HABERLER
Dini Haber

MUHAMMED'İN BABASI ABDULLAH

A, din, islamiyet, Abdullah, Muhammed'in babası Abdullah, Abdullah ne demek?, Allahın kulu, Abdullah anlamı, Abd-al-ilah, Al ilahın kulu, Sin, Sin ne demek, Arap paganizmi, Baş put Al-ilah, Allah ismi,
Uzun zamandır yazmayı düşündüğüm, çelişki barındıran ve İslam'ın pagan geleneğinden kopmadığının en büyük ispatlarından birini bugün irdelemeye karar verdim. Bu da Muhammed'in babasının ismidir. Neden çelişkilidir, çelişki bunun neresinde diyeceksiniz? Hemen anlatayım.

Bildiğiniz gibi İslamiyet öncesinde Muhammed'de babası Abdullah'da putperest yani paganlar. Eğer burada "her insan İslam fıtratı üzerine doğar" geyiğine girecek varsa, bu konuda nasıl çamura battıklarını da anlatacağım.

Öncelikle İslam öncesi dönemde babasının adı Abdullah. Yani "Abd-al-ilah bu da Al-ilah'ın kulu demek oluyor. Öyle günümüz Müslümanlarının süslemeleri gibi "Allah'ın sevgili kulu" gibi bir anlamı yok, bu, onların duymak istediği ve Abdullah adını temize çıkarmak istedikleri anlam.

Neden temize çıkarmak istiyorlar?
Çünkü Al-ilah, diğer adı ile SİN, o zamanki Arap toplumunun, Muhammed ve babasının da taptığı tanrı putlarının en güçlü ve ilahi sayılan Ay tanrısının adı. Öyle ise Al-ilah'ın, yani Ay tanrısının kulu ismi kesinlikle sonradan Allah'ın sevgili kulu gibi anlamlara evrilemez. Çünkü ismin kökleri bellidir.

O zamanki pagan toplum, tıpkı günümüz Müslümanlarının çocuklarına Kur-an'dan isim koyduğu gibi, kendi inançlarından, tanrılarını yüceltecek isimler koyuyorlardı ve Abdullah bunun bir örneğidir çünkü bu isimle Ay Tanrısına olan inanç gösterilir ve baş put yüceltilir.

Eğer her insan İslam fıtratı üzerine doğuyor olsa idi;
1- Allah'ın adı, Arapların eski putunun ismi ile aynı olmazdı:
Kainatın yaratıcısı şüphesiz ki kendine farklı bir isim bulabilirdi!? Tabi ortada bir gerçek var ki, ismi zaten Muhammed koydu, baş putlarını tek ilan ederek yeni bir tanrı gibi piyasaya sürdü.


2- Eğer her insan İslam fıtratı üzerine doğuyor olsaydı Allah İslamiyeti göndermek için bu kadar beklemez, yüzlerce yıl kendi yarattıkları putlara tapınmalarını izlemezdi. Kur-an'da sürekli bunu lanetleyip duran, bu konuda öfke dolu olan Allah, İslamı göndermek için Muhammed'e kadar beklemez ve Arap putlarını çok daha erken dönemlerde yıktırabilirdi.

3- Her insan İslam fıtratı üzerine doğuyor ise İslam'ın içindeki isimlerin önceki putperest inançla benzerlik göstermemesi gerekirdi. Fakat Allah, Muhammed ismi gibi Abdullah ismi de sürekli yüceltilen ve kullanılan bir isim oldu, hatta Kur-an'da bile yer aldı. Yani sözüm ona var olan yaratıcı Allah, kendi ile aynı ismi taşıyan 360 puttan birinin ismini kendine isim olarak aldı, kullanılmasını uygun gördü, bu da yetmezmiş gibi o putun kulu olduğunu belirten Abd-al (el)-ilah ismini de özellikle putlara karşı gönderdiği Kur-an'a koydu öyle mi?
Her şeyin yaratıcısı olduğu söylenen Allah nasıl oluyor da lanetlediği putlardan birinin ismini almaktan rahatsız olmuyor?

Nasıl oluyor da, kafir sayılanlar Müslümanlığa geçerken isimleri değiştirilirken, Muhammed'in babasının İslam öncesi putperest ismi hala İslam camiası tarafından kullanılıyor?
Bunun 1 sebebi var:
Yeni dini getireceği toplumun baş tanrısını yücelten bir isim olduğu için bu isme İslam camiasında göz yumulması.

Müslümanlar, tıpkı diğer ibrahimi dinler gibi paganizmden hiçbir zaman kopmamış ve aynı pagan geleneklerini devam ettirmektedirler. Dini ortaya çıkaran Muhammed ise, başta babasının eski adını ve baş putlarının ismi olmak üzere birçok şeyi, Tanrıça İştar'a taparken etrafında beyazlar giyip 7 tur dönerek hac yapmaları gibi halkın önemli inançlarını değiştiremeyeceğini biliyordu. Bunun yerine aynı isimleri kullanarak, bir benzerini inşa edip kendini onun lideri yaptı.

Babası Abdullah ise, Ay Tanrısı Sin'i yücelten (YA-SİN!) ismi ile, Muhammed'in kendi sözleri ile oluşturduğu fakat tanrıdan geldiğini iddia ettiği kitabın içinde değişmeyen İslam öncesi "pagan" ismi ile yer aldı.

Yazan: A.Kara

KUR-AN KADIN DÖVMEYİ MEŞRU KILAR

Kuran kadınları dövmeyi meşru kılar,Kurana göre kadın dövmek,Vadribuhünne,Harfi cerr,din, islamiyet, GF,Nisa 34-94,Nisa suresi kadına dayak, Kur-an gerçekleri,İslamda kadın dövmek meşrudur
Kur'an erkeğe , kadını dövmeyi meşru kılar mı , bunu onaylar mı ? Bu çok sık tartışılan konuların başında gelir. Bu tartışmaya sebep olan ayet , Nisa suresinin 34. ayetidir. Bakalım ayet ne diyor ;

الرِّجَالُ قَوَّامُونَ عَلَى النِّسَاء بِمَا فَضَّلَ اللّهُ بَعْضَهُمْ عَلَى بَعْضٍ وَبِمَا أَنفَقُواْ مِنْ أَمْوَالِهِمْ فَالصَّالِحَاتُ قَانِتَاتٌ حَافِظَاتٌ لِّلْغَيْبِ بِمَا حَفِظَ اللّهُ وَاللاَّتِي تَخَافُونَ نُشُوزَهُنَّ فَعِظُوهُنَّ وَاهْجُرُوهُنَّ فِي الْمَضَاجِعِ وَاضْرِبُوهُنَّ فَإِنْ أَطَعْنَكُمْ فَلاَ تَبْغُواْ عَلَيْهِنَّ سَبِيلاً إِنَّ اللّهَ كَانَ عَلِيًّا كَبِيرًا 

Er ricâlu kavvâmûne alân nisâi bi mâ faddalallâhu ba’dahum alâ ba’dın ve bi mâ enfekû min emvâlihim. Fes sâlihâtu kânitâtun hâfizâtun lil gaybi bi mâ hafizallâh . Vellâtî tehâfûne nuşûzehunne fe ızûhunne vahcurûhunn (vahcurûhunne) fîl medâcıı vadrıbûhunne, fe in ata’nekum fe lâ tebgû aleyhinne sebîlâ(sebîlen). İnnallâhe kâne aliyyen kebîrâ.

Ayeti kelime kelime incelediğimizde de şöyle bir analiz çıkar karşımıza ;
1. er ricâlu : erkekler
2. kavvâmûne : kâim olanlar, idareciler, koruyup gözetenler
3. alâ en nisâi : kadınlar üzerinde
4. bi mâ : sebebiyle, dolayısıyla
5. faddala : üstün kıldı
6. allâhu : Allah
7. ba'da-hum : onların bir kısmı, bazıları
8. alâ ba'dın : bir kısmına, bazılarına, diğerlerine
9. ve bi mâ : ve sebebiyle, dolayısıyla
10. enfekû : verdiler, harcadılar
11. min emvâli-him : mallarından, kendi mallarından
12. fe es sâlihâtu : bu sebeble, bu bakımdan salih kadınlar, nefsini tezkiye eden kadınlar
13. kânitâtun : kanitindir, saygılı ve itaatkârdır
14. hâfizâtun : muhafaza edendir, koruyucudur
15. li el gaybi : gaybda, olmadığı zaman, yokken
16. bi mâ : sebebiyle, dolayısıyla
17. hafiza : korudu
18. allâhu : Allah
19. ve ellâtî : ve onlar (kadınlar)
20. tehâfûne : korkarsınız
21. nuşûze-hunne : onların itaatsizliklerinden, baş kaldırmalarından
22. fe ızû-hunne : ... ise onlara öğüt verin, nasihat edin
23. ve uhcurû-hunne : ve onlardan ayrılın, yaklaşmayın, yalnız bırakın
24. fî el medâciı : yataklarında
25. vadrıbû-hunne : ve onlara vurun
26. fe : bundan sonra, artık
27. in ata'ne-kum : eğer size itaat ederlerse
28. fe : bundan sonra, artık
29. lâ tebgû : aramayın
30. aleyhinne : onlara, onların üzerine (aleyhine)
31. sebîlen : bir yol
32. inne allâhe : muhakkak ki Allah
33. kâne : oldu, idi, ...dır
34. aliyyen : âli, yüce
35. kebîran : büyük

Dilimize en yakın meali ise şu şekildedir:

Erkekler, kadınların koruyup kollayıcılarıdırlar. Çünkü Allah, insanların kimini kiminden üstün kılmıştır. Bir de erkekler kendi mallarından harcamakta (ve ailenin geçimini sağlamakta)dırlar. İyi kadınlar, itaatkârdırlar. Allah’ın (kendilerini) koruması sayesinde onlar da “gayb”ı korurlar. (Evlilik yükümlülüklerini reddederek) başkaldırdıklarını gördüğünüz kadınlara öğüt verin, onları yataklarında yalnız bırakın. (Bunlar fayda vermezse,) onları dövün. Eğer itaat ederlerse, artık onların aleyhine başka bir yol aramayın. Şüphesiz Allah, çok yücedir, çok büyüktür.


Şimdi bu ayette vadribuhunne olarak geçen kısmın dövmek değilde , çıkarmak , uzaklaştırmak anlamı taşıdığını iddia eden ciddi bir kesim var , durumun onların iddia ettiği gibi olmadığını , ayetin gerçekten kadınları dövmeyi meşru kıldığını anlatacağım bu yazıda.

Öncelikle ayeti daha detaylı analiz etmeden önce , bu konuyla ilgili kilit rol oynayacak ve bu yazıda temel taşı olacak bir kavramı açıklamamız gerek .. Harfi Cer'ler ...

Harfi cer , dahil olduğu kelimin sonunu cer yapan harftir, bir ismin önüne gelerek sonunu kesra yaparlar. Harfi cerre kısaca “car”, sonu kesra olan isme de “mecrur” denir.
Bu harfler, bağlı oldukları fiil ya da fiil mânâsında olan kelimelerin mânâlarını, mecrura taşıdıklarından dolayı “izâfet harfleri” olarak da isimlendirilirler. Harfi cerlerde genel olarak izâfet bulunur. Cer etmek ise mutlaktır çünkü bu dilin bir kuraldır.

İstiare dediğimiz söz sanatı yani eğretileme Arapça da vazgeçilmez bi özelliktir bu hem içeriği zenginleştirir hemde anlatımı güçlendirir..
Ne yazık ki bu durum sürekli yanlış anlaşılmalara ve istismara maruz kalmıştır.. Örneğin ; ekseriyetle tartışılan konulardan biri olan Nisa suresi 34. ayette ki DRB fiilinin hangi anlamda kullanıldığı ile ilgili bi mutabakata varılmamıştır..

Darabe / ضرب fiilinin asıl mânası "vurmak"tır. Ancak "vurmak" mânasına gelen bir diğer kelime olan taraka / طرق fiilinden de anlam açısından üstündür. Çünkü طرق fiili çekiçle vurmak, kapıyı çalmak gibi fiillere karşılık iken, ضرب fiili konuşma sırasında yapılan vurguyu da ifade edebilir.
Bu ضرب fiili vurgulamak mânasında kullanılırsa "darb-ı mesel" (misal vurgusu) olur. Darb-ı mesel genellikle ضرب fiilinden sonra gelen مسل (misal) kelimesi ile yapılır. Ancak مسل kelimesi kullanmak yerine bir misal vermiş olmak da yeterlidir. Genelde "misal verdi, örnek verdi, benzetme yaptı, ortaya attı" gibi ifadeler ile tercüme edilir. Ayrıca meseleye vurgu mânasına geldiğinden atasözlerine de darb-ı mesel denir. Ayrıca ضرب fiili فى ('de.. mânasını veren harfi cer) ve mecrur mekân ismi ile kullanılırsa (Örneğin ضرب فى العرض / darabe fil ard, yeryüzünde vurdu dolaştı, sefere çıktı, yürüdü, gezdi) ayağını yere vurmak istiaresinden "dolaştı, sefere çıktı, yürüdü, gezdi" gibi mânalara gelebilir. Çünkü Araplara göre yürümek ayağını yere vurmaktır. Mesela طرق fiilinden türetilen طرقة / tarikât, vurulan yol, ifadesinden bunu anlamak mümkündür. (Ancak her fî cerri kullanıldığında "dolaşmak, sefere çıkmak, yürümek, gezmek" mânasına gelmeyebilir. Gayri istiari "bir şeyin içinde/bir şey sırasında/bir şey konusunda vurmak" anlamında da kullanılabilir.)

Aynı şekilde, eğer ضرب fiili عن ('den.. mânasını veren harfi cer) ile kullanılırsa, yine ayağını vurmak istiaresinden " 'den uzaklaştı" olarak anlaşılır. Ancak her ne kadar ayak vurmak ile ilgili olsa da, istiare yoluyla terk etmek, vazgeçmek ve kuşların göç etmesi gibi olayları ifade etmek için de kullanılmıştır.
Eğer ضرب fiili بين (ara|sı mânasına gelen zarf) ile kullanılırsa "araya vurdu" ifadesi "ayırdı, arasını bozdu" olarak anlaşılır. Örneğin sözlüklerde şu geçer; ضرب الدحر بيننا / darabe eddehri beyne nâ, zaman/kader aramıza vurdu zaman/kader bizi ayırdı.

Darabe fî ضرب في "...'de sefere çıktı, dolaştı, gezdi"
Darebe 'an " 'den uzaklaştı (vazgeçti/terk etti)"
Darebe beyne "arasına vurdu (ayırdı, arasını bozdu)" mânalarına gelir.

Harfi cersiz ve zarf kullanmadan da ضرب fiilinin bu mânalara gelebileceğini iddia etmek yanlıştır. Çünkü;

1- Belagat hatasına neden olur. Örneğin "'den vazgeçmek" ifadesindeki 'den ve dolayısıyla vazgeçmek anlamı عن harfi cerindedir.
2- Ayrıca darb-ı mesel için harfi cer gerekmez. Darb-ı mesel örneği vererek harfi cer gerekmediğini iddia edenlerin tek amacı yanıltmacadır, dikkat edin.
3- Bunun dışında, sadece harfi cer gerekmediğini iddia etmek de tek başına darabe fiiline darabe fî, darabe 'an ve darabe beyne mânalarını vermeye yetmez. Örneğin "Onları dolaştırdı/sefere çıkarttı/gezdirdi" mânasını vermek için, harfi cer dışında; - Mekân ismi (örneğin yol, yeryüzü vb.)
- Ettirgen fiil [Ettirgen fiil, müteaddi iken müteaddi yapma şu üç halde mümkündür;
-Fiilin aynel harfi şeddelenirse (darebe - darrebe)
-Fiil ifâl babına nakledilirse (darebe-idrib) -Ve bazı fiillerde fiilin mef'ulü harfi cer alırsa da gerekir.

Aynı şekilde ضرب بين ifadesinin "ayırdı" mânası da, beyne zarfını varsayarak elde edilemez. Çünkü;

- Beyne بين harfi cerinin muhattabı kendisine yapışan zamirdir. Yani " darabe beyne-nâ: Bizim aramıza vurdu/Bizi birbirimizden ayırdı" ya da "darabe beyne-hunne: onların arasına vurdu/Onları birbirinden ayırdı" mânası verir.
Bu kurallar ışığında ضرب fiiline çıkarmak mânasını vermeye çalışmak, fasih Arapça kurallarını bilerek görmezden gelmektir..
Peki tam olarak nedir bu harfi cerler ;
Daha öncede belirttiğim gibi yanlız başına anlam ifade etmeyen, ancak isme dahil olduklarında manaya katkıda bulununan bazı kelimelerdir..
Manaları şu şekilde ;


1. Bâ (اَلْبَاءُ) “ile” mânâsındadır. İlsâk (bağlamak, bitiştirmek) içindir.
2. Min (مِنْ) “den-dan” mânâsındadır. İbtida (başlangıç) içindir.
3. İlâ (إِلَى) “e-a” mânâsındadır. İntiha (bitiş) içindir.
4. An (عَنْ) “den-dan” mânâsındadır. Mücaveze (uzaklaşma) içindir.
5. Alâ (عَلَى) “üzerinde-üzerine” mânâsındadır. İstila içindir.
6. Lâm (لِ) “için” mânâsındadır. İstikak (hak etme) ve mülkiyet (sâhib olma) içindir.
7. Fî (فِي) içinde, de-da mânâsındadır. Zarfiyet içindir.
8. Kâf (اَلْكَافُ) “gibi” mânâsındadır. Teşbih (benzetme) içindir.
9. Hattâ (حَتَّى) “…e kadar” mânâsındadır. Gaye (sona eriş, bitiş) içindir.
10. Rubbe (رُبَّ) “nice, bazı” mânâsındadır. Taklîl ve teksîr (azlık ve çokluk) içindir.
11. Vâvul-kasem (وَاوُ الْقَسَمِ) “yemin” mânâsındadır. Yemin içindir.
12. Tâul-kasem (تَاءُ الْقَسَمِ) “yemin” mânâsındadır. Yemin içindir.
13. Hâşâ (حاَشاَ) istisna mânâsındadır. İstisna içindir.
14. Muz (مُذْ) “… den beri” mânâsındadır. Mazi zamanda başlamak içindir.
15. Munzu (مُنْذُ) “… den beri” mânâsındadır. Mazi zamanda başlamak içindir.
16. Halâ (خَلاَ) “istisna” mânâsındadır. İstisna içindir. Çoğunlukla fiil olarak gelir.
17. Adâ (عَدَا) “istisna” mânâsındadır. İstisna içindir. Çoğunlukla fiil olarak gelir.
18. Levlâ (لَوْلاَ) “olmasaydı” mânâsındadır. Kendine zamir bitiştiğinde, başka bir şeyin mevcudiyetiyle, bir şeyin mümkün olmayacağını ifâde etmek içindir.
19. Key (كَيْ) “için, niçin, neden” mânâsındadır. İstifham ما sı dâhil olunca illet içindir.
20. Lealle (لَعَلَّ) “umulur ki, belki” mânâsındadır. Ukayl kabilesinin lügatinde ümit içindir.

Bazı örneklerle gösterelim ;
1. Bâ (اَلْبَاءُ): Allâh’a inandım. / آمَنْتُ بِااللَّهِ
2. Min (مِنْ): Bütün günâhlardan tövbe ettim. / تُبْتُ مِنْ كُلِّ ذّنْبٍ
3. İlâ (إِلَى): Allâh Teâlâ’ya tövbe ettim. / تُبْتُ إلَى اللَّهِ تَعَالَى
4. An (عَنْ): Haramdan men edildim. / كُفِفْتُ عَنِ اْلحَرَامِ
5. Alâ (عَلَى): Her günahkâr üzerine tövbe etmek vâcibtir. / تَجِبُ التَّوْبَةُ عَلَى كُلِّ مُذْنِبٍ
6. Lâm (لِ): Ben Allâh Teâlâ’nın kulcağızıyım. / اَنَا عُبَيْدٌ لِلَّهِ تَعَالَى
7. Fî (فِي): İtaat eden cennettedir. / اَلْمُطِيعُ فِي اْلجَنَّةِ
8. Kâf (اَلْكَافُ): O’nun benzeri gibi hiçbir şey yoktur. / لَيْسَ كَمِثْلِهِ شَيْءٌ
9. Hattâ (حَتَّى): Ölünceye kadar Allâh’u Teâlâ’ya ibâdet ederim. / اَعْبُدُ اللَّهَ تَعَالَى حَتَّى اْلمَوْتِ
10. Rubbe (رُبَّ): Nice okuyucular vardır ki Kur’ân onlara lanet eder. / رُبَّ تَالٍ يَلْعَنُهُ الْقُرْآنُ
11. Vâvul-kasem (وَاوُ الْقَسَمِ): Allâh’a yemin ederim ki asla büyük günâhları yapmayacağım. / وَاللَّهِ لَا اَفْعَلَنَّ اْلكَبائِرَ
12. Tâul-kasem (تَاءُ الْقَسَمِ): Allâh’a yemin ederim ki elbette farzları yapacağım. / تَاللَّهِ لَأَفْعَلَنَّ اْلفَرَائِضَ
13. Hâşâ (حاَشاَ): Âlim hariç, insânlar helak oldu. / هَلَكَ النَّاسُ حَاشَا اْلعَالِمِ
14. Muz (مُذْ): Buluğ günden beri yaptığım tüm günâhlara tövbe ettim. / تُبْتُ مِنْ كُلِّ ذَنْبٍ فَعَلْتُهُ مُذْ يَوْمِ اْلبُلُوغِ
15. Munzu (مُنْذُ): Buluğ gününden itibaren namaz farz olur. / تَجِبُ الصَّلَاةُ مُنْذُ يَوْمِ اْلبُلُوغِ
16. Halâ (خَلاَ): İlmiyle amel edenler hariç, âlimler helak oldu. / هَلَكَ اْلعَالِمُونَ خَلَا اْلعَامِلِ بِعِلْمِهِ
17. Adâ (عَدَا): İhlâslılar hariç, amel edenler helâk oldu. / هَلَكَ اْلعَامِلُونَ عَدَا اْلمُخْلِصِ
18. Levlâ (لَوْلاَ): Ey Allâh’ın rahmeti, sen olmasaydın elbette.
19. Key (كَيْ): Niçin/neden isyân ettin? (Keymihe = keymâ, eliften bedel he gelmiş) / كَيْمَه عَصَيْتَ
20. Lealle (لَعَلَّ): Umulur ki Allâh Teâlâ günâhımı bağışlar. / لَعَلَّ اللَّهِ تَعَالَى يَغْفِرُ ذَنْبِي

Bu harfi cerlerin üç amacı var ;
1. Harf-i cerler, mu‘râb yani i‘râb kabul eden bir ismin başına gelip sonunu cer yaparlar. Buna “lafzî i‘râb” denir. Misâlen: “ Ben Zeyd’e uğradım.” Cümlesinde ب harfi ceri, بِزَيْد kelimesinin evveline gelerek sonunu cer etmiştir.

2. Harf-i cerler, murab bir kelimenin sonunda illet harfi varsa takdiren cer yaparlar. Buna “takdiri irâb” denir. Misâlen: “رَضِيْنَا عَنْ الْقَضِى Biz kadâdan râzı olduk.” Cümlesinde عَنْ harf-i ceri, الْقَضِى kelimesinin evveline gelerek sonunu cer etmiştir.

3. Harf-i cerler, kelimenin aslında bir illet varsa mahallen cer yaparlar. Buna “mahallî irâb” denir. Misâlen: مَنْ kelimesi, mebni (irâb kabul etmeyen) bir kelimedir. Bu sebeple evveline عَلَى gibi bir harfi cerin gelmesi sonuna tesir etmez.
Harf-i Cerle İlgili Genel Cümle Örnekleri:


هَلْ ذَهَبْتِ إِلَى الْمَدْرَسَةِ ؟ Okula gittin mi?
نَعَمْ ، ذَهَبْتُ إِلَى الْمَدْرَسَةِ. Evet, okula gittim.
هَلْ ذَهَبْتُمْ إِلَى الْمَدْرَسَةِ. Okula gittiniz mi?
نَعَمْ ، ذَهَبْناَ إِلَى الْمَدْرَسَةِ. Evet, okula gittik.
ذَهَبْتُماَ إِلَى الْمَدْرَسَةِ. İkiniz okula gittiniz.
هَلْ ذَهَبْتُنَّ إِلَى الْمَدْرَسَةِ ؟ Okula gittiniz mi?
نَعَمْ ، ذَهَبْناَ إِلَى الْمَدْرَسَةِ. Evet, okula gittik.
ذَهَبْتُ إِلَى الْمَدْرَسَةِ لِلْإِمْتِحاَنِ. Okula imtihan için gittim.
ذَهَبْتُ إِلَى الْبَيْتِ لِلْإِسْتِراَحَةِ. Eve dinlenmek için gittim.
ذَهَبْتُ إِلَى الْمَسْجِدِ لِلصَّلاَةِ. Mescide namaz için gittim.
نَظَرَ التِّلْميِذُ إِلَى الصُّورَةِ. (Erkek) Öğrenci resme baktı.
نَظَرَتِ التِّلْميِذَةُ إِلَى الصُّورَةِ. (Kız) Öğrenci resme baktı.
نَظَرْتُ إِلَى الصُّورَةِ. Resme baktım.
سَبَحَ الْوَلَدُ فِي هَذاَ الشاَّطِئِ. Çocuk bu kıyıda yüzdü.
عَمِلَ خاَلِدٌ الشاَّىَ فِي الْمَطْبَخِ. Halit mutfakta çay yaptı.
قَرَأْتُ الدَّرْسَ فِي الْحَدِيقَةِ. Dersi bahçede okudum.
قَرأْناَ الْكِتاَبَ فِي الْمَكْتَبَةِ. Kitabı kütüphanede okuduk.
ذَهَبْناَ إِلَى الْمَدْرَسَةِ بِالْحاَفِلَةِ. Okula otobüsle gittik.
وَصَلَ أَحْمَدُ إِلَى الْمَطاَرِ بِالسَّياَّرَةِ.Ahmet hava alanına arabayla gitti (ulaştı, vardı).
نَزَلَ أَحْمَدُ عَنِ الْحِصَانِ. Ahmet attan indi.
رَفَعَ الْإِسلاَمُ الظُّلْمَ عَنِ الْمَرْأَةِ. İslam kadından zulmü kaldırdı.
سَأَلْتُ عَنِ الْماَلِ. Mal hakkında sordum.
سَأَلَ الطَّبِيبُ عَنِ الْمَرِيضِ. Doktor hastadan (hasta hakkında) sordu.
اَلْأُمُّ عَمِلَتِ الطَّعاَمَ فِي الْمَطْبَخِ. Anne yemeği mutfakta yaptı.
جَلَسَ مُحَمَّدٌ فِي الْبَيْتِ. Muhammed evde oturdu.
جَلَسَتْ عاَئِشَةُ فِي الْغُرْفَةِ. Aişe odada oturdu.
خَرَجَ التَّلاَمِيذُ مِنَ الصَّفِّ. Öğrenciler sınıftan çıktı.
اَلتَّلاَمِيذُ خَرَجُوا مِنَ الصَّفِّ. (aynı manada isim cümlesi)
رَفَعَ الْوَلَدُ الْحَقِيبَةَ مِنَ الْأَرْضِ. Çocuk çantayı yerden kaldırdı.
نَزَلَ الْمَطَرُ مِنَ السَّماَءِ. Gökten yağmur indi (Yağmur yağdı).
اَلْأَوْلاَدُ سَبَحُوا فِي الْمَسْبَحِ. Çocuklar havuzda yüzdü.
سَبَحَ الْخَشَبُ عَلَى الْماَءِ. Tahta suyun üzerinde yüzdü.
سَقَطَ الثَّمَرُ عَلَى الْأَرْضِ. Meyve yere (yerin üzerine) düştü.
غَضِبَ السَّيِّدُ عَلَى الْخاَدِمِ. Efendi (bey) hizmetçiye kızdı.
اَلْوَقْتُ كاَلسَّيْفِ. Vakit kılıç gibidir. اَلْعِلْمُ كَالْبَحْرِ. İlim deniz gibidir.
قَرَأْتُ كِتاَباً حَتَّى اللَّيْلِ. Geceye kadar kitap okudum.
ماَ شَرِبْتُ الشاَّىَ مُنْذُ أَمْسِ. Dünden beri çay içmedim.
كَتَبْتُ الدَّرْسَ مِنَ الصَّباَحِ حَتَّى الْمَساَءِ. Sabahtan akşama kadar ders yazdım.
ذَهَبَ عُمَرُ إِلَى الْمَلْعَبِ وَ لَعِبَ الْكُرَةَ. Ömer oyun sahasına gitti ve top oynadı.
أَكَلْتُ فيِ الْفَطوُرِ الْبَيْضَ وَشَرِبْتُ الشاَّيَ. Kahvaltıda yumurta yedim ve çay içtim.

Şimdi burada tekrar dönelim DRB fiiline ve Nisa 34. ayete ..
1400 yıldan beri DRB ضرب fiilini "darbetmek, dövmek" seklinde anlayan insanlar mi yanıldı yoksa bugünün reformistleri Arapca'yı mi katletti?

Reformist İslamcıların iddiası, DRB ضرب fiilinin Kur'an'in başka ayetlerinde "dövmek" anlamında olmadığı konusunu gündeme getirerek Nisa 34'te de "kadının dövülmesinin emredilmediğidir.

Konuyu uzatmadan sadede geçelim. Nisa 34'te geçen DRB ضرب kökenli fiilimiz "vadribuhunne واضربوهن" DRB ضرب fiilinin emir babından 3. çoğul dişil şahsa atıf. Arapça'da zamirler İngilizcede olduğu gibi eril ve dişil anlamlar ihtiva eder.

Vadribuu واضربو = Dövün (emir kipi)
hunne هن = Onlari (kadın, dişil)

Peki diğer ayetlerde ayni fiilden türetilmiş bu kelime niçin farklı anlamlara geldi de Nisa 34'te dövün anlamına geliyor? Bunun nedeni nedir?

İşte anlaşılmayan nokta bu ;
Arapça'da , yukarıda uzun uzun açıkladığımız "harf-i cerr" kuralı vardır. Bir fiilin ardından harf-i cerr gelirse, fiilin anlamı cümlenin içeriğine göre değişir. Harf-i cerr olmayan fiiller, asıl anlamlarını korurlar. DRB ضرب fiilinin asil anlamı ism-maziden DÖVDÜ'dür (Arapça'da kelime kökü her zaman mazi fiilidir)

Harfi cerlerin daha kolay anlaşılması için Türkçe'deki anlamlarıyla anlatalım;
Basitçe bizim Türkçe'deki ismin halleri ve edatlardır.

İsmin hallerinden örnekler: -e, -de, -den (İstabul-a, ev-de, kapı-dan) Edatlara örnekler: için, yakınında, üstünde (yer bildirim)

Yine yukarıda uzun uzun ve örneklerle açıkladığımız gibi Arapça'da 20 adet harf-i cerr var. Bu harf-i cerrlerden herhangi biri "fiilin sonuna gelirse" fiilde anlam kayması olur.

Simdi bunu iki ayette inceleyelim.

Nisa 34 الْمَضَاجِعِ وَاضْرِبُوهُنَّ فَإِنْ أَطَعْنَكُمْ (harf-i cerr yok, DRB asil DÖVMEK anlamındadır.
Nisa 94 يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ إِذَا ضَرَبْتُمْ فِي (ya eyyuhellezine emenu, darabtum "FI") Burada cümlede geçen "fi" فِي ismin -de halini anlatan harfi cerrdir. Darabtum=dövün anlamında iken sonuna gelen fi فِي "(sefere) çıkın" anlamı katmıştır cümleye.

Araplar için yürümek, ayağını yere vurmaktır. Hāliyle vurmak manasındaki طرق, ضرب gibi fiiller bu durumdan nasibini almış. TaRaKa fiilinden türetilmiş tarikat masdarı, kelime anlamı olarak "vurmalık, vurulan" gibi bir manāya gelse de, Araplar bunu "yol, zemin, yöntem" olarak algılar.


Nitekim yerde / zeminde vuruyorsan, yeri dövüyorsan eğer, onda yürümüş / dolaşmış olursun. DaRaBe fil ard denildiğinde, "dolaştı, yürüdü" olarak anlarsın. Ancak bu zorunlu değil, yani ب bi cerrini kullanarak vurulan bir nesne eklersen eğer, bu sefer yürümek olarak anlaşılmaz. Bunun ayrımını sadece bağlamdan yapabiliriz.. Buraya kadar, her şekilde, iki fiil de harfi cerr gerektirir, zira ilgili / bağlama kattığı manāsını harfi cerrden alır. Ama bir de ضرب fiilinin kendi manāsı bulunuyor. DRB sadece fiziksel olarak vurma manāsına gelmez, ancak soyut manāsı ise bir konuda yapılan vurguyla sınırlıdır. Araplar için bir misali darb etmek, bir konuda önemli bir noktayı zikr etmektir. Buna darb-ı mesel diyoruz. Bu fiilin kendi manāsı olduğu için zorunlu bir şey gerektirmez, ancak genellikle misal / mesel / emsal kelimeleriyle birlikte kullanılır. Onun yerine bir misal vererek de bu fiili kullanırsan manānın soyut olduğu anlaşılacaktır, robotlarla konuşmuyoruz ya nihayetinde.. "Darb-ı mesel için harf-i cerr gerekmiyorsa, darabe fiilinin "dolaşmak, yürümek" manası için de gerekmez." demek BAHANE BULMAKTIR, maalesef. Sözlük okumayı bilen biri böyle bir şey söyleyemez, zira sözlükler bile harfi cerrle müteaddi olan fiillerin usulüne göre yazılır, hangi mana için hangi cerr gerektiğini not eder.

Nisa s. 34. ayetindeki , vadribuhünne" (onlara vurun) anlamını , ayırın , ayrılın , çıkarın, şeklinde verilen mealler kur'an bütünlüğünden yoksun ve teslim olmakta zorlanan, aslında sürekli Kur'anın gerçekliğinden şüphe eden düşüncelerin bir uzantısı olarak karşımıza çıkmaktadır. "Darabe" fiiline kur'anda geçtiği ayetlerin hiçbirinde "ayırın,ayrılın,çıkarın" şeklinde bir anlam verilmediğini görüyoruz. "Çıkarın " şeklindeki mealin "yola çıkarın" şeklinde bir anlam verilmesi için ayetin "fi" harfi cerri ile birlikte kullanılması gerekmektedir , "evden çıkarın" şeklinde bir anlam verilmesi için bakara s. 240 ayetinde olduğu gibi "harace" fiilinin kullanılması gerekmektedir."İçinizden ölüp, eşler bırakacak olanlar, evlerinden çıkarılmaksızın ( ğayri ihracin), senesine kadar eşlerinin geçimini sağlayacak şeyi vasiyet etsinler; eğer çıkarlarsa(fein haracne) kendilerinin meşru olarak yaptıklarından dolayı size sorumluluk yoktur. Allah güçlüdür, Hakim'dir.

Ayrıca talak s. 1. ayetine baktığımız zaman " Ey Peygamber! Kadınları boşayacağınızda, onları, iddetlerini gözeterek boşayın ve iddeti sayın; Rabbiniz olan Allah'tan sakının; onları, apaçık bir hayasızlık yapmaları hali bir yana evlerinden çıkarmayın, onlar da çıkmasınlar. Bunlar, Allah'ın sınırlarıdır. Allah'ın sınırlarını kim aşarsa, şüphesiz, kendine yazık etmiş olur. Bilmezsin, olur ki, Allah bunun ardından bir hal meydana getirir." yazmakta ve ayette "evlerinden çıkarmayın" şeklinde meal verilen kısmın arapça metni "la tahrucuhuünne min buyutuhünne" şeklindedir . Bağlamı göz önünde bulundurmak gerekirse karı koca arasındaki bir durum için "evden çıkarma" kelimesi "darabe" fiili ile belirtilmemesi nisa s. 34. ayetindeki "vadribuhünne" kelimesinin "evden çıkarma" şeklinde anlaşılamayacağını gösterir. Nisa s. 34. ayetindeki ," vadribuhünne" (onlara vurunuz) kelimesinin " hünne" müennes zamiri ve " fe" bağlacını çıkardıktan sonra kalan kökü olan "ıdribu" kelimesine diğer ayetlerde " vurun" diye verilen meal nisa 34. ayetinde neden verilmez? bunun cevabı birkaç yönden verilebilir ama önce kur'an meali yapanların o meali yaparken bir kelimenin kur'anda nasıl ve ne şekilde geçtiği konusundaki düşüncelerini yine kur'andan almaları gerekir. Özellikle Nisa s. 34. ayeti etrafında yoğunlaşan meallerdeki kaygı " alem ne der" mantığı üzerine kurulmuş bir mantık olarak karşımıza çıkar.İşte bu yüzden bu tür reformistler , bi çok âlim tarafından " Kur'ana teslim olmak yerine , kur'anı teslim almaya kalkan bazı düşünce sahipleri " diye eleştirilir.. Allah'ın ne dediğinden çok başkalarının ne dediği üzerinden Kur'anı anlama veya eziklik psikolojisi içinde kur'an yaklaşmaları kur'an metninin izin vermediği anlamalara kadar varmaktadır diye de eleştiri getirirler..

"Ayrılın,çıkarın,yola koyun" şeklinde verilen mealleri ayet bütünlüğünde okuduğumuz zaman, ayetin devamındaki " Size itaat ediyorlarsa aleyhlerine yol aramayın" cümlesini nasıl uygulama imkanı olabilir? çünkü kadının evden çıkarıldıktan sonra kocası ile birlikte bir çatı altında olamaması ona nasıl itaat etme imkanı sağlayabilir?. Saliha bir kadın kendisine vurulmaya kadar varacak bir nüşuz halinde olması ve neticede eşi tarafından dövülmesi kendisi için aşağılatıcı bir durumdur, bu duruma hiçbir kadın düşmek istemez. Ayetin başındaki ," Allah'ın kimini kimine üstün kılmasından ötürü ve erkeklerin, mallarından sarf etmelerinden dolayı erkekler kadınlar üzerine hakimdirler." cümlesi gereğince evin reisi olan erkek ev halkını idare etmekle yükümlü olduğu için kadın erkeğin bu vazifesine karşı itaat etmekle yükümlüdür. Günümüzün şartları gereği iş hayatı içinde olan kadında eşi kadar maddi bir kazanç elde ettiğinden dolayı "kadın erkek eşitliği" kavramı konuşulmaya başladığı için kur'an ayetlerinin bu hükmü pek hoşa gitmez. Kur'ana teslim olan salih erkek , Allah bana böyle bir yetki vermiş diyerek bu yetkisini her zaman kullanmak durumunda olmadığı gibi, saliha bir kadında kendisi için aşağılatıcı olan bu duruma düşmemek için erkeğe itaat etmek mecburiyetindedir Kur'an eksenli düşününce...

Vadribuhünne" kelimesine "ayırmak" şeklinde anlam verenler farkında değiller mi acaba ,aynı surenin ,"Ayrılırlarsa, Allah her birini nimetinin genişliğiyle yoksulluktan kurtarır, Allah her şeyi kaplayandır. Hakim'dir." şeklindeki 130. ayetindeki "ayrılmak" şeklinde meal verilen kelimenin orijinal metni"yeteferreka" dır .. Ayetin konusu dikkat edileceği üzere 34. ayette olduğu gibi karı koca geçimsizliğinin çözümü üzerinedir. 34. ayetteki "vadribuhünne" ile 130. ayetteki "yeteferreka" kelimesine aynı anlamı vermek 34. ayeti ön kabulü olarak okumak sonucundan olsa gerek.

Nisa s. 34. ayetindeki "vadribuhünne" kelimesi insanlar istese de istemese de , hoşlarına gitse de gitmese de "onlara vurun" anlamına gelmektedir. Müslümanların Allah'ın kitabına olan teslim olma mecburiyeti ayetleri kur'an dışı düşünceler doğrultusunda değil , kur'an doğrultusunda anlamalarını gerektirir. Başkalarının , sizin kitabınızda kadınları dövün emri benim hoşuma gitmedi" demesi sizin o ayeti onların isteği doğrultusunda yorumlamanızı kesinlikle gerektirmez. Kadınlara vurma emri , boşanma emri gibi gerektiği yerde kullanılması gereken bir emir olup ," günde 3 öğün kadının ağzını burnunu kırın" şeklinde de anlaşılmaması gerekir tabi ki.

Sonuç olarak, Bakara s. 73. ayeti ve Nisa s. 34 . ayetlerinde görmüş olduğumuz üzere bir kelimeyi konulduğu yerden oynatarak kuran dışı düşünceler ışığında anlamaya çalışmak kur'anın kendi içindeki otokontrol mekanizması tarafından dışarı atılmaktadır. Bazılarına şirin görünmek gibi bir kaygısı olmayan , gerçeği olduğu gibi gören Müslümanları , her ayeti eğip bükerek bilimsel ve modern kılıflara sokmaya çalışan reformist Müslümanlara göre daha fazla önemsiyorum..
Her daim umut ve sevgiyle kalın dostlar.

Yazan: Gregoire de Fronsac

KUR-AN AYETLERİNİN KAYNAĞI İSLÂM ÖNCESİ ŞİİRLER

AY, din, islamiyet, Kuran ve Kuss bin saide, Kuranın kaynağı şiirler, Muhammed Kuss bin saidenin şiirlerini,Hz Muhammed,Kuss bin saidenin şirrleri Kur-an'a giriyor,Kuran ve şiir
Kuss bin Saide
Bir gün, şair Kuss bin Saide'nin bağlı olduğu kabileden bir heyet Muhammed'in yanına gelir. Kendisi sorar, 'Kuss b. Saide'ye ne oldu?' Onlar, vefat elti diyorlar. Bunun üzerine Muhammed onunla ilgili bir anısını anlatmaya başlar. Bir gün ben onu Ukaz panayırında gördüm, kırmızı bir deve üzerindeydi ve halka hitaben çok hararetli, ilginç bir konuşma yaptı. Onun o günkü konuşmasını hiç unutamıyorum. (Burada şu notu da ekleyelim ki, şair Kuss b. Saide miladi 600'de vefat ederken henüz Muhammed peygamberlik iddiasında bulunmamıştı; bundan on yıl sonra peygamber oluyor.)

Muhammed Kuss'la ilgili gördüklerine devam ediyor: Kuss, konuşmasının başında, giden bir daha gelmiyor, yaratılması gereken de sürekli yaratılıyor. Gidenler halinden memnunlar mı ki sesleri çıkmıyor veya unutuldular mı bilemiyorum, diyor. Kuss'un, gökte haber var, yerde ibret var sözünden sonra, Muhammed onun bazı önemli açıklamalarını o gelen heyete anlatıyor.
Bu konuşmada geçen bazı cümleleri Kur'an ayetleriyle karşılaştıralım:

Kuss tanrıyı tanıtırken, 'Öyle bir Allah ki erkekle kadını yarattı' diyor. Aynı cümle . Leyl suresi üçüncü ayet olarak Kur'an'da karşımıza çıkıyor. Yine, 'her canlı ölümü tadacaktır' cümlesini kullanıyor o panayır konuşmasında. Bu konuya da Kur'an'da birkaç surede yer veriliyor, işleniyor. Kuss, 'Akan nehirler'terimini kullanıyor. Kur'an'da da cennet tanıtılırken, 'Altlarından ırmaklar akan cennetler' deniliyor, Kur'an'da Arapçası, "Fecri inin tahtihel enhar' kalıbındadır. Kuss ise, 'linharün mecriyye' kalıbını kullanıyor. Sonuçla değişen bir şey yok: Eş anlamlı iki cümle. Kuss konuşmasında dağları işlerken, 'Dünyanın sallanmaması için bir nevi kazık görevini gören dağlar' diyor. Bu da defalarca Kur'an'da işleniyor. 'Ölçtüğünüz /.aman taslamam ölçün ve doğru terazi ile tartın' diyor Kuss. Aynı cümle olduğu gibi Kur'an'da da yer alıyor.

Kuss konuşmasında gökle ilgili bilgi verirken 'Ve Sakl'inmerfu' diyor. Yani gökyüzünün korunmuş bir tavan gibi yaratıldığını belirtiyor. Bu tür cümleye de Kur'an'da iki surede yer veriliyor. Kuss, "Ve eşreketi-l Ardii"diyor. Yani yeryüzünün aydınlanmasından söz ediyor. Aynı cümle aynı kelimelerle Kur'an'da yer buluyor. İnsanların ahiretteki durumlarıyla ilgili de, 'Ferikim li-l cenneti ve ferikti'm fi-s'Sair'; yani, bir kısım insanlar cennette, bir kısmı da cehennemdedir, diyor. Bu ifade de hiç değişikliğe uğramadan, Kur'an'da yer alıyor. Kur'an'da Leyi suresi var. Leyi gece demek ve bir surenin başında bu kelime geçtiği için o bölüme de ad olmuş. Hemen ilk başta "And olsun bürüdüğü zaman geceye"deniyor. Aynı cümle Kuss'un o günkü konuşmasında da geçiyor. Kur'an'da deniliyor ki, 'İnsanlar yıldızlarla yollarını bulurlar'. Aynı cümle Kuss'un o günkü konuşmasında var. Üstelik bunları anlatan da Muhammed'in kendisidir.

Kuss, 'Burçlar sahibi gökler' cümlesini kullanıyor. Kur'an'da aynı cümleye üç surede yer veriliyor. Kur'an'da 'Sema-i Zati-I buruc' şeklinde geçerken, Kuss, 'Sama'ün Zat-ü cbrac' diyor ki, anlamlan aynı. Kuss o konuşmasında kıyamet günü üfürülecek bir borudan söz ederken şu Arapça cümleyi kullanıyor: 'nül'iha fi-s-suri, nü-Qiıe l'i-n-nakuı: 'Aynı kelime kalıbı hiçbir değişiklik yapılmadan Kur'an'da da yer alıyor. Kuss konuşmasının bir yerinde, dünyayı beşik gibi tanıtıyor. Dünyanın bu şekilde tanımlanması Kur'an'da iki surede yer alıyor. Kuss, 'Andolsun ki siz kıyamet günü teke tek haşr olunacaksınız' diyor. Bu da Kur'an'da yer alıyor. Konuşmasında tanrıyı tanıtırken, 'O bir tanedir, ne doğurmuştur, ne de doğrulmamıştır' diyor. Bu da İhlâs suresinde yerini buluyor. Yine yaratıcıyla ilgili, 'Rabbii-1 ahiret-i be-1 ula' diyor. Yani hem ahiret, hem dünyanın rabbidir, diyor. Bu da değişikliğe uğramadan Kur'an'da yer alıyor. Muhammed, Kuss'un bu konuşmasını gelen o heyetin huzurunda anlatıyor. Bu bir örnektir.

Eğer Kuss'un tüm şiirleri ortaya konup da bir karşılaştırma yapılırsa eminim ki daha ilginç anlatımlar da bulunacaktır. Bu anlattıklarımı, Kur'an üzerinde tefsir yazan, aynı zamanda tarihçi olan İbn-i Kesir (h. 774. ö) yazıyor. Kitabı tahkik eden kişi, ayrıca birçok yazarın da bunları işlediğini ekliyor ve kaynaklarını sayfalarıyla birlikte yazıyor. Peki, Kuss'un bunları anlatmaktan amacı neydi? Kuss Hristiyan'dı; ancak arayışlar içindeydi, yeni bir din peşindeydi. Daha doğrusu, ben peygamberim, bana vahiy geldi demeye hazırlanıyordu. Ancak yaşlıydı, ömrü buna yetmedi. Demek ki o zaman ben peygamberim fikri bir kültür gibiydi. Bunu iyi yürüten, başaran kendini ilan ederdi. Hep söylüyorum; Müseyleme ve Tuleyha gibileri de o dönem peygamberliğini ilan edenler arasındaydı. İşte bu yüzden, Muhammed için Kuss, Ümeyye, İmr-ül Kays gibi şairler önemli birer ilham kaynağı olmuşlardır. Bunlar varken Muhammed henüz peygamber olmamıştı. Daha sonra peygamberliğini açıklayınca, bakıyoruz
Kuss'un bu bilgileri Mekke'de oluşan ayetlerde de yer alıyor.

Kaynaklar:
  • Süyuti, Dürrü-1 Mensur. A'raf suresi, 175. ayet. 
  • Kurtubi tefsiri, Şuan ı suresi, 224 . ayet. 
  • Müslim, Şiir bölümü , no: 225.5. 
  • İbn-i Abdi-I Bcr, Istiab, Faria b. Ebi salt kısmında , no: 4049 . 
  • İbn-i Asakir, Tarih-ü Mcdinct- i Dımaşk , 9/25 5 v e sonrası. 
  • İbn-i! Cevzi, el-Müntazam' ü fi-t-Tarih, 3. eilt. Ben i Kaynuk a baslığı altında. 
  • Askalani, İsabe, no : 522 . Ümeyy e b . Ebi Sait md . 5 6 
  • Al-i İmran 185, Enbiy a 35 , Kasa s 8 8 v e Ankebu t 57 .
  • Kch f suresi, 35 . 
  • Enbiy a 32 v e Tu r 5. 
  • Zünıe r suresi 69 . 
  • Şura suresi, 7.