Hızır (ٱلْخَضِر) "Yeşil" demektir. Kur'an'da geçmese de rivayetlerde
yer alan ve türlü toplumlarda görünen mitolojik bir karakterdir. Kehf
suresinin 65 ve 82.ayetleri arasında Musa ile birlikte yolculuk eden kişinin
Hızır olduğu söylense de Kur'an'da böyle bir açıklama yoktur.
Hızır'ın ölümsüzlük suyundan içtiği için ölüp yeniden dirilebildiği ve yeşil
giydiği düşünüldüğünde doğayı simgelediği açıktır. Hızır Ata'da denen bu
karakterin havada dolaştığına, su üzerinde yürüdüğüne, kılıktan kılığa
girebildiğine, doğadaki canlıları yönetebildiğine dair inanışlar vardır.
Taberi Hızır ile İlyas'ın eşit olduğunu ve her yıl gerçekleşen mevsim
kutlamalarında buluştuklarını, hatta Hızır'ın Pers, İlyas'ın Yahudi olduğunu
söyler. [1]
İşte İlyas ve Hızır'ın buluştuğu gün Hıdırellez olarak bilinir.
Hıdırellez Miladi takvime göre 6 Mayıs, Jülyen takvimine göre 23 Nisan'da
kutlanır ve birçok antik toplumda olduğu gibi yılın ikiye bölündüğü görülür. 5
Mayıs gecesi artık kışın bittiği ve sıcaklıklarla birlikte bolluk ve bereketin
artacağına inanılırdı. Bu yüzden 6 Mayıs ile 7 Kasım arası Hızır, yani yaz
günleri iken 8 Kasım ile 5 Mayıs arası Kasım, yani kış günleridir. [2]
Hızır ve İlyas'ın buluşmaları anlatımı 2.Krallar, 2.Bab'da İlya'nın bir dulun
içecek ve yiyeceklerini 3 yıl boyunca tükenmez kılması ve ölen oğlunu
diriltmesi anlatımında da görülür. Bu anlatıda göğe yükselirken
İlya'nın düşen cüppesini Elişa alır.
Elişa bu cüppe sayesinde kısırlığa neden olan bir su kaynağını iyileştirir,
dulun yağının çoğalmasını sağlar. Şunemli bir kadının ölü oğlunu diriltir,
misafirlerin tümünü elindeki somunu çoğaltarak doyurur.
İşte bu cüppe anlatıları da İslam kaynaklarındaki Hızır'ın cüppesi ile
örtüşür.
İslam'ın İran''da yayıldığı süre boyunca Hızır'ın yerini birçok figürün
aldığı görülür. Bunlardan biri Anahita adlı kadın figürdür. Yezd şehrindeki
en popüler tapınak Anahita'ya adanmıştır. Zerdüştler arasında, Yezd'e giden
Zerdüşt hacılar için altı pirin en önemlisi "Yeşil Tapınak"tır. İsmi bu
tapınağın etrafında büyüyen yeşil bitkilerden gelmektedir. [3] Burası hala
ziyaret edilen ve İran'da yaşayan günümüz Zerdüştleri için en kutsal
yerlerden olan bir tapınaktır. [4]
Her yıl 14–18 Haziran tarihleri arasında İran, Hindistan ve diğer
ülkelerden binlerce Zerdüşt bu tapınağa adanmış ve kutsal baharı içerdiğine
inandıkları mağaraya ibadet etmek için Yezd'e hac yolculuğu yapıyor. İbadet
edenler dölleyici yağmur ve doğanın yeşillenmesi, canlanması için dua
ederler.
Hindistan'ın belirli bölgelerinde Hızır, kuyu ve akarsuların nehir ruhu olan
Hızır Hoca olarak da bilinir. Büyük İskender'in maceralarının yazıldığı
Sikandar-nama'da Hızır'dan ölümsüzlük kuyusuna başkanlık eden ve hem Hindular
hem de Müslümanlar tarafından saygı gören aziz olarak bahsedilir. [5]
Bazı Aleviler Hızır bayramından (Hıdırellez) önceki gün kavrulmuş
buğdaydan un yaparlar. Hızır'ın izlerini görebilmek için bunu mutfakta bir
yerde saklarlar. Ertesi gün un üzerinde bazı işaretler görürlerse Hızır oraya
bolluk ve bereket getirmek için geldiğini düşünürler. Daha sonra Kömbe veya
Gömbe denilen bir çeşit kek pişirirler. [6][7]
Bu gelenek muhtemelen Osiris, Adonis, Dionysos, Melkart ve Mitra gibi ölmekte
olan Antik Yakın Doğu tanrılarının mitoloji ve ritüellerinden doğmuştur.
Tahılın una dönüştürülürken izlediği süreç ise tanrının yakılmasını, yani
ölümünü simgelemektedir. [8]
Al-Tabari (1991). The History of al-Tabari. Albany: State University of
New York. p. 3.
Önal, Mehmet Naci. "Muğla'da Hıdırellez Bayramı" Çukurova Üniversitesi
Türkoloji Araştırmaları Merkezi
Jenny Rose, Zoroastrianism: An Introduction, India, 2010: I.B. Tauris, p.
123.
Michael Strausberg, Zoroastrian Rituals in Context, Leiden, 2004: Brill,
p. 563; Payam Nabarz, The Mysteries of Mithras. The Pagan Belief That
Shaped the Christian World, foreword C. Matthews, CANADA, 2005, p. 99-100
Longworth Dames, M. "Khwadja Khidr". Encyclopedia of Islam, Second Edition
ḴEŻR – Encyclopaedia Iranica". Iranicaonline.org
Aksoy 2006, p. 288-292; for qāvut, see Anna Krasnowolska, ḴEZR,
Encyclopædia Iranica, 2009
Aksoy 2006, p. 288
●►Üye olarak platforma destek olabilirsiniz: KATIL ●►Patreon üyeliği için: PATREON
Yule kış gündönümünün kutlandığı bir Cermen bayramıdır. Kavimler Göçü ile Cermenler Avrupa'ya göç ederek yayılmışlardır. İskandinav halkları olan Danlar, Norveçliler, İzlandalı ve
İsveçliler ayrıca Hollandalılar, Flamanlar, Almanlar, İngilizler, Avusturyalılar
ve İsviçrelilerin bir kısmı (Almanca konuşanlar) Cermen halklarıdır.
Pagan kış festivali yılın en karanlık zamanında ya da yeni yılın başlangıcı sayılan bir dönemde kutlanırdı. Yaklaşık
olarak 21 Aralığa denk gelen kış gündönümü, güneş ışınlarının oğlak
dönencesine dik geldiği, Güney yarımkürede en uzun gündüz iken Kuzey yarımkürede
en uzun gecenin yaşandığı ve akabinde gündüzlerin uzamaya başlayacağı gündür.
Cermen pagan halkları baharı müjdeleyen ve karanlık kışın bitişini bildiren uzun geceyi önemli gördüklerinden bunu Yul ya da Jul adını
verdikleri bir kış festivaline dönüştürmüşlerdir. Gündüzlerin uzayacak olması ve kışın gidişi yeni bir
dönemin başlangıcını, gelmekte olan bolluk ve bereketi, tabiatın canlanmasını
simgeliyordu. İnsanlar yeni dönemin şans, barış getirmesini [Flateyar destanı, i. 318, 8] ve iyi bir hasat edebilmeyi diliyorlardı. [Heimskringla, p.3]
6. yüzyılın en önemli tarihçilerinden Bizanslı Prokopius İskandinavların "Thule (Yule)" adlı ziyafetini, yokluğunun ardından güneşin geri dönüşünü nasıl coşkuyla kutladıklarını anlatır.
Kimi araştırmacılar Yule festivalinin kökenlerinin Vahşi Av inancına, tanrı
Odin'e ve pagan Anglo-Sakson'ların Mödranit inancına (Mōdraniht'e)
dayandığını söyler.
Vahşi Av inancı başta İskandinav, Çerkes, Hint, Japon, Kızılderili ve
Kelt mitolojileri olmak üzere Kuzey yarımküre'deki pek çok kültürde görülen
bir inanıştır. Bu inanışa göre Vahşi Av başladığında koruyucu ruhlar ortaya çıkar ve hayalet atlılar, İskandinavlara göre Asgard'lılar gökyüzünde koşturmaya başlar. Bu
ava her kültürde farklı bir tanrıçanın, dişi ruhun eşlik ettiği görülür.
Örneğin İskandinavlarda bu Freya, Morrigan veya Odin'in karısı
Frigg'dir. Bu dişi ruhlara da onların eşleri olan erkek karakterler
eşlik eder.
"Annelerin gecesi" yada "Anne'nin gecesi" denen Mödranit ise Anglosakson
paganların yeni yıl şenlikleri arifesinde yaptıkları uygulamaları içerir. Bu
durum ilk Anglosakson tarihçisi Bede tarafından da kaleme alınmıştır [14] ve
Annelerin gecesi adlı bu ayinde insan kurban edildiğinden bahsedilir.
Bede'nin kitabında şöyle yazar:
...Rab'bin doğumunu kutladığımız 25 Aralık'ta başladı. Bizim kutsal
kabul ettiğimiz o geceye, bütün gece yaptıkları törenler nedeniyle
Mödranit, yani "Annenin Gecesi" derlerdi.
[1][2]
Yani tüm bunlara bakıldığında her halükarda kutlanan şeyin bolluk ve
bereketin geleceği inancı olduğu, kutsal annenin veya kutsal karı-kocanın
birleşerek verimi getirip kışı ve uzun geceleri sonlandıracağı inancı olduğu
açıktır.
Paganların Yule diye kutladıkları bu gün ve güne dair uygulamaların bir çoğu
Hristiyan dünyası tarafından yeniden formüle edilerek Noel'e
dönüştürülmüştür. Yani Noel aslında pagan kökenli bir gündür [3] Örneğin
Yule şenliklerinde Yule kütüğü, Yule keçisi, Yule domuzu, Yule şarkıları
gibi pagan gelenekleri vardır.
Yule kütüğü, gündönümü şenliklerinde, şenlik ateşi için yakılan
kütüğe verilen isimdir. 12. gece olan 6 Ocağa kadar her
akşam ağaçtan bir parça yakılır. Bu yakılan kütüklerden kalanlar daha
sonra şans getirmesi ve ev halkını ateşten koruması için yatak altılarına
yerleştirilir. Yule kütüğüne dair birçok inanış vardır. Yanan ağaçtan çıkan
kıvılcımları sayarak yeni yılda sahip olacakları servetleri görmeye çalışmak
bunlardan biridir. [4]
Kış gündönümü geleneklerinde yer alan Yule kütüğü yakmanın "ilahi ışığı"
sembolize eden simgelerden biri olduğunu belirtenler de vardır. Buna benzer
şekilde Yule kandilleri vardır ve Hristiyanlığa Noel mumları olarak
geçmiştir. [4]
Cermenlerin kütük yakmalarının ve dev mumları her bir yana yerleştirip
etrafı aydınlatmalarının temel nedenlerinden biri de etrafı aydınlatarak
geceyi gündüze çevirmekti. Kütük yakmak muhtemelen gelmekte olan Güneş'i,
onun ısısını ve uzayacak gündüzleri simgeliyordu. [5]
Yule keçisi de kış gündönümü kutlamalarındaki geleneklerden biridir.
Genel olarak samandan yapılmış keçi figürleri ağaçlara, kayalara ve
evlere asılırdı. [6] Eski Noel kartlarında Noel babanın tıpkı Yule
geleneğinde olduğu gibi bir keçiye bindiği, veya keçiyi beslediği çizimler
görülürdü. Daha sonra zamanla keçinin yerini geyikler aldı. Bunun da
muhtemel nedeni keçinin Hristiyanlıkta günah ve kötülüğün simgesi olarak
görülüyor olmasıydı.
Keçi, güneşin bereketinin ve hasat tanrısının onurlandırıldığı eski
proto-Slav inançları ile de ilişkilidir. Onlarda Yule şenliğinin adı
Koliada'dır. Bu festivalde Dazbog olarak da bilinen Devac adlı tanrı
beyaz keçi ile temsil edilirdi. [8] Bu yüzden Koliada festivallerinde her
zaman keçi gibi giyinmiş bir kişi bulunur, adak ve hediyeler talep ederdi.
[9]
Yule keçisine dair popüler bir teoriye göre bu festivalde keçinin önemli rol
oynamasının nedeni gökyüzünde arabası ile dolaşan tanrı Thor'un arabasını
çeken Tanngrisnir ve Tanngnjóstr adlı iki keçidir. Hasatta toplanan son
tahıl demetinin hasadın ruhu olarak büyülü özelliklere sahip olduğuna
inanıldığından Yule kutlamaları ve keçisi için saklanırdı. [7]
İsveç geleneğinde mısır demetine de Yule keçisi denirdi. Eski İsveç'te
insanlar Yule keçisini kış gündönümü kutlamalarından bir süre önce ortaya
çıkıp kutlama hazırlıklarının doğru yapılıp yapılmadığını kontrol eden,
görünmez bir ruh olarak görüyorlardı. [7] Hasırdan veya yontulmuş ağaçtan
yapılmış nesneler Yule keçisi olarak adlandırılırdı. Eski İskandinav
toplumunda yaygın bir Noel şakası vardı. Bu şakada komşusu fark etmeden onun
evine Yule keçisi gizlenirdi. Şakalanan aile de aynı şakayı bir başkasına
yaparak ondan kurtulmak zorundaydı.
19. yüzyılda Yule keçisinin tüm İskandinavya'daki rolü değişti. Ailedeki
erkeklerden birinin Yule keçisi gibi giyinerek Noel hediyeleri dağıtan kişi
olmasına doğru kaydı. [6]
Noel domuzu da özünde Yule domuzundan gelir. Kuzey Avrupa'da kış
gündönümünde yenen bir yemektir. [10] Bu gelenek de Cermenlerin pagan
ayinlerinden evrimleşmiştir. Yağmur, güneş ışığı, doğurganlık ve büyüme bahşeden, bereket ve barış için başvurulacak [Gylfaginning, bölüm 27.] tanrı olan Freyr için domuz kesiyor, ondan bir sunu olarak "Julgalti" adını verdikleri, ağzında elma olan pişmiş domuz yemeği yapıyorlardı. Domuz büyük ihtimalle toprağın döllenmesi ile bağlantılıydı. [Encyclopaedia Of Religion And Ethics, vol. 3, p. 609.]
Hasat şenliklerinde İskandinavların tanrı Freyr'e sunup kurban ettikleri yaban domuzu zamanla Noel'deki
domuz yemeğine dönüşmüştür. [11][12][13] Bu geleneğin Hıristiyanlar
tarafından benimsenmesine hız kazandıran olay ise Aziz Stefen Günü'dür.
Zaman içinde Julgalt adlı domuz sunusu kimi Cermen halklarında değişim geçirmiştir. Örneğin Danlar julgalt dedikleri bir hamurişi pişiriyor, kırıntılarını tohumlarla birlikte toprağa gömüyorlardı. Danların inanışına göre ölen çiftçinin hayaleti dedikleri "Julnisse" adlı varlık Yul gecesinde yulaf lapası ile beslenmezse hasadı bozacak ve sığırlara zarar verecektir. Bu yüzden ruhlar için sunu sofrası hazırlamak önemlidir. Bu geleğin yansıması olarak Danimarka'daki bir Noel ilahisinde meleklerin evde nezaketle karşılanması durumunda tarlada ekili durumdaki tohumlar ve gecelek tahıl ürünleri açısından verimli bir yıl geçirileceği söylenir.
Her ne kadar bu uygulamalar temelde verim ile ilgili olsa da söz konusu kış olunca Cermen Yul geleneklerinde farklı, karanlık bir yön belirir. İnanışa göre Yul, yılın en karanlık dönemi ve takvimin sonu olduğundan canlılar özellikle hava iblisleri tarafından tehdit edilirler. Tanrı Odin veya Frigga'nın, Asgard tanrılarının ve ruhları avlayan Valkürlerin sesleri kuşların geçisinde, fırtınaların sesinde duyulurlar. Tanrı Odin'in kendisi bile "Yule'nin Efendisi" sıfatıyla anılır. Gündönümü kutlamalarının yapıldığı bu gecelerde yeraltı dünyasından çıkan canavarların ve kötü ruhların ortalıkta dolaşarak insanları yaraladığına, korkuttuğuna inanılır.
Kötü ruhların ortalıkta dolaşmasına ilişkin söylemler evin eski sakinlerinin hayaletlerinin eve musallat olacağı gibi bir dizi inancın ortaya çıkmasına neden olmuş; sonraları "mundus patet (Antik Roma'nın Cadılar Bayramı)" ismiyle Roma Katolik Kilisesi'ne bile geçmişti. "Tüm Ruhlar Günü" Kilise tarafından bu ölüler kültü için seçilen gündü. Fakat zamanla Roma Kilisesi tarafından devralınan bu inanış da değişmiş, daha iyimser hal almıştı. Artık kış festivali gecelerinde insanları tehdit eden kötü varlıklar yoktu; dost canlısı konukların iyi şekilde karşılanması yönünde evrilmişti. İnsanlar evi ve ahırları temizlemeli, keseceklerini kesmeli, mayalamayı, fırınlama ve yemek pişirmeyi, yıkama ve giyinmeyi, mumları yakmayı ve akşam yemeği servisi gibi tüm hazırlıklarını kiliseye gidecekleri Noel arifesine kadar tamamlamalıydılar. Bunların tek ve temel bir amacı vardı: Ev terk edildiğinde ölüler ziyarete gelecek, her şeyin yolunda olup olmadığını görmek için evde dolaşıp inceleyecek, hazırlanan sofradan yiyeceklerini alacak ve yemeklerin sadece önemsiz kısmını yiyip içeceklerdi.
Bu doğrultuda Kuzey İsveç'te köylüler gelecek varlık ötesi ziyaretçileri için özel bir sofra hazırlıyorlardı. Yeni yılın verimli olması ölülerin iyi karşılanmasına bağlıydı. Söz konusu inançları ve inanmanın insan zihnini nasıl etkileyebileceğini kanıtlar şekilde Almanya ve İskandinavya'da evde ya da ayinlerinin yapıldığı kilisenin önünde ölü gördüğünü söyleyen insanlar olmuştu. Söz konusu ziyaretçi ölüler kimi Cermen Hristiyan ilahilerinde bazen meleklere dönüştürülmüş ya da zaman zaman özellikleri meleklere atfedilmiştir.
İngiliz Noel gelenekleri bu animistik inançlardan ve Eski Roma'nın Saturnalia geleneklerinden etkilenmiştir, neşeli bir hava hakimdir. Noel arifesinde olağan ibadetler bittikten sonra büyük mumlar yakmak ve ocağın üzerine devasa bir Yul kütüğü atmak gelenekti. Zenginlerin evlerinde eğlenceleri denetlemesi için "Kötü Yönetimin Efendisi" adlı bir memur atanırdı. İskoçya'da "Akılsızlık Başrahibi" unvanı taşıyan benzer bir görevli vardı fakat 1555 yılında Parlamento tarafından kaldırılmıştı. Kötü Yönetimin Efendisinin saltanatı 2 Şubat'a yani İsa'nın Mabede Takdimi Bayramı'na [Luka 2:22-40.] kadar devam ederdi. Yani eğlencelinin hüküm sürdüğü bir ortam vardı. En sevilen eğlenceler arasında sihirbazlık, müzik, dans, su dolup kaptan ağızla fındık eya elma alma, başını birinin dizine yaslayıp sırtına kimin vurduğunu tahmin etme, körebe gibi oyunlar yer alırdı. Bu dönemde kahvaltı ve akşam yemeği için tercih edilen yemekler ağzında bir elma veya portakal olan pişmiş domuz kafası, erikli muhallebi ve kıymalı börekti. Evler ve kapılar yaprak dökmeyen bitkilerle, özellikle ökseotuyla süslenirdi. [Encyclopaedia Of Religion And Ethics, vol. 3, p. 609.]
Giles, John Allen (1843:178). The Complete Works of the Venerable Bede,
in the Original Latin, Collated with the Manuscripts, and Various Print
Editions, Accompanied by a New English Translation of the Historical
Works, and a Life of the Author. Vol. IV: Scientific Tracts and
Appendix.
Wallis (1999:53). Note that the first element of the phrase matrum
noctem is here translated with "mother's", whereas it is plural: a
translation "mothers' night" is therefore more accurate.
"Winter Solstice/Yule". Vancouver Island University: Yule is a festival
historically observed by the Germanic peoples. Departing from its pagan
roots, Yule underwent Christianised reformulation resulting in the now
better-known Christmastide.
Watts, Linda, Encyclopedia of American Folklore, p.71
Bourne, Henry, Observations on Popular Antiquities. T. Saint, p.155–162
Rossel, Sven H.; Elbrönd-Bek, Bo, Christmas in
Scandinavia, 1996:XIV
Schager, Karin. Julbocken i folktro och jultradition (Yule goat in
Folklore and Christmas tradition), Rabén & Sjögren
Kropej, Monika. Supernatural Beings From Slovenian Myth and Folktales,
2012
Zguta, Russell. "Russian Minstrels", 1978
Tidholm, P., & Lija, A. (2014). "Culture-Tradition: Christmas: A
Family Affair". Sweden.se.
Simek, Rudolf (1998), Die Wikinger.
Martineau, Chantal. "In Defense Of Christmas Ham"
"The history of the Christmas ham". WFLA
Bede, De temporum ratione
●►Üye olarak platforma destek olabilirsiniz: KATIL ●►Patreon üyeliği için: PATREON
Büyü, doğal veya doğaüstü varlıkları, güçleri kontrol veya manipüle
ettiği söylenen inançların, ayinlerin veya eylemlerin uygulanmasıdır.
Büyüyle uğraşan kişilere ya büyücü ya da cadı denmiştir. Tarih boyunca zaman
zaman büyü ve büyücülüğe dair çağrışımlar olumludan olumsuza değişse de, sihir
günümüzde birçok kültürde önemli bir dini role sahiptir ve bazılarınca tıbbi
çare arayışında bile büyüye başvurulmaktadır". [1][2][3][4]
Batı kültüründe sihir, ötekiler yani yabancılar ve ilkellikle
ilişkilendirilmiş ve bunun "kültürel farklılığın güçlü bir göstergesi" olduğu
düşünülmüştür. 19. yüzyılın sonları ve 20. yüzyılın başlarında Batılı
entelektüeller sihri ilkel bir zihniyetin işareti olarak görerek onu marjinal
olmaya çalışan insan gruplarına atfettiler. [5][6][7][8]
Modern okültizm ve Neopagan dinlerinde büyü yaptığını iddia eden pek çok
sihirbaz ve cadı düzenli olarak sihir yapmış [10] ve sihri kişinin iradesinin
gücüyle fiziksel dünyada değişim yaratma tekniği olarak tanımlamıştır. Bu
tanım etkili bir İngiliz okültist olan Aleister Crowley (1875-1947) tarafından
popüler hale getirilmişti ve o andan itibaren Vika, LaVeyan Satanizmi ve Kaos
büyüsü uygulayıcıları onun bu görüşünü benimsemişti.
Dünyadaki büyü inanışlarına bakıldığında 3 büyü türü önümüze çıkar: Kara, Ak
ve Gri Büyü.
Kara büyü bencil, zararlı veya kötü amaçlar için, Ak büyü
büyünün daha çok başkasına yardım amacıyla, iyi niyetle kullanılması olarak
anlaşılmıştır. [11][4]
Sol elin geçmişten bu yana şeytanla, kötülükle, sapkınlıkla
ilişkilendirildiğini biliyoruz. İşte büyü de de sol el kara büyünün, sağ el
ise iyiliksever ak büyünün alanıdır.
Phil Hine şöyle der: "Okültizmin diğer birçok yönü gibi, 'kara büyü' olarak
adlandırılan şey, büyük ölçüde tanımlamayı kimin yaptığına bağlıdır." [12]
Aslında bu sözü çok doğrudur çünkü kara büyü yapan biri de bunu kendinin yada
bir başkasının iyiliği için yaptığını düşünüp aslında yaptığının kötü bir büyü
olmadığını düşünebilir.
Nötr büyü olarak da adlandırılan gri büyü ne özellikle yararlı nedenlerle ne
de tamamen düşmanca uygulamalara odaklanmayan bir sihirdir. [13][14]
Tarihçiler ve antropologlar yüksek sihirle uğraşan uygulayıcılar ile düşük
büyüyle uğraşanlar arasında ayrım yapmışlardır. Çünkü yüksek sihir, uzun ve
ayrıntılı törenler ile sofistike ve bazen pahalı gereçler içeren daha karmaşık
bir büyü türü olarak görülür. Düşük büyü ise köylülerle [16] ve daha kısa
süren, sihirli olduğuna inanılan sözlerin söylendiği basit ayinlerle
ilişkilendirilmiştir. [15]
Mezopotamya'da kötülüğe karşı koymak ve şifa bulmak amacıyla büyüye farklı
biçimlerde başvurulmuştur. Mezopotamya'daki savunma amaçlı yapılan meşru
büyüye Akad dilinde Aşiputu, Sümer'de ise Maşmaşutu denirdi. Bunlar belirli
gerçeklikleri değiştirmeyi amaçlayan büyü ve ayinlerdi.
Eski Mezopotamyalılar sihrin iblislere, hayaletler ve kötü büyücülere karşı
geçerli tek savunma aracı olduğuna inanıyorlardı. [17] Onlara zulmettiğine
inandıkları ruhlara karşı kendilerini savunmak için bu kötü güçleri durdurması
umuduyla kişinin mezarına kispu denilen sunular bırakılırdı. [18] Eğer
verdikleri sunu bir işe yaramazsa bazen ölen kişinin bir heykelciğini yapıp
onu toprağa gömer ve tanrılardan kötü ruhu yok etmelerini ya da kişiye
musallat olmayı bırakmaya zorlamalarını talep ederlerdi. [19]
Sümer dininde büyü, muska, nazar, lanet gibi ögeler ön plandaydı. İnsanların
korktuğu tanrıları ve onların lanetleri karşısında tanrıları sakinleştirmeyi,
memnun etmeyi, insan üstü varlıklarla iletişime geçerek kehanet, sihir, büyü,
şifa, fal, yazgı gibi konulara hakim olmaları nedeni ile rahiplere büyük saygı
duyulurdu.
Kendilerini lanetleyebilecek kötü büyücülerden korunmak için sihre
başvuruyorlardı. Antik Mezopotamya'da kara büyüye karşı kendini savunmak için
karşıdaki kişi ile aynı tekniklerin kullanıldığı görülür. Fakat lanetlemeye
yönelik kara büyüler gizlice uygulanıyorken kendini başka bir büyü yada
büyücüye karşı savunma amacıyla yapılan büyüler açıkta, izleyici önünde
yürütülüyordu.
İnanışlarında büyücüyü cezalandırmak için yapılan Maklû yada "Yakma" olarak
bilinen dini törene başvurulurdu.
Bu uygulamada büyücülükten muzdarip olan kişi, büyücünün bir heykelciğini
yapar ve geceleri onu yargılamaya başlar. Daha sonra eğer büyücünün suçlarının
niteliği belirlenebilirse büyücünün heykelciği yakılır ve böylece büyücünün
gücününün kırılacağına inanılırdı. [20]
Sümerlerde ise "bağı" adı verilen kara büyünün kasten yapılması büyük bir
kötülük olarak görülür ve büyüye maruz kaldığını iddia eden kişi kendine
yapılan büyüyü yalnızca rahiplerin kehanetleri ile öğrenebilirdi. Eğer kara
büyü tespit edilirse bunu yok etmek için ak büyüye başvurulur, kara büyüyü
bozma girişiminde kötü güçlere maruz kalmamak için evin belli noktalarına
büyülü metinlerin yazılı olduğu tabletler konurdu. [46]
Mezopotamyalılar kendilerini bilmeden işlenen günahlardan arındırmak için de
büyülü ayinler yapardı. [20] "Maklu" adını verdikleri dini törende büyücü,
kişiyi tüm günahlarından arındırmak için onları bir hurma şeridi, soğan ve bir
tutam yün gibi çeşitli nesnelere aktararak yakardı. [21] İnanışa göre böylece
bilmeden işlemiş olabileceği tüm günahlardan arınacaklardı. Bu, Yahudilerin
Yom-Kippur adlı kefaret gününde başları üzerinde tavuk çevirerek günahlarını
ona aktardıklarına inandıkları Kaparot ayinine oldukça benzemektedir. Eski
Mezopotamya toplumlarının din ve uygulamaları daha sonraları onları putperest
olarak yaftalayan İbrahimi dinlerde farklı isim ve uygulamalar altında
yaşamaya devam etmiştir.
Şurpu adı verilen yalatma yöntemi ile büyü bozmaya başvurulur, hastalıkları
ortadan kaldırması için tanrılara kurban verilen ayinler düzenlenirdi. [36]
Yani kurban, adak gibi uygulamalar ve kendisi için kan akıtılmasını isteyen
ilahlar düşüncesi Sümer dininin ayrılmaz parçalarındandı.
Başvurdukları şeylerden biri de aşk büyüsüydü. Bu tür büyülerle bir kişinin
başka bir kişiye aşık olması, bitmiş olan sevgiyi yeniden kazanması veya
erkeğin ereksiyon problemine çözüm getirmesi hedeflenirdi. [22] Bir adamı
koruyucu tanrısı ile veya bir kadını onu ihmal eden kocası ile uzlaştırmak
için de büyüye başvurulurdu. [23]
Sümer rahibelerinin doğum yapan kadınları kötü varlıklardan koruduğuna
inanılır ve bu rahibe sınıfı aynı zamanda büyücü olarak kabul edilirdi.
Mezopotamya'dan rasyonel bilim ile büyü arasında hiçbir ayrım yoktu. [24] Biri
hastalandığında doktorlar hem okunacak sihirli sözlere hem de tıbbi tedaviye
başvururdu. Çoğu ayin, büyülü sanatlarda uzman olan, Aşipu (āšipu) adı verilen
kişiler tarafından gerçekleştirilirdi. [30][31][32] Bu meslek genellikle
nesilden nesile [25] aktarılır ve son derece yüksek saygı görürdü. Bu yüzden
genellikle krallara ve büyük liderlere danışman olarak hizmet ederlerdi. Fakat
Aşipular sadece birer sihirbaz değil aynı zamanda doktor, rahip, yazıcı ve
bilgin olarak da hizmet ederdi. [26]
Tanrı Ea ile bağdaştırılan Sümer tanrısı Enki bile sihir ve büyülü sözlerle
yakından ilişkiliydi. [27] Büyü uygulayıcısı olan Aşipu'ların koruyucu
tanrısıydı ve tüm gizli bilginin nihai kaynağı olarak kabul edilirdi.
[28][33][34] Mezopotamyalılar ayrıca talep edildiğinde bazı alamet ve
kehanetlere ulaşabileceklerine inanıyor ve alametleri daima son derece
ciddiyetle alıyorlardı. [29]
Mezopotamya'da kötülüğün nedenleri ve bunun nasıl önleneceği konusunda "büyü
kasesi" veya "sihirli kase" adı verilen koruyucu yöntemlere başvurulduğu
görülür. 6-8. yüzyıllar arasında oldukça popüler olan bu kaseler Orta Doğu'da,
özellikle Yukarı Mezopotamya ve Suriye'de üretilirdi. [35] Yüzüstü gömülen bu
kaselerle iblisleri yakalamak hedeflenirdi. Bunlar genellikle eşiğin altına,
avlulara, yeni ölenlerin evlerinin köşelerine ve mezarlıklara yerleştirilirdi.
[37] Büyü kaselerinin bir alt kategorisi, Yahudi ve Hristiyanların büyüde
kullandıklarıdır. Aramice dilindeki büyülü kaseler Yahudilerin büyü
uygulamaları hakkında önemli bir bilgi kaynağıdır. [38][39][40][41][42]
Hititlerde de büyü ayinleri oldukça yaygındı. Büyü içeren törenleri sadece
tapınak ve kutsal alanlardaki ibadetlerle sınırlı değildi. Hitit metinleri
şifa ve korunma amaçlı birçok büyü hakkında bilgiler verir. [51] Hititler de
Tıpkı Sümer'de olduğu gibi kötü cinleri, hastalıkları kovmak için büyüye
başvururdu fakat bu büyüleri ya kişinin evinde yada yerleşim alanlarının
dışında, uzakta yaparlardı. Kişinin saflığını kaybetmesi, cinler, hayaletler,
iftira, büyü, kirli nesnelere dokunma ve tanrıların öfkelenmesi gibi
nedenlerden ötürü hastalandığına yada talihinin ters gittiğine inanılıyordu.
Tanrıların öfkesini bastırmak için kan dökülmesi gerekse de dökülen kanın aynı
zamanda evi kirlettiği ve törensel bir arınmaya ihtiyaç duyduğu düşünülürdü.
Ritüeller Sümer lologramlarının geleneksel çevirisini kullanan şifacılar
tarafından idare edilirdi. Büyü törenlerinde "Yaşlı Kadın" adı verilen uzman
kadınlar yada "kahin" ler olan erkekler önemli rol oynardı. [55]
Hititlerin büyü ayinlerinin genel öğretileri arasında sembolik eylemler
bulunur. Tanrılar yardım için çağrılırken ayinin hedefindeki kişi genellikle
saflığın simgesi olan su, yağ yada gümüş kullanılarak arındırılır. Kişinin
hastalığı veya kirliliği figürlere yada doğrudan hayvanlara temas yoluyla
aktarılarak onları taşıyıcı konumuna getirir. Daha sonra kötülüğü içinde
taşıyan bu figür yada hayvanlar bulundukları bölgeden uzaklaştırılır.
Bir Hitit büyü ayininde kişiyi etkileyen kötülüğün bir fareye nakledildiği
anlatılır. Kötülüğe maruz kalan kişinin sağ eline ve ayağına ip ve kalay
iliştirildikten sonra kalay alınır ve tekrar iple fareye bağlanır. Ardından
büyüyü yapan kişi fareyi kovalarken onu iki cine havale eder ve şöyle der:
“Kötülüğü onlardan aldım, onu bir fareye sarmaladım. Bu farenin onu dağlara,
derin vadilere ve uzun yollara götürmesine izin ver! ... Zarniza, Tarpatašša
onu sen al!” [56]
Antik Yunanda büyücüler, Perslerde ise Magi rahipleri denen sihirbazlar
yalnızca sırların bilgeliğe sahip kişiler olarak değil, aynı zamanda matematik
ve kimya gibi çeşitli alanların efendileri olarak görülüyorlardı. Büyücüler
ölüm, kehanet ve kara büyü ile ilişkilendirildiğinden şüphesiz onlardan
korkuluyordu ve genellikle toplumun daha uç noktalarında yaşıyor ve
hayatlarını sadakalarla sürdürüyorlardı.
Yunan mitolojisinde büyü, Hermes, ay ve büyücülük tanrısı Hekate,
Orfeus, büyülü bitkiler, iksirler konusunda uzman olan ve Odisseus'un Hades'in
hayaletlerini çağırmasına yardım eden Helios'un büyücü kızı Kirke gibi
figürlerle ilişkilendirilmiştir. Sihirli iksirler ve lanetlerle ilgili bol
miktarda efsane bulunur. Örneğin, Nessos adlı sentor (yarı at-yarı insan)
ölürken akan kanından Herkül'ün karısı Deianeira'ya verir ve sevgilisi ona
ihanet ederse kullanmasını, bunun bir aşk iksiri olduğunu, eğer Herkül'ün
giysisine bu kanı sürerse ona yeniden aşık olacağını söyler. Fakat bu kanın
içine Hydranın zehirli salyası karışmıştır. Herkül yanında İole ile birlikte
gelince kıskançlık krizine giren Deianeira kendine söylenenleri yaparak kana
buladığı gömleği kocası Herkül'e verir ve Herkül onu giyer giymez yanmaya
başlar ve korkunç bir şekilde can verir. [9]
Yönümüzü Mısır'a çevirirsek; Heka ile kişileştirilen Büyü eski Mısır din ve
kültürünün ayrılmaz bir parçasıydı. Tüm bunları bizzat Mısırlılar tarafından
yazılıp günümüze ulaşan metinlerden biliyoruz. [43]
Kıpti terimi olan "hik", dinsizlik ya da yasadışılık anlamına gelmeyen ve
Eski Krallık'tan Roma dönemine kadar kullanılan, firavunlara ait "heka"
teriminin torunudur. [44] Ahlaki açıdan tarafsız kabul edilen heka, hem
yabancıların hem de Mısırlıların uygulama ve inançlarında yer edindi.
Merikare Talimatları heka'nın vakıaları savuşturacak silahlar olmak üzere
yaratıcının insanlığa armağan ettiği bir iyilik olduğunu bildirir. [45]
Mısır'da sihir, hem okur-yazar rahip hiyerarşisi hem de okuma yazma bilmeyen
çiftçiler ve çobanlar tarafından uygulanırdı ve heka ilkesi, hem
tapınaklarda hem de özel ortamlarda tüm ayinlerin temelini oluşturuyordu.
[47]
Heka'nın temel ilkesi kelimelerin bir şeyleri var etme gücüne odaklanır.
[48] Karenga, yaratıcının dünyayı var etmek için kullandığı birincil
araç olarak kelimelerin temel gücünü ve ontolojik rolünü açıklar. Çünkü
antik Mısır insanı tanrılarla aynı ilahi doğayı ve onların görüntüsünü (snnw
ntr) paylaştığına inandığından tıpkı tanrıların yaptığı gibi kelimeleri
yaratıcı bir şekilde kullanma gücüne sahip olduklarını düşünmüşlerdir. [50]
Mısır'ın Beşinci Hanedanlığının son firavunu olan Unas piramidinin iç
duvarları, dikey sütunlar halinde yerden tavana uzanan yüzlerce büyülü yazıtla
kaplıdır. Bu yazıtlar Piramit Metinleri olarak bilinir ve Öbür Dünyada hayatta
kalabilmek için firavunun ihtiyaç duyduğu büyüleri içerir. Fakat Piramit
Metinleri kesinlikle yalnızca kraliyet soyu içindi ve büyüler, büyülü sözler
sıradan kişilerden gizli tutulurdu. Birinci Ara Dönem'in kaosu ve huzursuzluğu
sırasında mezar soyguncuları piramitlere girerek büyülü yazıtları gördüler.
Böylece halk büyüleri öğrenmeye başlayınca Orta Krallık’ın başlangıcında halk
kendi tabutunun kenarına benzer yazılar yazmaya başladı ve bunu yapmanın öbür
dünyada onların hayatta kalmasını sağlayacağını umdular. Bu yazılar Tabut
Metinleri olarak bilinir. [47] [48][49]
Mısırlıların "Meket"dediği muskalar (tılsım) hem yaşayanlar hem de ölüler
arasında yaygındı. [52][48] Bunları kötülüklerden korunma ve "evrenin temel
adaletini yeniden teyit etme" aracı olarak kullanıyorlardı. [53] Bulunan en
eski muskalar hanedanlık öncesi Badâri Dönemi'ne aittir ve bu muskalar
Roma dönemine kadar varlıklarını sürdürmüşlerdir. [54] Yani Arapların İslam'a
entegre ederek boyunlarına asmaya başladığı ve toplumumuzun da uygulamaktan
geri kalmadığı muskaların temeli aslında antik Mısır ve Sümer dinlerine
dayanır.
Hutton, Ronald. Witches, Druids and King Arthur. p. x.
A.g.e, p. ix.
Bailey, Michael D. Magic: The Basics, pp. 1-5
Baglari, M.H. "The Magic Art of Witchcraft and Black Magic". International
Journal of Scientific and Research: 20
Bogdan, p. 2; Graham, p. 255
Bailey, Michael D. Magic: The Basics, p. 89
Davies, Owen. Magic: A Very Short Introduction, p. 1
Styers, Randall. Making Magic: Religion, Magic, and Science in the Modern
World., p. 14
Publius Ovidius Naso, Metamorphoses, IX l.132–33
Berger, H.A., Ezzy, D., Teenage Witches, p. 24
Miller, JL. "Practice and perception of black magic among the Hittites".
Altorientalische Forschungen. 37 (2)
Jesper Aagaard Petersen. Contemporary religious Satanism: A Critical
Anthology.
Smoley, R. & Kinney, J., Hidden Wisdom: A Guide to the Western Inner
Traditions'. p. 121.
Cicero, Chic & Cicero, Sandra Tabatha The Essential Golden Dawn: An
Introduction to High Magic. Llewellyn Books. p. 87.
A.g.e, p. 40
Greenwood, S., Magic, Witchcraft and the Otherworld, Berg, page 7
Sasson, Jack M. Civilizations of the ancient Near East. Scribner. pp.
1896–1898.
A.g.e., p. 1897
A.g.e., pp. 1898–1898
A.g.e., p. 1898
A.g.e., p. 1899
A.g.e., pp. 1900–1901
A.g.e., p. 1901
A.g.e., p. 1895.
A.g.e, pp. 1901–1902
A.g.e, pp. 1901–1904
A.g.e., p. 1843
A.g.e., p. 1866
A.g.e, pp. 1899–1900
Abusch, Tzvi. Mesopotamian Witchcraft: Towards a History and Understanding
of Babylonian Witchcraft Beliefs and Literature. p. 56.
Brown, Michael. Israel's Divine Healer. p. 42
Kuiper, Kathleen. Mesopotamia: The World's Earliest Civilization. p. 178
Delaporte, Louis-Joseph. Mesopotamia. Routledge. p. 152
Abusch, I. Tzvi; Toorn, Karel Van Der. Mesopotamian Magic: Textual,
Historical, and Interpretative Perspectives.
Noegel, Scott; Walker, Joel Walker. Prayer, Magic, and the Stars in the
Ancient and Late Antique World. p. 83
M. Şemsettin Günaltay, Türk Tarihinin Đlk Devirlerinden Yakın Şark Elam ve
Mezopotamya, s.489
J. A. Montgomery, "A Syriac Incantation Bowl with Christian Formula,"
The International Standard Bible Encyclopedia p.217, Geoffrey W. Bromiley
"D. Aramaic Incantation Bowls. One important source of knowledge about
Jewish magical practices is the nearly eighty extant incantation bowls
made by Jews in Babylonia during the Sassanian period (ad 226-636). ...
Though the exact use of the bowls is disputed, their function is clearly
apotrapaic in that they are meant to ward off the evil effects of several
malevolent supernatural beings and influences, e.g., the evil eye, Lilith,
and Bagdana."
A Dictionary of biblical tradition in English literature p. 454, David L.
Jeffrey "Aramaic incantation bowls of the 6th cent, show her with
disheveled hair and tell how"
Bell, H.I., Nock, A.D., Thompson, H., Magical Texts From A Bilingual
Papyrus In The British Museum, Vol, XVII, p 24.
Ritner, R.K., Magic: An Overview in Redford, D.B., Oxford Encyclopedia Of
Ancient Egypt, p 321
A.g.e, p 321-322
Jeremy Black, Anthony Green, Mezopotamya Mitolojisi Sözlüğü Tanrılar,
İfritler, Semboller, s. 55-56
A.g.e, p 323
Brier, Bob; Hobbs, Hoyt. Ancient Egypt: Everyday Life in the Land of the
Nile.
Karenga, M, page 187
A.g.e, page 216
Engelhard, D. 1970 Hittite Magical Practices
Teeter, E., Religion and Ritual in Ancient Egypt, p.170
A.g.e., p.118
Andrews, C., Amulets of Ancient Egypt, p.1
Miller, J. L. Studies in the Origins, Development and Interpretation of
the Kizzuwatna Rituals,, 469-511
Christiansen, B. Die Ritualtradition der Ambazzi : 36-39
●►Üye olarak platforma destek olabilirsiniz: KATIL ●►Patreon üyeliği için: PATREON
Nevruz eski Farsça kökenli bir kelimedir. Anlamı "yeni gün" yada "gün
ışığı"dır.
Türkiye, Özbekistan, Kazakistan, Pakistan, Türkmenistan, Çin, Kırgızistan,
Kosova ve birçok ülkede kutlanan Nevruz, baharın gelişinin bayramıdır.
İlkbaharın başlangıcını simgeleyen bu bayram Kuzey yarım kürede 22 veya 23
Mart'ta kutlanıyor olsa da 21 Mart'ta kutlandığı bölgeler de vardır.
Türkler ve Kürtler için, Bahai ve Zerdüşt dini mensupları için bu gün
genellikle baharın gelişini temsil ederken, Türklerde aynı zamanda
Göktürklerin Ergenekon'dan çıkışı olarak kutlanır.
Bahar dönencesinde [10] kutlanmaya başlayan bu gün İranlıların yeni yılıdır
[3][4][5] ve aynı zamanda Pers yeni yılı olarak da bilinir. [6][7][8][9]
Nevruz 3000 yıldan beri kutlanmakta olan Pers ve Zerdüştlük kökenli bir
şenliktir. Bu geleneğin tarihi ilahlaştırılan Pers kralı Cemşid'e kadar
uzandığı, yerleşik hayata geçiş sonrası yeni gelen baharı kutlama geleneğini
onun başlattığı söylense de bu geleneği Zerdüştlerin peygamberleri olarak
inandıkları Zerdüşt'ün yayıp koruduğu söylenir.
Nevruz ve Cemşid'e dair bir efsane Şehname'de yer alır. Efsaneye göre; Cemşid,
her şeyi öldüren kışı ortadan kaldırmak için her tarafı elmaslarla donatılmış
bir taht inşa ettirir. Cin ve iblisler tahtı göğe kadar yükseltirler, Cemşid
ve tahtı gökyüzünde güneş gibi parıldayıp ışık saçar, kışı bitirir, sıcakları
geri getirir.
Tüm canlılar onun etrafında toplanır, üzerine elmaslar saçar ve kışın gidip
sıcakların geldiği bu yeni günü (baharı) kutlarlar. [1]
Bu kutlamalar Ahameniş İmparatorluğunda bile vardı. Pers orduları arasında
bulunup onların sefer kayıtlarını tutan Yunan filozof Ksenofon Ahamenişte
kutlanan benzer bir bayramdan ve bunun Persepolis'de bir geleneğe
dönüştüğünden bahsetmiştir.
Baharın yeniden canlandığı bu kutsal günde Ahameniş ulusunun farklı kralları,
kralların kralına hediyeler verdiği anlatılır. Kral 2.Kambises her yıl
düzenlenen Ahameniş festivaline katıldıktan sonra bu gelenek meşruiyet
kazanmıştır.
Nevruz, Ahamenişten sonra gelen 3. hanedanlık olan Part'ların diğer adıyla
Arşak İmparatorluğunun (MÖ 248 - MS 224) resmi tatil günüydü. MS
300'lerde Sasaniler Batı Asya'da güç kazanana kadar Partlar sonbaharda
Nevruz kutlamaya devam ettiler.
Part hanedanlığının hükümdarlığı döneminde Mitra onuruna kutlanan bir Zerdüşt
ve İran festivali olan bahar festivalinin adı Mehregan'dı. [2]
Nevruz kutlamalarına ilişkin kapsamlı kayıtlar, Sasani İmparatorluğu'nun
kurucusu I. Ardashir'in (MS 224-651) üyeliğini takiben ortaya çıktı. Sasani
imparatorları döneminde Nevruz, yılın en önemli günü olarak kutlandı. Halkla
birlikte kraliyet izleyicileri, nakit hediyeler ve mahkumların affedilmesi
gibi Nevruz'un çoğu kraliyet geleneği, Sasani döneminde kuruldu ve modern
zamanlara kadar değişmeden devam etti.
KAYNAKLAR
Firdawsī (2006). Shahnameh:a new translation by Dick Davis, Viking Adult,
2006. p. 7.
John R. Hinnells, "Mithraic studies: proceedings", p. 307
Richard Foltz (2017). "The “Original” Kurdish Religion? Kurdish
Nationalism and the False Conflation of the Yezidi and Zoroastrian
Traditions". Journal of Persianate Studies. Volume 10: Issue 1. pp. 93, 95
Navid Pourmokhtari (2014). "Understanding Iran’s Green Movement as a
‘movement of movements’ ". Sociology of Islam. Volume 2: Issue 3-4. p. 153
Del Re, E. C. (2019). " Minorities and Interreligious Dialogue: From
Silent Witnesses to Agents of Change". In Volume 10: Interreligious
Dialogue.
Mary Boyce, A. Shapur Shahbazi and Simone Cristoforetti. "NOWRUZ".
Encyclopaedia Iranica Online
Keelan Overton and Kimia Maleki (2021). The Emamzadeh Yahya at Varamin: A
Present History of a Living Shrine, 2018–20 . Journal of Material Cultures
in the Muslim World. Volume 1: Issue 1-2. p. 137
Michal Fux and Amílcar Antonio Barreto. (2020). "Towards a Standard Model
of the Cognitive Science of Nationalism – the Calendar ". Journal of
Cognition and Culture. Volume 20: Issue 5. p. 449
"International Nowruz Day". United Nations.
●►Patreon'dan Üye Olarak Destek Olmak İçin: PATREON ●►Youtube 'Katıl': KATIL
ANTİK SÜMER-BABİL TOPLUMLARINDA VE İSLAM'DA CİNLER
Sümer topraklarına, kültür ve dinlerine sahip olmuş olan Samilerin, onların
efsane ve inanışlarından hiçbirini benimsemediğini düşünmek doğru
olmayacaktır. Kurulan her Sami devletinin Sümer dininden ögeler edindiği ve
kendine uyarladığı bulunan arkeolojik keşifler ile ispatlanmıştır.
Cin inanışı da bunlardan biridir. Bu bağlamda önce Sümer-Babil toplumlarında
cinlere dair anlatılara, onlardan ne şekilde bahsedildiğine sonra da bu
inanışların Arap coğrafya ve dininde nasıl yer edindiğine hadisler üzerinden
bakacağız.
Sümer mitolojisinde Galla adlı cinlerin ismi İnanna ve Dumuzi mitosunda sıkça
geçmektedir. Bunlar insanları yer altına çeken, yedi rakamı ile tanımlanan,
şekil değiştirebilen kötü cinlerdir. İnanna-Dumuzi efsanesinde Dumuzi'yi yer
altına çekenler de Galla adlı bu cinlerdir.
[19] Sümer tabletlerinde onların
yiyip içmedikleri ve sevgi barındırmadıklarına vurgu yapılır.
[20]
Enki, yer altına inip orada esir kalan doğurganlık tanrıçası İnanna'yı
kurtarmak için tırnaklarının dibindeki pislikten kurgarru ve kalaturru adında
varlıklar yaratır ve bu varlıkları yer altı dünyasına, İnanna'nın yanına
gönderir. Yani Enki cinleri kirden yaratmış ve onları cehennem ile
ilişkilendirilen yer altı dünyasına göndermiştir. Onların yaratılışındaki bu
kir ögesi Arap dinindeki "cinlerin azığı (yiyeceği)" konusu ile oldukça
ilişkilidir.
İnanna'nın yer altına inişinin anlatıldığı mitosa göre İnanna cinler
tarafından kurtarılıp yeryüzüne çıktığında etrafı cinlerle sarılmış
durumdadır. Yeryüzüne dönmüş olan İnanna'nın anlatısında cinlerden nasıl
bahsedildiğine bakalım:
İnanna ölüler diyarından çıktı;
İnanna ölüler diyarından çıkınca,
Ulağı Ninşubur ayaklarına kapandı,
Yerin dibine girdi, çaputlara büründü.
Cinler kutsal inanna’ya şöyle dediler:
“Ey inanna kentinin önünde bekle, onu sana getireceğiz” [8]
Tıpkı orta doğu dinlerinde Belkıs'ın tahtını göz açıp kapayıncaya kadar
getiren cinler gibi, Sümer dininde de cinler diğer varlıkları başka yerlere
götürebilmektedir. Öyle ki cinler, İnanna'nın huzuruna çıksınlar diye diğer
tanrıları İnanna'nın ayağına getirirler.
Yukarıda da gördüğünüz üzere cinler:
“Ey inanna kentinin önünde bekle, onu sana getireceğiz” derler fakat
cinlere dair bir diğer özellik bu mitosta İnanna'yı sürekli olarak farklı
yerlere götürebilmeleridir.
İlgili Sümer efsanesinin metninde cinler:
“Haydi onu götürelim, Umma'da Sigkurşagga’ya götürelim onu.”
“Haydi onu götürelim, Badtibira’da Emuşkalamma’ya götürelim
onu.” [8]
Gibi ifadeler kullanır ve İnanna'yı ilgili yerlere götürürler.
Sümer'i işgal eden Samiler Babil'i kurduğunda Sümer dinini kendi dillerine
çevirerek, okudu, öğrendi ve türetti. Efsanelerinde yer altı dünyasına dair
korkularının ne kadar ağır bastığı net şekilde görülür.
Babil mitolojisinde Gılgamış'ın ölen arkadaşı Ea-bani, ölüm tanrısı Nergal
tarafından diriltildiğinde Gılgamış'a yeraltı dünyasını tarif ederken
defnedilen bir savaşçı ile cesedi toprak üstünde terk edilmiş iki savaşçıyı
kıyaslayarak şöyle der:
Bir divana yattı,
Ve saf sudan içti.
Savaşta öldürülen adam... Sen de ben de sıkça gördük böylesini.
Babası ile annesi başını kollarına almış,
Ve karısı yanı başında diz çökmüş.
Öte yandan cesedi yeryüzüne bırakılmış adam,
Sen de ben de sıkça gördük böylesini...
Ruhu artık yeryüzünde istirahat etmiyor.
Ruhuyla artık kimsenin ilgilenmediği adamı,
Sen de ben de sıkça gördük böylesini...
Şişelerdeki tortular, ziyafetlerden geriye kalanlar,
Ve sokaklara saçılanlar artık onun yemeği.[9]
Dikkat edilmesi gereken yer son iki mısradır:
Şişelerdeki tortular,
ziyafetlerden geriye kalanlar,
Ve
sokaklara saçılanlar artık onun yemeği.
Yani Samilere göre cesedi gömülmeyen savaşçılar yeryüzünde dolaşıyor,
insanların ziyafetlerinden, yiyip içtiklerinden, sokaklara atılan artık
yemeklerden, mesela sıyırıp yedikleri etlerin kemiklerinden besleniyorlardı.
Onların yemeği artık buydu. Peki bu size tanıdık geldi mi? İslamdaki cinlerin
yemeği inanışı ile ne kadar benziyor değil mi?
İşte efsane ve inanışlar böyledir. Sümer ve Babil'deki kirden yaratılan, yer
altına, dolayısı ile ateşin egemen olduğu mekana gönderilen canlılar ile huzur
bulamayan savaşçıların yeryüzünde gezerek yemek artıklarını yemesi gibi
anlatılar Sami toplumları arasında yayılarak Arapların cin dediği varlığın
yaratılışına zemin hazırlamıştır. Öyle ki oldukça güçlü görünen cin
inanışlarından dolayı eski Arapların cinlere saygı duyduğu, taptığı olmuş
ve aslında insanların yarattığı bu mistik varlık gerçekmiş gibi Kur'an'da ve
kutsal denen diğer kitaplarda bile kendine yer edinmiştir.
Cinlere olan inancın kesin kökeni tam olarak bilinmese de Orta Doğu'daki bazı
bilim adamları onların çöllerde ve kirli yerlerde yaşayan kötü ruhlar olarak
ortaya çıktığını, genellikle hayvan biçimine girdiklerini iddia eder.
[7] Diğerleri ise cinlerin
başlangıçta pagan doğa tanrıları olduklarını ve diğer tanrılar daha fazla önem
kazandıkça cinlerin yavaş yavaş önemsizleştiğini iddia eder. Aslında Sami
ırkının birbirleri ile bağlantısı, inanışları, Mezopotamya'daki süreçleri ve
Sümer-Babil-Akad metinleri göze alındığında bu iki görüşe de doğru demek
mümkündür.
Eski Sümerler şişkin gözlü, köpek yüzlü, pullu vücutlu, kuş pençeli ve kanatlı
bir rüzgar cini olan Pazuzu'ya inanıyorlardı. Eski Babilliler, uzaktaki ıssız
yerlerde, çöllerde, mezarlıklarda, dağlarda ve denizde bulunduğuna inanılan
bir cin sınıfı olan utukku'ya inanıyorlardı.
Babilliler aynı zamanda Arapların çölde yaşayan, sırtlan şeklinde görünen ve
gezginleri yakalayıp yiyen Gul adlı iblis inancına benzer şekilde, tenha
yerlerde gezginlere saldırdığına inanılan bir vampir cin olan Rabisu'ya da
inanmışlardı. Adı etimolojik olarak bir Sümer yeraltı cini olan galla ile
ilişkiliydi. [7][11][12][13]
Eski Suriye kenti Palmira'da cinlere benzer varlıklar cinnayê olarak
biliniyordu. Günümüz Bedevileri arasındaki cinler gibi cinnayê'nin de
insanlara benzediği düşünülüyordu. Çöldeki kervanları, sığırları, köyleri
koruduklarına inanıldığından onların şerefine koruyucu tapınaklar kuruldu.
İnsana cin musallat olması, bedenine girmesi gibi anlatı ve inanışların temeli
bile Sümer'e dayanmaktadır. Hatta bazı Müslüman modernistlerin cinleri
hastalığa neden olan virüs olarak yorumlamasına benzer şekilde antik Sümer'de
de insan bedenine giren cinler onları hasta ediyordu.
[15]
Sümer büyücüleri yaptıkları ayinlerde cinleri kovmak için “Gökyüzünün davetine
kulak verin! Yer altı dünyasının davetine kulak verin!” gibi sözler
kullanırlardı. Kişiyi kötü cinlerin saldırılarından korumak için evinin
çeşitli yerlerine büyülü sözlerin yazıldığı muskalar konur, daha sonra kötü
cinler tasvir edilerek kovulurdu.
[16]
Sümerlerin inanışına göre bir insan hata ve günahlarında aşırılığa gidip
bunları terk etmiyorsa koruyucu tanrısı o kişinin bedeninden çıkar ve bu
boşluktan faydalanan cinler kişinin bedenine girerek ele geçirir, onu kötü
hale sokardı. Bu cinlerden kurtulmak için tanrılara yakarıp dua etmek, onlara
kurban ve adaklar vermek, böylece sevgilerini geri kazanmak gerekirdi. Bu
yolda edilen dualardan biri şöyledir:
Sümer dininde tanrıların en çok sevdiği kurbanın kuzu olduğuna inanıldığından
kurban ve adaklar genellikle koyun, oğlak ve kuzulardan oluşurdu. Fakat bir
hastalığa tutulmuş kişinin tanrılardan yardım isteyebilmesi ve kötü cinleri
def edebilmesi için bir domuz kurban edilmesi ve 6 parçaya bölünerek hastanın
üzerine konması gerekirdi. Sonrasında Apsu'nun kutsal suyuyla yıkanan hastanın
kapısının önüne külde pişirilmiş 7 ekmek bırakılır ve bu eylem 2 kez
tekrarlanırdı. Devamında ise insan uzuvlarının karşısına 6 parçaya ayrılmış
olan domuzun uzuvları konarak cinlere takdim edilirdi.
[21]
Doğuma dair bazı inanışlar da vardı. Nugig veya kadiştum adlı sınıftan olan
Sümer rahibeleri aynı zamanda büyücü olarak görülüyor, genel olarak
tapınaklarda görev yapıyor olsalar da doğum yapacak kadınları koruma görevini
de üstleniyorlardı. Çünkü inanışa göre doğum yapan kadın zayıf düştüğünden onu
kötü cinlerin ve ifritlerin saldırılarından korumak gerekiyordu.
[18]
Yani İslam'da olduğu gibi antik Mezopotamya'da da cinlerin yarı insan yarı
hayvan görünümlü varlıklar olduğu, mezarlık, çöl gibi tenha yerlerde bulunup
insanlara musallat oldukları, bedenen zayıf veya günahkar insanları,
hamileleri hedef aldıkları, insan bedenine girdiklerine, şekil
değiştirebildiklerine dair inanışlar bulunmaktaydı.
Cinlerin yiyip-içtikleri konusundaki ihtilaf bile İslam'a aynı şekilde
geçmişti. Çünkü Sümer dininde cinlerden bahsedilirken bazen yiyip içmedikleri,
bazen ise tam tersi olduğundan bahsedilirdi. Bu, günümüz İslam alimleri
arasında bile hala devam eden ihtilaflardan biridir. Çünkü bir kısmı "cinler
tabi ki yer-içer" derken diğer kısmı "ateş ve dumandan olan varlıklar nasıl
yiyip içsin" demektedir.
Şimdi gelin hadislerde Cinlere dair neler anlatılıyor, Mezopotamya'daki
inanışlara nasıl benziyor kendiniz görün.
Cinlerin yemeği -1 Ebû Hüreyre'den rivayet edilmiştir: Ebû
Hüreyre, Peygamber'in beraberinde bulunuyor ve abdest için su matarasını
taşıyordu. Hazreti Peygamber taharet için uzaklaşınca, Ebû Hüreyre su
matarasını alarak Hazreti Peygamberi takip etti. Bunu fark eden Hazreti
Peygamber: «Bu (peşimden gelen) kimdir?.» buyurdu. Ebû Hüreyre; -Ben,
Ebû Hüreyre,'yim, diye cevap verdi. Resûl-i Ekrem: «Bana birkaç taş
getir, onlarla temizleneyim. Ancak kemik ve tezek getirme.» Ebu Hüreyre
der ki: -Kemik ve tezeğin nesi var? diye sordum. Peygamber bana cevaben
şöyle buyurdu: «Onlar (kemik ile tezek) cinlerin yemeklerindendir.
Nitekim bana Nasibin beldesinin cinlerinden bir heyet geldi. Onlar ne iyi
cinlerdi. Benden azık ve yiyecek istediler. Ben de onlar için Allah'a dua
ettim ki, rastladıkları her kemik ve tezeğin üstünde behemehal bir yiyecek
bulsunlar.» [3]
Cinlerin yemeği -2 Âmir'den rivayet edilmiştir: “Alkame'ye
sordum: Abdullah İbn Mes'ud, Resulullah (s.a.v.) ile birlikte cin gecesinde
bulundu mu?” dedim. Alkame: “Abdullah İbn Mes'ud'a ben de bu meseleyi
sorup: “Sizden birisi, Resulullah (s.a.v.) ile birlikte cin gecesinde bulundu
mu?” dedim. Abdullah İbn Mes'ud: “Hayır, fakat bir gece biz Resulullah
(s.a.v.) ile birlikte bulunduk. Bir ara onu kaybettik ve onu vadilerde, dağ
yollarında aradık, acaba (cinler tarafından) uçuruldu mu, yoksa gizlice
öldürüldü mü?” dedik. Böylece bir kavmin geceleyebileceği en kötü geceyi
geçirdik. Sabahlayınca bir de baktık ki, Resulullah (s.a.v.) Hirâ tarafından
çıka geldi. Ona: “Ey Allah'ın resulü! Seni kaybettik, aradık, fakat
bulamadık. Bu sebeple bir kavmin geceleyeceği en kötü geceyi geçirdik” dedik.
Bunun üzerine Resulullah (s.a.v.): “Bana, cinlerin dâvetcisi geldi.
Onunla gittim de cinlere Kur'ân okudum” buyurdu. Bizi götürerek cinlerin
izlerini ve ateşlerinin eserlerini bize gösterdi. Cinler, Resulullah
(s.a.v.)'e azıklarını sormuşlardı. O da, (onlara): “Elinize geçen üzerine
besmele çekilmiş her kemik olabildiği kadar bol etli olarak sizindir. Her deve
tezeği de hayvanlarınıza yemdir” buyurmuş. Daha sonra Resulullah (s.a.v.) bize
dönerek: “Artık siz bunlarla taharetlenmeyin! Çünkü onlar, (din)
kardeşlerinizin yiyeceğidir” buyurdu. [10]
Muhammed'in bir cini yakalayıp bağlaması
Ebû Hüreyre'den rivayetle Peygamber şöyle demiştir:
«Dün gece bir azgın cin, namazıma mani olmak için üzerime atıldı. Allah'ın
izniyle onu kıskıvrak yakaladım. Hatta istedim ki mescidin direklerinden
birine bağlayayım da, sabahleyin hepiniz onu göresiniz. Lâkin sonra kardeşim
Süleyman peygamberin şu duası hatırıma geldi:
Allah'ım, beni bağışla ve benden sonra hiçbir kimseye nasip olmayacak bir
saltanat bana ver.» (Cinlere hükmetme saltanatının yalnız kendisine ait
olmasını dinleyen Süleyman peygamberin bu duası yüzünden o cini bağlamaktan
vazgeçti.)[1][2][5]
Muska ile cinden korunma Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam bize, zehre karşı, göz değmesine karşı, nemle
kurduna karşı rukye yapmamıza ruhsat tanıdı." [4]
Cinlerin insan kılığına girmesi
Ebû Bekir Muhammed b. Ubeyd der ki: Abdurrahman b. Abdüllah, amcası Amr b.
el-Heyseman kendisine, babası vasıtasıyla dedesinden şöyle naklettiğini
rivayet etmiştir: «Merkua gitmek üzere evden çıktım.Dört fersah kadar
uzaklaşınca, bir pınar başında oyna-şan bir güruh gördüm. Onları seyretmeye
koyuldum.Derken biri geldi, arkadaşının sırtına atladı, sonra diğeri ötekinin
boynuna atladı. Üzerlerine atımı sürmek istedim. Arka üstü yatarak gülmeye,
kahkaha atmaya başladılar. Sonra atımın başım onlardan çevirip yoluma devam
etmek istedim. Baktım ki bir ağacın altından kahkaha sesleri gelmiyor mu?
(hayret ettim, kaldım..)»
Yine el-Haysem, babasından naklediyor: «Bir arkadaşımla birlikte yolculuğa
çıktık, yolun ortasında bir kadın gördük. Haydi onu atlarımıza alalım» dedim.
Arkadaşım onu arkasına aldı. Ona bakınca bir de ne gör-sem ağzından hamam
bacasından çıkan alevler gibi alev çıkmıyor mu? Hemen ona hücum ettim. Bana
dedi ki: «Ben sana ne yaptım da bana böyle hücum ediyor-sun?» Arkadaşım da
sanki bir şey olmamış gibi:
«Yahu zavallıdan ne istiyorsun?» demez mi? Susmak zorunda kaldım. Ve yürüdük.
Bir saat sonra tekrar baktığımda yine ağzını açmaz mı? baktım yine aynı
alevler. Hücum ettim. Aramızda bu hâl üç kere cereyan etti. Üçüncüsünde
azmettim, "mutlaka bunu yere sereceğim" dedim Üzerine atladığım gibi yere
yıktım onu. Fakat yine susmadı ve şöyle söyledi: «Allah kahretsin seni, bugüne
kadar senin kadar cesur bir kimse görmedim. Amma da yürek varmış
sende!» [6]
Cinlerin akşam, tenhada çocukları kaçırması
Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Yiyecek içecek kaplarının üzerlerini
örtünüz, su kırbalarının ağız iplerini bağlayınız, bütün kapıları
arkalarından kapayınız, yatsı vakti sırasında çocuklarınızı dışarıda
hareketten men edip eve toplayınız. Çünkü o zaman cinlerin yayılması ve bir
şeyi süratle alıp kapmaları vardır. Uyku sırasında kandilleri söndürünüz.
Çünkü fasıkçık; yani fare, bazen yanan fitili çeker de ev halkını yakar."
[14]
Cinlerin bir adamı kaçırması
Abdurrahman b. Ebî Leylâ anlatıyor: Kadının birinin kocası ortadan kayboldu.
Kadın dört yıl bekledikten sonra durumunu Ömer b. el-Hattâb’a anlattı. Ömer
(R.A.), bunu kendisine haber ettiği gün itibariyle dört sene beklemesini
emretti. Kocasının gelmemesi ve ondan haber alamaması halinde dört yıl sonra
evlenebileceğini de bildirdi. Kadın evlendikten bir süre sonra kaybolan kocası
geri döndü. Evinin kapısını çalarken veya evine giderken ona: “Karın senden
sonra başkasıyla evlendi” dediler. Adam durumu soruşturunca olanları kendisine
anlattılar. Adam Ömer b. el-Hattab’a geldi ve “Karımı elimden alan ve
beni ondan ayırana karşı bana yardımcı ol” dedi. Ömer, durumdan endişeye
kapıldı ve “Bunu yapan kim?” diye sordu. Adam “Ey müminlerin emiri! O kişi
sensin!” deyince, Ömer: “Nasıl oldu?” diye sordu. Adam: “Cinler beni kaçırdı
ve uzun bir süre başıboş bir şekilde bilmediğim yerlerde dolaşıp durdum. Geri
döndüğümde karımın başkasıyla evli olduğunu gördüm. Bunun emrini de senin
verdiğini söylediler” karşılığını verince, Ömer r.a. “İstersen karını sana
geri veririz, istersen de seni başkasıyla evlendiririz” dedi. Adam “Olur, beni
başkasıyla evlendir” karşılığını verince Ömer r.a. adama cinleri sormaya, adam
da anlatmaya başladı. [24]
Cinin insan bedenine girmesi
Ed-Darekutnî, İbn-i Abbas’dan şöyle bir hadîs nakletmiştir:
«Bir kadın oğlunu Allah'ın Resulünün (S.A.V.) yanına getirdi ve:
Ey Allah'ın Resûlü! Bunda delilik vardır, bu hastalık onu öğlen ve akşam
tutar, diye yakındı. Bunun üzerine Peygamber onun göğsünü mesh etti ve ona
dua etti. Ona istifra ettirince, karnından siyah köpek yavrusuna benzer bir
şey çıktı. Ve yürüdü.» [22]
Bu hadisi, Ed-Dârimi, Müsnedi’nin ilk kısımlarında rivayet etmiştir, orada
şu kayda rastlanır: Allah Resûlü ona: «Çık ey Allah’ın düşmanı!» dedi.
Cinlerin hastalıklara neden olması
"Bedevî bir adam Hz. Peygamber'in yanına gelip beraberinde getirdiği
kardeşinin ağrılar çektiğinden şikayet etti. Hz. Peygamber, ağrılarının
sebebini sorunca, cinlerin çarpmasından olduğunu söyledi. Bunun üzerine
Peygamberimiz Bakara suresinin ilk beş ayetini, ihlas suresi ve diğer bazı
ayetleri okudu, adam hemen iyileşti.”
[23]
Zübdetü'l Buhari, Namaz Bahsi, Hadis 169.
Sahih-i Muslim 8/438.
Zübdetü'l Buhari, Ensar'ın Özellikleri, Hadis 1031
Mermaid (Deniz kızı) : Deniz
kızları filmler hikayeler vs. sayesinde popüler yaratıklar haline gelmiştir
fakat birçoklarında olduğu gibi onlarında ortaya çıkış sebebi mitoslardır. Deniz
kızı, belinden yukarısı kadın, aşağısı balık kuyruğuna sahip olduğu yönündeki
anlatılarla efsanelere konu olmuş bir yaratıktır. Dünya üzerinde bir çok
kültürde deniz kızları yer almaktadır. Bunun sebebini mitolojiler arasında
birbirinden geçen ögelerin çokluğudur. Genelde tasvirleri farklı olsa da
birbirlerine çok yakın şekillerde betimlenmişlerdir. Örnek vermek gerekirse
Yunan Mitolojisi içinde yer alan Sirenler denizcilere şarkılar söyleyip onları
büyülerler. Bu sayede denizcilerin güverteden düşmesine sebep olurlar hatta
zaman zaman gemiler onlar yüzünden batar. Diğer deniz kızlarının yer aldığı
hikayelerde ise bu varlıklar boğulma tehlikesi geçiren denizcileri kurtaran iyi
kalpli deniz canlıları olarak betimlenmişlerdir. Kurtardıkları erkekleri su
altındaki krallıklarında yaşamaya davet ettikleri de söylenir. Bazı yerlerde ise
deniz kızlarının insanları su altına doğru çekerken insanların suda nefes
alamadıklarını unuttukları için denizcileri bilmeden de olsa ölüme
sürükledikleri söylenir.
Kharon :
Kharon (Kharoon) yada Charon denilen yaratığın mitolojide anlatımı şu
şekildedir. Mitolojide gökleri Zeus, denizler Poseidon, yer altı dünyasını da
Hades almıştır. Daha doğrusu Zeus öyle paylaştırmıştır. Hades hem yer altı
dünyasına hemde yeraltının tanrısına verilen isimdir ve o yer altı dünyasında
Stiks nehri bulunur. Stiks nehrinin kayıkçısı ise Kharondur. Kharon ölüleri
kayıkla nehrin karşısına geçirir. Tabi ücretini alarak.
Eski yunanlar öldükten sonra cesedi gömmeden önce ağzının içine yada avucuna
bir altın sikke koyarlarmış. Çünkü inançlarına göre ölen kişi yer altına
indiğinde o sikke ile Kharonun ücretini ödeyecek ve Stiks (Styks) nehrinden
geçebilecektir. Kim ki sikke olmadan gömülür ise yer altına indiğinde
kayıkçıya verecek hiçbir şeyi olmadığı için nehri geçemeyecek ve kıyıda
bağırarak çaresizce koşuşturacaktır. Kharon Odysseia destanında şöyle
anlatılır:
– Dur sefil Ruh, nefes alanların diyarından hediyemi getirdin mi? –
Geçiş için ödemem işte burada Stiks nehrinin yüce kayıkçısı… – Ödeme
kabul edildi sefil ruh hadi gel kayığa. Götüreyim seni ölümden sonraki
yaşamın diyarına…
Banshee : Banshee aslında bir İrlanda efsanesidir. İskoçya, Avusturalya, ve
Amerika’ya yayılmıştır fakat çıkış noktası İrlanda'dır ve diğer ülkelere de
İrlandalıların göçleri sebebiyle yayılmıştır.
Banshee’ler İrlanda inançlarında var olan, ölüm haberi veren perilerdir ve
onlara dair yazılan ilk yazılar 8.yy’dan kalmadır.
Banshee’ler aslen saf İrlanda kanı taşıyan ailelerin koruyucu perileridir. Ait
oldukları aileleri çok sever, birinin öleceğini hissettikleri zaman yas
tutmaya, ağıtlar yakmaya, ağlayarak çığlık atmaya başlarlarmış. Onların gece
yarısı ölümü yakın olan kişinin odasının pencere altında çığlıklar atarak
ağladığı duyulurmuş fakat kimse göremezmiş bu varlıkları. Görülemeyecek kadar
şeffaf yada görünmez oldukları üzerine de söylenceler bulunmaktadır.
Sesi duyulduğu zaman bilinirmiş ki o evden biri ölecek. Aynı anda birkaç
Banshee’nin çığlık attığı duyulursa, bu, ölecek olan kişinin hatırı sayılır
derecede önemli makam ve nüfuz sahibi biri olacağını işaret edermiş.
Banshee’leri görebilen çok azmış. Bu insanların hepsinin söylediği ortak şey
ise uzun boylu, zayıf bir kadın görüntüsünde olduğu, saçlarının ayaklarına
kadar uzandığı ve yeşil giysi üzerine gri kapüşonlu bir pelerin giydiği imiş.
Burandan hareketle onların Kelt efsanelerindeki ormanın koruyucu perilerine
benzediğini ve kökeni olarak bunu gösterebileceğimizi öğreniyoruz.
Anlatıldığına göre Banshee'lerin gözleri ağlamaktan hep kıpkırmızıymış.
Zamanın insanlarına gece yarısı birden atılan tiz çığlıklar, ağlama sesleri ve
hıçkırıklar duymak çok ürkütücü geliyormuş. Üstüne ölümü haber verdiklerine
dair inanışları da eklenince durum daha da endişe verici bir hale
bürünüyormuş. Bazı hikayelerde de Banshee’lerin ağlayıp haykırarak aileye
birinin öleceğini haber vermelerinin sebebinin aslında o aileyi haberdar
etmek, ölüm acısının birden onları şoka uğratmaması için onları buna
hazırlamak olduğundan bahsedilir.
Hatta hala İrlanda’nın bazı ufak
kasaba ve köylerinde seslerinin duyulduğu, varlıklarını sürdürdüğü
söylenir.
Beelzebub :
Fazlasıyla farklı ismi olan Beelzebub’a Velzevul yada Beelzebuth da denir.
Hristiyan teolojisi dünyaya dair çifte vizyon benimseyerek onu iyi ve kötüye
ayırmıştır. Bu da inançların birçoğunda olduğu gibi onunda bir düalizm
içerdiğini gösterir. Melekler ve şeytanlar, dinin kökeninde önemli bir rol
oynamaktadır. Kutsal yazıya göre, insanlar, onların ruhları ve Dünya'nın
kendisi, Tanrı ile onun karşıtı olan Şeytan arasındaki ebedi savaş alanıdır.
Kötülüğün insanların kalbindeki görünümünü bir şekilde açıklamak için
Hristiyanlar, düşmüş meleklerin tüm günahlar için suçlanacakları bir teori
oluşturdular. Hristiyanlığın fazlaca değiştirilmiş bir inanç olması da bunda
etkendir. Zira kimse yaptığı kötülükleri üstlenmek istemez, haliyle bunun
için bir günah keçisi seçilmeliydi.
Dünyanın yaratılışının başlangıcında, daha genç Başmelek Lucifer ölümcül
günahı, yani gururu yenmeyi başardı. İnsanların sevgiye değmez olduğunu ve
yok edilmeleri gerektiğini düşünüyordu. İlk defa cennetten düşen ve Rab'bin
elçileri olarak adlandırılmaya değer hale gelen meleklere “iblis” kavramı
uygulandı. Başlangıçta, "şeytan" kelimesi evrensel kötülük ve cehennem ile
eş anlamlı değildi, bu yüzden sadece düşmüş melek denir.
Beelzebub'da bunlardan biridir fakat onun daha eski bir kökeni vardır.
Beelzebub en yüksek rütbeye sahip şeytandır. Genellikle Lucifer'in kendisi
ile aynı kefeye konulur. Genellikle Cehennemin İblisi Beelzebub bütün
karanlık ordunun lideri olarak algılanır. Beelzebub adının etimolojisi
hala üzerinde durulan bir şeytandır. Eski Slavca'dan çevrilmiş bu isim
"şeytan" anlamına gelir. Örnek göstermek gerekirse Slav edebiyatında genel
olarak mistisizm ve diğer dünyalar söz konusu olduğunda Beelzebub
fazlasıyla geçer.
Beelzebub ismi Büyük Fenike tanrısı Baal'dan gelir. Zira Yahudiliğin ve
Hristiyanlığın yaygınlaşmasıyla eski putperest inançların tanrıları da birer
kötülük simgesi haline gelmiştir. İsrailliler Beelzebub'un bir iblis
olduğundan korkmuyorlardı, eski çizimlerin fotoğrafları onu sinek olarak
gösteriyordu.
Belki de Kenan halkı bu görünüşü seçmişti çünkü yüce iblisin adı “Sineklerin
Efendisi” olarak tercüme ediliyordu.
Cehennemin iblisi Beelzebub'ın ismi İncil'in çeşitli yerlerinde bulunur.
Bulunmalıydı da zira eski inancın tanrısını yeni inancı yaymak da kullanmak
iyi bir yoldur.
Kutsal Yazılara göre İsa Mesih'in kendisi iblis Beelzebub'un bir parçasını
kendi içinde taşımaktadır. Matta ve Luka İncillerinde Tanrı'nın oğlunun,
Karanlık Prens'in gücüyle insanların bedenlerinden şeytanlar çıkardığı
söylenir. Hatta şeytan çıkarmada Mecusiler ve bazı toplumlar tarafından
cinlerin gücü ile cin çıkarıyor diye alay edilmiştir.
Mesih, Matta İncili'nde, öğrencinin öğretmeninin üstünde olmadığını,
hizmetçinin ustasının üstünde olduğunu belirtti. Eğer akıl hocası olarak
Beelzebub'un gücünün kaynağı seçildiyse insanlar kötü güçlerin etkisine
karşı daha hassas olmalılar.
Griffon (Griffin) :
Griffon heykellerinin çoğu onları kuş benzeri pençelerle tasvir ederken,
bazı eski resimlerde onların aslanlarınki gibi ön ayakları ve genellikle bir
aslanın arka kısımları vardır. Kartal kafasına geleneksel olarak uzun
kulaklar verilir. Bunlar bazen aslan kulakları olarak tanımlanır ancak
genellikle uzundur ve daha çok bir at kulağına benzer. Bu benzeşmenin
kökeninde ise Griffon efsanelerinde onlara binen binicilerin bulunması, yani
binek hayvanı olarak görülüyor olmaları yatabilir.
Griffonlar nadiren kanatsız olarak tasvir edilmiştir. Bazen ise
kanatsız, kartal başlı bir aslan olarak tanımlandıkları görülür.
15. yüzyılda ve daha sonraki hanedanlık armalarında böyle bir canavara alke
veya keythong denmiştir. Armalar üzerindeki tasvirlerde Griffinler
yılan takımyıldızına (Serpens) atıfta bulunur ve Yunanca Ophinicus adından
türetilen Opinicus olarak adlandırılırlar. Bu tasvirlerde iki ya da dört
ayaklı aslan gövdesi, kartal ya da ejderha başı, kartal kanatları ve deve
kuyruğu bulunur.
İran mitolojisinde Griffin Şirdal "Aslan-Kartal" anlamına gelir. Şirdal, MÖ
2. binyılın sonlarından beri İran'ın eski sanatında ortaya çıkmıştır.
Şirdallar MÖ 3000 gibi erken bir tarihte Susa'daki silindir mühürler
üzerinde görülmektedir. Onlar Demir Çağı'nda İran'ın Kuzey ve Kuzey Batı
bölgesi olan Luristan sanatında ve Ahameniş sanatında kullanılan ortak
motiflerdir. Ayrıca Griffon figürlerine antik Mısırda da rastlanmıştır.
Sfenks :
Sfenks; kafası koç, kuş veya insan, gövdesi ise aslan şeklini almış
heykellere verilen isimdir. İlk önce Antik Mısır’da rastlanan Sfenks, antik
Yunan mitolojisinde de büyük öneme sahiptir. İsmini de buradan almıştır.
Sözcüğün anlamı “yaşayan heykel”dir. Sfenkslerin en tanınmışı Büyük Gize
Sfenksi‘dir. Mısır Sfenksi antik bir efsanevi yaratıktır. Gövdesi
uzanan bir aslan ve kafası genellikle bir firavunun kafasının şeklini alır.
Aslanlar güneş ile bağlantıları nedeniyle antik Mısırlılar tarafından kutsal
görülen hayvanlardandı. En büyük ve en ünlü olanı Gize platosunda Nil
Nehri’nin batı kıyısında bulunan Büyük Gize Sfenksi‘dir. Gize Sfenksi doğuya
dönüktür ve pençelerinin arasında bir tapınak yer alır. Aslan gövdeli, insan
başlı bu sfenksin uzunluğu 73 metre, yüksekliği 20 metre, yüzünün genişliği
ise 5 metredir. Bir adı da ‘Harmakis’ olan sfenks, doğan güneşi ve firavun
için yeniden dirilişi temsil eder. Yüzünün doğuya dönük oluşu her sabah
doğar doğmaz Güneş Tanrısı RA’yı görmesi içindir.
Antik Yunanda'da sfenks büyük yer kaplar. Özellikle Thebais’in
talihsiz kralı Oedipus'un efsanesinde Oedipus, sfenksin bilmecelerini doğru
cevaplar ve Thebais’i onun zulmünden kurtarır.
Atlas :
Atlas, Iapetus ve Clymene'nin en güçlü oğluydu ve Menoetius, Epimetheus ve
Prometheus'un kardeşiydi. Atlas ve Menoetius, Olimposlular Zeus, Poseidon,
Hades, Hera, Demeter ve Hestia ile savaştı fakat acı bir hezimete uğradılar.
Titanlar'ın yenilgisinden sonra Zeus, Atlas'ı dünyadaki batı kenarına
yerleştirerek evrenin sonsuza kadar omuzlarında taşınmasına neden oldu. Daha
sonra ise sadece dünyayı omuzlarında tutar şekilde tasvir edildi. Ama tasvir
edilenin aksine Atlas dünyayı değil gök kubbeyi yani tanrılar katını
omuzlarında taşımaktadır. Bu göreviyle ona tanrı ve insanlar katını ayıran
bir duvar gözüyle bakabiliriz.
Hesperides'in Altın Elmalarını toplayacak olan Heracles, Onbirinci
Çalışma döneminde Atlas'ı görür. Yolculuğu sırasında Atlas'ın kardeşi
Prometheus'u kurtarır. Prometheus, Herakles'e Altın Elmalar'ın nerede
olduğunu öğrenebilmesi için Atlas'ı bulması gerektiğini söyledi.
Herakles Atlas'ı buldu; Atlas, Heracles onun için göğü tutabilirse elmaları
alacağını söyledi. Herakles göğü tuttu ancak Atlas elmalarla döndükten sonra
Herakles'i gökyüzünü kalıcı olarak taşıması için kandırmaya çalışarak
elmaları kendisi teslim etmeyi teklif etti. Çünkü yükü bilerek alan herhangi
biri onu sonsuza kadar taşımak zorundaydı. Atlas'ın geri dönmek
niyetinde olmadığından şüphelenen Herakles, Atlas'ın teklifini kabul
ediyormuş gibi yaptı veAtlas'ın birkaç dakikalığına gökyüzünü tekrar
almasını, böylece pelerinini omuzlarında dolgu olarak yeniden
düzenleyebilmesini istedi. Atlas elmaları yere bırakıp göğü tekrar
omuzlarına aldığında Herakles elmaları alıp kaçtı.
Medusa'yı öldüren Perseus bir gün Atlas Krallığı'na gelir ve
kendisinin Zeus'un oğlu olduğunu ilan ederek barınak ister. Atlas, Zeus'un
bir oğlunun bahçesinden altın elmaları çalması konusunda uyarıda bulunan bir
kehanetten korktuğu için Perseus'un teklifini reddeder. Atlas, Perseus
tarafından taşa dönüştürülür ve koca bir dağ haline gelir.
"Mermaid". Dictionaries. Oxford.
Waugh, Arthur. "The Folklore of the Merfolk". Folklore. 71 (2): 73–84
Virgil, Aeneid 6, 324–330
Callimachus, Hecale fragment 278 in R. Pfeiffer's text Callimachus,
vol.2, p. 262
Briggs, Katharine. An Encyclopedia of Fairies. pp. 14–16
Chaplin, Kathleen. "The Death Knock"., vol. 34, no. 1. pp. 135–157
Wilde, Jane. Ancient Legends, Mystic Charms, and Superstitions of
Ireland (Vol. 1)
T., Koch, John. Celtic culture : a historical encyclopedia. p. 189
Lysaght, Patricia; Bryant, Clifton D.; Peck, Dennis L. Encyclopedia of
death and the human experience. p. 97
Yeats, W. B. "Fairy and Folk Tales of the Irish Peasantry" in Booss,
Claire; Yeats, W.B; Gregory, Lady A Treasury of Irish Myth, Legend, and
Folklore. p. 108
2 Kings 1:2–3, 6, 16
van der Toorn, Karel; Becking, Bob; van der Horst, Pieter W., eds. "Baal
Zebub". Dictionary of Deities and Demons in the Bible (154) ed.
Arndt, Walter William; Danker, Frederick William; Bauer, Walter.
"Βεελζεβούλ". A Greek-English lexicon of the New Testament and other
early Christian literature (3rd (173) ed.)
Balz, Horst; Sxhneider, Gerhard. Exegetical dictionary of the New
Testament. 1 ((211) ed.)
Freedman, David Noel, ed. "Beelzebul". The Anchor Yale Bible Dictionary.
1 ((639) ed.)