BİTKİ TOHUMLARINDAN DÜNYA VE İNSANA: MANDE YARATILIŞ MİTİ
Mandé'ler Batı Afrika'da yaşayan ve Mande dilinden herhangi birini konuşan bir
etnik grup ailesidir.
Mandé yaratılış efsanesi Güney Mali'deki Mandé halklarının geleneksel yaratılış
efsanesidir. Hikaye, yaratıcı tanrı Mangala'nın bir balaza bitkisi tohumu
yaratmaya çalıştığı ancak başarısız olduğu anlatı ile başlar. Daha sonra tanrı,
Keita halkının "dünyanın üreyecek olan iki çift parçalı yumurtası" dediği farklı
türden iki eleusin bitkisi tohumu yaratır. [1]
Sonra Mangala üç çift
tohum daha yaratır ve her bir çift dünyanın yaratılışı çerçevesinde köşeler
olarak dört unsur, dört yön haline gelir. Tanrı daha sonra bunu bir ebegümeci
tohumunun içine ekleyerek katlar. Karşı cins olarak görülen iki parçadan oluşan
çift tohumlara dünyanın yumurtası veya plasentası denir. Bu yumurtada insanların
prototipi, ilk örnekleri olan biri erkek biri dişi olmak üzere iki çift ikiz
daha vardı.
İnanışa göre bunların arasında yer alan ve hükmetmek isteyen Pemba yumurtayı
erken terk ederek plasentasının bir parçasını yırttı. Pemba uzaya düştü ve
yırtık plasentası toprağa dönüştü. Yumurtayı erken terk ettiği için bu parçadan
oluşan toprak kurak ve çoraktı ve Pemba'ya hiçbir faydası yoktu. Böyle olunca
Pemba ikizine geri bağlanmak ve plasentanın geri kalanındaki yerini almak için
geri dönmeye çalıştı. Ama aradığını bulamamıştı çünkü tanrı Mangala kalan
plasentayı güneşe çevirmişti. Böylece Pemba, Mangala'nın köprücük kemiğinden
erkek tohumları çaldı ve onları götürüp çorak toprağa dikti. Plasentanın
kanından oluşan bu kuru topraklardan yalnızca bir erkek eleusin tohumu
filizlenip büyüyecekti. Pemba tohumu çaldığı ve tohum Pemba'nın kendi
plasentasında filizlendiği için toprak saf olmayan kirli bir hal aldı ve eleusin
tohumu kırmızıya döndü.
İkiz balık şeklini aldıkları farz edilen diğer erkek ikiz çifti olan Faro,
Pemba'nın yaptıklarından dolayı kefaret olarak, dünyayı arındırmak için kurban
edildi. 60 parçaya bölünen Faro yeryüzüne düşerek ağaç haline geldi. Bunun
üzerine tanrı Mangala, Faro'ya bir insan formu vererek hayata döndürdü ve onu
plasentasından yapılmış bir gemiyle (ark) dünyaya gönderdi. Onunla birlikte
hepsi Faro'nun plasentasından yapılmış ve insanlığın orijinal ataları haline
gelen dört çift erkek ve dört çift dişi çift de dünyaya geldi. Dünyaya
gönderilen ve plasentadan yapılmış olan ark ayrıca erkek ve dişi yaşam gücünü
taşıyan tüm hayvanları ve bitkileri barındırıyordu. Yaratılan insanlardan
Sourakata kendini kurban eden Faro'nun kafatasından yapılan kutsal davulu
kullanarak yağmur yağmur yağdırmaya çalışıyordu. Yağmur gelmeyince demirci
ataları yeryüzüne gelip çekiciyle bir kayaya vurunca yağmur yağmaya başladı.
Faro insanlığın bildiği tüm dünyayı tanrı Mangala'nın ilk yumurta tohumlarının
torunlarından yarattı. Faro, kardeşi Pemba'nın saf olmayan kirli tohumlarını
yıkamaya çalışırken suların toprağı basmasına neden oldu. Oluşan bu tufandan
sadece Faro'nun gemisi tarafından korunan iyiler kurtarıldı. [2][3]
Efsaneye genel hatları ile bakıldığında yaşadıkları coğrafya
dolayısı ile bitki ve tohumların baş rolde olması, yağmur için dua edilmesi ve
verimli-verimsiz topraklara dair anlatıların varlığı Afrikalı Mande topluluğunun
yaşam şeklinin, hayatlarının ve tabiatı anlamlandırma çabalarının efsanenin
oluşumundaki güçlü ve ana etkenler olduğu açıktır. Fakat Hristiyan misyonerlerin
özellikle Afrika ülkelerindeki etkisi ile (ki Müslüman misyonerler de aynı
bölgelerde İslamı yayma çalışmaları yürütmektedir) bölge insanın mitlerinde
İbrahimi dinlerdeki Tufan efsanesine benzer bir anlatının da yer aldığı
görülmektedir.
Sproul 1979, p. 67
Sproul 1979, pp. 67–68
Leeming & Leeming 1994
●►Üye olarak platforma destek olabilirsiniz: KATIL
Leviathan (İbranice: לִוְיָתָן, Livyatan) Yahudi inancında deniz yılanı
şeklinde bir yaratıktır ve bu yaratıktan Tevrat, Eyüp Kitabı, Mezmurlar,
Yeşaya Kitabı, Amos Kitabı ve doğruluğuna şüpheli bakılan Hanok'un ilk
kitabında bahsedilmektedir.
Hem adı hem de mitolojik figürün kendisi Baal Döngüsü'nde Hadad tarafından
mağlup edilen deniz tanrısı Yammu'nun hizmetkarlarından biri olan Ugarit deniz
canavarı Lôtān'un doğrudan devamıdır ve Eyüp Kitabı'ndaki Livyatan eski
Kenanlı deniz tanrısı Yam'ın hizmetkarı olan Lotan adlı ilkel su yaratığının
tanrı Baal Hadad tarafından öldürüldüğü inancının bir yansımasıdır.
Marduk tarafından mağlup edilen Mezopotamya tanrıçası Tiamat ile özellikle
üstlendiği rol bakımından paralellikler gösterirler. Benzer ejderda ve dünya
sürüngeni mitleri konusunda daha geniş bir karşılaştırma yapmak gerekirse
Hinduizm hava ve savaş tanrısı İndra Vritra adlı sürüngeni, İskandinav tanrısı
Thor ise Jörmungand adlı sürüngeni öldürür. [1]
Zaten Leviathan Tevratta'da yer almaktadır ve güçlü bir düşman olan Babil için
bir mecaz olarak kullanılmıştır. Bunu Yeşaya 27: 1'de de görmek mümkündür.
Bazı 19. yüzyıl alimleri ise bunu pragmatik bir şekilde değerlendirmiş ve suda
yaşan timsah gibi büyük canlılara atıfta bulunulmuştur şeklinde
yorumlamışlardır. [2] Kelime daha sonraları zamanla "büyük balina" ve genel
anlamda deniz canavarları için bir terim olarak kullanılmaya başlanmıştır.
Livyatan'dan Tanah'ta Eyüp 3:8, Eyüp 40:15 - 41:26, Mezmurlar 74:14,
Mezmurlar 104:26 ve İşaya 27:1'de bahsedildiği görülür.
Eyüp 41:1–34'ün özellikle yaratığı tarif etmeye adandığı görülür:
“Livyatan’ı çengelle çekebilir misin, dilini halatla bağlayabilir
misin?
Burnuna sazdan ip takabilir misin, kancayla çenesini delebilir misin?
Yalvarıp yakarır mı sana, Tatlı tatlı konuşur mu?
Seninle antlaşma yapar mı, onu ömür boyu köle edesin diye?
Kuşla oynar gibi onunla oynayabilir misin,hizmetçilerin eğlensin diye
ona tasma takabilir misin?
Balıkçılar onun üzerine pazarlık eder mi? Tüccarlar aralarında onu
böler mi?
Elini üzerine koy da, çıkacak çıngarı gör, bir daha yapmayacaksın
bunu.
Onu yakalamak için umutlanma, görünüşü bile insanın ödünü patlatır.
Onu uyandıracak kadar yürekli adam yoktur. Öyleyse benim karşımda kim
durabilir?
Kim benden hesap vermemi isteyebilir? Göklerin altında ne varsa bana
aittir.
“Onun kolları, bacakları, zorlu gücü, güzel yapısı hakkında konuşmadan
edemeyeceğim.
Onun giysisinin önünü kim açabilir? Kim onun iki katlı zırhını
delebilir?
Ağzının kapılarını açmaya kim yeltenebilir, dehşet verici dişleri
karşısında?
Sımsıkı kenetlenmiştir sırtındaki sıra sıra pullar,
Öyle yakındır ki birbirine aralarından hava bile geçmez.
Birbirlerine geçmişler, yapışmış, ayrılmazlar.
Aksırması ışık saçar, gözleri şafak gibi parıldar.
Ağzından alevler fışkırır, kıvılcımlar saçılır.
Kaynayan kazandan, yanan sazdan çıkan duman gibi Burnundan duman
tüter.
Soluğu kömürleri tutuşturur, alev çıkar ağzından.
Boynu güçlüdür, dehşet önü sıra gider.
Etinin katmerleri birbirine yapışmış, sertleşmiş üzerinde,
kımıldamazlar.
Göğsü taş gibi serttir, değirmenin alt taşı gibi sert.
Ayağa kalktı mı güçlüler dehşete düşer, çıkardığı gürültüden ödleri
patlar.
Üzerine gidildi mi ne kılıç işler, ne mızrak, ne cirit, ne de kargı.
Demir saman gibi gelir ona, tunç çürük odun gibi.
Oklar onu kaçırmaz, anız gibi gelir ona sapan taşları.
Anız sayılır onun için topuzlar, vınlayan palaya güler.
Keskin çömlek parçaları gibidir karnının altı, düven gibi uzanır
çamura.
Derin suları kaynayan kazan gibi fokurdatır, denizi merhem çömleği
gibi karıştırır.
Ardında parlak bir iz bırakır, insan enginin saçları ağarmış sanır.
Yeryüzünde bir eşi daha yoktur, korkusuz bir yaratıktır.
Kendini büyük gören her varlığı aşağılar, gururlu her varlığın kralı
odur.”
Mezmurlar 104'te Tanrı Leviathan da dahil olmak üzere her şeyi yarattığı
için övülür ve İşaya 27: 1'de Livyatan için "zamanın sonunda öldürülecek
olan "kıvrımlı yılan" denir. [7]
Yaratılış bölümünde 1:21'de şöyle yazar: "Tanrı büyük deniz canavarlarını,
sularda kaynaşan canlıları ve uçan çeşitli varlıkları yarattı. Bunun iyi
olduğunu gördü."
Kral James Versiyonunda ise ifadenin deniz canavarı olarak değil de "büyük
balinalar" şeklinde çevrildiği görülür [11][12]
Mezmurlar 104'te ise Livyatan zararlı bir varlık olarak değil de tanrının
yaratma eyleminin bir parçası olan okyanus canlıları olarak tanımlanır
[13]
Tanrı ve deniz canavarı arasındaki rekabet ve Leviathan'ın İsrail'in [14]
güçlü düşmanlarını tanımlamak için kullanılması Mezopotamya ve Kenan
efsanelerinin etkisinin bir sonucu olabileceği gibi Mısır mitolojisindeki
Apep yılanı ile güneş tanrısı Ra arasındaki yarışmayı da yansıtıyor
olabilir. Alternatif olarak Tanrı ile Livyatan arasındaki rekabetin
ortadan kaldırılması Livyatan'ı tanrısallıktan iblisliğe oradan da
canavara indirgeyen bir girişimi yansıtmış da olabilir.
MUSEVİLİKTE LİVYATAN
Daha sonraki Yahudi kaynakları Livyatan'ı derinlerdeki kaynakları üzerinde
yaşayan ve erkek kara canavarı Behemoth ile birlikte zamanın sonunda adilce
hizmet edecek bir ejderha olarak tanımlamaktadır. Hanok Kitabı (60: 7-9)
Leviathan'ı tıpkı Babil mitosunda yaratılışı başlatan güçlerden biri olan
tanrıça Tiamat gibi su boşluğunda yaşayan dişi bir canavar olarak, Behemot'u
ise Günaydın çölünde ("Cennet'in doğusunda") yaşayan bir erkek canavar
şeklinde tanımlar. [7]
Tanah'ın açıklama ve izahlarının bulunduğu Yahudi Midraş'ında Tanrı'nın
başlangıçta bir erkek ve bir dişi Livyatan yarattığı ancak çoğalarak dünyayı
yok etmesinler diye dişiyi parçalayıp öldürdüğü ve etlerini de Mesih'in
gelişinde doğru kişilere verilerek ziyafet çekilmesi için sakladığı
yazmaktadır [17] [18]
Talmud ve Tanah'ın ilk kapsamlı tefsirlerinin yazarı Rashi'nin Tekvin 1:21
hakkındaki yorumu da aynı doğrultudadır:
Masallardaki (Agadah BB 74b) denizdeki büyük balık sözleriyle Leviathan ve onun
eşine atıfta bulunur, çünkü onları erkek ve dişi yarattı ve gelecekteki doğrular
için dişiyi öldürdü ve onu tuzladı. Çünkü eğer ürerlerse dünya var olamazdı.
Metinde הַתַּנִינִם yazılıdır. Yani çoğul olanı ifade eden ve sona gelen
"yud" eki eksiktir. Bu da Livyatan sayısının iki olarak kalmadığı ve
sayılarının bire indirildiği anlamına gelir.
[from Gen. Rabbah 7:4, Midrash Chaseroth V’Yetheroth, Batei Midrashoth, vol
2, p. 225].
Talmud'da Baba Batra 75a'da Leviathan'ın
katledileceği ve etinin Mesih geldiğinde salih kişilere ziyafet olarak
hizmet edeceği, derisinin ise ziyafetin yapılacağı çadırı örteceği
anlatılır. Bu nedenle Sukot, diğer adı ile Çardak Festivali'nden ayrılırken
son bir dua okunur.
Dua şöyledir: "Tanrımız Tanrımız ve atalarımızın Tanrısı Senin isteğin
olsun. Bu çardağı yerine getirdiğim ve yaşadığım gibi gelecek yıl Kudüs'te
Livyatan derisinin çardağında yaşamayı hak edebilir miyim? "[20]
Leviathan'ın muazzam boyutu, bu canavarla ilgili neredeyse tüm
masalları (Agadahları) ele alan Yohanan bar Nafha tarafından şöyle
anlatılır: "Bir kez bir gemiye bindiğimizde kafasını sudan çıkaran bir balık
gördük. Üzerinde "Ben denizde yaşayan en acımasız yaratıklardan biriyim. Üç
yüz mil uzunluğundayım ve bu gün Livyatan'ın ağzına giriyorum" yazılı
boynuzları vardı". [21][18]
Haham Dimi, Haham Yohanan adına şöyle bildirir: Livyatan acıktığında
ağzından derinlerin tüm sularını kaynatacak kadar büyük bir ısı gönderir ve
eğer kafasını cennete (Aden'e) koyarsa hiçbir canlı onun kokusuna
katlanamaz. [21]
Yaşadığı yer Akdeniz'dir ve Ürdün nehrinin suları onun ağzına dökülür. [22]
[18]
Bir başka Midraş'ta (Pirke de-Rabbi Eliezer) kaydedilen bir efsaneye
göre Yunus'u yutan balıkların her gün bir balina yiyen Livyatan adlı
yaratıktan tarafından yenmekten kıl payı kurtuldukları belirtilir.
Leviathan'ın
vücudu, özellikle gözleri, büyük bir aydınlatıcı güce sahiptir. Bu,
muhtemelen Haham Yuşa ile birlikte çıktığı yolculuk sırasında aniden ortaya
çıkan parlak ışıktan korkan ve bu ışığın Livyatan'ın gözlerinden
geldiğine inanan Haham Eliezer'in görüşüydü.
Eyüp 41:18'de Livyatan hakkında "Aksırması ışık saçar, gözleri şafak gibi
parıldar." [23] yazsa da doğaüstü gücüne rağmen Livyatan büyük balıkların
solungaçlarına yapışan ve onları öldüren "kilbit" adlı küçük solucandan
korkmaktadır. [24] [18]
11.yy'da Şavuot'ta okunan Akdamut şiirinde (piyut) Tanrı'nın
nihayetinde "güçlü yüzgeçlere" sahip olduğu anlatılan Leviathan'ı
katledeceği ve cennetteki tüm insanlara görkemli bir ziyafet ile sunulacağı
öngörülür.
Yahudi Kabala'sının en önemli eserlerinden olan Zohar'da Livyatan
aydınlanma için bir metafordur. Zohar günlerin sonunda Leviathan'ın derisini
yiyen doğru insanlar efsanesinin gerçek olmadığını bunun sadece aydınlanma
için bir metafor olduğunu söyler. [25]
Zohar ayrıca Leviathan'ın bir eşi olduğunu da ayrıntılı olarak belirtir [26]
ve Leviathan metaforunu Zohar 2:11b ve 3:58a'daki "tzaddik" veya " doğru
olan" ile ilişkilendirir.
Abraham Isaac Kook'a göre "Kuyruğu ağzına yerleştirilmiş" (Zohar) ve "tüm
dünyayı çevreleyen, etrafında dönen" (Baba Batra 74b'de Rashi) Leviathan eşi
olmayan tekil bir yaratıktır ve evrenin temeldeki birliğini yansıtan bir
metafordur. Bu birlik ise ancak hak tanıyanlar gelecekte Leviathan ile
ziyafet çekeceği zaman açığa çıkacaktır. [28]
HRİSTİYANLIK'TA LİVYATAN
Leviathan'ın Şeytan'ın bir imgesi olarak da kullanıldığı ve onları yemeye
teşebbüs ederek hem Tanrı'nın yaratıklarını hem de Tanrı'nın yaratmasını
kaos sularında yarattığı kargaşayla tehdit ederek tehlikeye atar. [29]
St. Thomas Aquinas, Leviathan'ı ilk olarak ona uyan günahkarları
cezalandıran kıskançlık şeytanı olarak nitelendirdi (Secunda Secundae Soru
36).
Peter Binsfeld da Leviathan'ı kıskançlığın iblisi olarak sınıflandırdı ve
yedi ölümcül günaha karşılık gelen yedi Cehennem Prensinden biri olduğunu
belirtti.
Leviathan yaklaşık olarak 800'den itibaren Anglo-Sakson sanatında ve
Avrupa'nın her yerinde görülen, Lanetlilerin mahşer gününde ağzında
kaybolduğu bir yaratık olan Cehennem Ağzı'nın görsel motifiyle
ilişkilendirildi. [30] [31]
Tüm bunlara ek olarak İncil'in Gözden Geçirilmiş Standart Versiyonu, Eyüp
41:1'deki bir dipnotta Livyatan'ın timsah için kullanılmış bir isim
olabileceğini, 40:15'in bir dipnotunda da Behemot'un su aygırı için
kullanılmış bir isim olabileceğini öne sürer. [32]
Cirlot, Juan Eduardo (1971). A Dictionary of Symbols (2nd ed.). Dorset
Press. p. 186.
Wilhelm Gesenius, Samuel Prideaux Tregelles (trans.) (1879). Hebrew
and Chaldee lexicon to the Old Testament.
Uehlinger (1999), p. 514.
Herrmann (1999), p. 133.
Heider (1999).
Uehlinger (1999), p. 512.
van der Toorn, K.; Becking, Bob; van der Horst, Pieter Willem, eds.
(1999). Dictionary of Deities and Demons in the Bible. Wm. B. Eerdmans
Publishing. pp. 512–14. Retrieved 13 July 2012.
Hermann Gunkel, Heinrich Zimmern; K. William Whitney Jr., trans.,
Creation And Chaos in the Primeval Era And the Eschaton: A
Religio-historical Study of Genesis 1 and Revelation 12. (Grand
Rapids: MI: Erdmans, 1895, 1921, 2006).
Enuma Elish, Tablet IV, lines 104–105, 137–138, 144 from Alexander
Heidel (1963) [1942], Babylonian Genesis, 41–42.
Jewish Publication Society translation (1917).
Gen. 1:21.
Gen. 1:21 (KJV).
Ps. 104.
For example, in Isaiah 27:1.
Hermann Gunkel, Heinrich Zimmern; K. William Whitney Jr., trans.,
Creation And Chaos in the Primeval Era And the Eschaton: A
Religio-historical Study of Genesis 1 and Revelation 12. (Grand
Rapids: MI: Erdmans, 1895, 1921, 2006). p. 37-38.
Watson, R.S. (2005). Chaos Uncreated: A Reassessment of the Theme of
"chaos" in the Hebrew Bible. Walter de Gruyter. ISBN 3110179938, ISBN
9783110179934
Babylonian Talmud, tractate Baba Bathra 74b.
One or more of the preceding sentences incorporates text from a
publication now in the public domain: Hirsch, Emil G.; Kaufmann
Kohler; Solomon Schechter; Isaac Broydé (1901–1906). "Leviathan and
Behemoth". In Singer, Isidore; et al. (eds.). The Jewish Encyclopedia.
New York: Funk & Wagnalls. Retrieved 3 September 2009.
Chabad. "Rashi's Commentary on Genesis". Retrieved 25 October 2012.
Finkel, Avraham (1993). The Essence of the Holy Days: Insights from
the Jewish Sages. Northvale, N.J.: J. Aronson. p. 99. ISBN
0-87668-524-6. OCLC 27935834.
Babylonian Talmud, Baba Bathra 75a.
Babylonian Talmud, Bekorot 55b; Baba Bathra 75a.
Bava Batra l.c.
Shabbat 77b
Zohar 1:140b. See also Zohar 3:279a
Zohar 1:4b
Matuk Midvash on Zohar 2:11b
Morrison, Chanan; Kook, Abraham Isaac Kook (2013). Sapphire from the
Land of Israel: A new light on Weekly Torah Portion from the writings
of Rabbi Abraham Isaac HaKohen Kook. pp. 91–91. ISBN 1490909362.
Labriola, Albert C. (1982). "The Medieval View of History in Paradise
Lost". In Mulryan, John (ed.). Milton and the Middle Ages. Bucknell
University Press. p. 127. ISBN 978-0-8387-5036-0.
Link, Luther (1995). The Devil: A Mask Without a Face. London:
Reaktion Books. pp. 75–6. ISBN 0-948462-67-1.
Hofmann, Petra (2008). Infernal Imagery in Anglo-Saxon Charters
(Thesis). St Andrews. pp. 143–44. hdl:10023/498.
The Holy Bible Revised Standard Version. New York: Thomas Nelson and
Sons. 1959. pp. 555–56.
●►Üye olarak platforma destek olabilirsiniz: KATIL
AHURA MAZDA'NIN YOLDAN ÇIKAN SEÇİLMİŞ KRALI CEMŞİD
İron'ın mitolojik karakterlerinden biri olan Cemşid, Firdevsi'nin Şehname adlı
eserine göre Keyânîler'den önceki krallık olan Pişdadiler hanedanının
dördüncü kralıdır.
Asıl adı "Cem" olan bu karakterin güzel yüzlü
olmasından ötürü "Şid" yani "ışık" lakabını aldığı belirtilir. Bu figür Avesta
dilinde ışıltılı, ışık anlamlarına gelen Yima (-Kshaeta) adıyla görülür ve
Zerdüşt yazıtlarında "Cemşid" adının da buradan türetildiği (örneğin Yasht 19,
Vendidad 2) belirtilmiştir.
Cemşid, hala İran'ın çevresindeki bölgelerde popüler olan ortak bir İranlı ve
Zerdüşt erkek adı olmaya devam etmektedir. Edward FitzGerald, ismin çevirisini
biraz farklı yaptıysa da İran'ın doğu bölgelerinde, Orta Asya'da ve Hindistan
alt kıtasının Zerdüştleri tarafından Cemşid olarak çevrilmiştir.
Zerdüşt dininin her şeyi bilen yaratıcısı Ahura Mazda, Avesta'nın ikinci
bölümü olan Vendidad'da iyi bir çoban olan Yima'dan onun yasalarını alıp
insanlara iletmesini ister. Ancak Yima reddedince Ahura Mazda ona farklı ve
daha ağır bir görev yükler: Bu da canlıların geliştiğini görebilmesi için
dünyayı yönetip beslemektir. Yima bu görevi kabul eder ve Ahura Mazda ona
altın bir mühür ve altınla işlenmiş bir hançer sunar.
Yima üç yüz yıl boyunca kral olarak hüküm sürer ve dünya insanlarla, kuş ve
hayvan sürüleri ile dolar. Fakat hükümdarlığı süresince kötü güç Ahriman'ın
şeytani hizmetkârları olan devaları servetinden, topluluk ve itibarından
mahrum bırakır. İyi insanlar bolluk bereket içinde yaşar ve ne hasta olur ne
de yaşlanırlar. Her biri on beş yaşından büyük görünmeyen baba ve oğul
birlikte yürürler. Ahura Mazda bir kez daha ziyaret ederek onu aşırı nüfus
konusunda uyarır. Işıkla parıldayan Yima yüzünü güneye doğru çevirir, altın
mührü toprağa bastırır ve hançeriyle onu delip geçerken şöyle der "Ey Spenta
Armaiti, hayvan sürülerini ve toplulukları taşımak için kibarca birbirinden
ayrı bölgelere açıl ve uzaklara uzan, genişle".
Aynı sorun bir kez daha meydana gelmeden önce dünya kabarır ve Yima altı yüz
yıl daha hüküm sürer. Yima bir kez daha mührü ve hançeri toprağa bastırır ve
yeryüzünün daha fazla insanı ve hayvanı taşıyacak şekilde kabarıp
genişlemesini ister ve dünya yeniden şişer. Dokuz yüzyıl sonra dünya yeniden
dolar, aynı çözüm kullanılır ve toprak tekrar şişer.
Hikayenin bir sonraki bölümü, Ahura Mazda ve Yazataların "mükemmel topraklar"
ın ilki olan Airyanem Vaejah'da buluşmasını anlatır. Yima burada "ölümlülerin
en iyileri" grubuna katılırken Ahura Mazda onu yaklaşan bir felaket konusunda
uyarır: "Ey güzel Yima, Vivaŋhat'ın oğlu! Maddi dünyaya kötü kışlar düşmek
üzere, bu şiddetli olacak, dağların en yüksek tepelerindeki bir arədvi bile
olsan ölümcül don ile maddi dünyanın üzerine kötü kışlar düşmek üzere, bu kar
tanelerini kalınlaştıracak. "
Ahura Mazda bu uyarısından sonra Yima'ya iki mil (3 km) uzunluğunda ve iki mil
(3 km) genişliğinde çok katlı, mağara şeklinde bir Vara (Avesta dilinde:
muhafaza/korunaklı yer) yapmasını tavsiye eder. Bu sığınak, en güçlü, sağlıklı
erkek ve kadınlarla, her hayvan, kuş ve bitkiden çift olacak şekilde
doldurulur ve önceki yaz toplanan yiyecek ve sular da burada depolanır. Yima,
toprağı ezerek bir ayağının damgası yani iziyle tıpkı bir çömlekçinin kil
yaptığı gibi onu şekillendirip yoğurarak Vara'yı yaratır. Sokakları ve
binaları yaratır ve orada 2.000'e yakın insanı yaşatır. Karanlığı engellemek
için bu korunak içinde yapay ışık yaratır ve sonunda Vara'yı altın bir yüzük
ile mühürler.
Fakat zaman geçtikçe Avesta'nın söz konusu kahramanı Yima, Pers mitolojisinin
dünyayı yöneten karakteri Cemşid'e dönüşür ve inanışa göre onun Cam-i Cem
adında sihirli, ölümsüzlük iksiriyle dolu ve evreni gözlemlemesine izin veren
yedi halkalı bir bardağı vardır.
Firdevsi'nin Şehname'sine göre dünyanın dördüncü kralı olan Cemşid dünyanın
tüm melek ve şeytanlarına hükmediyordu ve Hürmüz'ün (Bir dönem İranlılarının
Ahura Mazda'sı) hem kralı hem de baş rahibiydi. Zırh ve silah imalatı, keten,
ipek ve yünlü giysilerin dokunması ve boyanması, tuğladan ev inşası, mücevher
ve değerli metal işçiliği, parfüm ve şarap yapımı, tıp sanatı ve yelkenli
gemilerin seyri konusunda rehberlik etmek gibi halkı için hayatı daha güvenli
kılan pek çok icattan sorumluydu. Zerdüştlerin giydiği dini kıyafet olan südre
ve bağladıkları kusti adlı kuşak Cemşid'e atfedilir.
Cemşid insanları 4 gruba ayırır:
Hürmüz'e ibadet eden rahipler
Kollarının gücüyle halkı koruyan savaşçılar
İnsanları besleyen, tahılı yetiştiren çiftçiler
Halkın rahatlığı ve keyfi için ürünler üreten zanaatkarlar
Cemşid artık dünyanın tanıdığı en büyük hükümdar haline gelir. Kendisine ilahi
lütufla onun için yanıp tutuşan, göz alıcı bir ihtişamı olan kraliyet
bahşedilir. Fakat Cemşid bulunduğu büyük ve güçlü konumu beğenmeyerek
yükseklere çıkmak ister ve mücevherlerle kaplı bir taht yaptırır. Eğer isterse
devler tahtını kaldırarak göklere kadar çıkarır.
Bir gün bu tahtın üzerine oturur ve ona hizmet eden devler tahtı yukarı
kaldırdığında Cemşid havanın ortasında parlayan güneş gibi oturur. Dünyanın
bütün halkları onun talihindeki parlaklığı görünce hayrete düşer ve onu
överler. Cemşid'in üzerine mücevherler saçarak o güne Nevruz adı
verirler.
Ferverdin ayının ilk günü olan bu günde ilk olarak Nevruz bayramını ("yeni
gün") kutlarlar. İnanışa göre yeni yılın ilk günü olan Ferverdin ayının
birinci gününde insanın vücudu zahmet ve kinden kurtulur. Zerdüşt takvimine ek
olarak Hindistan Zerdüştlerinin izlediği varyantında Ferverdin ayının ilk
gününe hala Cemşid-i Nevruz denmektedir.
Bir hata sonucu Cemşid'in başkentinin Persepolis harabelerinin bulunduğu
yerde olduğuna inanılıyordu. Yüzyıllar boyunca (MS 1620'ye kadar) "Cemşid'in
Tahtı", Taht-ı Cemşid olarak adlandırıldı. Ancak Persepolis aslında Ahameniş
krallarının başkentiydi ve İskender tarafından tahrip edilmişti. Benzer
şekilde Persepolis yakınlarındaki Ahameniş ve Sasani mezar oymalarının
efsanevi kahraman Rüstem'in görüntüleri olduğuna inanılıyordu ve bu yüzden
Naş-ı Rüstem olarak adlandırılıyordu.
Cemşid'in üç yüz yıl boyunca hükmettiği dönemde uzun ömür artar, hastalıklar
def edilir, barış ve refah hüküm sürer ve tüm devler birer köle gibi onun
emrinde bulunurlar. Ancak Cemşid'in gururu gücüyle birlikte büyür ve
saltanatının tüm nimetlerinin Tanrı'ya bağlı olduğunu unutmaya başlar. Halkına
sahip oldukları tüm iyi şeylerin yalnızca kendisinden geldiğini söyleyerek
övünür ve sanki kendisi Yaradanmış gibi halktan kendisine ilahi şerefler,
sıfatlar verilmesini talep eder.
Bu andan itibaren tanrının lütfu Cemşid'den ayrılır, halk ona karşı tavır
almaya ve ondan yüz çevirmeye başlar. Öyle ki koca ordusu bile 21 yıl içinde
tamamen yok olur. Cemşid tövbe eder ancak artık zaferler ona asla geri
dönmeyecektir.
Bu kısım Şehname'de şöyle geçer:
Geçen bu müddet zarfında, hiç kimse, padişahtan iyilikten başka bir şey
görmedi.
Âlem baştanbaşa kendisine kul oldu ve o da taşıdığı büyüklükle tahtında
oturdu.
Bir gün, tahtına baktı, birdenbire kendisine bir gurur geldi,
dünyada kendisinden başka kimseyi görmedi.
O , Tanrı’ya tapan padişah benlik gösterdi, Tanrı’sından yüz çevirdi,
nankörlükte bulundu.
Ordusundan ileri gelen adamları çağırdı ve bak onlara nasıl sözler söyledi.
Bu yaşlı, büyük adamlara: "Ben, dünyada kendimden başka (kimseyi
tanımıyorum...
"Hüner, sanat benim sayemde meydana geldi. Saltanat tahtında benim gibi bir
padişahı kim
görmüştür?
"Dünyayı güzellikle süsleyen benim. Dünyayı istediğim hale getirdim.
"Yemeniz, uyumanız, rahatınız, giyinmeniz, hulâsa bütün emelleriniz benim
sayemde vücut buldu.
"Büyüklük, taç ve padişahlık benimdir. Benden başka bir kimsenin padişah
olduğunu kim söyleyebilir?
"Benim bulduğum devalarla herkes sağlığa kavuştu. Artık hastalık, ölüm
kimseye zarar vermez
oldu..
"Dünyada benden başka birçok padişahlar olsa bile, bir adamı ölümden
kurtarmak benden başka kime nasip olmuştur? ”
"Siz, vücudunuzdaki zekâ ve canı bana borçlusunuz! Bana yalnız Ehrimen olan
tapmaz.
“Dünyayı istediğim hale getirdim!’’ yerine “Yeryüzünden zahmeti kaldıran
benim!”
"Eğer siz şimdi bunların hepsini benim yaptığımı kabul ediyorsanız, cihanı
benim yarattığıma
inanmalısınız!
Cemşid tanrıyı oynamaya kalkınca her şey ters teper. Ahriman'ın etkisi
altındaki Arabistan'ın yasal hükümdarı Dahhāk Cemşid'e savaş açar ve Cemşid'in
pek çok hoşnutsuz tebaası tarafından memnuniyetle karşılanır. Cemşid
başkentinden dünyanın öbür ucuna kaçar ama sonunda Dahhāk tarafından tuzağa
düşürülerek vahşice öldürülür. Böylece 700 yıllık bir saltanattan sonra
insanlık medeniyetin tepelerinden Dahhak'ın yönetmeye başladığı Karanlık Çağ'a
geri döner.
CEMŞİD VE ŞARAP EFSANESİ
Cemşid ile ilgili bir şarap efsanesi de vardır.
Kral Cemşid şarabın tarihi ve keşfi ile ilgili bir masalda da belirgin bir
şekilde yer alır. Pers efsanesine göre kral harem hanımlarından birini
krallığından sürerek onun umutsuzluğa kapılmasına ve intihar arayışına
girmesine neden olur. Kralın deposuna giden kız bozulmuş ve içilemeyeceği
düşünülen üzüm kalıntılarını içeren "zehir" işareti olan bir kavanoz
aramaktadır.
Kız bozuk olduğunu düşündüğü sözde zehri içtikten sonra üzerindeki hoş
etkilerini fark eder ve morali yerine gelir. Keşfini krala götürür ve kral bu
yeni içeceğine yani şaraba o kadar hayran kalır ki kızı haremine geri almakla
kalmaz, aynı zamanda Persepolis'te yetişen tüm üzümlerin şarap yapımına
adanmasına karar verir.
Çoğu şarap tarihçisi bu hikayeyi saf bir efsane olarak görse de şarabın erken
dönem Pers kralları tarafından bilindiğine ve kapsamlı bir şekilde ticarete
konu edildiğine dair arkeolojik kanıtlar vardır.
http://www.sacred-texts.com/hin/iml/iml08.htm
Sherman, Josepha (August 2008). Storytelling: An Encyclopedia of
Mythology and Folklore. Sharpe Reference. pp. 118–121. ISBN
978-0-7656-8047-1.
Quotations in the following section are from James Darmesteter's
translation [1] of the Vendidad , as published in the 1898 American
edition of Max Müller's Sacred Books of the East
T. Pellechia (2006). Wine: The 8,000-Year-Old Story of the Wine Trade.
London: Running Press. ISBN 1-56025-871-3. pp. XI–XII.
Firdevsi, Şehname
●►Üye olarak platforma destek olabilirsiniz: KATIL
Şöyle başlamak isterim Hristiyanlar ilk yayılma zamanlarında yada Milan
fermanına kadar diyelim çok fena zulüm ve işkenceye maruz kaldılar zira
Hristiyanlık paganlığa Romalıların dinine göre çok farklılık gösteren bir din
olmuştu bunun birçok sebebi olduğu gibi en büyük sebebi de tek bir tanrı
olabileceğini paganların anlayamaması olarak yorumlayabiliriz.
Romalılar çoğunlukla dini inanç konularında hoşgörülü davrandılar ve sayısız
dini tarikat, kült, kurtarıcı ve kurtarıcıların kısıtlama olmaksızın
proleterleşmesine izin verdiler. Toplumun sadık ve itaatkâr üyeleri, İsa da
dahil olmak üzere istedikleri Tanrı'ya inanabilirler. İnanç, Roma makamlarının
ilgisini çekmeyen özel bir konuydu. Roma uyumu, otoriteye itaat etmeye ve
devlete sadakatin - Roma Tanrılarına sembolik fedakarlıklarla özetlenerek -
vaat edilmesine dayanıyordu. Daha sonraki yanlış algıların aksine, ilk başta
Romalılar İsa'ya olan inanca karşı çıkmadılar. Daha ziyade, Romalılar Roma
otoritesini Hristiyanlaşmanın nedeni olarak reddedenlere, Roma Tanrılarına
kurban etmeyi reddeden inananların (bağlılık yeminin eşdeğeri) dahil
edilmesine zulmettiler. İsa'nın Yahudi olmayan inançlılara yönelik Roma zulmü
iki yüzyıldan fazla sürdü ve yerel düzeyde tacizi içeriyordu ve zulmü resmen
onayladı ya da reddetti. Resmi olarak yaptırım uygulanan Roma zulmü en çok
Marcus Aurelius (161-180), Decius (249-251), Diocletian (281-305) ve Galerius
(305-312) saltanatı sırasında yoğun olmuştur.
Bundan çıkaracağımız sonuç Romalılar hoşgörülü fakat otoriterdir, tabiri
caizse tanrı göklerden tüm insanlığın duyabileceği bir şekilde bizimle konuşsa
bile şahsi fikrim Romalıların ne kadar doğru olsa da bu dine bile
kabulleneceklerini sanmam tabi bunun üstüne sürebileceğiniz argümanda
Romalıların daha doğrusu önce doğu romanın Hristiyanlığı kabul edişidir.
Kökenini ve Hristiyanlığın başlangıçta paganlıktan ne kadar farklı olduğunu
açıkladığıma göre sıra neden Hristiyanlığın paganlaştığına geldi.
HRİSTİYANLIĞIN PAGANLAŞMA NEDENLERİ
Hristiyanlığı tebliğ etmek yada misyonerlik bunun en başlıca sebebidir.Şöyle
düşünebilirsiniz yepyeni bir dini görüş ama asırlardır hakim olan başka bir
dini görüş de bunun rakibi bu yüzden bu dini karşına almak yerine onu
yozlaştırarak kendi dinini onun içinde büyütmelisin bakın bu tamamen kişilerin
dinlerini yayma isteği yüzünden dinini çarpıtarak yaymak ne kadar doğru
tartışılır tabi.Zamanın misyoner Hristiyanları Hristiyanlığı paganlığa
benzeterek tebliğ ettiler ki insanlar yabancılaşmasın yada Hristiyanlığa kolay
geçebilsin.
Dünyadaki bir çok dini görüşte tanrının oğlu terimi vardır, veya
tanrının tahtını kendi kanından oğluna devretmesi. Güneş tanrısı Apollon
Zeus’un Leto’dan olan oğlu Apollon Zeus’un veliaht oğludur,bir örnek vermek
gerekirse ikonalarda yada fresklerde İsa’nın kafasında hale ile resmedilmesi
de diyebilirim.
HRİSTİYANLIĞIN İÇİNDEKİ PAGAN ÖGELER
Mitra, Diyanissos, Attis, Krişna , Hepsinin doğumu 25 Aralıktır ve hepsi
çarmığa gerilmiştir. Sizce de benzer değil mi?
İsa'dan öncede ölüp dirilen pagan tanrılar olmuştur,bu GrekoRomen inanç
Hristiyanlığı öyle etkilemiştir ki İncil bile İsa'nın dili olan Aramice
değilde Yunanca yazılmıştır.
Komünyon ayini;
Komünyon ayini ekmek ve şarap ayini olarak bilinir ve İsa'nın kanı olan şarabı
içip İsa'nın eti olan ekmeği yiyerek arınmayı amaçlar.
İncil de bu şöyle ifade edilir;
Yu 6:53 İsa onlara şöyle dedi: «Size doğrusunu söyleyeyim, İnsanoğlu’nun
bedenini yiyip kanını içmedikçe, sizde yaşam olmaz.
Yu 6:54 Bedenimi yiyenin, kanımı içenin sonsuz yaşamı vardır ve ben onu son
günde dirilteceğim.
Yu 6:55 Çünkü bedenim gerçek yiyecek, kanım gerçek içecektir.
Yu 6:56 Bedenimi yiyip kanımı içen bende yaşar, ben de onda.”
Peki ya bu ayetlerin kökeni nedir?
Pagan Yunanların Dionysos ve Attis kültürüdür,Dionysosçular bazen bir hayvanı
kurban ederek ve etini yiyerek sembolik olarak Dionysos'un ruhu ile bütünleşip
arınmayı yada ruhen ölümsüz olmayı amaçlamışlardır,
Bugün kiliselerde hala gerçekleştirilen bu ayini İncil yazarları (yada her kim
yazdıysa) bu kültten alıp İncil'de İsa'nın ağzındanmış tanrının sözüymüş gibi
anlatmışlardır.
Yukarıda anlattığım gibi bu ayetler sadece Yuhanna incilinde geçer çünkü
Yuhanna incili ve Pavlus’un mektupları paganizmden en fazla etkilenen
yazıtlardır. İncil'de yine paganizmden ziyadesiyle etkilenmiş bir hikaye daha
vardır;
Yu 2:7 İsa hizmet edenlere, «Küpleri suyla doldurun» dedi. Küpleri ağızlarına
kadar doldurdular.
Yu 2:8 Sonra hizmet edenlere, «Şimdi bundan alın, şölen başkanına götürün»
dedi. Onlar da götürdüler.
Yu 2:9-10 Şölen başkanı, şaraba dönüşmüş suyu tattı.”
Suyu şaraba dönüştürmek sıradan bir mucize sayılabilir ama bununda kökeni yine
şarap tanrısı Dionysosdur.
Dionysos da aynı İsa gibi suyu şaraba dönüştürmüştü…Ve bu mucize Dionysos
inançlılarınca sürekli dile getiriliyordu…Yuhanna incili yazarları bu mucizeyi
kendi tanrıları olan İsa’ya uyarlayıverdiler.
MİTRA VE İSA MESİH BENZERLİĞİ
Mitra’nın kayadan doğduğu belirtilen versiyonlarında “kayadan gelen Tanrı”
(Theos ek Petras) olduğu söylenirdi. Takipçileri, kurtarıcı Tanrı Mitra’nın
doğduğu bu kayadan çıkan “ruhsal” suyu içmeye çalışırdı. Aynı hikaye İsa’ya
şöyle uyarlanmıştır;
Hepsi aynı ruhsal içeceği içti. Artlarından gelen ruhsal kayadan içtiler, ve o
kaya Mesih'ti.”
Mitra aynı zamanda bir “güneş” Tanrısı idi. Güneş tanrısı olarak takipçileri
tarafından “Light of the World” (Düyanın ışığı) olarak bilinirdi.
İncil’de aynı lakap, İsa’ya uyarlanmıştır:
Yu 8:12 “İsa yine halka seslenip şöyle dedi: «Ben dünyanın ışığıyım. Benim
ardımdan gelen, asla karanlıkta yürümez, yaşam ışığına sahip olur.”
Mitra şöyle der:
Bedenimden yemeyecek ve kanımdan içmeyecek böylece benimle bir olmayacak kişi
kurtarılmayacak kişidir”
Benzer ifade Dionysos'da da bahsettiğim gibi Yuhanna incilinde geçer.
Mitra bir yazıtta şöyle der:
“Ölümsüz kanıp döküp bizi kurtardın” (R. Turcan “Cults of the Roman Empire”
226)
Aynı ifade, “İsa’nın bizim için döktüğü kutsal kanıyla kurtulduk” şeklinde
İncil’de hayat bulur.
Tıpkı İsa gibi Mitra'da öldükten sonra göğe yükselmiş ve insanları yargılamak
için geri döneceği söylenmiştir.
BABA TANRININ ZEUS (JÜPİTER) İLE BENZERLİĞİ
Şimdi biraz da tanrı babanın Zeus ile benzerliğine değinelim.
Baba tanrı dünyada resim sanatında hep saçı sakalı ağarmış bir o kadarda
ruhani ve kuvvetli bir ihtiyar olarak gösterilir.
İlk iki resim Hristiyan tanrısının betimlenişidir.
Ademin yaratılışı (Michalengelo)
Cima da Conegliano'nun Baba Tanrı isimli tablosu, yak. 1515
Şimdi de Zeus'un tasvirlerine bakalım.
4 nehir çeşmesindeki Zeus heykeli (Gianlorenzo Bernini)
Hera ve Zeus (Albertina Müzesi)
Bunlardan anlayacağımız şey ise yalnızca İsa Mesih'in değil baba tanrının
hatta ayin ve ritüellerin çoğunda bile eski pagan inaçlarından esinler
olmasıdır. Bunun nedeni dini yaymak beklide insanların uyum sağlamasını
sağlamaktır zira belki de bunlar olmasaydı Milan fermanı ve Büyük Konstatin’in
Hristiyanlığı kabulünden önce Hristiyanlık küçük topluluklar tarafından
bilinen bir dinden başka bir şey olmayacaktı.
Yükseklerde Gök henüz isimlendirilmemişken, Ve aşağıda, Dünya çağrılmamışken ; Boş ama başlangıçta mevcut olan APSU, Vücuda getiren onları, MUMMU ve TİAMAT – hepsini doğurandı o, Birbirine karışmıştı suları. Saz bitmemişti, bataklıklar ortaya çıkmamıştı. Tanrıların hiçbiri vücuda gelmemişti, Hiçbirinin adı yoktu, kaderleri belirlenmemişti; İşte tam ortalarında tanrılar şekillendi.
Sümer mitolojisi ve İslam konulu yayında, ilgili Sümer efsanelerinin daha sonra Babil'e, farklı toplum ve kültürlere farklılaşarak geçtiğini belirtmiştim. Bunun üzerinden devam edelim.
Sümer yaratılış efsanesinde yaratılış eylemlerini gerçekleştiren tanrılar sayıca çok olsa da temelde Enki ve Enlil başrolü oynamaktaydı. Fakat ilgili efsane Babil'e geçtiğinde Babilonyalıların "Akitu" adını verdikleri Yeni Yıl Şenliği ile ilişkilendirilmesinden dolayı Sümer'de olduğundan daha fazla öneme sahip oldu. Öyle ki törensel bir hal alarak "bir zamanlar yukarılarda" anlamına gelen ve "Enuma Eliş" adıyla bilinen yaratılış destanı şiirinde kendine yer buldu. Yeni Yıl etkinlikleri her yıl sonbaharın başlangıcını simgeleyen 10 günlük kutlamalardan oluşurken, evrenin düzenlenmesini, hayatın yenilenmesini ve gelecek yıl için tüm insanlığın kaderinin yazılmasını vurgulamaktaydı.
Sümer dinini anlatırken "yazgı tabletleri"nin büyük bir öneme sahip olduğu görmüştük. Yaratılış mitosunun Babil çeşitlemesinde yaratılış tabletlerine sahip olacak olan tanrı "Marduk" olduğundan ilgili mitosun baş rolünde de Marduk bulunmaktadır. Babil mitolojisinde Enlil'in yerini alan bilgelik tanrısı Ea yani Enki'dir fakat Marduk Ea'nın oğlu olduğundan ve kendisine verilen görev ve yetkilerden dolayı Marduk ön plana çıkar.
Bu yaratılış mitosuna dair anlatıların en temel kaynağını İngiliz araştırmacıların bulduğu ve yaratılış destanının Babil çeşitlemesini içeren 7 tablet oluşturur ve bilginlerin çoğunun ortak görüşü bu efsanenin M.Ö. 2000 yıllının başlarına ait olduğudur.
Nasıl ki Enki ile Enlil'in baş rolleri Marduk tarafından ele geçirildiyse benzer şekilde Enuma Eliş'in Asur dilinde bulunan bir Asur çeşitlemesinde de Marduk'un yerini Asur tanrısı Asur'un aldığı görülmektedir. Yani imparatorluklarının, başkentlerinin ve tanrılarının adı olan Asur'u (Aşur) ilgili efsaneyi kendilerine göre uyarlarken efsanenin baş rolü konumdaki tanrının yerine getirmişlerdir.
"Enuma Eliş" bizim için bir destan olsa da antik Babil dininde bunun sihirli güçlere sahip bir ilahi-şiir olarak görüldüğü, bu yüzden de bilhassa Babilonya Yeni Yıl kutlamalarında rahipler tarafından okunduğu bilgisine bulunan tabletlerden erişilmektedir.
Nasıl ki Sümer mitoslarında ilk yaratıcı tanrıların daha öncesine dair anlatımlar bulunmuyorsa aynı şekilde Babil Yaratılış Efsanesi de doğrudan tatlı-su okyanusu Apsu ile tuzlu-su okyanusu Tiamat ve vezirleri Mummu (Mummu'dan bazen oğulları olarak bahsedildiği de görülür) dışında hiçbir şeyin bulunmadığı ilksel durumu ve bunların evreni yaratmasını anlatarak başlar. Fakat bu yaratıcıların nasıl var olduğu konusuna değinmez.
►Efsaneye detaylıca girmeden önce dikkat edilmesi gereken nokta şudur ki, efsanede adları geçen tanrı ve tanrıçalar insan olarak düşünülmemelidir. Bunlar gezegenleri, yıldızları, onların hareketlerini, doğadaki güçleri, kent devletlerinin mücadelesini ve siyasal gelişmeleri simgelemektedir. Yani ilgili Babil destanı çıplak gözle görülebilen gezegen ve yıldızların, doğa güçlerinin ilahlaştırılmasını ve bunlar üzerinden evrenin yaratılmasına dair oluşan inancı ve içerir.
Tuzlu su ile tatlı su olan bu iki tanrının karışmaları sonucu yeni tanrılar meydana gelir. Bunlardan ilk ikisi tanrı Lahmu (Lakmu) ve tanrıça Lahumu'dur (Lakamu).
Daha sonra Apsu ile Tiamat'ın çocukları olan bu ikilinin de birleşmeleri sonucu Anşar ile Kinşar, bunların da birleşmeleri sonucu gök-tanrı Anu ile toprak ve su tanrı Nidimmud, diğer bilinen adıyla Ea dünyaya gelir. Daha sonra, 50 isme sahip olan Babil'in koruyucu tanrısı, dünyanın ve cennetin efendisi lakaplı Marduk dünyaya gelir.
Marduk'a, Enki, Enlil, Ninhursag, Ninurta gibi tanrıların vasıfları yüklenir ve böylece Marduk Babil şehrinin baş tanrısı olur.
İlgili efsanede bir süre sonra ilksel tanrılar ile onların çocukları olan tanrılar kuşağı arasında çatışmalar yaşanmaya başlanır ve durum kendi çocuklarını öldürmek isteyen anne-baba halini alır. Yani İbrahimi dinlerde de karşılaştığımız, "yarattıklarını öldürmek isteyen" bir tanrı-tanrılar inancı görülür.
Başlangıç okyanusunu simgeleyen dişi deniz ejderhası yani bir yılan olan Tiamat'ın 2 yönlü kişiliği vardır ve bu yüzden bir yandan var ederken diğer yandan yıkmak ister.
Tanrıça Tiamat ve Apsu diğer tanrıların var olmasını sağlamıştı fakat artık genç tanrıların gürültüleri onları rahatsız etmeye başlar, öyle ki onları yok edip bu gürültüye bir son vermek isterler ve kendilerine akıl vermesi, nasıl yok edeceklerine dair yol göstermesi için Apsu'nun veziri Mummu'ya danışırlar. Tiamat onları yok etme konusunda istekli değilse de kocası Apsu oldukça kararlıdır çünkü genç tanrılar yok edildiğinde rahatlıkla uykusuna devam edebilecektir. Apsu ile Mummu bir yok etme planı hazırlarlar.
Fakat bu plan bir şekilde ortaya çıkınca genç tanrılar korku içinde koşturmaya başlarlar. Her şeyi bilen ve hatta Apsu'nun bile üstadı olan bilgelik tanrısı Ea yani Enki onların yok etme planına karşı bir plan geliştirir. Büyü yapma gücüne sahip olan Ea tüm genç tanrıları etrafında toplar ve onları saldırılara karşı koruması için sihirli bir çember çizerek büyülü sözlerini üfleyerek efsununu gerçekleştirir. Apsu derin bir uykuya dalınca Ea onun krallık tacını başından alır, onun doğaüstü ışınımını üstünden alıp giyerek onun güç ve kudretine de sahip olduktan sonra onu öldürür ve Apsu'nun üzerine diğer tanrılar için kutsal bir ziyafet yeri olması adına yine Apsu adında bir tapınak inşa ettirir.
Bu işte Apsu'nun yanında olan vezir Mummu'yu bağlar, burnuna bir ip geçirir ve onu hapseder. Fakat tanrıça Tiamat'a zarar vermez çünkü o kocasının bu planına karşı çıkmıştır.
Ea ile karısı Damkina'nın oğulları, yüreklere korku salan, haşmetli ve gözleri şimşek gibi çakan bilge tanrı Marduk inşa edilen bu Apsu tapınağında dünyaya gelir ve tanrıçaların emzirdiği Marduk'un olağanüstü güce sahip olduğuna değinilir.
Burada değinilmesi gereken önemli noktalar vardır. Örneğin Ea'nın büyülü sözler mırıldanıp üflemesi, yere çizdiği çember sayesinde kötülük ve saldırılara karşı koruma sağlaması gibi anlatıların farklı kültür, din ve inanışlarda kendine nasıl yer bulduğunu açıkça göstermektedir.
Yok etme planı engellenmiştir ama tanrılar kuşağı arasındaki çatışma bunlarla sınırlı kalmaz. Eşi öldürülen Tiamat bu durumdan çok rahatsızdır, yerinde duramaz olur, gece-gündüz demeden dolaşıp durmaktadır. Tiamat'ın genç tanrılar safında yer almış olmayan öteki çocukları, özellikle de ilk çocuğu Kingu bu durumu fırsat bilerek Tiamat'ı babaları öldürülürken olanlara göz yumduğu ve sessiz kaldığı için kınar, onu kışkırtarak öfkesini körüklerler. Tiamat'ı öylesine kinlendirirler ki tanrı Anu ve onun yandaşlarını yok etmek üzere harekete geçer. Bu sırada başkaldıran bazı tanrılar Ea'ya karşı gelerek tanrıça Tiamat'ın safına geçer.
İlk çocuğu olan Kingu'yu saldırının önderi yapan Tiamat onu silahlarla, yazgı tabletleri ile donatır ve kendi sihirli gücünü ona hediye ederek Kingu'yu tüm tanrılardan üstün kılar. Eylemleri bununla da kalmaz.Güçlü bir saldırı oluşturmak adına akrep-adamlar, at-adamlar yani kentaurlar, yılan ve ejderhalar gibi çeşitli canavar kalabalığını doğurur.
Tiamat'ın saldırı hazırlığı içinde olduğu Ea'ya haber verilince Ea bu tehlike karşısında korkuya kapılır, Anşar sıkıntılanır, ah çekerek dövünür. Büyükbaba Anşar, Ea'ya Apsu'ya karşı kazandığı zaferi anımsatarak onu cesaretlendirmeye çalışır ve Tiamat'a karşı çıkması gerektiğini söyler.
Ea Tiamat karşısında başarısız olunca Anşar, oğlu Anu'yu tanrılar meclisinin yetkileriyle donatır ve tanrıçayı amacından vazgeçirmesi için gönderirken ona şöyle der:
"[Git] ve Ti'amat'ın önünde dur [ki] ruhu [sakinleşsinl ve yüreği yumuşasın. [Eğer] senin sözünü dinlemezse, ona bizim [sözümüzü (?)]söyle ki sakinleşsin."
Tiamat ile görüşen Anu başarısız olur ve düşmanlarını yenmenin yolunun fiziksel güç kullanmaktan geçtiğini anlar, korkuya kapılır ve Anşar'dan görevden affını ister. Tüm Anunnakiler korku içinde beklemekteyken Anşar'ın aklına bir fikir gelir ve tanrılar meclisinde ayağa kalkarak bu görevin daha önce yiğitliğini kanıtlamış olan güçlü kahraman Marduk'a verilmesini önerir.
Babası Ea Marduk'a bu görevi kabul etmesini öğütler. Marduk tüm kuvveti dışa vurmuş halde ve büyük bir özgüven ile Anşar'ın huzuruna çıkarak bu görevi kabul eder ve şöyle der:
"[Anşar], sessiz kalma, dudaklarını aç; ben gidip senin gönlünde yatan her şeyi gerçekleştireceğim! Ey atam, yaratıcı, memnun ol ve sevin; yakında Ti'amat'ın ensesine ayağını basacaksın!"
Marduk görevi kabul etmiştir ancak tanrılar meclisinde kendisine eşit ve eksiksiz yetki verilmesini ve sözlerinin yazgıyı değiştirilemeyecek şekilde saptamasının kabul edilmesini şart koşar. Yani tanrıları kurtarması karşılığında bütün tanrıların en üstünü sayılmak ve tartışılmaz yetkiye sahip olmak istemektedir.
Anşar bu isteği kabul eder fakat kararın tanrılar meclisinde onaylanması gerekmektedir. Bunun üzerine Anşar veziri Kaka'yı çok uzaklarda yaşayan ve bu yüzden olaylardan haberdar olmayan Lahmu ile Lahamu'ya ve diğer tanrılara gönderir. Kaka gerçekleşen bu kavgalardan ve tehlikeden bahsederek onları Anşar'ın huzuruna çağırır, duydukları karşısında şaşkına dönen tanrılar dehşete düşüp, bağrışır ve korkuya kapılırlar.
Anşar'ın huzuruna gelen tanrılar kurultay sarayını doldurur ve ziyafet sofrası ile karşılanırlar.
“Şarap korkularını dağıttı, bütün tanrılar gevşeyip rahatladılar. Moralleri yükselen tanrılar; öçlerini alacak olan Marduk için yazgıyı belirleyip ilan ettiler."
Tanrılar Marduk'a en yüce konumu bağışlayarak ona evrenin bütünü üzerine krallık verirler fakat bu güce sahip olup olmadığını sınamak isteyerek orta yere bir giysi koyarlar. Marduk bu giysiyi önce görünmez kılıp daha sonra tekrar görünür kılınca (bazı araştırmacılar bu kısmı giysiyi önce tahrip edip daha sonra eski haline döndürdüğü şeklinde çevirmiştir) tanrılar ikna olur ve alkışlayarak "Marduk kraldır" derler. Ona krallık simgeleri olan Asa, taht, krallık giysilerini ve güçlü bir silah verir ve "Git Tiamat'ın hayatını kes!" derler.
Tüm tanrıların en yücesi konumuna gelen Marduk'un 50 ismi vardır, tıpkı tüm diğer Arap putlarını yok ederek en yüceleri konumuna gelen ve 99 isme sahip olan El-ilah gibi. Sizce bu benzerlikler tesadüf mü? Yoksa Sami din ve efsanelerinin Arap coğrafyasındaki yansıması mı? Kararı siz verin.
Destana devam edelim.
Savaş için kendini silahlandıran Marduk bir ağ yapar ve onu Anu'nun armağan ettiği dört yönün yeline taşıtır. Ok ve yay, topuz, şimşek ve korku salıcı örme demir zırh kuşanır. Yedi azgın tayfun yaratır, yağmur selini boşandırır, bedenini yakıcı alevlerle doldurur ve korkunç dört efsanevi yaratık tarafından çekilen fırtına arabasına binerek onu takip eden tanrılar ile birlikte Tiamat'a saldırmak üzere ilerler.
Önemli bir noktaya değinmekte fayda var ki tanrıların bu alevli fırtına arabaları tasvirleri ve onları çeken korkunç yaratıklara dair tasvirler ufak değişiklikler ile Hezekiel kitabına da girmiştir.
Marduk'u gören rakip tanrıların ve Kingu'nun içine korku düşer. Ti'amat kükreyerek Marduk'u korkutmak istediyse de Marduk bundan etkilenmedi ve Ti'amat'ı teke tek dövüşmeye çağırır.
Meydan okumayı kabul eden tanrıçayı ağını atarak kıstırır ve Tiamat Marduk'u yutmak için ağzını açtığında ağzını tekrar kapayamasın diye kötü yeli ağzından içeri yollayarak onu şişirir ve delip geçen, yüreğini parçalayan okuyla onu mıhlar.
Yenilgiyle korkuya kapılan Tiamat'ın cinleri kaçmayı denerken ağa takılıp bağlanırken önderleri Kingu'da yakalanıp bağlanır ve Marduk ondan yazgı tabletlerini alıp kendi mühürü ile mühürleyip göğsüne bağlayınca tanrılar arasında en yüce yetkiye ulaşmış olur.
Marduk sopasıyla Ti'amat'ın kafasını yarıp ana damarlarını keser ve kanını güney rüzgarları ile evrenin en uzak noktalarına kadar taşıtır. Tiamat'ın gövdesinden evreni yaratır. Tanrıçanın gövdesinin yarısı ile yeri diğer yarısı ile göğü var eder, yani yer ile göğü birbirinden ayırır ve göğü direklerle tutturur.
Gördüğünüz üzere Sümer mitolojisinde karşımıza çıkan yer ve göğün birbirinden ayrılması anlatımı Babil inanışında da devam etmektedir ve bunun yansımaları daha sonra Arap coğrafyasına ve Kur'an'a başlangıçta bitişik olan yer ile göğün ayrılması şeklinde geçmiştir.
Bu durum farklı kültürlerin kendi ilahlarını diğer ilahlarla güç yarışına sokmalarının, üstün kılma çabalarının bir sonucudur.
Sümerlerdeki inanış ile birebir aynı görüşü, düz dünya betimlemesini anlatan Kur'an'da, Allah'ın göğü direksiz olarak yükseltmesi anlatımı (Ra'd: 2) Kur'an'ı yazanların kullandığı akıllıca bir yöntemdir çünkü böylece kendi ilahlarının Samilerden onlara anlatılagelen Marduk'dan daha güçlü, kudretli olduğunu, göğü yukarıda tutmak için direğe bile ihtiyaç duymadığını vurgulamak istemişlerdir:
"Allah, gökleri gördüğünüz gibi direksiz olarak yükseltti. Sonra arşı istiva etti. Her biri belli bir süreye kadar hareket edecek olan güneş ve ayı buyruğu altına aldı. Kesin olarak Rabbiniz’le buluşacağınıza inanmanız için buyruğunu yürütüp, ayetleri uzun uzun açıklıyor." (Ra'd suresi 2.ayet)
Bu ve benzeri onlarca net kanıttan sonra eğer hala Arapların Sümer ve Babil efsanelerinden haberdar olmadığını söyleyecek olan varsa, bilmelidir ki kimseyi inandıramaz. Marduk ile Allah arasındaki bağlantı konusunda anlatılmayı bekleyen çok sayıda detay var fakat bunlar ayrı bir videonun konusu.
Efsaneye kaldığı yerden devam edelim:
Marduk Tiamat'ın yarısından yarattığı gökyüzünü tutması ve tanrıçanın sularının boşalmasını önlemesi amacıyla yerleştirdiği direkleri korumaları için bekçiler atar. Daha sonra Anu ve Ea'yı kendi bölgelerine yerleştirir.
Buradan sonra Marduk'un en önemli görevi olan evrene düzen verme süreci başlar; ki bunun da en önemlisi takvim oluşturmaktır. Evreni düzenlemesini güneşin doğup batacağı doğu ve batı kapıları yaptırmak, ayın değişim evrelerini saptamak ve ona geceyi aydınlatması için ışık vermek, takımyıldızlarını göklere yerleştirmek, baş ucunda Anu'nun, kuzeyde Enlil'in ve güney göklerinde Ea'nın olmak üzere üç göksel yolu birleştirmek olur.
Marduk önce yer ve göğü birbirinden ayırmıştı, şimdi de göğü kandillerle donatmış ve onları düzenlemiş oldu.
Tiamat yenildiği için onun yanında yer alan rakip tanrılar Marduk'un safındaki tanrılara hizmet ekmekle görevlendirilince tutsak tanrılar Marduk'tan bu görevi kendilerinden almasını isteyince Marduk babası Ea'nın da tavsiyeleri ile insanı yaratmaya karar verir.
Tiamat'ın öfkesini körükleyen ve esir tutulmakta olan Kingu bağlanmış bir şekilde yüce mahkeme karşısında yargılanır, Marduk'un talimatı ile Ea ve bazı tanrılar Kingu'nun ana damarlarını kesip onun akan kanından Sümerce'de "lullu" olarak görülen ve Sami diline "amelu" olarak çevrilen canlı soyunu yani insanı yaratır.
Böylece tutsak tanrıların zafer kazanmış olan tanrılara hizmet görevi onlardan alınır ve insanoğluna verilince insanoğlu hem eski tutsak ilahların hem de zafer kazanmış olan tanrıların yeme-içme ihtiyacını sağlamak hem de tapınak ayinleri ile ilgili işleri yürütmek durumunda kalır.
Böylece Marduk tüm tanrıların gözünde yükselir ve Anunnakiler saygılarının bir işareti olarak Marduk'un büyük tapınağı Esegila'yı ve Babil kentini inşa eder. Yaptıkları şölende Marduk'un 50 adını okurlar. Bir kurultay ile tüm yetkiyi ve otoriteyi ayrıca okudukları 50 adı resmi olarak verir, onun yolunu tüm yollar arasında birinci kılarlar.
Efsanede görülen Marduk'un 50 ismi ile Allah'ın 99 ismi yine toplumların tanrılarını soktukları güç yarışının bir sonucu-yansıması olabilir.
Antik Sümer ve Babil dinine baktığımızda bunların İbrahimi dinlere ciddi şekilde kaynak oluşturduğu ortadadır ve gelecekte ele alacağım mitoslar ile daha böyle yüzlercesinin olduğunu göreceğiz.
Bu durumu savuşturmak için teistler "bunlar dinimizin eskiden de var olduğunun kanıtıdır, fakat sonradan bozulmuştur, bozulmuş şekilleridir" deseler de yüzlerce antik toplumun tamamının bozulduğuna inanmak, bir savunma güdüsü ile dini kurtarma çabasından başka bir şey değildir.
Allah, Rab veya Yehova'nın iddia edildiği gibi bu ve diğer antik medeniyetlere peygamber göndererek onlara tek tanrıyı tebliğ ettiğine yada bir zamanlar onların da teistlerin tek ilahına taptığına dair hiçbir kanıt yoktur!
İlgili antik topluluklar konusunda teistlerin bu iddasını destekleyen bir tane bile çivi yazısı, kabartma veya herhangi bir belgenin olmaması bu iddiayı sadece içi boş bir teori yapar.
Smith, Jonathan Z. (1982), Imagining Religion: From Babylon to Jonestown, University of Chicago Press, p. 93, ISBN 0-226-76360-9
King, L. W. (1902). The Seven Tablets of Creation. Luzac's Semitic Text and Translation Series.
Ancient Near Eastern Texts Relating to the Old Testament
Cory, I.P. (1876). Richmond Hodges, E. (ed.). Cory's Ancient Fragments of the Phoenician, Carthaginian, Babylonian, Egyptian and other authors
Mayer Burstein, Stanley (1978). The babyloniaca of berossus. Sources from the ancient near east (SANE). 1. ISBN 0-89003-003-0.
Heidel, Alexander (1951) [1942]. The Babylonian Genesis (PDF) (2nd ed.). University of Chicago Press. ISBN 0-226-32399-4.
Sommer 2000, pp. 81–85; p. 82, note 7; p. 90; p. 91, note 49.
Luzacs Semitic Text and Translation Series (PDF) (Vol XII ed.). p. 150-line 122.
Such as Jacobsen, Thorkild (1968). "The Battle between Marduk and Tiamat". Journal of the American Oriental Society. 88 (1): 104–108. doi:10.2307/597902. JSTOR 597902.
Dalley, Stephanie (1987). Myths from Mesopotamia. Oxford University Press. p. 329.
Fontenrose, Joseph (1980). Python: a study of Delphic myth and its origins. University of California Press. pp. 153–154. ISBN 0-520-04091-0.
Expressed, for example, in E. O. James, The Worship of the Skygod: A Comparative Study in Semitic and Indo-European Religion (London: University of London, Jordan Lectures in Comparative religion) 1963:24, 27f.
A. T. Khoury, G. Girschek: Das religiöse Wissen der Menschheit. Freiburg 1999, Band 1, S. 118–141.
Green, Margaret Whitney (1975). Eridu in Sumerian Literature. University of Chicago: Ph.D. dissertation. pp. 180–182.
Sasson, Jack M. (1995). Civilizations of the ancient Near East (Volume 3 ed.). Scribner. p. 1830. ISBN 978-0684192796.
Brisch, Nicole (2012). "Anšar and Kišar (god and goddess)". Ancient Mesopotamian Gods and Goddesses. Oracc and the UK Higher Education Academy. Retrieved 19 June 2013.
Anunnaki, yedi yargıç, onun huzurunda hükümlerini bildirdiler,
Ölüm bakışlarını, gözlerini ona diktiler,
Sözleri üzerine, ruha işkence eden sözleri,
Güçsüz kadın bir cesede dönüştü,
Ceset bir kazığa asıldı.
Özellikle Ur, Uruk ve Kiş gibi yerlerde yapılan arkeolojik kazı çalışmaları ve Dicle-Fırat vadisi'nin eski kentlerinin bulunduğu bölgelerdeki araştırmalar Sümerlerin MÖ 4000 dolaylarında buralarda yaşadığını kanıtlamıştır.
Yaygın olan görüşe göre Sümerlerin bu deltaya Mezapotamya'nın kuzeydoğusundaki dağlardan geldiği düşünülüyor.
Ur kazılarını gerçekleştiren Sir Leonard Woolley, Sümerlerin tarımsal alanda oldukça gelişmiş olduklarını, tapınaklara, rahiplere, edebiyata, düzenleyici yasalara ve oldukça zengin bir mitolojiye sahip olduklarını belgeleriyle anlatmaktadır.
Evet, Sümerler Fırat-Dicle deltasına yerleşerek orada bir uygarlık kurmuş ve bunu günden güne geliştiriyorlardı fakat bir süre sonra Sami halklarının Sümer ve Akad bölgelerine saldırıları başladı, ilk Sami akınları Sümer üzerine gerçekleşti.
Samiler Sümer ülkesini yavaş yavaş ele geçirirken aynı zamanda yenilgiye uğrattıkları Sümerlerin sahip olduğu kültürü ve onların çivi yazılarını özümsediler fakat Arapça'nın atası olan ve büyük Sami dil grubunun önemli dallarından biri olan Akadça dilini kullanan Samiler Sümer dilini benimsemediler.
Fakat istilalar devam etti. Samiler bir süre sonra Amoritler olarak bilinen bir halk kanalıyla ikinci saldırı dalgasını gerçekleştirip başarılı olunca Babilonya'da ilk Amorit hanedanlığı kuruldu. Böylece Babilonya, Hammurabi yönetimi altında Sümer ve Akad bölgesinde egemenlik kurmuş oldu.
500 yıl kadar sonra Dicle vadisinin üst kavşağına, Yukarı Zap ile Aşağı Zap bölgesine yerleşmiş olan başka bir Sami halkı Babilonya'yı fethederek Mezopotamya'daki ilk Asur İmparatorluğunu kurdu.
Bunları bilmek önemli çünkü tamda bu nedenlerden dolayı bir mitolojinin Sümerli, Babilonyalı ve Asurlu biçimleri arasında büyük benzerlikler varken küçük farklılıklar bulunur.
Tüm bu bilgiler sonrası Sümer mitoslarına ve bu mitosların İslamiyette nasıl yer bulduğuna sırası ile bakalım.
En önemli Sümer mitosu Dumuzi ile İnanna ve burada konu alınan İnanna'nın yer altı dünyasına inişidir. Sümerce olan Dumuzi ve İnanna'nın Sami dilindeki karşılığı Tammuz ve İştar'dır. Dumuzi, yani Tammuz (Temmuz) ilkbaharda bitkilerin ve doğanın yeniden canlanışını sembolize ederken İnanna göğün kraliçesidir.
Sümerlerdeki ilkbahar kutlamalarının ve Samilerdeki Tammuz ayinlerinin ana motifini de bitkilerin yeniden canlanışını temsil eden Dumuzi'nin yeraltı dünyasında tutsak tutuluşu alır.
Bu efsaneye göre esir tutulan kocasını kurtarmak isteyen göğün kraliçesi İnanna, kız kardeşi tanrıça Ereşkigal'in egemenliğindeki yeraltı dünyasına, ölüler ülkesine iner. Fakat buraya inmeden önce önlem almalıdır. Bu yüzden İnana, veziri Ninşubur'a "eğer üç gün içinde geri dönmezsem benim için yas törenleri yaptıktan sonra Nippur tanrısı Enlil, ay-tanrısı Nanna ve bilgelik tanrısı Enki'ye gidip yeraltı dünyasında iken öldürülmemi engellemeleri için onlara yalvar" der.
Akabinde İnanna kraliçelik kıyafetlerini giyip değerli takılarını takar ve ölüler dünyasına gider. Yeraltı dünyasının kapısına vardığında "7 kapı"nın bekçisi Neti ona meydan okur. Kız kardeşi Ereşkigal'in buyruğu doğrultusunda yeraltı dünyasının yasaları gereğince İnanna bu 7 kapıyı geçerken geçtiği her bir kapıda giysilerinin bir bölümünü çıkarır. 7 kapıdan geçen İnanna bunun ardından Ereşkigal'in ve yeraltı dünyası Anunnaki'sinin karşısına çıkarılır. Bunlar ölümün gözlerini İnanna'nın üzerine çevirince İnanna ölerek bir ceset olur ve kazığın üzerine asılır.
Aradan 3 gün geçer ve İnanna geri dönmeyince veziri Ninşubur daha önce onun emrettiği üzere harekete geçerek Enlil, Enki ve Nanna'dan yardım ister. Nanna ve Enlil bu işe karışmaya yanaşmazlar fakat Enki bir dizi sihir yaparak İnanna'nın tekrar dirilmesini sağlayacaktır. Enki, tırnaklarının dibindeki kirleri çıkarıp yaptığı efsun ile bunlardan, isimlerinin ne anlama geldiği bilinmeyen Kurgarru ve Kalaturru adında iki tuhaf varlık yaratır. Enki yarattığı bu iki varlık ile ölüler dünyasındaki İnanna'ya yaşam yiyeceği ve yaşam içeceği (âb-ı hayat) gönderir ve bu iki varlığa hayat içeceği ve yiyeceğini İnanna'nın cesedinin üzerine 60 kez serpmelerini emreder.
Kurgarru ve Kalaturru emri yerine getirince İnanna tekrar dirilir fakat ölüler dünyası kanunları gereği orada ölen biri yerine birini bulup koymadıkça yeryüzüne asla geri dönemez. Fakat İnanna'nın bir şekilde geri dönmesi gerektiğinden onu dirilten bu iki cin daha sonra yeryüzüne çıkarak onun yerine geçerek yeraltı dünyasına gelecek kurbanlar ararlar.
Cinler tanrı Şara'yı, Latarak'ı hatta İnanna'nın veziri Ninşubur'u bile alıp İnanna'nın yerine geçsin diye yeraltı dünyasına götürmek isteseler de İnanna tarafından kurtarılırlar.
İnanna yeryüzüne dönmek için ölüler diyarından ayrılırken orada evleri olan ölülerin gölgeleri, gulyabaniler ve harpyalar da onun peşine takılır. Bu hayaletimsi ve korkunç orduyla sarılmış olarak Sümer’i kent kent dolaşır.
İlgili tabletin bundan sonrası kırık olduğundan ne yazık ki okunamayan kısımları olsa da mit bununla sona ermediğinden öykünün birkaç adım sonraki süreci-devamı tabletlerin kalan-okunabilen kısmından elde edilebiliniyor.
İnanna kendisine eşlik eden cinlerle birlikte kendi kenti Erek'e vardığında orada kocası Dumuzi'yi bulur. İnanna'nın cinlerin elinden kurtardığı 3 tanrı İnanna'nın önünde eğilerek ona saygılarını göstermişlerdi, fakat tablette yazana göre Dumuzi İnanna'nın önünde eğilmeyince İnnana öfkelenir ve cinlere kendinin yerine geçmesi için onu yeraltı dünyasına götürmeleri emrini verir.
Bunları duyan Dumuzi güneş-tanrı Utu'ya yakararak yardım dilenir.
Bu efsanede dikkat edilmesi gereken büyük bir nokta var: İnanna'nın 7 KAPI'dan geçerek yerin 7 KAT altına yani 7 KAT cehenneme inişi.
Kur'an'da Hicr suresi 43-44.ayetlerde şöyle yazar: "Kuşkusuz cehennem, o sana uyanların tamamının buluşma yeri olacaktır. Onun yedi kapısı var; her kapıya da onlardan bir kısmı ayrılmıştır"
Dumuzi ve İnanna mitosundaki 7 Kapı ve 7 katlı yer altı dünyası ile Hicr suresindeki 7 kapının sadece bir rastlantı olduğunu düşünüyorsanız ilgili incelemeye Sümer Yaratılış Mitosu ile devam edelim.
Sümer tanrılarının isimlerinin yer aldığı bir tablette adı "deniz" yani su ile bağlantılı olan bir ideogramla yazılan tanrıça Nammu, "göğü ve yeri doğuran ana" olarak betimlenir. Öteki mitoslardan göğün ve yerin başlangıçta tabanı yer, tepesi gök olan bir dağı oluşturdukları anlaşılmaktadır.
Gök, tanrı An ile, yer ise tanrıça Ki ile kişiselleştirilmiş ve onların birleşiminden hava-tanrı Enlil doğmuştur. Enlil de gök ile yeri birbirinden ayırarak, dünyayı gökle yerin birbirinden hava ile ayrıldığı bir varlık biçimine sokar.
Burada dikkat edilmesi gereken çok önemli noktalar var:
İlk olarak görüyoruz ki Sümer efsanelerinde de canlı hayatı su ile başlıyor, sudan yaratılıyor.
Sümerleri istila eden Samiler ile bu efsanelerin Arapça gibi Akad alt dil gruplarına ve çeşitli kültürlere geçtiğini başlarda belirtmiştim. Bakalım Kur'an'da bunların izine ne şekilde rastlıyoruz:
Enbiya suresi, 30.ayette: "İnkâr edenler, gökler ve yer bitişik iken onları ayırdığımızı ve her canlıyı sudan yarattığımızı görmezler mi? Hâlâ inanmayacaklar mı?" yazar. Görüldüğü gibi bu anlatım Sümer efsanesindeki yaratılış sürecinin net bir kopyasıdır.
Önemli bir detayı belirtmekte fayda var ki Sümer mitoslarındaki bu yaratıcı, kadın, yani tanrıça iken, İslamiyet'teki yaratıcı her ne kadar cinsiyet atfedilmemiş dense de bir erkek görünümündedir. Peki neden? Bu süreç neden ve nasıl gerçekleşti? diye düşünüyor olabilirsiniz. Bu önemli konuyu başka zaman ayrıca ele alacağım.
Sümer Yaratılış Mitos'una geri dönelim.
Enlil bitişik olan yer ile göğü birbirinden ayırdıktan sonra gökler, ay-tanrı Nanna, güneş-tanrı Utu ve diğer gezegenler, yıldızlar tarafından aydınlatılır.
Bitkiler, sığırlar (yani hayvanlar), tarım araçları gibi ögeler Enlil'in emirlerini yerine getiren daha küçük tanrılar ile yaratılmış olsa da bunların asıl yaratıcısı olarak Enlil'e inanıldı ve ibadet edildi.
Babilonyalı bilgelik tanrısı Ea'nın (Enki) önerisi doğrultusunda Enlil, tanrılara yiyecek ve giyecek sağlamaları için sığır-tanrı Lahar ve tahıl-tanrıça Aşnan olmak üzere iki küçük tanrı yaratır. Bu iki küçük tanrı sayesinde yeryüzünde büyük bolluk yaşanır. Ne var ki bu iki tanrı içip sarhoş olduktan sonra aralarında tartışmaya, kavga etmeye başlar, yaratılış görevlerini unutur ve yerine getirmezler. Böylece tanrılar ihtiyaç duyduğu şeyleri elde edemez olurlar. İşte tam da bu duruma çare olması amacıyla insan yaratılır.
İlgili dizelere bakalım:
O günlerde, tanrıların yaratış odasında,
Onların Dulkug evinde Lahar'a ve Aşnan'a biçimleri verildi;
Lahar ve Aşnan'ın yapılışında,
Dulkug Anunnaki'si yediler ama doymadılar;
Katkısız koyun sütlerini... ve iyi şeyleri,
Dulkug Anunnaki'si içtiler, ama kanmadılar;
Katışıksız koyun sürülerinin sağlayacağı iyi şeyler hatırına
İnsana nefes verildi.
İnsanın yaratılışında ona nefes verildiğini söyleyen çok tanrılı Sümer pagan dininden sonra bir de Kur'an'a bakalım:
Hicr suresi, 29. ayet: "Onun şeklini tamamladığım ve ona ruhumdan üflediğim vakit siz de hemen onun için secdeye kapanın."
Secde suresi, 9. ayet: "Sonra ona düzgün bir şekil vermiş ve ruhundan ona üflemiş; sizi kulak, göz ve gönüllerle donatmıştır."
Görüldüğü üzere bu iki ayette de "insanın Allah'ın ruhundan bir nefes olduğu" yazar.
Şimdi de evrenin düzenlenmesi mitosunda tanrıça İnanna yani İştar'ın yaptıklarına bakalım:
Antik Sümer inanışında "yazgıların tableti" adı verilen nesnelere sıkça rastlanır. Bu tablet oldukça önem arz eder çünkü tanrının niteliklerinden biri de ona sahip olmaktır.
İşte bu efsanede İnanna, uygarlaştırıcı bir tanrı olma özelliği taşıyan Enki'nin sahip olduğu bu yazgı tabletlerini almak ister. Çünkü kendi kenti olan Erek'i onlar sayesinde geliştirmek, uygarlaştırmak istemektedir. Fakat bunun için önce "Mi" denen şeylere sahip olması gerekmektedir; ki buradaki "Me (Mi)" yazgı tabletlerine sahip olduğunda kazanılan güçlerdir.
Yazdı tabletleri ve dolayısı ile Mi'ler Enki'nin elindedir. Bu yüzden tanrıça, babası Enki'nin yanına gider, Enki'de onun gelişi adına bir şölen düzenler. Fakat bu şölende İnanna babasını sarhoş eder ve ondan Me'leri yani tanrısal tüm kararları ve güçleri kendine vereceğine dair söz alır.
Tanrıça, babası Enki'den Mi'leri alarak göklerin teknesine yükleyerek kenti Erek'e doğru yelken açar.
Babası Enki kendine geldiğinde Mi'lerin olmadığını fark eder ve habercisi İsimud'u göndererek kızından onları geri vermesini ister. İsimud bu emri tam 7 kez tekrarlar fakat İnanna'nın veziri Ninşubur tarafından engellenir ve bu sayede tanrıça uygarlığın nimetlerini kenti Erek'e (Uruk) getirir.
7 rakamı tekrar karşımıza çıktı.
Peki neden 7 rakamı Sümerlerde bu kadar yaygın? Neden İnanna yerin 2-3 kat değil de 7 kat altına iniyor ya da Enki neden emrini 4-5 kez değil de 7 kez tekrarlatıyor.
Bunun cevabı da sonraları detaylıca ele alacağım Sümer Kozmolojisinde yatıyor olsa da kısaca bilgilendirmek istiyorum.
Sümer dininde en güçlü ve önemli tanrılar "Karar veren 7 tanrıydı". Yani yönetimde 7 baş tanrı olduğundan 7 sayısı kutsal kabul edilirdi. Bu 7 tanrı ise o dönemde çıplak gözle görülebilen gezegen ve yıldızlar olan "Venüs, Mars, Merkür, Jüpiter, Satürn, Güneş, Ay" dı. Gezegenlerle kişiselleştirilmiş olan bu 7 ilahın her birine bir kat-cennet atanmıştı ve bu katların değerli taşlardan yapıldığına inanılırken kat sayısının yüksekliğine göre taşın değerinin arttığı düşünülürdü. En üst cennet olan 7.kat en değerli taş olan luludānītu'dan yapılmıştı.
İnsanın yaratılışına Lahar ve Aşnan adlı tanrıların yaratılış mitosu üzerinden değinmiştim.
Sümer mitolojileri Babilonya'da bölgeyi fetheden yeni topluluğun kültürel yapısı ve kullandığı dili sebebiyle değişiklik gösterir. Buna rağmen insanın yaratılışı mitosunun Sümer ve Babil versiyonları arasında farklılıklar olsa da insanın yaratılış amacının toprağı sürmek, tanrılara hizmet etmek ve onların geçimlerini sağlamak yani kulluk etmek olduğu yönünde ortak noktalar bulunmaktadır.
Gözden kaçırılmaması gereken nokta şudur ki; Sümer inancındaki insanın yaratılış sebebinin "tanrılara hizmet" oluşu ile Kur'an'da da karşılaşılmaktadır.
Örneğin Zariyat suresi 56. ayette: "Ben cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım" ve Bakara suresi 21. ayette "Ey insanlar, sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize kulluk edin" yazar.
Bu detaydan sonra insanın yaratılışını konu alan Sümer mitosuna devam edelim. Tanrılar yeteri kadar yiyecek alamadıkları konusunda yakınırlar. Bu gibi durumlarda başvurdukları bilgelik tanrısı su-tanrı Enki uykuda olduğundan tanrıların anası olan Nammu onu uyandırır. Enki'nin isteği üzerine ilkel okyanus Nammu ile doğum tanrıçası Ninmah diğer iyi ve soylu yaratıcıların da desteğini alarak derin suların üzerindeki balçığı karıp insanı var ederler.
Bu mitosta dikkat çeken şey şu ki yaratılışta "su" ile ilişkili olan Nammu ile Enki başlangıçta baş rolü oynarken diğer tanrıların da desteği ile derin suların üzerindeki balçığı, yani sudan arındırılmış "kuru balçığı" karıp el birliği ile insan yaratılıyor. Bu mitosun Kur'an'a Hicr suresi 26.ayet ile "Andolsun, biz insanı kuru bir çamurdan, şekillendirilmiş bir balçıktan yarattık." şeklinde dahil olduğu görülüyor.
İnsanın yaratılışı sonrası yaptıkları işi kutlamak isteyen Enki bir ziyafet düzenler. Enki ve Ninmah çok şarap içip sarhoş olduğunda Ninmah derin suların üzerindeki balçıktan biraz alıp kısır bir kadın ve hadım bir erkeği içeren 6 farklı insan yaratır. Enki hadım olan erkeğin görevinin krala hizmet etmek olduğunu bildirirken söz konusu mitos Enki'nin aklen ve bedenen zayıf bir insan yaratması ve Ninmah'a yarattığı bu acınacak yaratığın durumunu düzeltmesi için yakarması ile devam eder.
Ninmah hiçbir şey yapamadığı gibi böylesine kusurlu bir varlık yarattığı için Enki'yi lanetler.
Enki'nin aklen ve bedenen zayıf insan yaratması ile Nisa suresi 28.ayetteki "Allah (yükünüzü) hafifletmek ister; çünkü insan zayıf yaratılmıştır" arasında da bir çağrışım olabilir.
Söz konusu Sümer Tufan Mitosu olduğunda burada da azımsanamayacak detaylar ve ipuçları bulmak mümkün.
İnsanlığın tanrı tarafından büyük bir tufan ile öldürüleceği mitosu dünyanın her köşesinde farklı isim ve ufak motif farklılıkları ile görülebilen bir efsanedir. Bunun da en temel nedeni Mezopotamya üzerine sürekli gerçekleşen akınlar ve buradan diğer bölgelere gerçekleşen göç veya akınlardır.
Sümer Tufan mitosunda tanrılar insanları yok etmek isterken diğer yandan insanları kurtarmak isteyen tanrı Enki'dir. Enki, Sippar kentinin sofu kralı Ziusudra'ya bir duvarın kıyısında dikilip beklemesini söyler çünkü ona tanrıların korkunç planından bahsedecek ve kurtulma yollarını anlatacaktır.
Başlayan tufan tüm kült merkezlerinin altını üstüne getirir ve bu durum şöyle anlatılır:
Yedi gün (ve) yedi gece sürdükten sonra Tufan ülkenin altını üstüne getirdi, (Ve) büyük suların üzerindeki fırtınalar koca kayığı bir o yana bir bu yana salladı durdu.
Göklere (ve) yere ışık saçan [güneş-tanrı] Utu göründü.
Ziusudra koca kayığının bir penceresini açtı, Kahraman Utu ışınlarını dev kayığın içine getirdi.
Kral Ziusudra Utu'nun önünde yerlere kapandı,
Daha sonra Kral Ziusudra bir öküz öldürür ve bir koyun boğazlar; yani tanrılara kurban verir. Kral'a ne olduğu tablette şöyle anlatılır:
Kral Ziusudra, Anu'nun ve Enlil'in önünde yerlere kapandı,
Anu (ve) Enlil hoş davrandılar Ziusudra'ya, Ona bir tanrınınki gibi sonsuz yaşam verdiler,
Bir tanrınınki gibi sonsuz soluk indirdiler onun için.
Sonra, kral Ziusudra'nın, bitkiler dünyasının (ve) insanlığın soyunun adını sürdüren kişinin,
Karşı taraftaki ülkede, Dilmun ülkesinde, güneşin doğduğu ülkede oturmasını sağladılar.
Yine dikkat edilmesi gereken noktalara gelelim:
Enki'nin Ziusudra'yı uyarması ile Cebrail'in Nuh'u uyarması, tufandan sağ çıkmak için kayık veya gemi inşa edilmesi gibi noktalar tamamen ortak. Yani Enki'nin (Şeytan) yerini Cebrail almış. İbrahimi dinlerin bir çok mitolojiden beslendiği ve en çok Sümer, Babil ve Mısır'dan beslendiği her defasında öne çıkacak bir gerçektir.
Daha önce defalarca olduğu gibi Sümer dininin kutsal olan 7 rakamı bu efsanede "7 gün ve 7 gece" ifadesi ile ortaya çıktığı gibi bir başka mitosta tekrar kendini gösterecektir.
Örneğin Enki ile Ninhursag mitosunda Ninhursag çılgına dönerek Enki'ye korkunç bir lanet okur. Öyle ki tanrılar bile dehşete kapılırlar. Ninhursag'ın bu büyük laneti üzerine Enki bedeninin 7 yerinden hastalığa yakalanır.
Son olarak bir diğer ve İbrahimi dinlerde bariz şekilde yer almış, oldukça önemli mitos, temelde tarımcı, yani çiftçi ile çoban arasındaki rekabeti anlatan Dumuzi ile Enkimdu mitosudur.
Bu efsanede Babilonya adı İştar olan İnanna kendine bir koca seçecektir. Önünde iki seçenek vardır, ya çoban tanrı Dumuzi yani Tammuz ya da çiftçi tanrı Enkimdu'yu seçecektir. Güneş tanrı Utu, kız kardeşine Dumuzi ile evlenmesini söylese de İnanna, Enkimdu'yu istemektedir.
Dumuzi eş olarak onu seçmesi gerektiğini ve İnanna'ya Enkimdu'dan daha fazlasını sunabileceğini söylerken diğer yandan Enkimdu rakibi olan Dumuzi'ye İnanna'dan vazgeçmesi için hayvanlarına ot sağlamak, ona buğday ve fasulye vermek gibi türlü tekliflerde bulunur. İkili arasında sözlü yarışma devam eder ve İnanna sonunda eş olarak çoban tanrı Dumuzi'yi seçer.
İşte bu mitos toplumdan topluma aktarılırken giderek değişir, her kültürün efsanelerinde ve inanışlarında farklılaşarak yer alır. Öyle ki Yehova'nın çiftçi olan Kayin'in ürünlerinden oluşan adakları reddetmesinin temelini oluşturduğu gibi Kur'an'da şu şekilde yer alır:
“Onlara Âdem’in iki oğlu hakkındaki haberi gerçek olarak oku. Hani her biri birer kurban sunmuşlardı da birinden kabul edilmiş, ötekinden kabul edilmemişti..." (Maide suresi 27. ayet)
Sümerlileri yenen Sami'ler Sümer çivi yazısını benimsemiş olmakla birlikte, Sümerceden tamamen farklı olan bir Sami dili olan Akadça'yı yazabilmelerine olanak verecek uyarlamalar yaptılar. Tam da bu yüzden Babilonya ve Asurlularca benimsenen Sümer tanrı ve tanrıçalarının bir çoğu söz konusu Akad mitolojisi olduğunda uyarlanmış olan Sami adları ile görünürler. İnanna = İştar, Utu = Şamaş, ay-tanrı Nanna = Sin olurken tapınak isimleri ve ayin terimleri Sümerce biçimiyle değişmeden kalmıştır, tıpkı Latince'nin kilisenin dinsel tören dili olarak kalması gibi.
İşte bu yüzden ilerleyen süreçte Babil-İslam ilişkisini, Sümer ve Babil mitoslarının her birini tek tek ve daha detaylı şekilde ele alacağım gibi mitoloji ve arkeolojinin ortaya çıkardığı gerçekleri savuşturmak için sığınılan 124.000 peygamber yalanını da ayrıca işleyeceğim.
Mitolojiyi bilmek, geçmiş inanışlara dokunabilme, insan akıl ve hayal gücünün çalışma şeklini keşfedebilme ve dinlerin kökenine inebilme imkanı tanır.
Esen kalın.
Sumer." Encyclopædia Britannica. Encyclopædia Britannica Online. Encyclopædia Britannica Inc.
Deutscher, Guy (2007). Syntactic Change in Akkadian: The Evolution of Sentential Complementation. Oxford University Press US. pp. 20–21. ISBN 978-0-19-953222-3.
Kramer, Samuel Noah (1963). The Sumerians: Their History, Culture, and Character. The Univ. of Chicago Press. ISBN 978-0-226-45238-8
Hallo, William W. (1996), "Review: Enki and the Theology of Eridu", Journal of the American Oriental Society, 116
Black, Jeremy; Green, Anthony (1992), Gods, Demons and Symbols of Ancient Mesopotamia: An Illustrated Dictionary, University of Texas Press, ISBN 0-292-70794-0
Geoffrey Bibby and Carl Phillips, Looking for Dilmun (London: Stacey International, 1996; reprinted London: Knopf, 2013). ISBN 9780905743905
Black, Jeremy; Green, Anthony (1992), Gods, Demons and Symbols of Ancient Mesopotamia: An Illustrated Dictionary, The British Museum Press, ISBN 978-0-7141-1705-8
Ackerman, Susan (2006) [1989], Day, Peggy Lynne (ed.), Gender and Difference in Ancient Israel, Minneapolis, Minnesota: Fortress Press, ISBN 978-0-8006-2393-7
Jacobsen, Thorkild (2008) [1970], "Toward the Image of Tammuz", in Moran, William L. (ed.), Toward the Image of Tammuz and Other Essays on Mesopotamian History and Culture, Eugene, Oregon: Wipf & Stock, pp. 73–103, ISBN 978-1-55635-952-1
Jacobsen 2008, pp. 83–84.
Leick 1998, p. 96.
Jacobsen 2008, pp. 83–87.
Black & Green 1992, p. 73.
Ackerman, Susan (2006) [1989], Day, Peggy Lynne (ed.), Gender and Difference in Ancient Israel, Minneapolis, Minnesota: Fortress Press, ISBN 978-0-8006-2393-7
Kramer, Samuel Noah (1961), Sumerian Mythology: A Study of Spiritual and Literary Achievement in the Third Millennium B.C.: Revised Edition, Philadelphia, Pennsylvania: University of Pennsylvania Press, ISBN 978-0-8122-1047-7
Wolkstein, Diane; Kramer, Samuel Noah (1983), Inanna: Queen of Heaven and Earth: Her Stories and Hymns from Sumer, New York City, New York: Harper&Row Publishers, ISBN 978-0-06-090854-6
Wolkstein & Kramer 1983, pp. 70–71.
Penglase 1994, pp. 42–43.
Collins, Paul (1994), "The Sumerian Goddess Inanna (3400-2200 BC)", Papers of from the Institute of Archaeology, 5, UCL
Leick, Gwendolyn (1998) [1991], A Dictionary of Ancient Near Eastern Mythology, New York City, New York: Routledge, ISBN 978-0-415-19811-0
Collins 1994, pp. 110–111.
Kramer 1961, p. 101.
Wolkstein, Diane; Kramer, Samuel Noah (1983), Inanna: Queen of Heaven and Earth: Her Stories and Hymns from Sumer, New York City, New York: Harper&Row Publishers, ISBN 978-0-06-090854-6
Choksi, M. (2014), "Ancient Mesopotamian Beliefs in the Afterlife", Ancient History Encyclopedia, ancient.eu
Penglase, Charles (1994), Greek Myths and Mesopotamia: Parallels and Influence in the Homeric Hymns and Hesiod, New York City, New York: Routledge, ISBN 978-0-415-15706-3
Tinney, Steve (April 2018), Woods, Christopher; Richardson, Seth; Osborne, James; El Shamsy, Ahmed (eds.), ""Dumuzi's Dream" Revisited", Journal of Near Eastern Studies, Chicago, Illinois: The University of Chicago Press, 77 (1): 85–89, ISSN 0022-2968
Pryke, Louise M. (2017), Ishtar, New York and London: Routledge, ISBN 978-1-138--86073-5
Enchlin, Kim (2015). Inanna. Toronto, Canada: Penguin. p. 55.
Origins of the ancient constellations: I. The Mesopotamian traditions by J.H. Rogers
Coleman, J. A.; Davidson, George (2015), The Dictionary of Mythology: An A-Z of Themes, Legends, and Heroes, London, England: Arcturus Publishing Limited, p. 108, ISBN 978-1-78404-478-7
Nemet-Nejat, Karen Rhea (1998), Daily Life in Ancient Mesopotamia, Daily Life, Greenwood, ISBN 978-0313294976
Lambert, W. G. (2016). George, A. R.; Oshima, T. M. (eds.). Ancient Mesopotamian Religion and Mythology: Selected Essays. Orientalische Religionen in der Antike. 15. Tuebingen, Germany: Mohr Siebeck. p. 118. ISBN 978-3-16-153674-8.
Stephens, Kathryn (2013), "An/Anu (god): Mesopotamian sky-god, one of the supreme deities; known as An in Sumerian and Anu in Akkadian", Ancient Mesopotamian Gods and Goddesses, University of Pennsylvania Museum
Ancient Near Eastern Texts Relating to the Old Testament
Schomp, Virginia. Ancient Mesopotamia: The Sumerians, Babylonians, and Assyrians.
Hicr suresi 43-44.ayetler
Enbiya suresi, 30.ayet
Hicr suresi, 29.ayet
Secde suresi, 9.ayet
Zariyat suresi 56. ayet
Bakara suresi 21. ayet
Hicr suresi 26.ayet
Nisa suresi 28.ayet
Maide suresi 27. ayet
●►Üye olarak platforma destek olabilirsiniz: KATIL