HABERLER
Dini Haber
yahudilik etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
yahudilik etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

MUSA VE MISIRDAN ÇIKIŞ

Yazan: Sedat Karadayı
MUSA VE MISIRDAN ÇIKIŞ

Yahudilerin kutsal kitapları Tevrat’ta konusu geçen tüm peygamberler içinde en aktivist olanı, İbrani halkını harekete geçiren Musa idi. Tevrat içinde Musa hakkında yazılanlara bakılacak olursa Rab’ın en başından beri koruyup kolladığı ve üzerine titrediği ve kendine elçi yaptığı kişiydi. Fakat Musa’nın hayat hikayesini incelediğimizde hakkında anlatılanların başka tarihsel kahramanların hayat hikayeleri ile büyük benzerlik göstermesi Tevrat’ta yazılanların inandırıcılığını ortadan kaldırmaktadır.
Tevrat’ın “Mısır’dan Çıkış” bölümü Musa önderliğinde İbrani halkının ya da Mısır’da bilinen isimleri ile Habiru insanlarının ülkeden çıkış ve kendilerine vaat edilen topraklarına gidiş hikayesidir. Bu konuda Tevrat’ta yazılanlara bakılırsa Firavun Ramses onlara izin vermeyecekti ve zorlu bir yola çıkış hareketi 40 yıl sonra mutlu sonla Kenan ülkesinde bitiyordu. Oysa gerçeğin böyle olduğunu düşünmüyorum. Tevrat’ın “Yaratılış” ve “Çıkış” bölümlerinin (hatta başka bazı bölümlerinin de) Babil’den esaret dönemi bittikten sonra yeniden topraklarına döndüklerinde yazıldığını düşünüyorum ki içindeki konular ve detayları da bunu gösteriyor.
İbranilerin Mısır’da nüfus olarak aşırı şekilde çoğalmaları, yerli halk arasında sorun oluşturuyordu. Yakup oğlu Yusuf’tan itibaren tüm oğullar ve torunlar aradan geçen onlarca seneden sonra yaklaşık 600-700 bin kişiye ulaşmışlardı. Bu kalabalık ve Mısır halkı tarafından istenmeyen topluluk, ülkede ikinci, üçüncü sınıf insanların çalıştıkları ucuz kerpiç yapımı, duvar örme ve inşaat işlerinde çok düşük ücretlerle çalıştırılıyordu. İsrailoğullarının sayılarının sürekli artması Mısır’da sosyal bir sorun haline gelmişti. Bu yüzden Firavun Ramses’in onların ülkeden ayrılmalarını engellemek istemesinin anlaşılabilir bir mantığı yok. Zaten bu mücadele sırasında Musa ile Ramses arasında yaşanan 10 kadar uyarıcı felaketin anlatımı, yaşanması ve açıklanması da mantık çerçevesinde kabul edilebilir değiller. Oysa akılcı olan, Ramses’in İbranileri Mısır’dan kovduğu ve başlarında bir lider ile 40 yıl boyunca Trakya bölgesi büyüklüğünde bir arazi içinde dolaşıp durmaları ve bu süre içinde hiçbir yerde kabul edilmeden yaşayarak en nihayetinde Kenan ülkesini istila edebilmeleridir. Sahip oldukları erkek nüfus sayısı ve sürgünde geçirdikleri süreç içinde yaptıkları savaşlarda edindikleri deneyim, onları güçlü kılmış ve bir yerleşim yerini istila edebilecek duruma getirmişti.
Tevrat’ta anlatılan Musa ile ilgili olarak kopya bir efsane anlatılmıştır. İlgili dönemde Firavun, İbranilerin aşırı çoğalmalarının önüne geçebilmek için yeni doğan erkek bebeklerin Nil nehrine atılmaları emrini verir. Tevrat yazarının hayal gücü senaryo gereği böyle bir açıklamayı gerektirmiş. Oysa mantığına bakacak olursanız bir topluluğun nüfusunu artması konusunda etkin olan erkekler değil kadınlardır. Erkek çocuklar yerine kız çocukların azaltılması nüfusun artışı için çözüm olabilirdi. Üstelik Nil nehrine atmak yerine Mısır’da en çok yapılan uygulamalardan hadım etme yöntemi erkek bebeklerin nehre atılmasından daha etkin olurdu.
Tevrat yazarının Musa’nın doğumu ile ilgili böyle bir hikâye denemesi yaratıcılığından dolayı değildi. Mitolojik efsanelerden duyduğu bir hikâyeyi aktarmıştı sadece. Hikâye tamamen Akkad kralı Sargon’un doğumu ile ilgili anlatılan bir efsaneden türetilmişti. Efsaneye göre Sargon rahibe olan annesinden doğduktan sonra nehre bırakılmış ve daha sonra bir işçi tarafında kurtarılmış ve yetiştirilmişti. Daha sonra gençliği döneminde de tanrıça İştar tarafından ziyaret edilmişti. Musa’nın hikâyesi de çok farklı değildi; annesi tarafından Nil nehrine bırakılmıştı. Mısır Prensesi tarafından kurtarılması, şans eseri annesinin saraya emzirmesi için süt anne olarak alınması gibi tesadüfler ardı ardına sıralanıyordu. Musa sarayda yetiştikten sonra Rab tarafından gençliğinin ileri yıllarında elçi yapılmıştı.
İbrani halkının Ramses tarafından Mısır’dan kovulması daha uygun bir senaryo olacakken Tevrat yazarı olayı dramatize ederek ülkeden kaçma hikâyesini tercih etmiş. Üstelik ülkede varlığı istenmeyen 500 binden fazla insanın zorla alıkoyulmaya çalışılması kutsal sayılan kitabın inandırıcılığını azaltmakta.
Kitaba göre Musa bir kaza sonucu Mısırlı bir yöneticiyi öldürür ve bu yüzden Mısır’dan kaçarak Midyan isimli bir ülkeye gider. Gittiği yerde karşılaştığı Yetro isimli bir adamın kızı ile evlenir ve ondan 2 çocuğu olur. Bu sırada kendisine çalı olarak görünen Rab, Musa’ya Mısır’daki İbrani halkına onun aracılığı ile yardım edeceğini ve Musa’nın bu halka önderlik yaparak onlara vaat ettiği Kenan ülkesine götürmesi gerektiğini anlatır. Musa Rab’a inanmaz. Hangi akıl ve fikirle davrandığı bilinmez ama konuşan bir çalı ona yeterince normal gelmiş ki yine de Rab’a inanmaz. İlginç bir şekilde Rab Musa’yı ikna etmek için önce asayı yılana dönüştürür sonra tekrar yılanı asa şekline çevirir. Ancak Musa yine de inanmaz. Acaba Musa çok mu akıllıdır yoksa ikna edilmesi çok zor bir insan mıdır? Rab yılmaz ve elini koyununa sokmasını söyler. Koynuna koyduğu elini dışarı çıkarınca elinin bembeyaz kesildiğini görür. Tekrar koynuna sokup yine çıkardığında eli normale dönmüştür. Garip bir Tanrı olmalı ki Rab, kendini Musa’ya ispat edebilmek için sihirbazlık ve hokkabazlık yapması gerekiyordur. Rab tüm gücünü Musa’ya göstermesine rağmen Musa yine de ikna olmaz ve ondan kendisi yerine bir başkasını görevlendirmesini ister. Musa bir türlü ikna olmuyordur ama sonunda Rab sinirlenip Musa’ya fırça atınca artık itiraz edemeyecek hale gelmiştir. Musa Rab’ın ısrarları sonucu Mısır’a gitmek için kayınpederi Yetro’dan izin ister. Neyse ki Yetro izin verir aksi halde bugün Yahudi halkı olmayacaktı.
Tevrat’ta yazılan Rab anlaşılabilir bir Tanrı olmadığı apaçık. Normal koşullarda günümüz zekâ seviyesine göre güçlü bir tanrıdan beklenen, elçisinin ruhuna yapacağı işleri üflemesi ve bu konuda ona cesaret ile yetenek vermesidir. Oysa Musa’dan istenen Ramses’in karşısında asayı yılana çevirmesi ve bundan Firavunun korkmasını sağlamasıdır. Rab, ayrıca bir de şöyle bir açıklama yapmayı da ihmal etmiyor; “Mısır'a döndüğünde, sana verdiğim güçle bütün şaşılası işleri firavunun önünde yapmaya bak. Ama ben onu inatçı yapacağım. Halkı salıvermeyecek” Rab Musa ile dalga mı geçiyor? Hem İbrani halkını Mısır’dan çıkartmasını istiyor hem bunun için sihirbazlık yapmasını söylüyor ama bundan dolayı Ramses’e bunlardan etkilenmemesi için de güç veriyor. Bence sorun Tevrat yazarında olduğu kadar Tevrat’ı okuyan ve ona inananlarda da var. (Mısır’dan Çıkış, Bölüm 1-4)

Musa Mısır’dan halkı ile beraber çıkmak için Firavunla konuşmasına rağmen Firavun gitmelerine izin vermiyordu. Peki arkasında Rab’ın tanrısal gücü olan Musa’nın izin istemesine neden gerek vardı ki?
Rab, Musa ve İbranilerin Mısır’dan çıkmalarına izin vermeyen Firavunun başına bazı belalar sarmıştı. Bu belalar gerçekleşirken İbraniler hala yerlerinde duruyorlardı. Neden?
Tevrat’ta yazılı olan sıralamaya göre ilk bela olan Nil nehrinin ve tüm suların kan rengine dönüşmesi, balıkların ölmesi ve kokmaları gerçekleşirken İbraniler hiç hareket etmeden bekleyip seyrettiler. KurbağalarMısır’ı istila ettiğinde de İbraniler yerlerindeydiler. Sivrisinek ve At sinekleri Mısır’a felaket getirdiğinde dahi İbraniler hiçbir yere hareket etmeden hala Firavundan izin bekliyorlardı. Mısır’da İbranilerin sahip olduklarının dışında tüm hayvanların öldüğü o bela geldiğinde bile İbraniler yerlerinden bir adım öteye kımıldamadılar. Üstelik kendilerini kaçarken taşıyacak atları eşekleri olup da Firavunun ordusunun tek bir hayvanı kalmadığında bile kaçmak akıllarına mı gelmedi? İbranilerin dışında tüm Mısır halkı irinli çıbanlarla uğraşırken İbraniler bir yere ayrılmadılar. Tüm Mısır’da dolu yağışı ile gelen felaket sırasında tek dolu yağmayan Geşom kırsalında, İbraniler beklemeye devam ettiler. Çekirgeler Mısır’da yemedik bitirmedik ne tahıl ne ot ne ağaç bırakmadığı zaman da İbranilerin fırsat bu fırsattır diyerek kaçmaları akıllarına gelmedi mi? Üç gün boyunca yalnızca Mısır halkının başına gelen karanlık belası sırasında bile İbraniler kaçıp gitmediler. Nihayet İlk Doğan Çocukların Ölüm belasısonrasında Firavun İbranilerin gitmelerine izin verdi ve İbraniler Fısıh Bayramı yaparak Mısır’dan ayrılmak için yola çıktılar.
Mısır’dan yola çıkmadan önce Musa ve Harun İbraniler için bunun bayram olduğuna karar verip Fısıh bayramı olarak kutladılar. Bu konu diğer dinlerden 2 açıdan önemlidir. Birincisi Hristiyanlıkta İsa’nın çarmıha gerildiği ve ruhunun yükseldiği zaman da aynı bu Fısıh bayramı gibi değerlendirilerek Paskalya Bayramı olarak kutlanmıştır. Her ikisi de bir oruç süresinin ardından gelen kutlama şeklinde gerçekleşir. Fısıh bayramının İslam’daki yerinin iki farklı şekli vardır. Birincisi Yahudilerin uzun bir yola çıkış öncesinde o günü yılın ilk ayının birinci günü olarak saymaları ile İslam’daki Hicret olayının benzeşmesidir. Muhammed de Mekke’den Medine’ye kaçarken o günü yılın ilk ayının birinci günü olarak değerlendirip Hicri Takvimi olarak kullanmıştı. İkinci şekli ise ay hareketlerine göre farklı tarihlere denk gelse de İslam’daki oruç tutulan Ramazan Bayramı ve sonrasındaki kutlamalar ile aynı hareketlerdir.
Tevrat yazarı Fısıh bayramı olarak açıklanan bu kutlamanın ritüelini ve uygulama şeklini de açıklar. Üstelik bundan sonra hangi zamanlarda ve ne şekilde uygulanması gerektiğini de anlatır. Artık kalıcı olarak kanun olmuştur.
O gece İbrani halkı Mısır’dan yola çıkmak için Musa ve Harun’dan emir aldılar. Tevrat bu bölümde ufak bir detay vererek gelecekte yaşanacak bir konunun alt zeminini hazırlamaktadır. Daha sonraki bölümlerde İbraniler Musa dağda Rab ile görüşürken onlar aşağıda altından bir inek yaparak ona tapmaya çalışacaklardır. Herkesin aklında Mısır’da fakirlik içinde boğulan İbrani halkı bu kadar altını nereden buldu diye bir soru çıkabilir. Bu yüzden Tevrat’ın Mısır’dan Çıkış bölümünün 35-36 satırlarında İbranilerin Firavundan altın ve gümüş istediği ve Mısır halkının da onlara istediklerini vererek İbranilerin Mısır halkını soyduğu yazılıdır.
Rab Musa’dan İbranilere ait tüm canlıların ilk doğanlarının kendisine adanmasını istedi. Musa verilen emri halkına iletti. Tüm ilk doğanlar (erkek), çocuklarından hayvanlarına kadar ilk doğanlar Rab’a adanacaktı. İbrani halkı Musa ve Harun önderliğinde “Aviv” (Bahar) ayının bir gecesinde yola çıktılar. Güzergahları Kamış Denizinden geçerek Kenan ülkesine doğru yol almaktı. Yani yaklaşık olarak 100 km yol kat edeceklerdi. Bu da kalabalık ve büyük bir topluluğun günlerce mola vererek yaklaşık 2 ayda yani 60 günde gidebilecekleri bir yoldu.
Musa, halkı ile beraber Geşom’dan ayrılıp güneye Sukot’a doğru yol aldı. Sonra kuzeye dönüp Etam’da mola verdiler. Amaçları Kızıldeniz bataklıklarının en sığ bölgesi olan Kamış Denizi denilen yerden geçmekti. Tevrat yazarına göre Rab intikamcı bir karaktere sahipti. Çünkü 14. Bölümde dediğine göre Rab hala Firavunu inatçı yaparak İbranilerin peşine düşürecekti. Genel manzara şöyleydi; önde telaşla kaçarken düştükleri durumdan ötürü Musa ve Harun’a lanet okuyan İbrani halkı, arkada savaş arabaları ile (Hayvanların öldüğü belada sağ kurtarılan savaş arabası atları başka ilginç bir durum) Firavun Ramses ve ordusu ile halkını sakinleştirmeye çalışan Musa.
İbraniler çoluk çocuk ve hayvanlarla yürümektedirler. Arkalarından gelenler ise at arabaları ile daha hızlı oldukları için devreye giren Rab’ın meleği (Tevrat’ta bu bölüme kadar tüm işlerle, her türlü belalarla Rab ilgilenmesine rağmen bu bölümde ilk kez Melek devreye girer) grupların üzerlerine bir bulut gönderir. Bulut İbraniler üzerinde aydınlık yaratarak yol almalarını sağlarken Ramses’in ordusunun üzerini karanlıkla kaplayarak görmelerini engeller ve hareketlerini kısıtlar. Bu şekilde Kamış Denizine varan Musa, Rab’ın talimatı ile elindeki asayı Kızıdeniz’in üzerine tutar ve deniz ikiye ayrılır. İbraniler içinden geçerek çıkar giderler. Arkalarından gelen Mısır ordusu da aynı kanala girince sular yeniden kapanır ve Mısır ordusu boğularak yok olur.

Artık Kızıldeniz’in öte yanına geçilmiştir. Bundan sonraki yolda Mısır ve Firavun ile ilgili hiçbir pürüz kalmamıştır. Şimdi önlerindeki yolculukta Yahudilik dininin temellerinin atılacağı, emirlerin ve ibadet şekillerinin saptanacağı yeni bir düzen kurulacaktır. Tevrat yazarı bu süreci anlatabilmek için İbrani halkını Kenan ülkesine kadar sürecek yolculukta 40 yol seyyah olarak göstermek zorunda kalmış. Normal koşullarda Trakya büyüklüğündeki bir toprak parçasında 40 yıl boyunca yapılan seyahatte bir dinin temellerinin atılmasını izleyeceğiz.
Yazan: Sedat Karadayı

AKHENATON, YOM KİPPUR VE YAHUDİ NAMAZI

Hazırlayan: A.Kara

AKHENATON, YOM KİPPUR VE YAHUDİ NAMAZI

"Kefaret Günü" anlamına gelen "Yom Kippur" Yahudilerin yıl içindeki en kutsal günüdür. Oruçların tutulduğu bu süreç itiraf, tövbe ve bağışlanma için bir fırsattır ve Yahudi Yeni Yılı'ndan on gün sonra gerçekleşir. [1] Bu kutsal günde oruç tutmanın yanı 5 kez ayin yapılır ve Vidiu adı verilen toplu günah çıkarma merasimleri düzenlenir.

Yom Kippur'da 5 ve 10 sayıları belirgin şekilde öne çıkar. Enteresandır ki 5 ve 10 sayıları Musa ve Akhenaton'un hayatlarında da belirgin şekilde yer almıştır. Örneğin  Yahudiler tarafından kutlanan İbrani takviminin Yeni Yılı olan Roş Haşanah ve Yom Kippur arasında insanların Tanrı'dan ve sevdiklerinden bağışlanma diledikleri on gün süren tövbeler yapılır. Bu on güne “Huşu Günleri” adı verilir. [2]

Musevi geleneğine göre Musa İsraillilere itaatlerine odaklamalarını sağlamak için On Emir, beş çeşit sunu ve Çadırın beş sütununu vermiştir. Kudüs Tapınağı günlerinde Baş Rahip, Yom Kippur'da ellerini ve ayaklarını on kez yıkar ve kıyafetlerini beş kez değiştirirdi. Yom Kippur'da beş ana dua, insanların uyması gereken beş yasak ve on itiraf (viddui) vardır.

Bir zamanlar Nil Nehri kıyısına kurulmuş, firavunlar dönemine ait eski yerleşim yerlerinden biri olan Amarna'da da 5 ve 10 sayılarının önemli olduğu görülür. Büyük Aten Tapınağı'nın önünde, ana girişi çevreleyen ve 5 bayraklık iki takımın bulunduğu, toplam 10 adet bayrak direği vardı. Tüm bunları Akhenaton'un Baş Rahibi Mery-Ra'nın mezarındaki yazıtta görmek mümkün. [3]

Akhenaton'un Kahyası Tutu'ya bir altın kolye ve terfi verdiğinin anlatıldığı Tutu'nun mezarındaki bir sahnede bağlanmış on esir vardır. 5 ve 10 rakamları yazı ve bilgiyle ilişkilendirilmişti. Bunun muhtemel nedeni yazının beş parmak ve iki el ile ilişkilendirilmiş olmasıydı. [4]

Thoth'un rahiplerinin beşerli gruplar halinde tertiplendiği bilinmektedir. Tektanrıcılığa rağmen Akhenaton tanrı Thoth'a saygı duyduğundan, beş ve on sayıları onun için önemliydi.

Tevrat'ın Yom Kippur bölümünde ruh kelimesi beş kez geçmektedir. Daha da dikkat çekici bir şekilde, modern Yahudiler, tıpkı eski Mısırlılar gibi bir kişinin ebediyen yaşayacak beş farklı ölümsüz ruha sahip olduğuna veya ruh bileşenleri içerdiğine inanırlar. Mısırlılar için bu 5 bileşen şuydu:
  1. Ka : hayati yaşam enerjisi veya ruh,
  2. Ba : kişilik,
  3. Şuet (Shuet = Silüet ?) : gölge,
  4. İb : kalp,
  5. Ren : isim.

Yahudi teolojisi her ruhun yaşam boyunca beş aşamadan geçtiğini ve beş elemente sahip olduğunu öğretir. Bu 5 element nefeş נֶפֶשׁ (ruh), neşima נְשִׁימָה (hayat nefesi), ruakh רוּחַ (rüzgar), çaya (yaşayan) ve yeçidah'dır (benzersiz).

Ayrıca iki eli kaldırmak da dahil olmak üzere diğer 6 dua pozisyonu Akhenaton'un Amarna'da tasvir edilmiş duruşlarının izlerini taşır. Yom Kippur Yahudilerin yıl içinde dua ederken yere tamamen secde edecekleri tek gündür. Bu eyleme "nefilat apayim" yani “yüz üstü düşme” denir. Tevrat'ı en yüksek Yahudi Yasası olarak gören Karay Yahudileri hala tam secde pratiğini korumaktadırlar.

Ettikleri "Aleinu" adlı Yahudi duası şöyledir: "Kralların Krallarının Kralı, Kutsal Olan'ın önünde eğilir, secdeye kapanır ve şükrederiz, O Kutsanmıştır!"

Alçak gönüllüğü simgeleyen bu pozisyon çok eskilere dayanır. Tora, İbrahim, Yeşu hatta Kral Davud da dahil olmak üzere Tanrı'nın önünde “yüz üstü kapanan” birçok liderden bahseder.

Tesniye 9:25 okuyucuya Musa'nın "kırk gün kırk gece Rab'bin önünde nasıl secde ettiğini" anlatır. Karnak'taki kabartmalar Akhenaton ve Nefertiti'yi tanrıları Aten'in önünde secde ederken gösterir. [5] Tuhaf bir şekilde Akhenaton ve Nefertiti de tam olarak böyle; elleri, diz ve yüzleri yere değecek şekilde tapınırlardı. Büyük alçakgönüllülüğün ve samimiyetin bu duruşu Matta 26:39'da yüzüstü yere kapanan İsa tarafından bile benimsenmişti:

Matta 26:39: "Biraz ilerledi, yüzüstü yere kapanıp dua etmeye başladı. “Baba” dedi, “Mümkünse bu kâse benden uzaklaştırılsın. Yine de benim değil, senin istediğin olsun.”."

Yom Kippur'un ilginç özelliklerinden biri de dua ayinleri sırasında Tevrat parşömenlerini barındıran Aron Hakodeş yani Tora Sandığı'nın açık bırakılmasıdır. İçinde genellikle On Emir, Tanrı'nın Tacı, Hayat Ağacı, Tapınağa Açılan Kapı, Menora ve iki aslan motifleri ve değerli Tevrat parşömenleri bulunur.

2 aslanın Davut yıldızını tuttuğu bazı motiflerde şöyle yazar: "Güneşin doğumundan batışına kadar Rabbin adı övülmelidir."

Bu tasvirler Yahuda Aslanı'nın, Tanrı'nın yargısının ve ondan korkmasının simgesidir. Aslan için kullanılan İbranice kelime olan aryeh (אַריֵה) En Kutsal Günler'in kısaltmasıdır. Tevrat'taki peygamberlerden biri olan Yeşaya, gelecekte aslan ve buzağın birlikte yaşayacağı bir zamanını anlatırken, Amos'un Tanrı'yı bir aslana benzettiği görülür:

Amos 3:8: "Aslan kükrer de kim korkmaz? Egemen RAB söyler de kim peygamberlik etmez?"


Aslanlarla olan bu bağlantılar büyüleyicidir çünkü Akhenaton'un da benzer şekilde aslanlar ile bağları vardır. Örneğin Amarna'daki talatat bloğundaki bir tasvirde Akhenaton'u klasik Mısır sfenksi formunda görürüz. (Bu arkeolojik eser şuan Almanya'nın Hanover şehrindeki Kestner Müzesi'nde bulunmaktadır.)

Ayrıca Tevrat kapak tasarımlarına benzer şekilde bir dağın üzerinde yükselen güneşi temsil eden Akhet sembolünün yanında iki aslan motifini bulunur. 2 yandaki bu Mısır aslanlarına "Aker" deniyordu ve kralı koruyorlardı. Onlar Duaj (dün) ve Sefer (yarın) idi. En ilginci ise Mısır dilinde "Yarının Yasası" anlamına gelen Sefer Tora adlı Tora Parşömenin de "sefer" sözcüğünün hala kullanılıyor olmasıdır. Burada ek bir bilgi daha vermek gerekir ki Yahudi yazara "Sofer" denir. (Ayrıca bkz: Şofar שׁוֹפָר‎, Yahudilerin kullandığı ve genellikle keçi, koç boynuzundan yapılan geleneksel çalgı.) 

Yom Kippur sırasında Yahudiler hayatlarını mecazi olarak Tanrı'nın ellerine teslim ederler. Tanrı'nın elleri olduğu fikri yeni değildir ve eski İsrail ve Mısır'a kadar uzanır. Bugün "hamsa eli" adlı koruyucu muskada bu temanın ifade edildiğini görürüz. Tevrat'ın en eski bölümlerinden Denizin Şarkısı'nda Musa'nın ne söylediğine bakalım:

Çıkış 15:6: “Senin sağ elin, ya RAB, Senin sağ elin korkunç güce sahiptir. Altında düşmanlar kırılır.” 

Benzer şekilde Tevrat'taki en eski ayetlerin çoğu Rab'bin güçlü elinden bahseder.

Mısır bilimci J.K. Hoffmeier, Akhenaton zamanından kalma iki İbranice kelimeyi eski Mısır tabirleriyle ilişkilendirmiştir. Birincisi İbranice "güçlü el" anlamına gelen "yad hazakah" sözcüğünün Antik Mısır'da "güçlü kol" anlamına gelen "hps" ye eşdeğer olduğudur. İkincisi, İbranice "uzanmış kol" anlamına gelen "zeroah netuya"nın ise Eski Mısır'daki "pr-a"ya eşdeğer olduğudur. [6]

Her iki eski ifadeyi de Tesniye 26:8 gibi birçok yerde görebiliriz: “Bunun üzerine güçlü elle, kudretle, büyük ve ürkütücü olaylarla, belirtilerle, şaşılası işlerle bizi Mısır'dan çıkardı.”

Akhenaton, tanrısı Aten'in ellerine takıntılıydı. [10] Sanatta Aten'e verilen ve yazıtlarda atıfta bulunulan tek insan vücudu parçası bunlardı. Örneğin Akhenaton'un bir kararnamesinde şöyle yazar: “Kendini iki eliyle inşa eden, güzel yaşayan Aten…” [7][12]

Ayrıca İbranice "uzatılmış kol" anlamına gelen "sıfırah" kelimesinin Eski Mısır'da "Firavun'un galip gelen kolu" kavramından türetildiğine dair kanıtlar vardır. Akhenaton'un mektuplarından birinde "kralın güçlü kolu" anlamına gelen "zu-ru-uh" ifadesi yer alır. [11] Eğer Akhenaton Musa'ya dönüştürüldüyse bu Mısır kelimesinin Tevrat'ta kullanılması daha anlamlı hale gelir.

Yom Kippur için uygun kıyafet beyaz ketendir. Bu saflığı ve kişinin araması gereken ruhsal temizliği sembolize temsil eder. Bu beyaz keten kıyafete "kittel" denir. Bu uygulama Yüksek Rahibin yılın bu en kutsal gününde sadece beyaz keten giyerek her zamanki detaylı altın kıyafetinden (Akhenaton ile başka bir bağlantı) vazgeçmesi içindir. Bu aynı zamanda Ahit Sandığı'nın önünde tamamen saf olarak görünmelerini sağlıyordu.

Levililer 16:4: “[Harun] Kutsal keten mintan, keten don giyecek, keten kuşak bağlayacak, keten sarık saracak. Bunlar kutsal giysilerdir. Bunları giymeden önce yıkanacak.”

Pek çok Yahudi beyaz giysiler giyerek başka bir temayı vurgular: Benliğin ölümü ve Kefaret Günü boyunca yeni bir hayata yeniden doğuş. Örneğin "kittel" aslında bir cenaze cübbesidir ve aslında ibadet edenlere kendi sembolik ölümlerini ve Tanrı'nın kurtuluşu altında yeniden doğuşlarını hatırlatmak için giyilir. Bu fikir büyük olasılıkla Ölüler Kitabı'nda ve Amarna'da temsil edilen yeniden doğuş ve yeni yaşam kavramlarından kaynaklanmıştır.

Akhenaton yönetimindeki Amarna'daki hayattan görüntülere baktığımızda kral ve ailesini birbirine çok benzer beyaz keten giysiler içinde görürüz. [8] Aslında şehirde yaşayan çoğu insan bu tür giysiler giyerdi. Mısırlı rahiplere genel olarak sadece saf beyaz keten giymeleri emredilmişti; ki bu daha sonra Musa ve onun dini tarafından benimsenen bir uygulama olmuştu.

Akhenaton ve Nefertiti'nin Aten'e ibadet ederken beyaz keten giymeleri geleneğinin devamı olarak Yahudiler üç bin yıl geçmiş olsa da Rab'lerine ibadet ederken hala neredeyse aynı giysiler giyiyorlar.

Yıkanmak ve yıkama emirleri de antik Amarna ile bağlantılıydı. Bu uygulama Amarna yaşamının ve dininin ortak özelliğiydi. Akhenaton'un tapınakları yıkanma leğenleri ve ayinlerde kullanılan basamaklı havuzlarla doluydu.

Kol Nidrei adı verilen akşam duası sırasında Yahudi erkeklerin dua şalı giymeleri adettendir. Bu özel şalın geceleri giyilebildiği tek durumun bu olması enteresandır. Firavunlar çizgili baş örtüsü takıyorlardı. Yahudilerin tıpkı onlar gibi, aynı tarzda çizgili şal takmaları emredilmiştir. Tevrat'ta Çölde Sayım 15:37-38'de anlatılan bu uygulamanın kökeninin antik Mısır olduğu açıktır. Şöyle yazar:

"RAB Musa’ya şöyle dedi: “İsrail halkına de ki, ‘Kuşaklar boyunca giysinizin dört yanına püskül dikeceksiniz. Her püskülün üzerine lacivert bir kordon koyacaksınız."

Kol Nidrei ayini “bütün adaklar” anlamına gelir ve bir önceki yıl yaptıkları ancak tutamadıkları herhangi bir yemin konusunda bağışlanmaları için Tanrı'ya yalvaran katılımcılara atıfta bulunur. Bu, Akhenaton'un adak verme eğilimini, bu yeminleri tutma arzusunu ve herhangi bir nedenle onları bozmuş, tutamamış olsaydı yaşayacağı varsayılan suçluluğu hatırlatır.

Akhenaton'un sözlerini doğrudan Amarna Erken Bildiri Sınır Dikilitaşı'ndan okuyalım: "İşte, Aten için bir Ufuk olarak onu (Amarna'yı) yapacağım" diyerek bu konuda bir yemin ediyorum."

Daha sonra, tamamen Aten'e ait olan şehrinin sınırlarını asla terk etmeyeceğini beyan eder: “İşte bu gerçek yeminim… O babam Aten'e ait... Babam Aten için yaptığım bu yemini görmezden gelmeyeceğim.”

Beyaz keten ile ilişkilendirilen Yom Kippur'da yankılanan başka bir tema vardır: ışık - özellikle de Tanrı'nın ışığı. Örneğin Mezmurlar 27:1'de şunlar yazar: “RAB benim ışığım, kurtuluşumdur,
Kimseden korkmam..."

Sayılar 6:25'te Musa'nın söylediğine bakalım: “ RAB aydın yüzünü size göstersin ve size lütfetsin.”

MÖ 7. yüzyılda İsrail'de iki küçük parşömen üzerine yazılmış bu ayet şimdiye kadar bulunan en eski Tevrat ayetidir. Parıldayan tanrısal bir yüz fikri söz konusu olunca babası Aten'in ışığına tapmakla tanınan Amarna'yı ve Akhenaton'u hatırlamak gerekir.

Yom Kippur'daki sabah duası olan Şahkarit sırasında Şema'dan önce okunan ilk kutsama olan Yotzer Or Blessing yani “Işığın Yaratıcısı”na bakalım. Akhenaton'un tapınaktaki baş hizmetçisi Panehesy, kahyası Tutu, amcası ve generali olan Ay'ın türbelerindeki yazıtlardan bazı satırlar ile Yahudi duasını karşılaştıralım. (Kırmızı renkli yazılar Yahudi duası, diğerleri antik Mısır)

Kutsalsın, Tanrımız Rab, evrenin Kralı.
Güzel görünüyorsun (yükseliyorsun) cennetin ufkundan, Ey Yaşayan Aten, hayat veren Kral,

Işığı oluşturan ve karanlığı yaratan,
Eylemlerin olmadığında toprak karanlıktır, sen kalktığında toprak aydınlanır…

Barışı sağlayan ve her şeyi yaratan,
Barış içinde hoş geldiniz, barışın efendisi! Sen yarattıklarının hepsinin efendisisin.

Yeryüzüne ve üzerinde yaşayanlara merhametle ışık veren,
Uzakta olsan da, ışınların yeryüzünün üzerinde ve algılanıyorsun,

Ve O'nun iyiliğiyle her gün, sürekli olarak yaratma işini yeniler,
Ey her gün kendi kendine doğan, Yaşayan Aten! Sen ortaya çıktığında her ülke şenlik içindedir. [9][13][14]

Yom Kippur'un tam olarak başlangıcının işareti Güneş'in batışıdır ve bu durum hahamlar tarafından kesin olarak kaydedilir. Güneş arkalarında batarken dua eden Ortodoks Yahudilerin görüntüsü Yom Kippur'un klasik görüntüsü haline gelmiştir.

Gün doğumu ve batımının tam olarak ne zaman gerçekleştiği, namazlarını onların etrafında planlayan Yahudiler için hayati derecede önemlidir. Bu zamanlar İbranice'de "zmanim" olarak adlandırılır ve her yıl dikkatlice hesaplanır. Bu sayede Tora'nın çeşitli "mitsvalarını"* yani emirlerini tamamlayabilecekleri dönemleri belirlerler.

Zmanim'in en göze çarpan özelliği, şafak, gün doğumu ve hatta aralarındaki dönemi ayırt edebilmeleridir. Şafağa "Alos Haşaçar" denir ve gerçek güneş diski deniz seviyesinin üzerinde göründüğündeki gün doğumuna "Haneitz Haçama" denir. Aynı şekilde, akşam, Şıkiyas Haçama, güneş diskinin tamamen kaybolduğu andır ve resmi olarak Yahudi gününün sonunu işaret eder.

Öğlen veya gün ortası adları, Mısır güneş tanrısının üç eski yönünü veya tezahürünü yansıtan Çatzos olarak adlandırılır: Şafakta Khepri, öğlenleyin Ra ve alacakaranlıkta Atum.

Bunlar Kral Davud'un dua vakitlerinde tekrarlanan temalardır. Mezmurlar 55:17'de yazdığına göre Davut "Sabah, öğlen, akşam kederimden feryat ederim, O işitir sesimi." demektedir.

Güneş ışığına ve güneş diskine olan bu odaklanma şaşırtıcı şekilde Akhenaton'un Aten kültünü andırır. Çoğu bilgin, Mısır gününün özellikle de Amarna'da gün doğumundan ziyade güneşin doğuşundan önce, şafakta başladığı konusunda hemfikirdir.

Yazıtlardan okuyalım: “Ufukta yükseldiğinde ona hayran ol, ey yüce Aten!” , "Selam sana gökte yükselen ve şafak vakti göğün ufkunda parlayan!" , “Ta ki senin dirilişinde ve bulunduğun yerde şenlik yapılsın.”

Güneş diskinin yani Aten'in kendisinin ortaya çıkması ve kaybolması, uzaklardaki büyülü yer olan Akhet'e gitmesi veya ufka doğru hareket etmesi Akhenaton için en önemli konulardandı. Tevrat bu odağı sabah, aydınlık, gün batımı ve tanrının kutlanması üzerinden ele alır. Örneğin, Mezmurlar 5:3'de “Sabah sesimi duyarsın, ya RAB, Her sabah sana duamı sunar, umutla beklerim.” , 97:11'de “Doğrulara ışık, Temiz yüreklilere sevinç saçar.” yazar.

Akhenaton tarafından ortaya atılan tüm dünya için ışığı ve yaşamı yaratan tek ebedi Tanrı fikri Musa'nın Tora'sının ilk katmanlarına nüfuz etmiştir. Akhenaton'un doğru söz, doğru eylem, saf güdüler ve sevgi dolu bakmak - gibi hepsi ilahi ışık başlığı altında sınıflandırılan orijinal fikirleri genel olarak Yahudiliğin, özellikle Yom Kippur'un temel nitelikleri olmaya devam ediyor. Yahudiler bugün hala 3.000 yıl önceki Mısır inanışlarını kutluyorlar.

BOYNUZLU MUSA - Bölüm 1

Yazan: A.Kara

[HZ] MUSA'YI NEDEN BOYNUZLU TASVİR ETTİLER ?

Belki bazılarınız Musa'nın boynuzlu heykelini görmüşsünüzdür. Latin İncili Vulgata'ya göre Musa, Sina Dağı'nın tepesinde Tanrı'dan 10 emri aldıktan sonra İsraillilere 'keren' yani 'boynuzlar' eşliğinde geri döner. Teistler açısından bu şaşırtıcı, hatta rahatsız edici göründüğünden İbranice İncil'in hemen hemen tüm modern çevirileri "boynuzlar" kelimesini hariç tutar ve ilgili satırı "Musa'nın yüzünün parladığını izah ediyor" şeklinde açıklar.

Peki tüm bu çağrışımlara rağmen neden boynuzlarla gösterilmiştir? Bunun nedeni pek çok kişinin ileri sürdüğü gibi yanlış yapılan bir çeviri midir, yoksa Michelangelo'nun "Musa" heykelinde tasvir ettiği gibi Musa'nın boynuzları mı vardı?

TEORİLER - İHTİMALLER

Orta Çağ'dan önce İbranice İncil'in ve diğer dini metinlerin yanlış tercümeleri bugün hala mevcut olan Yahudi klişelerine neden oldu. Bazıları masum hatalar yaparken, bazıları sırf İsa'nın Mesih olarak gelişi konusunda “kanıt” yaratmak için İbranice İncil'in dilini değiştirmeye yönelik Hristiyan çabalarının kasıtlı bir parçasıydı. Orta Çağ'da çok az Hristiyan İbranice bildiğinden çevirideki herhangi bir değişiklik fark edilmemiş ve tercüme edilen versiyonlar Tanrı'nın sözü olarak kabul edilmişti.

Yakın anlamlara sahip kelimelerin oluşu hatalı çevirilere zemin hazırlamıştır. Örneğin İbranicede “bakire” ve “genç kadın”ın anlamı neredeyse aynıdır. Bu da birçok benzetmenin çevirilerinin bilim adamları arasında tartışılmasına neden olmuştu. Hatta "baba", "erkek kardeş" ve "kız kardeş" terimleri başlangıçta akrabalık bağları için değil de toplum hiyerarşisini tanımlamak için kullanılıyordu. Bu nedenle deneyimli ve bilgili bir çevirmen bile metinleri kolaylıkla yanlış yorumlayabilir.

Boynuzlu Musa fikri, MS 4. yüzyılın sonlarında Hieronymus tarafından yazılmış olan ve 1979'a kadar Katolik Kilisesi'nin resmi Latince İncil'i olmaya devam eden ve İbranice İncil'in Latince bir çevirisi olan Vulgata İncil'i ile Hristiyan alemine giriş yapar. [8]

Hieronymus'un** İbranice İncil'i Latince'ye çevirirken "yüceltilmiş" veya "ışık huzmeleri" anlamına gelen alternatif yorumlarını bilmesine rağmen İbranice "kāran pnei Moshe" ifadesini "Musa'nın yüzünün etrafındaki boynuzlar" olarak tercüme etmişti. Yani "ışıldayan", "ışık saçan" anlamına gelen "karan (קָרַן)" terimini "boynuz" anlamına gelen "keren (קֶרֶן)" olarak ele alınca Latince yazılmış olan Vulgata'da “quod cornuta esset facies sua,” yani "çünkü O'nun (Musa'nın) suratı boynuzluydu" ifadesi ortaya çıkmıştı.
Bu gerçekten onun bir yanlış yorumu mu yoksa Eski Ahit'in lideri olan Musa'yı şeytanlaştırmanın bir yolu mu olduğu tartışmalıdır. Çünkü dönem Hristiyanlardan bir kısmının bakış açısıyla Musa Yahudilerin "modası geçmiş" dininin bir simgesiydi. 

Hieronymus'un bunu kasıtlı yaptığını akla getiren bir diğer durum, onun Yahudiler hakkındaki düşünceleridir. Yahudilerin "vicdanlarını “Mesih'in kanıyla lekelenmiş” ve İsa'nın Mesih olduğunu reddeden küstahlar" olduğunu söylemiştir.

Bazılarına göre ortada bir karışıklık yoktur ve güneş ışınları boynuz şeklinde düşünülmüştür. Örneğin Roma'da, Colonna dell’Immacolata'daki ve Litvanya'daki Vilnius Katedralindeki Musa heykellerinin başındaki boynuzlar ışık huzmeleri şeklinde detaylandırılmıştır.

Kasıtlı ya da kasıtsız, doğru ya da yanlış yapılan bu çeviri sonucu Musa 10 emiri aldıktan sonra dağdan aşağı kafasındaki iki boynuz ile inmiş biri haline gelmiştir.

Latin Hristiyanlığında yaygın olan ikonografik geleneği takip eden heykelin başında iki boynuz vardır [1][3][5][6][7]. Ortaçağ Hristiyan sanatında Musa hem boynuzlu hem de boynuzsuz olarak tasvir edilmiştir. Boynuzlu tasvir ilk olarak 11. yüzyıl İngiltere'sinde bulunmuştur. Mellinkoff, Musa'nın boynuzlarının kökeninin hiçbir şekilde Şeytan'la ilişkili olmamasına rağmen, boynuzların erken dönemde Yahudi karşıtı duyguların gelişimi ile olumsuz bir çağrışım geliştirmiş olabileceğini öne sürmüştür [1].

Musa heykelindeki "ilahi gücün" göstergesi olan iki boynuz onu "Zülkarneyn Musa" yapar.

"İki boynuzlu" anlamına gelen Zülkarneyn, Kehf suresinin 83-101. ayetlerinde Allah'ın yetkisiyle insanlar ile kaosu temsil eden Ye'cüc - Me'cüc arasına duvar ören bir figür olarak öne çıkar. İslam eskatolojisine* göre Yecüc ve Mecüc hapsedildiği duvarın arkasından salıverildikten sonra Allah tarafından bir gecede yok edilir ve bu yaşananlar kıyamet gününün habercisi olur.
Zülkarneyn bazı bilginler tarafından Büyük İskender olarak tanımlanır, bunun nedeni olarak benzer maceralara sahip olmaları öne sürülür.

Siefker'a göre "iki boynuz" M.Ö. 4.binyıldan itibaren Mısır tanrılarının simgesi olmuştur. Bu boynuzlu tanrı geleneği Yahudilikte de korunmuş ve bunun sonucu olarak Musa boynuzlu olarak gösterilmiştir. [2] Çünkü Yahudiler Mısır tanrılarının boynuzlarından haberdarlardı ve esaretten kurtulur kurtulmaz peygamberlerinin tanrısal olduğunu düşünmüşlerdi. Boynuzlar da tanrısallığın işaretiydi. Hatta Musa'nın iki boynuzla tasvir edildiğinin ve Orta Çağ'da insanların bu boynuzlu Musa'ya inandıklarına dair oldukça fazla kaynak vardır. [2] 

Eski Mısır'dan günümüze ulaşan Zülkarneyn olgusu aynı aileden iki dil olan Arapça ve İbranice'de ifade edilmektedir. Bu yüzden Michelangelo da dahil olmak üzere Avrupalıların bakış açısından Rönesans dönemine kadar Musa'nın parıldayan bir yüz ya da ışık huzmeleri ile birlikte tasvir edilmesinin yerine iki boynuz ile görselleştirilmiş olması olağan bir durumdur. Önemli olan nokta bu boynuzlu Musa heykelinin Rab'bin gücünün ve Musa'nın peygamberliğinin sembolü olarak kabul edilmiş olmasıdır. 

Konuya dair yayınlanan bir çalışma Michelangelo'nun heykelindeki boynuzların görülmemesi gerektiğini, onları boynuz olarak yorumlamanın yanlış olduğu görüşünü ortaya koymuştur. [3]

Fakat meşhur boynuzlu Musa heykelinde gözden kaçırılmaması gereken önemli detaylar vardır; ki bunlar "olağanüstü bedensel güç" ve "yücelik" simgeleridir. Bu ikisinin birleşimi gücün mükemmelliğini işaret eder. Bedensel güç, bedenin büyüklüğünde ve iri kaslarda gizlidir. Çift boynuz ve sakaldaki işaret parmağına ek olarak sahip olduğu kalın ve uzun sakallar onun tanrısallığın, yüceliğinin simgesidir. [4]

Dinler, doğası gereği geleneğe dayanır ve değişmeden önce yüzlerce yıl büyük ölçüde durağan kalır. Hieronymus ve bizim zamanımızda boynuzların kötülüğü, şeytanı simgelediği yaygın bir görüş olsa da Hieronymus zamanındaki inanış bu kadar net değildi. Hieronymus'un tercüme ettiği Eski Ahit, Şeytan'ın bir tanımını içermediği gibi kötülükle açıkça bağlantılı olan tek hayvan yılandı. Boynuzların şeytanlaştırılması daha sonraları Hristiyanlığın yayılması ve Pagan dinleriyle çatışmaya girilmesiyle ortaya çıkmıştı. Çünkü paganların tanrılarının çoğu boynuzluydu. Bu boynuzlar bedensel ve cinsel gücü, bereketi, gökselliği, büyülü güçleri ve tanrısallığı işaret ediyordu. Tarih boyunca var olmuş eski inanışlarda düzinelerce boynuzlu tanrıya ibadet edilmişti.

Hıristiyanlık bazen bu varlıkları meleklerin ve iblislerin temsillerinde birleştirmiş bazen ise bu dinlerin geleneklerini kendi amaçları doğrultusunda benimsemişti. Çünkü genellikle bir din diğerinin temelleri üzerine inşa edilir. Tıpkı Yeni Ahit Eski Ahit'i takip etmesi gibi.

Yani "boynuzlar" ifadesi İncil'de yer aldığında "boynuz" herhangi olumsuz çağrışım içermiyordu. Dolayısıyla yazarlar İncil'de boynuzlar yazarken çeviri hatası falan yapmayarak gerçekten de boynuzları kastetmiş olabilirler. İsrailoğullarının gücün sembolü olarak bildikleri boynuzlar onlar için yabancı değildi. Muhtemelen Musa ve Tanrılarını daha önce var olmuş olan eski tanrıların temelleri üzerine inşa etmişlerdi.

Zaten birçok Yahudi tarafından yapılmış çok sayıda teolojik ve edebi eser de Musa'yı boynuzlu olarak tasvir etmiştir. Birçok insan için bu durum Musa'nın gerçekten de boynuzlu olduğunun başka bir kanıtıdır.

İbranice metnin yorumunun ilk olarak İngiltere'de ortaya çıktığını belirtmiştim. Ortaya çıktığı bu eser 11. Yüzyıl İngiltere'sinde yazılmış olan "Aelfric Yorumu'dur".*** Bu belge Tevrat'ın ve Yeşu Kitabı'nın resimli bir yerel baskısı olarak kullanılmıştı ve bu kitap Musa'yı o bölgeye aşina olunan Viking miğferlerinden farklı olmayan boynuzlu bir başlık takmış olarak tasvir etmişti. [1]

Bu şekilde Musa'yı boynuzlu başlıklarla tasvir etme modeli İngilizce ve Fransızca el yazmalarında 12. ve 13. yüzyıllar boyunca devam etti. Musa'nın boynuzları ilk kez 1200'de gerçek boynuzlar olarak tasvir edilmişti. Uygulama popülerlik kazanınca Michelangelo'nun Musa heykelinde olduğu gibi birçok heykelde Musa'nın başında boynuzlar yer almıştı. Fransa'nın Dijon şehrindeki Musa Kuyusu adlı sanat eserinde de başında 2 adet boynuz yer alır.

Hieronymus'un İbranice İncil'i kasıtlı şekilde yanlış çevirdiği iddiasına benzer şekilde Michelangelo'nun da Musa'yı kasıtlı olarak boynuzlu tasvir ettiği, çünkü onun dönemindeki Hristiyan sanatında boynuzların özellikle şeytan ve iblisleri çizerken kullanıldığına dikkat çekilmektedir. Çünkü Hristiyanlıkta boynuzlar kötülükle ilişkilendirilmiştir. Bunun en net örnekleri Vahiy Kitabı Bölüm 13'de Deccal'in gelişini anlatırken bahsettiği yaratık ve hayvanların boynuzlarına vurgu yapıyor olunmasıdır. Bazıları bunların gücü simgelemek için yazılmış olduğunu iddia etse de boynuzların Hristiyan geleneğinde kötülükle ilişkilendirildiği net bilinen bir gerçektir. Musa'nın boynuzlarla tasvir edilmesi Hristiyanların Yahudiler hakkında yürüttüğü karalama kampanyalarına katkı sağlamıştı. Yahudiler için "onlar şeytana bağlıdır" diyor, hatta onları boynuzlu şeytanlar olarak tasvir ederek doğrudan kötülükle ilişkilendiriyorlardı. Fakat detaylıca ele alacağım bu olaylar başka bir araştırma makalemin konusu.

Tabi Michelangelo'nun çeviri hatası nedeniyle değil de Tanrı'nın ihtişamını, gücünü, tanrısallığını yansıtmak için Musa'yı boynuzlu tasvir etmiş olabileceği de bir başka ihtimaldir.

Fakat çeviri ister yanlış olsun ister doğru, aslında iki şekilde de ortada boynuz gerçeği var. Çünkü ışık huzmeleri şeklindeki betimlemelerde de bu ışık huzmelerinin Musa'nın başında tıpkı bir çift boynuz gibi yer aldığı görünür. Halbuki istense ışık huzmeleri karışıklık yaratmayacak ve boynuzla benzeşmeyecek bir biçimde tasvir edilebilirdi.

DİPNOTLAR
* Eskatoloji dünyanın sonunu, hayatın bitişini konu edinen kıyamet efsaneleridir. 
** Latince adı Eusebius Sophronius Hieronymus, diğer bilinen adı Aziz Jerome'dur.
*** Aelfric Paraphrase