HABERLER
Dini Haber

OSMANLI MİTOLOJİSİNDE BİR DEV "UC"

Osmanlı ve İslam mitolojisinde Hz. Musa’nın en önemli mucizelerinden biri Kuran'da yer almasa da Tevrat'ta 2 yerde geçen "Uc" adlı devi öldürmesidir. Tevrat'ta "Og" adıyla geçen bu devin Tesniye 3/11 de boyunun dokuz, eninin dört arşın olduğu, demirden bir yatağı var olduğu söylenir. Taberi'lerin de iriliğinden ve ölümünden bahsettiği bu dev, yine Tevrat Sayılar 11/3335 de yazıldığına göre Hz. Musa tarafından öldürülmüş, oğulları ve kavmi yok edilmiştir.

UC'A DAİR FARKLI HİKAYELER
  • 10 arşın boyundaki Musa, 10 arşın yükseğe zıplayarak, 10 arşın uzunluğundaki sopası ile Uc'a vurdu. Bu kadar uzunluğa rağmen ancak Uc'un topuğuna vurabildi fakat Uc öldü. Ucun ölüsü Nil üzerinde köprü oldu. Uc 3000 yıl yaşamıştı.
  • Başka bir kaynağa göre Uc suyu bulutlardan içer, denizin dibinde yürürdü. Denizde yakaladığı balinaları dışarı çıkarır güneşte kızartıp yerdi. Burada önemli olan Hz. Musa'nın bu devi nasıl öldürdüğü konusudur. Büyük tufanda yükselen suların sadece dizlerine kadar geldiği, ve Nuh tarafından gemiden kovulan Uc, bir yemekte iki fil yerdi, ağladığında göz yaşları nehire dönüşürdü. Uc çok büyük olduğundan tufan sonrası hayatta kalan tek dev olduğuna inanılırdı. Bir gün dağdan büyük bir kaya koparan Uc, İsrail oğullarını yok etmek istiyordu, bunun üzerine Allah Hüdhüd kuşunu devin üzerine gönderir. Kuş devin elinde tuttuğu kayayı delip geçince elinde tuttuğu kaya Ucun üzerine düşer, bunu fırsat bilen Musa onu bir darbe ile yere yıkar. 
  • Bir başka öyküye göre annesinin cezalandırdığı Uc, annesini öldürmeye çalışan iblisin attığı taşı yakalayarak annesinin hayatını kurtarır. Buna istinaden annesi onu ödüllendirmek için Uc'a güç ve uzun ömür verir. Bazı çeşitlemelerde ise önceki öyküde bahsedilen kayayı Uc'un boynuna delerek geçiren Hüdhüd değil karıncalardır. Uc boynuna geçen bu kayayı çıkarmak istemiş ama ağzının iki yanından çıkan dişleri engel olmuştur. Bu sırada da Musa sıçrayarak baltası ile devin ayak bileğine vurmuş ve onu öldürmüştür. 
  • Musa ile Uc'un karşılıklı oturduğu üstteki minyatürün öyküsü şöyledir: 70 ekmekçinin pişirdiği tüm ekmekleri bir günde yiyen Uc doymak bilmez. Musa ona rastladığında "7 lokma ile doyabilirsin" der ve ona yedi lokmalık çanağı verir. Uc, yedi lokmayı bile yiyemez. Bunun üzerine tokluğun ve açlığın yiyeceklerin niceliğiyle ilgili olmadığı, bunun Allah’tan geldiği gerçeğini kabul eder (devi bile Müslüman yapmışlar :))

Kaynaklar: Minyatürlerle Osmanlı & İslam Mitologyası - Metin And
Tevrat Sayılar 11/3335 | Tesniye 3/11 | Sevakıb-ı Menakıb | Zübdetü't Tevarih
Yazan & Derleyen: Anu

İTHAM EDİYORUM | PDF KİTAP

Eskiden Müslüman olan ve değişen inancı sonrası (ateizm) yaşadığı ülkeden bin bir zorlukla kaçabilen Ayaan Hirsi Ali'nin İTHAM EDİYORUM isimli kitabını sizlerle paylaşıyorum. Kitabı okumak veya indirmek için aşağıdaki resme tıklayabilirsiniz, iyi okumalar.

"İslam'da kadın olmak itaat etmek demektir: Allah'a, babaya, erkek kardeşe ve kabileye." -Ayaan Hirsi Ali

Uyarı: Telif hakları eser sahibine aittir, uygun görülmemesi durumunda telif sahibi dinvemitoloji@gmail.com adresinden irtibata geçerek yayını kaldırtabilir.

PANDEİZMİ DESTEKLEYEN TEZLER

A, din, Occam'ın traş bıçağı teorisi, Pandeist argümanlar, pandeizm, Pandeizm nedir, Pandeizm ve evrim, Pandeizmde yaratıcı inancı, Pandeizmi destekleyen argümanlar, Tanrı evrendir,
İhtiyaç duyduğumuzda evrendeki enerjiyi tecrübe ettiğimiz kadar güçlü olduğuna inandığınız Yaratıcı, bu Evrenin enerjisini ve o enerjinin davranışını kontrol eden yönetim dinamiklerinden başka bir şey yapmamızı sağlamıyor mu?

Pandeizm, bu Yaratılıştan sorumlu bir varlığın gerekli ve desteklenebilir kapasitelerini belirlemek için evrenimizin kendisinin mantıklı ve rasyonel incelemesinden kaynaklanmaktadır. Bunu yaparken, kullanılan teori, Occam'ın usturasını ve rasyonel basitliği ödüllendirir; diğer bir deyişle, gerekli olan özellikleri ortaya koyar ve gereksiz olan tüm özelliklerini, evrenimizin yaşadığı ortamı açıklarken atar. Ve böylelikle böyle bir Yaratıcı'nın böylesine bir Yaratılış'ı gerçekleştirecek kadar güçlü ve yeterince akıllı olması gerektiği sonucuna varılıyor. Evrenizi yaratmak için gerekli olan gücün hem Yaratıcının 'en az ve en büyük ölçüde, rasyonel bir Evrenin rasyonel bir Yaratıcı'nın ürünü olması gerekliliğini gerektirir - rasyonel ve çekici bir motivasyona sahip olan biri, ihtiyaçlarını daha verimli bir şekilde yerine getirebilen herhangi bir rasyonel varlığın bunu yapmasını sağlayacaktır

Aynı felsefi argümanlardan, teistik inanç sistemlerini desteklemek için kullanılan pek çok şey Pandeizm sistemini desteklemektedir. Pandeizm, aynı zamanda, teistik inançların sıkça saldırıya uğradığı çeşitli zayıf noktalardan da yoksundur. Pandeizm lehine en etkili argüman, tasarım argümanının değiştirilmiş bir şeklidir. Deizm gibi Pandeizm, Big Bang gibi şeylerin bilimsel kanıtlarını ve evrenin mevcut şeklini elde ettiği mekanizmanın doğru göstergeleri olarak doğal seleksiyonla evrimi kabul eder. Bununla birlikte, Evrenin bu gibi süreçleri bile destekleyebildiği gerçeği, fizik kanunlarının kendisini bu sonucu kolaylaştırmak için ince ayarlamış olduğunun kanıtı olarak görülür.

Pascal'ın Wager'inin The Pandeist's Wager adlı bir varyasyonu, Pandeizm'in gerçekmiş gibi davrandığı mantığını, hatta mutlak bir gerçeğin bilinemeyeceğini kabul ederek özetlemektedir. Bununla birlikte, teistik inançların aksine, Pandeizm, kötülük sorunundan ve karamsarlığın yıkıcı probleminden kesinlikle muzdarip değildir. Kötülüğe gelince, yaratan yaratıcının Evrenin kapsamı ile sınırlı olduğu varsayılır. Böylece, önleyebileceği kötülük yaratılamamıştır denir. Açıklanan herhangi bir vahiy ve öngörülen hüküm bulunmamakla birlikte, yaratıcının sonuç hakkında önceden bilgili yalnızca deterministik bir Evren yarattığına dair bir kaygı yoktur. Tam tersi, Pandeizm, Evrende ortaya çıkacak olayların özel seyrini önceden bile bilmeyen bir Yaratıcı önermektedir.

Yazan: Anu

DİNLERİN EVRİMİ

DP, din, Dinlerin evrimi, Dinlerin birbirine evrimi, Dinlerin kendi içlerinde evrimi, islamiyet, Dinlerin iddiaları, Kuran çelişkileri, Şura suresi, Sebe suresi, Hicr suresi, Mezmur, Matta, Petrus, “Kesin olarak bilesiniz ki bu zikri (vahyi, Kur'an’ı) kuşkusuz biz indirdik ve onu mutlaka koruyan da yine biziz.” (Hicr, 15/9)

"Bunlar, kitabın ve apaçık olan Kur'ân'ın âyetleridir." (Hicr, 15/1; bk. Elmalılı, Hak Dini, ilgili ayetin tefsiri)

“Ey iman edenler! Allah’a ve Peygamberine ve ona indirdiği kitaba ve ondan önceki indirdiği kitaplara gereği gibi inanın.” Nisa (4) Süresi, 136. ayet

“Senin sözün göklerde, Devirler boyu durur ey Yehova.” (Mezmur, 119/89)

“Gök ve yer ortadan kalkacak, ama benim sözlerim asla ortadan kalkmayacaktır.” (Matta, 24/35)

“Çünkü ölümlü değil, ölümsüz bir tohumdan, yani Tanrı'nın diri ve kalıcı sözü aracılığıyla yeniden doğdunuz. Nitekim 'İnsan soyu bir ota benzer. Tüm yüceliği de kır çiçeği gibidir. Ot kurur, çiçeği düşer. Ama Rabbin sözü sonsuza dek kalıcıdır.' İşte size müjdelenmiş olan söz budur.” (Petrus, 1/23-25)

Dinlerin evrimini iki ayrı kategoride inceleyebiliriz:
  1. Dinlerin Birbirlerine Evrimi
  2. Dinlerin Kendi İçlerinde Evrimi
Bunları ayrı ayrı inceleyecek olursak;

1) Dinlerin Birbirlerine Evrimi:
Bu savı inanan ve inanmayan tüm çevreler kabul eder. İnanların bu evrime inanmalarının sebebi, yaratıcının tek din üzerine olduğu, dinlerin birbirini tekrar etmesinin bu yüzden mümkün olduğudur. Dolayısı ile bu savı reddetmez, aksine desteklerler. Farklı bir biçimde inanmayanlarında en çok savunduğu sav budur ki, her dinin bir öncekinden etkilenerek devamı niteliğinden olduğu, mitolojik dinlerden evrildiği yönündedir.

Burada inananlar için aslında bir sorun vardır. Bu sorun da, gelen yeni dinin gelme sebebinin bir öncekinin yozlaşmış olduğu, aslında bozulduğudur. Hatta önceki kitapta aslında kendinden sonraki gelecek kitabı ve peygamberi desteklemiş olduğunu savunulur ki bu durumun kanıtları hiçbir zaman yoktur (Tevrat, İncilden bahsetmez, İncil, Kurandan bahsetmez). Bazı çevreler örneğin “Aslında gerçek incilde yazıyor. Vatikan biliyor ama söylemiyor.” gibisinden yorumlar yapsa da bunun ne dini ne de bilimsel hiçbir dayanağı yoktur. Yazının başında Tevrat ve incilden alınan ayetler bunu açıkça belirtmektedir. Bu yönde daha birçok sözde bu kitapların kendi söylevlerinde bulunmaktadır. Dolayısı ile her kitap kendinin yegâne göklerde yazılı kitap olduğunu, kendinden sonra bir kitabın gelmeyeceğini savunur. Fakat farklı bir yerde çıkan kitap aslında öncekinin devamı olduğunu savunur. İnanlar için bu bilinmezlik ve paradoks (ki aslında bilinir) sürer gider.

Dolayısı ile tüm semavi dinler “Dinlerin Evrimi” savını kabul eder, ancak hak dinin kendisi olduğunu savunur. Bu açıdan bakıldığında bile her din “Yaratanına” şirk koşmaktadır. Çünkü yaratıcı madem mükemmel, kusursuz, evrensel denge sağlayıcı, sorgulanamaz ve her şeyi bilen ise indirdiği kitabın daha sonra kusurlu hale getirilmesine ses çıkarmaz? İstese kusursuz bir sistemi getirebilirdi ki tüm kitaplar kendini kusursuz ilan ederken sonrakiler onları yozlaşmış kabul ediyor. Demek ki “Yaratılanlar” “Yaratandan” daha kudretli ve zeki ki onun indirdiğini sorgulayabilip değiştirebiliyorlar.

Gerçi her inanç bu duruma karşıda hazırlıklı olarak bir reddiye geliştirmiştir. Nedir bu reddiye mekanizması, “Yaratıcı aslında bizi sınıyor. Acaba onun kelamından çıkacak mıyız diye. Ne zaman biz sapkınlaşırsak o zaman bizi yeni bir peygamber ve kitap ile uyarıyor.”. Her peygamber kendini son peygamber ilan ediyor ve kendini öncekilerden üstün addediliyor. Bu reddiyenin sebebi şudur; eğer gelen din bir öncekini tamamlayıcı veya düzeltici değil ise bu yeni gelen dinin varlık sebebi ortadan kalkar. Sağlam bir dayanak bulunmalıdır. Yoksa insanlar peygamber olduğunu söyleyen kişiye inanmazlar. Bahsettiğimiz bu husus nedeni ile her semavi din bir öncekini kabul ederken kendinden sonrakileri kabul etmez, ayrıca kendinden sonra gelen dinlerin, kendi dinlerinden çıkarları nedeni ile ayrılan gruplar olduğunu ilan eder. (Yahudilerin İsa’ yı reddi, Musevi ve Hristiyanların Muhammed’i reddi).

Bu durum inanlar için (hangi dine mensup olursa olsun) baştan aşağı şirk ve eş koşmak kokmaktadır. Kitaplarda bahsedilen kudretli Tanrı inancına bakarsak. Beşer olan insanoğlu “Yaratanın” kelamını değiştiremez, değişmesine vesile olamaz. O halde ya yaratan “kudretli” değil, ya da bu sözler insan ürünü. Yaratan koşulsuz ve şartsız kudretli olduğuna göre… Yorum sizin.

Bu noktada yazının buraya kadar olan kısmına (ya da geriye kalan kısmı da) yönelik cevap ve eleştirileriniz varsa ki pozitif ve yapıcı eleştiriler bizim kazancımızdır, eleştiri yapmadan önce bu site de yer alan makale ve pdf kitapları okumanızı tavsiye ederim. Onlardan örnek alıntıları yaparak yazıyı uzatmak istemediğim için yer vermedim. Yoksa yazımızın kanıtları sitede ekli olan makale ve pdf kitaplarda geniş ve açıklayıcı bir biçimde bulunmaktadır.

Mevcut durumu tahlil edersek her din bir önceki/-lerin devamı konumundadır. Öncekini reddetmeden, kötülemeden veya yok saymadan –ancak bozulduğunu ve yozlaştığını söyleyerek- kendisini devam din olarak niteler. Semavi dinlerin kökeni antik mısır ve sümer dinleridir ki bu durum tüm akademik ve bilimsel çevreler tarafından kabul görmüştür. Antik Mısır ve Sümer dinlerinden evrilen ilk semavi din olan Yahudilik, devamında Hristiyanlığa, Hristiyanlıkta Müslümanlığa evrilmiştir.

2) Dinlerin Kendi İçlerinde Evrimi:
Dinlerin kendi içlerinde evriminin çeşitli sebepleri vardır. Çağlar ilerledikçe, teknoloji geliştikçe, eski adet ve dinler terk edilemediğinden, coğrafi sebepler, yeni yapılan keşifler ve benzeri sebeplerle dinlerde yenilenmeye ihtiyaç duyulur. Bu yenilenmeler farklı inanç felsefelerinin ve gruplarının oluşması ile sonuçlanır. Örneğin Hristiyanlıkta Ortodoksluk, Protestanlık, Katoliklik, Presbiteryenlik, Evanjelistler vb. fraksiyonlar her birbirlerinden farklı olabilmekte ya da birbirleri içinden türemektedirler. İslamiyet’te de durum pek farklı değildir. Sünniliğin içinde 4 hak mezhep kabul edilen Hanefilik, Hanbelilik, Şafiilik ve Malikilik ile Şia ve içerisinde yer alan fraksiyonlar (Caferilik gibi) bunun kanıtıdır. Bu bölüngüler içerisinde yaşayan insanlara şu sorulduğunda, örneğin bir Müslümana:” Peygamber ve 4 halifenin mezhebi nedir?” diye sorulduğunda sağlıklı net bir cevap alamazsınız. Dinlerin kendisinde şu mantık vardır: İbadetlerde ve inançta yorum olmaz, yaklaşım sergilenmez veya mantığa göre ya da ihtiyaca göre şekillenmez. İbadet ve inançta peygamber ve kitap ne yapıyorsa o yapılmalıdır. Ancak bu görüşe reddiye geliştirenlerin en büyük savunması şudur:

“İyide bizim mezhepte kan abdesti bozuyor, ancak öteki mezhepte bozmuyor. Sebebi coğrafi sebepler. Peygamber şöyle olduğunda kan akmış ancak abdest almamış onlar onu örnek almışlar, ama bir keresinde kan çıkınca abdest almış, biz onu uyguluyoruz.”

Burada sorun şudur. Peygamber semavi inanca göre hatasız ve eksiksizdir. Yaratanın rahmeti ondadır. O yaratıcının yeryüzündeki gölgesi ve elçisidir. Dolayısı ile o zaman ya abdesti tazelersin ya da tazelemezsin. Tazelersen bir mezhebe göre namazın kabul olmuyor, tazelemezsen öteki mezhebe göre namaz kabul olmuyor. Sen yorum getiremezsin. Senin imamın ve şeyhinde yorum getiremez. Onlar gereğini yürütmek ile sorumludur. O halde ya yaratıcı mükemmel değil, ya da sen, hocaların ve şeyhlerin sorunlu. Yaratıcı mükemmel olduğuna göre… Yorum yine sizin. Daha bu hususlara örnek çok. Eğer örnek yok diyorsanız o halde hiç Müslüman olamadınız demektir. Müslüman iseniz kuranı anlayarak okumuş ve hadis külliyatı ile desteklemiş olmalısınız. “Yok, ben hocama sorarım!” diyorsanız, Hocanız sizi öteki dünyada (!) kurtarsın da görelim. Ayet bu konuda açık. Anlayarak okumamış iseniz hükmünüz kesin. Önceki yazılarımızı okuyun, pdf kitaplara bakın. Bu hususa defalarca değinildi.

Konumuza geri dönersek insanlar kendi keyfiyetleri, yönetim ihtirasları ve güç için dinleri kendi ihtiyaçları doğrultusunda yoğurup değiştirmişler, adına da mezhep demişlerdir. Bu durumun farkına varıp “Dünyada Peygamber dönemindeki İslamiyet yaşanmıyor. İslamiyet te mezhep olmaz, olamaz. Peygamber bunu yasaklamıştır. Din de Allah gibi birdir ve tektir!” diyen Konca KURİŞ, insanları uyandıracağı (!) endişesi ile canavarca katledilmiştir.

Bu bahsettiğimiz hususa da reddiye geliştirebilirsiniz ki amacım sizi değiştirerek “inanma inanma din diye bir şey yok” demek değildir. İster inanırsınız ister inanmazsınız. Bu sizin bileceğiniz ve özgür iradeniz ile seçebileceğiniz bir olgudur. Sadece doğru araştırın.

Bu noktaya kadar iki ayrı başlıkta Dinlerin Evrimini bir nebze olsun incelemeye çalıştık. Dinlerin Evrimi şüphesiz gerçektir. Okundukları zaman tüm semavi din kitaplarının söylevlerinin hemen hemen benzer olduğunu rahatlıkla görebilirsiniz. Bunu için okuma-yazma bilmeniz ve objektif olmanız kâfidir.

Başka bir husus burada karşımıza adeta dikilir. Dinler kesinlikle “Evrimleşiyor”. Değişiyor ve gelişiyor. Kendilerini ortadan kaldırmaktan ziyade kendi iç fraksiyon ve dinamiklerini geliştirerek evriliyorlar. Örneğin Pensylvania’ nın ağlak imamı, peşinde koşan primatlar ve müritleri. Bu primatlar ve müritler, o ağlak imamı “Kurtarıcı Mehdi” ilan ederler ki mehdi inancı Kuran açısından değerlendirildiğinde tümden bid’at’ tır. Muhammed ve 4 halife döneminde “asla” mehdi/mesih inancı olmamıştır. Hristiyanlıktan geçmedir.

Konumuzdan biraz farklı olmakla beraber, Dinlerin Evrimi ile bağlantılı farklı bir konuya da değinelim.

Yazının başında bahsettiğimiz gibi her kitap, kendisinin sabit ve değiştirilemez olduğunu ısrarla belirtir; kendisinin yaratıcı kelamı olduğunu, “şüphesiz” doğru bir elçi sözü olduğunu söyler. Bu elçiler hep kendi kavimlerine ve bölgelerine gelmiştir. Musa ve İsa İsrail oğullarına ve Muhammed Arap oğullarına.

“Biz sana Arapça bir Kur’an vahiy ettik ki, sen anakent olan Mekke ile bütün etrafını uyarıp irşat edesin.”(Şura 7)

Demek ki amaç, Mekke ve çevresini uyarmak. Sorun Mekke ve çevresinde. Diğer yerlerde Allah’ın kelamı önceki dinler ile sabitenmiş. Ancak durum böyle olursa İslamiyet nasıl yayılacak?

Taberi bu ayeti açıklarken “bütün etraf” tan kastın dünya olduğunu belirtir. Yoksa Kuran sadece Mekke ve çevresinden ibaret olacak. Sistem çökecek. Diğer dinlerin tamamlayıcısı olması için bu dinin tüm coğrafya ya gelmesi gerekiyor. Ne yapıyor Taberi? “Etraftan kasıt dünyadır” diyor. İlginç olan şudur ki, Allah tüm dünya diyemiyordu da, aklı ermiyordu da, Taberi Allah kelamını düzeltiyor. İslami Terminolojiye göre kendini Allah’ın yerine koyuyor. Burada İslami açıdan şüphesiz şirk vardır.

Bu sözlere reddiye olarak şunu söyleyebilir ve kanıt olarak sunabilirsiniz ki:

“Resulüm! Biz seni bütün insanlara/insanlığa rahmetimizin müjdecisi, azabımızın uyarıcısı olarak gönderdik; lakin insanların ekserisi bunu bilmezler.” Sebe Suresi 28. ayet

Ya da

“Biz seni âlemlere rahmet olarak gönderdik.”(Enbiya, 21/107). Yalnız ALEM kelimesi coğrafi yerleri tanımlamaz. ALEM “kimse” demektir.

İnsanlar Kuranı kendi dilleri ile okumuyorlar ki? Nereden bilecekler kime gönderildiğini? Ayrıca her kitap kendini insanlara geldiğini söylüyor? Ayetler bile bu noktada çelişki taşıyabiliyor.

İnanlar için ayetler arasında hükmü kalkan olmaz. Her ayet geçerlidir. Allah tüm ayetleri bir düzen ve mükemmellik üzerine kurmuş ise yukarıda belirttiğimiz Şura 2 ile Sebe 28’i bir karşılaştırın. Birbirlerinden farklı şeyler söylüyorlar. (Site Başyazarı ve Admini Dostum A.KARA’ nın “Neden Deist oldum 2” adlı yazısında, ayrıca İlhan ARSEL kitaplarında bu çelişkiler bolca örneklendiriliyor. O yüzden daha fazla örnek görmek isteyenler bu makale ve kitaplara göz atsınlar)

Şöyle bir durum bizi bekler ki, aslında tüm kitaplar insanlığa gönderilmiştir. Ancak Irkçı ve faşist yaklaşımlarından dolayı İsrailliler Yahudiliği ırk/din haline getirmişlerdir. Örneğin Yahudi baba Hristiyan anneden olan bir çocuk Yahudi olamaz. Ancak Yahudi anne ve Müslüman babadan doğan çocuk Yahudi kabul edilebilmektedir. Anne din ve ırk aktarıcısı durumundadır.

Hristiyanlıkta ise Yahudiliğe göre daha hümanist bir bakış açısı vardır. Bu kapsamda misyonerlik faaliyetlerine girişilmiş ve dünyanın geri toplumlarında seri bir Hristiyanlaştırma politikası gütmüşlerdir.

Kısacası her din, bu “Din Evrimi” hususunu kabul eder, ancak kendisinin kesin ve doğru olduğunu söyler. Bu nedenle yayılmacı bir politika güderler. Yani her din, kendisinin “İnsanlığın koşulsuz şartsız en son kurtarıcı dini” olduğunu iddia eder. Ancak dinler zaman ilerledikçe çağına uymadığından iç fraksiyonlara bölünmeye mahkûm olur. Demek ki “Yaratılanlar”, “Yaratandan” daha bilge ve kudretli ki onun hatalarını düzeltiyorlar. İnançlarını çağa uyduruyorlar. Yaratıcı kusursuz ve kudret sahibi olduğuna göre birileri ortada bariz bir biçimde yalan söyledi ve birileri yalan söylemeye devam ediyor.

Sonuç olarak ister inançlı olun ister inançsız. Dinler Evrilmiştir, Evrilmeyede devam ediyordur. İnanlara göre, Yaratıcı tek kitap ve tek peygamber ile (tüm dinler önceki peygamberleri kabul eder ancak son ve en geçerli peygamberi kendi peygamberi görür) insanlığı (!) uyarmıştır. O halde bu ayrılıkların sebebi nedir?... Bu ayrılıklardan kimlerin ne çıkarları olabilir? Din ile insanlar kandırılabilir mi? İnsanlar Din ile kandırılıyor ise bu kandırmanın amacı nedir? Cevaplar sizde saklı.
Aklımda Deli Sorular:
  • Muhammed ve 4 halife kandil gecelerini kutladı mı?
  • Muhammed ve 4 halife döneminde mevlit okundu mu? Tatlı dağıtıldı mı?
  • Muhammed ve 4 halife döneminde 3 aylar kutsal mıydı?
  • Muhammed ve 4 halife teravih namazı kıldı mı?
  • Muhammed ve 4 halife hadisleri yazdırdı mı?
  • Muhammed ve 4 halife döneminde minare var mıydı?
  • Muhammed ve 4 halife döneminde türbeler ziyaret edilir miydi?
  • Muhammed ve 4 halife döneminde mezarlık ziyaretleri var mıydı?
  • Muhammed ve 4 halife döneminde saltanat var mıydı?
  • Muhammed ve 4 halife döneminde kefaret orucu var mıydı?
  • Muhammed ve 4 halife döneminde tespih çekiliyor muydu?
  • Muhammed ve 4 halife döneminde mezar taşı üzerine ayet, dua, şiir vb. yazılıyor muydu?
  • Muhammed ve 4 halife döneminde ölülerin ardından 7’ si 40’ ı 52’ si yapılıyor muydu?
  • Muhammed ve 4 halife döneminde yatırlara mum yakılıp dua edilir miydi?
  • Muhammed ve 4 halife döneminde ücrete kuran okunur muydu?
  • Muhammed ve 4 halife döneminde kuran nağme ve musiki ile mi okunurdu?
  • Muhammed ve 4 halife döneminde bir yerlere cevşen asılır mıydı?
  • Muhammed ve 4 halife döneminde cenaze bildirimi için sala okunuyor muydu?
  • Muhammed ve 4 halife döneminde bugün kılınan namaz mı kılınıyordu?
  • Muhammed ve 4 halife döneminde kurban kanı alına sürülür müydü?
  • Muhammed ve 4 halife döneminde recm var mıydı?
  • Muhammed ve 4 halife döneminde “Azrail” adlı bir meleğin adı geçiyor muydu?
  • Muhammed ve 4 halife döneminde muska takılır mıydı?
  • Muhammed ve 4 halife döneminde namaz 3 vakit mi? Yoksa 5 vakit miydi?
  • Muhammed ve 4 halife döneminde takke takılır mıydı?
  • Muhammed ve 4 halife döneminde kadının erkeğin kaburga kemiğinden yaratıldığı söylenir miydi?
  • Muhammed ve 4 halife döneminde kabir azabından bahsedilir miydi?
  • Muhammed ve 4 halife döneminde İsa’nın tekrar yeryüzüne geleceği inancı var mıydı?
  • Muhammed ve 4 halife döneminde mehdi kavramı var mıydı?
  • Muhammed döneminde, Kuran kitap halini almış mıydı?
  • Ebubekir hiç kitap formatından Kuran okumuş muydu?
  • Hiçbir kutsal kitap peygamberinin özel hayatına karışır mı? Karışsa bile bunda “âlemleri” ilgilendirecek nasıl bir bilgi olabilir ki?
  • Ana dili Arapça olan araplar bu dini “Şüphesiz apaçık arapça” olarak indirilen Kuranı okuyarak ve anlayarak yaşıyor ise bizim din yaşantımız neden farklı?
  • Dinlerini okuyarak ve anlayarak yaşayan araplar mı daha doğru dinlerini yaşıyor, yoksa dini okumadan ve anlamadan okuyan bizler mi daha doğru yaşıyoruz?
  • Eğer dini biz doğru yaşıyorsak, araplar neden Kuranı okuyup anladıkları halde farklı yaşıyorlar? Bir insan veya topluluk bilerek ve isteyerek KÂFİR olur mu?
Sağlıcakla kalın.
Yazan: Demon Product

HRİSTİYANLIK'TAN DEİZM'E

deizm, neden deist oldum, hristiyanlık, Hristiyanlık'tan Deizm'e, Değişim hikayesi, Dinden sıyrılış hikayesi, Eski Hristiyan, Bekaret yemini, Suyu şaraba çevirme, Deist oluş hikayesi, A,
Bilindiği üzere kendi Deist oluş hikayemi anlattığım "Neden Deist Oldum" başlıklı 3 yazı yazıp paylaştım. Fakat sizlerle biraz da farklı kültür ve dinlerden insanların dinlerini terk ederek Deizm, Ateizm vb. felsefi akımları tercih etme hikayelerini paylaşmak istiyorum. Dolayısı ile bu paragraf sonrasındaki tüm yazılar bana değil, doğrudan yazana aittir.

Sevgili arkadaşlar,
Bu mektubu Bob Johnson'un isteği üzerine yazıyorum. Bütün hayatım boyunca Deistik duygular yaşadım, ancak 10 yıl kadar önce dünyamın bir ismi vardı. Deist "olduğuma" hiçbir zaman inanmıyordum. Daha ziyade inanmış olduğum çizgi ile bir felsefe keşfettiğimi söyleyebilirim.

Katolik bir ailede doğdum ve ilk, lise ve üniversite için Katolik okullarına katıldım. Bir genç olarak boş zamanlarımdan bazılarını Keşif ve Bilim Kanallarını izleyerek ve doğayla fizik hakkında öğrenirken harcardım. Öğrenmeyi çok sevdim ve okulda genel olarak Hristiyanlık ve Roma Katolikliği hakkında her şeyi öğrendim. Fakat söylediklerime gerçekten asla inanmadım. Dönüştürülme, doğuştan gelen günah, papanın sonsuzluğu, bakire doğumlar, göklere çıkma ve suda yürümeyi kabul etmekte bazı sorunlar yaşadım. Sadece dünyanın nasıl çalıştığına dair anlayışıma uymadılar. İkincisi, doğum kontrolü kullanımına ilişkin yasak aptalca görünüyordu ve kadın rahibelere yapılan yasaklamalar kadın düşmanıydı. Şüphe her zaman mevcuttu ve annem din sınıfında C aldığımda hayret ederdi, her şey düz A'ydı.

Deizm terimini ilk görüşüm dünya tarihi dersinde Aydınlanma'yı (Enlightenment) okurken oldu. Hemen ilgi ve merakımı tetikledi. Thomas Paine, Ethan Allen, Benjamin Franklin, Thomas Jefferson, Matthew Tindal, John Toland, Voltaire, Shaftsbury ve diğerlerini okudum. Okuduğum gibi, görüşlerimin yüzyıllar önce zaten ifade edildiğini gördüm. Benim bir Deist olduğuma şüphe yoktu. Evreni anlamak için sebebimi kullanmaya kararlıydım. Ben yapı olarak sessiz ve mantıklıydım. Nitekim bir zamanlar bir işveren bana Star Trek'ten Spock'u hatırlattığımı söylemişti. Mantıksal olmak kesinlikle benim özelliklerinden biri ve bence bu nedenle Deizm, benim için mükemmel bir teolojik felsefe idi.


Katolikler ve Protestanlar iktidar için savaşırken, dini savaşların Karanlık Çağ'ı sarstığını öğrendim. Birlikte gelen aydınlanma hoşgörüyü ve daha iyi bir yolu getirirken dini fanatizmin tehlikeli olduğunu insanlara söyledi. Bu insan ahlakı üzerine benimde desteklediğim harika bir gelişmeydi. Fakat bana göre bu ahlaki bir standart olarak yetersizdi. Hoşgörü birine, "Senden nefret ediyorum, ama bununla baş edeceğim ve farklılıklarımızdan dolayı seni öldürmekten kaçınacağım" demek gibi bir şey. Kabul, ahlakın daha yüksek bir standardıdır. Bir kişi, farklılıklarına rağmen, insan toplumunun tam bir üyesi olarak birini kabul etmeye hazır olduğunda, adil davranır. "Senin ayakkabılarına girseydim haysiyet ve saygıyla muamele görmek isterim" demek gibi bir şey. "Bu yüzden sana bana davranmanı isteyeceğim gibi davranacağım ". Deistler tarih boyunca başkalarına sürekli gülünç ve duyarsız inançlar üzerine yaptıkları küçük savaşlarını durdurmalarını söylüyorlardı.

Şunu çok kuvvetli hissettim, Deizm soyadımı değiştirmekten daha iyi bir ahlaki yoldu. Bu, birçok insanın yaptığı şey. Müslüman olurken Muhammed ismini alıyorlar. Hristiyanlar, Hristiyanlığa olan bağlarını sembolize eden bir onay ismi alırlar. İnsanlar dünyaya "İnandığım budur" demek için bunu yapıyorlar. Bunda utanılacak bir şey yok ve insanların inandığım şeyi bilmesini istiyorum. Sonunda, Roma Katolik Kilisesi'nden istifa edeceğim, ancak bu farklı bir şey hikaye.

Öyle görünüyor ki çok akıllı insanlar Deizm'e çekiliyorlar. Bunun nedeni, Deizm'in size tüm cevapları vermesi ve size hakikati söylemesi değildir, doğru cevapları aramak için bir topluluk oluşturması ve dünyanın örgütlenmesi için bir çerçeve oluşturmasıdır. Nihayetinde her kişi makul bulduklarına göre kendi cevaplarını bulmalıdır. Bu, bireyci olan insanlarla, insanlığın daha iyi hale getirilebileceğine inananlara bir akor olur. Bilgiye olan sevgim, doktora programını bitirene kadar eğitimimi sürdürmemi sağladı. Artık bir üniversite profesörü oldum ve aklımı insanlığın iyileştirilmesi için kullanmaya kararlıyım. İçtenlikle,

Yazan: Prof. RT Longoria de Voltair
Çeviren & Düzenleyen: Anu

PANENTEİZM VE MODERN GELİŞMELER

Matematikçi Alfred North Whitehead'in (1861-1947) yazılarından ortaya çıkan çağdaş bir Hristiyan teolojik hareketi olan süreç teolojisi genellikle Panenteistik kavramları kullanmaktadır. Whitehead, Tanrı'nın "ilkel" ve "sonuç" olarak iki doğası olduğunu iddia etti. Bu doğada, dünyanın bütün tarihi ve mümkün olan her gelecek vardır. Böylece, herhangi bir anda, bir varlığın Tanrı'nın içerisine dahil edildiği söylenebilir ve bu şekilde Tanrı'nın da o varlık içerisinde bulunduğu iddia edilebilir. Süreç teologları bunu Tanrı'nın evren içerdiğini, ancak onunla özdeş olmadığını ifade eder. Bu Tanrı insanda içten içe yaşar, açık kuvvetten ziyade insan iradesine ikna etme gücü sağlar. Böylece, insanlar hala Tanrının zorlamalarının merhametinde olmaktan ziyade özgür irade sahibidirler. Dahası, Tanrı sürekli akış halindeki bir evrene sahip olduğundan, Tanrı da zaman içinde evrende gerçekleşen eylemler tarafından etkilenebilir, değiştirilebilir olarak kabul edilir. Bununla birlikte, İyimserlik, cömertlik, bilgelik ve benzeri gibi Tanrı'nın soyut unsurları sabit kalır. Böylece, Tanrı evreni içerir ve içten içe evrendedir; Bununla birlikte, sahip olduğu soyut unsurlar, onun aşkınlığının en üst noktasını temsil eder. Dolayısıyla süreç teolojisi aslında Panenteistiktir.

Yazan: Anu

DİŞİ KURT ASENA

Türk mitolojisi, mitoloji, Asena, Kurt Asena, Kurdun büyüttüğü çocuk, Çocuktan hamile kalan kurt, Türk mitolojisinde kurt adamlar, Kurttan doğan çocuklar, Türk efsaneleri, Mavi yeleli kurt Asena,
Romalıların ve Remus'un Romalı efsanesini, Roma'yı kuran bir kurdun yetiştirdiği ikiz kardeşleri belki biliyorsunuzdur. İşte bizim de buna benzer bir efsanemiz var. Fakat unutulmamalıdır ki bu efsanenin birkaç farklı anlatımı var, şimdi bu 3 farklı efsaneyi (ki en farklısı 3 numaralı olanıdır) sizlerle paylaşmak istiyorum.

1) Kurt sayesinde yaratılanlar sadece Roma ve Roma'lılar değildi. Eskiden Türk ulusunun da bu şekilde doğduğuna inanılırdı. Efsaneye göre, bir çocuk haricinde tüm Türklerin öldürüldüğü devasa bir savaş vardı, sağ kalan bu tek çocuk bir bataklıkta güvenliği için saklanmıştı. Halkı öldüğünde, bu küçük çocuk kurt tarafından bulunana kadar yalnızdı. Bu kurt onu mağarasına kendi yavrularının yanına taşıdı. Mi budur ya, bu çocuk büyüdükten sonra o kurtla çocuk yapar ve sonuç olarak on oğlu olur. Oğullardan biri, Türkistan Türkleri arasında büyük bir lider olan ve kurt kafasını amblem olarak kullanan Asena'ydı.

2) Türk'ler Asena adında bir kurt tarafından kurtarıldığına inanıyordu. Yaratılış efsanesine göre, Orta Asya'da yaşayan bir kabile, düşman tarafından yenildi ve yalnızca 10 yaşında bir oğlanı sağ bıraktı. Onu öldürmediler, bir kuytuya atıp terk ettiler. Birdenbire, oğlanı etle besleyen ve onu yetiştiren bir dişi kurt ortaya çıktı. Daha sonra kurt genç çocuktan hamile kalmıştı. Düşman Kralının bunu duyması üzerine, askerleri çocuğu öldürmek için gönderirken, kurt dağın tepesinde bir mağaraya girdi ve yerel hanımlar tarafından bakıma muhtaç 10 oğlan doğurdu.  Bu çocuklardan hamile kalan kadınların çocuklarının bir kabile ismi vardı; "Asena". Bu efsanenin birçok versiyonu Ergenekon Mitinde ve Yaratılış Mitinde de anlatılmaktadır.

Türk mitolojisi, mitoloji, Asena, Kurt Asena, Kurdun büyüttüğü çocuk, Çocuktan hamile kalan kurt, Türk mitolojisinde kurt adamlar, Kurttan doğan çocuklar, Türk efsaneleri, Mavi yeleli kurt Asena,

3) Efsanenin diğer bir versiyonunda, bir Türk köyünün herkesi öldüren Çin askerleri tarafından saldırıya uğradığı belirtiliyor ancak ordunun komutanı bir bebek çocuğuna acıyor ve onu öldürmek yerine kollarını ve bacaklarını keserek geride bırakıyor (ne vicdanlı adammış demeden edemeyeceğim). Ordu ayrılmaya başlayınca komutan birden bire bebeği öldürmediğine pişman olur, onu öldürmek için geri döner. Fakat o zamana kadar bu küçük çocuk, mavi yelesi olan Asena adında bir kurt tarafından kurtarılır. Kurt oğlanı tedavi eder ve iyileştiğinde onunla birlikte olur. Bu birliktelik sonrası Göktürklerin Aşina klanının öncülerinden biri olan yarı insan, yarı kurt varlıklarından oluşan bir türü doğuruyorlar (kurt adamlar).

Yazan: Anu

APAÇIK AYETLER

DP, Apaçık ayetler, Kur'an apaçık mı?, Apaçık olmayan ayetler, Kuran, din, islamiyet, Din ile büyütülen gençlik, İslamiyet gerçekleri, Kuran gerçekleri, Kuran çelişkileri, Ayetler,
1990’ ların ortalarında iyi giyimli, orta halli olduklarını gösteren moda tasarımına sahip, nispeten “üniversiteli” okumuş çocuk izlenimi veren gençler sokaklarda bir takım kitaplar dağıtmaya başlamıştı. Dağıtılan kitap konusuna daha sonra tekrar geri döneceğiz.

Ülke de sessiz sedasız bir devrim hareketi yürütülüyordu. Bu devrim hareketi gücünü farklı dinamiklerden alıyordu. Söz konusu devrim ülke yönetimine veya idareye talip olmak için değildi. Toplumsal bir dönüşüm hedefleniyordu. Bu dönüşümün gerçekleşmesi için bu kitaplar sadece bir basamaktı.

90’ ların başı zaten çok sancılı geçmişti. Turan DURSUN, Bahriye ÜÇOK, Uğur MUMCU, Çetin EMEÇ, Eşref BİTLİS ve Cumhurbaşkanı Turgut ÖZAL gibi birçok isim cinayet veya şüpheli ölümlerin kurbanı olmuştu. Madımak Yangını (katliamı) ve Başbağlar katliamları ile çok sayıda insan toplu “SOYKIRIM” a uğramışlardı. PKK terörü gün geçtikçe güçleniyor, ülke siyasal sorunlar ile boğuşuyordu. Enflasyon ve pahalılık nedeni ile günden güne sinir sistemi yıpranan halk,  yerel yönetimlerdeki yolsuzluk haberleri ile iyice kızgınlaşmıştı. Adeta bir dönüşüme zemin hazırlanıyordu. Sanki 12 Eylül 1980 öncesi senaryolar farklı biçimlerde tekrar ediyordu. Ancak bu dönüşümün amacı ne askeri bir darbeye zemin hazırlamak ne de ülkenin dış güçlere teslim edilmesiydi. Amaç, farlı bir yönetim sisteminin ülke genelinde egemen olmasıydı. Zaten zemin müsaitti.

Ülkenin “okumuş” büyük çoğunluğu 12 Eylül öncesi sağcı-solcu diye iki farklı kampa ayrıldığından beyinleri yıkanmıştı. 12 Eylül de yaşanan işkenceler ile bu “okumuş” bireyler devre dışı kalmıştı. Üniversitelerdeki “sağlam” akademisyenler dönemin “Kurtarıcısı” Evren Paşa tarafından kurulan YÖK ile görevlerinden uzaklaştırılmışlardı. Üniversitelerin özerk yapısı devre dışı kaldığından bu “bilim” kurumları sadece kodlanmış ve “istenen komutlara yanıt veren” öğrencileri mezun ediyordu. Eğer sistemi eleştirir veya farklı bir tonda ses çıkartır ise bu öğrenciler “anarşist, terörist, allahsız, kitapsız, vatan haini, eşcinsel, satılmış, gâvur uşağı vb.” ithamlar ile isimlendiriliyor, ya okuldan ayrılmaları sağlanıyor ya da mezun edilmiyorlardı. Söylenenlere koşulsuz biat edecektiniz. Eğer bu “çatlak” ses çıkaran öğrenciler grubunda iseniz mezun olmanın yolu, uğraşılamayacak seviyede zekâya sahip olmanız veya “vicdanlı” öğretim görevlilerine denk gelmenize bağlı idi.

Ülkenin değişmeyen tek sistemi din idi. Yıllardır geleneksel sistem aynı düzende devam ediyordu. Bu sistemde, 7-8 yaşlarına gelen kız-erkek çocuklar yaz tatillerinde kuran kurslarına gönderilir, Allah yolunda Muhammed’in rehberliği ve Kuran kılavuzluğunda inançlı bir birey olmaları sağlanıyordu. 10-11 yaşlarına gelindiğinde eğer çocuk hatim ederse ödüllendirilir, başka çocuklarla “örnek çocuk” misali ile mukayese edilirlerdi. Anne ve Babalar kendi çocuklarına: “ Bak arkadaşın ne güzel hatim etmiş. Allah onu cennete koyacak. Sen böyle gâvur gibi gez.” Diye suçlamada bulunurlardı. Hatim eden çocuğun ailesi ise “Romalı muzaffer kumandan” edası ile mahallede kasıla kasıla gezerdi. Annesi “gün” tabir edilen mahalle altın borsalarında diğer annelere çocuğunun nasıl kuran okuduğunu ballandıra ballandıra anlatır, “Ayol sizin çocuk daha okuyamadı mı? Gâvur olur kız bu!” gibisinden cümleler kurarak diğer annelerin moralini bozardı. Okumayan çocuğun düştüğü psikolojik travma ise bambaşka idi. “Sanırım Allah beni sevmiyor. Ben gâvur olacağım. Cennete gidemeyeceğim. Annem babam beni sevmeyecek” korkusu ile başbaşa kalıyordu. Okuyan çocuğun durumu ise adeta bir Popstar ile ancak mukayese edilirdi. O prototip’ ti. Yaratılmış tek kişi idi. Üstün insandı. O Kuranı hatim etmişti. Başkaları alt sınıftaydı artık. Onun yeri camide namaz saflarında en önlerde olmalı idi. Arkadaşları ona bakarak gıpta etmeli, onu örnek almalıydı. Her şeyin en iyisine o layıktı çünkü.

Eğer aile biraz muhafazakâr ise çocuk İmam-Hatip okullarına gönderilir. Bu sayede inançlı, cenneti garantilemiş, sevap işleme konusunda hem kendine faydası olan hem de başkalarının sevap kazanmasına da vesile olabilecek bir birey olacaktı. Onların evine cin, şeytan, peri vs. paranormal mahlûkat uğrayamayacak, evde adeta muazzam bir bolluk yaşanacaktı. Evde yangın, sel gibi afetler olmayacaktı. Çünkü bu çocuk az önce bahsettiğimiz durumlara karşı tüm korunma ve muhafaza dualarını okumuştu. Eğer olurda bu aksiliklerden birisi veya birkaçı gerçekleşirse bu sınav idi. Daha sıkı bağlanmamız için yaratıcımız bizi sınıyordu.

Hele çocuk ilahiyatı da bitirirse artık onun üstüne kimse yoktu. Onunla ancak okul arkadaşları veya hocaları mukayese edilebilirdi. O örnek mümindi çünkü. Bu din anlamındaki kariyer ve öğrenim esnasında akıl hocaları hangi fraksiyondan ise çocuk o yola yönelebiliyordu. Ancak bu durum rahatsız edici değildi. Sonuçta Ehli Sünnet Vel Cemaat yolunda hangi cemaate takılırsa takılsın sadece usul veya düşünce tarzı yönünden farklılık oluyordu. Ortak yol aynı idi.

Bu gelişim sürecine göz attığımızda, istisnalar hariç, 10-11 yaşlarında adeta bir “Popstar” olan çocuk yıllar geçtikçe değişim yaşamaya başlar. 13-14 yaşına geldiğinde o Popstar’ lığın getirdiği şan ve şöhret artık kalmamıştır. Arkadaşları birbirleri ile doğum günü kutladıklarında veya herhangi bir eğlenceye katıldıklarında onlar katılamazlar. Mevcut statüleri buna engeldir. Yeni arkadaş çevreleri veya aileleri hemen sözlü baskıyı kurar: “Çocuğum onlara özenme onların ailesi de Gâvur gibi zaten. Onlar cehennemlik. Kızlar fuhuşiyat peşinde. Erkeklerin elinden içki şişeleri düşmüyor. Onlar şeytanı kılavuz edinmişler. Aman onlara özenme. Seni kandırmalarına izin verme. Duyduğun istek şeytanın vesvesesi!” gibisinden sözler karşılar bu ergen çocuğu. Bir süre sonra zaten kendi iç dünyasındaki “Ben” onu dizginler. Bu diğer “Ben”, onların şeytanın yolunda olduğu, pişman olacaklarını ve hiç şüphesiz zalimlerden olacaklarını söyler.

Yaş 18-20’ lere geldiğinde bu genç, artık iyice dinsel erişkinliğe ulaşmak üzeredir. Artık çevresinde “danışılabilir” bir konumdadır. Sohbetlerde din adına konuşabilir, yorum yapabilir durumdadır.

Bu gencin daha 9-10 yaşlarından 20’ li yaşlarına kadar geçen sürede öğrendikleri, yaşam standartlarını belirleyen, dinsel öğretilerinin tabanını hazırlayan kişiler “sorgulanamaz” olan hocalarıdır. Nadiren sorgulanırlar. Hocaların sorgulandığı bölümler de onların kişisel görüşlerini kapsar. Öğrenci, onlara katılmayabilir. Ancak genel ve ortasında buluşulan hususlar kesindir. Değiştirilemez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez.

Buraya kadar bireye kim çengel atarsa onların elinde kalır. O cular, Bu cular, bilmem ne cemaati vs. Daha 13-14’ lü yaşlarında olan birey, adeta dini işçi pazarındaki (Halk arası tabir ile amele pazarı) yerini alır. Orada cemaat menajerleri onlara kapak atar. Ya onların beynini çelerler ya da ailelerinin. Bu sistemin böyle yürümediğini yanlış aktardığımı iddia edebilirsiniz ki o halde size diyeceğim tek laf Türkiye’de yaşamıyorsunuz ve hiç yaşamadınız. Hansel ve Gretel in aklını çelebilmek için kekten ev yapıp çikolata ve şekerlemeler ile onları kandıran cadı misali bunlarda onların veya ailelerinin hoşuna gidecek masallar ile kandırıp kendi saflarına çekerler. Arada “ne oluyor burada dostum” diyerek bir takım gerçekleri fark eden, ancak yine de kendi iç çekişmelerini aşamayan Edip YÜKSEL gibi din adamlarına ya da tümden hepsini terk eden Turan DURSUN veya Arif TEKİN gibi din adamlarına rastlanır. O Turan DURSUN ki İsmail Ağa medreselerinde hocalık dahi yapmıştır.

Bu sıyrılışlarda BİLİM ön plana çıkabiliyor bazı durumlarda. Gencimiz bay olduğunda yakışıklı veya bayan olduğunda güzel ve alımlı ise, aynı zamanda gelir düzeyleri ve toplumsal statüleri yüksek ise o halde Level 2 cemaatler devreye giriyor. Bu cemaatler bilimsel veriler ışığında İslam’ın “eksik(!)” görülebileceği, bu nedenle yeniden bilimsel veriler ışığında yorumlanması gerektiğini söylüyorlardı. Ana görüşleri şu idi, aslında Kuran çağlar gerisinden çağlar ötesine her şeyi anlatıyor ve kanıtlıyor. Yeter ki doğru açıdan bak. Bu cemaatler “kedicikleri” ile piyasa da belirli bir kitleye hitap ederek aslında ne kadar yozlaşmış olduklarını kanıtlıyorlardı.

Eğer daha ciddi, sistematik vs. başrole soyunan bir cemaat söz konusu olmalı ise o zaman Level 3 cemaatler devreye giriyor ki bunların inandırılmışlık seviyeleri bir hayli yüksek. Aralarında profesör, hâkim, subay, doktor, avukat, mühendis, siyasetçiler gibi üst ve elit tabakadan insanlar vardı ki zaten bunlar daha küçükten angaje edilerek o konumlara getirilmişlerdi. Hatta bunların duygusal zekâ seviyeleri yerlerde olduğundan evlenecekleri kişileri bile bir “albümden” abileri ve ablaları seçiyordu. Rüya âleminde yaşayan bu primatlar ülke yönetimine de bir darbe ile talip olmuşlar, ancak çok geçmeden yel değirmenlerine saldıran Don Kişot gibi yerle yeksan olmuşlardır.

Az önce bahsettiğimiz “kedicikleri” ile meşhur Level 2 cemaatler, “bilimsel” olduğunu iddia ettikleri yayınları ile yazımızın başında bahsettiğimiz sistemde kitap ve yayınlarını dağıtarak ve ya bazen satarak, hesapta dine bilimsel taban arayan inançlılara hitap ediyorlardı. Bunları okuyan gençler evrenin sırrına nail olmuş edası ile hemen aile ve yakın çevrelerine koşup “evreka evreka (buldu buldum!)” diyerek aslında bir üst seviye primat olduklarını kanıtlama derdine düştüler. Evrim Teorisi çökmüştü. Yaratılışın kanıtları her yerde idi. Yeter ki doğru bakın. Her şey O’ nu anlatıyordu. Kurtlar kuşlar O’ nu tespih ediyordu. Ancak bizlerin kalp gözü kapalı olduğu için “hiç şüphesiz” göremiyorduk. Bizler zalimlerdendik. Karılarımız kızlarımız cariye idi. Mallarımız ve kanlarımız ise onlara analarının ak sütü gibi helaldi (Sakın tersini iddia edip Kuran’da böyle bir şey yok demeyin dinden çıkarsınız. Allah’ın kelamına ters düşüp mürtet olmayın. Bunlar aynen Kuran’da var).

Bir takım bilim adamı ve profesörler dahi çıkar ve statü uğruna bu yalanlara ortak olmuşlar, gerçek ve bilimsel tabanını sağlamlaştırmış bilim adamlarına denk geldiklerinde ise devasa bir çöküş yaşayıp Ak Gandalf karşısında fena bir mağlubiyet yaşayan Ak Saruman misali kendi hezeyanlarında yitip gitmişlerdir.

Yazının başından beri bahsettiğimiz durumlar ile karşılaşmamızın sebebi sizce ne olabilir? Cehalet? Bilim dışı öğretim sistemi? Yabancı dış güçlerin üzerimizdeki oyunları? Masonlar ve İllüminati? Atatürk ve arkadaşları? Ne ya da Kim?

Cevap aslında o kadar açık seçik önümüzde duruyor ki. Gülmemek elde değil. Dünya üzerinde inandığı dinin kitabının tek bir kelimesinin anlamını bile bilmekten aciz bir topluluğuz da ondan olabilir mi? Sorduğunuz zaman “Hiç Kuran okudun mu?” cevap şu olabilir: “Ohoooooo ben 6 kere hatim indirdim”. İyi de ne anladın? Kureyş suresinde nelerden bahsedilmiş? Nahl suresi neyi anlatmış? Alak? Fatiha? Hacı bunlar sende yok? Yahu ne ile sınav olacaksın bilmiyor musun?

Cevap hazır: “E bizim ilmimiz ona yetmez.” Yahu Allah kelamına ters düştün bre zındık, Kuran “Bu apaçık bir Kurandır” diyor ya? O zaman cevap şudur: “E hadis sünnet bilmeden nasıl yorumlayacağız?” Yahu yine Allah kelamına ters düştün be çükübik, şu ayetlere bir de ANLAMLARI ile bak güzel Müslüman:

…Ey inananlar! Açıklandığı zaman hoşunuza gitmeyecek şeyleri sormayın. KUR’AN indirilirken bunları sorarsanız, size açıklanır. ALLAH onları affetmiştir. ALLAH Bağışlayandır, Yumuşak Davranandır. Maide Suresi/101

…Yeryüzünde hareket eden her canlı, iki kanadıyla uçan kuşlar dâhil sizin gibi birer toplumdur. Bu Kitap’ta hiçbir şeyi eksik bırakmadık. Sonra onlar RAB’ lerinin huzurunda toplanacaklardır. Enam Suresi/38

RABB’ inin sözleri doğruluk ve adaletle tamamlanmıştır. O’nun sözlerini değiştirebilecek yoktur. O işitendir, Bilendir. Enam Suresi/115

Bu Kitap’ı sana her şeyin açıklayıcısı, doğru yola iletici, RAHMET ve teslim olanlara bir MÜJDE olarak indirdik. Nahl Suresi/89

Kendilerine okunan bu Kitap’ı sana indirmemiz onlara yetmiyor mu? Şüphesiz bunda inanan bir toplum için bir rahmet ve bir hatırlatma vardır. Ankebut Suresi/51

…Gerçekten de O, senin ve toplumun için bir Hatırlatıcıdır. O’ndan sorumlu tutulacaksınız. Zuhruf Suresi/44

Kısacası nerden bakarsanız bakın. Olmuyor. Eğer Zuhruf-44 hükmünü okumuş iseniz durumunuzun vahim olduğunu anlarsınız. “O’ndan sorumlu tutulacaksınız” ne anlam ifade ediyor? Sakın bana “E senin ilmin ne ki yorumluyorsun, haddini bil kitapsız” derseniz size yine Kurandan cevap veririm:

… Böylece biz Kur’an’ı apaçık âyetler hâlinde indirdik. Şüphesiz Allah, dilediğini doğru yola iletir. (Hacc/16)”
Dolayısı ile Kuran’ın ilave açıklamaya veya yoruma ihtiyacı yoktur. O eksiksiz ve apaçıktır.

Şu ayetlere bir bakalım:

Sebe’ Sûresinin 3 . Ayetinde İnkar edenler, “Kıyamet bize gelmeyecektir” dediler. De ki: “Hayır, öyle değil, gaybı bilen Rabbime andolsun ki, Kıyamet size mutlaka gelecektir. Ne göklerde ve ne de yerde zerre ağırlığında bir şey bile ondan gizli kalmaz. Bundan daha küçük ve daha büyük ne varsa hepsi apaçık bir kitaptadır.”

Mâide(*) Sûresinin 15 . Ayetinde Ey kitap ehli! Artık size elçimiz (Muhammed) gelmiştir. O, kitabınızdan gizleyip durduğunuz gerçeklerden birçoğunu sizlere açıklıyor, birçoğunu da affediyor. İşte size Allah’tan bir nur ve apaçık bir kitap (Kur’an) gelmiştir.

Neml Sûresinin 1 . Ayetinde Bunlar Kur’an’ın, apaçık bir kitabın âyetleridir.
Kasas Sûresinin 2 . Ayetinde Bunlar apaçık Kitab’ın âyetleridir.
Nûr(*) Sûresinin 1 . Ayetinde Bu, bizim indirdiğimiz ve (hükümlerini) farz kıldığımız bir sûredir. Düşünüp öğüt almanız için onda apaçık âyetler indirdik.

Bu konuyu burada kapatıyorum. Gerçek Müslüman olmak istiyorsanız, anlamını bileceksiniz. Yoksa söylediğiniz/okuduğunuz kelimelerde kutsallık yoktur, bir şey ifade etmez. “Bu şekilde içim rahatlıyor ve ferahlıyorum” diyorsanız psikolojik terapinizde başarılar dilerim.

Site Admin’i ve Baş Yazarı A. KARA dostumun tabiri ile gerçekleri toplum kaldıramadığından, “yumuşatıcı ile yumuşatılıp üzerine gül suyu sıkılmış” bir inanca uyumak bize daha doğru geliyor.

Anlamı bilerek okunduğunda ne olacağı, anlamını bilmeden okunduğunda neler olacağı açık ve seçik önümüzde durmaktadır.

Anlamı bilinirse:
  1. Suudi Arabistan gibi oluruz, bayanlar araba kullanma özgürlüğü aldıklarında bayram yaparlar.
  2. Kimi uymayı terci eder kimi uymamayı. Ancak sorgulama potansiyeli ciddi ciddi artar. Bilim ve neden sonuç ilişkisi ön plana alınır.
Anlamı bilinmez ise:
Cevabı zaten biliyorsunuz çünkü cevabı yaşıyorsunuz. Rüyalar ile yaşayan cemaatler, Peygamber terliğini 130 tl. ye satan cemaat liderleri, Nihat HATİPOĞLU’na “hocam oyunda adam öldürdüm günah mı?”, madımak ve Başbağlar…. Daha devamını getirmek istemiyorum çünkü etrafına anlayarak ve yorumlayarak bakan herkes için durum “APAÇIK!”.

Yazan: Demon Product

TÜRK MİTOLOJİSİ

A, Türk mitolojisi, mitoloji, Erlik, Tengri, Kök Tengri, Türklerin eski inancı, Tek Tanrı, Tengriizm, Tengriist, Gök Tanrı, Türkler ve Gök Tanrı, Umay, Öd Tengri, Boz Tengri, Kayra, Ülgen, Erlik,
Türk mitolojisi Tengriist ve Şamanist inançların yanı sıra göçebe halk olmanın tüm kültürel ve sosyal konularını kucaklar. İslamiyete geçiş sonrası, özellikle Türk göçünden sonra bazı efsaneler İslami sembollerle süslenmiştir. Türk-Moğol mitolojisinde birçok ortak nokta vardır. Türk mitolojisi diğer yerel mitolojilerden etkilenmiştir. Örneğin, Tatar mitolojisinde Finnic ve Hint-Avrupa mitlerinin bir arada var olduğu görülmektedir. Tatar mitolojisinde konular şunlardır: Abada , Alara . Şüräle , Şekä , Pitsen , Tulpar ve Zilant. Budizm'in yanı sıra, Türk mitolojisi Maniheizm'den de etkilenmiştir.

Dunhuang'da bulunan 10. yüzyıl el yazması "Irk Bitig", Türk mitolojisi ve dini için en önemli kaynaklardan biridir. Bu kitap, Eski Türk alfabesinde Orhun yazıtları gibi yazılmıştır.

TÜRK MİTOLOJİSİNDE TANRILAR

Tengri

Kök Tengri, ilk Türk halkının dininde ilkel Tanrıların ilkidir. Türkler göç etmeye ve Orta Asya'yı terk etmeye başladıktan sonra, Yüce ya da Yaratıcı Tengri olarak biliniyordu ve tek Tanrılı bir inanıştı. Tengrizm zamanla, putperest / politeist kökenlerinden değiştirildi. Orjinallerinden kalan 2 Tanrısı ile değiştikten sonraki inanış daha çok Zerdüştlük'e benziyordu. İyi tanrı ve Uçmag'ı (cennet veya vallhalla gibi bir yer) temsil eden Tengriydi, Erlik ise kötü Tanrıydı ve cehennem inanışındaki yerini almıştı. Tengri ve Gökyüzü kelimeleri eş anlamlıydı. Tengri'nin nasıl göründüğü bilinmiyordu. Bütün insanların kaderini yönetir ve özgürce davranırdı. Fakat ödül ve cezalarında adil olduğuna inanılırdı. İnsanın refahı iradesine bağlıydı. Tengri ibadeti, ilk olarak 8. yüzyılın başlarındaki Eski Türk Orhun yazıtlarında onaylanmıştır.

Diğer Tanrılar
  • Umay (kökü esasen 'plasenta, doğum' anlamına geliyordu) (Parvati'yi temsil eden Hinduizm'deki Uma - Lord Shiv'in eşi) doğurganlık ve bekaret Tanrıçasıdır. Umay, çeşitli dünya dinlerinde bulunan yeryüzü Tanrıçalarını andırır ve Tengri'nin kızıdır.
  • Öd Tengri tam bilinmese de zamanın Tanrısıdır. Orhun taşlarında "Öd Tengri zamanın hükümdarı" ve Kök Tengri'nin oğlu olduğu için tanınmamıştır.
  • Boz Tengri Öd Tengri gibi, pek fazla bilinmiyor. Bozkırların Tanrısı olarak görülen ve Kök Tengri'nin oğludur.
  • Kayra, Tanrının Ruhudur. İlk gökyüzü Tanrısı, en yüksek gökyüzünün, üst hava, mekan, atmosfer, ışık ve yaşamın Tanrısı, aynı zamanda Kök Tengri'nin oğludur.
  • Ülgen Kayra'nın oğludur ve Umay iyiliğin Tanrısıdır. Aruğ (Arı), Türk ve Altay mitolojisinde "iyi ruhlar" anlamına gelir. Bu ruhlar Ülgen'in emri altında yeryüzünde iyi şeyler yapıyorlardı.
  • Erlik, ölüm Tanrısı ve yeraltı dünyasıdır.
Yazan: Anu

KUR'AN DEĞİŞMİŞ MİDİR?

sizden gelenler, Kur'an, Kur'an değişmiş midir?, Kur'an değiştirildi mi?, islamiyet, din, Kuran bozulmamış mıdır?, Zeyd, Halife Osman tarafından değiştirilen Kur'an, Hangisi doğru kitap, Kuran evrenseldir denir. Kuran Sayın Muhammet'in en büyük mucizesidir denir. Ancak Sayın Muhammet Kuran diye bir kitabı hayatında görmemiştir. Kuran'da pek çok ayette "Bu kitap" denir. "Bu kitabı biz indirdik" veya "Bu kitap apaçık ayetlerden oluşur" denir. Ancak ayetler geldiğinde!!! ortada kitap falan yoktur. Sayın Muhammet Kuran diye bir kitabın varlığından haberi bile olmadan ölüp gitmiştir.

Bunları ben nereden biliyorum ? Bunları İslam'ı kötüleyen kitaplardan değil, herhangi bir ateist kaynak dan değil direk İslam'ı anlatan, İslam'I öven, İslam'ın ve Muhammet'in tarihçesini anlatan, hak din islamdır diyen, İslam'i kaynaklardan ve sahih hadislerden okuduğum için biliyorum. Kaynaklar yazının altındadır.

Sayın Muhammet'in ölümü ile birlikte bilindiği üzere ilk Halife Ebu Bekir olur ve dinden çıkanlara karşı savaş başlatır (Ridde). Bu savaşlarda ayetleri ezberlemekle yükümlü 7 hafızdan 4 ü ölür ve elde 3 tanesi kalır. Ömer'in de baskısı ile Ebu Bekir önce gönüllü olmasa da sonradan ayetleri bir kitap haline getirmeyi kabul eder. Zeyd İbn Sabit isminde bir gence bu görev verilir.

Zeyd'in ilk Kuran'ı toplarken elindeki veriler şunlardır :

1.) Sayın Muhammet'in evinden, yatağının altından çıkan deriye, hayvan kemiklerine, taşlara yazılmış ayetler
2.) Hayatta kalan 3 ezberleyicinin beyanları.
3.) Etrafa haber salınarak Muhammet'ten ayet duyduğunu söyleyenler en az 2 şahit ile bunu ispat ederse kitaba geçirilecekti.

Bu şekilde yaklaşık bir yıllık bir çalışma ile Zeyd ortaya bir kitap çıkarttı ve adına Kuran denildi. Şimdiki biline Kurandan daha büyük ve daha çok ayet var içinde.

Ebubekir'in ölümüyle başa halife olarak Ömer geçti ve onun ölümü ile başa üçüncü halife Osman geçti. Eldeki Kuran'da Ömer'in kızı Hafza'nın korumasına verildi. Ancak Halife Osman eldeki bu tek Kuran'ı Hafza'dan istetti ve yeniden bir kitap daha yazdı. İlk Kuran'daki pek çok yeri çıkarttı ve yeni eklemeler yaptı. Çıkartılan musaflar yakıldı. İlk kitaptan geriye kalanlar yeniden Hafza'ya yollandı ve Hafza'nın ölümüyle birlite bu ilk Kuran'da yakılarak yok edildi.

Osman'ın topladığı kitaba yeni Kuran budur denildi. Bugün herkesin bildiği Kuran diye biline kitap Osman'ın topladığı kitap. Ancak bunun da orijinali yok. Kuran'ı toplayan Osman'ın müslümanlarca linç edilerek öldürüldüğü, ölünce cenazesinin bile yıkanmadığını, müslüman mezarlığına gömülmediğini ayrıca belirteyim.

Şimdi Kuran'ın doğru kitap olduğunu kabul etsek dahi hangisi doğru kitap. Hadi mantıken eldeki verilerin daha güvenilir olması açısından ilk toplanan kitap doğru diyelim. Ancak bu kitap yakılarak yok ediliyor ve Osman'ın kitabı doğru kabul ediliyor. İlk kitap ile ikinci kitap arasında dağlar kadar fark olduğu çok açık. Çünkü ilk kitap yok ediliyor. Neden ?

Kuran'ı asıl kitap haline getirmesi gereken, hiç kimseye bu işi bırakmaması gereken asıl kişinin Sayın Muhammet olması gerekmez miydi ? Muhammet'in bu görevi yapmaması büyük bir ciddiyetsizlik örneği değil midir ?

Muhammet'ten yıllar sonra iki defa derlenen ve birincisi yakılarak yok edilen bir kitaba değişmemiştir, aslını korumuştur demek ve güvenilirdir demek ne kadar mümkündür.

Suyuti'nin El-İtkan (2/32)'inda geçen şekilde İbn Ömer şöyle diyor : "Hiçbiriniz Kuran'ın tümünü aldım (elimde bulunduruyorum) demesin. Bilemez ki Kuran'ın çoğu yok olup gitmiştir. Ne kadarı ortada varsa o kadarını elimde tutuyorum desin"

Kaynaklar:
Buhari es-sahih; Kitabul Fedail-ül Kuarn Menakubul Ensar. Sahih-i Buhari Muntasarı Tecrid-i Sarih Tercemesi  |  Dr. Subhi e's -Salih; Mebahis fi Ulumil Kuran  |  Celaleddin Suyuti, el-itkan fi Ulumil  |  Kuran  |  Müslim e's Sahih  |  Ebu Davud

SİZDEN GELENLER | Yazan: Y.Yılmaz

Eleştirisel bakış açısı ile her din ve inanca ait yazılarınızı, inancınızın değişim sürecini anlattığınız sorgulama süreçlerinizi dinvemitoloji@gmail.com adresine gönderebilirsiniz.
  • Bu yazılar biz-siz gibi sorgulama evresine girmiş herkese mutlaka biraz olsun ışık tutacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazılar sitemizde adınızla veya takma adınızla yayınlanacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazının başka bir internet sitesinde yayınlanmamış olması gerekmektedir. (KOPYA içeriğe karşı olduğumuzdan, sitemizdeki tüm içerikler özgündür)
NOT: Ayrıca sitemizde yazar olmak için de bize mail atabilirsiniz. Sitemizde yazarlara özel kategoriler açılacaktır.

PAGANİZM VE ÖZET OLARAK İNANÇLARI

A, Paganizm, Paganizm inancı, Paganizm inançları, Paganizmde ilahi kavramlar, Pagan teolojisi, Paganizmin cinsiyet eşitliği, Paganizm tapınma, Paganizm inancının temeli, Pagan, Paganlar,

Paganizm geniş bir fikir yelpazesini kapsamakla birlikte, bu unsurlar çoğu Pagan'ın inançlarını özetlemektedir.
  • Doğa
İlahi doğanın tanınması, Pagan inancının kalbidir. Paganlar, doğal dünyanın derinden farkındadır ve devam eden yaşam ve ölüm döngüsünde doğanın kutsal gücünü görürler. Çoğu Pagan, doğal çevreye zarar vermeyi en aza indirgeyen bir şekilde yaşamak isteyen ve bunun için uğraşan çevre dostudur.
  • İlahi kavramlar
Paganlar ilahi ve erkeksi imgelerle cinsiyete sahip olmayan birçok farklı biçimde İlaha taparlar. Bunların en önemlileri doğum ve ölüm döngüsü ile, Pagan yılını tanımlayan Tanrı ve Tanrıçalardır (ya da Tanrıların ve Tanrıçaların panteonları). Paganizm cinsiyet eşitliğini şiddetle vurgular (Örneğin Viking toplumunda kadınlar da tıpkı erkekler gibi kavga eder, içer, zırh kuşanıp savaşa gider ve yine tıpkı erkekler gibi özgür davranabilirdi). Kadınlar modern Pagan hareketinde belirgin bir rol oynamaktadır ve Tanrıçalara, çoğu Pagan törenlerinde ibadet etmektedir.
  • Pagan teolojisi
Paganizm doktrin veya soylulaştırmaya dayalı değildir. Birçok Pagan "Eğer hiçbir şeye zarar vermiyorsa, yapacağın şeyi yap" der. Bu sözü takiben, Pagan teolojisi öncelikle tecrübeye dayanmaktadır; Pagan ayinleri, onları çevreleyen dünyadaki İlahi güç ile temas kurmak için yapılmaktadır.

Kaynak: BBC

Çeviren: Anu

KANIT EKSİKLİĞİ VE ATEİZM

Ateist olmak, Ateist olmanın sebepleri, ateizm, din, A, Ateist olma nedenleri, Ateist olmak, Tanrıya dair kanıt eksikliği, Ateizm varsayımı, Ateizm olasılık hukuku, din ve mitoloji, Allah var mı?,
İnsanların Ateist olmasının çeşitli sebepleri vardır, bu sebeplerden biri de "KANIT EKSİKLİĞİ"dir.

Olasılık Hukuku
“Bir şeye yetersiz delile dayanarak inanmak, herkes için, her zaman ve her yerde yanlıştır.
WK Clifford (1879)

Birçok kişi ateisttir, çünkü Tanrı'nın varlığı için hiçbir kanıt bulunmadığını düşünmektedir - ya da en azından güvenilir bir kanıt yoktur. Bir kişinin yalnızca iyi kanıtları olan şeylere inanması gerektiğini savunurlar.
Bir filozofun ateizm varsayımından hareket ettiği söyleyebilir.

Ateizm varsayımı
Bu, Tanrı'nın var olup olmadığı tartışmasına nereden başlanacağı ile ilgili bir tartışmadır.
Bu varsayım, Tanrı'nın var olmadığını varsayarak, Tanrının var olduğunun ispatlanmasının Tanrı'ya inananlara yüklenmiş olduğunu söyler.

Bu konuda bir yazı yazan filozof Anthony Flew şöyle demiştir:
"Eğer bir Tanrı'nın var olduğu tespit edilirse, bunun gerçekten olduğuna inanmak için iyi gerekçelere sahip olmalıyız."
Bazı gerekçeler üretilene kadar, inanmak için tam anlamıyla hiçbir sebebimiz yoktur; ve bu durumda, makul duruş yalnızca olumsuz ateist ya da agnostik olmaktır. 
Dolayısıyla ispatın onayı önerme üzerinde durmak zorundadır.

Yazan: Anu

DİN, DEVLET VE TOPLUM

din, DP, Kaos savı, Dinlerin kaos görüşünüden beslenmesi, Din ve kaos, Medya ve siyasetin dini kullanması, Din ve devlet, Devletin dini olmaz, Şeriat, Din kullanışlıdır, din ve mitoloji,
Prof. Dr. Celal ŞENGÖR, 2014 yılında katıldığı bir söyleşide (Bu sunumunun youtube de video’su var, isteyen açıp izleyebilir.), din faktörünün işlevlerinden bahsetmişti. Bu işlevlerinden ilki “İZAH İŞLEVİ” diğeri de “DÜZENLEME İŞLEVİ” idi. Hocamızın bu sunumunun çok fazla detayına girmek istemiyorum ki olası yanlış aktarımlara yol açmamak için. Sunumu izleyerek gerekli çıkarımları siz de yapabilirsiniz.

Yüzeysel olarak detaylandıracak olursak, bu işlevlerden ilki olan İzah İşlevi sayesinde insan veya insan toplulukları, doğaüstü olarak nitelendirdiği ki aslında doğal olan ve günümüz koşulları ile açıklanabilen olayları tanımlama ihtiyacını gidermiştir. Düzenleme İşlevi ile de sosyal ilişki, hukuk, ticaret vb. konularda oluşabilecek sorunlara karşı ortak bilinç ihtiyacı giderilmiştir.

Din, insanlara bir gereklilik olarak algılatılmıştır. Hatta dine inanmayan bazı çevreler dahi şiddetle dini savunmuşlardır. Sebep olarak da oluşabilecek sosyal, kültürel, ahlaki, maddi ve manevi çöküntüleri ve oluşabilecek kopuklukları örnek vermişlerdir. Onlara göre Din olmaz ise dünyayı bir kaos beklemektedir. Bu sav, yani KAOS savı çoğu görüş ve düşünce de kendine yer edinir. Örnek vermek gerekirse: “UFO’lar yani uzaylılar var ama açıklamıyorlar. Açıklarlar ise Kaos olur. Dinler, inançlar her şey çöker. Bu istenmiyor o yüzden açıklanmıyor.” ya da “ Aslında vatikan da saklanan bir incil varmış, o incilde Hz. Muhammed yazıyormuş Açıklanırsa Hristiyanlık çöker, Kaos olur diye açıklamıyorlarmış.” Bir diğer örnek: “ Ne demek hadis ve sünnet islam da yok? Olur mu öyle şey. Hadis ve sünnet olmazsa biz nasıl dinimizi anlayacağız? Kuranı nasıl anlayacağız? Olur mu öyle şey. Kaos çıkar vallahi ve de tillahi”

Kısacası KAOS, hemen herkesin diline adeta pelesenk oldu. O olmazsa kaos olur, bu olmazsa kaos olur. Nedir bu meşhur kaos? Hemen tanımlara bir göz atalım:
  • Evrenin düzene girmeden önce içinde bulunduğu, biçimden ve düzenden yoksun, uyumsuz ve karmakarışık olan durumu.
  • Mec.
Kargaşa, karışıklık.
Peki ya gerçekler? Neden gerçekler tu kaka ilan ediliyor? İnsanların bilmeye, öğrenmeye hakkı yok mu? İnsanları hep neden kaos ile korkutuyoruz?

Mevcut durumu biraz tahlil etmeye çalışalım. Ortadoğu’da kaos olmadığını söyleyebilir misiniz? Filistin? Arakan? Hindistan? Afrika? Asya tarafındaki eski Sovyet ülkeleri? Ah pardon atlamayalım. Ortadoğu ve İslam coğrafyasındaki kaos ve karışıklık ortamının sebebi İsrail, Amerika, İngiltere, Fransa, Rusya, Almanya ve bir grup Avrupa ülkesi daha. Masonlar, İlluminati, FETÖ gibi örgütlenmeler, IŞID (Neyse terminolojiyi bozmayıp DEAŞ’ ta diyebiliriz) ve benzerleri.

Ülkemizdeki karışıklığın sebebi dahi hep bu “dış güçlere” bağlanıyor. “Amerika şeytan uşağı, Yahudiler İslam düşmanı, Almalar ırkçı, Fransızlar sömürgeci, Ruslar komünist, kısacası tüm dünya karşımızda bizim. Ancak her nasılsa bunlar madem kötü ve bizim kötülüğümüz için uğraşıyor, neden tüm ortaklık ve anlaşmalarımız bu ülkeler ile? Ülkemizde sağcı, sol ve hatta muhafazakâr iktidarlar döneminde ve halen İsrail ile aramız hep güzel (birkaç göstermelik gerginlik dışında). Amerika kutsal müttefik. Almanya ikinci Türkiye. Ne zaman birileri ile aramız bozulsa şu sesler hep mevcut :” Onlar birbirlerinin dostları, Türk’e Türk’ten başka dost yok, Amerikalılar misyonerlik yapıp gençlerimizi bozuyor vs. vs.” Hep bir savunma içerisindeyiz. Hep onlar ve biz kavramı var.

İşimize gelince dost ve müttefik oluyorlar, işimize gelmeyince tu kaka. Burada ana belirleyici faktörün hep din olduğu söylenir. Ancak değil. Açıkçası uluslararası ilişkilerde –bizim liderler dahil- din faktörünü hiç düşünülmez. Çıkarlardır önemli olan. Eğer çıkarınız var ise İsrail’ le de ortak olursunuz, Amerika ile de müttefik olursunuz, Şeytan ile de dost olursunuz. Yeter ki çıkarlar uyuşsun. Ancak bu hususu halka anlatamazsınız. Medya ya zaten anlatamazsınız ki onlar maaşlarını kim veriyor ise onun ağzından konuşur ve yazarlar. O yüzden bu ülke de basın özgürlüğü olmadığı doğru. Ancak bu özgürlüğü kısıtlayanlar mevcut iktidarlardan daha çok medya patronlarıdır. Kazanmak istiyorsanız onların dilinden konuşacaksınız.

İş olayları halka anlatmaya geldiğinde varsayalım Rusya ile aramız bozulmalı ise yapılacak şey basittir. “Onlar Müslümanlara zulüm ediyorlar…” görün bakın neler oluyor ülkede. Ancak iyi geçinmemiz gerekiyor ise “Rusya’da bir camimizi daha hayırlısı ile açıyoruz…..”

Amerika ile iyi geçineceksek ki zaten kötü geçinmemiz düşünülemez, Sam amca nın ağızından konuşmamız kâfi. Gerçi tüm iktidar sahiplerinin akraba ve kendileri onların okullarından mezun o da başka bir ironi. Hatta darbe yapmaya kalkışan Pennsylvania’ nın ağlak imamı dahi orada yaşıyor. Neymiş? Hicretteymiş. Sağlık sorunları imiş. Yersen…. İster sağ, ister sol ister muhafazakâr, bir defa Amerika ve İsrail in tornasından geçmek zorunda. Yoksa o koltuk bir hayalden öteye geçemez.

Demek ki neymiş? Din belirleyici faktör değil. Bunu bir defa kenara koyalım. Çıkarlar mı uluslararası ilişkiyi belirliyor? Evet. İsterse satanist olsunlar. O halde kalkıp “Devletin dini olmaz mı? Dinsiz devlet olur mu? Din olmadan Devlet kurulmaz.” Laflarını bir kenara atalım. Bu iş sadece kendi vatandaşlarınızı uyutmak için var. Tüm dünya da iş böyle yürüyor. Asıl olan çıkarlar. İktidar eğer halkın dininden ise burada sorun elbette olmaz. Kişinin dini olur veya olmaz. Bu kişisel özgürlüktür. Bir cumhurbaşkanının, Başbakanın, Kralın, Devlet Başkanının elbet dini olabilir ve ya olmayabilir. Bu o kişiyi bağlar. Yeter ki herkes kendi inancını kendisi için yaşasın. Başkalarının inanç alanına müdahale etmesin. Dolayısı ile iktidarın DİN’Lİ veya DİNSİZ olmasının çok önemi yoktur. Önemli olan liyakat esasına dayalı, işin tanımlanmış gereğini yapan, ulusal çıkar ve kırmızıçizgileri savunan ilerici, insan ve CANLI haklarına saygı gösteren, çoğunluğun olduğu kadar azınlığında sesi olabilen demokrat bir yapı olsun.

DEVLET YÖNETİMİNDEN VE EĞİTİM SİSTEMİNDEN DİN ÇIKARSA KASO OLUR FİKRİ TÜMDEN YANLIŞ VE AKIL DIŞIDIR. Neden tüm idarecilerimiz, yöneticilerimiz ve ister iktidar ister muhalefet olsun ana iskelet kadrolar oranın okullarında “Hristiyan ve Ateist” hocalardan ders alıyor? Neden o “Hristiyan ve Ateist” okullardan mezun oluyorlar? Onlar batıl değil mi? Onların ilmi ŞEYTAN İLMİ değil mi? Onların ekonomi okulları ve ekonomik fikirleri YAHUDİLİKTEN VE KABBALA’ dan alınma değil mi? Evet? Cevapları alalım? İmam Hatipler bu ülkenin kurtuluşu ise neden kendi çoğunluğunuz ve evlatlarınız bu kutsal ilimden geçmedi? Bir kısım sol kanat ta kusura bakmasın, ALEVİLİK denen uydurulmuş antik Anadolu dinini de insanlara çözüm ve alternatif olarak sunmayın. Evet, uydurulmuş dinlere ve düşüncelere karşıyız derken siz de bu kapsamın içerisindesiniz. Alevilik bu coğrafya da ağır sınavlardan geçti. Katliamlar ve çığlıklar Anadolu topraklarını inletti. Maraş, Çorum ve Madımak elbette unutulmadı. Ancak bu durum Alevilik inancının da uydurulmuş olduğu gerçeğini değiştirmez. İstediği kadar demokratik veya canlı odaklı olsun.

Yazının başında söylediğimiz üzere eğer ülke yönetiminde din faktörü devreden çıkarsa, yani kıstas olmaktan çıkarsa ne olur? Kaos olur mu? Kısa ve net olarak HAYIR. Litvanya’ya Finlandiya’ya, İsveç’e, Çekya’ ya, Hollanda’ya, İsviçre’ye Kanada’ya, Japonya’ya bir bakın. Kimse kalkıp Avrupa’nın Hristiyan Demokrat Partilerini örnek vermesin onlarda kendi ülkelerinin demokrat muhafazakâr OYLARINI almak için varlar.

Kısacası Kaos çıkar teoremini kafamızdan atalım. Peki, DİN olgusu devlet yönetiminden çıkarılır ise ne olur? İşte buna LAİK’ lik denir. Kişinin dini olabilir veya olmayabilir. Ama Devletin dini olmaz.

“Kuran-ı Kerim zaten Laikliği savunuyor sayın yazar. Bağnaz Arapların Kuran ve çağ dışı şeriatını bize örnek verme. Dinimiz en güzel en demokratik yönetim şeklini bizlere öğüt veriyor. Araplar Kuranda bahsedilen insan haklarını ve ayetleri düzgün uygulamıyorlar ise bu onların sorunu. Burada abuk sabuk bilgiler verip milletin aklını bulandırma!” diye suçlamada bulunmadan önce, Kuran-ı Kerim’i ANLAYARAK, ÖZÜMSEYEREK ve SORGULAYARAK okumanızı tavsiye ederim. Yukarıda yazdığım şekilde bana suçlama yapan adam hayatında bir defa Kuran okumamış, ayetlerden bihaber, hadislere hiç göz atmamış (Kütüb-i Sitte), üretilmiş bir dine inanıyordur. Yok, illa Kuran-Sünnet-Hadis üçlemesini esas alan Şeriat istiyoruz diyorsanız ve bu sistemin sizi ileriye götüreceğini inanıyorsanız önünüzde somut örnek var. Bakın bakalım IŞID (ya da DAEŞ bende karıştırdım artık) hangi sistem ile yönetiliyor/-du. Neyi temel alıyor/-du. Osmanlı’ yı sakın ha örnek vermeyin. Bırakın şeriatı, Osmanlı zaten Kuran hükümlerinin dışında bir sistem ile yönetiliyordu ki bunu seçme ilahiyatçılar ve din âlimleri bile itiraf ediyor. Osmanlı’nın yönetim sistemi tümden Kuran ve Sünnet dışı idi.

Şimdi… “Devlet’te ve Eğitim’de din çıkarsa ne olur?” sorusuna cevabı bir nebze olsun bulduk. Bir şey olmaz.

Ya toplumun dini? Topluma eğer din faktörünü çimento vazifesi gören bir unsur olarak tanıtır ve öğretirseniz, o toplumun çökmesi an meselesidir. Çünkü bu sistem, diğer inançları veya “inançsızları” yabancı virüs olarak algılayacak, herkes bir diğerini düşman görecektir. Kısacası bu sistemin yanlış olduğunu anlamak için halk arasındaki tabir ile “âlim” olmaya gerek yoktur. İrlanda örneği önümüzde duruyor. Ülkemizde yaşanan mezhep ve tarikat çatışmaları önümüzde duruyor. İsmailağa cemaati bile kendi içlerindeki hizipleşmeler nedeni ile umre de birbirlerini nasıl sopaladılar hepimiz gördük. Fatih Medreseleri ile Kıyam-Der üyeleri birbirlerine nasıl saldırdılar Mekke de şahit olduk.

Gelelim finale. Ya bireyin dini olmaz ise ne olur? “Aman tövbe de. Tövbe haşa estağfurullah. Kalp gözün kapanmış senin, Allah ıslah etsin, sana dedik o kadar derine inme diye. Git iyi bir hocaya okut kendini. Cin min musallat olmuştur sana. Allah sana hidayet versin ne diyeyim!” temennilerinizi bir kenara koyalım. Bireyin dini olmaz ise de bir şey olmaz. Bu bireyin kendisini ilgilendirir. Onun kendi hür kararıdır. İster Müslüman olur, ister Hristiyan, ister Yahudi, ister Teist, ister Agnostik, ister Deist, ,ister Ateist, ister bilmem ne-ist. Bu birey toplumca kabul görmüş iş ve hayatının getirdiği sosyal sorumluluklarını yerine getiriyor mu? Ülkesinin değer yargılarına koşulsuz biat ediyor mu? Siz buna bakacaksınız.

Şunu rahatlıkla söyleyebiliyoruz ki, Devletin, Toplumun ve Bireyin dini olmaz ise bir şey olmaz. Kaos olmaz. Karışıklık Çıkmaz. Ahlaki yozlaşma ve çöküntü yaşanmaz. Hırsızlık ve Cinayet olayları artmaz. Bunların tamamı insani kavramlardır. Kötü şeyler yapacak insanı Din dizginlemez veya engellemez.
Sağlıcakla kalın.

Yazan: Demon Product