HABERLER
Dini Haber
tarih etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
tarih etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

DÜNYANIN EN ESKİ MAAŞ ÇEKİ SÜMERLERDEN

A,tarih, Antik tarih, Sümerler, Maaş olarak bira, Sümer tarihi, Antik Mısırda bira, Biranın tarihi, Sümerlerde bira, İşçilere maaşları bira olarak ödeme, Arkeoloji, Arkeolojik keşif,
Antik Mezopotamya kenti Uruk'ta bulunan 5000 yıllık bu çivi yazısı tablette biraların işçilere günlük çalışmalarının karşılığı olarak dağıtımı gösteriliyor.
SÜMERLERİN İŞÇİLERE BİRA ALMALARI İÇİN MAAŞ ÇEKİ VERDİKLERİ ORTAYA ÇIKTI
Londra'daki İngiliz Müzesin'de bulunnan ve tahminen 5.000 yıllık olduğu düşünülen bir tabletteki çivi yazıları işçilere günlük paylarının (yevmiye) sıvı altın (sıvı altın dedikleri şey bira) olarak ödenişini gösteriyor.

Bira ile ilgili en eski kanıtların Mezopotamya'daki bir Sümer tabletinde bulunduğunu zaten biliyordum ama bu bira çeki olayından haberim yoktu.

Sümerler döneminde bira o kadar popülerdi antik Sümer'de işçilere emeklerinin karşılığını bira ile ödediler ve bu uygulama antik dünyada yaygın olarak biliniyordu.

Bu tablet MÖ 3100 ila 3000 arasında yapılmıştır. Tablet Fırat nehrinin mevcut yatağının doğusunda bulunan eski bir Sümer ve daha sonraları Babil kenti olan Uruk’ta yapılan kazılarda "istihkak" anlamına gelen bir kaseden yiyen insan kafasını ve "bira" anlamına gelen konik bir kabı gösterir. Kuşkusuz ki Bira'nın Mezopotamya'da bu kadar popüler olmasının birkaç nedeni var. Bira birçok içeceğe göre daha güvenliydi ve sudan daha lezzetliydi.


Bira biçiminde ödeme alan tek işçi Sümerler değildi. Bira eski Mısır toplumu için de ciddi öneme sahipti. Eski Mısır işçilerinin ve esnafının temel içeceği bira iken zengin insanların içeceği ise şaraptı.

Eski Mısır'da da işçilerin ücretleri bira ve çeşitli malzemeler ile ödendi ve Giza'daki işçi köyünde yaşayan işçiler çalışmalarının karşılığı olarak günde üç kez bira alıyorlardı. Günlük istihkak miktarı ise dört ila beş litre bira kadar olabiliyordu.

Ayrıca tarihte II.Richard'dan şairlerin ve "İngiliz edebiyatının babası" olarak bilinen Geoffrey Chaucher'ın yıllık maaşını 252 galon şarap olarak aldığı da bilinmektedir.

Ücretleri alkol şeklinde almak tarih boyunca birkaç kez olmuştur ve bu eğilim bazı modern şirketler tarafından hala uygulanmaktadır.

Eski Mısırlılar da biraya çok değer verdiler ve onu sadece sarhoş olmak için değil aynı zamanda ilaç ve ödeme yöntemi olarak da kullandılar. Bira eski Mısır toplumunda büyük öneme sahipti ve varlığı kadınlara ekstra para kazanma fırsatı veriyordu.

Giza'daki işçi köyünde yaşayan işçilere yevmiyelerinin bir parçası olarak günde üç kez bira veriliyordu. Mısır'da kazı yapan arkeologlar birayla yapılan ödemelerin ülkenin çeşitli yerlerinde görüldüğünü yani zannedilenden çok daha yaygın olduğunu keşfettiler.

Yazan: A.Kara

ANTİK MISIR MEDENİYETİNDE EVLENME VE BOŞANMA

tarih, Antik tarih, Antik Mısır medeniyeti, Antik Mısır'da evlenme ve boşanma, Eski mısırda evlilik, Eski Mısır'da kadın ve erkek, Eski Mısır evlilik yasaları, A, Ptahhotep,
ANTİK MISIR TOPLUMUNDA AİLE KURMAK & BOŞANMAK
Eski Mısır halkı evlilik ve boşanmanın anlamını ve amacını tanımlayan özel terimlere sahip değildi. Eski Mısır metinlerine bakıldığında bir ev kurulmasının evlilik sayıldığı söylenebilir.

Eski Mısır'da evlilik ve boşanma önemliydi ancak bu beraberliği resmileştiren herhangi yasal bir belge gerekmiyordu. Daha sonra Üçüncü Orta Dönem'in başlangıcında finansal düzenlemeler ve destek yükümlülükleriyle ilgili belgelerin imzalanması zorunlu hale geldi.

Bir çift evlenirken yapılan dini ya da resmi bir tören yoktu. Evlilik basitti, iki insan bir arada yaşadıklarında ve bir aile kurduklarında evlenmiş olurlardı. Çoğu durumda ebeveynler gelinin bedeli üzerinde anlaştıktan sonra evlilik ayarlanırdı. Kadın erkeğin evine üzerinde anlaşmaya varılan mallar ile girdiğinde evlilik tamamlanmış olurdu.

Beşinci Hanedanlık sırasında (MÖ 2.500-2.350 zaman zaman I.Ptahhotep, Ptahhotpe veya Ptah-Hotep isimleri ile karşımıza çıkan Mısırlı Vezir Ptahhotep'in bilgeliği ve deneyimlerine dayanarak çeşitli talimatlar yazdığı görülmektedir.

Ptahhotep hayatlarını yaşamaları gerektiğini tavsiye ederken aynı zamanda bir kocanın karısını sevmesi gerektiğini açıkça belirtti. Ptahhotep "Karını sev, onu besle, giydir ve onu mutlu et ... ama üstteki elini kazanmasına izin verme" dedi.

Boşanma eşlerden birinin konuttan ayrılması ve mallarının bölünmesiyle oluyordu. Kadın ve erkek birlikte yaşadıkları sürece malları istedikleri gibi kullanabilirlerdi ancak eşyalarını almak istediklerinde malların bölünmeleri gerekiyordu. Erkek malların üçte ikisini alırken karısı malların üçte birini alırdı (İbrahimi dinlerde kadına neden az pay düştüğünün nedeni bu olabilir).


Boşanmak utanç verici olmadığı gibi sonrasında yeniden evlenmek yaygın bir davranıştı. Zina bir tehdit sayılıyordu ama nedeni sadakatsizlik değil ailenin sahip olduğu malların payıydı. Çünkü meşru olmayan çocuklar da en az yasal çocuklar kadar önemli kabul ediliyordu ve onların da miras hakları vardı. Bu da demek oluyordu ki eşiniz eşlerden biri diğerini aldatıp çocuk yaptığında aldatma sonrası doğan çocuk da mallara ortak oluyordu.

Ayrıca eğer ailenin çocuğu yoksa veya olmuyorsa evlat edinmek mümkündü.

Kardeş kardeşe evlilikler kraliyet ailelerinde yaygındı ancak bu durum nüfusun geri kalanının cesaretini kırıyor ve onları aile içi evlilik-ilişkiden uzak tutuyordu. Kraliyet ailelerinin kan bağlarını koruması beklenirken sıradan insanları ailelerinin bir parçası olmayan kişilerle evlenmeye teşvik ediliyordu.

Eski Mısır'da bir ailenin istikrarlı bir toplumun temeli olduğu kabul edildi ve insanların kurdukları ailede birlikte, uzun süre yaşamaları bekleniyordu bu yüzden uygun bir eş bulmak için her zaman sevmek, aşık olmak gerekmiyordu. Bir erkek karısını sevmek zorunda değildi, çalışan masaya yiyecek koyan ve çocuklarını büyüten iyi bir eşe sahip olmak daha önemliydi.

Eski Mısır kadınları erkeklerle eşit haklara sahip olduklarından evlilikleriyle de özgürlüğün tadını çıkarıyorlardı. Bu eski Mısır kadınlarının kolay bir yaşam sürdüğü anlamına gelmiyordu ancak örneğin antik Yunanistan'daki kadınlardan kesinlikle daha iyi haklara sahip olduklarını gösteriyordu. Bu durumu da eski Mısır’ın en önemli dini kavramı olan, adalet ve dengeyi temsil eden Ma'at’a borçlulardı.



Yazan: A.Kara

PİSAGOR VE TAKİPÇİLERİ FASULYE YEMEZ MİYDİ?

tarih,A,Pisagor,Pisagor fasulyeyi neden yasakladı?,Pisagor ve fasulye,Pisagor'un takipçilerine mesajı,tarih,Yunan filozof Pisagor,Felsefe,
PİSAGOR'DAN FASULYE YASAĞI
Matematiğe büyük katkıda bulunan ve Güney İtalya'da bir Yunan limanı olan Cortona'da bulunan Pisagor Matematik Okulu'nu kuran antik dönemin meşhur Yunan filozofu Pisagor vejeteryandı.

Ama Pisagor'un sadece etten değil fasulyeden de uzak durduğunu biliyor muydunuz? Vejeteryanların çoğu fasulye tüketir, ancak Pisagor takipçilerine fasulyeden uzak durmaları gerektiğini söyledi. Pisagor mide problemlerinden mi endişe duyuyordu yoksa beslenme menüsünden fasulyeyi çıkarmak için daha derin bir nedeni var mıydı?

Bunun arkasındaki neden tam olarak bilinmemekle birlikte büyük filozofun fasulyeye isteksizliği hakkında akılda oluşan soru işaretlerine biraz olsun ışık tutabilecek bazı teoriler var.

Pisagor bir kişinin huzur ve barışı elde etmek için çaba göstermesi gerektiğine inanıyordu. Fasulye Yunanca'da ruhun göçüne, özellikle de ölümden sonra yeniden doğuşuna değinen felsefi bir terim olan "metempsisis" ile ilişkilendirilmişti. Pisagorcular fasulyenin yaşam potansiyeline sahip olduğuna inanıyorlardı çünkü onları insan cinsel organlarına ya da fetüslerine benzetiyorlardı.

Pisagor insanların ve fasulyenin aynı kaynaktan üretildiğini göstermek için bilimsel bir deney yaptı. Biraz fasulye aldı ve onları çamura gömdü. Birkaç hafta dinlenip bekledikten sonra çıkarılan fasulye Pisagor tarafından incelendi ve Pisagor onun insan fetüsleri gibi göründüğü sonucuna vardı.


Eski Mısırlılar gibi Yunanlılar da fava fasulyelerinin ölümcül olabileceğini biliyorlardı. Pliny'e göre Pisagor'un takipçileri fava fasulyelerinin yer altı tanrı Hades ile ve yeraltı dünyası ile bağlantılı olduğuna inanıyordu. Bitkilerin siyah lekeli çiçekleri ve içi boş sapları insan ruhları için merdiven görevi gördü ve reenkarnasyonla ilişkilendirildi.

Aristoteles fasulyenin soğanlı şeklinin tüm evreni temsil ettiği için tüketilmediğini belirtti.

Başka bir teori daha var. Bu teoriye göre Pisagor fasulyeye karşı hiçbir görüşe sahip olmayabilir. Ancak eski Yunanistan'da fasulye oy sisteminde araç olarak kullanılmıştır. Beyaz fasulye evet oyunu, siyah ise hayır'ı temsil ediyordu.

Pisagor öğrencilerine "Fasulyeden uzak durun" derken onlara doğrudan ve açık bir şekilde fasulye yemeyin demediği için bu söylemle öğrencilerinin politikaya ya da hükümete bulaşmamalarını tavsiye etmiş olabilir.

H. L. Sumner'ın konuyla ilgili şöyle diyor: "Ne demek istediğini aslında takipçileri hemen anlamıştı, onlara politikanın entrikalarından ve politikanın peşine takılmaktan kaçınmaları gerektiğini söylüyordu"

Kısacası geçmişten kalan yazıtlardan Pisagor'un fasulyeyi onaylamadığını biliyoruz ancak bu tutumunun arkasında ne olduğunu tam olarak bilmiyor, sadece teoriler üretiyoruz.

Yazan: A.Kara

NOEL

Noel bayramı, Noel bayramı ne zaman?, Noel nedir?, Yılbaşı neden kutlanır?, A,din,tarih
Noel nedir? Noel bayramı ne zaman?
Bir Hristiyan bayramı olan Noel (aslında çalıntı bir bayramdır, yazının ilerleyen kısmında değineceğim) her yıl 25 Aralıkta kutlanır. Kutlanma sebebi ise inanış gereği Hz İsa'nın 25 Aralıkta doğmuş olmasıdır, bu yüzden de Noel bayramı 25 Aralıkta kutlanır, zannedildiği gibi yeni yıla girilen gece, yani Aralık ayının son gecesi kutlanmaz.

20.yüzyılın başlarından itibaren Hristiyan olmayan halkın daha çok birbiri ile hediyeleşmek için kutladığı, dini motifleri bulunmayan bir gün olan Noel, ayrıca Doğuş Bayramı, Kutsal Doğuş veya Milat Yortusu isimleri ile de bilinir. 20.yy'daki bu hediye alışverişi bayramının seküler Noel versiyonunda hayali bir karakter olan Noel baba temel rol oynar (ki bu da çalıntıdır, anlatacağım).

Noel bayramı genellikle Hristiyanlar tarafından 25 Aralıkta kutlanırken, bu kutlamalar 24 Aralıktaki Noel arifesiyle başlayıp bazı ülkelerde 26 Aralık akşamına kadar devam edebilir. Noel'in kutlanış zamanı kitlelere göre farklılık gösterebilir, örneğin Ermeni Kilisesi Jülyen takviminde 25 Aralığın karşılığı olan 6 Ocak tarihinde kutlar.

Bazı Ortodoks kiliselerinin Noel'i 25 Aralıkta kutluyor olmasına rağmen, Ortodoks kiliselerinin bazılarının Noel'i Jülyen takvimine göre kutluyor olmasının nedeni miladi takvimi Katolik Papa XIII. Gregory'nin düzenlemiş olmasıdır.

TARİHÇE
Noel bayramı ve kutlamalarının dini inanca sonradan entegre edilen bir gelenek olduğu görüşü vardır (ki bunu birçok antik bulgu, farklı toplumlara ait olan belge desteklemektedir). Antik çağlardan beri kutlanmakta olan Pagan kış festivali Yule, Roma'da yayılmış olan Mitraizm'in kış festivalleri ve Satürnalya'daki bazı uygulamalar Noel'in kökeninin aslında nereden geldiği gerçeğine ışık tutmaktadır.

Örneğin İskandinavlarda kış gündönümü olarak Yule kutlanırken, Roma'da güneş tanrısının doğum günü olduğuna inanılan 25 Aralık'ta kutlamalar yapılırdı ve Hristiyanlık öncesi Roma halkının çoğunluğu pagandı.

İlaveten eski Türkler, Nardugan adlı bir yeni yıl bayramı kutlardı ve bu bayram gece ile gündüzün savaşmasını temsil etmekteydi, bu yüzden de eski Türkler için en uzun gece olan 22 Aralık çok önemliydi. Yani Türklerce kutlanan şey güneşin yeniden doğuşu, gündüzün karanlığı yenişi ve güneşin yeniden doğuşuydu, İsa'nın doğuşu falan değil (Okumak için: Türklerde Çam Süsleme ve Yılbaşı Kutlaması: NARDUGAN).

DOĞU ROMA VE BİZANS DÖNEMİ
300 yıl kadar süren büyük baskıdan sonra Roma İmparatoru Büyük Konstantin M.S.313 yılında Hristiyanlığı kabul etmek zorunda kalınca Roma'da Hristiyanlığa ve diğer dinlere izin verildi. Bir süre sonra pagan olan Roma halkından geriye pek birşey kalmadı çünkü büyük bir çoğunluğu Hristiyan oldu.

Roma'da paganlar tarafından güneş tanrısının doğumu için kutlanan güneş gününün, pagan geleneklerinden olan kutsal pazar günü, İsis-Meryem ana vb. gibi kavramlarında Hristiyanlığa adapte ettirildiği, böylece toplumdaki barışı korumayı amaçladığı, güneş gününü, İsa'nın doğum günü olarak kabul ettirdiği iddia edilir. (Tıpkı Muhammed'in İslamiyeti yayarken çok tepki çekmemek için Arap paganların uygulamalarını kaldırmayıp onlara İslam'da yer vermesi gibi)

Roma İmparatorluğu'nda İsa'nın doğumu için kutlanan bayramlarla ilgili olarak en eski tarihler 325 ve 336'dır. Yani Noel bayramı Konstantin'in saltanatının sona ermesinden sonra kutlanmaya başlamıştır. Papa Liberius, MS 354 yılında 24 Aralık'ı 25 Aralık'a bağlayan geceyi İsa'nın doğum gününün yıldönümü ilan etmiştir. Diğer yandan 25 Aralık tarihi ayrıca 8. Papa Telesphorus’a (MS. 138-161) atfedilse de tarihin Roma İmparatoru Commodus’un (MS. 180-192) zamanında seçildiğine dair kesin izler vardır. 

NOEL AĞACI
Noel ağacı, Noel şenlikleri sırasında ışık ve süslerle donatılır. Bu geleneğin ise paganlardan gelen bir ritüel olduğu herkesçe bilinmektedir. Yaprak dökmeyen ağaç ve çelenklerin ölümsüzlüğün bir simgesi olarak kullanılması birçok antik toplumda vardı (Mısırlılar, Çinliler, İskandinavlar, Yahudiler, Hristiyanlar, Türkler vs. Türkler yaprak dökmeyen ağaç olarak çevrelerinde daha çok bulunan selvi ağaçlarını süsleyerek kullamış, altlarına hediyeler bırakmışlardır)

Özellikle Avrupalı putperestlerde ağaca tapınmak yaygındı, fakat Hristiyanlığı benimsemelerinden sonra ortadan kaybolmayan bu eylem, şekil ve amaç değiştirerek İskandinavyalıların şeytanı korkutup kovmak ve kuşlar için bir ağaç hazırlamak amacıyla ev ve bahçelerini yılbaşı ağaçları ile donatlamaları şeklinde devam etti.

Noel ağacının Almany'dan kaynaklandığı düşünülmektedir. Almanya'da kış ortasına denk gelen tatillerde evin giriş kısmına yada içine Yule ağacı konurdu. Orta Çağda gerçekleştirilen, Adem ve Havva'nın canlandırıldığı bir oyunun ana dekorunda, cennet bahçesini temsil eden ve üzerinde elmaların olduğu bir çam ağacı bulunuyordu. Adem ve Havva yortusunda (24 Aralık) Almanlar evlerine cennet ağacını temsil eden bir ağaç getirir, üzerine de Komünyon'daki kutsanmış ekmeği simgelemesi için ince, hamursuz ekmek parçaları asarlardı. Bir süre sonra bu ekmek parçalarını yerini değişik biçimlerdeki çörekler alırken, bazı yerlerde İsa'yı simgeleyen mumlar eklenmeye başlandı.

Noel mevsiminde ağaçla aynı odada Noel piramidi bulunurken bu piramit daha sonraları 16.yy'da Noel piramidi ve cennet ağacı ile birleşerek Noel ağacını oluşturdu.

Noel ağacının yaygınlaşması ise 19'yy başlarında İngiltere'de, Kraliçe Victoria'nın eşi Alman Prens Albert'in desteği ile olmuştu (malum adam Alman, kendi geleneğinin yayılmasını istiyor) 19.yy İngilteresinde ise öncekinden farklı olarak ağaçlar kurdele, kağıt, zincirlere asılan mumlar, şekerleme ve keklerle süsleniyordu. Bir süre sonra ise gçömen Almanların K.Amerika'ya 17.yy'da taşıdıkları geleneklerinin parçası olan Noel ağacı 19.yy'da moda haline geldi.

Moda haline gelen Noel ağacı daha sonra zamanla İsviçre, Hollanda ve Polonya'ya yayıldı. Sonraları Amerikalı misyonerlerin Çin ve Japonlara tanıtmasıyla 19-20.yy'da uzakdoğuda da kendine yer edilen Noel ağacı orada ince işlenmiş kağıt süslerle donatılmaya başlandı.

NOEL ÖZETİ
Noel bir Hristiyan bayramıdır fakat yeni yılı kutlamak bir Hristiyan geleneği değildir, ikisi birbirine karıştırılmamalıdır.
Noel nedir? diyecekler için İsa'nın doğumunun kutlandığı bir Hristiyan bayramıdır ifadesi kısa ve nettir (yine dediğim gibi, yeni yıl kutlamaları ile karıştırılmamalıdır, yeni yıl kutlaması ayrı bir olay)
Noel bayramı ne zaman kutlanır? sorusunun cevabı 25 Aralık'tır.
Noel çalıntı, esinlenilmiş bir uygulamadır. Vikinglerin (İskandinavların) 12 gün boyunca kış gündönümünü kutladığı Yule adlı bayramın çalınarak değiştirilmiş halidir, buna Noel baba figürü de dahildir. Daha sonra Vikinglerin Hristiyan topraklarına girerek Pagan halkla Hristiyan halkın tanışması sonucu bilgi alışverişi olduğu gibi paganlar tarafından kutlanılan dini, özel günler, ayinler, şenlikler gibi halka ait değerler de zamanla Hristiyan camiası tarafından ç-alınarak, süslenip, püslenip, adı, şanı değiştirildikten sonra kullanılmaya başlanmıştır.
Eski Türkler ölümsüzlüğü simgeleyen selvi ağaçlarını süsleyerek, altına hediyeler bırakarak yeni yılın gelişini kutlamışlardır, bu kutlama ise temelde baharın gelişine olan sevincin göstergesidir.

YILBAŞI NEDEN KUTLANIR?
Bu sorunun aslında çok cevabı var, ama yukarıda da anlattığım gibi sebebi İsa'nın doğumu falan değildir, çünkü İsa'nın doğumu 25 Aralık kabul edilir ve o zaman kutlanır. Yılbaşı geçmişten bugüne kadar birçok antik toplum tarafından farklı inanışlarla kutlanmıştır. Örneğin Sümerler'den Türklere geçen yılbaşı kutlaması geleneği, benzer şekilde İskandinavlardan Hristiyanlara geçerken temelde kutlanan şey yeni yılın gelmesi, kışın ortadan kalkması, güneşin tekrar dünyaya hayat verecek, bitkileri yeşertecek olmasıdır.

Bu yeşerme antik toplumlarda farklı inanışlarla yorumlanmış olsa da (yazı ve üremeyi sembolize eden tanrıça yada tanrıların tekrar dirildiğine inanmak gibi) günümüze daha çok bir eğlenme fırsatı olarak gelmiştir, çünkü açık birşey vardır ki insanların eşek gibi çalıştırıldığı dünya düzeninde insanların eğlenip kafasını dinleyebileceği, hediyeleşebileceği gün sayısı bir elin parmaklarını geçmez bu yüzden yılbaşı neden kutlanır? diye düşünmek yerine "neden kutlanmasın ki" diye düşünmek daha mantıklı olabilir.

İlave olarak ilk olarak Perslerin kutlamaya başladığı (kaynağı antik İran dönemindeki metin ve kabartma resimleridir) ve günümüzde Kürt, Afgan, Azeri, Zaza, Özbek ve birçok toplumun kutladığı Nevruz'da yeni yılın gelişini temsil eder ve baharın gelişi, doğanın uyanışı kutlanır.

Yani yeniyılın kutlanmasının genel olarak amacı her zaman kışın bitişi olmuştur, çünkü eski dönemlerde kışın bitişi, çiftçilikle ve hayvancılıkla geçinen halkar için hayat demektir. Kar ortadan kalkıp güneş açtığında insanların da hayvanların da karınları doyar. Bu sebepledir ki yeni yıl kutlamaları farklı toplumlarca hep varlığını devam ettirmiştir.

BİTİRİRKEN
Umarım bu makaleden sonra yeni yıl kutlamak Hristiyanların geleneğidir gibi cehalet kokan düşünceleri kafanızdan silersiniz. Hayatın tadını çıkarmak gerek, yeni yıl geliyor, hala yaşıyorum, nefes alıyorum diye sevinmek, yağan karı fırsata çevirip karın keyfini çıkarmak, evleri süsleyip birilerine hediye vermek gayet normal, insani eylemlerdir.

Önemli olan yılbaşını kutlarken bunu kendi geleneklerine göre yapmaktır. Örneğin imkanım olsa bir selvi ağacı alıp, yeni yıla girişimizi, tıpkı eski Türkler gibi eşime, dostuma hediye vererek geçirmek isterdim. Yani bunu evimin içine çakma Noel baba figürü sokarak yapmazdım.

Konuyla ilgili olarak okumanızı tavsiye ettiğim makaleler:
Türklerde Çam Süsleme ve Yılbaşı Kutlaması: NARDUGAN
Türklerin Noel Babası: AYAZ ATA

Kaynaklar:
Uygarlığın Kökeni Sümerler - Muazzez İlmiye Çığ   |   Noel." Encyclopædia Britannica. Encyclopædia Britannica Online. Encyclopædia Britannica Inc. Since the early 20th century, Christmas has also been a secular family holiday, observed by Christians and non-Christians alike, devoid of Christian elements, and marked by an increasingly elaborate exchange of gifts. In this secular Christmas celebration, a mythical figure named Santa Claus plays the pivotal role   |   Why the Orthodox Church Celebrates Christmas on Jan. 7 Michael Grybosk. Christianpost.com. Erişim: 25 Aralık 2014   |    Oxford Dictionary of English 2e, Oxford University Press, 2003, "Noel" maddesi   |   "Noel." Online Etymology Dictionary. Erişim: 17 Aralık 2013   |   "Noel." Türkçe Büyük Sözlük. TDK. Erişim: 17 Aralık 2013.]   |   "Christmas." Online Etymology Dictionary. Erişim: 17 Aralık 2013   |   "Yule." Oxford Dictionary of English 2e, Oxford University Press, 2003

Yazan: A.Kara

İKİNCİ DÜNYA SAVAŞINDA ARAPLAR

Tanıyanlar bilir, Ezop vardır antik çağda, ünlü bir masalcıdır. Öyle sevilmiştir ki bugün bile okunur, ders çıkarılır. Araplar hakkında kısa bir öyküsü vardır. Tanrı Hermes, yalan düzen dolu arabasını her ülkeye götürüp mallarını dağıtmaktadır,nasıl olduysa Arap diyarında araba kırılır o tamir için uğraşırken Araplar mal bulmuş Mağribi hesabı:) arabayı talan edip kalan ne kadar yalan düzen hile varsa alıp kaçarlar. Ezop masalın sonunda ''Doğru nedir bilmez onların dili'' diyerek öyküyü noktalar.

Araplar,ikinci dünya savaşında da iki taraflı oynadılar. Orada ne yeşil dolarlar nede kraliçenin kağıt sterlin para etmezdi. Sarı altın tek geçerli akçeydi çöller diyarında. Amiral Canaris, Von Papen'i İslam coğrafyasına ilk delege olarak yolladı amaç ırk savaşlarını körüklemek, İngilizlere karşı kutsal cihat ilan etmekti. Birinci dünya savaşında bu sökmemiş,yol arkadaşları Osmanlı devletinin askerleri kendi tebaaları Araplar tarafından karınları deşilip altın için öldürülmüştü.

Alman diplomatik valizleriyle Genç Türkiye Cumhuriyetine sokulan altınlar, Suriye, İran, Irak, Filistin'deki Arap şeyhlerine avuç avuç dağıtıldı. Rus Nkvd teşkilatı da boş durmuyor İran'da din simsarlarını altına boğuyordu, aynı şeyi İngilizler de yapıyor Arapların yapacağı tek şey her iki ellerini açmak oluyordu.


Naziler yakın doğu ülkelerine,gayet dostça sızmaya çalışıyor, onlara Almanya'nın İslamın koruyucusu olduğu masalını yutturmaya çalışıyorlardı. Türkiye deki aşırı sağ grupları da büyük Turan idealini gerçekleştirebiliriz tezgahıyla avlamaya çalışıyorlardı bu tarihte onlara inanan bir çok ülkücü Türk genç, Nazi ordusuyla birlikte omuz omuza savaşmak için Rus steplerinde can vermiştir. Sağ kalıp esir olanlarda, kurşuna dizilmiştir.

Almanların altını sadece Irak'ta işe yaramış, Raşit Ali adlı isyancının bastığı Habbaniye İngiliz üssü, sadece 250 İngiliz askeri ile geri alınmıştır. Bu işe karışan Kudüs müftüsü hacı Emin ve Raşit Ali ortadan toz oldular. 25 bin kişilik bedevi Arap yağmacıları 250 düzenli İngiliz askeri karşısında dağlara çekildiler isyan saman alevi gibi sönüverdi.Alman altınları boşa
heba olmuş bekleneni verememişti.

Bugün, dini ticarete dökmekte büyük ustalık gösteren Araplar sonsuza dek sürecek muazzam paralar kazanırken,kendilerine verilen petrol gibi müthiş bir hediyenin gücüyle silahlanıp bir birlerini öldürmeyi, ama ortak düşmanları olan İsrail ile sadece beddua gücüyle savaşmayı yeğlemektedirler.

SİZDEN GELENLER | Yazan: Y. Ali Meşe

Eleştirisel bakış açısı ile her din ve inanca ait yazılarınızı, inancınızın değişim sürecini anlattığınız sorgulama süreçlerinizi dinvemitoloji@gmail.com adresine gönderebilirsiniz.
  • Bu yazılar biz-siz gibi sorgulama evresine girmiş herkese mutlaka biraz olsun ışık tutacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazılar sitemizde adınızla veya takma adınızla yayınlanacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazının başka bir internet sitesinde yayınlanmamış olması gerekmektedir. (KOPYA içeriğe karşı olduğumuzdan, sitemizdeki tüm içerikler özgündür)

2.800 YILLIK ANTİK TÜRK HAZİNESİ

A, Arkeoloji, Saka Türkleri,Türk hazineleri,Macaristanda bulunan Saka Türkü hazinesi,Saka Türkleri hakkında bilinmeyenler,Bozkır kültürü,Türk tarihi, Saka Türk'lerinde madencilik,Türk tarihi, Arkeolojik keşif,
KAZAKİSTAN DAĞLARINDA SAKA TÜRKLERİNE AİT 2.800 YILLIK ANTİK HAZİNE BULUNDU!

Yakın zamanda bulunan hazine sandığı keşfi yapan arkeolog ekibi tarafından paha biçilmez olarak tanımlanmıştır.

Kazakistan dağlarında çarpıcı bir keşif yapıldı. Yerel basında çıkan haberlere göre araştırmacılar Kazakistan 'daki Tarbagatai dağlarının ücra köşesindeki derinliklerinde ağır bir gömü buldular. Bu gömüde yaklaşık 3.000 altın ve değerli metal objeler bulunmakta.

Tutarı hesaplanamayan bu hazinenin geçmişte bir dönem Orta Asya'ya egemen olan Saka Türklerinin kraliyet ailesine ya da asil üyelerine ait olduğuna inanılmaktadır. Araştırmacılar çan şeklinde altın küpeler, altın tabaklar, kıyafetler, zincirler ve değerli taşları barındıran kolyeler ele geçirdiler.

Doğu-Kazakistan bölge başkanı Danial Ahmetov şöyle dedi: "Bu buluntu halkımızın tarihinin tamamen farklı bir tarafını gözler önüne seriyor" dedi.

Ahmetov, antik uygarlığın madencilik, satış ve kuyumculuk konularında gelişmiş becerilere sahip olduğunu açıklayarak ekledi: "Bizler, büyük insanların ve büyük teknolojilerin mirasçılarıyız."

A, Arkeoloji, Saka Türkleri,Türk hazineleri,Macaristanda bulunan Saka Türkü hazinesi,Saka Türkleri hakkında bilinmeyenler,Bozkır kültürü,Türk tarihi, Saka Türk'lerinde madencilik,Türk tarihi, Arkeolojik keşif,

Raporlar giysileri süsleyen bu altın kolyelerin gelişmiş mikro-kaynak teknikleri kullanılarak yapıldığını göstermektedir.

Bu ise bizlere eski Türklerin metalurji alanında büyük bilgiye sahip olduğunu ve mücevher üretim becerileri açısından bulundukları döneme göre olağanüstü bir seviyede olduklarını gösterir. Gelişmiş bir uygarlığın işaretidir.

Araştırmacılara göre bu arkeolojik keşif "bozkır uygarlığı" olarak bilinen Saka'ların düşünülenlerin aksine olağanüstü bir düzeye ulaştıklarının bir kanıtı.

Uzmanlar bu muazzam antik hazineyi keşfetmiş olsalar da kime ait olduğunu henüz bulamadılar.
Ancak arkeologlar yapılan yeni kazıların hazinenin sahiplerini kısa süre içinde ortaya çıkaracağını düşünüyorlar.

Kazılardan sorumlu Profesör Zainolla Samashev şöyle dedi: "Bu mezar höyüğündeki çok sayıda değerli buluntu geçmişte burada hüküm süren bir erkeğin veya bir kadının, Saka toplumundaki üst mertebeden insanların buraya gömüldüğünü düşündürüyor."

Yazan & Çeviren: A.Kara

DİNLER ÖNCESİ İNSANLIK

A,din, Bilimsel, Antik tarih, tarih,Dinler öncesi insanlık,İlk insanlar ve din,Dinler yokken insanlar,Dinlerin temeli nasıl oluştu?,Dinler öncesi öykü anlatımı,Neandertaller,
DOĞA ÜSTÜ İNANIŞLAR ÖNCESİ İNSAN TOPLUMU NASILDI?

Daha önce hiç toplumunların dinin ortaya çıkmasından önceki durumunu merak ettiniz mi?

Geçtiğimiz on yıl içerisinde yapılan birçok keşif sayesinde insanlığın yazılı tarihlerden çok daha erken bir zamanda var olduğunu ve dinin bize neler anlattığını anladık.

Yani, insanlık bölünmeye ve farklı Tanrılara tapmaya başlamadan önce tam olarak ne yapıyordu?
Dinin tarihsel kökenlerini psikolojik veya sosyolojik köklerinden ayırmalıyız.

İnsanın evriminde ortaya çıkan ilk dini davranışların nispeten yakın bir tarihte olması muhtemeldir. Araştırmacılar bunun Orta Paleolitik dönem olduğunu söyler ve davranışsal modernliğin bir yönünü oluşturur. Ayrıca dilin kökeni ile aynı zamanda olduğu görünür.

Birçok araştırmacı homosapienlerin öncesi ilk insanlarda dini davranışa dair kanıtların reddedilemeyeceğini belirtmektedir.

Araştırmacılar bilhassa bir bireyle, birlikte gömülü bir dizi eseri içeren ve özellikle dinsel pratiklerin ilk saptanan biçimlerinden biri olarak düşünülebilecek bir dizi eseri içeren cenazelere işaret ederler. Çünkü bunlar "dünyevi yaşamı aşan merhum için bir kaygıya” işaret edebilir"

Kanıtlar Neandertallerin ölülerini bilerek gömen ilk hominidler (insan) olduğunu göstermektedir.
Bunun örnekleri Irak'taki Şanidar, İsrail'deki Kebara ve Hırvatistan'daki Krapina mağarasıdır.

Ancak bazı akademisyenler bu bedenlerin laik nedenlerle manipüle edilmiş olabileceğini iddia etseler de bu iddiayı destekleyen herhangi bir kanıt bulunmamaktadır.

Arkeologlar Neanderthal toplumlar gibi Orta Paleolitik toplumların da birçok insanın mezarlar dışında bir tür totemizm veya hayvanlara tapınma uygulamış olabileceğini öne sürüyorlar.

Bununla birlikte bilim adamları dini davranışların dünyanın dört bir yanındaki farklı kültürler arasında geniş ölçüde değişmesine rağmen geniş anlamda dinin tüm insan topluluklarında bulunan evrensel bir kültürel kimlik olduğunu belirtmiştir.

Ama nerede başlamıştır?

Oxford'un Çalışması: İnsanoğlunun inançlı olmasının nedeni EVRİM sırasında bu düşüncenin içine işlemiş olmasıdır.

Oxford Üniversitesi'nden uzmanlar tarafından yapılan bir çalışmada insanlığın inançlı olmasının nedeni için EVRİMİ ve bu süreçti bağlantıyı gösteriyorlar. Oxford Üniversitesi'ndeki Evrimsel biyoloji uzmanı Dominic Johnson'ın belirttiği gibi insanın bir yaratıcıdan olan korkusu onu tamda bugün olduğu şeye dönüştürmüştür. Bu da dinlerin ve Tanrı inancının evrimin bir sonucu olabileceği anlamına gelir.

Hikaye anlatımı, mitler ve bağlar dinlerin temelleri mi?

Birleşik Krallıklı uzmanlar tarafından yeni kabileler arasındaki ilişkilerin kurulması için “evrensel” bir araç olarak hizmet ettiklerini düşünen yeni bir bakış açısı sunulmaktadır.

Buna “tarih öncesi diplomasi” diyorlar.

University College London'daki antropologlar, Nature Communications dergisinde yayınladıkları bir araştırma ile antik halkların hikayelerinin ve mitlerinin halkı birleştirmenin bir aracı olduğunu ortaya koydular.

Birçok antropolog dinlerin sosyal düzeni korumak ve üyeler arasındaki bağlantıları güçlendirmek amacıyla ortaya çıktığı teorisini kabul etmektedir.

Ancak yeni bir çalışmaya göre eski halkların ilişki kurmasının başka yolları da vardı çünkü ilk dinler 13.000-15.000 yıl önce ortaya çıkmıştı.

İngiliz Üniversitesi'nin çalışmasının ortak yazarlarından biri olan Andrea Migliano, Filipinler'in yerli bir kabilesi olan Agta'nın hayatını inceleyerek şöyle dedi: "onlar avcı ve toplayıcılar, yeni teknolojilere ve modern topluma habersiz yaşıyorlar."

Araştırma sonucu hikaye anlatımının avcı-toplayıcı toplum davranışları üzerindeki etkisinin ve bireysel düzeydeki faydalarının yetenekli bir hikaye anlatıcısı olma özelliğini keşfedildi.

İngiltere'den araştırmacılar toplumun ve dinin davranışını anlamak için Agta'nın onlara kabilesinin hikayelerini ve geleneksel masallarını anlatmasını istedi ve öykülerin çoğunun işbirliğinin değerinin, sosyal normların öneminin, cinsiyet eşitliğinin merkezinde olduğunu ve çatışmaların çözümü için bir araç olarak şiddet kullanımının yasaklandığını fark etti.

Dahası ister erkek olsun ister kadın, en iyi hikaye anlatanların kabileleri içinde avantajlara sahip olduğu görülmektedir. Diğer üyeler onlara özellikle saygı duyuyorlardı ve iyi hikayeci olan bu kişiler diğerlerinden ortalama birer fazla çocuğa sahiptiler.

Ayrıca bilim adamları hikaye anlatımı geleneğinin daha sonra ortaya çıkacak olan dinlere bir prototip olarak hizmet ettiğini yani dinlere zemin hazırladığını tahmin ediyorlar.

Araştırmacılar "yetenekli öykü anlatıcıların sosyal kişileri eş olarak tercih ettiklerini ve daha fazla üreme başarısına sahip olduklarını, öykü anlatma gibi grup yararı davranışlarının bireysel düzeydeki seçim yoluyla evrimleşebileceği bir yol sağladığını" belirtiyorlar.

Yazan & Çeviren: A.Kara

BİLİM ADAMLARINA GÖRE MAYA MEDENİYETİNİN YOK OLUŞ NEDENİ

Bilim, tarih, A, Maya medeniyeti, Antik Maya medeniyeti, Maya medeniyeti nasıl ortadan kayboldu? Maya medeniyetine dair teoriler, Mayalar, Maya,
Antik Maya medeniyeti, MS 800'e kadar Orta ve Güney Amerika'ya hükmettiler.
Mısır'daki piramitlerin karmaşıklığına rakip olacak kadar süper, masalsı, astronomik olarak hizalanmış tapınakları ve inanılmaz piramitleri inşa ettiler. Ancak, MS 1000'de gizemli bir şekilde bu medeniyet ortadan kayboldu. Uzmanlar ise onlara ne olduğunu merak ediyor ve araştırıyorlar.

Asırlar boyunca akademisyenler Amerika kıtasının en büyük uygarlıklarından birine ne olduğunu anlamaya çalıştılar ve konuyla ilgili birçok teori önerdiler.

Artık araştırmacılar antik Maya medeniyetinin iz bırakmadan nasıl ortadan kaybolduğunun ardındaki gizemi çözdüklerini söylüyorlar. Uzmanlara göre Maya medeniyeti son derece güçlü bir kuraklık yüzünden çöktü.

Bu ölçümlere dayanarak, araştırmacılar, Maya uygarlığının çöküşü sırasında yıllık yağışların % 41 ile % 54 arasında azaldığını, tepe kuraklık koşullarında % 70'e varan oranlarda yağışlarda azalma olduğunu, bu yüzden nemin azaldığını bulmuşlardır. Bugün ise bu oran % 2 ile % 7 arasında değişmektedir. Sonuçlar "Science" dergisinde bildirilmiştir.

16. yüzyılda İspanyollar geldiğinde, Maya üzümleri Mayalılar tarafından inşa edilen, terkedilmiş dev antik Piramit şehirlerinde gelişiyordu.

Geçmişte akademisyenler antik Maya'nın yabancı güçlerin istilası, savaş, hastalıkların yayılması ve ticaretin durması nedeniyle çökmüş olabileceğini öne sürmüşlerdir. Bununla birlikte, Cambridge ve Florida üniversitelerinden gelen bilim adamları, uzun bir kuraklık döneminin bu geniş uygarlık üzerinde yıkıcı etkilere neden olduğuna dair güçlü kanıtlar buldular.

Araştırmacılar bu sonuçlarına ulaşmak için Maya toplumunun bulunduğu Chichancanab Gölü'nden aldıkları su örnekleri üzerinde çalıştılar. Uzmanlar kuraklık dönemlerinde göllerde oluşan alçıtaşı suyunun izotoplarını ve minerallerini ölçtüler.

Alçıtaşı kuruyup şekillenince su molekülleri onun kristal yapısına yapışır ve yapışan bu su örnekleri eski göl suyunda bulunan farklı izotopları kaydeder.

Cambridge’deki Yer Bilimleri Bölümünde okuyan Nick Evans raporunda konuyla ilgili şöyle diyor: "Maya medeniyetinin çöküşündeki iklim değişikliğinin rolü kısmen tartışmalıdır, çünkü önceki kayıtlar kalitatif rekonstrüksiyonlarla sınırlıdır, örneğin hava koşulları daha nemli ya da daha kuru olmuş olabilir gibi. Çalışmamız Maya çöküşü sırasında yağış ve nem seviyelerinin istatistiksel olarak sağlam tahminlerini sağladığı için önemli bir ilerlemeyi temsil ediyor."

Yazan & Çeviren: A.Kara

TAPINAK ŞÖVALYELERİNİN SON BÜYÜK LANETİ

Yazan & Çeviren: A.Kara
A, din, hristiyanlık, tarih, Tapınak şövalyelerinin büyük laneti,Tapınak şövalyelerine neden komplo kuruldu,Fransa kralı Philip'in tapınak şövalyelerini öldürmesi, tarih, Tapınağın düzenine ait diğer şövalyelerin yanı sıra 18 Mart 1314'de yapılan işkence ve aşağılamaların ardından, tapınak şövalyelerinin son büyük üstadı olan Jacques de Molay bir iskele üzerinde yakıldı.

Jacques de Molay 1293 ile 1305 yılları arasında Müslümanlara yönelik bir dizi sefer düzenleyerek 1298'de Kudüs'e girerek Emesa kenti yakınlarındaki Mısır Sultanı Malej Nacer'i 1299'da yenilgiye uğrattı.

1300'de Molay, İskenderiye'ye bir saldırı düzenledi ve Suriye sahilindeki Tartus kentini kurtarmak üzereydi, ancak sonunda yenilgiye uğradı.

1307'de Papa 5.Clemens, Barbar Beltran ve Fransa kralı 4.Felipe , Jacques de Molay'ı tutuklattılar ve akabinde diğer şövalyeler kutsal haça karşı saygısızlık yapmak, kutsal eşyaları satmak, Baphomet ve Lucifer'a tapmak, sapkınlık ve putperestlik gibi suçlamalarla itham edildiler.

Molay, kendisine yüklenen suçlamaları uygulanan işkenceler yüzünden kabul etmek zorunda kaldı,  fakat daha sonra bu söylediklerini geri çekti.
Bu eylemi ise, işkence altında itiraf etmek zorunda kaldığı tüm suçlamaları kamuoyu huzurunda ve Notre Dame Katedrali'nin önünde bir kez daha tekrarlayarak zorla kabul ettiği, bir iskele üzerinde yakılarak öldürülmesi şeklinde son buldu.

Ölmeden önce, kendisinin ve adamlarının kendilerine verilen her görev için zafer kazandıklarını, Fransa'ya olan sadakati ile gurur duyduğunu ve Fransa Kralı'nın tapınak şövalyelerini yok etmek için zorlandığını biliyorlardı. Bu aldatıcı ihanete karşı ölmeden önce herkese lanet okudu.

Ölmeden önce Jacques de Molay, masumiyetini ilan etti ve efsaneye göre, komplo suçundan suçlu bulundu:
“Tanrı, kimin yanlış olduğunu ve günah işlediğini biliyor. Talihsizlik kısa süre sonra bizi kınamış olanları mahkum edecek; Tanrı bizim ölümlerimizin intikamını alacak. Hata yapmayın, bize karşı olan herkes bizim yüzünden acı çekecek. Yüzümü Efendimiz Mesih'imizin doğduğu Meryem Ana'ya doğru çevirmeniz için yalvarıyorum. ”(Geoffroi de Paris)

Bazıları onun lanetinin gerçek olduğunu çünkü olaydan bir ay sonra Papa Clemens'in öldüğünü ve Kral Philip'in ise yıl sonu gelmeden bir av sırasında kaza geçirerek öldüğü söylediler.

Tapınak düzeni 1129 yılında doğdu ve hızlı bir şekilde Orta çağ Hristiyanlarının en prestijli örgütlerinden biri olarak kuruldu.
Haçlı seferlerinde acımasızca savaşıyorlardı ve finans yönetiminin öncüsü olarak modern bankacılık sisteminin temellerini attılar.
Zamanla, bir çok devlete borç para verebilmek için çok daha fazla para ve güç kazandılar. Alacaklılarından biri Fransa Kralı Philip'in kendisi idi.

Paranın korunması ve örgütün sona erdirilmesi yönündeki düşünceleriyle 1307'de tapınak şövalyelerinin sonunu getirmek için Papa V.Clemens ile birlikte bir komplo kurduğuna inanılır.

DRUİDLER (KELT RAHİPLERİ)

Druidler, Kelt ırkının ve geleneklerinin koruyucusu olan bir rahipler (ruhban) sınıfıydı. Kendi toplumları içinde bilgi ve bilgelikleriyle büyük saygı gören ve neredeyse her sözleri kanun kabul edilip yerine getirilen Druidler aynı zamanda çok güçlü birer büyücüydüler. Başta Julius Caesar olmak üzere pek çok Romalı yazarın anlattığı Druidler, kimilerine göre doğanın koruyucuları kimilerine göre de insan kurban eden gözünü kan bürümüş vahşilerdi. Hangi görüş doğru olursa olsun hem Galya’da hem de Britanya Adasında Kelt halkının istilacılara karşı durmasında en büyük rolü oynadıklarını ve yok edilmelerine kadar Kelt birliğinin en sağlam teminatı olarak kaldıklarını kabul etmemiz gerekmektedir.

Bir başka Romalı yazar Diodorus Siculus MÖ. 1 yy’da yazdığı “Bibliotheca Historia” isimli eserinde Druidler hakkında şöyle yazmaktaydı: "Bunlar geleceği kuşların uçuşuna bakıp ötüşlerini dinleyerek ve kutsal saydıkları hayvanları kurban edip iç organlarıyla kanlarının akışına bakarak tahmin ederlerdi. … çok önemli bazı meselelerde ise insan kurban ederlerdi. Önce kurbanın göğsünü ve karnını bir hançerle yararlar, iç organlarının dökülüşü ile kanının akma biçimine göre geleceği okurlardı."

Druid inancının en belirgin özelliklerinden biri de ruhun ölmezliği ve göçüne inanmalarıdır.  Caesar’dan öğrendiğimize göre Druidler bütün eğitimlerini ruhun yok edilemezliği ve bulunduğu beden öldükten sonra bir başka bedene geçtiği düşüncesi üzerine şekillendirmişlerdir. Bu inanca sahip olmak onlar için ölümün bütün korkunçluğunu yok etmiş ve insanı olabilecek en cesur hale getirmeyi mümkün kılmıştır.
Aynı konuda Yunan kökenli Romalı tarihçi Lucius Cornelius Aleksander Polyhistor MÖ. 1 yy’da şöyle yazmaktadır: "Galyalılar arasında insan ruhunun ölümsüz olduğuna ve bulunduğu bedenin ölümünden belirli bir süre sonra başka bir bedene geçtiğine dair Pythagorasçı bir inanç karşımıza çıkmaktadır." Polyhistor Druidleri filozof olarak görmekte ve ruh göçü inançlarını Pythagoras’tan almış olduklarını düşünmektedir. Bunun dışında Druidlerin astronomiye büyük önem vermiş olduklarını, yerin coğrafi durumu, doğa felsefesinin farklı alanları ve dinle ilgili problemleri incelediklerini yine Caesar’dan öğrenmekteyiz.

Druidler Kelt toplumu içerisinde otoriteleri kesinlikle sorgulanamayan yol gösterici bilge kişilerdi. O kadar etkiliydiler ki Diodorus ve Strabo’dan ayrı ayrı öğrendiğimize göre savaşmak üzere olan iki ordunun arasına girip savaşı bitirme gücüne bile sahiptiler. Strabo Druidler için insanların en adil olanları demektedir. Caesar da onların kökenlerini klasik Roma düşüncesine göre Tanrı Jüpiter’e dayandırmakta bir mahsur görmemiştir.

Druidler üzerine pek çok eserde bahisler bulunmasına rağmen ismi verilerek herhangi bir klasik metinde kendisinden bahsedilen tek Druid’e Cicero’nun De Divinatione adlı eserinde rastgeliriz. Cicero Galya’daki kahinler ve kuş falcılarından bahsederken Haedui Kavmi’nden Diviciacus’u bir Druid olarak tanıtır.

Kelt toplumunda çok önemli bir yere sahip olan Druidler pek çok farklı görev ve yetkiye sahiptiler. Öncelikle yargıç konumundaydılar, üstün güçleri ve bilgileri sebebiyle şifacı ve kahindiler, bütün dini meselelerin tek otoritesi olarak bilgin-rahip, kadim bilgilerin sahibi olarak eğitimci ve sezgilerinin gücüyle de kral-seçen kişiydiler.

Druidler kendi aralarında da üç farklı kategoriye ayrılmışlardı. Buna göre;
  1. Ozan Druid: (Bard) Müzik, şiir ve sanatsal yetenekleri ile ön plana çıkanlar;
  2. Büyücü Druid: (Ovates veya Vates) Öncelikle sezgi gücü ve büyü yetenekleriyle şifacılık, astroloji ve kehanet konularında yetenekleriyle ön plana çıkanlar;
  3. Druid: Yargıda bulunma, toplumsal tören ve ritüelleri yönetme, esinlenme, cezalandırma-ödüllendirme ve her konuda doğru karar verebilme yeteneklerine sahip olanlar.
Druidler kendi aralarında yaptıkları toplantılarda daima bir daire oluşturacak şekilde otururlardı. Bu herhangi birinin diğerinden üstün olmadığını göstermenin yanı sıra mevsimsel döngüyü de sembolize ederdi. Başlangıç ya da sonları yoktu. Öte yandan daire biçimi Güneşi de sembolize etmekteydi. Druid inancında yapılan ve konuşulan her şey Güneşin gözünün önünde ve birbirlerinin şahitliğinde gerçekleştirilirdi.

KUTSAL İMGELER
Plinius’tan öğrendiğimize göre Druidler doğaya ait imgelere yani doğanın farklı görünümlerine kutsallık atfetmekteydiler. Bu imgelerin en bilinenleri Korular, Meşe Ağacı ve Ökse Otu’dur. Kimi uzmanlar buradan yola çıkarak Druid inancını animizmle özdeşleştirmişlerdir.

Druidler, Plinius ve Lucan’dan öğrendiğimize göre toplantılarını taştan tapınaklar ya da farklı yapılarda değil kutsal kabul ettikleri korularda yaparlardı. Kelt çok tanrıcılığına göre “Nemeton” da denilen “Kutsal Korular” Druidler tarafından korunurlardı. İnsan ve hayvan kurban törenleri burada gerçekleştirilirdi. Kelt dilinde kutsal mekan anlamına gelen Nemeton’lar bir Kelt kavmi olan Nemetesler’in tanrıçası Nemetona’dan isimlerini almaktaydı. Bu korulara Almanya, Macaristan, İsviçre gibi Orta Avrupa ülkelerinden başka Fransız Galyası’ndan Türkiye’ye Kuzey İrlanda’dan Finlandiya’ya kadar pek çok yerde rastlanmıştır. Nemetonlar genellikle hendek ve siper kazıkları ile çevrelenmiş dörtgen biçimli korulardır. Ülkemizde Galatya bölgesinde bulunan Nemeton’a Strabo’ya göre “Drunemeton” adı verilmekteydi.

Lucan , Pharsalia adlı eserinde böyle bir koruyu biraz abartarak tasvir eder: "Nemeton’da hiçbir kuş yuva yapmaz ya da hayvanlar dolaşmaz. Ağaçların yaprakları hiç esinti olmamasına rağmen sürekli hışırdayıp durur. Korunun tam ortasında bir sunak vardır ve hemen yanında Tanrılarının tasviri yer alır. Her bir ağaç bu sunakta kurban edilmiş kişilerin kanlarıyla lekelenmiştir. Toprak sürekli derinden gelen bir kükremeyle sarsılır. Yıkılmış ağaçların çevresi alevlerle çevrilidir. Devasa yılanlar meşe ağaçlarının etrafını sarmıştır. İnsanlar koruya yaklaşmaktan korkarlar hatta rahipler bile gün ortası ya da gece yarısında korunun ilahi koruyucusu ile karşılaşmamak için oraya gitmezler."

Druidler için Nemetonlar dışında meşe ağacı  ve ökse otu da kutsal kabul ediliyordu. Bu konuda en önemli ve tek kaynağımız MS. I. yy’da yazılmış olan Plinius’un Naturalis Historia isimli eseridir. Plinius’a göre: "Druid adını verdikleri büyücüleri için en kutsal şey ökse otu ve bu otun üzerinde yetiştiği meşe ağacı idi. Ökse otu son derece az bulunan bir ottu ve rast gelindiğinde özel bir tören eşliğinde ayın altıncı gününde kesilirdi. Her şeyin şifacısı olarak görünen ay kutsandıktan sonra ağacın hemen altında bir ziyafet sofrası kurulur ve kurban töreni için hazırlık yapılırdı. Bu törende beyaz bir kıyafet giymiş Druid ağaca çıkar ve altın bir orakla ökse otunu kesip yine beyaz bir pelerinin içine koyardı. Hemen sonra iki boğa kurban edilir ve verdiği nimet için tanrılara dua edilirdi. Druidlere göre ökse otu katılmış içkilerin içirildiği hayvanlarda doğurganlık artar ve bu içki her türlü zehre karşı bir panzehir haline gelirdi."

Roma’nın ilk coğrafyacısı kabul edilen Pomponius Mella, MS. 43’de yazdığı “De Situ Orbis” adlı eserinin III. bölümünde Druid ayinlerinin gizli olduğunu ve koruluklar dışında mağaralarda da yapıldığını ilk defa olarak söyleyen yazardır.

Kadın Druidler ise “Dryades” adı altında 3-4. yüzyıllara tarihlenen imparatorluk biyografileri “Historia Augusta”da karşımıza çıkar. Her ne kadar Dryades’lerin gerçek anlamda Druid olup olmadıkları tartışmalıysa da yine de Roma’da 3-4. yüzyıllarda halk arasında Druid inancının ve uygulamalarının bir şekilde devam ettiğini göstermesi bakımından bu kayıt önemlidir. Kıta Avrupası’ndaki Druidler Galya’nın Romalılaştırılma politikası sebebiyle yok edildiler. Zaman zaman Romanın güçsüzleştiği dönemlerde ortaya çıkmaya çalışmışlarsa da Druidler MS. I. yüzyılda büyük ölçüde Avrupa’dan silinmişlerdi. Varlıkları büyük oranda Britanya adasında sürmeye devam etti. Galya ve Bretagne’de ciddi kovuşturmaya uğrayan Druid inancı ilmi ve kozmogonik yanlarından arındırılmış bir biçimde ağırlıklı olarak İrlanda’da devam etmiştir. Britanya Adası’nda Hıristiyanlığın yayılmasına karşı önemli bir engel teşkil etmiş bulunan Druidler ve Druid inancı ancak VI. yy. sonlarında tamamen ortadan kaldırılabilmiştir. Ancak izleri ve etkileri bütün ortaçağ boyunca devam edip XII. yy’a kadar sürmüştür.

GF, Druid nedir?, tarih, Tarihte Druidler,Kelt rahipleri,Orman rahipleri,Kelt toplumlarında Druid,Druid türleri,Britanya Druidleri,İrlanda Druidleri,Druidlerin kutsal imgeleri,Druidler kimlerdir?
BRİTANYA DRUİDLERİ
Antik çağ yazarları içinde Britanya’da ki Druid inancından bahseden tek yazar Tacitus’tur. Genel anlamda Druidlere karşı düşmanca bir yaklaşım sergilemiş olan Tacitus onları insan kurban eden ve sunakları her zaman insan kanıyla ıslak vahşiler olarak anlatır. Druidler’in büyü gücüyle ilgili olarak Tacitus’ta şöyle bir olay anlatılır: "Mona Adası’na (Galler adası Anglesey) yapılan ve başında Suetonius Paulinus’un bulunduğu bir saldırıda askerlerimiz karşılarına bir gurup Druid çıkınca dehşete kapıldılar. Druidler ellerini gökyüzüne kaldırıp büyülü sözler söyleyerek askerlerimizin üzerine felaket yağdırdılar." Tacitus, böyle bir olaya daha önce şahit olmamış askerlerimiz çok korkmuştu ama sonunda Roma cesareti üstün geldi ve düşmanı yendik diye devam eder. Sonuçta Romalılar adadan Britonları sürmüş ve adanın kutsal korusundaki ağaçların hepsini kesmişlerdir.

Bunun dışında Adalar’daki Druid varlığı ile ilgili olarak elimizdeki en önemli kanıt ada Keltçesi’nde yer alan druwid kelimesidir. Eski İrlanda dilinde yer alan ve büyü anlamına gelen draoiocht kelimesi de bir başka kanıt olarak görülebilir. Galler dilinde ise geleceği gören, kahin manasında dryw kelimesi bulunmaktadır. İrlanda dilinde yer alan faith kelimesi ile Galler dilindeki dryw kelimesi arasında etimolojik bir bağ olduğu düşünülmektedir. Faith kelimesinin vates ya da ovates kelimesinden geldiği ve her ikisinin de Kelt kültüründeki rahip sınıfını anlattığına inanılmaktadır. Öte yandan İrlanda’daki Druid geleneğinin 7. yüzyıla kadar sürmüş olabileceğine dair gösterilen bir diğer kanıt da Augustinus Hibernicus’un “De Mirabilibus Sacrae Scripturae” adlı eseridir. Bu eserde kuş formunda gerçekleşen ruh göçü öğretisini anlatan magus’lardan bahsedilmektedir. Latince ve İrlanda dillerinin karışımından meydana gelen Hiberno-Latin dilinde “magus” kelimesinin sıklıkla druid kelimesinin karşılığı olarak kullanıldığı bilinmektedir. İrlanda ve İskoç dillerinde Druid bilge adam anlamına gelmektedir. Briton dillerinden Galler dili ile Cornwall dilinde ise büyü ya da meşenin gizemine (bilgisine) vakıf olan anlamlarına sahiptir. Meşe ağacı Kelt mitolojisine göre dünyalar arasındaki kapıların ağacıdır, bir geçiş noktasıdır. Caesar’ın Druidleri Jüpiter’e dayandırmasına yol açan etken belki de Jüpiter’in de kutsal ağacı olan meşe ağacına Druidler ve tabii ki Keltler’in verdiği değerdi. Öte yandan meşe ağacı Kuzey Avrupa’nın en yüksek ağacıydı ve bu sebeple yıldırımların en fazla üstüne düştüğü ağaç olarak da dikkat çekiyordu.

GF, Druid nedir?, tarih, Tarihte Druidler,Kelt rahipleri,Orman rahipleri,Kelt toplumlarında Druid,Druid türleri,Britanya Druidleri,İrlanda Druidleri,Druidlerin kutsal imgeleri,Druidler kimlerdir?
İRLANDA DRUİDLERİ
İlk olarak 7 ve 8. yüzyıllarda yazılmış olan kanun metinlerinden anlaşıldığı kadarıyla Hristiyanlığın gelişiyle Druidler’in İrlanda toplumundaki rolü basit büyücülere ve şifacılara dönüşmüştü. İrlanda sagaları ve azizlerin hayatını anlatan Hristiyanlık öncesi metinlerde ise çok saygın bir konumda yer alıyorlardı. Sekizinci yüzyıla kadar giden eski İrlanda edebiyatında Druidler’den bahseden pek çok hikaye bulunmaktadır. Bunlarda Druidler genelde krala tavsiyelerde bulunan kimseler olarak anlatılırlar. Geleceği görme güçlerinden bahsedilir. Örneğin Bec mac De isimli bir Druid, Tara Kralı Diarmait mac Cerbaill’in ölüm tarihini üç Hristiyan azizinden daha kesin bir şekilde önceden bilmiştir. Druidler’in İrlanda’da özel bir topluluk ya da sınıf olarak görüldüklerine dair herhangi bir kanıt olmadığı gibi askerlikten muaf olduklarına dair de bir kayıt bulunmamaktadır. Druidler İrlanda mitolojisinde de oldukça fazla yer almışlardır. Ulster Çemberi’nin krallarından Conchobar’ın sarayının baş Druid’i Cathbad; kahraman Cuchulainn’e yardım eden Druid karakter; Connacht kraliçesi Medb’in Ulster’e yaptığı seferde yanında yer alan Druidler gibi.

Avrupa’da 16. yüzyıla gelindiğinde Druid inanç yeniden keşfedilir. Kelt mirasına yönelik ilgi artarak devam eder. Özellikle John Aubrey’in (1626-1697) ortaya attığı Stonehenge ve diğer megalitik anıtların Druidler tarafından yapılmış olduğu iddiası arkeoloji biliminin kurucularından biri olarak kabul edilen William Stukeley’in (1687-1765) çabası ve yayınlarıyla geniş kesimlere ulaşır. John Toland 1717’de Antik Druid Düzeni adlı oluşumu kurar. ADO (Ancient Druid Order) 1964 yılında ikiye bölünene kadar faaliyetlerini sürdürecektir. Oluşumun Seçilmiş Şef’i 1799’dan 1827’ye kadar William Blake olur.

Chateaubriand 1809 yılında bir Druid rahibesi ile Romalı askerin lanetli aşkını anlattığı Les Martyrs’i yazdığında Druidler de popüler kültür içerisinde ilk defa görünmüş olurlar. Giovanni Pacini 1817 yılında sahnelenen operası Trieste ve 1831’de sahnelenen Vincenzo Bellini’nin Norma ile Druidler opera sahnelerine de arz-ı endam ederler.

Popüler kültür içinde belki de en çok tanınan ve sevilen Druid karakteri ise kuşkusuz Rene Goscinny ile Albert Uderzo tarafından yaratılan Galyalı Asterix’in maceralarında yer alan köyün Druid’i Getafix’tir. Yere kadar uzamış bembeyaz sakalları, beyaz cüppesi ve kırmızı pelerini ile her zaman yanında taşıdığı altından yapılma küçük orağı ile Getafix tipik bir Druid’dir. Bütün karakterlerin çocukluk hallerinin anlatıldığı bir macerada bile o her zamanki yaşlı görünümüyle yer almıştır. Köyün sihirli kuvvet iksirini hazırlayabilen tek kişidir. Başka iksirler de yapabilir, şifacıdır ve aynı zamanda köyün eğitmenidir. Eğlencesine yapılan kavgalara bile karışmaz. Sihirli iksiri köylülerin fazla bencil davranışlar içinde bulunduğunu gördüğü zamanlarda hazırlamaz. Her zaman Asteriks ve arkadaşlarının akıl hocasıdır. Onlara yol gösterir, akıllıca tavsiyelerde bulunur.

Getafix, pek çok anlatıda yer alan ve kahramana yol gösteren bilge yaşlı adamdır. Popüler kültürde pek çok benzeri bulunur. Örneğin Yüzüklerin Efendisi filminde Gandalf, Yıldız Savaşları’nda Obi van Kenobi, Harry Potter’da Albus Dumbledore gibi karakterler tipik birer Druid'dirler. Edebiyat alanında ise hala büyük bir zevkle okunan ve beyaz perdeye de maceraları defalarca aktarılmış bulunan Kral Arthur’un akıl hocası büyücü Merlin de birçokları tarafından son Druid olarak kabul edilmektedir.

İlk olarak John Aubrey’in ortaya attığı sonrasında da William Stukeley’in yayılmasına öncülük ettiği, Stonehenge gibi megalitik yapıların Keltler tarafından yapıldığı ve haliyle Druidler’in tapınakları olduğu görüşü 60’lı yıllara kadar pek de ciddiye alınmamıştı. Bunun ana sebebi Keltler’in Britanya’ya MÖ. 500-600 yılları civarında gelmiş olduklarının düşünülmesiydi. Oysa bu megalitik yapıların en sonuncusu MÖ 1400’lerde inşa edilmişti. Ancak son dönemlerde araştırmacılar Britanya’da MÖ 2000’lerden itibaren bir ön-Kelt uygarlığının yaşamış olabileceğini dile getirmektedirler. Söz konusu yapıları inşa edenlerin de bunlar olabileceği düşüncesi her geçen gün daha fazla taraftar toplamaya devam etmektedir. Druidler ve Keltlerin son derece gizemli yapılar olan bu taş meclislerde tapınımlarını gerçekleştirmiş oldukları fikri günümüz Britanya’sında da büyük ilgi görmektedir. Öyle ki pek çok Yeni-Druid oluşumu halen İngiltere, İrlanda ve İskoçya’da faaliyet göstermektedir. Birçok mistik ögenin de katılımıyla tarih boyunca şahit olduğumuz Druid inancından oldukça farklılaşmış olan günümüz Druidliği bağımsız bir din olarak kabul edilmekte ve müritleri her geçen gün artmaktadır. Doğayla beraber onu koruyarak yaşamayı ilke edinmiş günümüz Druidler’i geleneksel toplantılarını ve ibadetlerini Ada’nın bir çok yerinde karşımıza çıkan Stonehenge gibi mekanlarda sürdürmektedir.

Her daim sevgi ve umutla kalın dostlar.

Yazan: Gregoire de Fronsac