HABERLER
Dini Haber

OUROBOROS

Antik semboller, Ouroboros,Viking sembolleri,Yıkımdan sonra yaşam,Evrenin kendini tüketip tekrar yaratması,Ouroboros neyi sembolize eder?,Ragnar Lorthbrok,A,Kuyruğunu yiyen ejderha
Ouroboros, çeşitli antik kültürlerde kıtalar arasında bulunan eski bir semboldür. Kendi kuyruğunu yemekte olan bir ejderha, bazen mükemmel bir çember içine sarılmış bir yılan sembolüdür. Bu sembol bazılarına rahatsız edici gelse de, onun birçok insan için büyük bir güç ve anlam taşıdığı gerçektir. Vikingler'den Keltlere, eski Avrupa kültürleri bu sembolü mezarların, taş anıtların, mağaraların, çömleklerin, kalkanların ve daha pek çok şeyin üzerine yada kenarına oymuştur. Aslında, Ouroboros şu sıralar popüler olan televizyon dizisi "Vikings"den de bildiğimiz Viking kahramanı Ragnar Lothbrok ile ilişkilidir.

Ouroboros sadece Avrupa tarihinde değil, daha eski medeniyetlerde de öne çıkıyordu, mesela eski Mısır'da. Araştırmacılar ve tarihçiler bu kutsal sembolün Mısır'da ortaya çıktığını ve daha sonra Avrupa'ya yayıldığını söylüyorlar. Ouroboros'un (bildiğimiz) bilinen ilk kullanımı, Tutankhamun'un (Tutankamon) mezarıdır ve Cehennemin Gizemli Kitabı'nda yer alır. Mısırlılara göre, Ouroboros'un sonsuzluğu temsil etmektedir ve evrenin yıkımdan sonra kendi içinde yeniden kendini yarattığı düşüncesidir.

Diğer kültürlerin bazı yaratıcısı tanrılarının efsaneleri de kendi kuyruklarını yiyen yılan biçimindedir. Bu sembol genellikle iki sarmalın sembolü olan Caduceus ile yakından ilişkilidir. Caduceus, modern batı tıbbının bir simgesidir ve mavi haç, mavi kalkan logosunda kullanılır.

Ouroboros, antik Keltler ve Mısırlıların ortadan kaybolmasından çok sonra simyacılar ve gnostikler tarafından kullanıldı. Günümüzde çeşitli metin ve mimaride kullanımı görülebilir. Eğer Ouroboros, ebedi yaşamın ve rekreasyonun bir temsili ise, belki de bize yıkımdan sonra yenilenmenin geldiğini göstermektedir.

Yazan & Çeviren: Anu

ALEVİLİKTE 4 PİR, 4 KAPI VE 40 MAKAM

Alevilik genel olarak bir dine dayandırılsa da dine tamamiyle bağlı olmadan yaşayan ve yaşatılan bir felsefedir. Kimileri İslam’ın doğuş koşullarından başlatır ve bunu İslam heterodoksisi ( yani İslam muhalefeti ) biçiminde algılar. Kimileri Aleviliği İslam’i bir cilaya bürünmüş Zedüştlü’ğün bir güncellemesi olarak algılarlar. Kimileri ise yine İslam’i bir örtü altında Şamanizm’in güncel bir olgusu olarak algılar. Bazıları İslam’dan önce Luviler-Aluviler Işık insanlarından geldiğini düşünmektedir. Toplum içerisinde Alevilik İslam içinde bir mezhep veya bir gruptur. Kimine göre doğaya ve insana dayanan antik bir inanç yada kimine göre tamamen kendine özgü kuralları ve felsefesi olan bir tasavvufi inanç sitemidir.

İslamdan sonra temeli kaynaklara ve hikayelere bakılacak olursa dine dayalı olsa da aslında daha sonradan bir felsefeye dönüşmüştür. Peygamber öğretilerinden çok okullu bir geleneğe sahiptir. Örneğin Hacı Bektaş ilçesinde ki Pir Dergahı ana üniversitedir, Elmalı’da ki Abdal Musa Dergahı bir ünversitedir, geçmişte Mısır’da Kahire’de Mukaddem Tepesi’nde ki Kaygusuz Abdal Dergahı bir ünversitedir, Kerbela’daki Kerbela bir üniversitedir. Bugün Yunanistan içerisinde bulunan Kızıl Deli Dergahı bir üniversitedir. Bu ve buna benzer belki kaynaklara geçmeyen daha çok okul vardır.

Bu konuya dayanarak Alevilikte önem arz eden 4 Pir'i anlatacağım.

4 PİR

Alevilik, din, N.Kara, 4 Pir 4 Kapı ve 40 Makam, 4 Pir, Hallac-ı Mansur, Fazlullah Hurufi, Seyyid İmameddin Nesimi, Hz Hüseyin, Alevilik makamları, Kızılbaşlılık, Alevilikte tasavvuf, 40 makam,
HALLAC-I MANSUR (Ölüm-MS 26 Mart 922) 
1.Hallac-ı Mansur toplu bir ibadet sırasında Allah aşkı ile kendinden geçtiği bir sırada; "Enel-Hak" dedi. Bu sözün anlamı (Ben Hakkım ve Haktan başka hiç kimse yok) demekti. Bu sözü için katline fetva verdiler. Halife, onun bir yıl zindana atılmasını emretti. Mansur özgün adı ile Kızılbaş, Sünnilerin nefretle andığı birinci Pir olarak seçilmiştir. MS 922 yılında o dönemin Halifesi , "O, fitne çıkarmak istiyor, onu katledin veya Enel-Hak sözünden dönene kadar dövün" emrini verdi. Ona önce yüz kırbaç vurdular. Hiç ses çıkarmadı. Ölmediğini görünce, ellerini ve ayaklarını kestiler. "Korkudan sarardığımı sanmayın. Kan kaybetmekten sararıyorum" dedi... Darağacında "Tasavvuf nedir?"diye sordular. "Tasavvufun en aşağı derecesi, işte bende gördüğünüz bu hâldir." "Ya ileri derecesi?" dediler. "Onu görmeye tahammülünüz olmaz" dedi.

Hallac idam edilmeden önce halk O’na taş atmaya başladı. Atılan taşlara hiç ses çıkarmıyor, hatta tebessüm ediyordu. Ardından bir dostu, gül attı. O zaman inlemeye başladı. Sebebi sorulduğunda; "Taş atanlar beni tanımaz. Halden anlayanların bir gülü beni incitti" dedi. Ellerinden, bacaklarından sonra dilini de kesmek istediler. Hallac kendini katledenlerden İzin isteyip; "Allah’ım, bana senin için bu işkenceyi reva görenleri affet!" diye yalvardı. Mansur En-el Hak (Ben tanrıyım) dediği için muhabbet edilen bir ibadet eyrinin ortasında bulunan dar ağacına asılmış ve vücudu parçalara ayrılıp sonra yakılarak külleri Dicle’ye atılarak ortadan kaldırılmıştır. Hallac-ı Mansur’un asıldığı dar ağacı ve dar ağacında asılı bir bedenin duruş biçiminden esinlenilerek bir dar duruşu tanımlanmıştır. Alevililikte kızıl başlılıkta ki anlamı olarak da tevsir edilir. Kollar önde çapraz, baş yana hafif kesik biçimde duruş, ayakları mühürlü duruş Hallac-ı Mansur duruşudur ve bu yola teslim olunduğunu, can vermeye hazırım demeyi ifade eder.

Kısa bir sözü : "Hakka olan aşk, hakka götürür, Bir’e olan aşk, Bir’e götürür!"

Alevilik, din, N.Kara, 4 Pir 4 Kapı ve 40 Makam, 4 Pir, Hallac-ı Mansur, Fazlullah Hurufi, Seyyid İmameddin Nesimi, Hz Hüseyin, Alevilik makamları, Kızılbaşlılık, Alevilikte tasavvuf, 40 makam,
FAZLULLAH ESTERABADİ (Ölüm- 1394)
2.Fazlullah Hurufi’dir. 1339-40 yılında Hazar Denizinin güneydoğusunda bulunan Esrerabat şehrinde dünyaya gelmiştir. Asıl adı Fazlullah Naim Tabrizi Astarabadi’dır. Yaşamaının büyük bir bölümünü Azerbaycan’da geçirmiştir. 7 imamcılığın kanadı olarak tanımlayabileceğimiz bugün ki Azarbeycan toprakları üzerinde Hasan Sabbah hareketi iklimi üzerinde gelişmiş olan egemenleri ürküten ve korkutan çok cüretli bir felsefecidir. Ayrıca Fazlullah Hurufi bu inanç ve öğretinin kurucusudur. Sırtından bıçaklanarak öldürüldüğü (1394 yılında 56 yaşında düşüncelerinden dolayı öldürülmüştür) genel kabul gördüğü için bir Kızılbaş yere kapandığında yani yere eğildiğinde (dara durmuş) Fazlullah gibi yolum için, felsefem için, inancım için bıçaklanmaya hazırım demek ister.

Hurufi öğreticisinin kurucusu olan Fazlullah Hurufi , inanç ve kültür tarihimiz açsından önemli bir yer tutar. Onun asıl amacı çok fazla etkisi altında kaldığı Batıni fikirlerinin İran’da ve Türk memleketlerinde hakim kılınmasıdır. Ayrıca Arap kültürüne karşılık Fars kültürünün hakim kılınması için harflerle ifadeyi öne çekmesinin nedenlerinden biri de budur. Hurufi dini hükümleri 28 ve 32 sayısına tatbik edip bu harflerin insanda bulunduğunu kabul etmiştir. O ‘İlahi ışığa ancak rüya yoluyla ulaşılabilir. Beni gören hakkı görmüş olur” sözü ile feyz kapısının açık olduğunu göstermektedir.

Fazlullah 32 harfin her birinde evrenin kendisinin görüldüğünü ısrarla belirtmektedir. Harflerin içerdikleri toprak,insan,su,ateş(4 kapı) her birisi küçük bir evrendir.

Kısaca bir şiiri :
Ömrüm boyunca şîrvân’da bir tek dostum olmadı.
Dost nerede? hangi dost? keşke bir tanıdık olsaydı.
Bu çağın hüseyin’iyim; düşmanlarım, yezîd ve şemir’im,
Bütün günlerim aşure benim ve şîrvân da, kerbelâ...
Varlığım olmadığı zamanlarda,
Allah’tan başkası var değildi.
Varlık mısr’ına geldiğimde,
Züleyha yusuf’la birlikte değildi
Meleğin bana secde ettiği gün,
Baksana; havva, ademle birlikte değildi.
Ben yaşamaktan söz ettiğimde,
Mesîh meryem’in teninde değildi.
Musa’mız allah’la konuştuğunda,
Ortalıkta konuşan mevcut değildi.

Alevilik, din, N.Kara, 4 Pir 4 Kapı ve 40 Makam, 4 Pir, Hallac-ı Mansur, Fazlullah Hurufi, Seyyid İmameddin Nesimi, Hz Hüseyin, Alevilik makamları, Kızılbaşlılık, Alevilikte tasavvuf, 40 makam,
SEYYİD İMAMEDDİN NESİMİ ( Ölüm- 1417 )
3.Halep’te derisi yüzülerek öldürülen Seyyid İmadeddin Nesimi’dir .1369 veya 1370 yılında Azerbaycan'ın Şamahı şehrinde doğmuştur. İdamının da 1417 yılında olduğu düşünülmektedir. Türkçe ve Farsça divanları vardır. Şiirleri dönemin bir çok şairini etkilemiştir. Şiirlerinde Hallac-ı Mansur'u andıran ifadeler kullanmasıyla idarecilerin tepkilerini üzerine çok çekmiştir.

Nesîmî bir Türkmen'dir ve Şeyh Şiblî'nin dervişlerindendir. Nesimi İran'da Hurufîliğin önderi olan Fazlullah-ı Hurûfî'ye intisap etmiş, daha sonra onun halifesi olmuştur. Sonrasında Hacı Bayram-ı Velî'ye intisap etmek istemiş ancak bu isteği kabul edilmemiştir.

Nesimi Alevilik ve bölge Şiiliğinde Yedi Ulu Ozan'dan biri kabul edilmiştir. Toplumda genellikle Kul Nesimî adlı Alevi ozanla karıştırılır. Aslında bu iki kişi farklı yerlerde yaşamış farklı insanlardır. Kul Nesimî şiirlerini saf Anadolu Türkçesi ile yazarken , Azerbaycanlı Nesimî'nin şiirlerinde bolca Arapça ve Farsça kelimeler bulunur.

Kısaca bir şiiri:
Har içinde biten gonca güle minnet eylemem
Arabi farisi bilmem, dile minnet eylemem
Sırat-i müstakim üzre gözetirim rahimi
iblisin talim ettiği yola minnet eylemem

Bir acaip derde düştüm herkes gider karına
Bugün buldum bugün yerim, hak kerimdir yarına
Zerrece tamahım yoktur şu dünyanın varına
Rızkımı veren hüda'dır, kula minnet eylemem

Oy Nesimi, can Nesimi ol gani mihman iken
Yarın şefaatlarım ahmed-i muhtar iken
Cümlenin rızkını veren ol gani settar iken
Yeryüzünün halifesi hünkara minnet eylemem

Alevilik, din, N.Kara, 4 Pir 4 Kapı ve 40 Makam, 4 Pir, Hallac-ı Mansur, Fazlullah Hurufi, Seyyid İmameddin Nesimi, Hz Hüseyin, Alevilik makamları, Kızılbaşlılık, Alevilikte tasavvuf, 40 makam,
HZ.HÜSEYİN (  Ölüm -MS.10 ekim 680 )
4.Kerbela direnişinin simge adı Hz. Hüseyin’dir. Aleviler (Kızılbaşlar) Hz.Hüseyin’i baş Pirleri olarak görmektedir.Hüseyin içn dar duruş ayak mühürleme duruşu ile temsil edilir. Ayak mühürleme sağ ayağın sol ayağın baş parmağı üzerine bastırma şeklinde uygulanır. Kaynak Zerdüştlük’tür. Zerdüştlük’te Avesta’yı (Zerdüştlüğün kutsal metinlerinin derlendiği kitabı) incelediğimizde orada vücudu olumsuz güçlerden özellikle şeytandan arındırma erkanı vardır. Bu uygulama alevilikte genelde öldükten sonra yapılır ama yaşarken de yapılabilir. Burada su ile şeytan düşmandır, daha doğrusu şeytan sudan hoşlanmaz. Başına su serpildiği zaman başından şeytan kaçar sağ omuza, sağ omuza su serpilir sol omuza derken en sonra sol ayağın baş parmağın ucuna kadar şeytan kovalanır. Şeytan görür ki başka kaçacak yer yok, bedeni terk etmek istemez ve geri döner. Onun geri dönüşünü engellemek için sağ ayağın baş parmağı sol ayağın baş parmağı ucu serbest bırakılacak biçimde bastırılır.Bu uygulama çeşitli kültürler içinden gelmiş Kızılbaşlara yansımıştır fakat daha sonra bunu silmiş daha doğrusu unutmuşlar ve yerine kutsal gerekçe tasarımlamışlardır. Bu kutsal tasarıma göre Ali yada Muhammed torunlarından yada  çocuklarından su istemiş onlarda koşmuşlardır. Hüseyin’in ayağı taşa takılmıştır. Sol ayağının baş parmağı kanamaktadır. Babası yada dedesi görmesin diye sağ ayağı ile sol ayağının kanamakta olan baş parmağının üzerine bastırır. Bu yaptığı uygulama üzerinden bir kutsal gerekçe üretilmiştir.

Kısaca bir sözü:
'İnsanların en cömerti istemeden veren, en asili de intikama gücü yeterken bağışlayandır.'

ALEVİLİKTE 4 KAPI VE 40 MAKAM
Dört kapı kırk makam Kızılbaş’lılığın, Alevi’liğin, Bektaşi’liliğin eğitim programıdır.Alevi/Kızılbaş inancına göre; her canlı doğuştan olgunlaşmamış ham bir kişiliğe sahiptir. İnsan ise kendi iradesinin dışında herhangi bir toplumda doğar ve o toplumun kültürel, ulusal, manevi, özelliklerini devralırlar. O toplumun gelenek ve göreneklerine göre şekillenirler. İnsan evladı gelişimi, yaşam biçimi, fiziksel açıdan olgunluğa erişebilmesi için çeşitli evrelerden geçer. Bebeklik, çocukluk, ergenlik, gençlik gibi evreleri aştıktan sonra yeni bir dönem başlar: olgunlaşma. Tabii ki burada toplumsal olgular önemli bir rol oynar.

Alevi , Kızılbaş öğretisinde bir talibin eğitim gördüğü ve el aldığı, icazet aldığı kademelere “Kapı” denir. Orada geçilen aşamalara ise “Makam” denir. Alevi inancında 4 Kapı ve her kapının 10 Makamı vardır. Bu inanışta yerin altını, üstünü, evreni çevreleyen toprak, su, hava ve ateştir. Kızılbaş , Alevi inancına göre insanın olgunlaşabilmesi için yani İnsanı Kâmil olabilmesi için “4 Kapı” da uygulama olarak belli aşamalardan geçtikten sonra olgunlaşır. 4 Kapı ve 40 makam öğretisiyle eğitilen toplum gereken koşullarda olgunlaşır ve kâmil insanlar topluluğunu oluştururlar. Bir insan bu kapıyla, makamlardan geçerek benliğini yıkar, arı ve duru olur. Alevi ,Kızılbaş erkânında her kapı simgesel elementle tanımlanır ve her kapının simgesel bir anlamı vardır. Hava, su, toprak ve ateş bu kapıların simgeleridirler. İnanışlarına göre milliyet, ırk, cins, dil, din ayırımı yapılamaz. Çünkü onlara göre insan evladının yaşayabilmesi için hava, su, toprak ve ateş bu doğada yaşayan bütün canlı varlıklara Hakk’tır.

4 KAPI

1. Hukuk Kapısı:
Hukuk Kapısının evrensel simgesi Hava’dır. Alevi, Kızılbaş inancına göre Hukuk Kapısında talipler ve öğrenciler Alevi inancıyla Hukuk Kapısında yüzleşirler. Bu vesile ile de Hakk’a inanırlar.
Hukuk Kapısında taliplere öğretilen 10 Makam öğretisi:
Hakk’a inanmak
Pirlere inanmak,
İlim yolundan gitmek,
Çevreye uyum sağlamak,
Çevreye ve doğaya zarar vermemek,
Hak yememek,
Adil ve şefkatli davranmak,
Toplumsal değerlere sahip çıkmak
Toplumsal değerlerle bağdaşmayan işlerden uzak durmak,
Temiz olmak
Ailesine faydalı olmak öğretilir.

2. Yol Kapısı:
Yol Kapısının evrensel simgesi Ateş’tir. Alevi Kızılbaş inancında Yol Kapısı ikrar kapısıdır. Bir talip bir can bu kapıda mürşide ikrar vermiş talip olmuştur. İkrar töreni – erkânı bu kapıda yapılır. Bu kapıda Meydan’a (cem evine) girmiştir. Meydan’a her can kendi arzusuyla gelir. Ama yalnız değildir. Yanında “Yol” arkadaşı, yani “Musahibi” vardır.Meydan (Cem) ateşten gömlektir. “Yol“a meydana gelen talip ateşten gömlek giymiş, ateşten sınanmıştır artık. Alevi yaşamında her daim yeninin kültürü ateş olmuştur. Ateş kötülüğü, cahilliği, kini, kasaveti yakmıştır.
Yol Kapısında taliplere öğretilen 10 Makam öğretisi
Mürşidin öğütlerine uymak,
Arınmak,
Cem’e girmek,
Yol Arkadaşı (Musahib)lik
Hizmeti görev olarak kabul etmek,
Özüne sadık kalmak (özünü fakir görmek),
İyilik için çaba harcamak,
Haksızlık yapmamak
Ümitsizliğe kapılmamak,
Bilgiçlik tasarlamamak.

3. Marifet Kapısı:
Marifet Kapısının evrensel simgesi Su’dur. Su arıdır,durudur. İlham verir. Çünkü insan bilir ki yaşam su ile başlar. Alevilikte gönül verme, kabul etme evrensel olarak suyun uzantısıdır. Alevi Kızılbaş inancında Marifet Kapısı kendini bilme, kendini tanımadır. Semavi dinlerde kendini bilen Hakk’ı da bilir, kendini bilmeyen Hakk’ı bilmez. Kendini bilen bir talip evrenin sırlarını da bilir.
Marifet Kapısında taliplere öğretilen 10 makam öğretisi
Kendini bilme,
Su gibi duru olmak,
İlim irfan sahibi olmak,
Güzel ahlaklı olmak,
Sabırlı olmak,
Hoşgörülü olmak,
Bencil olmamak,
Kin ve garezden uzak durmak,
Özüne sadık olmak,
Cömert ve yiğit olmak.

4. Hakikat Kapısı: 
Hakikat Kapısının evrensel simgesi Toprak’tır. Hakk bu kapıda kendini bu aşamaya ulaşmış olanla birleştirmiştir. O yüzden Alevi , Kızılbaş inancında bir talibin ulaştığı en üstün aşama Hakikat Kapısıdır. Bu kapıda “Gerçeği gerçekle izlemek” vardır ve bu kapıya ulaşmış , Hakk yolunda buluşmuş olan talibin “Gerçeği gerçekle gördüğü” kişi kendisinden başkası değildir. Hakk kendi suretindedir.
Hakikat Kapısında taliplere öğretilen 10 makam öğretisi
Hakk’ın varlığına ulaşmak,
Hakk’ın sırını öğrenmek,
Gerçeği bilmek gerçeği gizlememek,
Birlik ve beraberliğe yönelmek,
İnsanı sevmek,
bir görmek İyilik yapmak,
Mütevazı olmak,
Kimseyi hor görmemek,
Kimsenin ayıbını görmemek,
Eğitici ve öğretici olmak

Alevi Kızılbaş inancına göre Toprak, aynı zamanda yeraltındaki iyiliklerin, güzelliklerin, kötülüklerin temsilcisi, bereketin bolluğun, tarlaların, ürünlerin, doğumun, ölümün, aşkın kontrolü onun simgesidir.Pirlerimiz “Hızır, cenneti toprağın altına değil, üzerine kurmuştur” demişler. Hakikat Kapısının sevgisi insan sevgisidir. Aleviler Hakikat Kapısının simgesi olan toprağı, bir bilge olarak görmüş onu yer ve gökle birleştirmiştir. Onlara göre “yer ana ,gök gerçeğin babasıdır” bu yüzden insan sevgisini gökyüzünün direği olarak kabul edilmiştir.

Önemli Not: Osmanlılar Alevi,Kızılbaşları asimile etmek ve İslam’ın içine çekmek için 1600 yıllarından sonra Alevi,Kızılbaşlıkta var olan 4 Kapı’dan Hukuk Kapı’sını Şeriat Kapısı olarak, Yol Kapısını ise Tarikat Kapısı olarak değiştirmeye çalışmışlar. Oysaki Alevi,Kızılbaşlar İslam’ın doğuşundan bu yana şeriatı reddetmişler. Şuan birçok yerde Şeriat ve Tarikat Kapısı olarak geçse de ben ilk ve öz haliyle yazmaya çalıştım.

Bu yazımın ardından Vahdeti Vücut ve Vahdeti Mevcud nedir? Alevilik ile Mevlevilik arasında bağ var mı? Alevilik Felsefesi ve Alevilikte Cem Nedir? ‘Alevilikte Benimsenen Şahıslar’ gibi yazılarımla sizlerle olacağım. Görüşmek üzere.

Yazan: N.Kara

AGARTA VE ŞAMBALLA

Yazan: Gregoire de Fronsac
Agarta, GF, Agarta nedir?,Şamballa,Mu,Atlantis'ten göç eden bilim rahipleri,Brahatma,Abdülvahid Yahya,Kutsal dağ,Dünyanın merkezi,Gamalı haç,Agarta nedir?,din

“Şamballa” (Shambhala), “Dünyanın Kalbi”, “Yüce Ülke”, “Bilgeler Ülkesi” gibi çeşitli adlarla belirtilen Agarta, teozofik ve ezoterik kaynaklara göre, önceki devrenin sonlarına doğru Mu ve Atlantis’ten göç eden bilim-rahipleri tarafından kurulmuş bir organizasyondur.

İlk başlarda insanlıkla açık şekilde temas halinde olan bu organizasyon, bu devrenin koşullarından ötürü gizlenme gereği görmüş ve ikamet yeri olarak birbirlerine tünellerle bağlanan, dağlar içindeki yeraltı kentlerini tercih etmiştir.

Agarta, dünya insanlığının tekamülünde sorumluluk sahibidir. İlahi Hiyerarşi’ye hizmet eder. Dünyanın Efendisi ve “Kutup” olarak ifade edilen ve “Brahatma” veya “Brahitma” adıyla belirtilen Agarta’nın lideri, Dünya’yı sevk ve idare eden İlahi Hiyerarşi’nin fizik alemindeki temsilcisidir.

1912’de Müslüman olduktan sonra Abdülvâhid Yahya adını alan; ezoterik, okült ve mistik konularda çok sayıda yapıtı bulunan Fransız asıllı Mısırlı düşünür ve yazar Rene Guenon’a göre tradisyonlarda “Kutsal Dağ”, “Dünyanın Merkezi”olarak ifade edilen yer, O’nun mekânıdır. Kimilerine göre, dünyanın tüm geçmişi, yitik kıtalara indirilmiş dinler ve kozmik öğretiler, Agarta arşivlerinde kayıtlıdır ve birçok peygamber (Musa, İsa), dinlerini kurmadan önce, bu arşivleri incelemişlerdir ki, bazıları burada “inisiyasyon”dan da geçmiştir.

Agarta’nın yeryüzüne açılan 7 (kimi kaynaklara göre 4) ana çıkış noktası bulunmakla birlikte, mağaralarda inzivaya çekilen bilgelerin ve mağaralarda etkinliklerini sürdüren bazı inisiyatik toplulukların Agartalılar’la ilişki içinde oldukları ileri sürülür.

Rene Guenon’a göre bu durum, en çok, Türklerin yaşadığı Orta Asya’da görülmektedir. Kimi yazarlara göre, Göktürk, Uygur ve Hun masallarındaki, “ataların kutsal mağaraları” ve bir mağaradan geçilerek ulaşılan “gizli ülke” inanışında Agarta’nın sembolizmi bulunmaktadır. Tibet tradisyonlarına göre, Agartalılar şimdiki devrenin sonunda dışarı çıkacak ve Agarta’nın lideri yeryüzündeki olumsuzlukları  yenecektir.

Agarta’nın ne olduğuna ilişkin en yaygın, internet ve ansiklopedik kaynaklarda kullanılan tanım, ‘Tibet ve Orta-Asya geleneklerinde sözü edilen, Asya’daki sıradağların içinde bulunduğu ileri sürülen efsanevi bir yer altı Organizasyonu’dur.

Ancak bu tanım, ivedilikle not düşülmeli ki, Agarta’yı anlamak ve çözmek için tamamıyla yetersiz. Ne bu kadar basit ne de bu denli sığ. Ancak bir açılış tanımı olarak kullanılabilir.

Günümüze değin “Agarta”nın ne olduğunu inceleyen bir çok yayın ve yazar bulunuyor. Bunlar içinde en ünlüleri ve kaynak olarak en itibar edilenleri üç tane. Bunları meraklıları için öncelikli olarak-konunun daha başında-yazalım. Saint-Yves d’Alveydre, Ferdinand Ossendowsky ve René Guénon.

Agartha kelimesi; “Agharta” ve “Agarthi” olarak da kullanılabiliyor. Agarta veya Agarti sözcükleri, Sanskritçe’de “ele geçirilemeyen, ulaşılamayan, her şeyden korunmuş, şiddetin yakalayamayacağı, anarşinin erişemeyeceği” anlamlarına gelmekte.

Bir de “Şamballa” (Shambalah) kelimesi var. Bunu da söylemek gerekiyor ki, meraklıları için şaşırtıcı olmasın.

Kimi kaynak ve kişilere göre Şamballa, Agarta’ya karşıt olarak kurulmuş, gizli bir karşıt merkez. Ancak genel ve yaygın kanı, Şamballa’nın Agarta’nın bir diğer adı olduğu yönünde.

Agarta ismi, ilk kez “Saint-Yves d’Alveydre” tarafından kullanmış. d’Alveydre, bir simyacı. Metalleri altın ve gümüşe dönüştürme formülleri düzenlemiş. Martinist tarikatının (Tours piskoposu Aziz Martin (MS.. 316-397) tarafından kurulmuş tarikat) mürşitlerinden. Topluluğun bir diğer adının, “yeşil adamlar topluğu” olduğu da kayıtlar da mevcut.
Buda bize Reptilian'ları hatırlatır.

Gamalı Haç
Agarta’nın hakimi, “dünyanın kralı” rütbesini taşıyor. Yardımcıları durumundaki iki rahip kral bulunuyor. Sembollerinden biri bugün günümüzde hala Hint ve Tibet tapınaklarını süsleyen gamalı haçtır.

Bu sembol, Mu ‘dan kaynaklanıyor. Güneşi ifade eden kadim bir sembol. Dünyanın en eski sembollerinden biri sayılıyor. Bu haç, yaradılışın dört kuvvetini ve dört büyük enerjiyi sembolize eder. Zamanla “yönü çevrilerek” II. Dünya savaşında Nazilerin kullandıkları haline gelecektir.

Bu teknik; ama açıklayıcı tanımlamalardan sonra Agarta’yı biraz daha açmaya çalışalım.

Bir başka tanım, Agarta’nın ‘Mu ve Atlantis’ten göç eden bilim rahiplerince ya da inisiyelerce kurulmuş, sonradan gizlenme gereği görüp dağ ve mağara içlerine çekilmiş’ bir grup olduğunu ileri sürüyor.
Bu açıklama da Agarta ile ilgili yaygın bilgiler arasında. Neredeyse “mutabakatla kabul edilmiş” bir yaklaşım.
Buradan Agarta ile ilgili ilk ve en bilinen “tartışma” konusuna gelebiliriz. Agarta’nın “bir yeraltı ülkesi”ni veya “gizli bir dernek (oluşum)”mu olduğuna ilişkin bir tartışma bulunuyor.
Agarta üzerindeki hemen tüm çalışmalarda bu ayrışmaya rastlanıyor. Ancak ortak nokta, bir “gizlilik” olduğu yönünde. Yani ister “yer altı” olsun ister “örgüt, dernek, oluşum”; gizlilik var.

Peki Agarta ne yapar ?
Amacı nedir ?
Kimlerden oluşur ?
Burada kesin yargılarla ayrışan bir farklı okuma yok. Değişik ‘görev’ tanımları varsa da genel olarak amaç ve araçlar belli. Agarta, ‘sahip bulunduğu binlerce yıllık sırları uygulamak suretiyle insanlığı büyük bir spiritüel ilhama (illumination/aydınlanma/ışık) kavuşturmayı amaçlayan bilge ve filozoflardan oluşuyor’.

Saint-Yves d’Alveydre’den sonra Agarta isminin ilgi çeken biçimde sunuluşu, Fransız konsolosu olan Jacoliot’un “Hint’teki Tevrat’ adlı eserinde ve teozofinin kurucusu H. P. Blavatsky’in “Gizli Doktrin ve Gün lşığına Çıkarılmış İsis” adlı eserinde oluyor.

Bundan sonra en bilinen ve en sık gönderme yapılan ‘Rene Guenon’ oluyor ve “Dünyanın Kralı” adlı çalışmasıyla Agarta hakkında en geniş bilgileri kamuoyuna veriyor.

Peki Agarta nerede ?
Agartalılar nerede ?
Bu konu üzerinde asla mutabakat yok. Hemen her kaynak kendine göre bir adres gösteriyor. Böyle olmakla beraber, ‘geniş coğrafi’ tanım açısından bir harita çıkarmak mümkün.

Guenon’a göre, çok eski bir tufan bugünkü Gobi bölgesinde çok gelişmiş bir uygarlığı yok etmiştir. Burada yaşamakta olan ‘spiritüel mürşitler’ Himalayaların altında yer almakta olan büyük bir mağara şebekesine sığınmışlar.

Bu tezin  devamı da var. Coğrafi bir tanım verip, siyasi bir bilgiyi de içeriyor. Yukarıda ‘Agarta ve Şamballa’ ilişkisine değinmiştik. ‘Ayrı-rakip’ olduklarına ilişkin bilgi burada bulunuyor.

Bu göçten sonra, iki gruba ayrılıyorlar ve “sağ elin yolu’ diye anılan grup Agarta’ya, yani dünya hayatından uzak ‘murakabe ve mükaşefe’de bulunma ülkesine, “sol elin yolu” diye anılan diğer grup ise ‘Şamballa’ya yani kaba güç ülkesine yerleşiyor.

Bir diğer Agarta adresi Ferdinand Ossendowski’den gelmekte. Ossendowski, Bolşevik ihtilaline direnmiş Polonyalı bir bakandır ve başarısız olunca Moğolistan ve Çin’e kaçmıştır.

Sığındığı bir Lama manastırında kendisine, ‘altı bin yıldan fazla bir zaman önce kutsal bir insanın bütün bir halkıyla bir mağarada kayıplara karıştığı, ve yitik bir bilim yardımıyla, Agarta adlı yeraltı krallığının temelini attığı anlatılmış. Ossendowski bu bilgileri 1924’de yayınladığı “Hayvanlar, İnsanlar ve Tanrılar” kitabında derlemiş.

‘Agartalı olmak’, günümüz değerleriyle pek mümkün gözükmemekte. Kut Humi’ye göre, “Agarta’ya girmek, katılmak, atanmak, seçilmek’ söz konusu değil; ‘Ancak, spiritüel anlamda olmak üzere, bileğinin hakkıyla Agartalı olunabilmektedir; kişi, ancak ulûhiyetle tekrar bütünleşip özdeşleşebilecek seviyeye ulaştığı takdirde Agartalı olabilmektedir, ki bu seviyeye ulaşmanın yolu da tatbikat ve tahakkuk sürecinden geçmektir, çünkü beşer varlığını en tam ve en aşkın biçimde değişime uğratan ve güçlendiren tek şey ancak spiritüel bilimdir.’

Yani Agartalılık; Yogiler’e veya ilk İbranilerdeki “semavî insana” özgü en derini hal ile mümkün. ‘Agartalılar dünya sakinlerinin şuurlarında genişleme ve açılma meydana getirmek ve kendilerinin ruhani anlamda ulaşmış bulundukları duygu ve düşünce birliğine onları da ulaştırmak amacıyla kendi aralarında işbirliği yapmaya her an hazır durumda bulunmaktalar’.

Agarta’nın nerede bulunduğuna ilişkin bir diğer adres ise bize oldukça yakın. Kapadokya. Bölgenin yer altı dehlizleriyle bilinen mimarisi ipucu oluşturuyor. Geniş ve büyük tüneller yapısı bölgeyi Agarta’nın olası adresi haline getirmiş.

Tabii bu da bir iddia. Zaten Agarta’ya ilişkin tüm bilgiler çeşitli ve renkli iddialara dayanıyor. Tünellerin kaynağı Daniken gibi araştırmacılar tarafından uzay uygarlıkları olarak gösterirken, bazıları Atlantis ve Mu kıtalarının batışlarından sonra kurtulan kimseler olarak gösteriliyor.

Elbette bu iddiaların en büyüğü, Agartha sakinlerinin insanlarla çok az iletişim kurarak günümüze kadar yaşadıklarıdır.

Popüler ve çok ilginç hatta inanılası bilgiler içeren yakın tarihli söylencelerin başında ise Adolf Hitler’in, Agarta rahipleri tarafından yönlendirilen bir medyum olduğudur. Bu nedenle bir çok araştırmacı Agarta ile ilgili konulara Naziler ve Hitler ile başlanmasını önerir.

Bazı kaynaklarda, Agarta(lıların) dünyayla iç içe yaşadığı, ancak 4. boyutta olduğu için görünmediği söyleniyor. Göründükleri zaman dilimi ise ‘kıyametle’ ilişkilendiriliyor.

‘Bizlerin şu an göremediği, ancak iç içe yaşadığımız, bu Medeniyet Mensupları (Agartha) dünya insanlarının dördüncü boyuta geçişi sürecinde onları karşılayacak, kendilerini tanıtacak ve insanlara bilgi aktaracaklardır. Kur’an’ın Neml Suresi’nde bahsedilen Dabbetül Arz, yani ‘yerden çıkacak’ ve hakikatleri anlatacak olan canlı varlıklar, bu medeniyetlerin mensupları olan varlıklardır gibi bir iddia da söz konusu.

Agarta, popüler kültüre de defalarca konu olmuş bir figür; Umberto Eco, ‘Foucault’nun Sarkacı’ kitabında Agarta’dan bahseder. Abel Posse’nin meşhur romanının ismi: ‘El viajero de Agartha’dır. ‘Agarta: Hollow Earth’ adıyla bir bilgisayar oyunu da var. Bir başka meşhur oyun ‘Final Fantasy IV’te de Agarta şehrinden cücelerin yaşadığı bir yeraltı ülkesiyle bağlantı kuruluyor. Miles Davis ‘in bir albümünün adı da Agarta.

Tabi ki yukarıda da söylediğimiz gibi AGARTA , hakkında olduğu iddia edilen kanıtlar , spekülasyona açık  bir söylence. Doğruluk payı nedir dersek , sanırım hiç bir zaman öğrenemeyeceğiz.
Her daim sevgi ve umutla kalın dostlar.