KELT YARATILIŞ EFSANESİ
  Yüzü boyalı savaşçıları ve gizemli rahipleri (druid) ile bilinen bu halkın
  kökenleri MÖ. 2000'lere kadar gitmektedir. İstila ettikleri topraklarda dil ve
  geleneğin yanı sıra mitoloji konusunda da önemli etkileri olmuştur. Zaten
  tarihte genellikle gördüğümüz şudur: Bir topluluk fethedildiğinde zorla ya da
  isteyerek fethedenlerin inançlarını benimserler. Bazen bunun sonucunda ortaya
  çıkan yeni dini yapının istila edilenin mitoloji ve inançlarının etkisi ile
  şekillenmiş olduğu görülür. Buna örnek olarak Romalıların Mısır tanrıçası
  Isis'i tanrıları arasına dahil etmesini verebiliriz. 
Kendi dini inançlarını kısmen koruyan, diğer yandan Kelp tanrı ve inanışlarından kimilerini benimseyen Avrupa halkı da kolektif bir din yaratmıştı. Keltler tıpkı bizler gibi mitolojilerine dair fazla yazılı kayıt tutmadıklarından haklarında bilinenlerin çoğu arkeolojik eserlerden toplananlardır. Öte yandan Yunanistan ve Roma'da yazılmış bazı yazılar Keltler hakkında bilgi veriyor olsa da bunların ne derece doğru olduğu, önyargı barındırıp barındırmadığı şüphelidir.
   Kelt inanışları tıpkı eski Türk inanışları gibi daha çok sözlü gelenek
  ile ilerliyor, insanlar birbirine anlatması sayesinde hayatta kalıyor ve
  biliniyordu. Bu yüzden Keltlere en büyük zararı Roma vermişti. Çünkü Roma,
  Kelt sözlü geleneğini ve dinini yaşatma konusunda ön plana çıkan druidleri
  yani kelt rahiplerini katletmişti. Bunun sonucunda Roma ile benzer tanrılara
  sahip olan Kelt halkı zamanla Romalılaşarak asimile oldu. [4]
Oyun dünyasından da bildiğiniz druidler Kelt toplumu içinde çeşitli rollere sahipti. Kelt rahipleri öğretmen, şifacı hatta yargıç olarak görev yapan bilgin sınıfıydı. Dinlerinin sözlü geleneğini bilen ve gelecek nesillere aktaracak olanlar da onlardı. Mitoslarını yazıya geçirmedikleri için inançları ve kelt rahipleri hakkındaki yazılı kaynağı ancak Sezar döneminde, onlardan bahsetmesi ile görebiliyoruz.
Kelt rahipleri erken Kelt edebiyatında kahin, peygamber ve büyücü benzeri insanlar olarak tasvir ediliyorlardı. Büyük ihtimalle onların dua ve dini sözleri kutsal kabul edildiğinden onları yazmak yasaktı. Eğer yazıya dökülürlerse kutsallıkları kaybolurdu. [4]
YARATILIŞ
Oyun dünyasından da bildiğiniz druidler Kelt toplumu içinde çeşitli rollere sahipti. Kelt rahipleri öğretmen, şifacı hatta yargıç olarak görev yapan bilgin sınıfıydı. Dinlerinin sözlü geleneğini bilen ve gelecek nesillere aktaracak olanlar da onlardı. Mitoslarını yazıya geçirmedikleri için inançları ve kelt rahipleri hakkındaki yazılı kaynağı ancak Sezar döneminde, onlardan bahsetmesi ile görebiliyoruz.
Kelt rahipleri erken Kelt edebiyatında kahin, peygamber ve büyücü benzeri insanlar olarak tasvir ediliyorlardı. Büyük ihtimalle onların dua ve dini sözleri kutsal kabul edildiğinden onları yazmak yasaktı. Eğer yazıya dökülürlerse kutsallıkları kaybolurdu. [4]
YARATILIŞ
  Bilinen efsanelerden biri Donn ve Danu adlı iki tanrıdan bahseden yaratılış
  anlatısıdır. Bu efsane tabiatla iç içe yaşayan halkların ağaçlara atfettiği
  kutsiyeti, doğayı ne şekilde anlamlandırdığı, kimi doğa olaylarını nasıl
  mecazi tariflerle anlattığının en güzel örneklerindendir. Tabiatla iç içe
  yaşayan ve saygı duyan bir halk oldukları için efsanedeki kimi motifler doğaya
  saygı duyarak iç içe yaşamış olan Türklerin ve Slavların mitosları ile de
  benzerlik gösterir.
  Efsaneye göre dünyalar bir araya gelmeden çok çok uzun zaman önce yalnızca
  boşluk vardı. Sonsuzluğun içindeki boşluk özlem duydu. Onun özlem hissi
  etrafındaki kaosun boşluğu düşünmesine neden oldu. Boşluk birliğin vermiş
  olduğu yoğun yalnızlık ve özlem ile derin bir uykuya daldı. Uykusu sırasında
  boşluğa bir rüya gösterildi. Bu rüyada ona olması gerekenler, her şeyin nasıl
  olacağı gösterildi. Bunun üzerine neşelenen boşluk büyük bir savaş narası ile
  uyandı. Savaş çığlığı sonrası etrafındaki karanlık kaosa doğru dokuz dalga
  halinde uzanıp yayıldı.
  Büyük boşluk gördüklerine karşı öylesine büyük bir sevgi duydu ki, bölündü,
  içinden Danu ve Donn adında iki çocuk ortaya çıktı, hiçlikten doğmuşlardı.
  Danu yaşam tanrıçası, Donn ise ölüm tanrısıydı. [1][2][3] Hiçlikten bir anda
  var olan ikili etrafa bakındıktan sonra çıktıkları merkeze geri dönerek
  parıldayan boşlukta birbirlerini izlediler. Öyle büyük bir aşka tutuştular ki
  merkezin kutsal alevini kalplerinde hissedip hiç yerlerinden kımıldamamak ve
  ayrılmamak üzere birbirlerine sarılıp kenetlendiler.
  "Donn" karanlık olan demektir. Kucaklaştığı eşi Danu onun zıttı olan beyazdır.
  [1][2] Yani efsanede aydınlık ile karanlığın, zıt kutupların kucaklaşması, bir
  dualizm anlatısı vardır.
  Kucaklaşmalarından bir süre sonra tanrıça Danu doğum yaptı. Doğanlar arasında
  Briain, Iuchar ve Iucharba adında 3 dev erkek çocuk vardı. Birbirine
  kenetlenmiş şekilde duran anne ve babasının arasında sıkışıp kalan çocuklar
  yaşayabilecekleri bir alan bulamamışlardı. Çocuklardan biri olan Briaian
  etrafına bakındıktan sonra eğer anne ve babaları ayrılmazsa kendisi de dahil
  olmak üzere tüm çocukların öleceğini söyledi. Kendi aralarında ne yapmaları
  gerektiği üzerine tartıştılar. Annelerinin sevgisi çocuklar üzerinde ağır
  basınca Briain çıkış yolu olarak babasını öldürmeye karar verdi.
  Öfkesi öyle büyüktür ki tek bir darbe vurmakla kalmayıp, babasını 9 parçaya
  ayırdı. Büyük aşkını kaybeden ve kıyımını gören tanrıça Danu dehşete kapılarak
  öylece hareketsiz kaldı. Kapıldığı dehşet hissi yerini korkuya, daha sonra
  kedere bıraktı. Acı içinde ağlamaya başlayınca gözyaşları öylesine aktı ki
  "Topraksız Prensler" denen üç oğlu ve doğan ilk çocuklarının tümü
  gözyaşlarının oluşturduğu akıntıya kapıldılar. Bu yüzden Danu'ya
  "Cennetin/Göğün Suları" dendi. Onun gözyaşlarının meydana getirdiği
  gelgitlerin içinde Fomorlar yaşıyordu. Onlar hem deniz ya da toprağın altında
  yaşadığına inanılan doğaüstü bir dev ırkı olmaları, hem de doğanın yıkıcı,
  karanlık yönlerini temsil ediyor olmalarıyla gökyüzünde yaşayan Tanrılar
  Soy'unun tamamen zıttıydılar. [11][12][13][14]
  Sürüklenenler arasında aşkı Donn'un beden parçaları da vardı. Tıpkı İskandinav
  efsanelerindeki Ymir, Çin'deki Pangu, Babil'deki Tiamat gibi Donn'un
  parçalara ayrılmış bedeni yaratılışta büyük rol oynamıştı. Tacı gökyüzüne,
  beyni bulutlara, yüzü güneşe, aklı aya, nefesi rüzgara, gözyaşları ile karışan
  kanı denizlere, eti toprağa, kemikleri taşlara dönüşmüştü. Tohumlarından iki
  tane kalmıştı. Biri kırmızı, diğeri beyaz olan iki tohum Donn'un etinin
  oluşturduğu toprağa düşmüştü.
  Uzaklardan bakan Danu yeryüzündeki iki tohumu gördü. Bunlardan biri
  Kızıl Meşe ağacı tohumuydu ve içinde parçalara ayrılan Donn'u
  barındırıyordu. Bunu gören Danu sevgilisine olanları hatırladı, aralarındaki
  mesafeden dolayı hüzünlendi. Diğer yandan onun tekrar hayata gelecek olması
  ile sevinçle dolmuştu, sevdiğine hayranlık duyuyordu. Tekrar ağlamaya başladı,
  gözyaşları yani özü ölü dünyanın üzerine damla damla düşüyordu.
  Kavrulmuş topraklar onun sevgisiyle cennetten akan kutsal sularla ıslandı, tüm
  arazi boyunca tohumlardan hayat fışkırmaya başladı. Yeryüzünde var olan ilk
  canlılar Nemedyalılardı. Bunlar toprakların, kumların, çeşitli yerlerin
  insanlarıydı. İlahi suların sonraki çocukları ile akraba olsalar da onlardan
  farklılardı. Dünyanın kuzeyinde "Tapınma Ovası" adı verilen bir ovada
  yaşıyorlardı. Bu insanlar kutsal olduğundan onlara "Nemed" deniyordu. Daha
  sonra bu tek halktan iki halk ortaya çıkmıştı; Yeryüzünün halkı (Fir Bolg) ve
  gökyüzünde yaşamaya başlayan Tanrılar Soyu (Tuatha De Danann)
  Tanrıçanın gözyaşları ile hayat bulan toprakta kırmızı meşe palamudu kök saldı
  ve Adair Arazisinin Meşe Ağacı (Bile** Magh Adhair) adı verilen muhteşem bir
  ağaca dönüştü. Cennetten gelen ilahi sular bu kutsal
  Meşe ağacını besledikçe besledi. Daha sonra bu Meşe ağacı insani
  bir form aldı, halkların kralı oldu ve Eochaid* adıyla bilindi.
* Bu adın İskoç İngilizcesine geçişi "Hektor" şeklinde olmuştur.
  ** İngilizcedeki "safra" değildir. Doğrudan kutsal ağacın adıdır ve anlamı
  tartışmalıdır. Kelt kültürü ele alındığında bunun büyük ihtimalle meşe ağacı
  olduğu düşünülür.
  Hatırlarsanız parçalara ayrılan Donn'dan geriye iki tohum kaldı demiştim. İşte
  krala dönüşen kızıl tohumun dışındaki diğer tohum onun kardeşiydi ve kusurlu
  görülen, boğumlu Porsuk ağacından dönüşmüş olmasına rağmen  rahip
  olmuştu çünkü soyluydu. 
  Eski uygarlıkların çoğunda ana tanrıçanın her şeyden üstün olduğunu, her şeyi
  var eden olduğunu görürüz. Öyle ki kocası olan tanrıyı bile o var eder,
  doğurur. Yani kocası aynı zamanda oğludur. Bunu gerçek bir insan ilişkisi gibi
  düşünmeyin. Doğanın kendisidir bu. Çünkü anne olarak görülen doğa her şeyi
  doğuran olarak görülmüştür. Bu yüzden onunla ilişkilendirilen tanrı bile ondan
  doğmuş olmalıdır.
  Bunu aklımızda bulundurarak devam edelim. Efsaneye göre yeryüzünde hayat
  bulmuş olan Meşe tohumu eskiden sevgilisi olan uzaklardaki,
  gökyüzündeki annesini tanıyıp tekrar onunla birlikte olmak için uğraşmış,
  yukarıya doğru uzanmıştı. Uzanırken onun yüzünü okşama, yapraklarıyla
  gözyaşlarını silme gayretiyle uzuvlarını yukarı doğru zorladı.
  Sanatta mükemmel olan kral Meşe ağacı (Eochaid) zanaatkar, korkusuz,
  kurnaz bir savaşçı ve gizli sanatlar ustasıydı. Cennetin suları ile beslenen
  Meşe birçok tanecik yetiştirdi. Yere düşen taneciklerden bazıları
  parıldayan harika varlıklara dönüştü. Bunlar arasında Tanrılar Soyu [5] (Tuath
  De Dannan) için bir zevk ve sevinç kaynağı olan, kadınların kalbine ateş
  düşüren Aengus (Oengus Mac Og) adlı Üvez ağacı da vardı. Aengus gençlik
  ve aşk tanrısıydı. [6]
  Donn tüm bu kusursuzluğun etrafındaki halkına baktı. Hepsi uyuşuktu, durgundu,
  yaşarken çürüyorlardı. O günlerde ölüm yoktu. Çevresindekiler aşırılığa
  kaçınca kuruyup kaldı. Böylece halkı soldu, hastalandı ancak ölmedi.
  Donn çevresindeki ıssızlığı görünce rahip kardeşine neler yapılabileceğini
  danıştı. Finn'in verecek bir cevabı yoktu. Diğer toprakların nerede olduğunu,
  ne durumda olduklarını görmek isteyen Finn bir yolculuğa hazırlandı.
  Dalgaların ötesine seyahat eden Finn durumun her yerde aynı olduğunu gördü,
  dünya ölüydü. Bu yüzden geri derken "yenilenme olabilmesi için ölümün bir
  zamanı olması gerektiğini" ilan etti. Bu kadim sihir sayesinde Donn ölecek,
  bedeni dünyayı yenileyecekti. Ruhu denize gitmeli ve dinlenme zamanı gelip
  kalabileceği bir yer inşa etmeliydi.
  Fakat Donn bunları kabul etmedi. Çünkü kardeşinin akraba cinayetiyle
  lekeleneceğini düşünüyor ve sevgilisinden ayrı kaldığı gibi kardeşinden de
  ayrı kalmak istemiyordu. Diğer yandan halk Finn'in fikrini destekliyor, ona
  baskı yapıyordu. Bunun üzerine iki kardeş ovada savaşmaya başladı. Gün boyunca
  dövüşen iki boğa gibi yorgun düşmüşlerdi. Yorgunluk sancısını ilk hisseden
  Finn'di. Akabinde kardeşinin bıçakları vücuduna saplanmış ve ölmüştü. Bunun
  üzerine Finn dokuz dalganın ötesini keşfe çıktı.
  Kardeşinin ayakları dibinde öldüğünü gören Donn öfke ve acı hissetti diğer
  yandan zafer elde ettiği için neşelenip büyüklendi. O kadar çok acı duydu ve
  büyüklendi ki kalbi ve tüm varlığı paramparça oldu. Böylece Donn büyük ovadan
  denize düştü. Ruhu Deniz'deki evini inşa etmeye giderken parçalara ayrılan
  bedeni dünyayı yenilemek üzere dağıldı.
  Onun ölümüyle Meşe'nin üç güçlü kökü toprağın derinliklerine indi, etrafı
  çevreleyip güçlendi ve her biri birer karanlık olacak şekilde büyüdüler.
  Böylece üçüncü alem yaratıldı ve ruhu orada yaşamak üzere, inşa ettiği, ölen
  insanların gideceği "Tech Duinn'e" gitti. Tech Duin "Donn'un Evi" ya da
  "Karanlık Olanın Evi" anlamlarına gelir. Burası ölenlerin toplandığı yerdir.
  [7][8]
  Dünyevi olarak yaşamıyor olsa da Gaeller yani İskoç ve İrlandalılar için tam
  olarak yok olmamıştı. Donn bu harika Dünya Ağacı ile 3 alemde birden
  yaşıyordu. Bu bir Meşe ağacıydı. Verdiği kırmızı meşe palamutları
  insanlara besin ve koruma sağlıyor, Tanrılar Soyu'nu mutluluk veriyordu.
  Cennetin Beyaz İneği Danu ile öteki alemin Kara Boğası Donn arasındaki aşk
  devam ediyordu. Onların arasındaki aşk ve sevgi sayesinde kozmos var olmaya
  devam etmişti.
  Ölüp dokuz dalganın, boşluğun ötesini keşfe çıkan kardeşi Finn ruhlar aleminde
  de kralına hizmet etmeye devam etti. Peki nasıl hizmet ediyordu? Daha önce
  öldüğünden bilinmeyen yerleri keşfetmişti. Yolları bilen ve ilk keşfeden
  olduğu için ülkeye giden geçitleri koruyor, yanındaki yardımcıları ve tazıları
  ile birlikte yeni ölmüş olanların ruhlarını toplamaya çıkıyorlardı. Keltlerin
  inancında buna Büyük Av denir. Bu Büyük Av gününde insanlar mezarlıklarda bir
  Porsuk ağacı buluyor ve beraberindeki kara köpekleri mezarlığa
  gömüyorlardı. Bran adlı tazı ölüleri getiriyor, efendisi Finn ölen ruhları
  arayıp buluyordu. Bulunan ruhlar arasından layık olanlar Finn'in tazılarının
  ulumaları ile ilan edilip "Karanlık Olanın Evi'nde" yaşamaları üzere
  yönlendiriliyordu. Ev'e gelen ruhlar Donn ve Tümseğin İnsanları (Daoine sìth
  [9]) tarafından yargılanıyordu. Tümseğin İnsanları adı verilenler muhtemelen
  önemli Kelt ataları ve doğa ruhlarıydı. Donn yargılama bittikten sonra
  "Toprağın Çocukları" dediği bu çocuklarını yani ruhları bulundukları zaman
  içinde ölümlüler dünyasının kapısına götürüp teslim ediyordu.
  Layık olmayan ve tazıların ulumadığı ruhlar kederine terk edilir, kabuk
  bağlayıp pul pul olarak amaçsızca gezinirdi. [10]
  ANALİZ & DETAYLAR
Bu yaratılış efsanesindeki bazı noktaların üzerinde durmak istiyorum.
  Efsanede Anne ile Baba'dan var oluş, ölen babanın yeniden dirilerek oğul ve eş
  olarak dünyaya gelip sonrasında tekrar ölmesi motifi var. Birkaç kez "Tanrılar
  Soyu" terimini kullandım. Bunlar Yukarı Alem'in tanrılarıdır. Bu tanrıların
  ana tanrıçanın çocukları olması, aynı zamanda ölen babanın onun sayesinde
  tekrar dirilmesi ana tanrıçanın her şeyden üstün olduğunu gösterir.
  Donn ve Danu'nun yaratılışına baktığımızda yaratılışın ilkel kaosun bölünmesi
  ile başladığını görüyoruz. Çocuklarının babalarını öldürdükten sonra yeryüzüne
  sürüldüğü anlatılıyor. Hatlarıyla tamamen aynı olmasalar da tanrıya karşı
  gelen, daha sonra ceza olarak yeryüzüne gönderilen varlıklara dair efsanelerle
  ortak yönlere sahip.
    Efsane alışılmışın dışında bir yöne sahip. Mitoslarda genellikle toprak yani
    yeryüzü kadın olurken gökyüzü erkek olur. Böylece yağan yağmurlar ile
    erkeğin toprağı döllediği düşünülür. Kelt efsanesinde oldukça farklı bir
    bakış açısı var. Alışılmışın aksine gökyüzü tanrısı kadın, yeryüzü erkek.
    Üstelik hayatın başlaması ve doğanın canlanması erkeğin döllemesi ile değil
    annenin çektiği özlem, acı ve sevgiden kaynaklanan gözyaşı sayesinde oluyor.
    Daha sonra yeraltı tanrısına dönüşen Baba'nın (Meşe/Donn) ölenlerin yanına
    gideceği bir karaktere dönüştüğü görülüyor.
  
  Keltler için ağaçların kutsallığını kolayca fark edebiliyoruz. Özellikle
  Meşe ağacı ağaçların kralıdır ve kutsaldır. Bu yüzden yaratılış
  anlatısındaki kral da meşe ağacı ile bağlantılıdır.
  Kralın rahip kardeşi Finn, Gal irfanındaki şamanik bir karakterdir. Daha
  önceleri Pan-Kelt tanrısı olarak tapınılmış, kahin, bilge ve şair yönleriyle
  ortaya çıkmış bir tanrıdır. [Fingan, Fionn, Finnbennach, Findbharra gibi
  farklı adlarla tapınılmıştır.] Onun porsuk ağacı ile ilişkilendirilmesinin
  birçok nedeni vardır. Bunlardan en önemlisi geçmiş zamanlarda insanların
  mezarlıklara porsuk ağacı dikiyor olmasıydı. Yeni mezarlık alanına ilk kez
  biri gömüleceği zaman buraya aynı zamanda siyah bir köpek getiriliyordu. Bu
  Finn'in tazılarını, özellikle tazısı Bran'ı simgeliyordu. (Bazı efsanelerde
  Bran'dan beyaz bir tazı olarak bahsedildiği olmuştur.) Porsuk ağacı ile
  ilişkilendirilmesinin başka bir nedeni boğumlu ve çarpık olan bu ağacın meşe
  ağacına kıyasla kusurlu görünüyor olmasıydı.
  Diğer yandan gençlik ve aşk tanrısı Aengus, Gal kültüründe büyülü, koruyucu,
  hayat veren ve iyileştirici özellikleri olduğuna inanılan
  Üvez ağacı ile ilişkilendirilmişti. Kırmızı meyveleri Tanrılar Soyu
  için neşe kaynağı olmuştu.
  Bu noktada eski insanların doğayı ne kadar detaylı şekilde gözlemlediğini
  anlayabiliriz. Bunlar rastgele seçilmiş ağaçlar değillerdir. Yaşlanmayan
  Porsuk ağacının aksine meşe ve üvez ağaçları yıllık döngünün içinde
  yaşarlar. Meşe ve porsukağacı ile karşılaştırıldığında üvez ağacı çok daha
  pürüzsüz ve genç göründüğünden gençlik ve aşk ile ilişkilendirilen de oydu.
 






