HABERLER
Dini Haber
mitoloji etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
mitoloji etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

HURİ NEDİR?

Huri nedir?, Huri ne demek?, Huri, mitoloji, İslam mitolojisi, Huriler, Cennette huriler, Cennet, Kur'an, Erkeklere verilecek huriler, Adam karısını beğenmiyorsa yerine verilecek huri, A, islamiyet,
Kuran'da da geçen huriler cennetteki sadık insanlara eşlik edecek olan kadın varlıklardır. Hadislerde atıfta bulunan 72 bakire ile sıkça bağlantılıdırlar. Huriler hadislerde genç, güzel göğüslü, yuvarlak gözlü kızlar olarak tanımlanmaktadır. Onlar tükürmez , dışkı, idrar yapmaz veya arıtır. Bir Müslüman ile cinsel ilişkiye girdikten sonra, hemen bekaretini geri kazanır ve hurilerin şeffaf bir cildi vardır. Kemiklerinin iliğini " açık camda kırmızı şarap gibi " görebilirsiniz. Bazı hadislere göre onlar 30 metreden uzundurlar.

Cennete girdikten sonra, Müslüman bir adamın, kusurlarının silinmesiyle daha genç yaştaki benliğine kavuştuğuna inanılır; bu bir nevi Matrix filmindeki kalıcı benlik görüntüsü gibidir. Eğer gerçek aşkı bir mümin ise, ona cennette, genç ve güzel olarak katılır ve bakire olarak yeniden hazırlanır. Ama eğer adam onu sevmezse (dünyadaki eşini), onunla birlikte sonsuza dek yaşamak zorunda kalmaz. Bunun yerine eşinin, bir kopyasını alacaktır.

Hurilerin tam doğası hakkında İslam'da çok tartışma vardır. Melekler gibi hurilerin de özgür iradesi yoktur. Efendilerinin emirlerine neşeyle uymalı ve itaat etmelilerdir.

(Bu inanış bile, insan tarafından Tanrı söyledi denerek var edilen bir dinin, o günün toplumunda kadına nasıl baktığını, sözde Tanrılarının erkeğe nasıl üstün ayrıcalıklar verip onun zevklerini dünyada ve ahiret inancında gözettiğini göstermek için yeterlidir.)

Yazıyı bitirirken dipnot: Bu konuyla ilgili, mitolojik değilde, dini anlamda, sağlam bir yazı yazacağım ilerleyen zamanlarda. Sağlıcakla kalın.

Yazan: Anu

OSMANLI MİTOLOJİSİNDE BİR DEV "UC"

Osmanlı ve İslam mitolojisinde Hz. Musa’nın en önemli mucizelerinden biri Kuran'da yer almasa da Tevrat'ta 2 yerde geçen "Uc" adlı devi öldürmesidir. Tevrat'ta "Og" adıyla geçen bu devin Tesniye 3/11 de boyunun dokuz, eninin dört arşın olduğu, demirden bir yatağı var olduğu söylenir. Taberi'lerin de iriliğinden ve ölümünden bahsettiği bu dev, yine Tevrat Sayılar 11/3335 de yazıldığına göre Hz. Musa tarafından öldürülmüş, oğulları ve kavmi yok edilmiştir.

UC'A DAİR FARKLI HİKAYELER
  • 10 arşın boyundaki Musa, 10 arşın yükseğe zıplayarak, 10 arşın uzunluğundaki sopası ile Uc'a vurdu. Bu kadar uzunluğa rağmen ancak Uc'un topuğuna vurabildi fakat Uc öldü. Ucun ölüsü Nil üzerinde köprü oldu. Uc 3000 yıl yaşamıştı.
  • Başka bir kaynağa göre Uc suyu bulutlardan içer, denizin dibinde yürürdü. Denizde yakaladığı balinaları dışarı çıkarır güneşte kızartıp yerdi. Burada önemli olan Hz. Musa'nın bu devi nasıl öldürdüğü konusudur. Büyük tufanda yükselen suların sadece dizlerine kadar geldiği, ve Nuh tarafından gemiden kovulan Uc, bir yemekte iki fil yerdi, ağladığında göz yaşları nehire dönüşürdü. Uc çok büyük olduğundan tufan sonrası hayatta kalan tek dev olduğuna inanılırdı. Bir gün dağdan büyük bir kaya koparan Uc, İsrail oğullarını yok etmek istiyordu, bunun üzerine Allah Hüdhüd kuşunu devin üzerine gönderir. Kuş devin elinde tuttuğu kayayı delip geçince elinde tuttuğu kaya Ucun üzerine düşer, bunu fırsat bilen Musa onu bir darbe ile yere yıkar. 
  • Bir başka öyküye göre annesinin cezalandırdığı Uc, annesini öldürmeye çalışan iblisin attığı taşı yakalayarak annesinin hayatını kurtarır. Buna istinaden annesi onu ödüllendirmek için Uc'a güç ve uzun ömür verir. Bazı çeşitlemelerde ise önceki öyküde bahsedilen kayayı Uc'un boynuna delerek geçiren Hüdhüd değil karıncalardır. Uc boynuna geçen bu kayayı çıkarmak istemiş ama ağzının iki yanından çıkan dişleri engel olmuştur. Bu sırada da Musa sıçrayarak baltası ile devin ayak bileğine vurmuş ve onu öldürmüştür. 
  • Musa ile Uc'un karşılıklı oturduğu üstteki minyatürün öyküsü şöyledir: 70 ekmekçinin pişirdiği tüm ekmekleri bir günde yiyen Uc doymak bilmez. Musa ona rastladığında "7 lokma ile doyabilirsin" der ve ona yedi lokmalık çanağı verir. Uc, yedi lokmayı bile yiyemez. Bunun üzerine tokluğun ve açlığın yiyeceklerin niceliğiyle ilgili olmadığı, bunun Allah’tan geldiği gerçeğini kabul eder (devi bile Müslüman yapmışlar :))

Kaynaklar: Minyatürlerle Osmanlı & İslam Mitologyası - Metin And
Tevrat Sayılar 11/3335 | Tesniye 3/11 | Sevakıb-ı Menakıb | Zübdetü't Tevarih
Yazan & Derleyen: Anu

DİŞİ KURT ASENA

Türk mitolojisi, mitoloji, Asena, Kurt Asena, Kurdun büyüttüğü çocuk, Çocuktan hamile kalan kurt, Türk mitolojisinde kurt adamlar, Kurttan doğan çocuklar, Türk efsaneleri, Mavi yeleli kurt Asena,
Romalıların ve Remus'un Romalı efsanesini, Roma'yı kuran bir kurdun yetiştirdiği ikiz kardeşleri belki biliyorsunuzdur. İşte bizim de buna benzer bir efsanemiz var. Fakat unutulmamalıdır ki bu efsanenin birkaç farklı anlatımı var, şimdi bu 3 farklı efsaneyi (ki en farklısı 3 numaralı olanıdır) sizlerle paylaşmak istiyorum.

1) Kurt sayesinde yaratılanlar sadece Roma ve Roma'lılar değildi. Eskiden Türk ulusunun da bu şekilde doğduğuna inanılırdı. Efsaneye göre, bir çocuk haricinde tüm Türklerin öldürüldüğü devasa bir savaş vardı, sağ kalan bu tek çocuk bir bataklıkta güvenliği için saklanmıştı. Halkı öldüğünde, bu küçük çocuk kurt tarafından bulunana kadar yalnızdı. Bu kurt onu mağarasına kendi yavrularının yanına taşıdı. Mi budur ya, bu çocuk büyüdükten sonra o kurtla çocuk yapar ve sonuç olarak on oğlu olur. Oğullardan biri, Türkistan Türkleri arasında büyük bir lider olan ve kurt kafasını amblem olarak kullanan Asena'ydı.

2) Türk'ler Asena adında bir kurt tarafından kurtarıldığına inanıyordu. Yaratılış efsanesine göre, Orta Asya'da yaşayan bir kabile, düşman tarafından yenildi ve yalnızca 10 yaşında bir oğlanı sağ bıraktı. Onu öldürmediler, bir kuytuya atıp terk ettiler. Birdenbire, oğlanı etle besleyen ve onu yetiştiren bir dişi kurt ortaya çıktı. Daha sonra kurt genç çocuktan hamile kalmıştı. Düşman Kralının bunu duyması üzerine, askerleri çocuğu öldürmek için gönderirken, kurt dağın tepesinde bir mağaraya girdi ve yerel hanımlar tarafından bakıma muhtaç 10 oğlan doğurdu.  Bu çocuklardan hamile kalan kadınların çocuklarının bir kabile ismi vardı; "Asena". Bu efsanenin birçok versiyonu Ergenekon Mitinde ve Yaratılış Mitinde de anlatılmaktadır.

Türk mitolojisi, mitoloji, Asena, Kurt Asena, Kurdun büyüttüğü çocuk, Çocuktan hamile kalan kurt, Türk mitolojisinde kurt adamlar, Kurttan doğan çocuklar, Türk efsaneleri, Mavi yeleli kurt Asena,

3) Efsanenin diğer bir versiyonunda, bir Türk köyünün herkesi öldüren Çin askerleri tarafından saldırıya uğradığı belirtiliyor ancak ordunun komutanı bir bebek çocuğuna acıyor ve onu öldürmek yerine kollarını ve bacaklarını keserek geride bırakıyor (ne vicdanlı adammış demeden edemeyeceğim). Ordu ayrılmaya başlayınca komutan birden bire bebeği öldürmediğine pişman olur, onu öldürmek için geri döner. Fakat o zamana kadar bu küçük çocuk, mavi yelesi olan Asena adında bir kurt tarafından kurtarılır. Kurt oğlanı tedavi eder ve iyileştiğinde onunla birlikte olur. Bu birliktelik sonrası Göktürklerin Aşina klanının öncülerinden biri olan yarı insan, yarı kurt varlıklarından oluşan bir türü doğuruyorlar (kurt adamlar).

Yazan: Anu

TÜRK MİTOLOJİSİ

A, Türk mitolojisi, mitoloji, Erlik, Tengri, Kök Tengri, Türklerin eski inancı, Tek Tanrı, Tengriizm, Tengriist, Gök Tanrı, Türkler ve Gök Tanrı, Umay, Öd Tengri, Boz Tengri, Kayra, Ülgen, Erlik,
Türk mitolojisi Tengriist ve Şamanist inançların yanı sıra göçebe halk olmanın tüm kültürel ve sosyal konularını kucaklar. İslamiyete geçiş sonrası, özellikle Türk göçünden sonra bazı efsaneler İslami sembollerle süslenmiştir. Türk-Moğol mitolojisinde birçok ortak nokta vardır. Türk mitolojisi diğer yerel mitolojilerden etkilenmiştir. Örneğin, Tatar mitolojisinde Finnic ve Hint-Avrupa mitlerinin bir arada var olduğu görülmektedir. Tatar mitolojisinde konular şunlardır: Abada , Alara . Şüräle , Şekä , Pitsen , Tulpar ve Zilant. Budizm'in yanı sıra, Türk mitolojisi Maniheizm'den de etkilenmiştir.

Dunhuang'da bulunan 10. yüzyıl el yazması "Irk Bitig", Türk mitolojisi ve dini için en önemli kaynaklardan biridir. Bu kitap, Eski Türk alfabesinde Orhun yazıtları gibi yazılmıştır.

TÜRK MİTOLOJİSİNDE TANRILAR

Tengri

Kök Tengri, ilk Türk halkının dininde ilkel Tanrıların ilkidir. Türkler göç etmeye ve Orta Asya'yı terk etmeye başladıktan sonra, Yüce ya da Yaratıcı Tengri olarak biliniyordu ve tek Tanrılı bir inanıştı. Tengrizm zamanla, putperest / politeist kökenlerinden değiştirildi. Orjinallerinden kalan 2 Tanrısı ile değiştikten sonraki inanış daha çok Zerdüştlük'e benziyordu. İyi tanrı ve Uçmag'ı (cennet veya vallhalla gibi bir yer) temsil eden Tengriydi, Erlik ise kötü Tanrıydı ve cehennem inanışındaki yerini almıştı. Tengri ve Gökyüzü kelimeleri eş anlamlıydı. Tengri'nin nasıl göründüğü bilinmiyordu. Bütün insanların kaderini yönetir ve özgürce davranırdı. Fakat ödül ve cezalarında adil olduğuna inanılırdı. İnsanın refahı iradesine bağlıydı. Tengri ibadeti, ilk olarak 8. yüzyılın başlarındaki Eski Türk Orhun yazıtlarında onaylanmıştır.

Diğer Tanrılar
  • Umay (kökü esasen 'plasenta, doğum' anlamına geliyordu) (Parvati'yi temsil eden Hinduizm'deki Uma - Lord Shiv'in eşi) doğurganlık ve bekaret Tanrıçasıdır. Umay, çeşitli dünya dinlerinde bulunan yeryüzü Tanrıçalarını andırır ve Tengri'nin kızıdır.
  • Öd Tengri tam bilinmese de zamanın Tanrısıdır. Orhun taşlarında "Öd Tengri zamanın hükümdarı" ve Kök Tengri'nin oğlu olduğu için tanınmamıştır.
  • Boz Tengri Öd Tengri gibi, pek fazla bilinmiyor. Bozkırların Tanrısı olarak görülen ve Kök Tengri'nin oğludur.
  • Kayra, Tanrının Ruhudur. İlk gökyüzü Tanrısı, en yüksek gökyüzünün, üst hava, mekan, atmosfer, ışık ve yaşamın Tanrısı, aynı zamanda Kök Tengri'nin oğludur.
  • Ülgen Kayra'nın oğludur ve Umay iyiliğin Tanrısıdır. Aruğ (Arı), Türk ve Altay mitolojisinde "iyi ruhlar" anlamına gelir. Bu ruhlar Ülgen'in emri altında yeryüzünde iyi şeyler yapıyorlardı.
  • Erlik, ölüm Tanrısı ve yeraltı dünyasıdır.
Yazan: Anu

PÖN MİTOLOJİSİ

Yazan: Nimrael
Nimrael, Pön mitolojisi, mitoloji, Kartaca mitolojisi, Baal Hammon, Tanit, Melqart, Eshmun, Astarte, Tophet mezarlığı, Kartaca, Şifacı Tanrı Eshmun, Tanrıça Tanit, Baş Tanrı, Baal Hammon tapınağı,

KARTACA MİTOLOJİSİ



Günümüzde çok az bilinen mitolojilerden birisi Pön inancıdır. Pön inancı, kendisinden daha eski olan Fenike inancından büyük oranda etkilenerek ortaya çıkmıştı. M.Ö. 813 dolaylarında bazı Fenikeliler, Sur (Tyre) kentinden ayrılıp bugün Tunus'un bulunduğu topraklara gelmişlerdi. Dönemin toprağının kralı, Fenikelilere sadece bir öküz kadar toprak vereceğini söyler. Fenikelilerin lideri Dido (Elissa) bunu onaylar. Öküzün derisinden iplik yapar ve büyük bir araziyi iple çizer. Burası Kartaca olarak anıldı ve Dido buranın kraliçesi oldu.

Pönlerin inancında Baal Hammon baş Tanrıydı. Diğer önemli tanrılar Tanit, Melkart ve Esmon'du. Dido ise yarı efsanevi kişilikti. M.Ö. 146 yılında Kartaca şehri Romalılar tarafından yıkılmış, toprakları verimsiz olsun diye tuzlanmış ve şehirde yaşayan 50.000 kadar insan, kadın ve çocuk dahil hepsi köle olarak satılmıştı. Kartaca tarihini, inancını ve belki de eski çağı aydınlatacak pek çok şey buradaki kütüphanede bulunuyordu. Bazı Pön ilahlarını inceleyelim;

Ba'al Hammon
Bir zamanlar çok güçlü olan Fenike şehri Sidon'un koruyucusu ve baş Tanrısı olan Baal, Kartaca'da zamanla evrilmiş ve Ba'al Hammon adını almıştır. "Hammon", Fenike dilinde maltız anlamına gelir; bir ihtimal Ba'al aynı zamanda maltız ve ateşlerin tanrısıydı. Kartaca ve Fenikeliler arasında eğik koç boynuzlara ve uzun sakala sahip biri olarak tasvir edilen Ba'al Hammon, fırtına ve hava durumlarını kontrol eden gökyüzü tanrısıydı. Bunun sonucunda denize kıyısı olan ülkelerde ve çöl bölgelerine yakın yaşayan halklar için büyük bir önem arz ediyordu. Yani gemiciler ve çiftçiler, Ba'al'in en önemli takipçileri oluyordu. Tapınakları gökyüzüne açık olarak kuruldu. Jebel Bu Kornein, Kartaca'da bulunan Ba'al Hammon tapınağıydı ve limana doğru bakardı. Burada standart kurban ayini yapılırdı; tütsüler yakılır ve kurbanlar sunulurdu. Anlatılan hikayelere göre Kartaca'da çocuklar kurban edilirdi ve bu kurbanlar, gönülden kurban edilmeyi istemeliydi. Belki de Romalı yazarların abartmasıydı.

Tanit
Ba'al Hammon'un eşi, emsali ve ona denk kişi, Tanit bereketin ve savaşın Tanrıçasıydı. Fenike ve eski Ugarit tanrıları ile bağlantısı vardı. Daha eski bir tanrıça olan Anat, savaşlarda diz boyu kana bulanmış bir şekilde yürüyen bir kelle avcısı olarak tasvir edilirdi; Tanit'in ise bu tanrıçayla güçlü bağları vardı. Kartaca'da ise Tanit, halkın anası ve şifa dağıtan biri olarak görülmesine rağmen tasvirleri Anat ile büyük oranda benzerlik gösterirdi. Bir zamanlar Kartaca yerleşimi olan Kerkouane'de Tanit'e adanmış bir tapınak bulunurdu. Tapınak avlusunun çevresi bir dizi kolonla sarılmış ve Tanit sembolü taşıyan mozaik taş döşemeleri bulunurdu. Tapınak ile ilişkisi olan veya tapınağa hizmet eden odalar ve taştan yapılma banyolu evlerin yanı sıra, oyma koltuklar ve yıkanan kişiler için kol destekleri vardı. Ne yazık ki Birinci Pön Savaşının getirdiği yıkım sonucu şehir terk edildi.

Melkart
Eski Fenike kenti olan Tyre'ın koruyucu baş tanrısı ve en önemli ilahlardan birisiydi. Fenike halkı, Tyre kolonisinin kurulduğu ilk yüzyıllarda zenginliklerinin onda biri kadarını Melkart tapınağına veriyorlardı. Melkart, Kartaca'da büyük oranda Fenikeli Melqart ile benzerlik gösterir ve aynı geleneklere Kartaca'nın Pön halkı da sahipti. Melkart'a olan inancın kökeni ilk olarak Fenikeli kolonistlerin kurduğu Tyre'da ateşlenmiş, sonra Akdeniz'in doğu ve batı uçlarına yayılmış, İberya (İspanya) Yarımadası kadar uzak bir uçta bile Melkart'a ait mabetler kurulmuştur. Fenikeliler, tek bir çatı yerine tek şehirli devletler halinde yaşıyordu. Gelirlerinin büyük kaynağı ise ticaretti. Ticarette bur anlaşmazlık olunca insanlar, Melkart'a şahit tanrı olarak başvururdu. Fenikeliler siyasi bütünlüğe sahip olmayınca zamanla güçlerini kaybettiler ve Melkart inancı, Fenikeliler tarafından kurulan bir başka ticaret kenti olan Kartaca'da yaygın oldu. M.Ö. 3. asırda yaşamış ünlü Kartacalı aile Barca hanesi, Melkart'ı koyu takipçileriydi. Livius'a göre İspanya'da, Kartaca kolonisi olan Gades'te Melkart'a ait bir mabette Hannibal Barca, Roma'nın sonsuza kadar düşmanı olacağına burada yemin etti. Yalnızca Kartaca halkı değil, Yunanlar da Melkart'ı kendi yarı tanrıları olan Herakles ile özdeşleştirdi.

Eshmun
Bir Fenike ticaret kenti olan Sayda'nın muhafız tanrısı Eshmun, Doğu Akdeniz bölgelerinde şifacı Tanrı olarak tapılırdı ve ilkbahar ile doğanın yenilenmesini temsil ederdi. Sayda kentinin yakınlarında bulunan tapınaklara göre Eshmun tapınakları, ayin öncesinde ibadet edeceklerin temizlenmesi için taş su kanalları ve büyük havuzlara sahipti. Bu tapınaklar mimari olarak Helen ve Arkaik dönem tapınaklarından farklıydı; şifa bahşedilmesi ya da Eshmun'un lütfunu kazanmak için adaklar mahzenlere ve havuzlara bırakılırdı. Eshmun, karanlık bir kökene sahiptir. İlk başta ölümlü ve güzel bir adamdı, tanrıça Astarte'yi resmen bir bakışı ile büyüledi. Astarte ise sürekli onu izledi ve ona sahip olmayı arzuladı. Eshmun ise tanrıçanın gösterdiği bu yakınlaşma çabalarından kurtulmak için bir çözüm aradı. Nihayetinde buldu da; kendini bir balta ile hadım etti. Ancak yaradan ötürü ölünce Astarte kederle doldu ve onu ölümün elinden geri aldı. Yani Eshmun'un baltalı planı baltalanmış oldu.

Astarte
Astarte çok karma bir yapıya sahipti. Hem savaş hem de aşk tanrıçası olarak değer gören Astarte, askerlerin ve tabi ki aşıkların tanrıçasıydı. Akşam Yıldızı olarak bilinen Venüs gezegenini temsil eden bir sembol olan halka içindeki yıldız şeklinde betimlenirdi. Kutsal hayvanları arasında aslan, sfenks ve at bulunuyordu. Tanit'ten ayrı bir role sahip olmasına rağmen Kartaca'da, Tanit ile Astarte'nin sorumluluklarında örtüşen kısımlar olduğu tahmin ediliyor. Su mermerinden yapılma bir heykelcik olan "Lady of Galera" (Galera Leydisi), Astarte'nin en çok bilinen tasviridir. Bu küçük heykel, göğüslerinden çıkan su ile doldurulabilen tas taşır ve bir tahta oturmuş vaziyette yanlarınds sfenksler bulunur. Aslen Fenike kadar ya da daha eski olan Ugarit ülkesinin tanrıçası olan Astarte, Yunanların Artemis ve Afrodit tanrıçaları ile ve Romalıların Venüs'ü ile denkti; bazı kaynaklar bu tanrıçaların Astarte'den esinlenerek ortaya çıktığını yazar. Haksız da değiller, sonuçta Astarte hepsinden daha eski bir tarihe sahiptir.

Eski bir mezarlık; Tophet
Her ne kadar dini ya da kültürel nir özelliğe sahip olduğu tahmin edilse de Tophet, acı bir gerçeğe sahiptir. Bu büyük çocuk mezarlığı, yirmi binden fazla defin işlemi gerçekleşmiş bir bölgedir. Tophet adı, Eski Ahit'te geçen Kenan halkının çocuklarını kurban ettikleri Hinnom Vadisi'nden gelir. Tophet adını ise günümüz tarihçileri ve arkeologları tarafından verilmiştir. Kartaca'nın çocuk ayinleri yaptığı kesin değildir zira kendilerinin kaydettiği tarihleri, kendi kütüphaneleri ile birlikte yok oldu. Kartaca'nın çocuk ayinleri, Romalı ve Yunan yazarlar tarafından kaydedilir; belki de bu çocuklar hastalıklı ya da doğum sırasında ölen çocuklar olabilir. Ne genç olduklarına, ne kurban edildiklerine ne de doğal yollardan öldüklerine dair bilgi sahibi olmak çok zordur. Eskiden yapılan insan kurbanlarına ait kayıtlı belgeler, çocukların Ba'al Hammon'a sunulması için ateşe atıldıklarını kaydeder. Alevlere atılan kurbanın geçerli olabilmesi için sunulanların değerli olması gerekirdi, bundan dolayı varlıklı ve zengin olan ailelerin çocukları da bu kurbanlar arasında bulunurdu.

NASNAS VE SHİQQ

Arap mitolojisi, Nasnas cinleri, Shiqq cinleri, Nasnas ve Shiqq, Arap mitolojisinde cinleri, mitoloji, Cinler, İnsanlarla ilişkiye giren cin, Shiqq cinlerinin çocukları Nasnaslar, A, Tek bacaklı cinler, İnanışa göre Shiqqler cinlerin daha düşük bir formudur ve seyahat üzerinden beslenirler. Shiqqler görünüş olarak yarım (ikiye bölünük anlamda yarım) yaratıklardır. Bir yarısı tamamen eksik olan yarım yüz, yarım gövde, bir kol ve bir bacakla ortadan ikiye bölünmüş adam biçimindedirler. Shiqqler insanlarla çiftleşebilecek cinsel organlara sahiplerdi ve insanlarla çiftleşmeleri sonucunda  Nasnas adı verilen canlılar meydana gelir. Bu çapraz üreme sonucu yarım bir insan vücudunun yaratılmasına sebep olunmuştur. Bir insan ile cin yavrusu olduğuna inanılan Nasnasların yine de çevikliklerini kaybetmediklerine inanılır (Bu varlıkların insan etrafında veya dünyada tek bacakları ile seri bir şekilde seyahat edebildiklerine inanılırdı).

Bir Nasnas'ın, vücudundaki kuyruğu ve sırtındaki kanadı dışında hemen hemen bir Shiqq ile aynı görünüme sahip olduğuna inanılırdı (bazı kaynaklara göre yüzünün karnında olduğu da söylenmektedir). Nasnas'lar tek bacakları olmasına rağmen oldukça çeviklerdi ve dengelerini büyük kuyrukları ile sağlıyorlardı. İnsanları daha çok yardıma muhtaç bir ihtiyar şekline bürünerek kandırır, daha sonra form değiştirerek avlanırdı. Bir insanı tek eliyle dövecek kadar güçlü olduğuna ve ses tellerinin yarısı olmadığı için konuşamadıklarına fakat korkunç olabilecek, tuhaf ve yüksek tonda bir ses çıkarma yeteneğine sahip olduğuna inanılan bu canavarların Yemen'in Hadramut bölgesinden geldiğine, fakat korkacak bir şey olmadığına çünkü Nasnas'ların onları avlayan Araplardan daha çok korktuğuna inanılırdı.

Yazan: Anu

HADES

Hades, yunan mitolojisi, mitoloji, Yunan Tanrısı Hades, Yeraltı Tanrısı Hades, Yeraltı Tanrısı, Tartarus çukuru, Zeusun kardeşi Hades, A, Ölüler diyarının Tanrısı, yunan tanrıları, Demeterin kızı Persephone
Hades yeraltı dünyasının ve ölülerin Tanrısıydı, koyu sakallı, kraliyet Tanrısı olarak tasvir edildi. Cenaze törenlerine başkanlık etti ve ölülerin gömülme hakkını savundu. Hades ayrıca, tohumun, tohumu besleyen verimli topraklardan altın, gümüş ve diğer metallerin maden zenginliğine kadar dünyanın gizli servetinin Tanrısıydı. Fakat bu zenginliğine rağmen hiçbir zaman diğer Tanrıların verdiği şölenlere katılmaz, gösteriş yapmaz, pek fazla ortalıkla görünmez ve konuşmayı da fazla sevmezdi.

Hades, kardeşlerinin dördüyle birlikte, doğduğu andan itibaren Kronos (Cronus) tarafından yutuldu. Zeus daha sonra Titan'ı vazgeçirmeye itti ve birlikte Titan Tanrılarını gökten alıp onları Tartarus'un çukuruna kilitledi. Daha sonra üç muzaffer kardeş, kozmosun bölünmesi için çok zorluk çektiğinde, Hades yeryüzünün karanlık kasvetli üçüncü bölgesi olan yeraltını aldı ve korku salan 3 başlı köpeği Cerberus ile yeraltında hüküm sürmeye başladı.

Sonrasında Hades bir gelin istiyordu ve kardeşi Zeus'a kızlarından birini hediye etmesi için dilekçe verdi. Tanrı ona Demeter'in kızı Persephone'u teklif etti. Ancak, Tanrıçanın evliliğe karşı koyacağını bilerek, kızın zorla kaçırılmasına onay verdi. Demeter bunu öğrendiğinde kızı için çok öfkelendi ve kızı dönene kadar yeryüzünde büyük bir kıtlığa neden oldu. Zeus insanlığın yok olması ile tehdit edilerek zorlanınca kız yeryüzünden çıkarıldı. Ancak, nar tohumunun tadına vardığı için, her yıl bir kısmı için kendisine geri dönmek zorunda kaldı.

Yazan: Anu

ASATRU VE DOKUZ ASİL ERDEM

Nimrael, Paganizm, Asatru, Dokuz asil erdem, İskandinav mitolojisi, mitoloji, Aesir krallığı, Odin The Allfather, Şimşek Tanrısı Mjolnir, Paganizm inancında doğa, Neo-Paganizm, 9 ilahi erdem, Freya,
Ásatrú, Neo-Pagan inançları içinde en çok bilinen ve inanılandır. Ásatrú diğer bir değiş ile Hristiyanlık öncesi İskandinavya inancının modern zamanda dirilişidir. Ásatrú'nun başlangıç tarihi kesin bilinmez. Bundan ziyade onun nasıl başladığı önemlidir. Yüzyıllar boyunca Avrupa'da Pagan inançları inanılmaz takipçi kaybetti. Zamanla soldular, tükendiler ve tarihin eski hikayelerinden ibaret oldular. Iceland hariç. Son birkaç yüzyılda eski Pagan inancıyla ilgili pek çok metin, Iceland'da yakılmamış biçimde duruyordu. Eğitime önemin artması ile bu metinler yeniden aydınlığa çıkmaya hazırdı. Sveinbjorn Beinteinsson adındaki bir şairin bu metinleri kullanarak pek çok eser verdi. Bu durum, Iceland'in yeniden İskandinav Paganizmini tanımasına ve onu yasallaştırmasına neden oldu. Eski Asatru ile Yeni Asatru arasında bir fark bulunur.

Asatru'nun eski İskandinav dilindeki anlamı "Troth (sadakat)", "Tanrılara sadakat" anlamlarına denk gelir. Asatru inancının başında bazı ilahlar vardır. Bu ilahlar Aesir ve Vanir adlı iki gruba ayrılır. Aesir tanrıları krallığı, düzeni ve zanaatları temsil ederken Vanir tanrıları doğanın bereketini ve gücünü temsil eder. Odin, "The Allfather", Asatru'nun en tepesindeki isimdir. Bir gözünü bilgelik için feda etmiş, rünlerin ve büyünün gizemlerini öğrenmek içi dünya ağacında tam dokuz gün asılı kaldı. Ayrıca savaşta düşenlerin yarısını kendi salonuna alır ve son savaşa kadar ziyafet verir. Oğlu Thor, kendisinden sonraki önemli kişiliktir. Şimşeklerin tanrısı, ilahi Mjolnir'in taşıyıcısıdır. Yıldırım onun savaş arabasının sesidir, bereket getiren yağmur onun hediyesidir. Ve en çok bilinen tanrıça Frigg, Brisingamen adında kutsal bir kolyeyi taşır. Aşk ve güzellik tanrıçasıdır. Odin'in karısı olarak Odin ile birlikte tanrıların lideridir. Dokuz Dünya'yı birden görebilecek güce sahip Odin'in tahtına Odin dışında oturabilen tek ilahtır. Başka bir tanrıça olan Skadi ise buzul diyarlarda yaşar. Haliyle kendisi avcılık, kayak ve kışın tanrıçasıdır. İskandinavya gibi kışın sert ve uzun geçtiği ülkelerde böyle bir ilah olmazsa olmazdı. Freya ise bir Vanir'dir, savaş tanrıçasıdır ve savaşta düşenlerin yarısını kendi salonuna alır. Savaşçı bakireler olarak bilinen Valkürlerin kraliçesidir. Asatru'nun diğer ilahları arasında Tyr, Eir, Baldr, Njord ve pek çok Kuzey Avrupa bölgelerinde inancı bulunmuş başka tanrı ve tanrıçalar vardır.

Asatru inancının tek tanrılı dinler gibi belli bir merkezi yoktur. Çünkü Pagan inançları her zaman doğa ile iç içe kaldı. Cermen, Kelt ve Balkan Paganizmlerinde insanlar dağları, ormanları ve nehirleri ilahi bir boyuta getirdi. Asatru inancında da ruhlar hep taşlarda ve ağaçlarda gezer, nehirlere ve karaya bağlı olurlar. Ayrıca Disir adını verdikleri bazı ruhlar, Midgard'da kalıp ailelerini korurlar. Asatru inancında temel unsur bireysel özgürlük ve sorumlulukla dolu yaşamdır. Hayatın verimli olması için çalışıp çabalarlar. İnançlarında dini dogma ve hiyerarşi de yoktur. Eski insanlar gibi soya ve aileye bağlılık vardır. Tabi bu durumda sosyal grupların gücü de önemli oluyor. İlahi ritüellerin verimliliği açısından soydaşların ve toplulukların ilişkisi iyi bir düzeyde olmalıydı. Asatru'da bulunan önemli bir ayrıntı ise erdemdir. "Dokuz İlahi Erdem" olarak bilinen bu unsur, inananı hayatın verimliliğine ulaştıran bir merdivendir. Sırayla bu erdemlere kısaca göz atalım;

1.) Cesaret: Bu kuralların en başındadır. Cesaret, zor anlarda bile doğru kararı yapacak yürekliliktir. Elbette birine göre doğru karar, diğerine göre doğru olmayabilir. Bu cesaret, savaş ya da dövüş cesareti değildir. Gerçek cesaret, iradeden gelir. Dostlarınızın yaptıkları yanlışlara karşı durmak, bazı zararları onarmak, yaptığınız hataları telafi etmek ve düzeni sağlamak, cesaretin gerçek amaçları arasındadır. Mücadele konusunda elbette cesaret önemli ama aptal cesaretini kim ne yapsın? Dayanıklı ve başı dik olmak, bilgece kararlar ile mücadele etmek, yürekliliğin erdem timsalidir.

2.) Dürüstlük: Adından belli, doğru ve dürüst olup her zaman doğruları söylemektir. Bazı durumlarda doğruyu söylememek en iyisidir. Ama bu durumlarda yalan söylemek uygun düşmez, o yüzden sessiz kalınmalıdır. Dürüstlük sadece sizin bakış açınız değildir. Bir konuda etrafınızdakilerin söylediklerine zararlı da olsa karşı çıkamazsın; size yalan söyleseler bile sizin doğruları konuşmanız gerekir. Yalanın sonucu her zaman etkisini bırakacaktır ama bu durumda dürüstlük sizin erdeminizi gösteren oka dönüşecektir. Asatru'da acı sonuçları bile olsa doğruları söylemek önemlidir. Çünkü insan acı ya da tatlı, hiçbir gerçeği arkasında bırakamaz. Cesaret dürüstlüğü, dürüstlük ise cesareti tetikler.

3.) Onur: Onur/Şeref sahibi olmak, herkeste bulunan bir unsur değildir. Bu listedeki bütün erdemlerden daha zor bir tanıma sahiptir. Kişiden kişiye değişir; kimisi cesaretli olmayı, kimisi bilgeliği, kimisi... diye diye gider ve herkeste bir algı oluşturur. Belki de anahtar kelime algıdır. Yaptığınız eylemler, verdiğiniz kararlar pek çok sonuca çıkar. Bu sonuçları çevrenizdeki ve diğer insanlar nasıl algılıyor diye sormalısınız. Vereceği tepkiler, onların gözünde ne denli önemli olduğunuzu gösterir.

4.) Bağlılık: İnanca, aileye, soya, dostlara ve birinin kendisine olan sadakâtidir. Sadece bununla bitmez; bağlılık konusu geniştir. Kısaca bahsedersek dünyayı daha iyi bir yer yapmak, soydaşlar ve aile, akraba, halk ve dostlar ile olan ilişkiler sadâkat ve bağlılığınızı belirtir. Atalarınıza, onların mirasına ve geçmişe olan bağlılık, karar verme eyleminizi belirler. Bu geçmişe bağlılık kalıplaşma değildir; o geçmişteki olaylardan ders çıkarmak, yarım kalan bir işi devam ettirmek ve mirasa sahip çıkmaktır.

5.) Disiplin: Bireysel disiplin olarak da bilinen bu erdem, sahip olunması bir o kadar zor ancak büyük sonuçları olan bir erdemdir. Kendinizle ne derece iyi geçindiğiniz önemlidir ancak disiplinde kendinizi yargılama da bulunur. Bunun tanımını bulmak yerine şöyle düşünün; çevrenizdeki insanlar ile iyi ve samimi iletişim kurduğunuzda kendinizi harika hissedersiniz değil mi? Ama içinizde bir yerde bunun kötü sonuçları olacağını da biliyorsunuz. İşte asıl yanlış etrafa bakmaktır. Dürüstlük, disiplinin erdemidir. Önce kendine sonra çevresine dürüst olan bir kimse, büyük işler yapma konusunda ilk adımını atar.

6.) Misafirperverlik: Dayanışma, yardımlaşma ve paylaşmak gibi unsurlara sahip olan bir erdemliktir. Misafiri hoş karşılamak, onunla bir şeyler paylaşmak, arkadaşlıklar kurmak her zaman önemlidir. Çatınızın altında bulunan bir kişiye ters eğilimlerde bulunmak, hiçbir yerde hoş karşılanmaz. Antik ve Neo-Paganist inançlarda bu hareketin kötü sonuçları olur. Asatru'da örneğin kendi çatısı altında bir kişiye acılar çektirmek, tanrıların o kişiye kin gütmesine sebep olur. Misafirperverlik, dünyayı daha iyi bir yer yapma yolunda en önemli adımlar arasındadır.

7.) Çalışkanlık: Bunu sadece Havamal'dan şu satırlarla bile özetleyebiliriz;
Sığırlar ölür, Soylar tükenir,
Her insan ölümlüdür,
Ancak iyi isim daima yaşar,
İyi işler yapan bir kimsenin

8.) Özgüven: Sadece bireysel olarak değil, kendi soyunun, ailesinin, halkının, sevdiklerinin, ülkesinin özgürlük ruhunu dinç tutmak her bireyin görevidir. Özgüven, erdemler arasında tercihten çok sorumluluk ve zorunlu olan tek erdemdir. En aşağılık adam bile ülkesi için eline bir silah alır. Kendi inancına olan sadakâti, bir bireyin özgüvenini büyük ölçüde etkiler. Bu inancın ya da inançsızlığın sonucu topluma yansır. Özgüveni sarsılan bir kimse dünyayı daha iyi bir yer yapma yolunda ilerleyemez, toplumda olan saygınlığını kaybeder ve bunlar gibi bazı olaylar birbirini zincirlemesine takip eder. Asatru'da başarıya ulaşma konusunda özgüven kilit bir isimdir.

9.) Azim: Yenilgi ve başarısızlık karşısında dik durmak, bu başarısızlıktan kurtulmak azmin sonucudur. Eski zamanlarda hayat zordu; yalnızca güçlüler, akıllılar ve ustalaşmış kimseler uzun yaşayabilirdi. Hayatın özünde ise çok çalışmak yatar. Evet, eski zamanlarda belki para o kadar önemli değildi ama bir insan nasıl ileri düzeye gidebilir? O dönemler, kas gücüne dayalı dönemlerdi. Kimse de kral doğmazdı, kral olunurdu. Tıpkı günümüzde ve eski zamanlarda olduğu gibi, Asatru ve Neo-Pagan inançlarda herhangi bir azim göstermeyen bu hayatta önemli ya da kayda değer bir konuma gelemezdi.

Çeviren-Derleyen-Yazan: Nimrael

HİNT MİTOLOJİSİNE GİRİŞ

Hazırlayan: A.Kara
hinduizm, Hint mitolojisi, Hint Tanrıları, Fil kafalı Tanrı Ganesa, 4 kollu Tanrı Şiva, mitoloji, Hinduizm ve mitoloji, din ve mitoloji, Vedic Tanrıları, Brahma, Vishnu, A, Doğurganlık Tanrıçası Kali,

HİNT MİTOLOJİSİNE GİRİŞ

Hint dini ve mitolojisi birbirine yakından bağlıdır ve gerçekten ayrılamaz (Birçok dinin o toplumda zamanında geniş yer almış mitlere bağlı olduğu gerçeği karşımıza çıkar). Ayrıca, her ikisi de çok geniş ve karışık olduğundan basitleştirilmesi oldukça zordur.

İlk Hint metinleri , güneş, fırtına, ateş, soma ve benzeri doğal güçleri temsil eden Aryan Tanrılarına şerefli bir dizi kutsal ilah olan Vedalar'dır. Vedik dini, ritüel ve kurban yoluyla iktidar, refah, sağlık ve diğer nimetleri elde etmeye adamış materyalist bir dindi.

M.Ö. 500 civarında Buddha zamanında, eski Vedik dini, Brahmin rahipleri tarafından paha biçilmez fantastik bir şeye dönüştürülmüş; rahipler, kendileri için Tanrı benzeri güçler talep etmişlerdi. Buda insan acısının sorununa kendisini yöneltti ve onu disiplinli yaşama yoluyla ortadan kaldırmanın ve kendi arzularından vazgeçmenin bir yolunu keşfetti. O kadar çok takipçiyi Brahmins'in fikirlerini öğretilerine dahil etmek zorunda bıraktı. Sonuç olarak Hinduizm, Brahma, Vishnu ve Şiva isimli üç büyük Tanrıya sahip modifiye bir din haline geldi.

ANA VEDİC TANRILARI
  • İndra, Vedalar'ın ana Tanrısıdır; yağmur yağdırarak Hindistan'ın kirli topraklarını besleyen bu fırtına Tanrısının, gök gürültüsünü kullanabilen, sert içici bir Tanrı olup, savaş arabası ile gökyüzünde dolaştığına inanılır.
  • Mitra ve Varuna'nın kozmik düzeni koruduğuna inanılır. Güneş olan Mitra, sözleşmelere ve dostluğa başkanlık ederken , Ay Varuna, yemin eder. Indra gibi bu Tanrılar da savaşçıların değerlerini yansıtıyorlardı.
  • Agni, rahiplerin ateş Tanrısıdır. Sunak ve ocak başkanlığında, şimşek olarak dışarı çıktı ve güneşin ortasında (kalbinde) yandı.
  • Brihaspati, kahin sihrinin kişileştirilmesi, tören ve ritüelin Tanrısıdır.
  • Soma, narkotik bir bitkidir ve ilham veren, insanları özgürleştiren ve yaşam ilkesini temsil eden bir Tanrıdır.
  • Savitar hareket Tanrısıdır ve ne olursa olsun yapılan her hamle veya eylemleri altın gözleri, elleri ve dilleriyle bu ilaha bağlıdır.
  • Ushas, güzel, sevimli olan Ushas, şafağın Tanrıçasıdır ve tüm canlılar için sevinç kaynağıdır.
  • Puchan, her şeyi evliliğe, besin sunmaya, yolculara rehberlik etmeye ve ölüleri başlatmaya nişanlanarak ilişkiye getirir.
  • Şiva ise korkunç yıkım Tanrısıdır, insanların felaketleri önlemek için onu övmesi gerekir (İbrahimi dinlerdeki Tanrı figürüne yakın geldi kulağa).
  • Kali, Şiva'nın karısıdır. Kanlı bir doğurganlık Tanrıçası olan Kali, ölüm amblemleriyle süslenmiştir.
  • Prajapati, yaratılmış canlıların efendisi, Tanrı ve iblislerin babası ve yaratanların koruyucusudur.
Devas ve Asuraların Tanrıları ve Şeytanları vardır, ve bunlar sihirli güçleri ile saygı içinde birbirleri ile savaşırlar. Rakshas isimli yarı Tanrısal yaratıkların kara büyü ile pratik yaparken talihsizlik erkeklere eziyet etmişlerdir. (Fark ettiyseniz, "olduğuna inanılırdı" gibi sözler kullanamıyorum çünkü Hint dinlerinde bu mitolojik inanışlar ve Tanrılar hala yer almakta, yani birçoğuna hala güncel olarak inanılmaktadır.)

HİNDU TANRILARI VE KAVRAMLARI
  • Brahma, tüm olayların altında yatan manevi gerçeğe işaret eder ve bazen Tanrı olarak nitelendirilir. Brahma, kaos suları tarafından yaratılan altın yumurtadan ortaya çıkmış ve her evreni kurmuştur.
  • Vişnu, yüce Hindu Tanrısıdır. Canlılar veya evrenler arasındaki kozmik sularda dinlenir. Her yaratılışta farklı bir form (avatar) olarak gelir. Örneğin: balık, yaban domuzu, kaplumbağa, aslan, cüce, adam gibi. Onun ibadet edenler sevgi dolu dindarlık ve bağlılık ile işaretlenir.
  • Şiva son derece önemli Hindu Tanrısıdır, dans eden bu Tanrı, yaratılış ve yıkıma hükmeder. Dört kolu vardır ve alnındaki üçüncü bir gözü yok ederken betimlenir. Ona ibadet edenler küstahlıkla işaretlenir.
  • Parvati, Siva'nın karısıdır, şeytanlara karşı acımasız savaşması ile bilinir.
  • Ganeşa, Şiva ve Parvati'nin oğludur, 4 kolu ve fil kafası ile belkide en çok bilinen, en popüler Hindu Tanrısı olan Ganeşa, refahın Tanrısıdır.

İSKANDİNAV MİTOLOJİSİ

İskandinav mitolojisi, mitoloji, Norse mitolojisi, Viking mitolojisi, din ve mitoloji, Dokuz dünya, İskandinav Tanrıları, İskandinav mitolojisinde semboller, İskandinav mitolojisi ve Paganizm, A,
Geniş Germen mitolojisinin bir alt kümesi olan Norse , Viking veya İskandinav mitolojisi , İskandinav bölgelerinde yaşayan yerli Hıristiyanlık öncesi dini, inançları ve efsaneleri (İzlanda'ya yerleşenler de dahil olmak üzere Norse mitolojisinin yazılı kaynaklarından çoğunun bir araya toplandığı yer alıyor. İskandinav mitolojisi, daha yakından ilişkili olan Anglo-Sakson mitolojisini de içeren daha yaşlı ortak Germen paganizmasının en iyi korunmuş halidir. Germen mitolojisi, daha önceki bir Hint-Avrupa mitolojisinden gelişmiştir.

İskandinav mitolojisi, Kuzey Germen kabileleri tarafından paylaşılan bir inanç ve hikayeler koleksiyonudur. Mitoloji sözlü olarak şiir biçiminde iletildi ve onun hakkındaki bilgimiz esasen Eddas ve Hristiyanlaştırma sırasında ve sonrasında yazılan diğer orta çağ metinlerine dayanıyordu.

İskandinav folkloruna geçen Norveç mitolojisinin bazı yönleri günümüze kadar ayakta kalmıştır. Diğerleri son zamanlarda Alman hayatı neo-paganizması olarak yeniden keşfedildi veya yeniden oluşturuldu. Mitoloji, edebiyatta, sahne prodüksiyonları ve özellikle filmlerde ilham kaynağı olarak kalmıştır (bkz. Sonraki edebiyat üzerine Norse mitolojik etkileri). Bunun en temel sebebi İskandinav Tanrılarının diğer birçok mitolojideki Tanrılardan daha etkileyici olmasıdır (Kişisel görüşüme göre sonrasında Yunan ve Mısır gelir).

İskandinav mitolojisinde başlıca Tanrılar:
  • Odin
  • Thor
  • Loki
  • Tır
  • Balder
  • Heimdallr
  • njord
  • Freyr
  • Freyja
  • Frigg
İskandinav mitolojisi, mitoloji, Norse mitolojisi, Viking mitolojisi, din ve mitoloji, Dokuz dünya, İskandinav Tanrıları, İskandinav mitolojisinde semboller, İskandinav mitolojisi ve Paganizm, A,

Dokuz Dünya
İskandinav mitolojisinde, dokuz alem olarak da bilinen dokuz dünya, evrende yer alan, Yggdrasil adı verilen üç dünya tarafından birbirine bağlanmış gezegenler veya devasa şehir benzeri yerlerdir. Bifröst olarak bilinen boyutlar arası gök kuşağı benzeri yol, Asgard ile diğer alanlar arasındaki köprüdür.

İskandinav mitolojisi, mitoloji, Norse mitolojisi, Viking mitolojisi, din ve mitoloji, Dokuz dünya, İskandinav Tanrıları, İskandinav mitolojisinde semboller, İskandinav mitolojisi ve Paganizm, A,

Semboller
-Triquetra üç uçlu düğüm benzeri bir oluşum olup, genellikle bir daire etrafında geçmeli olarak gösterilmiştir. Sembolü de cazibe sembolü olarak bilinir ve bu gibi birçok norse ve İskandinav öğelerin tasvirinde kullanılmıştır. Triquetra, Mjolnir'e benzeyen sarkıtlar üzerine Triquetra sembolüyle hazırlanmış şekiller kullandıkları için, Norse putperestleri tarafından yoğun şekilde kullanılmıştır.

-Mjölnir, olarak da bilinen Mjolnir (veya Mjöllnir prenounced), "MYOL-neer" Sindri'nin demirci oğulları cüce Brokk ve Eitri tarafından dövülmüştür. Çekiç, Norveçli gök gürültüsü tanrısı Thor tarafından yönetilmektedir.

-Valknut (Eski İskandinav valr dan türemiş, "savaşçı öldürülen" ve knut, "düğüm") birbirine kenetlenmiş üç üçgenden oluşan bir semboldür. Akademisyenler sembole bazen tanrı Odin'le ilişkili olarak çeşitli açıklamalar getirmişler ve 9. yüzyıldaki Snoldelev Taşında bulunan üç boynuzlu simgeyle ilişkili olabileceği ihtimali üzerinde durmuşlardır.

Yazan: Anu

EPONA

Yazan: Nimrael
Nimrael, mitoloji, din ve mitoloji, Epona, Tanrıça Epona, At ve bereket Tanrıçası, Kelt mitolojisi, Galya tanrıçası Epona, Antik druidler, Roma orduları ve Epona, Keltlerin Tanrıçaları, Galyalılar

Epona, Keltlerin at ve bereket tanrıçasıydı. Tayların, midillilerin ve kısrakların da koruyucu tanrıçasıydı. Diğer bir açıdan ise antik çağlarda önemli olan süvariler ile bağlantılıydı. Adının “büyük at” anlamındaki, Galya dilinde bulunan bir kelimeden geldiği düşünülmektedir. Betimlenmesi ise bir tayın eşlik ettiği, eyerli bir at süren bir kadın şeklindeydi. Bu durum, onun bereket tanrıçası rolünü temsil ediyordu. Epona kültünün yoğun olarak bulunduğu yer Galya'ydı. Bunun dışında Cermenya'da, bazı Balkan bölgelerinde hatta Roma'da bile kültü yayılmıştı. Epona ile ilgili en eski kayıt, Juvenal'in yazdığı "Satires" eserindeki bir kesitte; "... iurat / solam Eponam and facies olida ad praesepia pictas" satırında geçer.

Epona asıl olarak askerler tarafından önem verilen biriydi. Galya, Cermenya ve Balkanlar boyunca o dönemin ordularında sıkça Epona'nın etkisi görülürdü. Roma panteonunda benimsenmişti ve inancı, onu koruyucuları olarak gören Roma süvarileri sayesinde Avrupa genelinde hızla yayıldı. Sonrasında rolü genişledi ve Apuleus’un yazdığı “Metamorphoses” kitabında açıklandığı gibi atlarla çalışan herkesin tanrıçası halini aldı. Bu metinde ayrıca, Epona’nın küçük mabetlerinin, atları korumak için ahırlara ve çiftlik ambarlarına yerleştirildiğine dair ipuçları da bulunmaktadır. Yine de Epona, kültürel ve sosyal bir etkiden ziyade savaşlar, ordu ve süvariler ile daha yakın bir ilişki içinde kaldı. Roma'dan önce bağımsız yaşamış ve bölgenin yerlileri olan Galyalılar, hayatta en önem verdikleri şeylerden biri atlardı. Galyalılar kabile yaşantılarından ötürü tam teşkilatlı bir yapıya sahip değillerdi. Dolayısı ile eski Yunan ve Roma gibi medeniyetlerin kullandığı yol ve ulaşım mimarisi ya yoktu ya da çok gelişmiş değildi. Uzun yolculuklar tabi ki her medeniyette önemliydi ama yollar olmayınca dağa, taşa, çamura ve ormanlara girmek, çok mantıklı değildi. Bu yüzden sadece Galya değil, o çağın pek çok kabileleri için bir at oldukça değerliydi. Epona, Galya boyunca her yerde yüksek etkisi bulunan nadir ilahlardandı.

Ayrıca düzenli ve yapılı dini bir sistem yerine Druidlere bağlı kalan Galyalılar, kurban ayinlerine ve av mevsimlerine önem verirlerdi. Çok rastlanmasa da Epona, bazı avcılar tarafından dini ritüellere konuk olmuştur. Tabi ki dini ritüelleri düzenleyenler Druidlerdi. Adları anılmışken Druidler hakkında kısaca bilgi yazalım;

Antik druidlerin yöntemleri ve uygulamaları hakkında net olarak bilinen az şey vardır. Üst düzey yazarlar bu gizemli adamların sırlarını yazmadıklarını, bunun yerine ilimlerini nesilden nesle sözlü olarak aktardıklarını ifade etmişlerdir. Yazar Diodorus Siculus, druid sisteminde belirli görevler olduğu fikrini ortaya atan ilk kişiydi ve Strabo da bunu üç sınıfa ayırdı: ahlak ilmi üzerinde çalışmış olan “drudai”; tabii dünyanın kahinleri ve uzmanları olan "o'vateis"; son olarak da şair ve aşıklardan oluşan "bardoi". Bardoi veya ozanlar, şiir ve şarkılar ile tarihte yer etmekle hükümlülerdi. Tarihte her zaman savaşçıların cesurca hareketleri kadar tanrıların ve tabii dünyanın ilmi de yer almıştır.

Nimrael, mitoloji, din ve mitoloji, Epona, Tanrıça Epona, At ve bereket Tanrıçası, Kelt mitolojisi, Galya tanrıçası Epona, Antik druidler, Roma orduları ve Epona, Keltlerin Tanrıçaları, Galyalılar

Galyalılar ata önem verdikleri için doğal olarak iyi süvariler kullanırdı. Sezar'ın Galya seferi sırasında Romalıları en çok zorlayan etmenlerinden biri Galya süvarileri oldu. Aslında şaşırtıcı bir durum değildi; Galyalılar genel olarak Roma, Kartaca ve Helen ülkeleri tarafından paralı süvari birlikleri olarak kullanılıyordu zaten. Galya'nın fethi, Roma ordularında Epona kültünün merkezlenmesinin başlangıcı oldu. İmparatorluk döneminde ise aslında Roma'ya ait hiçbir büyük şehirde Epona, resmi bir konumda yer alamadı. Yalnızca oranın halkı -askerler, emekli askerler, çiftçiler gibi kesimler- tarafından tapınıldı.

Epona'nın sanatsal olarak yalnızca resimlerde ya da betimlerde yeri bulunur. Birkaç resim dışında Epona genellikle bir atla birlikte ve güzel kıyafetler ile betimlenir. Bunun dışında ya tek başına ya da bâkire bir tanrıça olarak gösterilir. Epona'nın atlar ile olan betimlemeleri bölgeden bölgeye değişir. Her bölgede farklı atlar bulunduğundan o atın özellikleri her zaman Epona'nın resimlerine ya da betimlemelerine yansıdı.

Birinci temsilî betimlemede Epona, bir kısrağın üzerinde ve bir tay eşliğinde gösterilir. Bu tablo, Ren bölgelerinde ve kuzeydoğu Galya'da bulunuyor. Cenazevî bir sembol olarak da görülebilirken, bazı dikili taşlar ise bir ruhun yeraltı dünyasına olan yolculuğunu anımsatır.

İkinci bir betimlemede ise Epona, etrafı atlarla çevrili vaziyettedir; bazen onları beslerken resmedilir. Bu tür tablolar, ağırlıklı olarak Galya'da bulunur. Burgonya'da ise yarı çıplak bir şekilde atın üstüne yatmış bir pozisyonda resmedildiği tablolar bulunur. Bazen tanrılar, tanrıçalar, köpekler ya da ruhlar eşliğinde resmedilir.

YECÜC VE MECÜC

Hazırlayan: A.Kara
A, din, din ve mitoloji, Enbiya suresi, İslam mitolojisi, islamiyet, kehf, Kehf suresi, Kıyamet alametleri, mitoloji, Yecüc ile Mecüc, Yecüc Mecüc, Yecüc mecüc nedir?, Yecüc Mecüc seddi, Zülkarneyn seddi,

YECÜC VE MECÜC


Kur'an'da Kehf, Enbiya surelerinde ve bazı İslam hadislerinde Yecüc ve Mecüc ismiyle geçen varlıklar, kendisinden önceki İncil, Vahiy Kitapları, Hezeikel'de ise Gog ve Magog ismiyle bilinir. Bu varlıklar bulundukları coğrafya ve kültürlerde ve onların egemen olduğu dinlerde cüceler, dev, şeytan, kalabalık kavim yada ülkeler olarak da anılırlar. Örneğin İslamiyet inancına sahip halk arasında Yecüc ve Mecüc daha çok çok kalabalık sayıdaki cüce insanlar olarak anılır ve hatta biraz daha abartılarak bunların boyları büyüklüğündeki koca ağızları ile her şeyi yiyip bitireceğine inanılır Mesela benim ailem, akraba ve tanıdıklarım bu şekilde inanırdı Hatta Müslüman olduğum zamanlar bende bu şekliyle inanırdım Yecüc Mecüc'e.

A, din, din ve mitoloji, Enbiya suresi, islamiyet, kehf, Kehf suresi, Kıyamet alametleri, Yecüc ile Mecüc, Yecüc Mecüc, Yecüc mecüc nedir?, Yecüc Mecüc seddi, Zülkarneyn seddi,

Bazı hadislerde (Örneğin Sahih-i Buhari) kıyamet alameti olarak geçen bu varlıkların da Adem oğullarından oldukları, İsa'nın tekrar dünyaya inip Deccal'i öldürmesinden sonra Allah'ın onlara musallat edeceği bir helak ile yok edilecekleri anlatılır. Devasa kalabalıktaki Yecüc ve Mecüc topluluğunun sayısını anlatabilmek için "dere ve ırmakları" içerek bitirebilecekleri, dağların, demirlerin bile onlara karşı duramayacağı, fil, deve gibi koca hayvanları bile yuttukları, fakat bu varlıkların tamamının aynı anda, tek bir beden, tek bir insan gibi ölecekleri geçer hadislerde. Ayrıca bu hadislerin bazılarında Yecüc ve Mecüc fil benzeri (kulakları) kafa yapıları ile de tasvir edildiği gibi, İsa indiği zaman, bu varlıkların Doğu nehirlerinin tümünü ve Taberiye gölünü içecekleri, hatta kendi ölülerini bile yedikleri anlatılır.

Yecüc ve Mecüc'ün geçtiği Kehf Suresinin  93-99 ayetlerinde Zülkarneyn'in halkı Yecüc ve Mecüc'e karşı korumak için sed inşa ettirdiği ve Zülkarneyn'in iki dağ arasını demir kütlerle doldurttuğu, üzerine de erimiş bakır döktürttüğü anlatılır. Yapılan bu sağlam sed sonrası Yecüc ve Mecüc bir daha o halkı rahatsız edip topraklarına girememiş ve Zülkarneyn Kehf 98 de "Bu, Rabbimden bir rahmettir, bir lütuftur, dedi. Rabbimin tayin ettiği vakit gelince, bunu yerle bir eder. Rabbimin vâdi mutlaka gerçekleşir." demiştir.

Şimdi Kehf suresine bakalım:
93. İki dağ arasına ulaşınca, bunların önünde, neredeyse hiçbir sözü anlamayan bir halk buldu.
94. Dediler ki: “Ey Zülkarneyn! Ye’cüc ve Me’cüc (adlı kavimler) yeryüzünde bozgunculuk yapmaktadırlar. Onlarla bizim aramıza bir engel yapman karşılığında sana bir vergi verelim mi?”
95. Zülkarneyn, “Rabbimin bana verdiği (imkân ve kudret, sizin vereceğiniz vergiden) daha hayırlıdır. Şimdi siz bana gücünüzle yardım edin de, sizinle onların arasına sağlam bir engel yapayım” dedi.
96. “Bana (yeterince) demir madeni getirin” dedi. İki yamacın arasındaki boşluğu (dağlarla) bir hizaya getirince, “körükleyin!” dedi. Demiri eritip kor (gibi) yapınca da, “Bana erimiş bakır getirin, bunun üzerine boşaltayım” dedi.
97. Artık onu ne aşabildiler, ne de delebildiler.
98. Zülkarneyn, “Bu, Rabbimin bir rahmetidir. Rabbimin vaadi (kıyametin kopma vakti) gelince onu yerle bir eder. Rabbimin vaadi gerçektir” dedi.
Bu ayetlerden anladığımız kadarıyla Zülkarneyn, seferlerinin birinde iki dağ arasında bir kavme rastlar. O kavim hiç söz anlamıyor veya anlatamıyor. Zülkarneyn’i görünce orada bozgunculuk (mufsidûn) yapan Ye'cüc ve Me'cüc isimlerindeki iki topluluktan şikâyetçi olmaktadırlar. Zülkarneyn de o kavmin yardımı ile Ye'cüc ve Me'cüc ile aralarında bir engel (sedd) yaptırır. Ondan sonra
Ye'cüc ve Me'cüc bir daha o engeli aşamaz, delemez olurlar.  Zülkarneyn’in kimliği hakkında çeşitli görüşler ileri sürülmüş ise de, bunları doğrulamak imkân dâhilinde değildir. Biz burada onun kimliğini tartışmadan, sadece konu ile ilgili başvurulabilecek yerlere işaret etmekle yetinelim.

İnşa edilen bu seddin yıkılışının anlatıldığı Enbiya Suresinin 96-97.ayetlerinde ise  Yecüc ve Mecüc'ün artık sedleri açıp her yerden dünyaya akın etmeye başladığı (96) anlatılır.

Enbiya suresinde ise şöyle geçer:
96. Nihayet Ye’cüc ve Me’cüc’ün önü açıldığı zaman her tepeden akın ederler. 
97. Gerçek vaad (kıyametin kopması) yaklaşır, bir de bakarsın inkâr edenlerin gözleri açılıp donakalmıştır. “Eyvah bizlere! Doğrusu biz bundan gafildik. Hatta biz zalim kimselermişiz” derler.
Biraz da hadislere bakalım:
Nebi (s.a.v.) bir kere telaşla Zeyneb binti Cahş'ın yanına gelerek
-“La ilahe illallah, yaklaşan bir şerden dolayı vay Arabın haline. Bugün
Yecüc ve Mecüc’ün seddinden şunun gibi bir delik açıldı” buyurarak başparmağı ile
şehadet parmağını halkaladı. Bunun üzerine Cahş kızı Zeyneb:
-Ya Resulüllah, içimizde bu kadar salih kimseler varken biz helak olur
muyuz? Diye sordu. Resulüllah:
-Evet, çirkinlik çoğaldığı zaman, diye cevap verdi. [Buharı, Enbiyâ 7; Müslim, Fiten 1]
Resulüllah devesinin üzerinde Ka’beyi tavaf etti. Rükne geldiğinde orayı işaret etti ve tekbir getirdi. Zeyneb dedi ki: Resulüllah şöyle buyurdu: Yecüc ve Mecüc’ün seddi açıldı. Resulüllah eliyle doksan işareti yaptı. [Buharı, Fiten 4; Müslim. Fiten 3]
Ben derim ki: Ye'cuc ve Me'cuc, Âdem (aleyhisselam)'in neslinden olan Türklerden iki guruptur. Nitekim sahih bir hadiste sabit olmuş ki; Allahu Teala kıyamet gününde  Ey Âdem! diye buyuracaktır. O: Buyur Allahım! deyince Allah ona (Yüksek sesle) Ateşe gönderilecekleri ateşe gönder! diye emredecektir. Ne kadarını? diye sorunca da "Her bin kişiden dokuzyüz doksan dokuzunu ateşe; bir kişiyi de cennete gönder." buyuracaktır. O günde küçük çocuğun saçı ağarıp (bir anda) ihtiyarlar, gebe kadınlar da çocuklarını düşürürler. O zaman denilirki: "Müjdeler olsun size. Yerinize feda olmak üzere Ye'cuc ve Me'cuc çıktı." [Bk. Buharî, Tefsiru'l-Kur'ân, 22-1; Müslim, İman 379]
Aramızda (bir konuyu) müzakere ederken resulullah çıkageldi: neyi
müzakere ediyorsunuz, diye sordu. Kıyameti diye cevap verdik. Peygamber şöyle
buyurdu: “on alamet görmeden kıyamet kopmayacaktır. Duhân; Deccâl; Dâbbe;
Güneşin batıdan doğması; Îsâ’nın nüzulü; Yecüc ve Mecüc; maşrıkta, mağribde ve
arab yarımadasında yerin batması; Yemen’den çıkacak olan ateş ki, insanları
mahşerlerine katarlayacak/toplayacaktır.” [Müslim, Fiten, 8/178–179]
“Bir seferde Resulüllah ile beraberdik ve Resulüllah ile ashabı arasında yürüyüşte fark hâsıl olmuştu. Bunun üzerine Resulüllah şu iki ayeti, “Ey insanlar! Rabbinizin emrine muhalefet etmekten sakınınız; kıyametin zelzelesi pek müthiştir” den “fakat Allah’ın azabı şiddetlidir” kavline kadar olan ayetleri yüksek sesle okudu. Ashab bunu işitince bineklerini kamçıladılar ve Resulüllah(ın etrafında kalabalık oluşturdular), “o günün nasıl bir gün olduğunu biliyor musunuz?” buyurdu. Ashab, “Allah ve Resulü en iyi bilir!”dediler. Resulüllah buyurdu ki: “o öyle bir gündür ki, Allah o günde Âdem’i çağıracaktır ve ‘Ey Âdem!’ buyuracaktır, ‘cehennem fırkasını gönder!’ Âdem, ‘ey Rabbim!’ diyecek, ‘cehennem fırkası hangisidir?’ Allah şöyle buyuracak: ‘her binden dokuz yüz doksan dokuzu cehenneme, biri cennete!’ bunun üzerine millet/ashab öyle ümitsizliğe kapıldılar ki, yüzlerinde gülümseme eseri kalmadı. Resulüllah ashabının bu halini görünce şöyle buyurdu: ‘çalışınız ve iyimser olunuz! Muhammed’in nefsi elinde olan Allah’a yemin olsun ki, siz iki mahlûkatla berabersiniz ki, bu iki mahlûkat hangi şeyle beraber olurlarsa onu pek çoğaltırlar: Yecüc ve Mecüc ile Âdemoğullarından ve İblis’in zürriyetinden ölenler/helâk olanlar.’ Bunun üzerine milletten, duydukları kaygının bir kısmı kalktı/kaldırıldı. Sonra Resulüllah şöyle buyurdu: ‘çalışın ve (gelecek için) sevinin! Muhammed’in bütün benliğine hâkim olan Zât’a yemin ederim ki, milletler/insanlar içinde siz, devenin bir tarafındaki ben veya atın bacağındaki rakme kadarsınız ancak!’ [Tirmizi, Tefsir, 5/323, hadis no: 3169]

Kişisel görüşüme göre, insanları dine, istedikleri yola inandırmak ve onları dinlerine sıkı sıkıya sardırıp kolayca yönetmek için uydurularak yazdırılmış milyonlarca yaratık, varlık, ruh vb. ögeden biridir. Çünkü bilindiği gibi, özellikle de semavi dinlerin kitaplarının içerikleri %90 oranında korku ve tehdit içerir; ki bu da o toplumda büyüyen bireylerin başka bir şeye inanmasını hatta ve hatta dini üzerinde zerre sorgulama ve düşünme olanağının olmamasını sağlar.

Bir de sonlandırırken söylemeden edemedim, tarihteki bazı toplum ve kitaplar Yecüc ve Mecüc'leri Moğollar, İskitler, Çinliler, Kırgızlar gibi Türkler olarak betimler (Örneği Tevrat'ın bazı nüshaları). Hatta bizim ülkemizde de bazı Müslümanlarca Yecüc ve Mecüc'ün Çin'liler olduğu bile düşünülmüştür :)

Dipnot: Yüzüklerin Efendisi, Hobbit vb. fantastik kitapların yazarı Tolkien'in Orc ve Goblin fikirlerini Yecüc ve Mecüc, daha doğrusu onun yaşadığı kültürdeki adıyla Gog ve Magog'dan etkilenerek oluşturduğu söylenmektedir.

Dipnot 2: Halkı korkutarak istediğini yaptırmak üzere insan eliyle yazılan din kitaplarındaki bu Yecüc Mecüc, Gog Magog gibi hikayeleri okuyunca aklına PAC-MAN oyunundaki her şeyi yiyen koca sarı kafa ve koca ağzı gelen bir tek ben miyim?

KRONOS'UN İKİ VERSİYONU

Nimrael, yunan mitolojisi, kronos, mitoloji, Tanrı kronos, titan kronos, ilkel kronos, tahtını kaptırmamak için çocuklarını yiyen kronos, din ve mitoloji, dünya yumurtasını açan kronos,
Kronos'un iki versiyonu olduğunu biliyor musunuz?
Titan Kronos ve İlkel Tanrı olan Kronos'un,

Ortak yönleri;
-İkisi de zamanı bazı biçimlerde temsil eder.
-İkisi de Rönesans zamanında "Zamanın Babası" olarak bilinen figürler oldu.
-İkisi de şu an aynı sembole sahiptir.

Farklı yönleri ise;
-Titan Kronos tanrıların kralı ve kız kardeşi Rheia ile evliyken, İlkel Kronos ise geçmiş, şu an ve gelecek olarak sınırlandırılmış formdadır.
-Titan Kronos'un çocukları Zeus, Poseidon, Hades, Demeter, Hera, Hestia ve Chiron'dur. İlkel Kronos'un ise eşi Ananke'den olan çocukları Kaos, Aether, Erebus ve Phanes'tir.
-Titan Kronos, tahtını kaptırmamak için çocuklarını yemiştir. İlkel Kronos'un Dünya Yumurtası'nı açmak dışında dikkate değer mitolojik hikayesi yoktur.
-Titan Kronos, Roma'da Satürn olarak bilinir. İlkel Kronos'un Roma inancında bir rolü yoktur.

Yazan: Nimrael

ARGONAUTLAR

Nimrael, mitoloji, yunan mitolojisi, argonautlar,argon gemisi,altın post,50 kahraman,yunan efsanesi,Rodoslu Apollonius,argonaut efsanesi, din ve mitoloji, denize açılan argonautlar Efsaneye göre Argo adlı geminin, liderliğini Aeson oğlu Jason'ın yaptığı tam 50 kahramandan oluşan mürettebatıdır. Mürettebatın amacı ise Altın Postu ele geçirmekti. Her şey Jason'ın amcası Athamas ile başladı. Athamas'ın ilk karısı Nephele (Bulut Tanrıçası) ile olan birlikteliğinden Phrixus ve Helle adlı iki çocuğu oldu. İkinci karısı Ino ise Nephele'nin çocuklarına karşı kin besliyordu. Ino, Athamas'ı kıtlığa karşı çözüm için Phrixus'u kurban etmesi için ikna ediyordu. Bu andan hemen öncesinde ise Nephele, Phrixus'a altın postlu mahmuz getirir ve Phrixus ile Helle bunu kullanarak deniz yolu ile kaçarlar. Helle, boğazı geçerken suya düşer ve boğulur; boğazın adı ise Hellespont olarak anılır. Phrixus boğazın diğer tarafına geçmeyi başarır ve Euxine'in (Karadeniz) en uzak noktasına ulaşır, Kolhis'e. Mahmuzu feda eder ve altın postu Ares'in koruluğuna asar. Post burada hiç uyumayan bir ejder tarafından korunur.

İşte Jason'ın hikayesi de burada başlıyor. Amcası Pelias, Aeson'ın hakkı olan tahtı gasp eder. Pelias, Jason'a eğer Altın Postu getirirse tahtı geri vereceğini söyler. Jason, bu görev için büyük bir gemi inşa eder ve Yunanistan'ın dört bir yanından Minyanları (kahramanları) çağırır.

Argonautlar, denize açıldıktan bir süre sonra Lemnos'a gelirler. Burada sadece kadınlar yaşıyordu. Mürettebat burada birkaç ay kaldı. Hellespont'a yelken açarak Doliones ülkesine, kral Cyzicus'ın topraklarına gelirler. Burada misafirperver şekilde karşılanırlar. Buradan ayrıldıktan sonra Argo, bir fırtınaya yakalanır ve tekrar Doliones'e sürüklenirler. Ancak Cyzicus ve halkı Argonautlara saldırır ve çıkan savaşta Jason, Cyzicus'ı öldürür. Bebryces ülkesine vardıklarında kral Amycus onlara meydan okur. Bu kral, oradan geçen yolcuları öldürmek için sürekli dövüşe davet eder. Polydeuces meydan okumayı kabul eder ve kralı öldürür. Euxine girişine vardıklarında burada yaşayan kör ve yaşlı bir kral olan Phineus ile karşılaşırlar. Harpiyalar bu adam yiyeceğine sürekli zarar veriyorlar. Boreas'ın kanatlı oğulları tarafından özgürleşen Phineus, Jason'a nasıl Kolhis'e gideceğini anlatır. Symplgades ya da Cyanean kayalıklarını nasıl geçeceğini anlatır. Athena'nın da yardımı ile Argonautlar burayı geçer. En sonunda Kolhis'e ulaşan Argonautlar, kral Aeëtes'in postu kolay kolay vermeyeceğini anlarlar. Kralın kızı Medea ise Jason'a aşık olmuş ve ona postu almasında yardım eder. Postu aldıktan sonra Jason ve mürettebatı Iolcus'a geri döner. Altın Post, bereket sembolü olarak bir ağaca asılmış, Argo gemisi ise Poseidon'a adanan kutsal koruluğa yerleştirilmiştir.

İşte bu efsanevi mürettebatın kimler olduğunu görelim. Rodoslu Apollonius'a göre Argonautlar;
Jason, Aeson'ın oğlu ve geminin kaptanı
Argus, Argo'yu inşa eden kişi
Aethalides, geminin habercisi
Tiphys, dümenci, Boetia'lı
Ancaeus, ikinci dümenci, Milet'li
Peleus ve Telamon, Phtia ve Salamisliler
Castor, Spartalı, Dioscuri İkizi
Polydeuces, Spartalı, Dioscuri İkizi
Idas ve Lynceus, Arene'den gelenler
Orpheus, Trakyalı
Meleager, Calydon'dan gelen
Laocoon, Meleager'in amcası
Herakles, Tiryns'li
Polyphemus, Arkadyalı
Hylas, Menodice'nin oğlu
Ancaeus, Arkadyalı
Aphidamas ve Cepheus, Arkadyalılar
Calais ve Zetes, Boreas'ın oğulları
Euphemus, Taenaruslu
Iphiclus, Phylace'lı
Idmon, Argoslu kâhin
Mopsus, Lapith, kâhin
Acastus, Iolcus'lu
Erytus ve Echion, Alopeliler
Coronus, Teselyalı Lapith
Admetus, Pheresli
Pericylmenus, Pyluslu
Augeias, Elisli
Talaus, Leodocus ve Areus, Argoslular
Menoetius, Phocisli
Clytius ve Iphitus, Oechalialılar
Butes, Atinalı
Phalerus, Atinalı
Eurytion, Phthialı
Iphiclus, Aetolialı
Phlias, Dionysus oğlu
Nauplis, Argoslu
Oïleus, Locrisli
Eurydamas, Dolopialı
Amphion ve Asterius, Palleneliler
Canthus, Euboealı
Eribotes, Atinalı
Palaemon, Aetolialı
Iphitus, Phocisli
Asterion, Antigone'un oğlu
Pindar'ın kendi eserinde bulunan Pythian IV dizelerine ve Roma döneminde yaşamış şairlere göre Argonautlara
-Atalanta, atlet
-Pan, Yaban Tanrısı
-Lycomedes, Mycenaea kralı ile birlikte bazı yarı efsanevi kişilikler de dahil olmuş.

Yazan-Çeviren: Nimrael

TANRI APOLLON

roma mitolojisi, yunan mitolojisi, Tanrı Apollon, Roma ve Yunan mitolojisi, Yunan Tanrıları, mitoloji, kurt oğlu, zeusun oğlu, antik çağ, dürüstlük ve saflık tanrısı, şifa tanrısı, Apollo
Uzağa atan, uzağın ölümcül okçusu, kurt oğlu, hekim, defne ağacı taşıyan gibi isimlerle anılan Zeus ve Leto'nun oğlu olan Apollon aynı zaman Artemis'in ikiz kardeşidir. Delos adasında doğduktan hemen sonra bebekten insana dönüştüğüne inanılırdı. Yedinci ayın yedinci gününde doğduğuna inanıldığı için dönemin insanları tarafından 7 rakamı bu Tanrı için kutsal sayılmaktaydı. Yunanistan'da, özellikle Rhodes ve Delos'ta Apollonun onuruna tapınaklar inşa edilmişti çünkü Antik Çağ'da dünyanın yedi harikasından biri olan Rodos'un muhteşem çağının en önemli temsilcisiydi. Apollon'un bir sürü çocuğu vardı ve bunların en ünlüleri Orpheus, İyon ve şifa ve tıp bilgisinin verildiği Asclepius'tur.

Delphi'de bir nasihatçi olarak tanınan Apollon'un her sabah 4 atlı arabası ile tüm gökyüzünü boydan boya dolaştığı ve bu seyahati bittikten sonra güneşin doğduğuna inanılırdı. Kutsal ağacı defne olarak kabul edilen bu Tanrının hayvanları ise yunus ve kargaydı.

Gençlik, güzellik, yaşam ve iyileşme kaynaklarının, sanatların koruyucusu, güneş kadar parlak ve güçlü olan Apollon (Phoebus Apollo) muhtemelen tüm Yunan ve Roma Tanrılarının en sevileni olduğu gibi aynı zamanda saflık ve dürüstlüğün de sembolü olmuştur. Dürüstlüğün de sembolü olduğundan Apollon adına edilen yeminler asla bozulmayacak olanlar olurdu.

Yazan: Anu

AKAD İMPARATORLUĞU

tarih, Akad imparatorluğu, akadlar, Uruk kralı ve sargon, Sargon, Rimush ve Manishtusu, en büyük akad krallığı naram-sin, Tanrı Enlil ile güreş, guitum, mitoloji ve akadlar, Nimrael, sargon, Akad şehri hiç bulunamamasına rağmen diğer uluslar, yazılı kaynaklar ile bir zamanlar Mezopotamya'da büyük bir imparatorluk kuran Akadlardan bahseder. Akad'ın aslında Fırat Nehri'nin batısında, muhtemelen Sippar ve Kiş şehirleri arasında (ya da Mari ve Babil kentleri de olabilir) bir yerde şehir olduğu tahmin ediliyor. Efsanelere göre Akad kenti bir zamanlar diğerleri gibi şehir devletiydi; ancak Sargon güce olan açlığı yüzünden diğer şehirleri de fethederek Akad İmparatorluğunu kurmuştu. Sargon, ya da onun kayıtlarına göre Akad İmparatorluğunun sınırları Pers Körfezi'nden Akdeniz'e kadar uzanıyordu. Bazılarına göre Kıbrıs, bir ihtimal Girit'te dahildi. İhtimaller doğrultusunda olsa da, yine de Akad İmparatorluğu tarihteki ilk çok uluslu imparatorluktu.

Uruk Kralı ve Sargon'un Yükselişi
(M.Ö. 2334 - M.Ö. 2279)
Akad şehrinde yaşayan Akadlar, kendi dilleri olan Akkad'ı kullanıyordu. Buna göre Sargon'un imparatorluk zamanında Akkad'ı yeniden yapmak yerine restore ettiği düşünülür. Sargon, şehir devletlerini birleştiren ilk lider değildi; daha önce Uruk kralı Lugalzagesi küçük Sümer kentlerini tek bir yönetimde birleştirdi. Ancak Lugalzagesi, Sargon tarafından mağlup edilmişti. Tarihçi Durant şöyle yazmaktadır; "Doğu ve batı, kuzey ve güney, büyük savaşçı ilerledi ve Elam ülkesini ele geçirdi, Pers Körfezi'nde silahlarını sembolik olarak yıkadı, batı Asya'ya yürüdü, Akdeniz'e ulaştı ve tarihteki ilk büyük imparatorluğu kurdu."
Sümer Krallar Listesi'nde göre beş Akad kralı bulunur; Sargon, Rimush, Manishtusu, Naram-Sin, Şar-Kali-Şarri. Şar-Kali-Şarri, Akad yıkılmadan önce hanedanın 148 yıl daha ayakta kalmasını sağladı. Akad gücünün doruğunda iken pek çok Sümer sivil yapılanmasını geçmiştir. Dini gelenekler, kutsal hizmetler, yazı ve giyim hariç.

Sargon'un Hâkimiyeti
(M.Ö. 2334 - M.Ö. 2279)
O zamanlar insanların söylediği "Evrenin dört köşesi", Sargon tarafından fethedilmişti ve kurduğu yeni düzeni de devamlı askeri mücadeleler ile sağlamıştı. Yeni kurulan imparatorluğun stabil olması yolların gelişimine, tarımın artırılmasına, daha geniş bir alanda ticarete ve bilimin gelişmesine neden oldu. Ayrıca Akad İmparatorluğu ilk posta teşkilatını kurmuştu. Burada bilinmesi gereken nokta, Akadlar kil tablet kullanıyordu. Yani mühürlü postaları sadece gönderilen kişi kendi mührü ile açabilirdi. Mührü kırmak doğrudan yazılı metni imha etmek demekti.
Gücünü korumak için Sargon, imparatorluk boyunca bulunan şehirlere güvendiği ve kendisine sadık adamları yerleştirdi. Bu durum, Babil metinlerinde "Akad Yurttaşları" olarak geçer ve 65 farklı şehirde önemli konumda bulunmuşlardır. Bununla yetinmeyen Sargon, öz kızı Enheduanna'yı, Ur kentinde "İnanna'nın Yüksek Rahibesi" ilan etti ve bunu kullanarak herkesi dini yoldan manipüle etti. Enheduanna bugün, tarihte kayıtlı olarak adı geçen ilk yazardır ve ayrıca gücü o kadar yüksekti ki bizzat kendisi İnanna'ya ağıtlar yazıyordu.

Sargon'un Halefleri: Rimus (Rimush) ve Manishistu
Sargon 68 yıl süren iktidarının sonunda ölünce yerine oğlu Rimush (M.Ö. 2279 - 2271) başa geçti. Rimush, babasının uyguladığı politikalara büyük oranda bağlı kaldı. Sargon'un ölümü ile birçok şehir isyan etti. Rimush ise hâkimiyetinin ilk yıllarında düzeni yeniden sağlamakla geçirdi. Elamlılara karşı mücadele etti ve kazandığı zaferler ile Akad'a yeniden zenginlik kazandırdı. Ancak Rimush sadece yedi yıl tahtta kaldı ve ölümü ile kardeşi Manishistu (M.Ö. 2271 - 2261) başa geçti. Bir ihtimal Manishistu tahtı almak için kardeşinin ölümüne sebep oldu. Rimush'un ölümüden sonra tarih kendini tekrarladı; Manishistu yönetimi ile uğraşmadan önce ortaya çıkan isyanlarla isyanlar ile uğraşmalıydı. Ticareti geliştirdi ve kendi kayıtlarına göre Magan ve Meluhha (tahmini olarak Yukarı Mısır ve Sudan) ile uzun ticaret ilişkileri gerçekleştirdi. Pek çok inşa çalışmaları da gerçekleştirmiş, aralarında ise Ninova'da bulunan İshtar Tapınağı'nın da olduğu söylenir. Paris'te, Louvre müzesinde bulunan Manishistu dikilataşında Manishistu'nun yaptığı toprak yenilikleri kayıtlıdır. On yıllık saltanatı sonunda Manishistu, gizemli bir şekilde ölmüştür. Bazılarına göre yönetimdekiler tarafından öldürüldü.

Akad Krallarının En Büyüğü: Naram-Sin
Manishistu'dan sonra oğlu Naram-Sin (M.Ö. 2261- 2224) başa geçti. Tıpkı kendisinden önce amcası ve babası gibi Naram-Sin, isyanlar ile boğuşmak zorundaydı. Ama bu işe bir kez başladığında imparatorluk gelişmeye başladı. Sınırlar genişlemeye başladı, ticaret büyük oranda arttı ve istikrarı sağlayarak Pers topraklarında, hatta Mısır'da bile mücadeleler verdi. Naram-Sin Zafer Stelesi, bugün Louvre müzesinde sergilenmektedir ve bu stele, Zagros dağlarında yaşamış olan Lullubi kabilesinin kralı Satuni'ye karşı olan zaferin anısıdır. Sargon gibi kendisi de "Büyük Kral" oldu, ama buna ilaveten kendisini herhangi bir Mezopotamya tanrısına eşdeğer tanrı olarak gösterdi. Ancak Akad'ı büyük güç yapan adam aynı zamanda halkına göre Akad'ın sonunu başlatan adamdı. Naram-Sin, tanrı Enlil'e bir güreşte meydan okumuştu. Kendisine yapılan bu güç gösterisine Enlil, Akad'tan lütfunu çekerek cevap verdi. Hatta diğer tanrılara da bu şehri artık kutsamamalarını söylemiş. Naram-Sin üzülerek tanrılara herhangi bir işaret için yalvarıp yakardı ancak cevap alamadı. Yedi yıl boyunca depresyon içinde cevap bekledi. Sonunda beklemekten yoruldu ve ordusunu alarak Enlil'in Nippur şehrindeki tapınağına yürüdü. Tapınağı, temelinden eser kalmayacak şekilde yıktı. Bu sadece Enlil'i değil diğer tanrıları da öfkelendirdi. Gutium adında maymun özelliklerine sahip bir kavmi Akad'a yolladılar. Akad'ı istila ettiklerinden sonra kıtlık ortaya çıktı, ölüler sokaklarda ve evlerde ortada kaldı, şehir harabeye dönüştü. Ve bu hikayeye göre Akad'ın ve Akad İmparatorluğunun sonu geldi. Bu yıkım ise bir kralın güçten kendini kaybederek tanrılara meydan okuması yüzünden oldu.
Ancak tarihi kaynaklara göre hiç böyle bir hikaye yaşanmadı. Bu muhtemelen sonraki çağlarda tanrılar ve krallar arasındaki gücü göstermek için yazılan bir hikayeydi. Gerçekte ise Naram-Sin tanrıları onurlandıran birisiydi ve tapınaklarda kendi imajını tanrıların ardına koyardı. Naram-Sin'in ölümü ile yerine oğlu Shar-Kali-Sharri geçti.

Akad'ın Sonu
Şar-Kali-Şarri (M.Ö. 2223- 2198) başa geçtiğinde kendinden öncekiler gibi isyanlar ile başa çıkmalıydı. Ancak bu çok zor bir durumdu çünkü hem imparatorluk çok fazla genişlemiş hem de imparatorluğa yapılan saldırıları defedecek durumda değildi. Askeri başarılar sağlamasına rağmen bu saldırıların üstesinden gelemedi. Yine de bina çalışmaları bu dönemde de vardı. Nippur'da ki Enlil tapınağını onarma çalışması belki de Naram-Sin ve Enlil hikayesinin asıl kaynağıdır. Hatta Shar-Kali-Sharri saltanatında imparatorluğa saldıranlardan biri ve en önemlisi Gutilerdi. Kıtlığa sebep olan Gutiler de bu hikayede canavarlar olarak gösterilmişti. Diğer Akad düşmanları ise yabancı değillerdi; uzun süredir hükmettikleri Elamlar ve sonradan Babil Krallığını kuracak olan Amurrular. Shar-Kali-Sharri'nin ölümünden sonra iki Akad kralı daha geldi, Dudu ve onun oğlu Shu-Turul. Ancak bu iki ve son Akad kralları sadece Akad ve çevresindeki araziye hükmettiler. Akad şehri nasıl yıkıldı, halkına ne oldu ya da imparatorluk nasıl sona erdi, bu ve bunun gibi sorular hâlen gizemini korumakta.

Yazan-Çeviren: Nimrael

APPU VE İKİ OĞLU

Yazan: N.Kara
Appu, Şudul kentinde yasayan çok zengin biriydi. Onun çok sayıda sığırı,koyun sürüleri vardı. Hububatın harmanlandıktan sonra yığıldığı gibi gümüşü, altını ve lapulazuli taşı vardı. Onun hiçbir şeye ihtiyacı yoktu ama çocuğu olmuyordu.

Sık sık şehirlerde düzenlenen şölenlerde herkes çocuğuna ikramlarda bulunurken Appu’nun ikramda bulunacağı hiç kimsesi yoktu. Yine böyle düzenlenmiş bir şölenin ardından canı sıkılmış olan Appu, evine gitti ve ayakkabılarıyla birlikte yatağa uzandı, karısı da onun yanına yattı. Ama yine hiçbir şey olmamıştı. Ardından Appu kalktı, ak bir kuzu aldı ve Güneş Tanrısı’na yalvarmaya gitti. Güneş Tanrısı onu gençleştirdikten sonra, ‘senin için ne yapabilirim,çözmem gereken ne 'diye ekledi. Appu da Tanrıların kendisine zenginlik vermesine karşılık hiç çocuk bahşetmediğini söyledi. Bunun ardından Güneş Tanrısı ona, içki içip evde karısıyla yatmasını ve böylece Tanrıların kendisine bir erkek çocuk vereceğini söyledi. Appu eve giderek denilen her şeyi yaptı. Bir süre sonra Appu’nun karısı gebe kalmış ve onuncu ayda bir erkek çocuk doğurmuştu. Çocuklarına 'Kötü’ adını verdiler. Çok geçmeden Appu’nun karısı tekrar gebe kalmış ve bir erkek çocuk daha doğurmuştu. Bu çocuğun adını da ‘İyi’ koydular.

Çocuklar büyüyüp yiğit bir erkek haline gelince baba evinden ayrılmaya karar verirler. Daha sonra
Kötü ailesi ile yasamayı doğru bulmaz. 'Dağların ayrı ayrı yerlerde bulunduğu, nehirlerin ayrı ayrı yerlere aktığı ve pek çok Tanrının ayrı yerlerde oturduğu gibi biz de farklı yerlerde oturalım ' der ve düşüncesi etkili olur. İyi ve Kötü ayrılırlar. Bu arada iki kardeş malları da kendi aralarında bölüşmeye başlar. Ancak malın iyisini Kötü alır, kalan kötü malları ise İyi’ye verir. Bu mal paylaşımının adaletsiz olduğuna inanan İyi durumu mahkemeye taşır.” Ancak tabletin bundan sonraki bölümü kırık olduğundan mahkemenin sonucu bilinememektedir.

ULLİKUMMİS EFSANESİ

Yazan: N.Kara
hitit mitolojisi, ulikummis efsanesi, mitoloji, ulikummis mitosu, N.Kara, yaşlı ve genç Tanrıların yarışı, Kumarbis, Fırtına Tanrı, Gök Tanrı, Tanrı Titan savaşları, Kitabı Mukaddes,

Bu mitosun temeline dayanan daha önce Akad ve Ugarit mitoslarında karşılaşılan aşina olduğumuz bir motiftir. Yani yaşlı ve genç Tanrılar arasındaki yarışmadır. Anüs, yani Akadca'da adı Anu olarak geçen Gök-Tanrı, babası Alalus'u tahtından uzaklaştırmıştır ve daha sonra da kendisi oğlu Kumarbis tarafından tahttan indirilmiştir. Kumarbis'in Anüs ile kavgaları sırasında, Fırtına Tanrının doğmasıyla sonuçlanan bazı durumlar gelişir ve baba ile oğul arasındaki bitmek bilmeyen bu çatışma [Kumarbis ile oğlu Fırtına Tanrı arasında] yenilenir.

Kumarbis Fırtına Tanrıdan kurtulmak için plan yapmayı düşünür. Akıl danışmak için habercisi İmbaluris'i Deniz Tanrıça’ya gönderir. Deniz-Tanrıça Kumarbis'i evine çağırır ve onun için bir şölen hazırlar. Tanrıça'nın verdiği öğüdün bir ürünü olarak, Kumarbis, veziri Nikisanus'u "Sular"a gönderir. Daha sonra Kumarbi’nin Yer Tanrıça’dan Ullikummis adında bir oğlu olur. Bu çocuğu yeraltı Tanrıları İrsirralara gönderir. Onlar Ullikummis’i karanlık toprağa alıp, dünyayı omuzlarında taşıyan Tanrı Ubelluris’in sağ omzuna koyarlar. Ubelluris'in sağ omzuda büyüyen Ullikummis, ulu bir diriot sütununa benzer. Boyu ve çevresi 9 000 fersahı bulan bir kule gibidir. Denizden, boyu 9.000 fersah ve çevresi 9.000 fersah olana dek bir kule gibi yükselir.

Fırtına Tanrı, karısı Hepat’ın da tapınağından Ulikummis tarafından sürülmesi sonrası, Ea’dan yardım ister. Ea, Tanrılar meclisinde insanlığın sonunu getirecek olan bu Dev Tanrıya neden izin verildiğini sorar ve görüşmek için Ubelluris’e gittiğinde omuzunda her geçen gün ağırlaşan bu yaratıktan haberi olmadığını görür.

Onu kendi çevresinde döndürek omzunda büyüttüğü yaratığı görmesini ister. Ea yaşlı Tanrılardan yeri ve göğü birbirinden ayıran eski bakır bıçağı ister. Fırtına Tanrı, Ea’nın ona verdiği bakır bıçakla savaş arabasına atlayıp dev Ullikummis’le savaşır. Tabletlerde buradan itibaren ko­pukluk vardır, ama Fırtına Tanrı’nın Ullikummis’i yenerek insanlığı yok olmaktan kurtardığı anlaşılmaktadır.

Yunan mitolojisinde titan İapetos ile Okeanos’un kızı Asia’nın oğlu olan Atlas’la Ubelluris arasında da buna benzer bir ilişki vardır. Atlas, Hesiodos’a göre gökyüzünü omuzları üzerinde tutan Tanrıdır. Homeros daha sonra Atlas'ı gökyüzü tanrısı omuzlarında taşıdığını değil, yeri göğü birbirinden ayıran direkleri omuzunda taşıyan Tanrı olarak tanımlamıştır. Herodotos ise, Atlas’ın Kuzey Afrika’da bir dağ olduğunu ve Perseus Gorgo’yu öldürdükten sonra, Atlas’a canavarın kafasını göstererek onu bir kayaya çevirdiğini yazmıştır. Tanrıların Titanlarla savaşı Ul­likummis mitosu ile benzerlikler taşımaktadır. On yıl süren zorlu savaşta Tanrılar Titanları yenmiş ve onları kovmuştur.

Ullikummis mitosu ile benzerlik taşıyan bir diğer hikaye ise; Kitab-ı Mu­kaddes ‘in Daniel kitabındaki Nebukadretzar’m ulu heykelinin dağdan el değmeden kesilmiş taş tarafından yıkılışıdır. Orada taş heykel, demirden ve balçıktan yapılmış ayaklarından vurulup yıkılmaktadır.