HABERLER
Dini Haber

PANTEİST'LERE GÖRE PANTEİZM İÇİN KANITLAR

A,din, Panteizm, Panteizm için kanıtlar, Panteizm nedir?, Tanrı doğadır,Doğa ilahidir,Tarı inancı, Panteizmde Tanrı inancı, Panteist,Panteistlere göre Tanrı,Tabiat ana,Kozmos, evren Tanrıdır, Evren ilahidir
İki Önemli Nokta
Bu tanımda iki önemli hususa işaret etmek istiyorum. Birincisi, Panteistlerin "Tanrı'nın bir kişilik olmadığını" söylediğine dikkat edilmelidir çünkü eğer Tanrı'nın bir kişi olduğuna inanıyorsanız, bir Panteist değilsinizdir. Panteistler, İlahi Doğa'yı Yüksek Güç, Bir Kuvvet, Bir Yoldan Birlik olarak görme eğilimindedirler. Bu, Presokratikler, Taoizm, Plotinus ve Bruno gibi panteistlerin görüşleri idi. Spiritüel Tabiat İlmi, bu Tabiat'ı "N" başkentiyle aramayı yeğler.

İkincisi önemli nokta, Panteist'lerin "Tanrı ve evrenin bir olduklarını" savunuyor olmasıdır. Pan , "herkes" ve teizm ise "tanrı" anlamına gelen Yunanca " Theos " sözcüğünden geliyor. Dolayısıyla panteizm kelimenin tam anlamıyla "tamamı Tanrı" anlamına geliyor. Panteistler için Tanrı ve Evren, var olduğu ölçüde "bir tane ve aynıdır." Yani, Evren ve Tanrı Ontolojik olarak eşdeğerdir.

Bu önemli bir nokta. Eğer Panteist'in Tanrısı Ontolojik olarak Evrene eşitse, yani Evren Tanrı ise, o zaman Evren varsa, Panteist'in Tanrısı var demektir. Felsefe Ansiklopedisi Michael P. Levine çıkışları buna işaret eder gibidir “Ve:“var olan her şey dahil aralarında ilahi bir birlik oluşturur. Panteizm aslında iki iddia içerir”diyor. Panteizmin farklı versiyonları biraz daha iyi bir tanım verir 'birlik' ve 'ilahi olma' anlamlarının farklı hesaplarını sunar. Çoğu insanın evrenin birlik olduğu gerçeğiyle mücadele ettiği sanılmamaktadır. Çoğu insanın sahip olduğu sorun "Tanrı" dır.

Panteizme İlişkin İki Madde

Evreni "Tanrı" olarak adlandırmakla ortaya çıkan iki konu vardır. Birincisi, Evrenin Tanrı ile özdeşleştirilmesi ile ilgilidir. İkincisi, böyle bir atamanın uygunluğuyla ilgilidir. İlk madde ile başlayalım.

Evren Tanrı ve Tanrı Evren ise, neden sadece Evren diye adlandır mıyorsunuz? Neden işleri zorlaştırıyorsun? Kabul edelim ki, "Tanrı" sözcüğü, beyaz sakallı bir adam gibi anlık görüntü getiren yüklü bir kelimedir. Bu yüzden buradan sonra "Tanrı ya da tanrı benzeri" olarak tanımlanan "İlahi" kelimesini kullanacağım.

Neyse konumuza dönelim, eğer Evren İlahi ve İlahi Evrense, neden sadece Evren diye adlandır mıyorsunuz? Çünkü panteizme göre Evren ve İlahi tamamen aynı değildir.

Evet, varlığa gelince, Evren ve İlahi, ontolojik açıdan eşdeğerdir. Ancak bu hikayenin yalnızca yarısıdır. Sadece objektif ve entelektüel niteliklere sahip değil aynı zamanda öznel ve deneyimsel bir nitelik taşıyoruz. Nesnel olarak Evren, Kozmos ve Doğa'dır; ama öznel olarak birlik olduğumuz bir birliktir, İçimizde derin hissettiğimiz İlahi bir bağlantıdır.



Gerçekliğin İlahi olduğunu gösteren kanıt

Dolayısıyla Panteistler, Evrenin ilahi ve saygıyı hak etmeye uygun kılan belirli özelliklere sahip olduğuna inanıyorlar. Bu bir nevi baba gibidir. Objektif olarak bir adamdır, ancak ilişkisel olarak o bir baba gibidir. Aynı şey Evren için de geçerlidir. Nesnel olarak Kozmos'dur, ancak öznel olarak Tabiat Ana'dır.

Evren, genellikle Tanrı için ayrılmış bazı kişisel olmayan özelliklere sahiptir:
  • Yaratıcı - Evren bizi yarattı, bu yüzden bir Yaratıcıdır. 
  • Sürdürücü ve Sağlayıcı - Doğa sadece varoluşa varmakla kalmaz, varlığımızın devamı sağlar. 
  • Birincil - Doğa, alabildiğiniz kadar güçlüdür. 
  • Her yerde varolan - Evren her yerde mevcuttur. 
  • Her Şeye Kadar - Evren bilinçli varlıkları içererek bilendir. 
  • Birlik - Evren her şey dahil bir birliktir. 
  • Aseity - Kozmik kendiliğinden varolur ve kendi kendine yeterlidir. 
  • Ebedi - Evren sonsuzdur, her zaman bir şekilde var olmuştur. 
Son madde bilimden ziyade inanç ifadesidir. Mevcut bilim, büyük patlamadan önce ne olduğunu bize söyleyememektedir. Bu açık bir sorudur. Düşünüldüğünde Evrenin aslında ebedi olması, sonsuza kadar genişlemesi ve daralması mümkün gibidir. Ya da çoklu biçiminde ebedi olabilir.

İlginç bir gerçektir ki, Teistik Tanrı'nın öznitelikleri dünyaya eşit derecede hitap eden ve ideal süper insana ait olan iki bölüme ayrılabilir. Görünür ki, insanlık, Evrenin özelliklerini ve mükemmel insanın ideallerini birleştirerek Tanrı'yı ​​yaratmıştır. Teistik dinlerin bizzat erkekler tarafından, erkekler için inşa edildiği kabul edilmelidir.

Büyük Şeylerden Birinin Kanıtı

Çoğu insanın ateist olmamasının nedeni, Kozmik Güç, Yüksek Güç ve var olan bir Şey olduğunun hissedilmesidir. Bunun için yeterli kelimeler olmayabilir, ancak insanlar bunu hissediyor ve inanıyorlar. Her şeyin birbirine bağlı olduğunu hissediyorlar. Başka bir deyişle, İlahi bir şey hissederler. Duygu, tüm insanlar için aynıdır, ancak yorum farklıdır.

Tüm deneyimler, dünya görüşümüz aracılığıyla yorumlanır. Hristiyan bir ulusta yetişirsem, daha büyük bir şey duygusunu Tanrı olarak yorumlanacaktır. İslami bir ulus da yetişirsem, daha büyük şey hissini Allah olarak yorumlanacaktır. Eğer Yahudi'ysem, o Elohim olacak. Hindu olursam Brahman, Vishnu ya da belki Shiva olacaktır. Eğer bir Taocu isem de Tao olacaktır. Eğer bir Budist isem, Buda olacaktır. Mesele şu ki, duygu gerçekte var olan şey hakkında size bir şey söylemez.

Panteizmde evrenin İlahi olarak kabul edilmesinin bir başka nedeni, onunla sağlıklı bir ilişki kurulması gerektiğidir. Sadece ekolojik nedenlerle değil, aynı zamanda kendi psikolojik refahları için bu yapılmalıdır.

Doğa Gizemciliğinin Kanıtı
Mistisizm: "nihai gerçekliğin doğrudan ve acil deneyimi anlamına gelir. Panteistler için, doğrudan doğruya doğanın bir tecrübesi demektir. Ve Richard Dawkins'in de dediği gibi, "Doğa ve evrene yarı-mistik bir yanıt vermek bilim adamları ve rasyonalistler arasında ortaktır. Bunun doğaüstü inançlarla hiçbir bağlantısı yoktur "

Panteist'lerin mistik tecrübeyi neden Tanrı'dan ve Doğa'dan alabildiğinin açıklaması, tecrübenin aynı kaynağa sahip olmasıdır. Onunla bir ilişki kurabilmek için tövbe ve Tanrı'ya iman gerektiğinden dolayı, mümin olmayanların mistik bir tecrübesi olmamalıdır. Ama oluyor. Öyleyse panteizme göre diğer tek seçenek, hem mümin hem de inkarcının yaşadığı ortak şeydir: Doğa.

Kaynaklar:
Buzzell, Linda ve Craig Chalquist. Ekoterapi: Zihinle Doğa İle Şifa . Berkeley: Karşıt nokta, 2009.
Dawkins, Richard. Tanrı Yanılgısı . New York: Mariner Kitabı, 2008.
Doherty, Thomas J. Ekoterapi: Teori, Araştırma ve Uygulama . Martin Jordan ve Joe Hinds, eds. New York: Palgrave Macmillan, 2016.
Felsefe Ansiklopedisi . "Panteizm" Encyclopedia.com. 16 Şubat 2017'de erişildi. Http://www.encyclopedia.com/humanities/encyclopedias-almanacs-transcripts-and-maps/pantheism
Harrison, Paul. Panteizmin Elemanları: Doğa ve Evrenin Bir Maneviyatı . 3. baskı. Shaftesbury, Dorset: Element Books, 2013.
James, William.Dini Deneyimin Çeşitleri: İnsan Doğusunda Bir Çalışma . New York: Collier Books, 1961.
Levine, Michael P. Panteizm: Bir Tanrısal Olmayan Kutsallık Kavramı . New York: Routledge, 1994.
Lewis, CS Komple CS Lewis İmzası Klasikleri . Grand Rapids, MI: Zondervan, 2007.
Mercadante, Linda A. Sınır Tanımayan İnançlar: Ruhsal Olmasa da Dini Olmazsa . New York: Oxford University Press, 2014.
Teasdall, Wayne. Mistik Kalp: Dünya Dinlerinde Evrensel bir Spiritüelin Keşfi . Novato, CA: Yeni Dünya Kütüphanesi, 1999.

Yazan & Derleyen & Çeviren: Anu

HZ. HATİCE VE HZ. AYŞE

MT, din,Hz Hatice,Hz Ayşe,Hatice ve Ayşe,İslam öncesi ve sonrası kadın,İslamiyette kadın, islamiyet, İslamiyetten önce kadın,Muhammed'in eşi Ayşe,Putperest Arap toplumunda kadın, Pagan araplar
Hatice Hanım:
Dikkat ederseniz Hz. Hatice 40 yaşında bir bayan, ticaret kimliği tartışılmaz, bir iş kadını, eğitim-öğretim yönünde örnek birey ve aynı zamanda dul bir kadın! Şimdi böyle bir kadının bulunduğu İslam öncesi kültürde kadın haklarının ne derece doğru ve güzel olduğu açık. Bu kadının yanında çalışan Muhammed ile evliliği kesinlikle muhteşem bir kültürün ve aynı zamanda Muhammed'in bu çalışma esnasında öğrendikleri ezoterik bilgiler önemlidir. Yani mantıksal açıdan İslam öncesi öyle barbar ve çocuk katilleri gibi bir anlayışın olması akla ihanettir. Ondan sonra ki dönem için derin ve esrarengiz bir şekilde yaşanılan ve öğretilenin tamamı sorgulanabilir. Özelikle Muhammed hakkında yazılanlar ve Kur'an'da yazılanların zaman, mekan ve kişi olarak hepsinin detayları merak konusu olmalı. Hadisler zaten başlı başına spekülasyon dolu. Bu günkü haber alma hakkı bile hakim güçler tarafından engellenmesi, 1400 yıl önce yaşanılanların ne kadar doğru ve kesindir, tartışılır. Tartışmaya girmeyen ve olduğu gibi kabul eden ya çıkarı için yada yaşadığı korkunun etkisindedir. Ki bugün olanları olduğu kabul eden bir çok İslam devleti vardır çünkü bu saltanatın sarsılmasını istemez. İslam yazarı Ali Şeriati gibi değerli yazarların katledilmesi sadece saltanatın sarsılmasını istemeyen güçler tarafından 1400 yıl önce olduğu gibi kendi egoist düşüncelerini ayakta tutmak içindir. Bugünde bu güçler nasıl ki dünyayı yönettiği sanılan, ezoterik bilgilere sahip grupların 1400 yıl önce çok daha ileri zekaya sahip olmaları, ve toplumları, yazdıkları her şeye inandıran, kabul ettiren ve genelde bunu korku yöntemi ile şekillendirenlerdir. (Siyonizm vs)

Ayşe Hanım:
İsyankar bir yapısı zaten biliniyor örneğin "Tanrım beni kadın yaratacağına taş yaratsaydın" demesi bile başlı başına yaşadıklarından zulüm gören bir birey olduğunu gösterir. Hz. Ayşe'nin yaşadıkları ve başına gelenlerin kesinlikle bir tanrı tarafından onaylanmadığını anlatmak isterim. Bunun Kur'an'da yazması aynı zamanda insan oğlunun kendi mantığı ile şekillendirmesi gerektiğini düşünüyorum. Mantık veren yaratıcı eğer Ayşe hakkında yazmışsa bile (ki uzak bir ihtimal) kulunun bunu sorgulaması ve doğru ile yanlışı mantığı kullanarak ayırması olabilir. Yani Kur'an yazıları veya ayetler aynı zamanda bir insanın tanrıyı kullanarak denetleme amaçlı yapabilir. Korkutucu cehennem, bunda önemli bir etkendir. Önce evlatlık ve sonra daha bir çocukken cinsel bir obje gibi kullanılması tamamen suçtur. O yıllarda da suçtu. Arap kültüründe hiç benzeri yaşanmamış olması (İslam öncesi Arap Pagan kültürü) ve kadına verilen değer Hatice hanım örneğinde mevcuttur. Çok tanrılı dinler döneminde bazı tanrı sembolleri kadını temsil ederdi, yani Tanrıçaya tapılırdı. Eğer kadın Tanrıça değerindeyse, ki öyleydi, bu kadının ne kadar toplumsal ve kültürel yaşam alanlarında üretici ve öğretici bir role sahip olduğunu vurgulamaktadır. Son olarak kadın bir toplumun ana direğidir, Kadını özgür olmayan bir toplum cehaletle yönetilmeye mahkumdur. Ve bir toplumu kontrol altına almak isteyen hakim yapı önce kadını cahil bırakır. Saygılar.

Yazan: Metin T.

İNANCA SAYGI DUYULUR MU?

A, din, İnanca saygı duyulur mu?, İnanmıyorsan saygı duy, İnsan inanmadığı şeye saygı duymaz, Dine saygı zorunlu mu?, İnanca değil inanma özgürlüğüne saygı duyulur, Din ve kişi özgürlük hakları
Öncelikle belirtmek isterim ki, meraklı bir kişilik, mizah yazarı, karikatürist biri olarak bu yazı tamamen BENİM (ebemin olacak değil ya) görüşlerimdir. Din ve inanışları tanıttığım yazılarımda maalesef mizahi dil ile yazı yazamasam da bu tarz serbest kafa toplarına çıkabildiğim yazılarda bu kafa topunu gole çevirmeyi düşünüyorum.

Hep duyduğumuz geyikler var, hatta bu geyikleri defalarca kızgın ateşlerde çevirip yedik, ısıtıp ısıtıp, bekletip bekletip tekrar yedik. Tek sıkıntı bu geyikleri gönderen ve üreten kişilerin geyik işini seviyor ve vazgeçemiyor olması (geyiğin içine de mi nikotin koydunuz yoksa).
Bu geyikler popolarına seri numaraları basılıp piyasaya sunulur ve isimleri genelde şu şekildedir:
İnancıma saygı duymak zorundasın A239
İnancıma saygı duy ZX5567
İnanmıyorsan da saygı duy LKN578
Niye hep bu dinle uğraşıyorsunuz HHC2

Fakat bir gerçek var ki, bu yenen geyikler hazımsızlık problemi yaratıyor ve anüs bile dışarı atacağı sırada "isyeeeaaaaağnnnn" diyor.

NEDEN ?
ÇÜNKÜ İNANCA DEĞİL,
İNANMA ÖZGÜRLÜĞÜNE SAYGI DUYULUR !

"Yaaa, bırahhh yaaa, koforlor ocon yososon cohonnom!" demeden önce elini vicdanına yada nerene koymak istersen orana koyup tarafsızca bir düşün:

Diyelim ki bir Müslümansın:
  • Bir Hindu'nun putuna tereyağı yedirmeye çalıştığını görüyorsun, elinde yağ bıçağı ile putuna "yesene yesene" yapıyor. Tüm putun ağzını yüzünü de yağ yapıyor pis herif.
  • Bir Budist'in meditasyon sırasında çıkardığı "Ohhhhhmmmmmm" sesiyle bol bol dalga geçmiyor musunuz? (ki bu ses onların inancında ilahi sayılır çünkü Tanrı'nın evreni yarattığı sırada bu sesin çıktığına inanırlar)
  • Bir Şintoist'in ufak maket tapınaklarındaki ruhları için minicik maket tapınakların önüne hediyeler bıraktığını görüyorsun.
  • Bir Şii'nin eline aldığı pala veya zincirlerle sırtını vurup etlerini resmen birbirine ayırıp kana bulandığını veya elindeki palası ile kafasının önünü vura vura kanattığını görüyorsun.
  • Bir Yahudi'nin eline aldığı tavuğu başının üzerinde çevirip bir yandan da bir şeyler mırıldanarak günahlarını tavuğa aktardığına inandığını ve bunu yapışını görüyorsun.
Tüm bunları gördüğünde, eğer yalancının önde gideni değil isen veya amacın ekranlara oynamak değil ise sende biliyorsun ki bunları gördüğünde büyük çoğunlukla ya gülüyor, ya alay ediyor ya da tiksinti duyuyorsun. Neden biliyor musun? Çünkü İNANDIĞIN ve sana MANTIKLI gelen şeyler değil. Bu yüzden de inanmadığın şeye SAYGI DUYAMAZSIN!

Neye saygı duyarsın biliyo musun?
İNANMA ÖZGÜRLÜĞÜNE!Tabi burada önemli bir faktör var, inanma özgürlüğüne saygı duyacağın din veya inanç ona inanmayanların özgürlük ve insan haklarını KISITLAMIYOR olmalı!

Ne demek bu, inancın gereği ibadetin ne gerektiriyorsa yap, oruç tut, hacca git, namaz kıl, kilisede ilahi söyle, duvar önünde tavuğu al aşağı et, kafanı kılıçla yar ne yaparsan yap, KENDİNE yapıyorsan, eylemin içinde sadece SEN varsan sorun yok. Ama eğer inandığın din "senin gibi olmayanlara düşman ol, onları öldür, senin gibi giyinmiyor iseler döv, yüzlerine kezzap at, taciz et, ötekileştir, Tanrı memnun kalır diye korkut" diyor ise, işte burada sana ve inancına, hatta inanma özgürlüğüne bile saygı duyulmasını bekleyemezsin. Çünkü tüm insanların dünya üzerinde sorunsuz bir hayat yaşayabilmesi için uyum ve özgürlük şarttır! Bu da bir bireyin diğerlerine zarar vermemesi ve onların üzerinde egemenlik kurma hakkını kendinde görmemesi ile olur.

Ama yok, diyorsan ki "yok abi, banane ya başkasından, neticede hepimiz insanız, ben namazımı kılar, kiliseme gider, tavuğumu sallar, putuma tapar yoluma bakarım" işte o zaman senin İNANMA ÖZGÜRLÜĞÜNE tabi ki saygı duyarım (tekrarlıyorum inancına değil, sebebini en başta zaten yazdım).

Anlayamayacak olanlar için "koforlor ocon yososon cohonnom" ciler için "Bilal'e anlatır" gibi kısa bir örnekle anlatıp noktayı koyayım.
Annem, babam müslüman.
Namaz kılmalarına, oruç tutmalarına, hacca gitmelerine vb. ibadetlerine saygı duyarım.
Fakat bu dine inanmıyor isem yukarıda da bahsettiğim gibi kafama uymadığı yani BANA mantıksız geldiği için dine saygı duyamam.
AMA, bu ibadetleri yapma özgürlüklerine tabi ki saygı duyarım!
Tek önemli şey kaldı, benim özgürlüğümü kısıtlayıp kısıtlamadıkları, inançlarını bir p-nismiş gibi zorla sağa sola sokmaya çalışıp çalışmadıkları.
Eğer kendi içlerinde yaşıyor ve benim özgürlüğümü kısıtlamıyor iseler bu inanma özgürlüğüne saygım hep devam eder, oturur beraber sünger bob izlerken güler, sağdan soldan konuşuruz.
Fakat kendi içinde yaşamıyor ve diğer insanları zorlayıp, baskı kurup, onlara düşman kesilip, özgürlüklerini kısıtlayacak duruma geliyor isen, ne sana, ne inancına, ne de inanma özgürlüğüne saygı duyarım.

Dini, dili, rengi ne olursa olsun, tüm insanların hoşgörü ve uyum içinde yaşadığı, dizi tadında bir dünya dilediği ile bir sonraki yazıda görüşmek üzere, boynum tutuldu babasını satayım.

Yazan: Anu

MUHAMMED'İN ÖĞRETİCİSİ RAHMAN-I YEMEN (YEMENLİ RAHMAN)

din, islamiyet, Muhammed'in öğreticisi, Hz Muhammed'in öğreticisi Yemen'li Rahman, Rahman-ı Yemen, Muhammed'e göre iman Yemen'lidir, Buhari ve müslim hadisleri, İslamın tümü Yemenli, Hz Muhammed, AY, Yemen
Muhammed açıklıyor: “El imanu Yemanin.”
Anlamı şu: “İman Yemenlidir.”
“İman”ın nereli olduğunu açıklamakla da en azından iki önemli şeyi dile getirmiş oluyor:
– İslamın “iman”ı, sanıldığı gibi “Mekkeli” ya da “Medineli” değil.
– Bu “iman”ın anayurdu: Yemen.
Bu bir itiraftır Muhammed’den. Yani, çok önemli bir şeyi, her nasılsa, saklamaktan vazgeçip açığa vurmaktır.
İyi ama, Muhammed gerçekten böyle bir açıklamada bulunmuş mudur? Bu “hadis”, onun ağzından çıkmış mıdır? “Uydurma” olamaz mı?

Bu hadisin uydurma olduğu ileri sürülemez. Bu hadis, Buhari, Müslim gibi en sağlam kabul edilen hadis kitaplarında yer almıştır. (Buhari, e’s-Sahih, Kitabu’l-Megazi/74; Tecrid, hadis no. 1362; Müslim, e’s-Sahih, Kitabu’l-İman/81-82, hadis no. 51-52; Tirmizi, Kitabu’l-Menakıb/72, hadis no. 3935.) Dahası, bu hadisi, Muhammed’den 11 arkadaşı aktarmıştır. Onun için bu hadis sağlamlık derecesinin en üst basamağı olan “tevatur” basamağına yükselmiş, “mutevatır” hadisler arasında yer almıştır. (Muhamme’d ebu’l Feyz Murtaza Zebidi, Lukatu’l-Leali’l-Mutenasire fi Ehadisi’l-Mutevature, Beyrut, 1985, s.41,43.)

Muhammed’in bu açıklamayı yaptığı, tartışmasız kabul ediliyor. Ne var ki şaşkınlığa yol açtığı için açıklamayı örtbas etmek amacıyla birtakım çabalar göstermekten de geri kalınmadığı gözleniyor. Her zaman ki kurtarıcı yola, “te’vil”, yani “yorum” yoluna başvuruluyor. Zorlamalı ve komikte olsa:

“Yemen” denirken anlatılmak istenen, “Mekke”dir. Çünkü Mekke, Tihame’dendir. Tihame de Yemen yöresinden sayılır.

“Yemen” denirken, anlatılmak istenen Mekke ve Medine’dir. Çünkü İslam Mekke’de doğdu, Medine’de yayıldı.

Bu ve benzeri yorumlar. (Tecrid, hadis no. 1362, K.Mizah’ın “İzah”ı.)

Oysa:
1) Muhammed, “Mekke”yi ya da “Medine”yi söylemek isteseydi, doğrudan doğruya bunların adını söylerdi; “Yemen” deyip de “Mekke”yi ya da “,medine”yi amaçlamazdı.
2) Hadiste, Muhammed’in bu açıklamayı, “Yemen”lilerin onun yanına geldikleri sırada yaptığı açıklanır.
3) Hadis kitaplarında da bu hadisler, “Yemenlilerin erdemi ve üstünlükleri”ne ilişkin ayrılan bölümde yer alır.

Demek ki, hadisteki “Yemen”, ne “Mekke”dir, ne “Medine”dir, ne de başka bir yerdir; herkesin bildiği “Yemen”dir.
Burada iki şey önem kazanıyor:
1) Muhammed’in döneminde Yemen’in durumu;
2) Muhammed’in Yemen’le ilişkisi.

Yemen
Öteden beri, çok önemli bir merkezdi. Ticaret akışının da olduğu odaklardan. Mısır, Mezopotamya ve Pencap gibi uygarlık yuvaları arasında da hem bir köprü olarak, hemde bileşke olarak önemliydi. (Prof. Dr. Philip K. Hitti, İslam Tarihi, çev. Prof.Dr. Salih Tuğ, İstanbul, 1980 s. 1/58.) Din olarak da Yahudilik ve Hristiyanlık dinlerinin de, İslamın da, hem “iman” hem de “ibadet” yönünden temeli olan “yıldız tapımı”, “Güneş tapımı”, “Ay tapımı”, hepsini içine alan Sabiilik (Eren Kutsuz = Turan Dursun, “Güneş Kültü”, Saçak Dergisi, Şubat 1988, s. 4-62) vardı. Yahudilik ve Hristiyanlık da çoktan gelip yerleşmişti.(Hitti, age, 1/95 ve öt,; Prof.Dr.Neşet Çağatay, İslam Öncesi Arap Tarihi, Ankara, 1971, s.1-37) Kısacası, Yemen, din-inanç yönünden de, bugünkü gelişmiş dinlerin önemli yuvalarından biri durumundaydı.

Muhammed’in Yemen’le İlişkisi
“İslam Peygamberi’nin yazarı Prof. Muhammed Hamidullah, Muhammed’in daha “peygamberlik” savıyla ortaya çıkmadan önceki ticaret gezileri üzerinde duruyor. Karısı Hatice Muhammed’i göndermiştir bu gezilerdeki yerlere, yörelere. Bunların arasında Yemen dolayları var. Önemli bir fuar olan Hubaşe fuarı. Ve o yöredeki kimi kent, kasaba. (Hamidullah, İslam Peygamberi, çev. Prof. Dr. Salih Tuğ, İstanbul 1980, 1/61.)

Arap kabileler topluluğundan birçoğunu içine alan bir Ezd Kabilesi vardır. Muhammed’in “paygamberlik” savıyla ortaya atıldığı sırada Medine’de üstün durumda bulunan Evs ve Hazreç kabileleri de bu kabileden ayrılma. Ve bu kabile Yemen Kökenli. (Prof. Dr. Neşet Çağatay, İslam Öncesi Arap Tarihi, s.95.)
“Ezd Kabilesi” ve bu kabileden olmak, Muhammed’in dilinde çok önemlidir.
İşte sözleri:

“Emanet (güven, güvenirlik), Ezd’dedir.” (Tirmizi, Sünen, Kitabu’l-Menakıb/72, hadis no. 3936; Ahmed İbn Hanbel, Müsned, 2/364.)

Hadiste, “Ezd” dendikten sonra, bu adla, “Yemen”in anlatılmak istendiği açıklanıyor.
“Ezd Kabilesi”nden olanlar, Tanrı’nın yeryüzündeki arslanlarıdırlar. Onları insanlar alçaltmak isterken, Tanrı buna karşı çıkar ve onları yükseltir. İnsanlar öyle bir zaman yaşıyacaklardır ki, kişi hep, ‘keşke babam bir “Ezd’li olsaydı, keşke anam bir “Ezd’li olsaydı…’diyecek.” (Tirmizi, hadis no. 3937.)

Hadise Göre “İslamın Tümü Yemenli”
11 “sahabi”nin Muhammed’den aktardığı ve sağlamlığına kuşku duyulmayan hadiste, “İman Yemenlidir” dendikten sonra, “fıkıh da Yemenlidir, hikmet de Yemenlidir” deniyor. Bu “İslam, tüm aldığı bilgi ve inançlarıyla, ibadet ve gelenekleriyle Yemenlidir” demekle eşanlamlıdır.
Bu, “İslam”ın Muhammed’e, “Tanrı’dan, vahiyle geldiği” yolundaki savı da havada bırakmakta, kökünden işlemez duruma getirmekte.
Çünkü bir “yer”i, “yurdu, anayurdu” olan bir şeyin, bir bütünün, “Tanrı”dan vahiyle geldiği” söylenemez, söylense de önemi olmaz.

“Yemame Rahman’ı”
Müslümanlar, “sahte peygamber” diye nitelerler. Adı: “Habib.” “Müslim” de olabilir. Ama Müslümanlar aşağılamak için “Müslimcik” anlamında “Müseylime” derler; bununla da yetinmeyip “çok yalancı” anlamında “Kezzab”ı da ekler. Müslümanların her zaman olduğu gibi bu konuda belgeleri yok etmiş, her şeyi tersine çevirmiş olmaları nedeniyle, bu kişinin asıl adı, kişiliği, yolu, yöntemi ve şnancı konusunda çok az şey bilebiliyoruz. Yine de bilinenler önemli.

Müslüman yazarların da aktardıklarına göre, “Yemame Rahmanı” diye tanınıyordu.
Yemame: Arabistan’ın ortalarında, Bahreyn’in batısında bir yöre.
“Peygamberlik” savında olan “Yemame Rahmanı” da, bu yöreyi elinde tutan Hanif kabilesinin başı, yörenin egemeni.
Kur’an’da başka anlamda da olsa önemli bir yeri olan “Rahman”, “Hanif” sözcükleri burada oldukça ilgi çekici. “Müslüm” sözcüğü de öyle… Muhammed’in bu sözcükleri, bu kanaldan alıp edindiği düşündürebiliyor. “İslam” adıyla birlikte…

Bu konuda, İbn İshak’ta önemli bir bilgi buluyoruz:
Mekke’nin ileri gelenleri, toplanmışlar, Muhammed’e bir uyarıda bulunmaya karar vermişler. Kararlarını uygularlar, birtakım sözler arasında şunu da söylerler:

Bize ulaşan bilgiye göre, Yemame’deki şu adam, Rahman denen kişi sana öğretiyor(Müslümanlığı). Kuşkun olmasın ve Tanrı’ya ant içerek söyleriz ki, biz, hiçbir zaman, Rahman’a inanmayız. (Siratu İbn İshak, yay.Muhammed Hamidullah, Arapça, Konya, 1981, s.180, fıkra:254.)

“Kureyş”in “inanmazlar”ı boş bir dedikoduya önem vererek mi konuşmuşlardı? Müslümanlar bunu ileri sürebilirler, ama bu kolayca savunulamaz. Çünkü “kabile onuru”, boş bir dedikoduya temel almaya engeldir. Muhammed’in “Yemame Rahmanıéndan “öğrendiği” söyleniyorsa, bu, “temelsiz” sayılamaz.

İSKANDİNAVYA'DA ÇOK TANRILI İNANCIN SONU

Nimrael, din,İskandinavya'da çok tanrılı inancın sonu,İskandinavya dini geçmişi, hristiyanlık, Hristiyanlığın İsveç'te yayılması,Hristiyanlığın gelişi ile İskandinav Tanrıları,Olaf,İskandinav paganlar,Viking dini,Uppsala
Bölgedeki en erken Hristiyan izlerine 700 ve 830 yılları arasında rastlanmıştır. Aziz Ansgar, bu dönemde kuzey Avrupa'da Hristiyanlığı yaymak ile görevliydi. İsveç kralının bölgesinde ilahî sözlerini yaymasına rağmen kilisesi Birka'da kesinlikle reddedildi. Bu durum, 900'lü yılların sonuna kadar sürdü; bu dönem ise ilk Hristiyan kuzeyli kralın, Olof Skötkonung'un başa geçtiği dönemdir. İsveç'te Olof, iki inancında yer edinmesine tolerasyon gösterdi; yani Hristiyanlığın İsveç kültüründe ilk kez yer edindiğini söyleyebiliriz. Olof ilk kez İsveç'te, Skara'da piskoposlar tarafından yönetilen kiliseyi açtı. Bu bölge Uppsala'ya gayet çok yakındı ama Uppsala'da açmamasının sebebi Uppsala'nın hâlâ kuzeydeki en büyük Pagan tapınağı olmasıydı. Yinede Uppsala'nın büyük tapınak olduğunu kanıtlayan yeterli delil yoktur. Bremen'li bir Hristiyan yazar olan Adam'ın yazılarının ışığında, Olof'un iki dini inancın takipçilerinin birbirleri ile savaşmasını önlemek adına kiliseyi Skara'da inşa ettirdiği tahmin ediliyor. 1080'li yıllarda yaşamış kral İnge ise böyle bir riski göz ardı ederek Uppsala'da yapılan kurban ayinlerini iptal ettirdi. Bu an ise İskandinavya'da dini dönüşümün kesin dönüm noktası olarak kabul ediliyor. Bu durum ise hoşnut olmayan kardeşinin, İnge'yi geçici sürgüne yollaması ile sonuçlandı. 1130 yılında Hristiyanlık, İsveç'te önemli bir kaleye dönüştü ve Pagan inancına oranla daha fazla Hristiyan takipçi vardı.

Norveç her zaman politeist inançtan Hristiyan inancına geçişin zor olduğu yerdi. Hristiyanlığın burada yer edinmesi bile 50 yıl sürdü. 950 - 1000 yılları arasında, kral Haakon koyu Hristiyandı ve önemli çalışmalar yaptı. Metodları tıpkı Constantine metodları gibiydi. Tapınakların Pagan hizmetine devam edilmesine izin vererek bu tapınakların yanına kiliseler açtırdı. Aesir ve Vanir için kendi kurban payını koymayı reddettiği gibi bunlara kurban adayanlara ceza da vermedi. Bir süre sonra ise Haakon, genç nüfusu Hristiyanlık için zorlarken yaşlıları sürgüne göndermedi.

Talihsizlik yinede kapıyı vurdu. Haakon öldüğünde yerini kendi adını taşıyan Reis Haakon'a bıraktı. Kendisi bir Pagandı; Hristiyan işleri neredeyse tamamen ortadan kaldırıldı ve yıkılmakta olan politeist inancı yeniden canlandırdı. Haakon sadece Hristiyanlığa karşı savaş açmakla kalmamış, aynı zamanda yıllar içinde Hristiyanlığa karşı Aesir ve Vanir takipçilerini nefret ile doldurmuştu. 10. yüzyılın sonunda ise kral Olaf Tyrggvason, inancı uğruna bu dik kafalı takipçileri yok etmeye hazırdı.

Ancak Olaf sadece 5 yıl tahta hükmetti (995- 1000). Norveç'in her yerini gezdi ve Hristiyanları Paganlara karşı destekledi. Pagan ibadet yerlerini yerle bir ederken ritüel alanlarını ise ya kapatıyor ya da imha ediyordu. Buna ya da Hristiyanlığa karşı koyanlar işkence ve ağır cezalara maruz kalıyordu; kral Haakon gibi adil ve iyimser değildi. Önceki reislerin aksine, Olaf'ta zerre sempati bulunmazdı. 12. yüzyılın sonlarında ise varisleri, Norveç'te Hristiyanlığın hâkim olduğunu gördüler.

Yeni inancın yükselişi ile birlikte kilise ihtiyacı artmıştı. İskandinav tanrıları için ibadet binalarına gerek olmazken Hristiyanlar için kilise şarttı. Anakara'dan uzak olan İskandinavya'da sadece ziyafet salonları, reis köşkleri ve koyun ağılları dışında pek ciddi amaç için bina bulunmazdı. Hatta ilk kiliseleri bile ünlü "Longboat" gemilerinden modellenmiş, gökyüzüne gelecekte kurulacak olan Gotik sanat gibi yükselen ve geçmişteki deniz yolculuklarının kudretini gösteren ejder kafaları betimlemeleri çatı boyunca vardı.

Yazan: Nimrael

THE INFIDEL (KAFİR)

din konulu filmler, Din konulu komedi filmi, dini film, Dini komedi filmi, film, film önerisi, Kafir, Kafir filmi, Müslüman ailede büyüyen Yahudi, The Infidel, Yahudi ve Müslüman konulu film,
Türkçesi "Kafir". Müslüman olarak yaşayan, daha doğrusu lafta Müslüman olarak hayatına devam eden (ülkemizde bol bulunan türden, elini sallasan birine denk gelir inşallah, nede güzel maşallah) bi adam, aslında Yahudi bi ailenin çocuğu olduğunu ve Müslüman bi aile tarafından evlatlık edinildiğini öğrenirse ne olur ? =)

Çoook şey olabilir, işte film bu yoldan çıkarak dinlerin komik yanlarını, kendi içlerindeki çelişkilerini ve diğer dinlere bakış açılarını mükemmel yansıtırken bi yandan da dinden dolayı yaşanan içsel çatışmaların insanı nasıl b-ktan durumlara soktuğunu göstermiş, hatta gözümüze gözümüze sokmuş.

Filmin başlarında baş roldeki karakterin küçük kızının elinde kılıcıyla koşup "kafirlere ölüüüüm" diye bağırması, adam Yahudi olduğunu öğrendiğinde kızının bu oyunlarının ona çok garip gelmesi beni cidden gülme krizine soktu :) Adam bi yandan Müslüman olan ailesinden gerçeği saklamaya çalışırken diğer yandan da 2 dinin de ibadethanelerine gider :) Ne şiş yansın ne kebap :) Daha doğrusu karar verme aşamaları diyelim. Elemanın başına bunca olay gelmiş, kimilerimizin inandığı ilahi adalet adamla zaten makara geçmekteyken buda yetmezmiş gibi oğlunun sevdiği kızla evlenebilmesi için çıkmazın eşiğindeki bu adamın dini bütün bi Müslüman gibi görünmesi gerekmektedir. Çünkü kızın babası ülkenin dini lideridir. Bu liderin yanında dolaşan bi eli kancalı, korsanla karışık el kaide tipli elemana da ayrı bi bittim :) Tip manyak :)

Ön yargısız olarak izlerseniz özellikle 70.dk dan sonra mizah kısmı ortaya çıkıyo. Filmi izlemenizi tavsiye ederim, ama yok, "ben böyle filmlere gelemem haciii" diyosanız siz bilirsiniz; ben önerir, yudumlamakta olduğum ince belli bardağa dansöz muamelesi yapmaya devam ederim. Oh My God'dan sonra beğendiğim din konulu nadir filmlerden oldu kendisi, tebrik ederken yönetmenine buradan bol bol sevap points göndermeyi de ihmal etmiyorum tabi; ben kaçar...

Yazan: A.Kara

İNSAN OLAMAZSIN DEMEDİM, İNSAN OLAMAZSIN DEDİM

din, A, İnsan olmak,İnsan olamazsın demedim, insan olamazsın dedim,Irkçılık,Ötekileştirmek,Din baskıları,Dini empoze,Din adına şiddet, körü körüne inanmak, Sorgulamadan insan olamazsın
Dünyada olan biten şeylerin birçoğu canımı öyle çok sıkıyo ki, kalabalık bi yerdeyken yada iett otobüsünde tıklım tıklım giderken apış arasına kaçan donu düzeltememenin verdiği rahatsızlık bile yanında devede pire kalır. Herkes, inandıklarını, görüşlerini, yaptıklarını hiç sorgulamadan iyi biri olduğunu düşünüyo; o halde tatlı rüyalar dilerken yazmak istediğim maddelerime geçeyim, hazır annem de bugün onu sevindirmek için aldığım balıkları izliyoken; rahat rahat yazayım yazımı ve şöööyle bir içimi boşaltayım.

Irkçılık yaparak İNSAN OLAMAZSIN (Adolf Hitler'in dötünün sol yanağı olabilirsin ama)

Ötekileştirerek İNSAN OLAMAZSIN (Gazoz açacağı bile olamazsın)

Kafirlere ölüm diyerek, seninle aynı inancı paylaşmayanları küçümseyerek İNSAN OLAMAZSIN (Moron olabilirsin)

Dinden çıkanı öldürün diyerek İNSAN OLAMAZSIN (En kalitelisinden katil yada 5 bıçaklı tıraş bıçağı olabilirsin)

Ben doğruyum diğerleri kaka diyerek İNSAN OLAMAZSIN (Egonu tatmin eder, bol bol pompalarsın)

Öldürerek , öldürene destek vererek İNSAN OLAMAZSIN (Pol Pot'un yerini alabilirsin)

Tanrı emretti diyerek inandığın din uğruna insanlara işkenceler yaparak, küçük düşürerek İNSAN OLAMAZSIN (Molla olabilirsin, hemde en süperinden)

Ayakkabı boyacısının karşısında kebap yiyerek İNSAN OLAMAZSIN (İbnetorun tillahı olursun)

Tanrının dediğine inansan bile bazı hayvanların öldürülmeyi hak ettiğini düşünerek İNSAN OLAMAZSIN (O zaman Tanrın yaratırken kafayı yemiş; sende öldürerek can almış olursun)

Sadece senin gibi olanlara yardım ederek İNSAN OLAMAZSIN (O halde düştüğünde senden farklı olanlardan yardım değil, yol parası bile isteyemezsin)

Kafa, kol keserek İNSAN OLAMAZSIN (Eğitimini alırsan sertifikalı kasap olabilirsin)

Kocanın aldığı cip ve Gayban gözlüklerinle hava atarak İNSAN OLAMAZSIN (Sadece fukarayı daha çok üzersin; ki nerde sende o düşünce)

İnsanların duygularını sömürerek İNSAN OLAMAZSIN (Birilerinin iyi yaptığı gibi)

Aynı inancı paylaşmadığın insanlar için oooh oooh iyikide ölmüş, canıma da değsin, anne kına getirde g-tüme yakayım diyerek İNSAN OLAMAZSIN (Çin malı insan gibi olursun; ucuz, kalitesiz, laneeet)

Keyfin için kürk alıp binlerce hayvanın ölümüne sebep olarak İNSAN OLAMAZSIN (Görüntü manyağı, şekilcinin tillahı olursun)

Her denilene hiç düşünmeden inanarak, tabularını titretmeyerek İNSAN OLAMAZSIN (Olduğunu zannedersin)

Siyahi dostlarımızın şeyi kadar olan ön yargınla İNSAN OLAMAZSIN (Kabak oyacağı, yada ne biliyim tuvalet pompası olabilirsin)

Hurilerle Brazzers videosu çekeceğini düşünerek İNSAN OLAMAZSIN (sapıklığını bastırırsın)

Korkudan iyilik yaparak İNSAN OLAMAZSIN (Samimiyetsiz totoş olursun; ne yani korkmasan alayımızın kıçına sokak lambasımı itelemeye çalışıcan)

İnancın yüzünden başkalarına işkence yapıp ceza uygulayarak İNSAN OLAMAZSIN (Sebebi gayet açık değil mi? Sabah programlarını izleyeceğine otur az düşün)

Kıyafetlerini değiştirerek İNSAN OLAMAZSIN (Kalbini değiştirmeye odaklanman gerekir)

4 Kadınla yatağa girerek İNSAN OLAMAZSIN (Fakat çeşitli fantazilerini yerine getirebilirsin, seni hınzır)

Yardım adı altında topladığın paralarla kendine lüks araç alarak İNSAN OLAMAZSIN (Cem Uzan'ın stajyeri olabilirsin)

Silah yardımı yaparak; yapanlara destek olarak İNSAN OLAMAZSIN (Olurum diyosan eğer, masanın altına bak sana bişey göstercem)

Sorgulamadan İNSAN OLAMAZSIN (Koyun psikolojisi içindeki koyun olma ihtimalin muhtemel)

Dinini, Tanrını, Buddhanı, Dalaylamanı ve düşüncelerini millete tecavüz etmeye kalkarmışçasına zorla kabul ettirmeye çalışarak İNSAN OLAMAZSIN (Herkesin kendisi gibi olmasını isteyen psikopatın teki olursun, tipi aynı, inancı aynı, görüşü aynı, kakasının rengi bile aynı)

Tanrı sokaktaki açlara, evsizlere yardım etsin diyerek totonu sıcak odana taşıyıp, damızlık dana gibi 5 çeşit yemek yiyerek İNSAN OLAMAZSIN (Tanrıya kalsa, sen o sokaktaki adama dokunmasan, o adam 50 yıl durur orada öööyle özgürlük anıtı gibi, madem merhametlisin, yardım etmesi için Tanrına dua edeceğine sen yardım etsene totoş, işine gelmez tabi)

Haçlı seferleri düzenleyerek İNSAN OLAMAZSIN (Din adına kafa, kol, tal, t-şak kesen tüm diğer dindarlar gibi)

İnsanları boş yere umutlandırarak, hayallerinin içine z-çarak İNSAN OLAMAZSIN (Düşlerimizin içine zıçan şerefsizin teki olarak hafızamızın en boktan odasına, hatta foseptiğine kapatılırsın)

Ben sana insan İNSAN OLAMAZSIN demiyorum; İNSAN OLAMAZSIN diyorum çünkü: İNSAN OLMAK için İNSAN OLMAK gerekir...

Yazan: Anu

DİN YOK

din, DP, Din yok, Din insan uydurmasıdır, Semavi dinler, Semavi dinler arasındaki farklar, Dinlerin ortak yanları, Hz.Ali, islamiyet, Ya varsa diye inanmak, Hz. Ali ya varsa, Allah'ın dini olmaz, Aldatılma… Aldatılan insanlarda yaşanan ruhsal travmalarda intihar bile gözlemlenebiliyor. Kabul etmek o kadar güç bir hal alıyor ki iyileşme süreçleri uzun zaman alabiliyor. İnandığınız, sevdiğiniz değerlerin bir anda yıkılması sizde sonuçları ağır durumlara yol açıyor. Önceleri savunmalar başlıyor. Kanıtlara rağmen inanmak istemiyorsunuz. Yalan diyorsunuz, olamaz diyorsunuz. Bir süre sonra yerini öfkeye bırakıyor. Daha sonra da kabullenme periyodu.

Özellikle yeni bir aşk ya da heyecan sizi tekrar hayata bağlıyor. Yeniden dünyaya gelmiş gibi oluyorsunuz.

Peki ya tüm hayatınız bir aldatma ise? Ya sevdiğiniz, inandığınız, değer verdiğiniz her şey bir yalan üzerine kurulmuş ise? Hani şu Gazalinin Hazreti Ali’den rivayetle aktardığı gibi meşhur “Ya varsa” sözünün tam tersi geçerli ise? Hatta bunun kanıtları ortaya konuyorsa? Düşünsenize doğduğunuzdan bu yana bir yalana inandınız ve bu yalan içerisinde geliştiniz.

Normal şartlarda dinini araştırarak yaşamayan, okumadığı bir dine inanan, Arapça sözler mırıldanıldığında ne söylendiğini anlamayarak ağlayan bir topluma neyi kanıtlayabilirsiniz?

Aldatılma hissi ağır geldiği için olabilir mi? Neden insanlar dini pratiklerden ayrılıyor hiç düşündünüz mü? Etrafınıza bakın. Kim inandığı dinin gereklerini ve pratiklerini tam olarak uyguluyor? Aslında din kusursuz ve insanlar mı kusurlu? Madem öyle yeryüzünde neden dinini tam olarak yaşayan bir tane bile insan yok? Dışarı çıktığınız zaman bir gününüzü buna ayırın ve etrafınıza bakın. Dinini kim yaşıyor? Cevap basit: HİÇ KİMSE!

Dinlerin yaşanılamamasının sebebi ortaya çıktıkları toplumu ve çağı yansıtmaları. İnsanlara ağır geliyor Aldatıldıklarını düşünmek. Düşünsenize biri size dinlerin aslında yalan olduğunu ve insan yapımı olduğunu kanıtları ile anlatsa ne düşünürsünüz? Önce gülme ve alay etme, daha sonra şiddetle karşı çıkma ve karşıt kanıtlar sunma. Peki, bu karşıt kanıtları nereden buluyorsunuz? İnsanlık tarihindeki tüm dini kitaplara bir bakın. Hepsi savunma içerisinde. Hepsi kanıtlama derdinde. Madem kusursuz bir yaratıcı kelamı var ortada neden kanıtlama ihtiyacı duyuluyor? Çünkü herkes farkında bir şeylerin ters olduğunun. Birisi sizle tartıştığında hemen bu savunma tipi dini kitapları alıp onlardan örnek alıyorsunuz: “Aslında şu anlatılıyor… Orada anlatılmak istenen şu… Yaratıcı orada şunu söylüyor sen görmüyorsun…” bu örnekleri çoğaltmak o kadar mümkün ki.

Neden dini sorgulayan insanlara ses yükseltiliyor veya fiziki müdahalede bulunuluyor? Neden tehditler başlıyor? Madem bizde sorun var neden bahsedilen yaratıcı ceza vermiyor? Kutsal metinlerde yazıyor: “İstediğimizi doğru yola iletiriz.” Madem bahsedilen yaratıcı var neden beni doğru yola iletmiyor? Hepimizi doğru yola iletse de hepimiz mümin olsak? Madem sınavdayız daha önce bu sitede verilen örnekte olduğu gibi (Site başyazarı ve yöneticisi A. KARA’ nın DİN VE SINAV isimli makalesi) 5 yaşında tecavüz ile öldürülen çocuğun sınavı ne? Eğer çocuk tecavüz edenin sınavı ise çocuk basit bir sınav sorusundan mı ibaret?

Maalesef aldatıldık, aldatılıyoruz ve aldatılmaya devam edeceğiz. Peki, gözümüzün önünde alenen duran farklar neler? Bazılarına bir göz atalım:

SEMAVİ DİNLER ARASINDAKİ BAZI PRATİK FARKLARI

  • Her dinin kendi ibadet sistemi vardır. Semavi dinlerde bahsedilen yaratıcının istediği ibadet formatları ilk indirilen ile sabit olmalıydı. Her ibadet formatı farklı olduğuna göre demek ki bu mesajlar farklı yaratıcılardan ya da farklı insanlardan geliyor olmalı. Yani dini dizayn edenler buna uygun ibadet sistemlerini de icat ediyorlar.
  • Yaratıcıya ibadet edilen yerlerin tek olması gerekir. Neden yaratıcı her seferinde farklı bir ibadet evi istiyor? Ya semavi dinlerde bahsedilen yaratıcı her dönem farklı bir mimari zevke sahip ya da bu evleri biz yaratıyoruz.
  • Neden dinler içerisinde giyim-kuşam farkları var? Eğer yaratıcı yarattıkları arasında ayrım gözetmiyorsa neden kadınlar hep geri planda?
  • Her din, diğer dinleri yok edilmesi gereken, geçmişte kalmış yozlaşmış ve sapkın olarak nitelendiriyor. İslamiyet ise ikileme düşmüş durumda. Kimi ayetler diğer dinlere saygıyı emrederken, başka ayetler savaşmayı ve öldürmeyi öngörüyor.
  • Her dinin yasakları farklı. Yaratıcı bir seferde yasağı belirler ve yürürlüğe koyar. Bir kişi bu pratiği değiştirmeye kalktığında, diğerleri ona karşı çıkacağından her din aslında hiç yozlaşmamıştır ve sapkın değildir. Bir kişinin dini farklı yorumladığını var saysak neden diğerleri karşı çıkmadı? Çünkü ortada toplumsal öğreti söz konusu. Tanrısal hükümler ortada yok. Her din farklı hareket ettiğine göre demek ki bu dinleri yaratan unsur yaratıcı değil, insanoğlu.
  • Her dinin sosyal yaşama bakışı farklı. Yaratıcı sosyal standartları sabitler ve tüm insanlığa sunar. Sabit sosyal standartlar bulunmadığına göre mevcut standartları yaratıcı değil, bizzat insanlar koydu.
  • Birkaç istisna dışında tüm ülkeler dinsel olmayan sosyal ve ceza hukukları ile yönetiliyor. Din ile yönetilen ülkelerin de durumu gözümüzün önünde duruyor. Demek ki insanların hukuk sistemi semavi din kitaplarından daha üstün ve tercih edilebilir.
  • Her din kendi peygamberini ve kitabını “SON” kabul ediyor; ancak Muhammed’e kadar bitmiyor. Her din bir önceki kitapta kendinin müjdelendiğini söylüyor ama maalesef kanıt bulamıyorlar.
  • Her din farklı objelere kutsallık veriyor. Oysa yaratıcının kutsallık verdiği objeler standart olmalıdır.
  • Her dinde yaratıcı farklı bir profilde aktarılıyor. Hatta bir din onu “BABA” kabul edip oğlu olduğunu varsayıyor ve oğluna da peygamber diyor.
  • Her dinde yiyecek ve içecekler farklı şekilde sevap ya da günah. Alkol kimi dinde serbest, kimi dinde yasak iken domuz eti kimi dinde yasak, kimi dinde serbest. Demek ki yaratıcı her topluma farklı bilgiler veriyor. Yaratıcı insanlığı ve evrenselliği öğütlediğine ve tüm insanlığa mesaj gönderdiğine göre ya dinlerde bahsedilen yaratıcı yok ya da elçilerde sorun var.
  • Bir din kendinden önceki Sabi’lik dinini kabul ediyor ve caiz görüyor. Bu dinin peygamberi kim? Kitabı ne? Neden diğer dinlerin ve insanların bundan haberi yok?
Yukarıda bahsedilen farklardan sadece bir tanesinin varlığı bile ortada bir yanlışın olduğunun göstergesidir. Eğer insanlar yaratıcı kelamını değiştirebiliyorlarsa ondan üstünler. Eğer yaratıcı üstün ise emri evrensel ve standart olmalı, dolayısı ile değiştirememelidirler. Dinsel pratikleri insanlar değiştirebiliyorlarsa ya yaratıcıdan üstünler ya da bu dinleri kendileri yarattılar.

SEMAVİ DİNLERİN KENDİ İÇ PRATİKLERİNDEKİ BAZI FARKLAR
  • Eğer elçi tek bir kitap ve tek bir inanç sistemi getirmiş ise bunlar standart olmalı. Her dinin kendi içinde de farklı yapılar ve inanç sistemleri olduğuna göre demek ki ortada yaratıcı kelamı yok.
  • Farklı mezhepler var ise demek ki son din, son kitap, son peygamber hususları yalan.
  • Her dinin içindeki ibadet yöntemlerinde de farklılıklar olabiliyor. Demek ki elçi ya doğru öğretemedi ya da ona öğretilen bir şey yok.
  • Mezhepler arasındaki farklı günah ve sevaplar.
  • Mezhepler arası farklı ahiret inancı.
  • Mezhepler arası farklı sosyal yaşam.
  • Mezhepler arası farklı erkek-kadın statüleri.
  • Mezhepler arası sıcak ve soğuk çatışmalar. (Hristiyanlık ’ta ve İslamiyet’te)
  • Mezheplerin birbirlerinden MATRUŞKA bebeği misali doğması.
  • Bazı mezheplere göre diğer mezheplerin kanı ve canı caiz, kadınları ve kızları cariye. Yaratıcı adil ve sonsuz kudret sahibi ise böyle bir durum olamaz.
  • Her mezhebin kendi ibadethanesi var. (Farklı kiliseler, cem evleri, Şii camileri vb.)
  • Her mezhebin şeriatı farklı. (Din aynı olsa bile)
  • İnsanlar Din’ de farklı yorumların bu ayrıma neden olduğunu, ancak kaidelerin değişmediğini söylüyor. Ancak en basiti İslamiyet’te göz ardı edilen bir kavram vardır ki ibadette içtihat olmaz, olamaz. Yapan da uyan da kafirdir. Demek ki ortada yumuşak bir kafirlik durumu var.
SEMAVİ DİNLERİN BAZI ORTAK YANLARI
  • Kitabın yetersiz kalıp ilave insani söylevlere ihtiyaç duyulması (Yahudilik Talmud, Hristiyanlık İznik Konsül Toplantısı, İslamiyet Kütübi Sitte/Hadis ve Siyer)
  • Kadın peygamber hiç yok. Aslında bu husus farktan çok tüm dinlerde ortak kavram. Bazı semavi dinlerde kadınlar elçiye kendini hibe eden varlıklar. Elçiye hediye edilen mallardan farkları yok. Demek ki yaratıcı kadınları erkekler için yaratmış. Cariye olarak yarı fahişe bir yaşam tarzı layık görülüyor. Bir din, hayvanlar ile ilişkiye giren kadınların din adamları ile evlenebileceğini öğütlüyor. Oysa başka bir din bu husus lanetleniyor. Yaratıcının emri tek olmalıdır. Yaratıcı bu hususu dile bile getirmeyeceğine göre ortada ilahi bir mesaj yok. Uydurmalar var.
  • Her din ve kitap ötekilerini sapkın ve batıl ilan ediyor.
  • Her din fakirlere ve kölelere umut ışığı oluyor.
  • Her dinde zorunlu ve çileli bir hicret var (Mısırdan Çıkış, Hristiyanların diğer bölgelere gitmek zorunda kalması, Müslümanların Medine’ye hicreti).
  • Her dinin dönüşü muhteşem oluyor.
  • Her din evrensel medeniliği ve canlı severliği öğütlerken, diğerlerini ortadan kaldırmayı da öğütlüyor. Ancak bu gibi hususlar asla sesli olarak dile getirilmiyor veya göz ardı ediliyor.
  • Her din aslında çoğunlukla bir öncekini tekrar ediyor. Hatta bilinen ilk semavi din olan Yahudilik bile Sümer/Babil dinlerinden tekrar edilmiştir.
  • Semavi dinler, İbrahim’i ortak kutsal ata olarak belirler. O zaman İbrahim’ den öncesi kafir.
  • Her din insanların Adem ve Havva’dan çoğaldığını söylüyor. O halde ilk zamanlarda ensest ilişki serbest ve caiz. Yani tüm kutsal kitaplar atalarımızın maymun olmadığını ama ensest olduğunu söylüyor. Hangisini kabul etmek daha ağır?
  • Dinlere göre insanlık tarihi yaklaşık M.Ö. 7000’ li yıllara kadar gidiyor. O halde önceki dönemlerde yaşadığı kanıtlanan insanlar aslında insan değil. Günümüz modern insanının (Homo Sapiens) günümüzden 200.000 yıl önce yaşadığı artık sabit bir bilgi. Hatta 40.000 yıl ve daha öncelerine ait mağara resimleri var. Dasha da radikal bir kaıt şu ki yaklaşık 2,5 milyon yıl önce alet edevat yapıp kullanan insan toplulukları var. Eğer onlar insansa ki artık hem dini hem de bilimsel çevreler kabul ediyor, o halde yaratıcının kitaplarında çelişki var. Yüce yaratıcı çelişkili bilgi veremeyeceğine göre bu bilgileri veren elçiler yalancı.
  • Her din sadece kendi coğrafi çevresini anlatıyor. Yanardağlardan çıkan ateş ve lavlar nedeni ile cehennem yaratılıyor. İnsanların ateşten canı yanıyor. Ateş nerede yoğun ve kudretli? Yer altında. O halde sizi yeraltı ve oranın tasviri ile korkutabilirler.
  • Her din kendi çevresindeki hayvan ve canlıları örnek verebiliyor. Örneğin semavi dinlerin yaratıcıları ve elçileri kangurudan bihaber.
  • Kardan bahseden hiçbir kutsal metin yok. Demek ki semavi dinlerin yaratıcısı ve elçileri karı bilmiyor. Sadece Hristiyanlıkta Matta incilinde tasvir için kar beyazlığından bahsedilmiş ki bunun hiçbir kutsallığı yok. Matta elçi değil. Bununla ilgili her din savunucusu bir mantık geliştirmeye çalışmıştır; ancak yorumdan öteye geçemezler.
  • Galaksiler ve evrenler hiçbir kutsal metinde yok. O halde olmamaları gerekir. Varlar ise ya kutsal kitaplar yalan söylüyor ya da onları yazanlar.
  • Güneş sistemi, dönüşler, uzay hakkında hiçbir bilgi yok. Olan bilgilerde zaten o dönemde hemen her toplumda ortak astronomi bilgileri. Hiçbir kitap döneminin bilimsel verisinin ötesine geçememiştir. O halde ya yaratıcı bilimden uzak, ya da elçilerin bildiği kadarı yazıldı kutsal kitaplara.
  • Tüm peygamberler Orta doğu coğrafyasına gelmiştir. O halde diğer toplumlar seçilmemiş ya da lanetli.
  • Yaratıcı öfkeleniyor, kızıyor, seviniyor, üzülüyor… Bunlar insani duygular. Yaratıcı insani duygulara sahip olmayacağına göre ortada uydurulmuş bir şeyler var.
  • Yaratıcı hep şeytan ile yarışta ve bir şeyleri kanıtlama derdinde. Yüce yaratıcının hiçbir şeyi kanıtlamaya ihtiyacı yoktur. Eğer ortada kanıtlanmaya çalışılan bir şeyler var ise ya semavi dinlerde bahsedilen yaratıcı yok ya da “kanıtlamaya çalışmak” gibi insani bir duyguya sahip birileri tarafından yazıldı.
  • Gemilerin gitmesi için rüzgarı kullanan bir yaratıcı kavramı “motor” un icat edileceğini bilemez mi? “O dönem motor veya benzeri bir alet anlatılmak istenseydi insanlar kutsal metinler, saçma zannederdi” savunması ne derece doğru olabilir? Size bilineni söyleyen kitaplar mı daha hayranlık verici ya da size yeni bir şeyleri öğretenler mi?
  • Eğer her yaratılan hiç şüphesiz yaratanın bir lütfu ise neden bazı yaratılanlar bazı yaratılanları öldürme hakkına sahip olabiliyor?
  • Her dinin elçisine ait yaşam hikayesi oldukça fantastik ve gizemlidir. Bazı peygamberlerin yaşadığı bile şüphelidir. Olduğu söylenen mucizelere ait hiçbir veri yoktur. Örneğin, İsa’nın göre yükselmesine birkaç kişi dışında kimse tanık olmamıştır. Ay’ın yarıldığına yeryüzünde hiçbir medeniyet şahit olmamıştır. Orta doğu hariç hiçbir medeniyet tarihinde Nuh tufanına ait veri yoktur. Bazı kutsal kitaplardaki tanrısal metinlerde “o dönem…” diye başlayan cümleler vardır. Demek ki ilahi metinler, geldikleri peygamberden çok sonra kaleme alınmışlar.
Aldatılma gerçekten çok ağır. Bu ağırlığı kabullenmek zor. Yukarıda verilen maddelere reddiye geliştirebilirsiniz. Hatta bu reddiyeleri adeta kitap yazacak şekilde de genişletebilirsiniz. Maalesef kanıtlar ortada. 2+2 de 2x2 de her zaman 4 eder.

Yazan: Demon Product

İSLAM VE BİLİM, BİZ VE ONLAR

Yazan: Demon Product
DP, Gavur icadı, Yabancıların yaptığı her şey sayesinde yaşarken onları aşağılamak, din ve bilim, islamiyet, din, İslam ülkelerinde teknoloji ve refah, İslam ülkeleri neden geride?

İSLAM VE BİLİM, BİZ VE ONLAR


"Ne gördüğüm hakikati gizlemekten hoşlanırım, ne de bunu açıkça ifade etmekten korkarım. Aydınlık ve karanlık arasındaki, bilim ve cehalet arasındaki savaşa her yerde katıldım. Bundan dolayı her yerde zorlukla karşılaştım ve cehaletin babaları olan resmi akademisyenlerin yanı sıra kalın kafalı çoğunluğun öfkesinde hedef olarak yaşadım." Giordano BRUNO

Sabah uyandığımda ilk işim elimi yüzümü için banyoya yönelmek oldu. Yabancı birinin elektriği kullanımımıza sunması sayesinde yabancı birinin icat ettiği lambayı yaktıktan sonra iyi göremiyor olduğumdan dolayı yabancı birinin icat edip ürettiği gözlüğümü taktım. Gözlüğü nasıl aldığım ayrı bir muamma;

Gözlerimin iyi görmemesi nedeniyle 2 hafta öncesinde doktora gitmiştim. Önce, yabancı birinin icat ettiği telefon ile randevu aldım. Yabancı birinin icat ettiği ve ürettiği otomobilime atladım. Yabancı birinin icat ettiği radyoyu açtım. Yabancı birinin bulduğu FM frekansında Türk musikisi çalan bir radyoya denk geldim. Müzeyyen SENAR o bülbül gibi sesi ile adeta şakıyordu.

O sırada yabancı birinin bulduğu benzin ışığımın yandığını fark ettim. Hemen yabancılar tarafından bulunan petrolün damıtılması ile elde edilen benzini aldım. Kredi kartı ile yabancılar tarafından bulunan bir alış-veriş sistemini kullandım. Aracımı otoparka çektikten sonra hastaneye girdim. Yabancılar tarafından icat edilen bir alet ile doktor beni muayene etti. Yabancılar tarafından icat edilen bir metot ile sorunum tespit edildi ve gözlüğüm yazıldı. Daha sonra yabancılar tarafından icat edilen asansör ile otoparka inerek hastaneden ayrıldım. O sırada yabancılar tarafından icat edilerek geliştirilen telefonuma mesaj geldi. Mesajı eşim göndermişti. Yabancıların bulup kullanımımıza sunduğu sosyal iletişim amaçlı kullanılan mesajlaşma programına eşim bana aldığı hediyeyi gösteriyordu. Bayılmıştım bu hediyeye. Yabancılar tarafından icat edilmiş bir tablet. (O zamanlar baya pahalı idi)

Her neyse günümün sabahına geri dönelim. Gözlüğümü taktıktan sonra yabancıların icat ettiği ve eşimin bana hediye ettiği tabletimi aldım. Yabancılardan satın aldığımız ve geliştireceğimiz sistemler ile ilgili bir haber dikkatimi çekti. Onların icat edip bulduğu bir sistemi “PARA VEREREK” satın alıyor, yerli ve milli yapıyorduk. Ne mutluluktu bu böyle? Bizimde yerli-milli sistemlerimiz olacaktı. Gerçi yabancılar icat etmişti ama olsun.

Bu sistemin çalışması için yabancıların icat ettiği roket sistemi kullanılarak yabancı bir ülkeden uzaya yabancıların icat ettiği bir uydunun gönderilmesi gerekiyordu. O da gönderilmişti. Yabancıların tayin ettiği bir yörüngeye yerleştirilen uydumuz hizmet veriyordu. Gururum kabarmıştı. O sırada havanın soğuduğunu hissettim. Yabancılardan satın aldığımız doğalgazı devreye almalıydım. Yabancılar tarafından icat edilen kombiyi çalıştırdım. Ancak içerisi hemen ısınmıyordu. Bende hemen yabancılar tarafından icat edilen klimamı açtım. Yeni kitabımı okumak için önümde hiçbir engel kalmamıştı. "Turgut ÖZAKMAN’ dan Şu Çılgın Türkler". Uzun zamandır bu kitabı okumadığımdan sebep kendimden utanıyordum.

Hemen mutfağa gittim. Yabancıların icat ettiği su ısıtıcısında su ısıtıp yabancıların icat ettiği çözülebilir hazır kahvemi de alıp koltuğuma kuruldum. Bu ne keyifti böyle. Kitabın sayfalarımı ilerledikçe tarihim ve toplumum ile bir kez daha gurur duydum. O sırada telefonum çaldı ona yönelirken kahvem kitaba döküldü. Hemen mutfağa koşup yabancıların icat ettiği kâğıt havlu ile temizledim. Tabii ki yerleri de yabancıların icat ettiği deterjanlar ile hallettim. Eşim akşam geldiğinde sorunla karşılaşmamalıydı. Benim izin günüm olduğundan ev benden soruluyordu. Kitap kuruyana kadar belgesel izlemeye karar verdim. Yabancı birinin icat ettiği Televizyonun başına kuruldum. Yabancı birilerin icat edip kullanımımıza sunduğu dijital platform cihazını çalıştırdım. Yabancı birinin hazırlayıp sunduğu belgeseli izlemeye koyuldum.

Canım sıkıldı. Yabancıların icat ettiği bilgisayarımı açtım. Yabancıların icat ettiği sosyal platformlara bir göz attım. Birkaç gruba üye idim sosyal platformda. Ülkemize ve dinimize giydirenlere cevap yazdım. Bunlar kimin tarafındaydılar? Gözleri hiç mi görmüyordu? Kulakları hiç mi duymuyordu? Beyinleri yok muydu? Bizim milletimiz tarihe nam salmış, iyilik ve doğruluk üzerine bir milletti. Nice bilim adamları yetiştirmiş, nice projelere imza atmış nesillerin torunları idik. Hele dinimiz? Barış ve Esenlik üzerine olan güzel dinimiz her şeyin en güzelini öğütlüyordu. Ayrılık ve ötekileştirme yasaktı. İnsan hakları her şeyin üstündeydi. Komşusu açken tok yatan bizden değildi. İbadetin ve iyiliğin gizli olanı sevaptı. Hele ki bilim ve Fen? İslam tarihi ve tarihimizde o kadar çok bilim insanı vardı ki yeryüzünde var olan hemen her şeyi biz “icat etmiş ve bulmuştuk”.

Buraya kadarki anlatımlar tamamen hayal ürünüdür; ancak büyük çoğunluğu kendi yaşamımdan kesitler içermektedir. Biliyorum ki sizin yaşantınızdan da kesitler içeriyor.

Neden kritik icatlar bize ait değildi? Neden kritik buluşlar bizde yapılmıyordu? Eminim birçoğunuzun kafasında bu sorular öyle veya böyle dolaşıyordur. Bu yazıda amacım sizin tabiriniz ile “Din Düşmanlığı” yapmak değil, aksine toplumumuza bir ayna tutmaya çalışmaktır. İnançlılar, inançsızlar, az inançlılar ya da az inançsızlar. Neye inandığınız, neye taptığınız umurumda dahi değil. İlgilendirmiyor da. Yeter ki inandığınız inanç veya değerleri iyi okuyup araştırın. Onun bunun etkisinde kalmayın. Zaten aklınız sizi doğru yola iletecek.

Yazıya Giordano BRUNO’ nun bir sözü ile başladım. Bruno değerli bir astronom ve filozof sayılabilir. Aynı zamanda rahip idi. Küçüklüğünden bu yana din içerisinde yoğrulmuş bir rahip. Tanrıya ulaşmanın yolunun bilimden geçtiğini savunuyordu. Tanrıya öyle bir aşk ile bağlıydı ki ona ulaşmanın tek yolunun bilim olduğunu düşündüğünden astronomiye merak sardı. Gezegenler, yıldızlar ve evren derken sonsuzluğu keşfetti. Kimileri panteist olduğunu düşündü, kimileri deist, kimileri de sapkın bir Hristiyan. Kimin ne düşündüğü önemli değil. Bruno, sadece kutsal metinleri okumanın yaratıcıya ulaştırmayacağını, bunula birlikte onun verdiği aklın ve bilimin mutlak suretle öne alınmasını ön görüyordu. Bu fikirleri onu ölüme dahi götürdü. 1600 yılında İtalya’ da Campo De’Fiori meydanında Engizisyon mahkemesi kararı ile yakılarak öldürüldü.

Deizmin fikir babalarından sayılan Thomas PAINE? Sizce inançsız birimiydi? Tam aksine inancı kuvvetli biri idi. Çağımızdan örnek verelim, ya Carl SAGAN? İnançsız mıydı? Dini bilgileri o kadar kuvvetliydi ki, din ve bilim tartışmalarında nice din adamı önünde yer almak istemiyordu. Onları zor duruma sokan hususlardan biri de Sagan’ın üslubu idi. Sert olmayan, nazik ve naif konuşmaları, karşısındaki insanlara sakin yaklaşımı gerginlikleri en baştan engelliyordu.

Belirli bir grubu saymaz isek çoğu bilim insanının çıkış noktası DİN’dir. Tarihte çok değerli İslami bilim insanları elbette ki vardır. Onların çalışmaları elbette ki yadsınamaz. Ancak onların çalışmalarının temelinde antik yunan bilgileri vardı ki artık bu husus tüm çevrelerce kabul görmüş durumda. Günümüz gelişmiş batı medeniyetinin temelinde İslam coğrafyası olduğu çok doğru. Çünkü onlar bir dönem sonra Hristiyanlaşma sonucu bilimi terk ettiler. Terk ettikleri bilimi onlara bizler verdik. Ama ilerletmeyi ihmal ettik. Bilim insanlarını tu kaka ilan ettik. Her şeyin Kuran da yazılı olduğunu, bu nedenle ilmi araştırmaların çokta gerekli olmadığını düşündük. Benim gibi bu görüşü savunanlara da “Olur mu canım öyle şey, bize inen ilk ayet OKU’ dur. Bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum mantığını baz alıyoruz! Her şeyi gavur ajanlar yapıyor. Onlar bozuyor bizi!” demeye devam ederek kendimizi kandırdık.

Görünen köy kılavuz istemiyor. Hastalandığınızda kullandığınız ilacı kimler icat etti? Nükleer enerji? Elektrik? Otomobil? Uçak? Atom? Kimyasallar? Fırın, çamaşır ve bulaşık makinası, Televizyon, Cep Telefonu, gündelik eşyalarınıza bir göz atın. Daha o kadar çok örnek var ki, biz neyi icat ettik? Neyi bulduk?

En güzel yaptığımız şey eleştirmek. Bunu güzel icat ettik. Bilinçsizce, okumadan, bilgisizce ve desteksizce eleştirmek. Avrupa da yaşayan Türklere bir göz atın. Hiç kimse milliyetçilik masalları ardına saklanmasın. “Bu kefereler g.tünü bile yıkamıyor pis cenabetler!” iyi de suçlamadan önce iyi düşün: onların memleketinde onların parası ile ne işin var? Oradaki Türkler gayet güzel yaşıyorlar. Madem orada hayat berbat neden dönmüyorlar buraya? Oralara bir gidin, bizimkilerin yaşantısını bir görün sonra karar verin. Davulun sesi uzaktan hoş gelir masalının ardına saklanmayın. Mutlaka bu yazımı okuyan gurbetçilerimizden bazıları bana kızacak ve eleştirecek. Lütfen doğruyu söyleyin. Orada ki sağlık ve eğitim mi? Buradaki sağlık ve eğitim mi… Karar sizin. Ya ulaşım ve sosyal yaşam? Orada yaşayan vatandaşlarımızı kesinlikle eleştirmiyorum. Yaşamlarının gereği doğup büyüdükleri topraklardan ayrılıp gurbete çıktılar. Ancak şu an pişmanlar mı? İstisnalar dışında pek sanmıyorum.

Şöyle bir görüş ile de tartışmaya katılmayın: “Onlar terör destekçisi, bizdeki teröristleri besliyor ve kolluyorlar. Onları finanse edip silahlandırıyorlar, bizi karıştırıyorlar sayın yazar. Neden bu hususlardan bahsetmiyorsun? Onların adamı mısın yoksa?” Bu savda gerçeklik payı olmakla beraber (Ajan veya onların adamı değilim) o bahsedilen ülkeler ile müttefik, stratejik ortak, ekonomik partner ve “Kardeş Ülke” olduğumuz ironisine ne diyeceksiniz peki? Bu nedenle böylesine tartışma konusunu komik ve yetersiz buluyorum. Örneğin aramızın en bozuk olduğu dönemlerde bile İsrail ile yapmış olduğumuz ortak tatbikatlar ve ekonomik işbirliği anlaşmaları varken…

Bizler için ağır olsa da evet, o adamlar daha bilgili ve daha medeni. Kullandığımız ve kullandığınız her şey onların icadı. Bu gerçeği kabullenin artık. Burada suç ajanlarda değil, bizle uğraşan kimse yok, toplum mühendisliği diye bir şey yok. Kafanızı kaldırın artık. İllüminati, Masonlar ve Thule Tarikatı gibi fraksiyonlar sizle uğraşmıyor. Sen ilerlemek istedin de kim tuttu seni? Roket icat etmek istedin de kimler engelledi? Gündelik eşyalarını icat etmek istedin de kafana silah mı dayadılar? Hadi bizle uğraşıyorlar. Neden İslam coğrafyasında ilerlemiş tek bir toplum ya da ulus yok? Ki onlar inandıkları dinin kitabını anlayarak ve pratiklerini hayatlarına geçirerek uyguluyorlar. Madem her şey ilahi kitaplarda yazılı, onlara dayanarak yapılan bir tane keşif veya ilerlemeyi söyleyin?

Hiç düşündünüz mü? Batı neden vites attı 1500-1600’lerden sonra? Evet, o döneme kadar en parlak dönem bizde. Ya sonra? Ne oldu da hızlı bir gelişim gösterdiler. Yahudiler mi? Kabbala mı? Tapınakçılar mı? Kimler? Uzaylılar mı ilim öğretti batıya? Günümüz Roket teknolojisini Çin yaptı diyorsanız sınıfta kaldınız. Werner Von BRAUN ismini bir araştırın. Ya İstanbul’u fetheden toplar?

Çünkü bu tarihlerde Batı, din ve bilimi birbirinden söktü attı. Engizisyonun baskısını ortadan kaldırdılar. Neden, Niçin ve Nasıl soruları aranmaya başlandı. Onlardaki Din adamları bile sırf ateist ve deistleri ekarte edebilmek için Bilim ve Fen’e sarıldılar. En basitinden bizim camiada böyle sorulara gerek yok. Uzay araştırmalarına gerek yok çünkü “Göklerde” ne olduğu anlatılmış. Ne gerek var ki? Mesela insanının yaratılışı. Gerek yok incelemeye, Adem ve Havva’dan geldik bitti. Ne gerek var araştırmaya? Bir örnekle Cübbeli Ahmet Hoca 2013 yılında NASA için ne demişti, Milyarlarca dolar yatırım yapmanın cahillik olduğunu söyleyerek, "Mars'ta su var mı? Et var mı? But var mı? Manyak manyak işler... Ben sana söyleyeyim, sen oraya çıkamadan dünya kopacak. Masrafa değmez. Ver bana 100 bin dolar her şeyi söyleyeyim. Ne cahil adamsın. Kur-an'da var, hadiste var. Bakmıyorlar ki..."

Ya bu “Gavur” aleminin araştırmaları olmasaydı ne olacaktı? Bu araştırmalar sayesinde icat edilen unsurları kullanıyorsunuz. İlaçlar, günlük alet ve edevatlar… Her şey… Hadi şunu yapın. Kendinize 3 gün verin. Evdeki eşyalarınızın bir listesini çıkartın ve onların “icat” ettiği şeyleri 3 gün kullanmayın. Buna elektrik de, günlük ilaçlarınız da dahil. Bakalım kaç gün dayanabiliyorsunuz? Maalesef işimize gelince “İyide bu icatlar global/küresel icatlar. Neden kullanmayayım? Müslüman her şeyin en doğrusunu ve en güzelini kullanır. Onlar yapsın biz kullanırız.” diyebilirsiniz. Peki niçin bu “global/küresel” icatları biz yapmıyoruz? Kısaca AR-GE olarak adlandırılan Araştırma ve Geliştirme faaliyetleri bu ülkede neden geride? Ülkede az da olsa kurulmuş olan AR-GE birimlerinde görev alan bilim insanlarına dikkat edin. Hangi ülkelerde, hangi okul ve akademileri bitirmişler. İslami Coğrafyadan çıkan bir AR-GE çalışmasını veya icadı söyleyin. Amacım kimseyi ezmek veya rencide etmek değil. Sadece okumanızı ve sentezlemenizi istiyorum. Yazının başlarında söylediğim gibi neye inandığınız veya neye taptığınız umurumda bile değil. İnanç en önemli özgürlüklerden birisidir. Yaşama hakkı gibi. Herkes birey olarak kendi ölçeğinde istediği şeye inanabilir ve ibadet edebilir. Ya da inanmayabilir.

Bu toplumda beraber yaşıyoruz. Batıda bilim ve fen gelişirken kimse kimseye inancını sormadı. NASA Apollo projesinde çalışan Müslüman Bilim İnsanlarına bir bakın. Farouk El BAZ sadece bunlardan birisi. A.B.D. de Aziz SANCAR ile hepimiz gurur duyduk. Türkiye’de bu başarıyı gösterebilir miydi?

Maalesef İslam coğrafyası Din ve Bilim’ i yan yana koyamadı. Onların artıkçısı ve pazarıyız sadece. Onlar için alt segment insan grubuyuz. İslam coğrafyasını yönetenlere bir bakın. İdarecilerin ailelerine ve yaşantılarına. Onların ve çocuklarının okudukları okullara bir bakın. Bazılarının eşlerine ve giyim tarzlarına. Hatta yaşam tarzlarına. Maalesef onların aynadaki yansımalarıyız. Kendi ülkemize bir bakın. Amacım siyaset değil. Hiçbir zaman siyaset yapmadım ve bu yazımda da yapmayacağım. Ancak maalesef ülkemizdeki her siyasi yapı onlara iktidar hırsı ile göz kırpıyor.

Kimseye isyan edin, bayrak açın, devrim yapın, sokaklara dökülün demiyorum. Modern, çağdaş hukuk devletlerinde değişim EĞİTİM ile başlar. AKIL ve BİLİM ön planda tutulduğu sürece bu millet ne uşak, ne de artıkçı olur. Kimsenin oyun sahası olmaz. Kimsenin pazarlık konusu olmaz. Yön verilen değil, Yön veren oluruz.

Okuyun ve bilime önem verin. İnsana ve sanata önem verin. Kaç yaşında ve ne mezunu olduğunuz hiç önemli değil. Bir kursa yazılın. Gönüllü faaliyetlere katılın. Görün bakın değişim nasıl gerçekleşiyor. Çocukları gelecek olan görün. Potansiyel kaçak işçi değil. Kadınları insan olarak kabul edin. Seks objesi ve eve kapatılacak mal olarak değil. Bir grup erkek okuyucu için söylüyorum: Hiç kimse ikinci sınıf değil. Hiç kimse sizin sahip olacağınız malınız değil. Hiç kimse penisinizin zevk makinası değil. Hiç kimse sizin kaburga kemiğinizden üretilmedi. Hiç kimse şeytan tarafından kandırılan kadın nedeni ile dünyaya azap için gönderilmedi. Hiç kimsenin görevi evde oturup sizi tatmin etmek değil. Hiç kimsenin görevi kendisini elçilere bağışlamak ta değildi. Sizlere tavsiyem bilim anlamında Marie Curie’nin hayatını iyi okuyun.

Din faktörünü önceliğine alan ve almayan ülkelere bir bakın. Kimler önde, kimler arkada. Söylemek istediğim, din pratiklerinin bireylere indirgenmesi. İsteyen istediğine inansın; ancak kişisel düzeyde inansın. Devlet düzeni, eğitim, iş yaşamı ve sosyal yaşamdan bu pratikleri uzak tutun. Görün bakın neler oluyor.

Bu yazıda bahsettiğim unsurlar inançlı ya da inançsız tüm toplumumuzun ortak kabul ettiği hususlar. Yalnız Din faktörünü hayatının tam ortasına yerleştirenler, bu faktörde sorun görmediği için suçu başka yerlerde, komplo teorilerinde ve fantastik hikâyelerde aramaya devam edecek.

Bu yazıda önceki yazılarıma nazaran daha çok yorum kullanarak Durum Etüdü yaptım. Bunu yaparken karşılaşacağım eleştiri oklarını baştan kabul ediyorum. Bazı görüşlerim, birçoğunun reddedeceği, kaynaksız ve desteksiz bulacağı fikirler olmakla beraber aslında eleştirel yaklaşanların da aklında küçük soru işaretleri kalacağına eminim. Çünkü yazıda “BİZİ, KENDİMİZİ” anlattım. Kısacası kabul edemeyeceğiniz ya da reddedeceğiniz bir husus olduğunu pek de sanmıyorum.

“Bütün ilerlemeler, insan fikrinin eseridir. Fikri harekete getirmek birinci işimiz olmalıdır. Bir kere millet benliğine hakim olsun ve düşünebilsin, yeter! Başlangıçta hatalı düşünse de, az zaman sonra bu hatayı düzeltebilir. Fikir bir kere faaliyete başladı mı, her şey yavaş yavaş düzene girer ve düzelir.

Gözlerimizi kapayıp, yalnız yaşadığımızı varsayamayız. Ülkemizi bir çember içine alıp dünya ile ilgilenmeksizin yaşayamayız. Tersine gelişmiş, uygarlaşmış bir ulus olarak uygarlık alanının üzerinde yaşayacağız: bu yaşam ancak bilim ve fenle olur. Bilim ve fen nerede ise oradan alacağız ve ulusun her bireyinin kafasına koyacağız. Bilim ve fen için bağ ve koşul yoktur.” Mustafa Kemal ATATÜRK

KORKU VE DİN

MT, Korku ve din, din, Tanrı, Yaratıcı, İnanç evrenseldir, Herkesin kendi Tanrısı, Dinler korkudan beslenir, Yaratıcı mantığını kullanarak ona ulaşanı sever, Din ve coğrafya,
Dinlerin bu günkü güçlü konumlarında olmasında ki en etken rol, İnanç ve korkudur. Haram-helal.
Korku inançla endeksli olduğu için derine girmeye çalışacağım. Birde sosyokültürel olunca tam tehlike arz eden bir durum olur (cehalet fazla olunca.)

KORKU 
Dikkat ederseniz din eğitiminde genelde yöntem, korku iledir. Daha küçük yaşta korku ile yetişen bir birey yaşı ilerledikçe bu korkunun etkisindedir. Psikolojiktir.
Bunda ebeveynler etkili rol oynar, ya çocuğunu tanrıdan korkan bir köle haline getirir yada tam tersi Yaratıcıyı seven ve aklı ile hareket eden bir birey yetiştirir.
Globalleşen gelişmelere aldırış etmeden içindeki bu korku, kişiyi köle olarak efendi/tanrıya sunar. Bir köle her zaman içinde nefret taşır ve buda korkunun etkisinde cereyan eder.
Yani korku bir köle daha yaratır. Asıl olan efendinin köle isteği midir?. Elbette hayır.
Bunun yöntemi kendini geliştirmeye açık ve düşünebilen bir birey olarak yaratıcıya akıl ile varmaktır.
Korkuyu yenmenin yöntemi ise empati kurmaktır. Sosyolojik terim.
Korkunun yerini sevgi ile doldurmayı amaç edinmektir. Sorgulamak, korkuyu yenmenin ve korkmadan inanmanın etkili yöntemidir.
O zaman gerçek/efendi/tanrı ya ulaşılır. Ve insan kendini tanır kendine ulaşınca.

DİN
İnanç evrenseldir ve doğuştan gelen bir histir. {Gereksinim} üzerine gelişir. Dinler, bu doğuştan hak olan inanç hissini kendi tanrısına hazırlamaya çalışır, bunun için bedel ister.
İnsanın içindeki efendi/tanrıyı özünden ayırır ve kendi tekeline bağlar.
Karşılığında ruhun ihtiyaç duyduğu gıdayı sunar. Ve ruhsal rahatlamayı sağlar. Burada metafizik devreye girer.
Öncesinde insan-tanrı (firavun), sonra kral-tanrı, sonrası elçi-tanrı, bugünde temsili ruhani-elçi-tanrı dönemleri ile toplumlar takip altında dizayn edilmeye çalışılıyor.
Zamanla coğrafi ve kültürel yaşam koşulları ve eğitimi ile şekillenir. Fakat bilmemiz gereken her bireyin dıştan aldığı eğitimin yanı sıra kendi kendine eğitim daha doğuştan bireyin kendi elindedir ve daha çok kültürel alanda yeşerir.
Birey neyi düşünüyorsa inanç o şeyin olmasını hayal eder ve onun hayali ile yaşar, bunun için doğal yaşam dengesi olan empati kurmaktır. Gerçekleşmeyecek hayalleri kurmak zayıf insanların dua ile yapmaya ve yaptırmaya çalışması korkudan doğan umut endekslidir.
Çocuğun haram kelimesinden yararlı veya zararlı olduğunu algılaması daha mantıklıdır. Ki yaratıcı mantığını kullanarak ona ulaşanı sever.

Yazan: Metin T.

PANTEİZM NEDİR?

Panteizm, Tanrı'nın Doğa'ya ya da fiziksel evrene eşdeğer olduğu görüşündedir - bunlar aslında aynı şeydir - ya da her şeyi tamamıyla kapsayan içkin bir soyut Tanrı'dır. Böylece, evrenin veya doğanın bir parçası olan her birey, Tanrı'nın bir parçası olarak görülür. "Panteizm" terimi ilk olarak 1705 yılında İrlandalı yazar John Toland tarafından kullanılmış olsa da bu inancın kökenleri çok daha eski tarihlere dayanmaktadır.

Panteizm, Tanrı'nın her şey ve herkes olduğu ve herkesin ve her şeyin Tanrı olduğu görüşündedir. Çok tanrılığa (pek çok tanrıya olan inanç) benzer gibi görünebilir ancak her şeyin Tanrı olduğunu söylemek çok tanrıcılığın ötesindedir. Bir ağaç Tanrı, bir kaya Tanrı, bir hayvan Tanrı, gökyüzü Tanrı, güneş Tanrı, sen Tanrısın gibi.

Panteizm'de fiziksel yasalar sebep-sonuç ve zamanın kendisinin tüm sistemi, mükemmel bir ilahi varlığın iç işleyiş vardır. Tanrı, Evrene dışsal bir varlık değil, daha ziyade kişisel ve antropomorfik olmayan, kişiselleştirilmemiş, her yerde var olan bir varlıktır.

Bazı panteistler özgür irade fikrini kabul ederken (Büyük bir varlığın küçük birer parçası olarak ve doğru ile yanlış arasında bazı seçimler yapabilme inancı) bazı panteistler , doğa ve insan için ortak bir amaç belirler , bazıları ise amaç ve görünüm fikrini "kendi iyiliği için mevcut" diyerek reddetmektedir.

Schopenhauer , panteizmin hiçbir etiğe sahip olmadığını iddia etse de , panteizm oldukça etik bir bakış açısına sahiptir: "Başkasına yapılan herhangi bir zarar, canlının kendine ve herkese zarar verir."

Bu kavram Hinduizm ve Antik Yunan filozoflarının (Thales , Parmenides ve Herakleitos da dahil) yanı sıra içinde Kabalistik Yahudiliğin eski dönemlerinde de tartışılmıştır. Bu tartışmaların doğurduğu Panteistik hareketler 17. yüzyılda Spinoza'nın doğalcı panteizm inancının da çıkışını sağlamıştır.

Yazan: Anu

SENİ ANLATIYORUM

DP, din, islamiyet, Seni anlatıyorum, Nasıl deist oldum?, Deist oluş hikayesi, Deizm,Carl Sagan,Turan Dursun,Çocukluktan dinle büyümek ve sıyrılış,Dindar aileden, din ve mitoloji, Thomas Paine
En büyük hobim tek kanallı siyah-beyaz televizyonumuzda “ESTEBAN” adlı çizgi filmi izlemekti. Esteban adlı bir İspanyol çocuk 1500-1600’lerde Maya’lar ile yaşadığı ilginç hikâyeler anlatılıyordu. Fantastik bu kurgular hayal dünyamı adeta devasa hale getirmişti. Gezegenimizde bizim medeniyetimizden daha gelişmiş toplumlar daha önceleri var mıydı? Hele ki hemen hepimizde izler bırakan Yıldız Savaşları serisi. Film başladığında, “Uzun zaman önce uzak bir galakside…” diye başlayan kısa ön özetler beynimizin bir köşesine kazınmıştı. “Uzak bir galakside yaşam olabilir mi?” diye düşünüyordum.

Televizyondan uzak kalmam gereken zamanlarda (her çocuk gibi fazla izlemem yasaktı) en iyi arkadaşlarım kitaplarımdı. Jules VERNE kitaplarının adeta koleksiyonuna sahiptim. Diğer yandan dini kitaplarım da yanımdaydı her zaman. Açıklayamadığım ya da çelişkide kaldığım dönemlerde hep yardımıma onlar koşuyordu. Hatta Jules VERNE kitaplarım ve Dini kitaplarım hep karışıktı. Dini kitap dediysem aklınıza tefsir, meal, fıkıh, risaleler falan gelmesin. “Namaz Hocası, Dinimi Öğreniyorum, Ayetler ve Surelerin Türkçe Anlamları” gibisinden kitaplardı bunlar. Benim yaş grubuma yönelikti adeta. Yaşıma göre dini bilgim fena sayılmazdı. Camide 5 vakit namazını eksik etmeyen büyükler daha “Kelime-i Şehadet” in anlamını bilemezken ben buna ilave olarak Fatiha, Kevser, İhlas gibi öncelikli öğretilen sureleri anlamları ile birlikte biliyordum. Meraklıydım. Öğrenmeliydim. Ancak maalesef aynı merak ve başarıyı okul hayatımda gösteremiyordum. Okul hayatım boyunca bir defa dahi Teşekkür ya da Takdir alamamam bunun açık bir göstergesiydi.

Ailem başkalarının yanında ezilmemem için hep şu sözü söylerdi: “Bizimkinin Genel Kültürü iyi, derslere o yüzden veremiyor kendini!” onlar için bir nevi kaçamaktı. Ancak benim açımdan onların savunmasında büyük bir gerçeklik payı vardı. Evde ne kadar kuponla alınmış ansiklopedi varsa daha ilkokul 4. Sınıfta okumuştum. Okumaktan kastım önemli husus ve kavramlar idi. Ortada büyük bir çelişki vardı. Fen, Din, Coğrafya, Hayat Bilgisi, Tarih ve hatta kısmen sosyoloji ve felsefe konularında yaşımın gerektirdiğinden katbekat fazlasına sahiptim. Ancak iş Türkçe, matematik, müfredatta okutulan tarih ve hayat bilgisi konularına gelince çakıyordum. Evde misafirliğe gelen büyüklerin aslında hiç anlamadıkları ve bilmedikleri, özellikle okumadıkları aşikâr olan konular hakkında atıp tuttuklarında devreye girmem ufak gerginliklere neden olurdu. Sevgili ebeveynlerim hemen işi espriye vurur, “Bizimki de böyle işte!” gibisinden cümle kurarak kendi adlarına savunma yaparken beni de adeta “yaratık” ilan ediyorlardı. “Bizimki de böyle işte. “ cümlesinden her anlam çıkıyordu; yani arızalı, yani sağı solu belirsiz, yani ne konuştuğunu bilmez, yani o konuşur siz takmayın…. Artık adını siz koyun.

Bu noktada benim küçükken bu nedenle travma yaşadığımı düşünebilirsiniz. Ancak durum pekte böyle değildi. Özellikle Babam ve Annem ileri görüşlüydü. Sevgili babam 5 vakit namazını neredeyse hiç aksatmayan, bana göre kusursuz (ki hala bana göre öyle) bir kişilikti. Her şeye cevabı vardı. Annem Babama :”Sana çekti bu çocuk.” derdi hep. Misafirler gittikten sonra bana dönerek:” Aman oğlum demedik mi sana büyüklerin laflarına karışılmaz, onlara karşı çıkılmaz diye. Çok ayıp oğlum?” diye serzenişte bulunurlardı. Özellikle babam bilmediğim, araştırmadığım konular hakkında konuşmadığımı iyi biliyordu. Kendisi yakalamıştı bu özelliğimi. Bir keresinde bana şöyle bir sorusu olmuştu:

- “Oğlum öğle namazı normalde kaç rekattır?”.
Cevabım açık, basit ve netti:

- “Bilmiyorum baba.”
- “Neden oğlum? Sen namaz kılmayı biliyorsun? Hatta kılıyorsun, neden bilmiyorum diyorsun?”
- “Çünkü –BEN- araştırıp öğrenmedim. Hoca söyledi. Benim açıp, okuyup, doğrusunu öğrenmem lazım. Ya hoca yanılıyorsa?”


Bu cevap babamda tebessümle karışık bir şaşkınlığa neden olmuştu. “ Eh madem öğren, bana da öğretirsin diye gülümsemişti.” Kendim okuyup, anlamadıktan sonra hiçbir bilginin bende hükmü yoktu. Koşulsuz tek Hocam 2 kişiydi. Birisi Hz. Muhammed, ötekisi ise gazi Mustafa Kemal ATATÜRK. İkisinden de taviz vermezdim. Koşulsuz her söyledikleri doğruydu. Birisi Allah’ın elçisi, diğeri ise ileri görüşlü dünya lideri sayılabilecek Önderimdi. Kendi öğretmenlerimi bile derslerde “Neden? Nasıl? Niçin?” soruları ile bezdirdiğimden okul hayatım vahamet içerisindeydi. İlkokul öğretmenim beni duyumsamazlıktan gelmeye başlamıştı. Onu suçlayamazdım. Benim sorularım yüzünden ders ilerlemiyordu.

Neden? Nasıl? Niçin?...

Bu dönem evde fenomen dizimiz “Perihan Abla” idi. Evde her şey durur, çay demlenir, kek tabaklara konulup servis edilir ve televizyon karşısındaki yerimizi alırdık. Bir keresinde bir fragman yayınlanmıştı. Perihan Abla dizisinden sonra UZAY belgeseli vardı. Gâvurca ismi COSMOS idi. Carl SAGAN adında biri sunacaktı belgeseli. Uzay dendi mi benim için akan sular dururdu. Mutlaka izlemeliydim. Kendime göre bir program bulmuştum. Carl SAGAN’ ın COSMOS belgeselini izlerken yıldızlar, gezegenler, galaksiler, evren gibi tanımlar ile tanıştım. Gezegenlerin oluşumu, gezegenimizin oluşumu ve ilk canlılar en çok ilgimi çeken konular olmuştu. Karbon tabanlı ilk yaşam formları, aminoasitler, tek hücreliler, ilkel yaşam formları tabirleri ile ilk o dönem tanıştım. Merak ediyordum.

Bir husus kafama takılmıştı. Canlılar eğer türler seçim ile evrim geçiriyorsa Adem babamız ve Havva anamız? Biz primatlardan gelmiştik. E primatlarda maymunlardı ya da maymunsu. Her neyse, bu program bize dedemizin maymun ve hayvan olduğunu söylüyordu. Çözüm bulamıyordum. Kaynak yoktu. Nereye soracağımı ne araştıracağımı bilmiyordum.

Camideki hocama sormuştum ve aramızda şöyle bir diyalog geçmişti:
- “Hocam bizim ilk anne ve babamız Havva anamız ve Adem babamız doğru mu?”
- “Evet oğlum”
- “Peki onlar nasıl oldu?”
- “Oğlum çamurdan yaratıldı onlar. Cenabı Allah, kendi ruhundan üfledi.”
- “İyi de hocam nasıl?”
- “Oğlum kafanı çok kurcalama. Abuk subuk fikirlerle de beynini doldurma. Şüphesiz Allah her şeyi görendir.”
- “Ama hocam belgeselde……..?”
- “Oğlum dedim ya sana kafanı bulandırma diye? Hadi abdest al birazdan ikindi.”

Camide namaz kılmıyordum. Açıkçası namaz kılmıyordum. İyi biliyordum ama kılmıyordum. Soran olduğunda ise: “İnşallah Allah bizim gönlümüze de düşürür.” Der ve sıyrılırdım. Daha önce hocam’ la yaşadığım bir sorun ona inancımı sarsmıştı. Bana kız arkadaşımı pislik gibi göstermişlerdi. (Bu konuyu daha önce “İNANÇ ÜZERİNE” adlı yazımda anlatmıştım. O yazımı okuyanlar hikayeyi de bilirler)

Kimseyle konuşamıyordum. İçime kapanmıştım. Carl SAGAN denen gâvur beynimi bulandırmıştı. İçimden “Beyin yıkama bu olsa gerek, demek böyle kandırıyorlar bizleri” diye düşündüm. Sıyrılmalıydım bu sapkın fikirlerden. Olmazdı, olamazdı. Kandırılmıştım. Âdem babamız ve Havva anamıza alternatif bir yaratılış hikâyesi uydurmuştu dış mihraklar. Amaçları dini ve milli duygularımızı yok etmekti. Bu sayede, medeni, çağdaş ve ileri bir toplum olmamızın önüne geçilecekti. Zaten tek sorun dinimizi doğru yaşamıyor olmamızdı. Ah bir Kuran-ı Kerime bağlı yaşasak? Onda her şey eksiksiz açıklanmıştı. Hatta NASA bile eski bir Kuranı ele geçirmiş, oradaki bilgileri araştırıp öğrenerek büyük teknolojiye kavuşmuştu.

Tam bu sıyrılmalar ile uğraşırken zaman geçti. Allahtan o gâvur beni devşirememişti. Bir akşam evde kuru fasulye pişmişti. Sokaktan geldiğimden elleri yıkamaya koyulmuştum. Fasulye kokusuna yeni kırılmış soğan kokusu eşlik ediyordu evde. Televizyonda bir haber dikkatimi çekmişti. Bir suikast sonucu Turan DURSUN diye bir vatandaşı vurmuşlardı. Önemsemedim. Kim bilir kimlerle ne zoru vardı. Bu ismin aklımda kalmasının sebebi ise ilginç bir hikâyeye dayanıyordu. Bizim hocanın yeğeni mahalle arkadaşımızdı. Muhabbet ederken söylemişti, bir mürtet öldürülmüştü. “Ne mürtedi?” dedim. “Dinden dönmüş, kafir olmuş” dedi. Nasıl diye sorduğumda detayını bilmediğini, adamın aslında büyük bir din âlimi olduğunu, iyi bir insan olduğunu, ancak gâvurların beynini yıkaması ile İslam düşmanı olduğunu söylemişti. Bu nedenle de öldürülmüştü. Amcası da, yani bizim hoca da üzülmüştü. Hem öldürülmesine hem de böylesine büyük bir din âliminin dinden dönmesine…


Eve koştum. Ellerimi ve yüzümü yıkıyordum. Sanki her yerim kirliydi. Bütün suç televizyonda idi. TRT gâvurların eline geçmişti. Dinimizi kaybediyorduk. Suçlusu da TRT idi. Perihan Abla ile bizi ekranlara çekiyor, hepimiz ekran başındayken Perihan Abla’dan sonra başlayan belgesel ile beynimizi yıkıyorlardı. Dolayısı ile Perihan Abla’ da proje dizisi olmalıydı. Onlarda gâvurların ajanı idi kendimce.

Yıllar yılları kovaladı.

Üniversite yıllarında orta yolcu idim. Alkol tüketiyor, kızlarla geziyor, gâvur gibi yaşıyor ancak cumalarımı eksik etmiyordum. Orucumu tutardım. Bana “Bu ne çelişki be kardeş?” dediklerinde cevabım hazırdı: “Oğlum kusur bizde. Bana bakıp ta İslam’ı suçlama. Yanlış olan biziz. İnşallah düzeliriz” der konuyu geçiştirirdim. Turan DURSUN ve Carl SAGAN’ ın kim olduklarını öğrenmiş ve araştırmıştım. Bu konular ile artık ilgilenmiyordum. Kafamı bulandırmaktan kaçıyordum. Bir yakınımız vefat ettiğinde, 7’si, 40’ ı, 52’ si yapılırdı. Cumalara gidiyordum. Orucumu tutup teravihleri aksatmıyordum. “Zaten 11 ay günah içindeydim, bari 1 ayım ibadette olsun.” diye tuhaf bir savunma mekanizmam vardı.

Bir süre sonra ki bu süre yıllar aldı, kafamı kaldırmaya karar vermiştim. Kafamı NEDEN kaldırmaya karar verdiğimi imkân olursa ayrı bir yazı ile ayrıca anlatacağım. Küçüklüğüm aklıma gelmişti. Her ne olursa olsun araştırma huyum vardı. Sorgulayabiliyordum. Sadece din bunun dışında idi. Peki ya sebep? Acaba dini araştırmadığım için böyle sapkın yaşıyor olabilir miydim? Dinimi doğru yaşamıyor olmamın bir diğer sebebi dini pratiklerdeki “ALENİ ÇELİŞKİLER” i araştırmamış olmam olabilir miydi? Mezhepler, ibadette farklılıklar, bidatlar, vesaireler vesaireler…. Eğer doğru araştırıp okuyarak “GERÇEĞE” ulaşırsam bu çelişkilerden kurtulabilir ve sonsuz huzura erebilirdim. Doğru Müslüman olacaktım, ötesi var mı?

Benim gibi düşünen birisi daha vardı ki bu düşünceleri onu ölüme götürmüştü: KONCA KURİŞ. Kadıncağız yalın İslam’a ulaşmak için sünnet ve Kuran rehberliğinin baz alınması gerektiğini söylediği için öldürülmüştü.

Peki ya Turan DURSUN? Neden bu adam bir din alimi iken hararetli bir ateiste dönüşmüştü? Bahriye ÜÇOK neden öldürülmüştü? İlhan ARSEL neler söylüyordu böyle? Ya Arif TEKİN? Ya Yaşar Nuri ÖZTÜRK? Fetullah? Beyaz Hoca? Aczimendiler? O cular? Bu cular? Neler oluyordu?

Tüm ülke uyuyordu. MATRIX’ i yaşıyorduk adeta. Bir bilinmezi yaşıyor ve ona inanıyorduk. Dini kim doğru yaşıyordu? Neden bu kadar fraksiyon vardı?

Araştırmalıydım. Ne pahasına mal olacaksa olsun öğrenmeliydim. İlk iş Türkçe Kuran tefsirleri ve meallerine başladım. Arkasından Kütüb-i Sitte, Siyer araştırmalarım. Tirmizi, Buhari, Müslim ve diğerleri….. İmamı Azam, İmamı şafi…. Emeviler, Abbasiler, 4 halife dönemi… Peygamberlerin hayatı…. Sümerler… Mısırlılar…. Mu uygarlığı….Babilliler… Atonun dini… Yahudiler… Hristiyanlar… Eski ahit ve yeni ahit…. Pavlus ve barnabas…El-ilah….Thomas PAINE… Deizm… Ateizm… İnternet sınırsız bilgi imkanı bulmuştu. Kaynağı belli olmayan, saçma sapan veri yığınları arasından bilgileri adeta ayıklıyordum. En önemli kıstasım KAYNAK idi. Kaynağı olmayan hiçbir verinin bende hükmü yoktu.

Beynimde bir sürü kavram karmaşası vardı. Her şeyin en başına, çocukluğuma dönmüştüm. Bir gâvur vardı. Beynimi yıkamaya çalışan bir ajan gâvur… Carl SAGAN…

Çocukluğumda ket vurduğum, silmeye çalıştığım o belgeselleri internette tekrar buldum. İzledim… Ortada bariz bir karmaşa vardı. Kandıranlar ve kandırılanlar vardı. SAGAN doğruları söylüyordu. Birileri beni fena “Keklemişti”. Sadece beni değil, insanlığı keklemişti. Amaçları yönetmek, kazanmak ve hükmetmek idi. Eski çağlarda orta doğuda çıkan inançlar evrilmiş evrilmiş, fraksiyonlara ayrılmış ve dünyayı adeta bilimden uzak süngere çevirmişti. Sözde tanrılar ile konuşanlara, yaratıcı sayısız kendini hibe eden kadınlar-kızlar vermişti. Denizleri ikiye ayırıyorlardı, mucizelerin dibine vuruyorlardı. Bu dünyada çektiğiniz sıkıntıların önemi yoktu. Ölürseniz nasıl olsa huriler, süt ve şarap ırmakları vardı. Sonsuz seks ve sonsuz zevk. Turan DURSUN, Carl SAGAN, Thomas PAINE…. Aslında doğruları söylüyorlardı. Sadece Turan DURSUN’ un mantığı benimle örtüşmüyordu. Thomas PAINE daha yakındı. Bir yaratıcı olmalı idi. Bunu mantığım zaten bana söylüyordu. Evren bunu söylüyordu.

Kafamda ve beynimde yalnızdım. Konuyu biraz açmaya kalksam tepkiler alıyordum. Sanırım bende zihinsel bir sorun vardı. Şüphesiz zalimlerdendim. Apaçık sunulan kanıtlara rağmen inanmıyordum. Yok olması gereken bir yaratılış artığı idim. İnsanlara ibret olması için yaratılmış ucubelerdendim. Herkes inanıyordu. Herkes doğru yaşıyordu. Ben ise arızalı idim.

Bu durumu da atlattım. Kendi inancımı kendi içimde yaşıyordum. Varsın millet ne düşünürse düşünsün durumunda idim. Aradan çok zaman geçmişti.

Derken internette boş boş bakındığım bir gün ilginç bir bloğa denk geldim. Yalnız değildim. Birçokları vardı benim gibi düşünen. İnanamıyordum.

Ve bu kişilerden bir tanesi…. Admin Panpa… Mizahi dili ile adeta düşüncelerime tercüman olmuştu bu arkadaş. Blog’ undaki yazılarından ziyade yorumlara bakmayı tercih ediyordum. Benim gibi düşünen çokları vardı. Bu vatandaş daha sonra Blog’ unu kapattı ve yeni bir site açtı. “DİN VE MİTOLOJİ”. Sonrası mı? İşte buradayım.

Bu yazıyı okuyarak bana “Deli, ajan, gavur, mürtet, kandırılmış, sapmış, zalim….vs” gibi yakıştırmalar ile yorum yaparak zamanınızı heba etmeyin. Bana yorum yaparak hakaret edeceğiniz süreyi Kuranı ve Dinleri araştırmaya ayırın. İyi insan olun. Eğer şu an yaşadığınız dinin Hz. Muhammed zamanında yaşanılan İslam olduğunu söylerseniz inanın ayvayı yemiş durumdasınız ki sizi kimse kurtaramaz. O dönem ki İslam ile şu an yaşanılan İslam tamamen farklı. İstediğiniz İslam âlimine sorun. Şunu da düşünün. Evreni, galaksileri, yıldızları ve gezegenleri yaratıp bir düzene koyan, âlemleri yaratıp koordine eden bir yaratıcı, kalkıp kadınlara :” kendinizi elçime hibe edin” der mi? İlhan ARSEL kitaplarına bir göz atın derim. Sonra tartışalım.
Sağlıcakla kalın.

Yazan: Demon Product