HABERLER
Dini Haber

KUR-AN'IN BİLİMLE ÇELİŞKİLERİ

Yazan: Kirpi
din, islamiyet, K, Kuran'daki bilimsel çelişkiler, Kur-an'a göre sperm, İslamda soru sormak yasak, Kıble çelişkisi, Kıble yoktur, Kıble uzay boşluğu, Kur-an'da denizlerin karışmaması,

Eğer Allah tarafından insanlara bir kitap gönderilmişse onun bilimle çelişmemesi gerekir. Çünkü dincilere göre bilim kendisi de Allah'ın ayetlerinden biridir. Onun için Kuran yoluyla inen ayetlerin bilim yoluyla bilinen ayetlerle çelişkili olması Allah kavramını şüphe altına sokar. Bu yazımda Kurandaki bazı ayetlerin bilimle taban tabana zıtlığından bahsedeceğim. Bu yazının geleneksel dinciler üzerinde bir etkisi olacağını sanmıyorum ama en azından onların evlerinin bir köşesinde sus eşyası olarak sakladıkları Kur-an'ı açıp söylediğim ayetlere bakacağını umuyorum. Zira günümüz Müslümanların % 90 bir kısmı hayatları boyunca bir kere olsun Kur-an'ı sonuna kadar okumamıştır. İslam hakkında bildikleri tüm bilgiler din tüccarlarının onlara anlattıkları kadardır. Bu yazıda çok ilginç detaylara dokunacağım onun için ön yargılarınızı bir kenara bırakarak okursanız belki bir şeyler anlarsınız.

ALLAH İNSAN VÜCUDUNU BİLMİYOR MU?
Kuranın Tarık süresi 7 ayetine bir göz atalım önce.

يَخْرُجُ مِن بَيْنِ الصُّلْبِ وَالتَّرَائِبِ Yahrucu min beynis sulbi vet terâib
Diyanet İşleri: "Bu su, bel ile kaburga kemikleri arasından çıkar."

Ayette bir sudan bahsediyor ve o suyun insanın beli ile kaburga kemikleri arasından çıktığını söylüyor. Burada hangi sudan bahsedildiğini anlamak için önceki ayetlere bakmamız gerek.

Tarık süresi "(5)Artık insan neden yaratıldığına baksın. (6)Kuvvetle atılan bir sıvıdan yaratıldı.
(7)(O sıvı), omurga ile göğüs kafesi arasından çıkar."


İnsanın yaratılmasında yardımcı olan ve kuvvetle atılan sıvının erkek menisi (spermi) olduğu herkesçe bilinir. Ayette tamda bundan bahsediliyor ve bu sıvının (spermin) bel ile kaburga kemikleri arasında oluştuğunu söylüyor Kuran. Bu bilime aykırı bir şeydir. Çünkü okul seviyesinde olan bir öğrenci bile spermin erkek testislerinde oluştuğunu biliyor. Bu konuyu bir çok dinciyle tartıştım. Onlar ayete farklı yorumlar yaparak Kur-an'ı kurtarmak istediler fakat her defasında ya tartışmayı sonlandırmadan kaçtılar yada küfür etmeyi seçtiler. İlk argümanları buydu.

Testisler Mesonephrosdan gelişirler. Mesonephros’lar anne karnındayken bebeğin sağ ve sol
tarafında bel kemiği ile kaburga kemikleri arasında yer alırlar. Bebek doğmadan önce Mesonephroslar testislere dönüşürler ve inguinal kanal denen kanaldan testis torbasına inerler.

Bunu söylerken Tarık süresi 7. ayette testislerden değil net bir şekilde testislerde oluşan ve kuvvetle atılan sıvıdan bahsedildiğini unutuyorlar. Eğer o sıvının oluştuğu organ bel kemiğiyle kaburga kemiği arasında oluşuyor denseydi belki durum biraz kurtarılmış olurdu ama ayette net bir şekilde kuvvetle atılan sıvı diyor. Bir erkek ve kadının sevişmesi zamanı erkek testislerini kuvvetli bir şekilde atmadığı için burada bahsi geçen konunun testislerle alakası olmadığı açıkça belli oluyor.
İkinci argümanları 7. ayetin evvelinde ve sonundaki ayetlerde insana atıf yapıldığı için bu ayette de oluşan o şeyin insan olduğunu söylemeleridir. Buda tıbbi yönden bir tutarlılığı olmayan argümandır. Çünkü embriyon anne vücudunda bel kemiğiyle kaburga kemiği arasında oluşmuyor. Döllenmiş yumurta halinden çocuk haline gelene kadar anne vücudunda rahimde yerleşiyor. Rahim, mesane ile (sidik torbası) rektumun arasında ve dolyolunun (vajina) üstünde yer alan şekil olarak ters çevrilmiş armuda benzeyen bir yapıdadır.

din, islamiyet, K, Kuran'daki bilimsel çelişkiler, Kur-an'a göre sperm, İslamda soru sormak yasak, Kıble çelişkisi, Kıble yoktur, Kıble uzay boşluğu, Kur-an'da denizlerin karışmaması,
Fotoğrafta da göründüğü gibi bebeğin dokuz aylık gelişme süresince asla göğüs kemiğine kadar ulaşmaz. Tüm bunlardan ilave din hocaları tarafından ilim insanları olarak tanınan en iyi tefsirciler bile bu ayeti sıvı olarak yorumlamışlar. Onlardan birini örnek verelim:

Ebül Ala Mevdudi'nin Tefhimül Kur’an eseri.
Eserde Tarık süresi 7 ayeti tefsir ederken şöyle diyor. "(7) (Bu su,) Bel kemiği ile kaburgalar arasında (ki organlar)dan çıkar."

Ünlü tefsircilerden biri olan Elmalı da ayeti yorumlarken şöyle diyor:
"(7) O su, erkeğin sülbü ile kadının göğüs kemikleri arasından çıkar."
Gördüğünüz gibi insanları yarattığını iddia eden Allah erkeklerde spermin nerede oluştuğunu bilmiyor. Bu ya Allah'ın yada Muhammedin anatomi konusundaki bilgisizliğini haber veriyor.

SORGULAMA İMAN ET
Bilim asla bir teoriyi sorgulamadan eleştirmeden kabul etmeyi doğru saymıyor. Bilim hiç bir zaman insanlara bu kesindir bunu sorgusuz sualsiz kabul edeceksin demez. Diyemez de zaten çünkü bilim sürekli olarak yeni şeyler buluyor yeni sorular ve yeni çözümler ürettiği için sabit değildir.

Örneğin Isaak Nyutonun ilmi inkılabın öncülerindendir ve teorileri yüz yıllarca doğru diye kabul edilmiştir. Ama Albert Einstein onun teorilerinden daya iyisini ortaya attı ve ispatladı. Dolayısıyla bilim sürekli olarak kendini düzelterek gelişiyor. (Celal Şengör) Lakin din böyle değildir. Din insanlara eleştirmeden kabul edeceksin diyor. Önüne cevabını veremediği bir sorun çıkarsa «en doğrusunu Allah bilir» diyerek her şeyi varlığı belirsiz olan bir kavramın üzerine yüklüyor. En doğrusunu Allah biliyor demek bilmiyorum demekle aynı anlama geliyor. Çünkü o sorunun çözümünü Allah'a sorup öğrenmek gibi bir imkanımız yok.

Maide-101: "Ey iman edenler! Açıklanırsa hoşunuza gitmeyecek olan şeyleri sormayın."
Maide-102: "Sizden önceki bir millet o tür şeyleri sordu da sonra o yüzden kafir oldu."


Nasıl oluyor da her şeyi bildiğini iddia eden Allah soru sormayı insanlara yasaklıyor. Bu cevabı bilmeyen birinin durumu kurtarmasına benziyor. Tıpkı bir insana bir soru sorarsın o cevabı bilmez ama bilmediğini de söyleyip mahcup olmamak için söylerdim ama söylediklerimi anlamazsın demesine benziyor. Bu ayeti geleneksel dincilere Allah'ın sorgulamayı engellediğine delil olarak sunduğumuz zaman saçma sapan cevapların yanı sıra bizlere Kuranda düşünmeye teşvik eden bazı ayetler gösteriyorlar. Bunu unutuyorlar ki biz Allah'ın her hangi bir yarattığını değil kendisini sorguluyoruz. Neden Musa peygamberle konuştuğu gibi bizlerle konuşup kendini belli etmemesini sorguluyoruz.

3/ALİ İMRAN 193: “Rabbimiz! Biz, ‘Rabbinize iman edin’ diye imana çağıran bir davetçi işittik,
hemen iman ettik. Rabbimiz! Günahlarımızı bağışla. Kötülüklerimizi ört. Canımızı iyilerle beraber
al.”

Şimdi Allah'ın varlığına iman etmeye çağrıldığımız zaman iman etmeyerek kafir olursak ne olur?

33/AHZAB SÜRESİ 64: “Gerçekten Allah, kafirleri lanetlemiş ve onlar için ‘çılgın bir ateş’
hazırlamıştır."

Kendisine iman etmeyen insanların kuşkularını gidermek yerine onları çılgın bir ateşe atan Allah ne kadar adil olabilir ki? Bilim insanların kuşku duydukları şeyleri açıklaya bilmek ve insanları inandıra bilmek için çaba sarf ettiği halde her şeye gücü yeten Allah'ın insanları inandırmak yerine ateşe atması hiç mantıklı ve adaletli bir şey değildir.

YÜZÜNÜZÜ KIBLEYE DÖNÜN
2/BAKARA-144: "Bundan sonra yüzünü Mescid-i Haram tarafına çevir. Ve siz nerede olursanız
(namazda) yüzlerinizi o yöne çevirin."
Müslümanlar bu ayetin söylediği gibi ibadet yaparken yüzlerini mutlaka kıbleye dönerler (Mekke istikametine) Ancak bilimle çelişmez denilen Kuran burada dünyamızın yuvarlak olduğunu hesaba katmamış.

din, islamiyet, K, Kuran'daki bilimsel çelişkiler, Kur-an'a göre sperm, İslamda soru sormak yasak, Kıble çelişkisi, Kıble yoktur, Kıble uzay boşluğu, Kur-an'da denizlerin karışmaması,
Misal Güney Amerika'da yaşayan bir Müslüman namaz kılarken yüzünü kıbleye döndüğünü zannediyor. Ancak Güney Amerika'da yaşayan bir insanın Mekke'ye bakması için Dünyanın düz olması gerek. Küre şekilli bir dünyada bu mümkün değildir. Tabi Muhammed dünyanın küre olduğu bilgisine sahip olmadığı ve o dönemin insanları dünyayı düz olarak bildikleri için bu ayeti doğru olarak kabul etmişler. Türkiye'de olan camilerin kıblesi bile Mekke'ye değil uzay boşluğuna bakıyor. Çünkü Dünya kavisi bize baktığımız hedefin her 1.6 km de 20 cm düşeceğini söyler.

Küçük bir matematik hesap yapalım. Yuvarlak rakamlar alırsak eğer her 2 km de 20 cm gibi bir düşüş söz konusu Türkiye'den Mekke'ye olan mesafe 2555 km bu mesafeyi her 2 km de 20 cm düşüşle hesaplarsak eğer 25 km gibi bir rakam çıkıyor karşımıza. Yani Türkiye'de Mekke'ye baktığını zanneden insan aslında Mekke'nin üzerinde 25 km yükseklikte ki bir yere bakmış oluyor.
Nasıl oluyor'da evrenin yaratıcısı bu hesabı bilmiyor?

ŞİRİN SULU DENİZ
25/FURKÂN-53: Diyanet İşleri: O, birinin suyu lezzetli ve tatlı, diğerininki tuzlu ve acı olan iki
denizi salıverip aralarına da görünmez bir perde ve karışmalarını önleyici bir engel koyandır.

Ayette iki denizden bahsediliyor ve onların suyunun karışmadığını anlatıyor. Ünlü deniz bilimcisi Fransız Kaptan Jacques Cousteau denizlerin karışmaması hakkındaki görüşlerini şöyle anlatmaktadır:

“Bazı araştırmacıların farklı deniz kütlelerini birbirinden ayıran engellerin bulunduğuna dair ileri
sürdükleri görüşleri inceliyorduk. Çalışmalar sonucunda gördük ki, Akdeniz’in kendine has
tuzluluğu ve yoğunluğu var. Aynı zamanda kendine has canlıları barındırıyor. Sonra Atlas
Okyanusu’ndaki şu kütlesini inceledik ve Akdeniz’den tamamen farklı olduğunu gördük. Halbuki
Cebeli Tarık Boğazı’nda birleşen bu iki denizin tuzluluk, yoğunluk ve sahip olduğu hayatiyet açısından eşit veya eşite yakın olması gerekiyordu. Oysaki bu iki deniz, birbirine yakın kısımlarda
bile ayrı yapılara sahiptiler. Bunun üzerine yapmış olduğumuz araştırmalarda bizi şaşkına
çeviren bir durumla karşılaştık. Çünkü bu iki denizin karışmasına birleşme noktasında bulunan
harika bir su perdesi engel oluyordu. Aynı türden bir su engeli 1962 yılında Alman bilim adamları
tarafından Aden Körfezi ile Kızıl deniz’in birleştiği Mendep Boğazı’nda da bulunmuştu. Daha
sonraki incelemelerimizde farklı yapıdaki bütün denizlerin birleşme noktalarında aynı engelin bulunduğuna tanıklık ettik.”

din, islamiyet, K, Kuran'daki bilimsel çelişkiler, Kur-an'a göre sperm, İslamda soru sormak yasak, Kıble çelişkisi, Kıble yoktur, Kıble uzay boşluğu, Kur-an'da denizlerin karışmaması,
Şimdi bu ayet bilim dünyasının buluşları ile uyarlama yapılarak «Bak işte Kuran 1400 yıl önce söylemiş» diyerek bir mucize olgusu yaratmak istiyorlar. Oysa bu olay bilinen bir şeydi. Denizlerin birleşmemesi Kur-an'da üç yerde geçiyor ve onların tümünü göz önünde bulundurarak Muhammed'in bu olayı gözlemleyerek ve ya duyarak Kur-an'a ilave ettiğinin şahidi oluyoruz. Çünkü diğer ayetlere baktığımızda bu yerin bilindiğinin açıkça şahidi oluyoruz.

35/FÂTIR-12: "Diyanet İşleri: İki deniz aynı olmaz. Şu tatlıdır, susuzluğu giderir, içimi kolaydır. Şu
işe tuzludur, acıdır. Bununla beraber her birinden taze et yersiniz ve takınacağınız süs eşyalarını
çıkarırsınız. Allah’ın lütfundan istemeniz ve şükretmeniz için gemilerin orada suyu yara yara
gittiğini görürsün."

Ayette «taze et yersiniz ve süs eşyası çıkarırsanız» diyor, buda Muhammed'in yanında olan insanların o denizden haberdar olduklarını veya birilerinden duyduklarını bize anlatıyor. Çünkü bu insanlar o denizlerden yiyecek besin ve su eşyaları ihtiyaçlarını karşılıyorlar. Demek ki bu denizlerin karışmaması olayını kendileri de gözleriyle görüyorlar. Yani dincilerin anlattığı gibi Muhammedin bilmediği halde Allah bunu Kurana yazmış gibi bir şey söz konusu değildir. Şimdi denizlerin karışmaması olayının bilinen bir şey olduğunu öğrendiğimize göre geçelim ayetin bilimle çelişen tarafını anlatmaya.

İlk önce yukarıda gösterdiğimiz ayetlerin her ikisinde tatlı suyu olan deniz sözü işlenmiştir. Önce bu ayeti mucize olarak bizlere söyleyen Müslümanların tatlı ve içilmesi mümkün olan suyu olan denizi bizlere göstermesi gerek. Bunu istediğimiz zaman Müslümanlar farklı teoriler üretmeye başlıyor. Onlardan birine bakalım. İlk teorileri ayette denizden değil iki sudan bahsedildiği yönünde.


Ayette el bahrâni yani deniz kelimesi geçiyor. بحر Bahr kelimesi Arapçada deniz anlamına geliyor. Osmanlı döneminde de bu söz (yazılısı – ebhâr olarak) deniz anlamında kullanmıştır. Arapçada bu söz sulu bölge için kullanıldığı yerlerde anca deniz anlamına geliyor. Ama ayetin çelişkileri bununla da bitmiyor. Bir diğer ayete bakalım.

Rahman Süresi 19, 22: "İki denizi salmıştır, neredeyse karışacaklar.Aralarında bir engel vardır,
birbirine geçip karışmıyorlar.O hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz? O denizlerin
her ikisinden de inci ve mercan çıkar."

Bu ayette iki denizin birleşmediğinden bahseder ve sonunda her iki denizden yani tatlı ve tuzlu suyu olan her iki denizden inci ve mercan çıktığını anlatır. Bu bilimsel bir hatadır. Çünkü tatlı suda inci ve mercan oluşmaz. Bunlar tuzlu su ürünleridir.

Gördüğümüz gibi ayetin bilimsel açıdan hiç bir tutarlılığı yoktur. Zira her şeyin yaratıcısı olan Allah'ın böyle bir hata yapması mümkün değildir. Kur-an'ı farklı yorumlarla bilime uyarlama çabası gösterenler son zamanlarda bu ayetler için yeni bir teori oluşturdu. Teori şundan ibaret.

Antartika'da Ross isimli bir tuzlu sulu deniz var. Bunun üzerinde aynı isimle adlandırılmış yüz ölçümüyle Fransa'dan biraz küçük olan Ross buzulları var. Dinciler bunu bizlere misal getirerek «bakın tuzlu suyun üzerinde tatlı su yüzüyor ve karışmıyor» diyorlar. Oysa unuttukları iki şey var. Birincisi ayetlerde denizlerden bahsedilir, buzlara değil direk gönderme yapma ima bile yoktur. İkinci
kanıtı görmek için ayete yeniden bakmamız gerek.

35/FÂTIR-12: "Diyanet İşleri: İki deniz aynı olmaz. Şu tatlıdır, susuzluğu giderir, içimi kolaydır. Şu
işe tuzludur, acıdır. Bununla beraber her birinden taze et yersiniz ve takınacağınız sus eşyası
çıkarırsınız. Allah’ın lütfundan istemeniz ve şükretmeniz için gemilerin orada suyu yara yara
gittiğini görürsün."

Ayetin sonunu dikkatle okuyun. Gemilerin orada (yani o denizlerde) suyu yara yara gittiğini görürsünüz diyor. Şimdi Ross Buzulları hakkında bir az bilgi edinelim.

din, islamiyet, K, Kuran'daki bilimsel çelişkiler, Kur-an'a göre sperm, İslamda soru sormak yasak, Kıble çelişkisi, Kıble yoktur, Kıble uzay boşluğu, Kur-an'da denizlerin karışmaması,
Bu buzulları 28 Ocak 1841 yılında İngiliz denizci  James Clark Ross tarafından bulunmuştur ve
onun ismiyle adlandırılmıştır. Bu buzulun kalınlığı bir kaç yüz metredir. Kara tarafındaki tabanında, buz selfleri 800 den 1500 metreye kadar bir yüksekliğe sahipken ön kısımlarda sadece 100 ile 200 metre kalınlıktadır. Ross Buz Selfi'nin dikey cephesi (Kırılma kenarı) 800 kilometreden daha büyük bir uzunluğa sahiptir ve deniz üzerinde 15 ile 50 m arasında yükselir.

Yani serbest olarak deniz üstünde yüzen buzun, yaklaşık %90'i deniz seviyesinin altındadır.
Şimdi soru şu. Eğer dincilerin dediği gibi Ross denizi ve Ross Büzülü ayrı ayrılıkta deniz olarak kabul edilmekteyse o zaman gemilerin bunların her birinde yüzmesi gerek. Onun için değerli dinci kardeşlerim 50m buz tabakasını yarıp yüzebilen bir tane gemi ismi söyleyin bizlere. Bildiğimiz kadarıyla buz kıran gemiler buzullara direk bir güç uygulamaz. Bu gemiler motorların yardımıyla kendilerini buzulun üzerine itip ağırlıkları sayesinde maksimum 3-5 m kalınlığında buzulları
kıracak şekilde tasarlanmıştır.

din, islamiyet, K, Kuran'daki bilimsel çelişkiler, Kur-an'a göre sperm, İslamda soru sormak yasak, Kıble çelişkisi, Kıble yoktur, Kıble uzay boşluğu, Kur-an'da denizlerin karışmaması,
Bu gemilerde ek etki sistemleri vardır ki onlar kırılan buzları yanlara doğru iter ve geminin önüne toplanarak ilerlemesini engellemesine mani olur. Yani anlayacağınız bu gemiler bile kalınlığı yüzlerce metreyi bulan buzulları kıramaz. Böylelikle Ross buzullarını ayrıca tatlı sulu deniz olarak kabul edersek eyer gemilerin o denizde yüzmesi gerek buda günümüz teknolojisiyle mümkün değildir.

Değerli okuyucular gördüğünüz gibi dincilerin Kur-an'ı evirip çevirerek bilimle uyumlu yapma çabalarının hiç bir tutarlı esası yoktur. Bunları söyleyerek yalnızca camilerde sakal bırakmanın sevabını tartışan insanları kandıra bilirler. Bizler yani gördüğü ve duyduğu her şeye akıl ve mantık yoluyla eleştiri yapan insanlar olarak tüm bu yalanları görerek bir kez daha bu din tüccarlarına inanmamakta ne kadar haklı olduğumuzun şahidi oluyoruz. Lütfen sizde aklınızı kullanın ve söylenilen yalanların farkına varın. Düşünmekten eleştirmekten korkmayın. Zira bunu size
Kur-an'da emrediyor:
10/YÛNUS-100: "Allah, azabı akıllarını kullanmayanlara verir."

Son olarak bir kaç ünlü düşünürün aklı kullanma ile ilgili sözlerine gös atalım.
  • "İnsan, aklın sınırlarını zorlamadıkça, hiçbir şeye ulaşamaz." Albert Einstein
  • "Yeryüzünün iki gücü vardır: Akıl ve kılıç, çoğu zaman akıl kılıcı yenmiştir." Eflatun
  • "Aklın ve bilginin üç büyük düşmanı vardır: Kötülük, bilgisizlik ve tembellik." Haeckel
  • "İnsanlara yapılacak en büyük iyilik, onlara akıllarını kullanmayı öğretmektir." Jean B. Moliere
Yazan: Kirpi

HRİSTİYANLIK VE DİNLERİN BALTALANMAYA BAŞLANMASI

A, din, hristiyanlık, ateizm, Charles Darwin'in keşifleri, Thomas Hobbes, Musa'ya incilde atfedilenler, Eichhorn, Hegel, Hristiyanlığın çöküşü, Hristiyanlığın kan kaybı, Nietzsche,
19. yüzyılın ikinci yarısında Charles Darwin'in ileri sürdüğü evrim teorisi ve diğer bilimsel keşifler, dünyanın doğasını ve varlığını açıklamanın bir yolu olarak dinlerin değerini azaltmıştır.

İlahiyat ve İncil bursu
18. ve 19. yüzyıl boyunca, akademik araştırmalar dinin gerçek hakikatlerini zayıflatmaya başlayınca Tanrı'nın doğaüstü bir varlık olup olmadığı konusunda şüpheler başladı.

1651 yılında filozof Thomas Hobbes, Musa'nın İncil'de kendisine atfedilen tüm kitapları gerçekten yazamayacağını belirtmişti .

1779 yılında JG Eichhorn, Yaratılış Kitabı'ndaki öykünün gerçek tarih olmadığını, Yunan ve Roma mitolojisinin hikayeleri gibi sadece efsane olduğunu ileri sürerken, bu hikayelerin artık gerçekten Tanrı'nın sözüymüş gibi okunmaması gerektiğini söyledi.

Diğer teologlar Hegel'in fikirlerini, dini hikayeleri ve inançları insanlığın manevi hayatıyla ilgili gerçekleri göstermek için sembolik yollar olarak tasvir etmeye başlamışlardı.

Metnin edebi analizi İncil'in kendisi için güvenilir bir tarihsel belge olarak büyük şüphe uyandırmaya başladı.

Alman, DF Strauss, 1835'te Mesih hakkındaki Yeni Ahit hikayelerinin tam anlamıyla doğru olarak yorumlanmaması gerektiğini, Yahudi bir öğretmenin hayatını giyen ve dini sembolize eden bir elbise olarak görülmesi gerektiğini belirtti.

Tanrı bir insan icadıdır.
1841'de Ludwig Feuerbach, Tanrı'nın insani bir buluş olduğunu, korkularımızla ve isteklerimizle baş etmemize yardımcı olacak manevi bir araç olduğunu savundu.

Bu inançlılar için kötü bir haberdi, çünkü insanlar, tüm iyi niteliklerini Allah'a yansıttılar ve kendilerini şefkatli, akıllı, sevecen olarak görürken, birden kendilerini değersiz hissettiler. Bu yüzden insanlık kendisini gerçek kişiliğinden uzaklaştı.


Antropoloji
Antropologlar da önceki kesinlikler konusunda şüphe uyandırıyorlardı.

Karşılaştırmalı din araştırması, pek çok dinin ritüelleri ve hikayeleri arasında büyük benzerlik olduğunu ortaya koydu; hatta kabile dinlerinin Hristiyanlıkla ortak unsurlara sahip olduğu görülüyordu.

Bu, Hristiyanlığın (ya da başka herhangi bir dinin) tek gerçek din ve herhangi bir dinin Tanrı'nın vahyinin benzersiz sonucu olduğu görüşünde çalkantılar oluşturdu, zira bütün dinler çok fazla benzerliğe sahipti.

Nietzsche
19. yüzyılın sonunda filozof Friedrich Nietzsche (1844-1900) Tanrı'nın öldüğünü ve insanlığın onu öldürdüğünü ilan etti.

Nietzsche, artık Hristiyan Tanrı'sına inanmanın mümkün olmadığını söyledi. Modern insanların artık Allah'a inanmadığını düşündü ve bu inanmazlık Tanrı'yı ​​öldürmüştü.

Bunun ciddi ahlaki sonuçları vardı. Batılı toplumun bütün ahlak yasası Yahudilik ve Hristiyan ahlakına dayanıyordu ve er ya da geç insanlar, artık Tanrı'ya inanmazlarsa, Tanrı'ya dayanan bir ahlaki kural gereği yaşayamayacağını anlamış olurlardı.

Nietzsche sadece Tanrı'nın ölümünü ilan etmekle kalmadı, daha da radikal bir şey yaparak insanlık için bir anlam ve amaç kaynağı olabilecek herhangi bir dış dünya yani ahiret olmadığını söyledi.

Nietzsche yaşadığı bölge ve toplum nedeniyle özellikle Hristiyanlığı eleştiriyordu. Bu dinin sadece sahte değil, çarpıtılmış, bozulmuş ve "çelişkili" olduğunu düşünüyordu.

Yani bilim ve felsefenin ilerleyişi ile birlikte Darwin, Thomas Hobbes, Eichhorn, Ludwing, Nietzsche gibi isimlerin önderliği ile dinler, özellikle de Hristiyanlık kan kaybetmeye başlamıştı. Bu kan kaybı ise ateizm, deizm, agnostisizim ve nihilizm gibi felsefi akımların ortaya çıkışına zemin hazırlamış oldu.

Yazan & Çeviren: A.Kara

ALLAH'IN ŞEYTANI BİLEREK YARATMASI

A, din, islamiyet, Allah'ın şeytanı bilerek yaratması, Allah şeytanı neden yarattı, Allah merhametli mi?, Allah ve şeytan, İnsan ve günah, Günah kimin suçu? hristiyanlık, musevilik,
Öncelikle belirtmeliyim ki bu yazıyı tüm ibrahimi dinleri kümenin içine alarak yazıyorum. Yani Allah diyerek yazacak olsam da aynı zamanda İsa (Tanrı), ve Rab (Yehowa)'yı kapsadığını bilmenizi isterim.

İbrahimi dinlere göre Allah insandan önce melekleri ve cinleri yaratıyor. Tabi dinlerde bu melek ve cin kavramlarının arasında ciddi çelişkiler yatıyor fakat bu yazıda değineceğim şey bu değil.

Bu dinlere göre Allah'ın her şeyi bildiği ve bizim anlayamayacağımız ilahi planları olduğuna inanılır, fakat "anlayamayacağımız" bu planlarından dolayı piyon durumuna düşen bizizdir. Bu durumda, buradaki mantığa göre "anlayamayacağımız" işlerin dönmesi bile başlı başına adaletsizliktir.

Dinlerin ortak görüşüne göre Allah her şeyi biliyor, yani yaratırken yarattığı şeyin doğuracağı sonuçları, saniye saniye ne yaptığını ve ileride ne yapacağını, tümünü biliyor. Fakat, insanı yaratmasını geçtim, tüm olacakları bilmesine rağmen yine de melekleri ve cinleri yaratıyor. Melekleri ve cinleri diyorum çünkü inanışları göre onlar da bir birey gibiler, yani sayılabilirler, isimleri hatta aileleri var.

Burada "Allah merhametlidir" sözüne oldukça ters düşen şey, Allah'ın olacak her şeyi bildiği halde yine de baş kaldıracak ve insanlığa musallat olacak o meleği-cini yaratmasıdır. Melek veya cin diyorum çünkü bazı ibrahimi dinlerde şeytan eskiden melekken bazılarında cindir, o yüzden yazının devamında sürekli olarak "melek veya cin" diye yazmayıp "düşmüş melek" diye bilinen tabirden dolayı şeytandan bahsederken melek olarak yazacağım.

Allah yarattığı binlerce melek içinden başkaldıracak olan o meleği daha yaratmadan önce onun sebep olacağı şeyleri, güya sözü ona çok sevdiği yarattıkları olan insanoğluna acı çektirip onların hayatlarını burnundan getireceğini çok iyi biliyordu, bilmiyor ise zaten bu dinlerdeki Allah kavramı ile çelişirdi. Fakat tüm olacakları bildiği halde yine de Şeytan olacak meleği yarattı, bu da yetmezmiş gibi ona izin ve süre verdi.

Burada aklıma şu sorular geliyor:
Allah şeytanı yaratmadan da insanı sınava tabi tutamaz mıydı ?
İnsan yaptığı hataları kendi mi yapıyor yoksa şeytan mı bunu yaptırıyor?


Çünkü eğer Allah insanı şeytan, cin vb. başka hiçbir varlık müdahale edemeyecek bir şekilde, tamamen insanın kendi vicdan ve iradesi üzerine sınava tutsaydı daha adaletli olurdu. Gerçi istemediği halde, sırf "bilinmek istiyorum" diyerek yarattığı canlıları zorla sınava tabi tutmak ve bu sınavda bir oyun gibi önüne engeller ve kazançlar koymak yarattığı ile eğlenmekten farksız değildir.

Eğer insan hataları ve iyilikleri tamamen kendi iradesi ile yaparak cennet-cehennem oyununa maruz kalsa, kısmen daha iyi olurdu ama tüm dinlerce bilinir ki şeytan insanı hataya sürükleyen bir etken, aslında bir kılıftır.

Eğer şeytan günahları etkiliyor, yani günahlar şeytana uyularak yapılıyor ise:
  • Adolf Hitler milyonlarca insanı öldürdüğünde,
  • Binlerce çocuk tecavüzcüsü bu eylemi gerçekleştirdiğinde,
  • Babalar kızlarını mahzenlere kapatıp ırzlarına geçtiğinde,
  • İnsanlar hırsızlık yaptığında,
  • Din adamları para aşırdığında,
  • Kadın kocasını aldattığında,
  • Bir adam boşanmak isteyen karısını 28 kere bıçakladığında,
  • Mini etek giydiği için kız tecavüze uğradığında,
  • Camiye ve kiliseye giden çocuklar taciz edildiğinde,
  • Köylerdeki hayvanlar seks işçisi gibi kullanıldığında,
Sayılamayacak bu ve benzeri milyonlarca eylemde, bunlar işleyenlerin değil, şeytanın, dolayısı ile olacak her şeyi bildiği halde şeytanı yaratan Allah'ın suçudur. Suçu işleyen kadar azlettiren de suçludur. Kaldı ki Allah, ondan izinsiz yaprağın bile kımıldamayacağını söylüyor, yani aslında bu olanlara sırf şu "SINAV" yüzünden o da göz yumuyor.

Allah şeytanı ve kötülükleri yaratmış da bize neden musallat etmiş? Kötülüğü yaratmak kötü, şerri yaratmak da şer değil mi? sorusuna birçok Müslümanın uydurduğu kılıf şudur:
"Şerrin yaratılması şer değildir, şerri işlemek şerdir."
Bunu da süslü cümleler ile insanlara yutturuyor ve bu şeytan-kötülük-Allah üçgeninin üzerine örtüyorlar. Böyle saçma bir mantık olamaz. Yani bu mantığa göre ben bir çocuğun eline bir pompalı tüfek veriyorum, yani şer yaratıyorum, eğer bu çocuk o silahı kullanır da kendini veya etraftakileri öldürür, zarar verir ise şer işlemiş oluyor. İyi de çocuğa bu silahı kim verdi? Ben verdim. Onun eline pompalı tüfeği tutuşturmasaydım kimseye bu silahla zarar veremeyecek, yani bu eylem hiç gerçekleşmeyecekti değil mi?

Eğer ben 4 çocuk sahibi isem ve bir şekilde doğacak 5. çocuğumun inanılmaz psikolojik sorunları olan bir sadist olacağını bildiğim halde onu dünyaya getiriyor, bu da yetmezmiş gibi onu diğer insanlarla uğraşıp zarar verebilecek şekilde donatıp eline silahı veriyor ve bunu diğer milyonlarca insanın bir sınavı olarak nitelendiriyor isem, bu olay, çocuğumun ruhsal bozukluğundan çok benim ruhsal bozukluğum ve şiddetten zevk alıyor oluşum ile ilgilidir.

Bu sorunla ilgili olarak ortaya atılan bir Müslüman görüşü de şu yöndedir:
Allah Teâla günah işleme kabiliyeti olmayan meleklerle, hiç sorumlu olmayan hayvanları yaratmıştır.

Bu iki varlıktan başka, hem melekleri geçecek kadar mükemmel, hem de aklı olmayan hayvanlardan daha aşağı olacak kadar kötü olma özelliğindeki insanı yaratmıştır. İşte böyle bir varlığın hangi özellikleri taşıdığının anlaşılması için şeytan yaratılmıştır.

Bu kadar komik bir durum olabilir mi? Üstelik bu görüşü sunanlar İslam alimleri ve büyük İslami siteler. İnsana "hani Allah olacak her şeyi biliyordu?" Allah insanların nasıl varlıklar olduğunu, nasıl özellikler taşıdığını şeytanı onlara musallat etmeden ve şer yaratmadan bilemiyor mu? Hani önceden biliyordu? Eğer önceden değilde gerçekleştiğinde biliyor ise buna bilmek değil "görmek" veya "öğrenmek" denir, ki bu özelliğe biz insanlar da sahibiz. O halde Allah'ı Allah yapan gaybı bilme özelliği nerede? Onu hangi rafa kaldırdınız?

Bu mantığa göre Allah şeytanı yaratıp insanların üzerine bir virüs gibi salıyor ve insanların nasıl sapkınlıklar yapacağını yada bazılarının bu virüse karşı nasıl direneceğini bekliyor. Sonra da insanların davranışlarını görünce onların taşıdığı özelliklerden haberdar oluyor.

Söz konusu yaratıcı olduğunda, nedense insanlar bu çelişkili olayı savunmak için binlerce söz ve inanç üretiyorlar. Eğer bir yaratıcı varsa ve bu yaratıcı canı sıkılıp bilinmek isteyerek beni yaratmış ve istemediğim halde beni cennet-cehennem oyununa dahil etmiş ise, bu da yetmezmiş gibi bu yolda planladığı bir sınavda beni test etmek için 3 yaşındaki kızımın tecavüze uğrayıp ölmesini bir malzeme gibi kullanıyor ise, bu yaratıcının beni alacağı cenneti de istemem. Şiddet ile gelen yolun sonunda gerçek bir "SEVGİ" asla yoktur.
Sizi sevmeyen bir kadını dağa kaldırıp günlerce döverek sizi sevmesini beklemek kadar mantıksızdır bu. Beni yarattığını söyleyen Allah'tan daha vicdanlıyım ve bu da başlı başına en büyük çelişkidir...

Yazan: A.Kara