HABERLER
Dini Haber

TENGRİCİLİK VE TEMEL İLKELERİ

Düzenleyen & Çeviren: A.Kara
A, Tengricilik, Tengriizm, Orta Asya dinleri, Türklerin eski dini, Tengri inancı, İslamiyet öncesi Türkler, Tengri, Gök tanrı, Toprak ana, Eje, Türk mitolojisinde ilk kadın, Doğa ile uyum, din, TENGRİCİLİK

Eski zamanlarda Orta Asya'daki Türkler evren ve doğa ile uyum içinde yaşamaya odaklanan Tengricilik olarak bilinen bir dine sahipler. Eski zamanlarda oluşmuş olan bu din en yaygın şekilde uygulanıyordu ve bugün hala Tengricilik inancını benimseyen gruplar var.

Tengricilik (bazen Tengriizm, Tengerizm, Tengrianism veya Tengrianizm olarak da adlandırılır) güneş tanrısı Tengri'nin etrafında dönen ve doğa ile dengeli olmaya odaklanan bir dindir. Tengriciliğin gerçek kuruluş tarihi bilinmemektedir ancak MÖ 3.300-1.200 aralığından geçen Bronz Çağı'nda başlamış olduğuna inanılıyor. Bu yüzden en eski dinlerden biri olarak kabul edilir ve bünyesinde şamanizm, animizm, totemizm, çok tanrıcılık, tek tanrıcılık ve atalara ibadetin özelliklerini içerir. Tengriciliğe inananlar varoluşlarının ebedi mavi Gökyüzü (Tengri), bereketli Toprak Ana (Eje (Türk ve Altay mitolojisinde yeryüzündeki ilk kadın)) ve gökyüzünün kutsal ruhu tarafından sürdürüldüğü inancına sahiptir.

Tengricilik'te evrenin kökenleri Tengri ve onun kendisi yarattığı arkadaşı Kishi ile başladı. İkili, bir gün boyunca birlikte ilkel derinliğin üzerinde uçtular ve Kishi, Tengri'den daha yükseğe uçmak istediğine karar verdi. Bu kibri yüzünden Kishi uçma yeteneğini kaybederek denize düştü ve onu kurtarması için Tengri'ye çağrıda bulundu. Tengri denizden kayaları ve yeryüzünü ortaya çıkardı ve üzerinde durulması için ilkel bir höyük yarattı. Bu höyükte bir Kozmik Ağaç büyüdü (hayat ağacı) ve bu ağacın dallarından insanlar ve daha küçük tanrılar (yani ana tanrılardan güç olarak daha düşük) ortaya çıktı. Köpek ve yılanlarla kötülüklere karşı korundu. Tengri yeryüzü ruhuyla (Yer) uyum içinde yaşadı. Bazı araştırmacılar Tengri ile Yer'in evli olduklarını ve bunun da insanın yaratılmasında rol oynadığını söylüyor. Yer insana fiziksel bedenini verdi. Tengri, insana doğumda ruhunu verdi ve ölümünde onu geri aldı.

Zaman içinde Tengricilik dinine inanan birçok kişi arasında bazı farklılıklar oluştuğu görülmektedir. Mesela Tengrici Moğollar 99 tanrıya inanıyorken Türk Tengriciler sadece 17 tanrıya inanıyordu. En sık görülen tanrıların Tengri ve diğer alt tanrılardı. Bunlar; Yer, Umay, Erlik, Su, Ateş, Güneş, Ay, Yıldız, Hava, Bulutlar, Rüzgar, Fırtına, Gök Gürültüsü ve Yıldırım, Yağmur ve Gökkuşağı. Tanrılara duyulan saygının refah ve iyiliğe yol açacağına inanılıyordu.


TENGRİCİLİĞİN TEMEL İLKELERİ
  • Tengri en yüce tanrıdır. O her şeyi bilir, insanların iyi ve kötü eylemlerinin yargıcıdır ve onun ne yapacağı önceden tahmin edilemez.
  • Tengri, tüm doğanın arkasındaki güçtür ve tüm doğa onun tarafından kontrol edilir.
  • İyi ve kötü tabiata sahip çok çeşitli ruhlar vardır. Göklerde, yeraltı dünyasında veya toprağın ruhları olarak toprakta bulunabilir ve insanlara zarar verebilirler.
  • Dünyanın tek gerçek dini yoktur. Bir insan herhangi bir dine sahip olabilir ve Tengri hala onu adilce yargılayabilir.
  • Tüm insanlar zayıftır, bu yüzden eksikliklere tolerans gösterilmelidir. Farklı din ve inançlara da tolerans gösterilmelidir.
  • Kimse mükemmel değildir.

Tengricilik (Tengriizm) Gök-Türk İmparatorluğu ve Büyük Moğol İmparatorluğu'nda büyük rol oynadı. Cengiz Kağan ve takipçilerinin çoğu Tengri'ye inanıyordu. Aynı zamanda diğer dinlere karşı hoşgörüye teşvik ettiği biliniyordu ve birçok dinin aksine Tengriciliğin dünyadaki dini manzaraya hakim olma yönünde hiçbir zaman bir baskısı olmadı. Büyük Moğol İmparatorluğu'ndan Mengü Han (Möngke Han) şöyle diyor:

“Onun tarafından yaşatıldığımız ve onun tarafından öldürülğümüz ve onun için dik bir kalbe sahip olduğumuz tek bir Tanrı olduğuna inanıyoruz. Ancak Tanrı bize elin farklı parmaklarını verdiğinden, insanlara O'na yaklaşmaları konusunda çeşitli yollar sunar.”
[W. Rubruck tarafından 31 Mayıs 1254 tarihinde belgelenmiştir.]

Günümüzde Tengricilik, Kırgızistan, Kazakistan, Sakha, Buryatia, Tuva, Moğolistan ve Türkiye'de Tibet Budizmi ve Burkhanizme paralel olarak uygulanmaktadır. 1990'larda Orta Asya'da bir Tengriizm hareketi başladı ve bugün yayılmaya devam ediyor. Bu durum, bu eski dinin dayanıklılığını, zamana karşı direnişini ve günümüz insanlarının binlerce yıl önce atalarının yaptığı gibi onların inandığı şeye inanma isteklerinin varlığını göstermektedir.

İNANMADIĞIN ALLAH'I KANDIRMAK

Yazan: Kainatta Toz Zerresi
KTZ, din, islamiyet, Bakara suresi çelişki, Allah'ı kandırmak, İnanmadığın Allah'ı kandırmak, Kurandaki çelişkiler,

İNANMADIĞIN ALLAH'I KANDIRMAK


Bakara 8: "İnsanlardan bazıları da vardır ki inanmadıkları halde "Allah’a ve âhiret gününe inandık" derler."
Bakara 9: "Akıllarınca Allah’ı ve iman edenleri aldatmaya kalkışıyorlar; halbuki onlar farkında olmadan yalnızca kendilerini aldatmış oluyorlar."
Bu iki ayetin kısa özeti şudur:
İnsanlardan bazıları Allah’a ve ahıret gününe inanmıyorlar fakat bu inançsızlıklarını örterek etraflarındaki kimselere inanıyormuş gibi rol yapıyorlar. Yani ne yapıyorlar? Müslüman olduklarını söylüyorlar, oruç tutuyormuş gibi yapıyorlar, Müslümanların yanında namaz kılıyormuş gibi yapıyorlar vs.

Akıllarınca bu insanlar Allah’ı ve iman edenleri aldatmaya çalışıyorlar. Bu iki ayette tarif edilen kişiler “münafık” denilen kişilerdir. Yani kendisini, çevresindeki kimselere Müslüman’mış gibi yutturmaya çalışan kimseler. Bu açıdan bakıldığında Müslüman olmayanların, çevrelerindeki kimselere Müslüman rolü yapmaları bu ayetle tabi ki de uyuşur fakat “Akıllarınca Allah’ı ve iman edenleri aldatmaya kalkışıyorlar” dendiği zaman akla şöyle bir mantıksızlık takılıyor:

Kişi, inanmadığı Allah’ı nasıl kandırmaya çalışır?
Kur’an’ın tercümesini her okumaya başladığımda Bakara suresi, ilk sayfalarda olduğu için bu ayetlerde takılır kalır ve mantıklı cevabını hiçbir yerde bulamazdım. Hadi bir örnek verelim:

Suat ismindeki delikanlı, inanç olarak bir Tanrının var olabileceğine hiç inanmamıştır. Yani Suat, Allah’a ve ahiret gününe inanmıyor fakat dindar bir çevrede yaşadığı için dinsizliğini dile getirmenin tehlikeli olabileceğini ve hatta çevresindekiler tarafından dışlanacağını bildiği için Müslüman’mış gibi davranıyor. Cuma günleri camiye gidip Cuma namazı kılıyor. İçtenlikle kılmıyor fakat kılıyormuş gibi yapıyor. Ramazan ayı geldiğinde evde yiyip içiyor fakat toplum içine çıktığında sanki oruç tutuyormuş gibi yapıp akşam ezanına kadar dışarıda hiçbir şey yiyip içmiyor. Yani Bakara suresi 9’uncu ayete göre bu kişi çevresindeki kişileri Müslüman olduğuna inandırıyor, inanıyormuş  ve ibadet ediyormuş gibi yapıyor.

Gelelim Allah’ı aldatma kısmına. Bu genç yani Suat, evine çekilip perdesini çektiği zaman ne diyor kendi kendine? “Ben Allah’a inanmıyorum ama belki beni görüyordur, o yüzden evimde de namazımı kılayım” mı diyor? Eğer Allah’ın kendisini az da olsa minik bir ihtimal bile olsa gördüğünü düşünüyorsa ki bu durumda Allah’ın var olduğuna inanıyor demektir. Bu durumda  Bakara Suresi 8’inci ayette bu kimseler için “…inanmadıkları halde…” deyiminin kullanılmaması gerekir. İnanmanın azı çoğu olmaz ya inanırsın ya da inanmazsın. Eğer Suat, Allah’a ve ahiret gününe inanıyor fakat  ibadetlerini yapmıyor veya yapıyormuş gibi çevresindekilere görünüyor ise Suat bu durumda inançsız değil, günahkârdır.


Yaşlı bir komşu kadın, bazı hastalıklar sonucu akıl sağlığını bozmuş ve ölmüş olan bazı tanıdıklarının halen yaşamakta olduğunu düşünüyor ve sana gelip diyor ki: “Hanife’yi çağır da gelsin, benim evde oturur sohbet ederiz.” Fakat sen Hanife’nin dört sene önce öldüğünü söylemeye çalışıyorsun ama yaşlı kadın, dediğinde ısrar edip sıkı sıkı tembih edip “Ben gidiyorum, sen Hanife’yi çağır” deyip evine gidiyor. Sen evde tek başına kala kalıyorsun. Karşı komşun Hanife, dört sene önce hayatını kaybetmiş. Ne yapacaksın? Öldüğünü bile bile Hanife hanımın penceresine doğru eğilip “Hanife ablaaaaa…” diye bağıracak mısın? Bağıramazsın, çağıramazsın çünkü Hanife hanım diye birisi yok artık, ölmüş. HANİFE YOK! Sen de bunu biliyorsun.

Allah’a inanmadığın halde  inanmadığın Allah’ı nasıl kandırmaya çalışırsın? Bu nasıl bir mantık hatası? Allah’ı kandırman mümkün değil çünkü sana göre bir Allah zaten yok. Olmadığını, yaşamadığını düşündüğün bir varlığı hangi mantıkla kandırmaya çalışırsın. Eğer gösteriş olsun diye namaz kılıyormuş ya da oruç tutuyormuş gibi yapıyorsan senin bu durumunu sadece Müslümanlar görüyor ve senin içsel dünyanda neler olduğunu bilmiyorlar fakat Allah, insanın içinde ve dışında olanı bilen değil midir? Sen Allah’ın var olmadığını bildiğin için dolayısıyla var olmayan bir varlık seni göremeyeceği gibi içinde olanı da bilemeyecektir otomatikman. Bu yüzden inanmadıkları halde “inandık” diyenlerin çevredeki Müslümanları kandırması mantıklı iken inanmadığı Allah’ı kandırmaya çalışması zekâ  ve dikkat eksikliğinden başka bir şey değildir. Ayette belirtilen İnanmadıkları halde Allah’ı ve Müminleri kandırmaya çalışanlar akıl fukaraları mı?

Bakara 8: "İnsanlardan bazıları da vardır ki, inanmadıkları halde «Allah’a ve ahiret gününe inandık» derler."
Bakara 9: "Onlar (kendi akıllarınca) güya Allah’ı ve müminleri aldatırlar. Halbuki onlar ancak kendilerini aldatırlar ve bunun farkında değillerdir."
Bakara 8: "İnsanlardan öyle kimseler vardır ki kendileri îman etmiş olmadıkları halde, «Allaha ve âhiret gününe inandık» derler. Halbuki onlar inanıcı (insan) lar değildir."
Bakara 9: "Allâhı da, îmân edenleri de (gûyâ) aldatırlar. Halbuki onlar kendilerinden başkasını aldatmazlar da yine farkına varmazlar."

Bazı çevirilerde “inanmak” kelimesi “iman etmek” olarak tercüme edilmiş olsa dahi inanmak ile iman etmek aslında aynı anlama gelir.

Ben Arapça bilmiyorum. Seneler boyunca bu ayetlerin bulabildiğim bütün tercümelerini okudum. Şaibeli olabilecek bir çok ayet farklı tercüme edilebilirken bu ayetin tercümesinde hiçbir değişiklik yok. Geçmişten günümüze kadar aynen gelmiş. Eğer tercümede hata olduğunu düşünüyorsanız ve Arapçanıza güveniyor iseniz lütfen yorum kısmına yazınız.

AKADLI SARGON

Hazırlayan: A.Kara
A, tarih, Sargon, Akadlı Sargon, Sarru-kinnu, Büyük Sargon, Antik tarih, Akadlar, Ebla kasabası, Sargon tabletleri, Agade, Babil, Mezopotamya, Eski hükümdarlar, Kral Sargon,

SARGON; BİLİNMEZLİKTEN ÇIKAN BÜYÜK LİDER
Gerçek adı Sarru-kinnu, 'gerçek kral' anlamına gelse de tahta yükselirken Sargon adını aldı. Bunu neden yaptığı bilinmiyor fakat bazı araştırmacılar bunun tam olarak bir tercih olmadığını İncil'e ait bir çeviri olduğunu söylüyor.

Bu isim araştırmacılara Büyük Sargon'un bir kendi dilini konuşan bir Sami olduğu fikrini verdi. Asıl sorun Sargon adının orjjinal Sargon'a uygulanan gerçek tarihsel kayıtların uygulandığı tarihte sıkça kullanılmasıydı.

NEHİRDE YÜZERKEN BULUNUŞ
Efsaneye göre bir bahçıvan Sargon'u küçük bir sepet içinde nehirde yüzen bulmuş. Bu efsane İncil'deki Musa'nın hikâyesini yansıtır ve bazı bilginlere İncilli yazarların Sargon’un doğumunu kopyalanıp Musa’ya daha insani ve mütevazi bir başlangıç verdiğini iddia etmelerini sağlamıştır.

Sargon’un ailesi hakkında çok az şey bilinmektedir. Annesinin Fırat'ın ortasındaki bilinmeyen bir kasabada rahibe olduğu düşünülüyor. Babası tam olarak bilinmiyor. Akrabalarının kim oldukları net olmasada Sargon, Kiş'in hakimi olarak yükseldi ve bu durum onu bir orduya liderlik etmeye kadar götürdü.

Sargon, adını Büyük Sargon olarak belirleyerek güçlü imparatorluğunu büyütmeye, fethetmeye ve geliştirmeye devam etti.

SARGON DÖNEMİNE DAİR TABLET VE TARİHİ KAYITLAR
Sargon hakkında bilgi bulmak oldukça zor. Aynı adı kullanan ve peşinden gelen birçok erkek var. Ancak Akad metinlerinin çoğunluğu Asur ve Babil metinlerinden gelmesine rağmen kraliyet yazıtları ona (Asıl Sargon'a) işaret etmektedir.

Ancak bunlar Sargon'a atıfta bulunan yazıtların bulunduğu tek yer değildi. Ebla kasabası gün ışığına çıkarıldığında önemi tam olarak anlaşılmadı. Ancak İtalyan arkeologlar biraz daha derine inmeye karar verdiler ve sonunda Ebla'nın altındaki çok eski bir şehre ulaştılar.

Bu eski kentin kalıntılarında Sargon dönemine ait 42 tablet bulundu. Kısa bir süre sonra 15.000 adet daha bulundu ve bu sayede farklı ülkelerle Sargon arasındaki iş ilişkilerini ve ticareti ayrıntılandırdılar. Bununla birlikte bu belgeler net olarak onun hükmetme tarihini belirlemez ve yaşamını çevreleyen olaylara tam açıklık getirmez.

Bu tabletler Sargon'un halkına dayattığı yasaları da açıkladı. Eğer bir erkek evlenmemiş, bakire bir kadınla cinsel ilişkide bulunursa para cezasına çarptırılıyordu ve kadının tecavüze uğrayıp uğramadığını anlamak için duruşmalar yapılıyordu. Ek olarak zamanın dini uygulamalarını gösteren dini tabletler de bulunmuştur.

İMPARATORLUĞUNU GENİŞLETİŞİ
Sargon askeri ve kişisel dehasını büyük bir imparatorluğunu büyütmek için kullanabildi. Sümer'i fethettikten sonra gözünü Suriye'ye, Elamitlerin Susa'sına, Güney Anadolu ve İran'ın batısına dikti.

Sargon için böylesine geniş bir imparatorluğun kontrolünü elinde tutmak zor değildi. İnsanların dini ve siyasi yollarla kontrol edilmesini sağlamak, tutsak şehirleri ve bölgeleri denetlemek için güvenilen adamlarını kullandı ve dini-politik işler için kızına yetki verdi.

Hiçbir imparatorun diğer ulusları yönetmesi kolay olmamıştır. Ulus halkı dış yönetimden hoşnutsuz kalmanın bir yolunu buluyor ve buna son vermek için yollar arıyorlardı. 56 yıl hüküm sürdükten sonra bile Sargon hâlâ isyancılara ve başka muhalefetlere sahipti.

Sargon'un, II.Sargon adında bir toruna sahip olduğu gerçeği, imparatorun ölümünden sonraki uzun süren saltanatlık döneminde yetenekli bir yönetim olduğunu gösteriyor. Onun etkisi de ölümünden sonra uzun yıllar sürdü.

SARGON'UN BÜYÜK MİRASI
Sargon büyük bir lider olmasına rağmen imparatorluğu çok uzun ömürlü olmadı. Güzel bir başkent inşa etti ve Agade adını verdi. Maalesef Guti dağı, Sargon’un başkentinin üzerine çökerek onu tahrip etti.

Ancak başkenti Sargon’un mirasının tek parçası değildi. Arkasında adı verilen iki Asur kralı vardı. Sargon ayrıca imparatorluğunu yönetmeye yardımcı olan yasa ve dini kuralları da geride bıraktı. Sonunda Agade kentinin adı 2000'lerde Mezopotamya tarihinin merkez noktası haline gelen Babil'e dönüştü.

Büyük Sargon karanlıktan çıktıktan sonra büyük bir lider haline geldi. Akkaran halkının mutlak liderliğini edinerek, aile ya da yaşamdaki statü eksikliğinden alıkonulmasına izin vermedi.

Bu muhtemelen başkalarına iktidardaki yükselişi ve genel başarıları incelediğinde “Büyük” unvanının verilmesinin sebeplerinden biriydi. Sargon, engellerin hedeflerine engel olmasına izin vermedi.

Sargon, Üma Lugalzagesi tarafından yürütülen genişleme çabalarına karşı direniş gösterdi. Genişlemeye kim başlamış olursa olsun bitiren Sargon'du. Onun etkisi Büyük İskender de dahil olmak üzere gelecekteki askeri liderlerin yön bulmasına yardımcı oldu.

ANTİK MEDENİYETLER METEORLARI NASIL YORUMLUYORDU?

Derleyen & Çeviren: A.Kara


ANTİK MEDENİYETLERDE METEOR

Kuyruklu yıldızlar ve göktaşları ilk kez gece gökyüzünde görüldüğünden beri insan ırkını büyüledi. Ancak bu kaya ve buz parçalarının ne olduğunu bilmeyen ve açıklama getirmek isteyen eski kültürler haklarında bilimsellikten uzak birçok için efsane ürettiler. Bunlardan birini Kur'an'da bile görürüz çünkü kayan yıldızlara "Allah şeytanları taşlıyor" şeklinde açıklama getirilmiştir.

Yunanlılar ve Romalılar, kuyruklu yıldızların, meteorların ve meteor yağmurlarının önemli olduğuna inanıyordu. Onlara göre iyi ya da kötü bir şeyin olduğu ya da gerçekleşmek üzere olduğuna dair işaretlerdi. Bir kuyruklu yıldızın gelişi İsa gibi büyük bir figürün doğuşunu da müjdeleyebilirdi.

MÖ 44 ilkbaharında ortaya çıkan bir kuyruklu yıldız Jül Sezar'ın öldürülmesinin bir işareti olarak yorumlandı. Sezar’ın evlatlık oğlu Octavianus (İmparator Augustus), Sezar’ın düzenlediği oyunlar sırasında gökyüzünde yanan kuyruklu yıldızlara neden oluyordu. Bu büyük olay çoğu zaman eski kaynaklarda kutlandı. Destan şiiri Aeneid Virgil, “gündüz bir yıldızın nasıl ortaya çıktığını ve Augustus'un insanları kendinin Sezar olduğuna inanmaya nasıl ikna ettiğini” anlatır.

Augustus kuyrukluyıldızın gelişini ve babasını onurlandırıp kutlamak için madeni para üzerine bunu bastırdı. Bu olay sayesinde Roma İmparatorluğu'nda kendini tanrının oğlu olarak kabul ettirmesi kolaylaşmıştı.

METEOR YAĞMURU
Roma tarihçisi Cassius Dio, 30 Ağustos'ta meydana gelen “kuyruklu yıldızlara” atıfta bulundu. Bunların Mısır kraliçesi Kleopatra'nın ölümünden sonraki kehanetlerle ilişkili olduğu belirtiliyor. Uzmanlar, Dio'nun “kuyruklu yıldız” terimini kullanmasının ne anlama geldiğinden tam olarak emin değiller ancak bazıları bu kaydedilen olayın meteor yağmuru (Perseid) ile ilişkili olduğunu belirttiler.

Her ne kadar eski bir Yunan adına sahip olsa da günümüz teknolojisi sayesinde her Ağustos ayında gördüğümüz Perseid meteor yağmurunun aslında Dünya’nın yörüngesi Swift-Tuttle kuyruklu yıldızındaki enkazdan geçtiğini biliyoruz.

Meteor yağmuru, antik Yunan kahramanı Perseus'un oğulları olan Perseidai (Περσείδαι) ile bağdaştırılıp adlandırılmıştır. Perseus iyi bir soyağacına sahip efsanevi bir figürdü. Zeus ve Argive prensesi Danae'nin efsanevi oğluydu (altın yağmurun çocuğu). Perseus'un Gorgon kız kardeşi Medusa'yı öldürüşünün resmedildiği kalıntılarda da görüldüğü üzere Akdeniz ve Yakın Doğu'daki efsanevi maceralarının ardından takımyıldızını kazandı.

Perseus’un ünlü eylemlerinden bir diğeri de Andromeda prensesinin kurtarılmasıydı. Ailesi tarafından bir deniz canavarını yatıştırmak için terk edilmiş olan prenses, Perseus tarafından okyanusdaki bir kaya üzerinde bulundu. Onunla evlendi, yedi oğlu ve iki kızı oldu. Gökyüzü gözlemcileri, gece gökyüzünde Andromeda'nın hemen yanında bulunan Perseus takımyıldızının her yaz görebilecekleri göktaşlarının kökeni olduğuna inanıyordu ve bu yüzden Perseid adı sıkışıp kaldı.

GÖZYAŞLARI VE DİĞER GELENEKLER
Hristiyan geleneğinde Perseid meteor yağmuru, uzun süredir Diyakoz Saint Lawrence'ın şehitliğine bağlandı. Laurentius, Roma’nın ilk kilisesinde, İmparator Valerian’ın zulmünde, MS 258 yılında şehit olan bir diyakozdu (diyakoz: yardımcı papaz). İnanışa göre şehitlik, meteor yağmurunun yüksek olduğu zaman olan 10 Ağustos'ta gerçekleşmişti ve bu yüzden göktaşları azizlerin gözyaşlarına eşitti.

Astronomik olayların ve gökyüzü izlemenin ayrıntılı kayıtları Uzak Doğu'daki tarihî metinlerde de bulunabilir. Çin'den, Kore'den ve Japonya'dan gelen eski ve ortaçağ kayıtlarının hepsinin meteor yağmurunun ayrıntılı hesaplarını içerdiği görülmüştür. Bazen bu farklı kaynaklar gökbilimciler tarafından birbirleri ile bağdaştırılır, örneğin Halley kuyruklu yıldızının hem doğu hem de batıdaki eski toplumlar üzerindeki etkisini izlemelerine olanak tanıyan bağıntılarla ilişkilendirilebilir. Bu kaynaklar ayrıca Perseid meteor yağmuru ile ilgili ilk kaydedilen gözlemi, spesifik bir olay olarak MS 36 da Çin'in Han hükümdarlığı kayıtlarında bulmak için kullanılmıştır.

Efsaneler ve hikayeler eski uygarlıkların meteorların, kuyruklu yıldızların ve asteroitlerin ne olabileceği konusunda çok az bilimsel anlayışa sahip olduğunu düşünmesine rağmen, bu gerçeklerden daha fazla olamaz. Yakın Doğu'nun ilk astronomları, Babil ve Mısır takvimlerini yaratanlar ve sahip oldukları astronomik veriler bugünkinden çok farklı değildi, oldukça ileri düzeydeydi. Eski çiviyazılı metinler üzerine yapılan son bir araştırma, Babil'in kuyruklu yıldızları, gezegensel hareketleri ve gökyüzü olaylarını izleyebildiğini, binyıl kadar öncesinde inanıldığından çok daha karmaşık bir geometri içerdiğini kanıtlamıştır.

MUĞLA'DA 2.300 YILLIK ANTİK TABLET BULUNDU

Derleyen & Çeviren: A.Kara
A, Arkeoloji, Antik tarih, tarih, Muğla'da tablet bulundu, Arkeoloji Türkiye, Arkeolojik keşif, Türkiye'de taş tablet bulundu MUĞLA'DA ANTİK ÇAĞA DAİR ÖNEMLİ BİR BELGE NİTELİĞİNDEKİ TABLET BULUNDU

Muğla ilindeki bir okulun bahçe duvarı içerisinde antik Yunan alfabesine sahip 2.300 yıllık bir tablet şans eseri keşfedildi.

Duvardan güvenli bir şekilde çıkarılan tabletin 3. yüzyıldan kalma olduğu ortaya çıktı. Arkeologlar bu tabletin başlangıçta bir heykele bağlı olduğuna inanıyorlar ve tabletin bir kısmının kırıldığını ve okunamadığını belirttiler.

Şimdilik eser hakkında çok fazla şey bilinmemekle birlikte, antik çağlarda tarihi öneme sahip olan bir bölgede bulundu.

Anadolu'da eski zamanlarda, güneydeki Menderes ve Dalaman (İndus) nehirleri arasındaki bölgeye Karya denirdi. Sakinleri Karyalılar ve Leleglerdi. Homer tarafından yazılan "İlyada" da Karyalılar, Truvalılar ile işbirliği içinde ortak seferlerle ülkelerini Rumlara karşı savunan, Anadolu’nun yerlileri olarak tanımlanırlar.

Antik bir Karya kenti olan Muğla'nın, bölgedeki Antik Yunan sömürgecileri tarafından yerleşilene kadar Mısırlılar, Asurlar ve İskitlilerden oluşan topluluklar tarafından baskınlara maruz kaldığı bilinmektedir.


Yunanlılar bu kıyılarda uzun süre yaşadılar ve Knidos (Datça Yarımadası'nın sonunda), Bodrum (Halikarnassos) gibi önde gelen şehirlerin yanı sıra Bodrum yarımadasının sahili boyunca ve iç kesimlerinde Fethiye'nin Telmessos, Xanthos, Patara ve Tlos kentlerini de kapsayan şehirler kurdular.

Sonunda sahil Büyük İskender'i yenen Persler tarafından fethedildi ve Karia'nın satraplığına son verdi(Satraplık: Bir satrapın yönetimi altındaki bölge).

Daha sonra il, Ege Adaları, Girit ve Venedik ve Mısır'a kadar ticaret yaparak önemli bir deniz gücü haline geldi. Menteşe döneminde Türk yerleşim yeri genellikle Kütahya-Tavas ekseni boyunca yer alan göçlerle gerçekleşmiştir.

Muğla 1390'da Osmanlı İmparatorluğu tarafından ele geçirilmişti ancak sadece on iki yıl sonra, Tamerlane ve güçleri Ankara Savaşı’nda Osmanlı'yı yendi ve diğer Anadolu beylikleri için yaptığı gibi, bölgenin kontrolünü eski yöneticileri olan Menteşe Bey’lere geri verdi. Muğla 1451'de Sultan II. Mehmed tarafından tekrar Osmanlı kontrolü altına alındı. Osmanlı döneminde bölgedeki en önemli olaylardan biri Marmaris'ten başlatılan Rodos'a karşı Kanuni Sultan Süleyman tarafından başlatılan seferlerdi.

Özalp, "Tabletin, şehre hizmet eden birini onurlandırmak için yazılmış olması ve kişiye teşekkür etmek için bir heykelin yanına yerleştirilmiş olması mümkün olabilir" dedi ve tabletin kesin tarihinin müze uzmanları tarafından yapılacak analizlerle belirlenebileceğini söyledi.