsanlara ne kadar çok işkence yapılırsa yaptıkları itiraflar o kadar şaşırtıcı oluyordu. İşkence görenler itiraflarına başkalarını dahil etmek zorunda bırakıldıkları gibi, bunu yaptıklarında da paçayı kurtaramıyor ve itiraf ettikleri kişi ile birlikte işkence görüyorlardı. Konrad'ın din ile dolmuş beyni neredeyse herkesin işkence altında iken herhangi bir şeyi itiraf edilebileceği gerçeğini fark etmiyordu. Kafasındaki kurgu dünyada büyücülerin arttığı ve Hristiyan dünyasının tehlikede olduğu idi.

8. Papa tehdidi algılamıştı. 5 Aralık 1484'te "cadılar" boğa boğuyor", diyerek cadılara karşı son derece şiddet uygulanması çağrısında bulundu. Cadıların erkeğin cinsel eylemi yerine getirmesini ve kadınları gebe kalmasını engellediğini yazdı. Bu ve diğer yollarla şeytanlar insanların "cinsel yaşamlarını" engelliyorlardı (Kötü güçler asla masum Hristiyanları cinsel konularda ele alma şansını kaybetmemiş görünüyorlar. Tanrıların Çekici isimli bu kitap tanrıça Diana'ya ibadet eden kadınların gerçekte şeytanın ajanları olduğu ve rakip tanrıların son izlerini kaldırmak için bir sebep oluşturduğu kanısını güçlendirdi.
Yazarlara göre durum şöyleydi: "... bu kadınlar, Diana veya Herodias'la birlikte olduklarını hayal ettikleri halde, gerçekte onlar, bu tür bir putperest adlarla kendini çağıran şeytanla beraberler .... ". [Malleus Maleficarum]

Malleus Maleficarum cadıların keşfi, incelenmesi, işkence edilmesi, yargılanması ve infazına ilişkin pratik talimatlar veren bir "soruşturmacı" el kitabıydı. Bu, 1486'da yayınlanınca, Batı Hristiyanlık boyunca engizisyon mahkemeleri üyelerine ve hakimlere kadar dağıtıldı. Basılacak ilk kitaplardan biriydi. 1520 yılına kadar on dört kez yeniden basılmıştı. Cinsel fanteziyle doludur: Şeytanlarla tanışmak ve onunla çiftleşmek için havada uçan cadılar; kuşlardaki civcivler gibi yaşayan insan cinsel organlarını "yuvalarından kesmişler; iblisler erkeklerle çiftleşir, sonra da cinsiyeti uykuda olan kadınlarla birleştirmek için değiştirirler, ve onları eski erkek partnerlerinden kaçak olarak edinmiş insan spermleri ile embriyo haline getirirler. Kitap, binlerce kişiye işkence etmek ve öldürmek için kullanıldı. Yazarlara göre, büyü, Tanrı'nın ihtişamına karşı hem sapkın hem de vatan hainliği barındırıyordu;

Seviyesi ne olursa olsun herhangi biri, böyle bir suçlama üzerine işkenceye maruz kalabilir ve suçunu itiraf etse bile, suçunu itiraf etmesine rağmen, işine alınmasına izin verilirse, yasalara göre öngörülen diğer işkenceleri sırasıyla yaşamalı, suçlarıyla orantılı olarak cezalandırılmalıydı.

Yasal teknik kolaylıkla kabul edilebilir. Roma kanunları büyücüler için yeni yasalar çıkardılar, bu da "büyücü" ve "cadı" kelimelerini yeniden tanımlayarak işkence yoluyla büyünün itiraflarını çıkardığı için cadılara genişletilebilirdi. İtiraflar, işkence yoluyla garanti altına alındı ​​ve bu itiraflar, büyü gerçeğini doğruladı. İtiraflarla gelen büyü gerçeği cadı diye etiketlenen insanlara karşı terörü ateşledi. Terör de suçlamaları yarattı. Suçlamalar işkence yapılması çağrısında bulundu. Ve işkence itirafları ve daha çok suçlamayı üretti. Bu kısır daire, kilisenin otoritesi tarafından çalıştırılan büyük ve korkunç bir çarktı. Sorulan sorular, suçların işlenip işlenmediği değil, nerede ve ne zaman suçlar işlendiği ve kimlerin karıştığı idi. Suçluluk zaten varsayılıyordu. Doldurulması gerekenler sadece ayrıntılardı.

Sadece 1524'te, 1.000'den fazla kişi Como bölgesi içinde mahkum edildi ve yakıldı. 1587-1593 yılları arasında Trier Başpiskoposu (Johann von Schönburg) 368 cadı yaktı. 1623-1631 yılları arasında Würzburg Piskoposu (Philip Adolf von Ehrenberg) 900 kadar cadı yaktı ve bunların çoğu henüz çocuktu. 900 kişiyi cadı diye yakmak bir engizisyon mahkemesi üyesi için alışılmadık bir durum değildi. Bazı engizisyon mahkemesi üyeleri sayıları kaydetmemişti bile. Bamberg Piskoposu (Johann Georg II), komple hücreler ve işkence odaları ile yapılmış ünlü bir cadde evine sahipti. Ev sık kullanılan işkence aletlerini içeriyordu: Kelebek vidaları, bacak mengeneleri, sivri uçlu demir kırbaçlar, haşlanmış kireç banyoları, askılar ve diğer cihazlar. İşkenceyi dayanılmaz hale getirmek için ağırlıklar bazen kurbanın ayaklarına veya testislerine tutturuldu. Piskopos, 1633 yılına kadar on yılda 600'den fazla kişiyi yaktı. Johannes Junius, Bamberg'deki kurbanlardan biriydi. 24 Temmuz 1624 tarihli bir mektubunu kızına gizlice ulaştırması için bir gardiyana rüşvet verdi:

"... ve sonra da geldi - En yüksek cennetteki Tanrının merhameti yok - uygulayıcı ve baş parmak vidalarını üzerime taktı, her iki el de birbirine bağlıydı, böylece kanlar çivilerin etrafından  her yere aktı, yazdıklarımdan görebildiğin gibi, bu yüzden ellerimi 4 hafta kullanamadım ... Sonra beni soyup ellerimi arkamdan bağladılar ve beni strappado' ya çektiler (Strappado; kişinin kollarının arkasından bağlanarak yukarıya çekildiği vinç sistemli bir işkence aleti). Sonra cennet ve yeryüzünün bittiğini düşündüm; sekiz kez beni çekip tekrar aşağı bıraktılar, çok acı çektiğim için itiraf ettim ... Ama hepsi bir yalandı ... Sonra işlediğim suçları söylemek zorundaydım ... O yüzden onlara çocuklarımı öldüreceğimi söyledim, ama bunun yerine bir atı öldürdüm dedim. Hiçbir yardımı olmadı. Ben de kutsal bir kek aldım ve onun kutsallığını bozdum. Bunu söylediğimde beni rahat bıraktılar ... İyi geceler, çünkü babanız Johannes Junius sizi asla daha fazla göremeyecek."


A, din, hristiyanlık, Hristiyanların cadı zulmü, Cadı suçlamasıyla insanların yakılması, Hristiyanlık ve cadılık, Hristiyanlık tarihi ve cadılık, Hristiyanların cadı suçlaması,
Cadıların varlığını inkar etmek "açık biçimde sapkınlık"idi. Roger Bacon cadılık, büyücülük ve dolandırıcılık ile atfedildi, ancak Bacon kendini bir kafir olarak kınadı. İspanyol engizisyon mahkemesi görevlileri, büyü yapmayı delilik ve sanrılar olarak nitelendiriyorlar ve belki de kızartılacak başka balıkları olan Yahudileri ve Müslümanları ele almak için laik yetkilileri terk ettiler. Batı Hristiyanlık boyunca cadılar Kilise tarafından yakıldı veya Devlet tarafından asıldı. Hakim olan görüş, yanlışlıkla suçlanan herkesi kurtarmak için Tanrı'nın kendisi tarafından müdahale edileceği idi.

Friedrich von Spee, bir itirafçı olarak Würzburg'daki süreci yakından gördü. Malleus Maleficarum'un yazarlarının "yaratıcı ve kurnazca işkenceleri" vasıtasıyla Almanya'ya cadılığın tanıtımının yapılmasından sorumlu olduklarını belirtti. Her ne kadar Von Spee kurbanlar arasında yalnızca masumiyeti bulmuş olsa ve herkesin işkence altında itiraf edeceğini kabul etmiş olsa da, yine de protesto etmeksizin, masumların kazıklar üzerinde tutuklu olarak yakılışını izlemeye devam etti. 1631'de Cautio Criminalis adında bir teşhir yazısı yayınladı ve Engizisyon kendisine ulaşmadan önce dertten ölmek için iyi bir servet aldı. Kitabında, kullanılan teknikleri ortaya koydu ve suistimalleri sıraladı. Cadılar şeytani bir hayat sürdüyse açık bir şekilde suçludur, ancak cadıların özellikle erdemli görünerek aldattığı bilindiğinden iyi bir hayat sürdüyse eşit derecede zararlıdır "dedi. Ceza evine konulurken benzer iki yönlü bir argüman uygulandı:
  1. Eğer işkence çekenlerin görüntü veya seslerinden dolayı korkuyor ise, bu onun kesinlikle suçlu ve günahkar olduğunun kanıtıydı.
  2. Eğer bu, suçlamanın kanıtı sayılmaz ise, bu sefer de cadıların çok iyi masum taklidi yapabildiği ve cesur bir cepheden oluştukları söylenir ve bu da suçluluk kanıtı sayılırdı.
Sanığa yardım eden ya da prosedürü protesto eden herkes, bir büyücüyü destekleyen kişiler olarak etiketlenmişti, hal böyle olunca herkes ölüm korkusu yüzünden sessiz kaldı. Duruşma boyunca mahkumların verdiği savunmalar bile not edilmiyordu, böylece mükemmel bir savunması olsa bile göz ardı edilebiliyordu. İşkence iki aşamalı olarak gerçekleşiyordu, fakat sadece ikincisi işkence olarak nitelendirildi;
  1. Kurban, ilk aşamada itiraf etmiş olursa, işkence yapılmaksızın suçunu itiraf ettiği söylenirdi.
  2. İşkence görürken kurbanın gözleri yumuksa, işkence eden kişiler "gülüyor" diyorlardı. Eğer kendinden geçmişse "uyuyor" yada "büyülendi" deniyordu. İşkence altında ölürse "Şeytan onun boynunu kırdı" diyorlardı. Hiçbir çıkış yolu yoktu. İtiraf etmek de, itiraf etmeyi reddetmek de ölüme yol açtı.
Her ne kadar işkenceler itiraf elde etmek için her zaman yeterli olsa da, işkence başarısızlığı gibi durumlarda Hristiyan yetkililere de deliller verilmesi sağlandı. Rahipler kilise otoritesine uyduğu sürece, genellikle başkalarına uygulanan muamele türünden kurtuldular, ancak kilise makamları uygunsuz görürse, rahipler de aynı işkencelere maruz kalabilirdi.

Loudan'da büyü yapmakla suçlanan bir Fransız rahip olan Urbain Grandier, ilk duruşmasında beraat etti ancak ikinci bir davada Kardinal Richlieu tarafından atanan savcılar Grandier ve Şeytan'ın imzaladığı ve bir dizi iblis tarafından mühürlenen iki pakt ürettiler - Lucifer, Beelzebub , Astori, Elimi ve Laviathan'ın hepsi bu pakta karışmıştı. Bunun sonucunda Grandier suçlu bulundu ve ölüme mahkum edildi. Onu suçlu bulan yargıçlar, "bu olağanüstü soruna", hemen hemen ölümcül olmayan bir işkence biçimine sokulmalarını emretti ve genellikle yargılanmadan kısa süre önce mağdurlara uygulandı. Grandier, işkence altında bile olsa büyücüyü itiraf etmedi, ancak sahtekarlıkların gücüyle suçlu bulundu ve 1634'te tehlikede can verdi. ve bu nedenle genellikle kurbanlara idam edilmeden kısa süre önce verildi. Grandier, işkence altında bile olsa büyücüyü itiraf etmedi, ancak sahtekarlıkların gücüyle suçlu bulundu ve 1634'te tehlikede can verdi. ve bu nedenle genellikle kurbanlara idam edilmeden kısa süre önce verildi. Grandier, işkence altında bile olsa büyücüyü itiraf etmedi, ancak sahtekarlıkların gücüyle suçlu bulundu ve 1634'te kazık üzerinde canlı canlı yakılarak öldürüldü.

Fail popüler biri değil ya da bir yabancı ise, neredeyse herhangi bir hareketi büyücülük sayılabilirdi. Yaşlı kadınlardan birçoğu evcil hayvan beslediği için bile kazık üzerinde yakılarak öldürüldü.

"Kırışık yüzlü, çatık kaşlı, dudakları kıllı, şaşı gözlü, bir gıcırtılı ses veya azarlayıcı dilli .... ve yanında bir köpek ya da kedi olan her yaşlı kadın için, sadece şüphelenilmekle kalınmıyor, aynı zamanda cadı olarak telaffuz ediliyordu." John Gaule, Select Cases of Conscience Touching Witches and Witchcraft , 1646

A, din, hristiyanlık, Hristiyanların cadı zulmü, Cadı suçlamasıyla insanların yakılması, Hristiyanlık ve cadılık, Hristiyanlık tarihi ve cadılık, Hristiyanların cadı suçlaması,
Şeytanı güçlendirme gücüne sahip oldukları düşünülen genç çocuklar yazısal hiçbir değeri olmayan uydurma belgeler okunurken canlı canlı yakıldı. Büyücünün etkinliğini inkar edenlerin, cezalandırmada az gayret gösterenlerin tehlikede olduğu çağrısında bulunuldu. Johann Weyer "De Praestigiis Daemonum" isimli büyü konulu kitabında, büyücülük vakalarının doğal açıklamalara sahip olduğunu ve açıkça belli olduğunu (gerçekten açıkça belli olduğunu), cadıların yalnızca zihinsel rahatsızlıktan muzdarip olduğunu savundu. Kendisi büyü ile suçlanıyordu. Trier'deki seküler bir yargıç olan Dietrich Flade, yerel piskoposunun tatları için bir cadde avcısı olarak yeteri kadar hevesli değildi. Yerel cadı deliliğini kontrol altına almaya çalışırken, kendisi büyücülük ile suçlandı. Zaten kendini diri diri yakan bir kadından sonra birçok insan kendilerini yaralamaya teşvik edildiler (yanmadan önce boğulması gerektiğine teşvik ediliyorlardı). Flade'nin kaderi mühürlendi. İşkence altında, yerel bitkilere zarar vermek için çamurları salyangoz haline getirdiğini itiraf etti ve 1589'da Trier'de idam edildi.

Adil yargılanmaya yaklaşacak herhangi bir soru yoktu. Doğal adaletin tüm unsurları terk edildi. Sanığın sanıklardan ziyade cadı ya da sihirbaz olarak anılmasıyla daha en başta suçlu oldukları kabul ediliyordu. Tüzük gereğince, sanıkların suçlamacılarının kimliğini bilmesine izin verilmedi (Malleus Maleficarum III, q 2). Hearsay kanıtları mahkeme tarafından kabul edildi (III, q 6). Bilinen itirafçıların kanıtı, imanın gayreti içinde olduğu sürece kabul edildi (III, q 4). Sanığın ailesinin diğer üyelerinin daha erken mahkum edilmesi, hatta büyücü şüphelileri olması bile kanıt olarak sayılırdı (III, q6). Bu, tüm ailelere zulme yol açtı. Tek bir ailenin sekiz üyesi 18 ay boyunca 1630 yılına kadar büyücülük suçlaması yüzünden idam edildi.  Sanığı "vücutlarının en gizli kısımlarında bile adlandırılamayacakları" bile olsa, bazı sihirli çekiciliğini gizleyebilecekleri gerekçesiyle sıyrılmış, tıraşlanmış ve yakından araştırılmışlardı (III, q 15, burada metin şunu varsayıyor: sanık bir kadın olurdu). İşkence "sık sık ve yoğun şekilde" uygulanacaktı (III, q 14). Sanığın avukat hakkı yoktu ve hakim savunma için avukata izin verdiyse, avukat sanık seçemezdi (III, q 10). Savunma danışmanı görevlendirildiyse, kritik delilleri (şahitlerin isimleri gibi) görmeye hakkı yoktu ve sapkınlığı savunmakla yükümlü olma riski altındaydılar (III, q 10).

Bazen kaba kuvvet yalancılıkla takviye edildi. Yazarlar, büyücü diye suçlananlara, cadı avcılarının duymak istediklerini söylemelerini önerdi. İstihbaratçılar, yalnızca itiraf ederlerse suçluları ölümle mahkûm etmeyeceğini teminat altına alabilirlerdi (III, q 14), fakat bu bir hileydi, çünkü hâlâ bir şekilde suçlananları öldürüyorlardı. Suçlanan kişi başkalarını dahil ederse, daha az ceza verileceğine inanmaya yönlendiriliyordu. İtiraf ettiğinde ise birkaç ay boyunca hayatta kalabileceği ekmek ve sudan oluşan bir diyetle ömür boyu hapis cezasına çarptırılıyordu. Bir başka seçenekse yakmadan önce bir süre ceza evine sokmaktı. Üçüncü bir seçenek, ceza evine gönderilmesini reddetmek ve onun yerine bir ölüm cezası vererek ölüm cezasına çarptırmaktı (III, q 14).

Sanıkların tümü ilk suç için idam ettirilmedi, ancak diğer kanunlardaki gibi, sözde suçun tekrarlanması fiili olarak ölümü garanti etti. Bir şüphe uyuşmazlığı, dini bir hakimin şüphelinin öldürülmesini sağlamak için yeterli gerekçesi oldu (II, q 6, Bölüm 16). Cümleyi yazılı olarak kaydettirmeye gerek yoktu (III q 18). Temyiz yoktu, ancak sanıklar kötü muamele görmüştü (II, q 1, C.16). Sivil makamlar, dini bir mahkemenin cezasını uygulamakla yükümlü olsalar da, geçici Lordlar'ın müdahale etmesi yasaklandı (II, q 1, C.16) (II, q 1, C.16). Canon kanunu, davayı denemek için bir dindar hakim, ancak ölüm cezasını yerine getirmek için laik bir kişi istedi (III). Ölüm cezasının uygulanmasını izlemek için gelen kişilere hoşgörüyle yaklaşıldı (III, q 29 ff.).

Çeviren-Derleyen-Yazan: A.Kara