HABERLER
Dini Haber
mitoloji etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
mitoloji etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

EIKTHYMIR VE HEIDRUN

mitoloji,A, İskandinav mitolojisi, Valhalla,İskandinav efsaneleri,Viking efsaneleri,Eikthyrnir,Heidrun, Norveç mitleri, Viking inanışları,Yggdrasil
Etkileyici, efsanevi hayvanlar kutsal kabul edilen Yggdrasil ağacının içinde ve çevresinde yaşarlar. Entrika ve dedikodu yayıcı sincap Ratatoskr, Asgard ve Yggdrasil'den nefret eden ceset yiyici bir ejderha olan Nidhogg (Nídhöggr) da bunlara dahil.

Asgard'ın iki sakini olan Eikthyrnir (“Dikenli Meşe”) büyülü bir erkek geyik iken Heidrun ise dişi bir keçidir ve Valhalla sakinlerinden bu iki canlı Asgard ve kutsal Yggdrasil'in hayatında da rol oynarlar.

Bu ikisi genellikle Valhalla'ya girişi gösteren ortaçağ gravürlerinde resmedilmiştir.

BİR ERKEK GEYİK VE DİŞİ KEÇİ NEDEN LAERADR AĞACININ ÜZERİNDEDİR?
Efsane ve yazıtlarda Eikthyrnir ve Heidrun Valhalla'nın tepesinde durup yaprak dökmeyen ağaç Yggdrasil’in en yüksek bölümü olan Laerad'ın yapraklarını yerken tanımlanırlar.

Eikthyrnir, Grímnismál'da (veya "Grimnir Şarkısı"), İzlandalı yazıların en eski anıtının en eski eseri olan "Şiirsel Edda" da yer almaktadır. "Grimnir Şarkısı" nda evrenin kökeninin bir görüntüsünün yaratıldığı anlatılır: Yggdrasil'in büyülü külü, içinde yaşayan hayvanların tanımı ve dünyanın dev Ymir'in bedeninden yaratılışının ayrıntıları vs.

Snorri'nin Grimnir Şarkısı'nda Eikthyrnir'in (Büyülü erkek geyik) bir su kaynağı olduğu görülmekte:
"Eikthyrnir erkek geyiğin adı
Ev sahibi babanın holünde duran,
ve Lærad’ın dallarını otladı;
ve onun boynuzlarından akan ss Hvergelmir'e damlar,
o andan itibaren tüm sularda akar..."

Eikthyrnir gücünü tüm yaşamın kaynağı ve efsanevi dokuz İskandinav dünyasının yeri olan Yggdrasil'den almaktadır. Yine Snorri Sturluson tarafından yazılan Edda kitabındaki nesirlerden biri olan "Gylfaginning"de ve 13. yüzyıldaki Şiirsel Edda kitabında da Eikthyrnir'in boynuzlarından atılan gizemli bir sıvının (su) Hvergelmir’e (Eski İskandinav kültüründe “köpüren ve kaynayan bahar”) düştüğü yazılıyor.

Pek çok yılanın ve ejderha Nidhogg'un yaşadığı kuyu en yoğun duman ve sisin kaçınılmaz dünyası olan Niflheim'da bulunuyor. Diğer iki kuyu Yggdrasil'in altında yatan ve bir Norns üçlüsü ile ilişkili olan Urðarbrunnr ve buz devlerinin evi Jötunheimr'ın yakınında bulunan Mímisbrunnr'dur.


DİŞİ KEÇİ HEİDRUN TANRI VE SAVAŞÇILARA GÖKSEL BAL LİKÖRÜ SUNAR
Dişi keçi Heidrun genellikle Yggdrasil ile özdeşleşen Laerad adlı bir ağacın dallarını kesen Valhalla çatısında durur.

Snorri Sturluson'un Gylfaginning (Şiirsel Edda) adlı kitabında şöyle yazıyor:
"Heidrún denilen dişi keçi Valhalla'da ayağa kalkar ve iğneleri çok ünlü olan ve Léraðr adı verilen ağacı kolundan ısırır ve o an dişi keçinin meme başı o kadar çok bereketli hale gelir ki her gün bir şarap fıçısını doldurur…"

Böylece Heidrun Valhalla'da her gün savaşan tanrıları ve düşmüş kahramanları besleyen, hiç bitmeyen muhteşem bir likör üretir. (‘Gylfaginning’).

Bu likör salonda harika bir içki olarak Valhalla'da bile yer alıyordu. Tüm kahramanları sarhoş edecek kadar yeterli etkiye sahipti. Düşmüş savaşçılar ise sihirli yaratık Saehrimnir'den gelen en iyi etle besleniyorlardı. İskandinav mitolojisinde Sæhrímnir her gece öldürülen ve yenilen bir domuzdur. İnanışa göre öldürülüp yedikleri Sæhrímnir ertesi gün besin sağlamak için Valhalla'da tekrar canlandırılırdı.

İnanışa göre yemek büyük bir sorun değil çünkü Valhalla'da Sæhrímnir'in etinin yeterince besleyemeyeceği kadar fazla insan olmayacaktı.

Bu nedenle savaşçılar cennetteki yaşamın bir sonraki günü için hiçbir zaman yemek yokluğu çekmiyorlardı.

Kaynaklar:
Lindow, John (2001). Norse Mythology
Brink Nicholas E. Baldr's Magic

Yazan: A.Kara

EFSANEVİ JAPON DEMİR USTASI : AMAKUNİ

A, mitoloji, Japon mitolojisi, Samuray kılıcı, Samuray kılıcı efsanesi, Amakuni, Demirci Amakuni, Samuray kılıcının babası, Japon efsaneleri, Efsanevi demirci
EFSANEVİ JAPON DEMİRCİ VE SAMURAY KILICININ USTASI
Eski kayıtlar modern çağın başlangıcına kadar 33.000'den fazla demirci olduğunu (silah ve zırh yapımcıları) doğrulamaktadır.

Japon silah tarihi çok eskilere dayanıyor, ancak bu tarihin efsanevi dönüm noktası efsanevi bir Japon kılıç üreticisi olan Amakuni Yasutsuna'nın MS. 700'lerde Asuka döneminde önemli bir 'tachi' olarak bilinen ilk tek kenarlı, kavisli kılıcı tasarlamasıdır. Budizm'in Çin'den Japonya'ya gelmesiyle ilişkili olan Japon güzel sanatları ve mimarlık tarihinde de tarihi bir dönemdir.

BÜYÜK DEMİRCİ AMAKUNİ HAKKINDAKİ EFSANELER
Eski bir efsane de Amakuni'yi Samuray Kılıcı'nın Babası olarak onaylar.

Amakuni ve oğlu Amakura İmparator Mommu'nun (683-707) savaşçı ordusuna kılıç yapmak için görev yapan bir zırh ekibine liderlik eden ünlü demircilerdi. Daha sonra oğlu Amakura babasının çalışmalarına devam etti.

Bir gün Amakuni ve oğlu Amakura atölyelerinin kapısında durup savaştan dönen imparatorluk savaşçılarına baktılar. Zırhların başarılarına rağmen Amakuni'ye herhangi bir takdir madalyası verilmedi yada övülmedi.

Savaşçıları izleyen Amakuni aniden savaşçıların neredeyse yarısının savaş alanından kırık kılıçlarla döndüğünü fark etti.

Birden silahlarının işe yaramaz olduğunu anladı. Hayal kırıklığı onu o kadar bitirdi ki kırılma nedenlerini öğrenmek için kılıç kalıntılarını topladı.


YİYİP İÇMEDEN 7 GÜN 7 GECE
Silah tasarımları hatalı mıydı? Bunu çözmesi zaman almıştı. Yedi gün ve gece boyunca hiçbir şey yiyip içmedi ve bu süre zarfında kılıç yapmanın daha iyi bir yolunu aradı.

Efsaneye göre bir gün gördüğü rüyada sorununa ustaca bir çözüm buldu. Yumuşak bir çelik çekirdeği daha sert bir yüzeyle kaplaması gerektiğini ve silahın kavisli bir kenarı olması gerektiğini fark etti. Bu kısım kesmek için daha uygun ve darbelere karşı daha dayanıklı olacaktı. Düz kılıçlar uygun şekilde dövülmüyordu, sert cisimlere karşı yeterince dayanıklı değillerdi hatta savaşçıların zırhları bile bu kılıçları kırmaya yetiyordu.

Amakuni "Eğer savaşçılarımız kılıçlarımı savaşta kullanmak istiyorlarsa kırılmayacak bir tane yaratmaya çalışacağım" dedi.

Lawrence Winkler'ın Samuray Yolu adlı kitabında şöyle yazıyor:
"Baba ve oğul iki demirci ustası kendilerini demirhaneye mühürlediler ve ilhan için Şinto tanrılarına dua ettiler"

"Yedinci gecede kutsal Kami bir rüyada onlara kılıcı gösterdi - tek bir kenarlı, hafif kavisli bir kılıcın parıldayan görüntüsü… Ne yapacaklarını bile tam olarak bilmeden güneşin ilk ışıkları ile birlikte en kısa sürede demirhaneye koştular. Demiri dövmeye başladılar, yaptıkları kılıç onları açığa çıkarıyordu..."

DAHA İYİ KILIÇ İÇİN AĞIR ÇALIŞMALAR
Amakuni ve oğlu 31 gün boyunca çok çalıştılar. En iyi demirler en iyi çelikler eritildi ve günlerden bir gün artık kavisli, yeni, tek kenarlı kılıçları hazırdı. Neredeyse imkansız bir iş başarılmıştı. İlahi demirci ve zanaatkar Ilmarinen'in bir Sampo yaratması gibi Amakuni de İmparatorlu Koleksiyonua ilk kavisli NipponTo olan Kogarasu Maru (Kogarasumaru) yani "Küçük Karga" yı yapmıştı.

Eski ve feodal Japonya'nın samurayları tarafından kullanılan ilk katana silahıydı. Yetenekli ve hırslı bir kılıç ustası olan Amakuni hiçbir darbenin kıramayacağı silahlar yapan ünlü Yunan tanrısı Hephaistos'u hatırlatıyor.

KILIÇLARI TEST ZAMANI
Bir sonraki baharda başka bir savaş başladı fakat bu kez savaşçılar onun atölyesinden kuşanmışlardı. Savaş sonrası tüm kılıçları hala sağlam ve mükemmel görünüyordu.

İmparator kılıç ustasının evinin önünden geçerken gülümseyerek onu takdir ettiğini gösterdi ve "Siz uzman bir kılıç üreticisisizsiniz. Yaptığınız kılıçların hiçbiri bu savaşta başarısız olmadı" dedi.

Amakuni'nin ne zaman öldüğünü kimse bilmiyor ama bir efsaneye göre o sadece kılıçların mutlu ve saygın bir ustası değildi aynı zamanda yarattığı bıçaklardan alınan çok miktarda kanla ölümsüzleşmişti.

Yazan: A.Kara

AZTEK ATEŞ TANRISI : HUEHUETEOTL

Aztek mitolojisi, Aztek tanrıları,Ateş tanrısı,Aztek ateş tanrısı,Huehueteotl,Antik inanışlar,mitoloji,A,Aztekler,Aztek inanışları
Huehueteotl Aztek mitolojisindeki en eski tanrılardan biri olabilir ancak insanlar Meksika Vadisi'ne ulaşana kadar onu Aztek tanrılarının arasına (panteon) eklememiştir.

Kolombiya öncesi kültürler arasında özellikle Orta Meksika bölgesinde yaşayanlar tarafından ibadet edilen Meso-amerikalı bir tanrıdır.

Aztek antik inanışlarında zamanı uyum ve dengede tutan Huehueteot'du.

Huehueteotl'un adı "eski" (Nahuatl: huēhueh) ve "tanrı" (teōtl) anlamına gelir. Bu tanrının eski Maya inançlarındaki "Mam" ("Büyükbaba") olarak bilinen Eski Tanrı ile ilişkili olduğuna inanılıyor.

Bu tanrı Meksika'nın en eski şehirlerinden biri olan Teotihuacan'ın yükselişinden önceki zamanlarda ortaya çıkar. Eski kaynaklar Huehuetéotl'a bir zamanlar Meksika'nın güneydoğusundaki önemli bir antik bölge olan eski Cuicuilco kasabasında ibadet edildiğini ancak M.Ö. 50'de tahrip edilerek terk edildiğini söylüyor.

Tarikatı oradan Teoityhuacán'a yayıldı. Bu da o bölgelerde tanrının kilden heykellerinin keşfedilmesiyle teyit edildi. Heykellerde ayaklarını çapraz bağlayarak oturan ve kafasında tuhaf bir gemi taşıyan, kambur, yaşlı bir adam olarak resmediyordu.

HUEHUETEOTL'UN ATEŞE İLİŞKİN ÖNEMİ
Aztekler için ateş çok önemliydi. Aztek dininde Huehueteotl hane halkının ocaklarının ateşini yönetirdi. Bilindiği gibi ocaklar Aztekler de dahil olmak üzere dünyadaki birçok antik kültürdeki aileler için her zaman önemli bir mekan olmuştur.

Tabi ki olay sadece yemek pişirilen ocaklar değildi. Aztekler için ateş aynı zamanda değişim ve yenilenmenin bir simgesiydi.

Aztek halkının yerleşim bölgelerinin kalıntılarında Huehueteotl'un pek çok imgesi ortaya çıkarılırken bu imgelere tapınaklarda rastlanmamıştır.


HUEHUETEOTL'UN TASVİRLERİ VE XİUTECUHTLİ İLE BENZER ÖZELLİKLERİ
Huehueteotl zamanı ve yaşlanmayı sembolize eder. Genellikle yaşlı bir varlık olarak çoğu zaman sakalları ile birlikte tasvir edilir. Xiutecuhtli olarak bilinen başka bir tanrı da Huehueteotl ile çok sayıda benzer özelliğe sahiptir ancak tek birbirlerinden ayrıldıkları en önemli nokta onun genç ve dinamik bir adam olarak tasvir edilmesidir. Xiutecuhtli ateş, gün ve ısı tanrısıdır ve volkanlara hükmeder. O soğuktaki (ateş) sıcağı ve karanlıktaki ışığı sembolize ediyordu.

Bu iki tanrının iki farklı mitolojik figürü mü yoksa tek bir tanesini mi temsil ettiği belli değildir. Bu iki tanrı gençliğin yaşlılığa dönüşümünü sembolize ediyor olabilir.

Floransa Kodeksi (el yazması kitap) muhtemelen Azteklerle ilgili bilgiler sunan birçok kodeksin en iyisidir. Bu kodeks Huehueteotl'u Xiutecuhtli için alternatif bir sıfat olarak tanımlar ve bu nedenle tanrının zaman zaman Xiutecuhtli-Huehueteotl olarak da adlandırıldığı görülür.

YENİ ATEŞ TÖRENİ
Yeni Ateş Töreni'nin Huehueteotl'a adandığı ve her 52 yıllık döngünün sonunda gerçekleştiği bilinmektedir.

Yeni Ateş ayini sırasında tüm arazi boyunca çıkan yangınlardan dolayı tüm Aztek nüfusu karanlığa gömüldü. Rahipler yıldızların hareketini izler ve kurban kurbanının kalbini sökmek için işaret ararlardı. İşaret sonrası bedenleri ateşe verecek ve bölgedeki evlere götüreceklerdi. Bu ayin Aztek tanrılarının ilk önce ateşi yarattığına inanmalarından kaynaklanıyordu.

Kaynaklar:
Susan Toby Evans, David L. Webster, Archaeology of Ancient Mexico and Central America
Ryan, Duncan. The Aztec

Yazan: A.Kara

RA'NIN GÖZÜ

Hazırlayan: A.Kara
A, Antik semboller, Ra'nın gözü,Horus'un gözü,mitoloji, mısır mitolojisi, Ra'nın gözünün anlamları,Ra ve Horus'un gözü,Mısır tanrısı Ra,Ra'nın gözünün gizli anlamları,semboller

GÜÇLÜ VE DERİN ANLAMLARI OLAN ANTİK MISIR SEMBOLÜ: RA'NIN GÖZÜ


Konu antik efsaneler, hikayeler ve semboller olduğunda bunların nasıl yorumlandığına dikkat etmek gerekir. Bunun nedeni eski dini sembollerin bazılarının bir kereden fazla kullanıldığı ancak farklı amaçlara hizmet etmiş olmasıdır.

Bu Horus'un Gözü ve Ra'nın Gözü için de geçerlidir. Temel olarak onlar aynı sembollerdir ancak kullanımlarında farklı amaçlar yatmaktadır. Horus’un gözü daha çok koruyucu bir ruh olarak görülürken Ra’nın gözüne atfedilen farklı işlevler vardır.

Ayrıca göz simgesi Sekhmet, Wadjet ve Bastet ile de bağlantılıdır. Efsaneye göre Bastet bu gözü kullanarak insan ırkını yok etmeye çalışmış ve Tanrı Ra tarafından durdurulmuştur.

RA'NIN GÖZÜNÜN AMACI
Eski tanrıların adlarının sembolleri birlikte anılmasını etkileyen en önemli şey eskiden ona tapanların tanrılarını gözlerinde nasıl canlandırdığı ve ona ne şekilde inandığıdır. Diğer Mısır tanrılarının aksine Ra'ya ibadet onun gerçek bir Firavun olduğu görüşü ile başladı. Tam olarak Mısırlı hükümdarlar arasına girdiği yer bilinmiyor hatta Mısır'ın orijinal yöneticilerinden biri bile olabilir.

Bir efsaneye göre Ra yaşlı ve çok zayıf biridir. Güçsüz ve savunmasız olduğu için halkı onun yasalarını ve talimatlarını görmezden gelmeye başladı. Böylece Ra kızını yani Ra'nın gözünü halkını cezalandırmak için aslan biçiminde dünyaya gönderdi.

Başka bir efsanede ise bilgi elde etmek için kullanılan Ra'nın gözü vardır. Bazen bu amaç öncekiyle birlikte kullanılır ve onunla birleşerek gözünün topladığı bilgiler sayesinde adaletini sağlar ve halkı idare eder.

Ra'nın sevgi dolu bir baba gibi davranıp iki kayıp çocuğunu aramak için gözünü göndermesi gözün kullanımı için daha iyi bir amaç olarak görülebilir.

RA'NIN GÖZÜ İLE HORUS'UN GÖZÜ ARASINDAKİ FARK
Horus'un Gözü ile Ra'nın Gözü arasındaki farkı belirlemenin basit bir yolu vardır. En basit fark Horus'un gözünün irisinin mavi olması Ra’nın gözünü renklendirirken ise kırmızı kullanılıyor olmasıdır.

Ra’nın gözünün başka bir tasviri ise güneş diski etrafına sarılmış şekilde duran bir kobra sembolüdür. Bu sembolün temel sorunu onun tanrıça Wadjet'i betimlemek için de kullanılmış olmasıdır. Ayrıca kendisinin bir sembolü olarak göz sembolü ile de bir ilişkisi vardır.

Ra’nın güneş diskinin ortaya çıkış şekli de efsanelerden kaynaklanmaktadır. Ra’nın iki çocuğu kaybolduğunda onları aramak için gözünü gönderdiğine inanılır. Orijinal gözünün yokluğunda Ra'nın bir tane daha gözü çıkar. İlk göz başarılı bir şekilde çocuklarla birlikte geri döndüğünde yerine gelen gözü kıskanır ve çok üzülür.

Ra problemini çözmek için basitçe ilk gözünü bir uraeus'a (yılan figürü) çevirdi ve alnındaki diğer gözlerin üzerine koydu. Ra'nın gözünün bir başka tasvirinde ise göz bir kedi şeklinde görülür.

Bu kedi genellikle Ra'yı Apep adlı bir yılandan korumak için kullanılırdı. Bu tasvir de kedi sembolü en az farklı 7 Mısır tanrısı ile ilişkili olduğu için kafa karıştırıcı olabilir.

RA'NIN GÖZÜNÜN İBRAHİMİ DİNLERİN KİTAPLARI İLE BAĞLANTISI
Mısır hakkında edindiğimiz bilgilerin bir kısmını İncil, Kur'an ve Tevrattaki veba efsanelerinin anlatıldığı bölümlerde bulabilirsiniz. Araştırmacılar bu farklı veba hikayelerinin Mısır tanrılarının halkını korumak için yetersiz olduğunu göstermek için kullanıldığını söylemektedir.

Vebalardan biri çekirgelerin Mısır topraklarını istila etmesiydi.

Kur'an'da Mısır tanrılarının halkı korumada yetersiz olduğunu ifade eden ayete bakalım:

A'raf 132-133: Ve dediler ki: "Bizi büyülemek için ne işaret getirirsen getir, biz sana inanacak değiliz." Biz de açık seçik mûcizeler olmak üzere onların üzerine tûfan, çekirge, haşarat, kurbağalar ve kan gönderdik. Yine de büyüklük tasladılar ve günahkâr bir kavim olmakta direndiler.

Mısırdan Çıkış Bab 10, 12-15.ayetlerde aynı durum şöyle anlatılır:

 12. RAB Musa’ya, “Elini Mısır’ın üzerine uzat” dedi, “Çekirge yağsın; ülkenin bütün bitkilerini, doludan kurtulan her şeyi yesinler.”
 13. Musa değneğini Mısır’ın üzerine uzattı. Bütün o gün ve gece RAB ülkede doğu rüzgarı estirdi. Sabah olunca da doğu rüzgarı çekirgeleri getirdi.
14. Mısır’ın üzerinde uçuşan çekirgeler ülkeyi boydan boya kapladı. Öyle çoktular ki, böylesi hiçbir zaman görülmedi, kuşaklar boyu da görülmeyecek.
15. Toprağın üzerini öyle kapladılar ki, ülke kapkara kesildi. Bütün bitkileri, dolunun zarar vermediği ağaçlarda kalan meyvelerin hepsini yediler. Mısır’ın hiçbir yerinde, ne ağaçlarda, ne de kırdaki bitkilerde yeşillik kalmadı.

Efsaneye göre bu vebada o kadar çok çekirge vardı ki güneş bile lekeli görünüyordu. Ra Mısırlılar ve doğal olarak dönemin Firavunu tarafından güneş tanrısı olarak görülüyordu fakat gökyüzü kararmıştı ve Ra çekirgelerin toprağın tahrip etmesini engellemek için gözünü bile kullanamamıştı, yani güçsüzdü.

Tanrı Horus'un da İncil ile bir bağlantısı olması mümkündür. Sığırları sarmalayan veba hikayesi tanrıça Hathor'a karşı bir yıkım olarak görülmektedir (Hathor'un farklı sembolleri olsa da büyük oranda inekle sembolize edilir). Hathor adı Horus'un evi anlamına gelmektedir.

RA İLE HORUS ARASINDAKİ BİR FARK DAHA
İki gözün yani Ra’nın ve Horus’un gözünün varlığı nedeniyle amaçlarına göre bir ayrım yapılması gerekiyordu. Ra güneş tanrısı olduğundan gözü güneşi temsil ediyordu ve Horus’un gözüne ise ayı temsil etmek kalmıştı.

Çoğu Mısır bilimci için önemli meselelerden biri eski kayıtlarda Horus'un kaybettiği gözünün sağ mı veya sol mu olduğu konusunda açık ifadeler bulunmamasıdır. Bazı efsanelerde sağ gözü bulunmaktadır ve bu efsanelerde Horus’un bir gözünün kaybolmasının güneş tutulmasıyla ilişkilendirildiği görülür.

RA'NIN GÖZÜNÜN MODERN ANLAMLARI
Eski Mısır'ın dışında Ra'nın gözü popülerliğini ve modern kullanımını kaybetmiş görünüyor. Farklı gizli organizasyonlar veya başka amaçlar için olsa da yaygın olarak kullanılmaz. Öte yandan Horus'un gözü Mısır'daki amaçları dışında tarih boyunca görülmektedir.

Tabutlar üzerinde farklı göz şekilleri görülür ve bunlar ölenlerin görmelerine yardımcı olmak için kullanılır. Bu gözler Horus’un veya Ra’nın gözleri olabilir çünkü kimin gözü olduğu net değildir. Fakat antik Mısır'ın dışında kullanım söz konusu olduğunda en çok kullanılan Horus’un gözüdür.

Amerikalılar her şeyi gören gözü dolar banknotlarının arkasında kullanıyorlar. Bazı araştırmacılar onun eski Mısır'daki Horus'un gözü olduğunu söyler.

Fakat Ra'nın gözü de dahil olmak üzere herhangi bir göz sembolünü "baskının" sembolü olarak gören insanlar da vardır. Onlara göre göz simgesinin kullanılması insanlara boyun eğdirileceği, maniple edilebileceği gibi daha pek çok anlama sahiptir.

HAMSA SEMBOLÜ

A, Antik semboller, Fatmanın eli, Hamsa, Hamsa nedir?, Hamsa sembolü, İbranilerin nazar sembolü, Meryemin eli, Miryam'ın eli, mitoloji, Nazara karşı, Nazardan korunma, Semboller,
NAZARA KARŞI KORUMA SEMBOLÜ : HAMSA
Hamsa, Tanrı'nın elini hatırlatmak ya da Nazar'a karşı korunmak için sıklıkla muska olarak taşınan eski, güçlü bir semboldür. Yahudi, Hristiyan ve Müslüman alimler Hamsa'nın yorumunda hemfikir olamadıkları için bu eski sembolün köklerini takip etmek pek kolay değildir.

Açık bir elin avuç içinde gömülü bir göz olarak gösterilen Hamsa simgesinin çağlar boyunca birçok başka adı vardı. Bazı bilim adamları sembolün Pagan kökenli olduğunu ve daha sonra diğer dinler tarafından benimsendiğini düşünüyor. Hamsa sembolünün kökeninin Mezopotamya olduğuna, tanrıça Tanit'e ibadet eden Kartacalılar ve Fenikelilerin bu sembolü kullandığına ve Eski Mısır'dan geldiğine ihtimal verilmektedir.

HAMSA'YA OLAN İNANIŞ: NAZARDAN KORUR
Koruyucu bir işaret olan Hamsa ve türevleri sık sık karşımıza çıkmaktadır. Sembolün sahibine mutluluk, şans, sağlık ve iyi kısmet getirdiğine inanılıyor. Ayrıca inanışa göre Hamsa nazardan kaynaklanan zararlara karşı koruma sağlar. Çünkü özellikle eski dönemde bazı insanların felakete, hastalığa ve hatta ölüme neden olabilecek doğaüstü bir güce sahip olduğuna dair neredeyse evrensel sayılabilecek batıl bir inanç vardı (maalesef ülkemizde hala var).

İnanışa göre bazı insanlar bunu hoş olmayan bir his uyandıran bakışları ile yapıyorlar. Nazardan dünyanın birçok yerinde geniş çapta korkuluyor.

Bu nedenle Hamsa sembolünü günümüzde özellikle Orta Doğu'da bulabilirsiniz. Takılar ya da muska takmak teknik olarak Kuran yasalarına aykırıdır ancak yine de İslam ülkelerinde üzerinde Hamsa sembolünün bulunduğu eşyalar sıklıkla görülebilir. Hamsa sembolü olan bilezikler, kolyeler, kapı tokmakları vb. birçok nesne var.

İnsanlar onu taşıyarak ya da evde tutarak kendilerini kontrollerinin dışında gelişen olumsuz etkilerden koruyabileceklerine inanıyorlar. Elin parmakları kötülükten uzaklaşmak için dağılmış olarak ya da iyi şans getirmesi için kapalı olarak tasvir edilir.


YAHUDİLER, HRİSTİYANLAR VE MÜSLÜMANLAR TARAFINDAN KULLANILAN HAMSA SEMBOLÜ
Hamsa sembolü özellikle Yahudiler ve Müslümanlar arasında popülerdir. Hamsa, Fatma'nın (Muhammed'in kızı) ve Miryam'ın Elinin (Musa'nın kız kardeşinin) sembolü olarak bilinir. Bu yüzden de bu sembol hem Yahudilerce hem de Müslümanlarca önem taşır. Aynı zamanda bazen İsa'nın annesi olan Meryem'i temsil eden Meryem Eli olarak da adlandırılır.

"Hamsa" sözcüğü ismini eldeki beş parmaktan almaktadır. Hamsa ismi Arapça olmasına rağmen bu sembolün ilk kullanımı İslam'dan öncedir. Cezayir'in ulusal sembollerinden biridir ve kullandıkları amblemlerde öne çıkar.

Bir teoriye göre eski Mısırlılar iki parmaklı bir muska taşıyorlardı ve bu muska Isis, Osiris'i temsil ederken baş parmağı ise Horus'u temsil etmekteydi. Muska ebeveynlerin çocukları üzerindeki koruyucu ruhlarını çağırmak için kullanılıyordu.

Diğer araştırmacılar Fenikelilerin MÖ. 1550 - 330 Kartacalıların başkentlerinin ve ay döngüsünün tanrıçası Tanit'i temsil etmek için el görüntüsünü kullandıklarını öne sürmektedirler. Bazı araştırmacılar ise Tanit'in Hera ve Athena gibi Yunan tanrıçalarından biri olabileceğini öne sürdüler.

İbranice'de 5 rakamı "hamesh" veya "Hamesh" Tevrat'ın beş kitabının temsilcisidir. Ayrıca İbrani alfabesinin beşinci harfini, Tanrı'nın kutsal isimlerinden birini temsil eden "Het" i sembolize eder ve Yahudilere tanrılarını överken beş duyularını kullanmalarını hatırlatır. Bazı Sünniler Hamsa'nın beş parmağının İslam'ın Beş Şartını temsil ettiğini iddia etseler de kökenleri daha eskiye dayanıyor.

Günümüzde birçok Yahudi ve Arap, Hamsa'yı paylaştıkları ortak alanları ve dinlerinin ortak noktalarını göstermek için kullanıyor. Böylece modern dünyada Hamsa'nın kullanımı biraz değişerek kısmen umut ve barışın sembolü haline getirilmiş oldu.

Yazan: A.Kara

KIZILDERİLİLERİN HİLECİ RUHU İKTOMİ

Hazırlayan: A.Kara
A,mitoloji,Kızılderili mitolojisi,Kızılderili efsaneleri,İktomi,Kızılderililer,Kızılderili öyküleri,İktomi ve tavşan,Amerikan yerlileri,Yerli efsaneleri,Kızılderili öğretileri

KIZILDERİLİLERİN AHLAKİ DEĞER ÖĞRETEN HİLECİ RUHU İKTOMİ


Diğer birçok mitolojik hileci gibi İktomi de başını sürekli derde sokuyor ve bu durum çoğunlukla kendisi için çok yıkıcı oluyor. İktomi oyun oynamaktan ve insanları kandırmaktan hoşlanır ancak çoğu durumda başkasına zarar vermek için yaptığı karmaşık planlar sonrası kendisini umutsuz durumların içinde buluyor.

Lakota mitolojisinde şekil değiştiren ve örümcek hileci olan İtkomi insanları kuklalar gibi kontrol etmek için ipler kullanmakla da ünlüdür.

O eğlenceli bir karakterdir ve hikayesi bir nesilden diğerine aktarılan hikayeler boyunca canlı tutulur.

Halen Kuzey ve Güney'deki ovalarda yaşayan üç siyu kabilesinden biri olan Lakota halkı İktomi hakkında yazılı mitoloji kayıtlarına sahip olmasa da onun hakkındaki masalları anlatmaya devam ediyor. İktomi, Lakota halkı için kültürel bir kahramandır ve çoğu zaman hikayelerde gençlere ders vermenin bir yolu olarak kullanılır.

İktomi insanlara mutluluk getiren Kızılderililerin hileci tanrısı Kokopelli kadar çekici değildir ve onu kötü olarak nitelendirmek yanlış olur. Tüm hileci karakterler gibi onun da iyi ve kötü bir yanı var. Karmaşık olan doğası onu tahmin edilemez kılıyor.

Belki bazılarınız Amerikan yerlilerinin hileci-tanrısı olan Çakal (Coyote) hakkındaki efsaneleri bilir. Bazı kabileler Çakal'ın tüm kötülüklerin taşıyıcısı olduğuna, kışı ve hatta ölümü getirdiğine inanıyor. Ancak Çakal'ın kutsal bir hayvan olduğunu söyleyen Yerli Amerikalılar da var. Bilgelik öğretmeni olan aldatıcı tanrı Çakal'a düzgün bir şekilde yaklaşılmalıdır diyorlar ve eğer bu olursa, bu güzel hayvanın paha biçilmez bilgeliğini insanlarla paylaşabileceğine dair inanış var.

Kızılderili mitolojisinde ilginç bir diğer hileci Pukwudgie'dir. Genellikle Kuzeydoğu Yerli Amerikan folkloruna göre Pukwudgie bir zamanlar insanlarla dosttu ancak zaman geçtikçe değişti ve insanlara karşı oldu.

Mitolojik hilecilerin doğası ve davranışı zamanın geçişine bağlı olarak değişebilir ve bu nedenle bunların herhangi birini saf kötülükler olarak nitelendirmek zordur, İktomi'de bunlardan biri.

Yaratıcı tanrı İnyan'ın (Kaya) oğlu olmak başlangıçtan önce varolan en güçlü ruh tanrılarından biriydi, Iktomi'nin güçlü bir ruh haline gelmesi gerekirdi ancak unvanını alma hakkını sürekli edepsizlik ederek yitirdi.

Efsaneye göre ismi Ksa olan Iktomi Kozmik Yumurta'dan doğmuştur. Bir de İktomi'nin fırtına canavarı olan küçük kardeşi Iya vardı.

Iya'nın sonsuz bir iştahı vardı, insanları hatta bütün köyleri yutabiliyordu ama bu onu kötü bir varlığa dönüştürmedi. Lakota halkı için İya sadece görevini yerine getiren kutsal bir varlıktı.

Diğer yandan inanışa göre İktomi tam bir baş belasıydı bu yüzden de siyu standartlarına göre sosyal açıdan uygunsuz davranan olumsuz bir rol modeli olarak kabul ediliyor. İktomi ile ilgili hikayelerin çoğu komiktir ama aynı zamanda dünyaya bir uyarı vermeyi amaçlayan hikayeleri de var. Bu hikayelerde İktomi insanları kurtarmak ve kendilerini şeytandan korumalarına yardımcı olmak için gelen ciddi bir figür olarak öne çıkar.


İktomi sıradan bir insan büyüklüğündeydi ancak ince kolları ve bacakları olan bir örümcek gibi yuvarlak bir vücudu vardı. Bir örümcek ya da örümcek adam olarak tanımlanırdı. Onun insanlara zarar vermek veya yardım etmek için kullandığı olağanüstü büyülü güçlere sahip olduğu söylenir.

Lakota halkı arasındaki kehanete göre tıpkı bir örümcek gibi İktomi de bir gün ağını dünya üzerine yayacaktı. Bazı modern Yerli Amerikalılar internet vb. modern teknolojilerin bu kehanetin yerine getirildiğinin işaretleri olduğuna inanıyor.

İKTOMİNİN TAVŞANLA BULUŞMASI VE TAVŞANIN BİLGECE TAVSİYESİ
Iktomi ile ilgili birçok bilgelik hikayesi vardır. Bunlardan biri tavşanla olan buluşmasını anlatıyor. Başıboş dolaşan İktomi bir gün bir su birikintisine gider. Sudaki yansımasını görür ve saatlerce kendine hayran kalarak oturup izler. Kendisinin çok yakışıklı olduğunu düşünür ve kendi yansımasına bakmayı bırakamaz.

Kendisine hayran olan İktomi ertesi gün aynı gölete gitmeye karar verdi ve tekrar güzelliğine hayran kaldı ancak bu kez bir şey farklıydı. Suya baktığında ve onun yansımasını gördüğünde artık o kadar yakışıklı değildi. İktomi çarpık bir yüz gördü ve bu onu üzdü. Sudaki çirkin görüntünün yok olacağını umarak birkaç kez gözlerini kapatıp açtı. Umutsuzca güzel yüzüne bir kez daha bakmak istedi ama hiçbir şey değişmedi.

Sinirlenerek mekanı terk etti. Yeni bir bakış açısı elde etmek için yiyecek aramaya karar verdi. Sonra şiddetli yağmur yağmaya başlayınca İktomi mağarasına geri döndü. Dönüş yolunda bir kez daha su birikintisinde durdu. Yansımasının orada olup olmadığını görmek için su kenarında diz çöktü. Karanlık ayırt edilemez bir gölgelik ona geri döndü. Gölgenin gözleri, burnu ve ağzı yoktu. Sadece karanlık bir damla olmuştu. Korkan İktomi kaçtı ve yağmurdan kurtulmak için hızlı adımlarla inine giderken kimin yansımasını gördüğünü merak ediyordu çünkü bu kesinlikle onun yansıması değildi.

Ertesi öğleden sonra uyandı. Yine aç, ama aynı zamanda kızgındı. Su birikintisinin ona oyun oynadığından emindi. Bir çalılık içinde ilerlerken aniden önüne bir Tavşan çıkageldi ve dikkatlice hilebaz İktomi'yi selamladı.

Bu şanslı bir karşılaşmaydı çünkü İktomi biriyle gölet hakkında konuşmak istiyordu. Göletle karşılaştığından, kendisine gerçek olmayan yansımalar gösterdiğinden ve memnun olmadığından şikayet etti. Tavşan bir süre boyunca onun hikayesini üzerinde düşündü ve bir sonuca ulaştı. İktomi'ye tüm yansımaların gerçekten kendisine ait olduğunu ancak güneş, rüzgar ve yağmur nedeniyle her birinin farklı ve garip göründüğünü açıkladı.

Elbette bu cevap İktomi'yi aydınlatmak için pek işe yaramadı. Düşünmeye başladı, eğer bu yansımalardan hepsi ona ait ise hangisine inanmalıydı ki? Bunu Tavşan'a sordu. Tavşan’ın tepkisi basit ve doğruydu. Ne kadar iyi, kötü ya da garip göründüğü önemli değil, hepsine inanmaktan başka seçeneğin yoktu. Ve akabinde Tavşan bir tavsiye verdi: “Eğer kim olduğunu bilmiyorsan, neye inandığın önemli değil.”

Birçok Kızılderili mit ve efsanelerinin göründüğünden derin anlamları vardır ve Kızılderililerin hikayeleri genel olarak birinin hayatında doğru yolu nasıl bulacağı konusunda rehberlik etmeyi amaçlar. İktomi hakkındaki hikayeler genellikle ahlaki değerleri ve iyi davranışları öğretmek için kullanılır.

RUHA DAİR ANTİK İNANIŞLAR

mitoloji,A,Antik dönemde ruhlar,Ruhlar,Antik çağda ruh inanışları,Eski Mısır'da ruh,Yunan mitolojisinde ruh,Kelle avcısı kabileler,Yaşam özü,Ruh özü
Tüm canlıların bir ruhu var mı? Ölümden sonra ruha ne olur? Birileri bu soruları hatırladığı ve net bir sonuç elde edilemediği sürece bu sorular dünyanın en büyük filozoflarının ve bilim adamlarının kafasını meşgul etti. Ruh kavramı çok eskidir ve ruhlara dair eski inançlar dünya çapında pek çok kültürde bulunabilir.

Demir Çağı kentinde bulunan Türkiye'deki 3.000 yıllık bir taş anıt olan Zincirli Höyük (Sam'al) eski insanların ruhu çok merak ettiklerini ve farklı çeşitli inanışlara sahip olduklarını ortaya koyuyor.

Chicago Üniversitesi'nin ülkemizdeki bir gezisi sırasında bulunan bir taş levha bu bölgede bedenin dışında var olduğu düşünülen ruha dair ilk kanıtı ortaya koymaktadır. (Keşke biz keşfetseydik diyeceğim ama malum organik hoşaf keşfetmekle meşgulüz)

800 kiloluk, üç ayak yüksekliğinde olan bu kaya parçası muhtemelen ölmüş birini yakmakta olan bir adamı resmetmektedir. Anıtın üzerindeki yazıtın Kuttamuwa adında bir adam tarafından yapıldığı görülüyor ve kelimeleri ölü olan adamın ruhunun taş levha içerisinde bulunduğunu açıklıyor. Yani insanlar ruhun taşta-taşın içinde yaşadığına inanıyorlardı.

ANTİK YUNANDA RUH İNANCI
Bir ruhumuz olduğu düşüncesi dünyanın pek çok dininde özellikle de eski dünyada görülmektedir. Platon gibi Yunan filozofları dünyayı manevi bir varlık olarak görüyorlardı ve "dünya ruhu" fikri "anima mundi" adını almıştı.

Anima mundi, dünyadaki her şeyi ve doğayı saran manevi bir özdü.

Homeric şiirlerinden ruhun bir insanın savaşta tehlikeye attığı ve ölümde kaybettiği bir şey olduğunu öğreniriz. Öte yandan ölüm anında kişinin uzuvlarından ayrılıp yeraltına seyahat ettiği ölen kişinin gölgesi veya görüntüsü olarak ölümden sonraki yaşama seyahat ettiğine inanılırdı.

Daha sonra insanlar dünyanın ruhsal olarak bu kadar gelişmiş olduğuna ikna olmadılar. Yaratılış inancının ağır basması ile günah ve dünyevi - ilahi arasındaki ayrılık gelince dünya ruhunu (her şeyi saran manevi öz inancını) kaybetti.

RÖNESANS SANATÇILARI RUH KAVRAMINI YENİDEN CANLANDIRDI
Rönesans döneminde ruh kavramı yeniden hayat buldu. Rönesans sanat eserleri dünya ile tüm canlılar arasında manevi bir bağlantı olduğu mesajını iletmeye çalıştılar.

Hristiyanlar dünya ile ruhsal arasındaki ayrılığa kesin olarak inanıyorlardı fakat Rönesans sanatçıları kutsal oranlar gibi kavramları her şeyin birbirine bağlı olduğunun bir kanıtı olarak görüyor ve izah etmeye çalışıyorlardı.


ANTİK MISIRDA RUH İNANCI
Eski Mısırlılar insan ruhunun beş bölümden oluştuğuna inanıyorlardı: Ren, Ba, Ka, Koyun ve Ib. Ruhun bu bileşenlerine ek olarak birde insan vücudu vardı. Mısırda ruhun önemli bir bölümünün Ib veya kalp olduğu düşünülüyordu. Kalp öbür dünya için bir anahtardı. Bir kişinin gölgesi olan Sheut her zaman insanın içinde mevcuttu. Gölge ayrıca Antik Mısır'da ölüm figürünü, mumyalama ve öteki dünya inancı ile bağlantılı olan tanrı Anubis'in hizmetçisini temsil ediyordu. Çizilen resimlerde gölgenin tamamen siyah renkli küçük bir insan figürü olarak tasvir edildiği görülmektedir.

Doğduğunda kişiye verilen isim de ruhun bir parçasıydı. Eski Mısırlılar bu isim söylendiği sürece ruhun yaşayacağına inanıyordu; bu da antik Mısır halkının neden sayısız yazı yazma uygulamasına sahip olduğunu açıklıyordu: Ruhları korumak için.

Kişisellik ile oldukça benzer olan 'Ba', benzersiz ve 'eşsiz' anlamlarına geliyordu. Ka ise antik Mısır'da hayati bir öz (esans) kavramıydı. Ölümle birlikte "Ka"nın bedeni terk ettiğine inanılıyordu ve yaşayan veya ölü bir insan arasındaki farkı da ayırt eden şey buydu.

Eski Mısırlılar ölümün kişinin "Ka"sının insan vücudundan ayrıldığı zaman meydana geldiğine inanıyorlardı. "Ağzın açılması" da dahil olmak üzere ölümden sonra rahipler tarafından yapılan törenler yalnızca bir kişinin ölümdeki fiziksel yeteneklerini geri kazanmayı değil aynı zamanda Ba'nun vücutla olan bağını da serbest bırakmayı amaçlıyordu. Bu inanışa göre yapılan ayin Ba'nın öbür dünyada Ka ile birleşmesini sağlıyor ve "bir - etkin bir" anlamına gelen "Akh" olarak bilinen varlığı yaratıyordu.

KELLE AVCISI KABİLELERDE RUH İNANIŞI
1890'lı yıllardan beri Endonezya'da çalışan ve yaşayan Hollandalı bir araştırmacıya göre kelle avcısı kabileler düşmanlarının kafalarını değerli ganimetler olduğu için değil bir ruh maddesi içerdiği için aldıklarını, bu yüzden değerli olduklarını açıkladı. İnanışa göre bu ruh maddesi bir kişiden diğerine transfer edilebilir, biriktirilebilir ve tüm toplumu güçlendirebilirdi.

Bu inanışa göre kelleleri almak bir ailenin, bir toplumun veya bir köyün ruh maddesini arttırıyor böylece köy daha verimli hale geliyor, mahsuller daha sağlıklı ve bol oluyor, hayvanlar daha büyük-güçlü oluyordu ve tüm bunların sonucunda daha iyi bir yaşam sağlıyordu. Köylerde fazladan ruhsal madde bulunmazsa ekinler tükenir ve ölür, köylüler hastalanır ve topluluk çökerdi. Bu yüzden kelle avcılığı yapmak zorundaydılar.

Tüm zamanların en büyük gizemlerinden biri olan Ruhun varlığı hakkında antik dönemden günümüze kadar çok fazla şey yazıldı ve söylendi ancak ruh kavramı günümüzde de hala çözülmemiş bir hipotez olmaya devam ediyor.

Yazan: A.Kara

MA'AT

Ma'at, Mısır Tanrıçaları, mitoloji, mısır mitolojisi, A, Eski Mısır'da denge tanrıçası, Ölüler kitabı, Nun, Antik Mısır'da ölümden sonra,
DENGENİN TANRIÇASI MA'AT
Sık sık kişileştirilmiş olmasına rağmen Ma'at bir tanrıçadan ziyade fikir-düşünce olarak anlaşılıyordu, ancak yinede Eski Mısır'daki evren, denge ve ilahi düzen kavramlarının merkezinde yer aldı. Ma´at ismi genellikle "dosdoğru olan" veya "gerçek" olarak çevrilir ancak "düzen", "denge" ve "adalet" anlamlarına da gelir. Bu yüzden Ma´at kusursuz düzen ve uyumu temsil etmişti. Ra, Nun'un (Kaos) sularından yükseldiğinde Ma'at ortaya çıktı ve bu yüzden genellikle Ra'nın kızı olarak tanımlandı. Bazen de bilgelik tanrıçası olduğu için Thoth'un karısı olduğu düşünülürdü.

Eski Mısırlılar evrenin düzenli ve rasyonel olduğuna inanıyorlardı. Güneşin doğması ve batması, Nil'i su basması ve gökyüzündeki yıldızların tahmin edilebilir seyri onlara her şeyin doğanın ortasındaki bir düzene ait olduğunu gösteriyordu. Ancak kaos güçleri her zaman mevcuttu ve Ma’at’ın dengesini tehdit ediyordu. Ma´at’ın korunması ve savunulması için birçok kişi görev başındaydı ve Firavun Ma’at’ın koruyucusu olarak algılanıyordu. Ma'at olmadan Nun evreni geri alır ve kaos en yüce haliyle hüküm sürerdi.

Mısırlılar ayrıca güçlü bir ahlak ve adalet duygusuna sahipti. İyiliğin desteklenmesi gerektiğini ve suçluların cezalandırılacağını düşünüyorlardı. Fakirleri, fakirleri savunanları ve özellikle ailelerine olan sadakatlerine yüksek değer verenleri övdüler. Bununla birlikte şunu da anlamışlardı, kusursuz olunamazdı, sadece dengeli olunabilirdi. Ma´at belirli etik kuralları aştı ve bunun yerine doğal düzene odaklandı. Bununla birlikte kaosun etkisini artırdığı ve dünya üzerinde tamamen olumsuz olan etkilerinin ve eylemlerinin Ma'at'a karşı olduğu açıktı.


Her Mısırlı'nın ruhu öldüğü zaman Ma'at'ın Salonu'nda (Ölüler Kitabı'nda ve Kapılar Kitabı'nda tasvir edilir) yargılandı. Onların kalbi (vicdanı) terazilerde denge ve adaleti temsil eden Maat'in kuş tüyüne (devekuşu tüyü) karşı tartılırdı. Eğer kalpleri tüyden ağırsa Ma'at'ın prensiplerine göre dengeli bir yaşam sürdüremedikleri için kalpleri ya bir ateş gölüne atılır ya da Ammit olarak bilinen korkunç bir ilah tarafından yok edildi. Ancak eğer Ma’at’ın tüyüyle dengelenmiş kalp testten geçerse sonsuz yaşam hakkı kazanacaktı. Belirli zamanlarda ayinde yargıç olarak oturan kişi Osiris'ti ve törende birçok tanrı daha yer alırdı, ancak yine de teraziler her zaman Ma'at'ı temsil ederdi.

Eski Mısırlılar ayrıca Ma’at’ın günlük yaşamda korunmasını sağlamak için gelişmiş bir hukuk sistemine sahipti. Ma'at Rahiplerinin adalet sistemine dahil olduğu, ayrıca tanrıçanın gereksinimlerine eğilimli olduğu düşünülürdü ve Firavunlar düzenli olarak “Ma'at'ı sunarken” (tanrıçanın küçük bir heykelini tutarken) tasvir edilirdi. Bu şekilde düzen ve adaleti sağlamaya karşı verdikleri sözü tekrar ederlerdi.

Bütün yöneticiler Ma´at’a saygı duyuyorlardı fakat tanrılara alışılmadık yaklaşımına rağmen Akhenaten Ma’at’a olan bağlılığını vurguladı. Hatshepsut, Ma´atkare adlı tahtını alarak Ma´at'a olan saygısını vurguladı. Belki de muhtemelen bir kadın yönetici olarak pozisyonunun Ma'at hattında olduğunu göstermesi gerekiyordu. Ayrıca Karnak'taki Montu bölgesinde, Ma’at’a ibadet için küçük bir tapınak inşa ettirdi.

Ma'at, üzerinde sadece bir tane devekuşu tüyü bulunan tacı giyen bir kadın olarak tasvir edildi. Bazen ise kanatlı bir tanrıça olarak tasvir edilir.

Kaynaklar:
Bard, Kathryn (2008) An introduction to the Archaeology of Ancient Egypt
Kemp, Barry J (1991) Ancient Egypt: Anatomy of a Civilisation
Pinch, Geraldine (2002) Handbook Egyptian Mythology
Redford Donald B (2002) Ancient Gods Speak
Robins, Gay (2008) The art of Ancient Egypt
Watterson, Barbara (1996) Gods of Ancient Egypt
Wilkinson, Richard H. (1992) Reading Egyptian Art
Wilkinson, Richard H. (2003) The Complete Gods and Goddesses of Ancient Egypt
Wilkinson, Richard H. (2000) The Complete Temples of Ancient Egypt

Yazan: A.Kara

İSİS

Yazan: A.Kara
A, mitoloji, mısır mitolojisi, din ve mitoloji, Bakire Meryem ve İsis, İsa ve Horus, mitoloji, Mısır Tanrıçaları, Isis, İsis, Mısır rahibeleri,

ANTİK MISIR'IN EN KÖKLÜ TANRIÇASI: "İSİS"

İsis eski Mısır'ın en eski tanrıçalarından biridir ancak kökenleri belirsizdir. Sina'dan geldiği düşünülen İsis'in aynı zamanda Busiris'in etrafındaki Aşağı Mısır'ın deltasında Osiris'e ibadetin yaygın olduğu en eski kült merkezinin bulunduğu bölgede ibadet edinilen ilk put olduğu muhtemeldir. Ancak İsis'in tarikatı ibadette bir alanla sınırlı kalmadı ve topraklardaki her tapınakta ona taptılar. Özellikle İsis'in kendisine adanmış ilk türbe 30 Hanedan'daki II. Nektanebo tarafından yaptırılmıştır.

Mısır tanrıçası İsis'in kültü Mısır'da çok popülerdi ve bir süre sonra neredeyse sınırsız niteliklere sahip bir tanrıça haline geldi. İsis onun Yunanca adıydı, eski Mısırlılar tarafından genellikle "tahtın dişisi" veya "tahtın kraliçesi" olarak çevrilen Aset (veya Ast, İset, Uset) olarak biliniyordu.

Onun asıl başörtüsü boş bir tahttı ve tahtın kişileştirilmesi olarak Firavunun gücünün önemli bir kaynağıydı. Ancak İsis adının tam anlamı hala tartışmalıdır. Plutarch, adının "bilgi" anlamına geldiğini, ancak bir başka olası çevirinin de "(dişi) beden" olduğunu, yani İsis'in Tanrıların Kraliçesi olmasına rağmen bir zamanlar ölümlü bir kadın olduğunu öne sürdü. Bu kesinlikle Isis'in ve kocası Osiris'in firavunlar döneminden önce Mısır'ı yönettiğini belirten Ennead'i çevreleyen mitolojiye de uymaktadır. Bununla birlikte Ölüler Kitabı onu “Cennete ve dünyaya kaynak veren, yetimleri ve dul kadınları bilen, fakirler için adalet arayan ve zayıflar için bir barınak olan” olarak tanımlamaktadır. Bu yüzden de bir ölümlüden fazlası olarak görülüyordu.

İsis, her Nome'de (Eski Mısır'ın 36 bölgesinden biri) "Hent" (Kraliçe) olarak biliniyordu ama aynı zamanda eski Mısır'da şaşırtıcı sayıda isim ve ünvanla tanınıyordu. Zamanla birçok tanrıçanın da özelliklerini kendine aldı. Bu da diğer tanrı ve tanrıçalarla arasında oldukça karmaşık ilişkiler olmasıyla sonuçlandı.

İsis, Geb (Dünya) ve Nut'un (Hava) kızları, Osiris'in karısı ve kız kardeşi, aynı zamanda Set ,Neftis (Nephthys) ve yaşlı Horus'un kız kardeşi olarak (Horus'un kızkardeşi olarak "sık" görülmez)  Helioploitan Panteonunun bir üyesiydi (Panteon değilde "Ennead" adıyla bilinir ve içinde 9 tanrı-tanrıça barındırır). Ancak tahtla olan ilişkisi nedeniyle İsis bazen Firavun'un koruyucusu olan Yaşlı Horus'un karısı olarak kabul edildi. Mısır tarihi boyunca Ra ve Horus yakından ilişkiliydi, Isis ise Hathor (Horus veya Ra'nın karısı olarak tanımlanır) ile yakından ilişkiliydi. Bu yüzden de Isis, Ra veya Horus'un karısı olarak görülebilecekti.

Ra ve Atum birleştiğinde, Isis, hem Atum'un (-Ra) kızı hem de (Atum-) Ra'nın karısı oldu. Bu durum, İsis'i Horus'un annesi, Ra-Atum'un torunu ve Osiris'in karısı olduğunu açıklıyordu.

Heliopolis (eski Mısır'da bir şehir) mitolojisinin ulusal din olarak benimsenmesi Osiris’i yer altının kralı konumuna getirmiştir. Ancak bu pozisyon zaten Anubis tarafından çoktan tutulmuştu. Bunun sonucunda da Neftis'in Osiris tarafından hamile kaldığı ve Anubis'i doğurduğu şeklinde bir efsane gelişti.

Bu masalın çeşitli versiyonları vardır. Bazı durumlarda Osiris Neftis ile birlikte olarak karısı İsis'e  karşı yanlış yapıyorken, bir diğer versiyonunda ise Neftis'in kasıtlı olarak Osiris'i kandırdığı görülür. Her iki şekilde de İsis, Osiris'den olan gayri meşru çocuğu onun kız kardeşinden ve kardeşi Set'in öfkesinden korumak için evlat edindi.

Mısırlılar aile yaşamına çok değer veriyorlardı ve İsis onlar için faziletli bir anne örneğiydi. Yeni Krallık'tan İsis arketipsel bir anne olarak kabul edilerek doğum ve anneliğin koruyucu tanrıçası halini aldı.

Horus yaşayan Firavun'un koruyucusu olduğu için, İsis Firavun'un annesi olarak tanımlanabilir. Isis'in ve oğlu Horus'a ait imgeler ile Meryem Ana'nın bebek İsa imgeleri arasında belirgin bir benzerlik bulunur ve çok sayıda örneği vardır. İsis ve bebek Horus imajı Mısır sanatında son derece popülerdi ve genellikle Hristiyan kiliselerinde görülen Meryem ve bebek İsa Mesih ikonografilerinin üzerinde büyük bir etkiye sahip oldukları reddedilemez gerçektir. Bununla birlikte Meryem çocuğundan bağımsız herhangi bir güce sahip olmayan pasif biri olarak tanımlanırken İsis yalnızca bir anne değil, kendinden emin, yetenekli bir kraliçe ve çok güçlü bir büyücü idi.

İsis, Ra'nın ona inanılmaz güçler veren gizli adını biliyordu. Piramit metinleri İsis'in Osiris'in öldürülecek olduğunu (önleyememiş olmasına rağmen) ve daha fazlasını gerçekleşmeden önce öngördüğünü ima ediyor. İsis'in ısrarı üzerine Anubis ve Thoth ölümünden sonra Osiris'e hayat vermek için ilk mumyalama ayinini gerçekleştirdi ve İsis kocasının üzerinde uçarak sihirli bir şekilde oğlu Horus'a hamile kalmayı başardı.

O, Lahitleri ve iç organları içeren kavanozları koruyan Bastet, Neftis ve Hathor'a eşlik eden dört koruyucu tanrıçadan biriydi (veya Neftis, Selket ve Neith ile birlikte). Ölen kişinin öbür dünyaya giderken ki zorlu yolculuklarında onlara yardım ettiği, bazen de ölülerin yargıçlığını yapanlardan biri olduğu düşünülüyordu.

İsis'in rahibeleri yetenekli şifacı ve ebelerdiler. Halk arasında bu rahibelerin büyülü güçlere sahip oldukları söyleniyordu. Bu özelliklerine ek olarak tıpkı Hathor rahibeleri gibi rüyaları da yorumlayabiliyorlardı ve ek olarak saçlarını (denizcilik kültürlerinde yaygın olan bir batıl inanç) saçlarını örerek ya da tarayarak havayı kontrol edebildikleri düşünülüyordu. Ptolemaios Krallığı döneminde denizcilerin koruyucu tanrıçası olan Astarte ile ilişkilendirildi ve denizciler için iyi bir rüzgar sağlayacağı düşünüldü.

İsis'in öldürülen kocasına ve çocuğuna olan sadakati, Set'e karşı koyarak gösterdiği cesareti, tüm insanlara (hatta Set'e) karşı olan sıcaklığı ve şefkati Isis'i gerçekten de Mısır'daki en sevilen tanrıçalardan biri ve eski dünyadan biri yaptı.

Isis genellikle tahtını (başındaki hiyerogliflerden biri olan) temsil eder şekilde başlık takan bir tanrıça olarak betimlendi. Ayrıca sık sık üzerinde bir yılanla birlikte akbaba başlığını giyen bir kraliçe olarak tasvir edilmiştir. Ara sıra bir nilüfer tomurcuğu veya çınar ağacının kabartmasını taşımıştır. Ayrıca, Ma'at'ın tüyleriyle birlikte Yukarı ve Aşağı Mısır'ın çift taçını giyen bir kraliçe veya tanrıça olarak da tasvir edilir.

İsis, kanatlı bir tanrıça olarak da tasvir edilirdi. Bu formda kanatları toprağa cennetsel bir koku yayıyor ve yeraltı dünyasına temiz hava getiriyordu. Yeni Krallıkta bir güneş diskinin her iki tarafında inek boynuzu olan akbaba başlığını da benimsedi. Bazen bir inek ya da bir ineğin başına sahip olan bir kadın olarak tasvir edilirdi. Bir diğer tasvirde ise başındaki taçtan bir kobra ile yılan tanrıçası Thermuthis formundadır.

Tjet tılsımı "İsis Düğümü", "İsis Tokası" veya "İsis Kanı" olarak da bilinir. Her ne kadar Tjet'in anlamı oldukça belirsiz olsa da bir kadının hijyenik kumaşını (bu nedenle kanla bağlantı) temsil ettiği veya bir düğümdeki büyülü güçle ilgili olabileceği düşünülmektedir (yine onu büyük sihirbaz İsis ile ilişkilendirir). Cenaze törenlerinde kullanılan Tjet'in diriliş ve yeniden doğuş fikirleriyle bağlantılı olduğu görünmektedir.

Aşağı Mısır'ı temsil ederken Neftis'in Ptah-Tanen ile ilişkilendirildiği gibi İsis de bazen Yukarı Mısır'ı temsil ederken ise Khnum ile ilişkilendirilmiştir.

HEKET

A, Mısır mitleri, mısır mitolojisi, mitoloji, Mısır Tanrıçaları, Eski mısırda doğum, Doğum tanrıçası, Mısır doğum tanrıçası, Heqet, Heket, Heqat, Mitoloji ve din, din ve mitoloji,
HEQET (HEQAT, HEKET)
Heqet (Heqat, Heket) Antik Mısır'da doğum ve bereket tanrıçasıydı. Kurbağa ya da kurbağa kafalı bir kadın olarak tasvir edilirdi. Adının anlamı kesin olmamakla birlikte "yönetici" veya "asa" anlamına gelen "heqa" kelimesinden türetildiği bilinmektedir. Kurbağa ile sembolize edilmesinin nedeni ise kurbağaların bereket ve yeni hayatı sembolize ediyor olmasıydı. Bu da araştırmacıları Heqet'in rahibelerinin aynı zamanda eğitimli birer ebe oldukları üzerinde düşünmeye itiyor.

Bir inanışa göre, Heqet, Abu yani Filipin'in yaratıcısı olan tanrı Khnum'un karısıydı. Her bir kişiyi çömlekçi çarkında yarattı ve annelerinin rahimlerine yerleştirilmeden önce onlara hayat verdi. Heqet ve Khnum, Deir el Bahri'deki Mortuary Tapınağında Hatshepsut'un doğum sütunlarında tasvir edilmiştir. Burada Heqet'in bebek Hatshepsut'a doğru bir ankh (yaşamı sembolize eder) ve onun Ka'sını tutmakta olduğu görülür.

Başka bir inanışa göre ise o Heh'in karısıydı ve her insanı onlara hayat vermeden önce yaratan kişi bizzat oydu. Bazen annesi Hathor'un formuna geçmesine rağmen yaşlı Horus'un karısı olarak da kabul edildiği görülmektedir.

Hamile kadınların koruma için Heqet'i betimleyen muskalar giydikleri ve Orta Krallık'ta doğum sırasında yapılan ayinlerde fil dişinden bıçaklar ve ismiyle yazılı tokmaklar kullanıldığı ve bununla kötülüğü önlemenin amaçlandığı görülmektedir. Ayrıca, doğum sancısı verebilir ve bu sancı sırasında kadına koruma sağlayabilirdi. Heqet'in dünyaya gelen 3 firavunun hikayesinin anlatıldığı Westcar parşömenindeki "Khufu ve Sihirbazlar" hikayesinde, 3 firavunun doğumuna yardım ederek krallığı koruyup kolladığı görülmektedir.

Ayrıca Heqet vefat eden kişinin dirilişine, ahirete gidişine de dahil olmuştu. Piramit metinlerinde görüldüğü üzere ebedi yıldızlar gökyüzüne doğru yol almakta olan firavuna yardım eder ve Denderah’da ölen Osiris'in defninin altında betimlenir. Qus'ta, Heqet için yapılmış Batlamyos'a ait bir tapınak vardı fakat sadece bir sütunu geride kalmıştır. Ayrıca Tuna el-Gebel'in mezarındaki Herwer'de bir tapınağa yapılan göndermeler vardır fakat araştırmalara rağmen bu tapınak henüz bulunamamıştır.

MİTOLOJİ VE DİN
Görüldüğü gibi İslamiyet ve diğer İbrahimi dinler öncesi eski Mısır ve birçok antik toplumda ölümden sonra hayat yani bir ahiret inancı ve çamurdan yaratılış efsaneleri bulunmaktaydı. İnsanlar yine ölünce başka bir aleme gittiklerine, orada ödül alacak yada ceza çekecek olduklarına inanıyorlardı ve yine tıpkı Adem ile Havva gibi, ilk insanların çamurdan yaratılışına dair masallara sahiptiler. Bu tanrıçanın İbrahimi tanrılardan tek farkı insanı çamurdan, bir çömlek çarkında işleyerek yaratıyor olmasıdır (Prometheus gibi).

Fakat tıpkı Kur'an'daki anlatım gibi antik bazı efsanelerde (ÇİN) insanın kanla karışık çamurdan yaratıldığına dair efsaneler bulunmaktadır.

Sünnet uygulamasının Mısırlılar'dan İbrahimi dinlere geçtiği örneği gibi mitoloji ve din her zaman birbiri ile bağlantılı olmuştur çünkü günümüzde her inançtan insanın DOĞRU, dediği dinleri aslında geçmişin mitolojilerinin YENİ HALLERİDİR!

Makale önerileri:
Çamurdan Yaratılış Hikayeleri
Yaratılış Destanları
Sünnetin Kökeni ve Tarihi

Yazan: A.Kara