HABERLER
Dini Haber

SÜMER'DEN BİZE KALAN BAZI GELENEK VE UYGULAMALAR

GF, din, sümer mitolojisi, Sümer ritüelleri, Sümer gelenekleri, Domuzun haram olması, Nevruz, Mezarlığın kökeni, Kurbanın kökeni, Marduk, Başörtüsünün kökeni, Kutsal sayılar, islamiyet, din ve mitoloji,mitoloji ve din
Sümer’den insanlığa kalan pek çok miras var ve bu sadece mitolojiyle de sınırlı değil.
Ancak bu içerikte Sümer mitolojisinden sadece sayılı örnek ele alınmıştır.

Sümer dini, önceleri tanrısız bir dindi. İnsanlar öncelikle büyük tabiat güçlerine taparlardı.
Büyük tabiat güçleri pasifti, yaratıcı güçten yoksundu. Bu tabiat güçlerine sonradan Tanrısallık biçilmiştir. İnsan aklı soyuttan somuta doğru gelişmiştir ve soyut şeyleri antik çağların insanları somutlaştırmak istemiştir. Bu somutlaştırmadan evvel,Tanrı kavramı yaratıcı olmaktan ziyade soyut olarak ‘enerjiyle’ ifade ediliyordu.
Örneğin Tammuz, bereket tanrısı olmadan önce ağacın ve bitkinin içindeki enerjiydi.
Bu somutlaştırma sürecinde Sümerler, o dönem en ileri oldukları astronomiden yararlanmıştır. İnşa ettikleri devasa Zigguratlar ile gökyüzünü gözlemektelerdi. Soyut ilahlarını, gökyüzünde keşfetmeye başladıkları cisimlerle özdeşleştirerek somutlaştırdılar.
Ay Tanrısı, Güneş Tanrısı, Rüzgar Tanrısı vs.

Sami Irktan olan Akadlar, M.Ö. 2500 yılında Sümer bölgesine yerleşiyor ve muazzam bir uygarlıkla karşılaşıp kendi inançlarını Sümer inançlarıyla harmanlıyor. Akadların, hem Batı hem de Doğu’ya doğru genişlemesiyle Sümer inançları denizci bir toplum olan Fenikeliler’e ve Filistin’e ulaşıyor. Fenikeliler vasıtasıyla da Antik Yunan ve Roma’ya…

Sümerlerin İnanna’sı; Semitik toplumların İştar’ı, Fenikeliler’in Astarte’si, Antik Yunan’ın Afrodit’i oluyor. Sümer’in Tammuz’u, Fenike’nin Adonis’i oluyor. Sümer’in Ninurta’sı, Yunan’ın Zeus’u oluyor. Kısaca, Sümer’de somutlaştırılan ne kadar Tanrı ve Tanrıça varsa bahsi geçen coğrafyalarda da versiyonları türetiliyor.

1. Nevruz: Kutsal Evlilik
“Nevruz bir Türk bayramı mıdır yoksa Kürt bayramı mıdır?” “Nevruz kimindir?”
Ülkemizde her yıl Nevruz yaklaşınca akla gelen ve bazılarının tatmin uğruna saçlamayarak cevapladığı bu sorunun cevabı: Nevruz bir Sümer ayinidir ve tüm toplumlara da Sümer’den yayılmıştır. Şöyle ki; Sümer’in en ünlü tanrısı Tammuz, bereket ve güneş tanrısıdır.

En ünlü tanrıçası ise, bereket, toprak ve ay tanrısı olan İnanna’dır.
Sümer’deki inanışa göre, soğuk ve zor geçen kışın ardından baharın gelişiyle her yıl 21 Mart tarihinde Tammuz ve İnanna evlenir.
Bu evlilik kışın bitişini, topraktaki bereketlenmeyi simgeler ve her yıl bu tarihte kutlanır.
21  Mart aynı zamanda gündüz ve gecenin birbirine eşit olduğu tarihtir.

Güneş tanrısı Tammuz, gündüzü; ay tanrısı İnanna geceyi simgeler ve bu geceyle gündüzün kavuşmasıdır.

Tammuz ve İnanna’nın birleşmeleriyle dünyaya bolluk, bereket ve yeşillik gelirdi, hayvanlar yavrulardı. Evlilik, güneşle alakalı olduğundan ayinde ateşin üstünden atlamakta vardır. (Ateş, güneşi simgeler.)

İlk defa M.Ö. 4000 yılında kutlanan bu evlilik, Mezopotamya ve Orta Asya’da Nevruz halini alıp zenginleştirilmiştir.
Hristiyanların Paskalyası ve Hıdrellez’in kaynağı da bu kutsal evliliktir.
Semitik toplumlardaki ‘cemre’ inancı da bu evlilikten gelir.


2. Gelin odasının süslenmesi
İnanışa göre, kutsal evlilik öncesinde Tanrıça İnanna yıkanır, annesi ile konuşarak ondan tavsiyeler alır, kapı arasından hediyelerin gelişini gözler. Daha sonra gelin odası hazırlanır ve çeyizler ziyaretçilere gösterilir. Ancak tüm bu hazırlıklar tamamsa Tammuz’un içeri girmesine izin verilir. 6000 yıldır bu evlilik töreni, o bölgede, bölge çevresinde ve Anadolu’da bu şekilde devam etmektedir.

3. Selvi ağacı, mezarlıklar ve Tammuz
Tammuz için metinlerde şöyle denir: “Bir yığın Haşur Ormanlarının arasında sen pırıl pırıl parlayan bir selvi ağacıydın ve senin bulunduğun yere sadece güneş gelebilirdi”.

Sümer tapınaklarında Tammuz’un sembolü olarak selvi ağacı dikilirdi. Tammuz, sular tanrısı Enki’nin oğlu olduğu için, tapınaklarda aynı zamanda havuz, su kuyusu veya çeşme de olurdu. Bugün mezarlıklarda selvi ağaçlarının olmasının nedeni, selvi ağacının “ebedi hayat”ı simgeleyen ‘hayat ağacı’ olmasıdır. Tammuz gerçek anlamda hiçbir zaman ölmez; ebediyete sahiptir.

4. Noel ağacı
Bir önceki maddede Tammuz hiçbir zaman tam olarak ölmez demiştim. Evet ölmez sadece derin bir uykuya dalar. Bu uyku, gecenin gündüze galip gelmeye başladığı tarihe denk gelir. Bu tarih gece ile gündüzün yıl içerisinde son kez birbirlerine eşit oldukları ekinoks tarihidir. Bu tarihten sonra gecelerin süresi, gündüzü geçer ta ki 21 Aralık’a kadar.
21 Aralık yıl içerisinde en uzun geceyi içerir. 21 Aralık’ta Güneş tanrısı Tammuz ‘ölür.’ 3 gün sonra ise gecenin kısalmaya gündüzün uzamaya başlamasıyla dirilir.
Bu diriliş 25 Aralık’ta kutlanır ve bu kutlamalarda Sümerler, bugün noel dedikleri ağaçları kullanır. Ağaçtaki süsler, her türden meyveyi ve bereketi simgeler; ağacın kendisi ise Tammuz’dur.

5. Tıbbın Sembolü
Yukarıdaki örneklerde hayat ağacının kendisinin Tammuz olduğunu görmüştük. Hayat ağacına sarılı iki yılan Tammuz’un iyileştirici özelliğini tasvir eder. Günümüz tıp çevrelerinde yaygın olarak kullanılan yılan sembolünün kaynağı da yine Sümer’dir.

6. Domuzun Haram Olması
Tammuz’un diğer adı -daha doğrusu bir başka söylenişi- Domuzi’dir. İnanca göre Tammuz ve onun bir sonraki versiyonu olan Adonis, vahşi bir domuz tarafından katledilir.

Domuzu mitolojide günahkar,dinlerde haram yapan bilinçaltında yatan ‘Tanrı katili’ sıfatıdır.
Ayrıca ekonomik açıdan, domuzun küçükbaş hayvanlar gibi göç edememesi ve dönemin şartlarınca yaz aylarında etinin sıcağa dayanamayarak çabuk bozulması da nedenler arasındadır.

7. Yere Düşen Ekmeğin Öpülmesi
Ekmeğin kutsallığı Sabiilerden gelir. Tammuz’un bir başka versiyonuna tapan Sabiilere göre ekmek çok kutsaldı. Öyle ki, buğdayın toplanması ve öğütülmesi zamanında Sabiiler ağlardı. Çünkü bu tarihler, Tammuz’un öldüğü -derin uykuya daldığı- günlere denk gelirdi.
Sabiilere göre, ekmek Tammuz’un etiydi. Tammuz, Sabiiler için ana geçim kaynağıydı.
Bu nedenledir ki, bugün Anadolu’da hala ekmek yere düştüğü zaman öpülür ve başa konur, ekmek ve buğday kırıntısına basmanın büyük günah olduğuna inanılır ve ekmek bıçakla kesilmez.

Çünkü, ekmek binlerce yıl önceki inanca göre bereket tanrısı Tammuz’un etiydi. Ekmeğe verilen önem bu coğrafyada hiç değişmedi. Elbette, Tammuz unutuldu, gitti.

(Ek olarak, Sabiiler’e göre ekmek Tammuz’un eti dedik. Şarap da barış ve şarap tanrısı Dionysus’un kanıydı. Her ikisi de dönemin insanları için ana geçim kaynağıydı. Hristiyanların Efkaristiya’sını açıklamak için yeterli bir kaynak.)

8. Kurban Ayini
Sümer’de tanrıları sevindirmek, istekte bulunmak, hastalıktan kurtulmak ve adakta bulunmak için, hasta veya sakat olmayan bir hayvan kurban edilirdi.
Kurbanları tapınak rahipleri keserlerdi. Kurbanın sağ kalçası ve iç organları Tanrılara takdim edilir, geri kalanı ise dağıtılırdı.

9. Mitolojideki İlk Tek Tanrı: Marduk
Marduk, Babil kentinin tanrısıydı ve Sümer’deki Tammuz’un Babil versiyonuydu. Babil şehrinin güçlenmesiyle birlikte o da güçlendi. (Mitolojide tanrılar, doğdukları şehre bağlıydı. Şehir güçlendikçe o şehrin -ya da devletin- kralı, kendi tanrısını da güçlendirmiş ve yaygınlaştırmış oluyordu.)

Marduk, M.Ö. 2000’de Kral Hamurabi tarafından Baş Tanrı olarak ilan edildi. M.Ö. 1600’lerde de Kral Buhtunnasr tarafından Tek Tanrı ilan edildi.
Marduk Tanrıların Tanrısı konumuna gelince diğer 50 tanrı, kendi güçlerini Marduk’a verir. Her bir gücün, özelliğin de ayrı ismi vardır. Böylelikle, Marduk’un 50 kadar ismi olur.
Marduk, kendisine güçlerini sunan tanrı ve tanrıçaları kendi hizmetine alır ve onlara sınırlı güç ve görevler atfeder. Böylelikle eski Sümer tanrıları, tek tanrının hizmetinde birer elçi, veli ve ilahi ögelere dönüşür.

Babil’in zayıflaması ve Asur’un güçlenmesiyle Marduk’un Asur versiyonu ortaya çıkar: Devlete de ismini veren Asur tanrısıdır. Ve zamanla Kabala öğretisinde kendine yer edinen bu tek tanrı inancı, modern yapısına Tevrat ile kavuşur.

10. Başörtüsü
Sümer’de, Babil’de (ve hatta erken Anadolu dönemlerinde bile) her genç kız evlenmeden önce tapınağa gider ve orada bir kere olmak üzere yabancı bir erkekle para karşılığı beraber olurdu. Bu parayı tapınağa bağışladıktan sonra tapınaktan ayrılabilir ve artık evlenebilirdi. Bu tür bir cinsel birleşme son derece kutsal sayılırdı (tıpkı Tammuz İnanna veya Kral-Baş Rahibe birleşmesinde olduğu gibi)
Bunu yapmadan genç kız evlenemezdi. Asilzadeler bile kızlarını kendi elleriyle bu tapınaklara getirmişlerdir. Çirkin kızların kötü bir kaderi vardı; bazen kendileriyle beraber olacak bir erkek çıkması için yıllarca tapınaklarda beklerlerdi.

Bunun dışında tapınak rahibeleri, bu kutsal fahişeliği sürekli olarak yaparlar ve tapınağa gelir sağlarlardı (ancak belirttiğim gibi, bu utanç verici bir iş değil son derece kutsal bir görevdi, onlara sokak fahişesi muamelesi yapılmazdı)
Bu kadınların diğer kadınlardan ayrılması için, başlarının bir şalla örtülmesi zorunluydu. Bu örtü, artık o kadının evlenebileceği anlamına geliyordu. Bunların haricinde kızların, cariyelerin ve fahişelerin örtünmesi yasaktı.

M.Ö. 1500 yıllarında Asur kralı, sadece evlenilebilir kadınların değil; evlenen ve dul kalan kadınlarında örtünmesini zorunlu kılmıştır. Böylelikle, üç büyük kutsal kitapta da geçen baş örtüsü adetinin kaynağının Sümer olduğu öğreniyoruz.

11. Kartal Figürü
Sümer’de güneşin farklı farklı şekilleri vardır. Sabah, öğle, akşam güneşinin; yaz, bahar, kış güneşinin farklı farklı isimleri, simgeleri ve tanrıları vardır.

Sümer’deki sabah güneşini de kartal simgeler. Sabah güneşiyle kartal; doğuşu ve yükselişi ifade eder. Kartal aynı zamanda batmayan güneşin temsilidir.

Sümer’den günümüze kadar özellikle devletler tarafından bu simge kullanılmıştır. Kartal, pek çok devlet için gücün sembolü olmuştur. (Roma, Selçuklu, günümüzde ABD vs.)

12. Kutsal Sayılar
Sümerliler, gökteki 12 burcu ilk kez keşfeden uygarlıktır. Sümerlilerin bir gün 12 saatten oluşuyordu ama 1 saatleri bizim 2 saatimize eşitti; yani toplamda yine 24 saatti. İsa’nın 12 havarisi, bu burçları temsil eder. Sümer inancına göre, burçlarda birer tanrı otururdu ve güneş tanrısı bu burçları ziyaret ederdi (her 2150 yılda bir güneş başka bir burca denk gelirdi ve Sümerliler bunu hesaplamışlardır)

Bugün Yahudilikteki ve Hıristiyanlıktaki 7 kollu şamdan, Sümer’in meşhur ağacını ve yedi seyyareyi temsil eder. Tek tanrılı dinlerdeki cehennemin 7 kapısı, Sümer’in yer altı dünyasının 7 kapısı olmasından gelir.

Sümerlerde sayı sistemi 10’luk değil; 60’lıktır. En büyük rakam 60, en büyük tanrının rakamı da 60’tır. Ay tanrısının rakamı ise, 30’dur.
(Ay Dünya etrafındaki dönüşünü yaklaşık 30 günde tamamlar.)

Her daim sevgi ve umutla kalın dostlar.

Kaynak:
Kur'an, İncil ve Tevrat'ın Sümer'deki Kökeni - Muazzez İlmiye Çığ (Sümerolog, Tarihçi ve Dil Bilimci)

Yazan: Gregoire de Fronsac

15 YIL TANRI VE ATEİZM | 4

Yazan: Zübeyde Savaş
15 yıl tanrı ve ateizm 4, din, Farklı tanrılar, Gerçek hayat hikayesi, Küçük çocuklara tanrı masalları, Tanrılar nasıl oluştu?, Zübeyde SAVAŞ,

15 YIL TANRI VE ATEİZM | 4

Muhtarın içinde pişmanlık oluşur devamlı, ben bunları hiç düşünmedim, benim müslümanlığım nerede kaldı tanrım beni affet ne olursun diye yalvarır, Barış’a dönerek:
- Sen hazırkıllara başla yayla için, hazır olduğunda gidersin, ben camiye geri dönüyorum.

Barış:
- Bir şeymi unuttun.

Muhtar üzgündür.
- Evet, tövbe etmeyi şimdi daha iyi anladım, boşuna geçirdiğim zamanı, nefsim ve arzularım dünyada hiç bitmiyecek sandım, sen haklısın, ben sadece kendim için yaşadım hiç ölmeyecekmiş gibi saltanat sürecem zannettim, şimdi baktığımda geçmişe elli sekiz yıl olmuş ömürde sana bu yılları anlatmam elli sekiz dakika bile sürmez, elli sekiz yıl daha kaldı mı ömürde, sen bana öğrettin tanrıyı teşşekkür ederim.
Muhtar, yayla döneminde gerekli olan çobanlık parasını verir.

Barış:
Tanrı bağışlayandır, affedicidir, bizi yaratan bizim için en iyisini bilir. Biz zor durumda olsak bizim için yardım etmez mi din kardeşlerimiz, müslüman müslümanın kardeşidir. Tanrı izin verirse yayla için hazırlığımı yaptım, yarın koyunları toplar yaylaya giderim, sen git camiye samimi ol tanrıya ben seni samimi buldum, bu sözlerin karşısında tanrı katında da şahitlik ederim.

Barış sevinir muhtarın tanrı inancı karşısında,  evine doğru giderken muhtar için dua eder, muhtar camiye girdiğinde göz yaşları yağmur gibi dökülür üzüntüsü ve sevinci karşısında, saatlerce af diler tanrıdan.

Barış sabah namazını ve ibadetlerini yaptıktan sonra eşyalarını toplar, köpeklerini de alarak sevgiyle köylünün ahırlarından koyunları toplar.

Barış köyden uzaklaşırken tanrının affetmesi için dua eder, yaylaya varmasına bir gün daha vardır, gece olurken su kenarında sürüyü toplar ve mola verir, koyunların yanına giderek tek tek sever, aralarında güçlü bir bağ oluşmuştur. Gece olduğunda Barış namazlarını kılar, ibadet ve dualarını yapar, yıldızları izlerken uyuya kalır; Rüyasında çölde su aradığını görür, korkar, hemen abdest alır tanrı için namaz kılar, dua eder, koyunlara bakar hiç bir sorun olmadığını görür, tanrı nasıl emrettiyse o olur, her şeyi bilen yüce tanrıdır der ve dua ederek yatar. Güneşin doğmasına az bir süre kala uyanır, sabah namazını kılar, diğer ibadetlerini ve duasını eder, sürüyü toplar yola koyulur,  koyunlara ilahiler söyler, koyunlar yayla özlemiyle yolda durmadan, otlamadan yürürler. Öğlen olurken on iki evden oluşan küçük bir yayla köyüne yaklaşır; Sürü evlere yaklaşırken yolun kenarında bir evden yalvarışlar ve bağırtı sesleri duyulur; Barış eve doğru baktığında evin yanında iki yaşlı kişi ve üç tane erkek görür, yaşlılar yalvarırken erkekler sert tavırlar sergiler, elli altmış metre ilerde insanlar o yaşlı insanları izlediğini görür, bir anlam veremez, sürünün sesleriyle karışır sesler, eve doğru yaklaştığında selam verir:

Barış:
- Dede ne oluyor, seslerinizi acı dolu.

Adamlar kaba tavırla:
- Sanane, çoban sen sürünü al git burdan.

Barış üzgündür, nineye dönerek:
- Nine ne oluyor, kim bu adamlar.

Nine göz yaşları içinde:
- Oğlum, benim oğlum bu adamlardan borç almış fakat şu anda veremiyoruz, oğlumun da durumu iyi değil biraz zaman istiyoruz, paramız yok, ekmek bile alamıyoruz, evde patatesten başka bir şey yok, aylardır yediğimiz o.

Adamlar ninenin lafını sertçe keserek:
- Boşuna konuşma nine paramızı ver, alana kadar gitmiyoruz bunları çok duyduk biz.

Barış üzgündür:
- Sizlerin tanrı inancı yok mu?

Adamlar:
- Önce para çoban! Bize ne açmış, tokmuş, biz paramızı biliriz, hem sen kim oluyorsun, sürünü al git bir daha demem haa !

Barış, ninenin ve dedenin ağlamalarına dayanamaz:
-Ben tanrı misafiriyim, bu yaşlı insanların borcu olabilir fakat isteme şekliniz ve tavırlarınız çok hatalı, tanrı bir gün bunun hesabını sorar bunu unutmayın.

Adamlardan biri Barış’ın yanına gelerek serçe eliyle iter:
- Çoban sen çok oldun, laftan da anlamıyorsun galiba.

Barış düşünür, etrafına bakar,  ilerde köylüler onları izler, burdan gitsem yaşlı insanlar nasıl olacak yüce tanrım der içinden, adamlara döner:
- Ne kadar bu yaşlı insanların borcu.

Adamlar gülerek:
- Sen verecen galiba, senin anlıyacağın dilde anlatayım on koyun parası olsa yeter.

Barış bir anda muhtarın verdiği para aklına gelir, arkasını göner adamlardan biraz uzaklaşarak parasını sayar, oldu bu iş der,  tanrıya dua ederek geri gelir:
- Tamam on koyun parası verecem size, dede'nin senet  gibi bir şeyi var mı sizde.

Adamlar şaşırır:
- Evet var, sen parayı ver yeter ki biz de senedi.

Dede ve nine ağlayarak sesli bir şekilde:
- Yüce tanrım senden razı olsun evladım, sana borcumuzu öderiz.

Nine ve dede göz yaşlarıyla dua ederler, sesli sesli ağlamaktan gözleri morlaşmış, yalvarmakdan dudakları kurumuştur. Barış parayı vererek adamlardan senedi alır yırtar atar, Barış adamlar giderken:
- Bir dakika bu yaşlı insanlardan helallik (5) alın, özür dileyin, yarın tanrı size neden bu kadar acımasız davrandınız bu yaşlı, çaresiz insanlara derse ne yaparsınız?

Adamlardan biri dönerek alaylı tavırlarla:
- Borcumuzu istedik deriz, çoban şunu unutma bu sözlerim de sana ders olsun, para yasadır kimde çoksa kontrol onda olur.

Adamlar gülerek  oradan uzaklaşırlar. Barış nine ve dedenin yanına oturur, nine ile dede Barış’ın elini öpmeye çalışırlar.
Barış:
- Aman ben öpim elinizi.

Dede:
- Olur mu oğul, tanrı razı olsun senden, sen bizi öyle bir dertten kurtardın ki bilemezsin. Yedi yıldır bunlara neyimiz var neyimiz yok sattık, elimizde olan bir ineğimiz vardı onu da geçen ay aldılar, en azından süt satar, yağ yapar satar bir miktar para alırdık.
Beş, on dakika  nine ve dede ağlamaktan konuşamaz.

Nine:
- Oğul, tanrı seni sevdiği kullar arasına alsın, bizi cehennemden aldın ey oğul ne acılar çektik ki bir bilsen.
Barış’ın bu sözler karşısında gözleri dolar.

Barış:
- Dede bu kadar acı çekiyorsunuz da, camiden, din kuruluşlarından neden yardım istemediniz?

Dede:
- İstemezmiyiz be oğul, çalmadığımız, gitmediğimiz kapı kalmadı en fazla bir çuval yiyecek verdiler, biz çilemizi borcumuzu anlatırken kapıdan kovuyorlar ahh oğul!
Barış yardım edilmemesine bir anlam veremez. Nine eliyle göstererek:
- Bak bizi izliyorlar komşular, yardım istediğimizde de sadece izlediler.

Barış, ayağa kalkar, onları izleyenlerin yanına gider:
- Tanrı bizlere müslümanlığı verdi, ey arkadaşlar sizler de müslüman mısınız?

Köylüler hep birlikte:
- Evet.

Barış göz yaşlarıyla:
- Müslüman müslümanın kardeşidir, dinimiz yardımlaşmayı emreder ilk önce akrabalarımıza sonra en yakın komşumuza yardım etmemizi emretmiştir.

Diğer sayfalar:
◄ [3] , [5] ►

UMAY ANA

Umay ana, mitoloji, Türk mitolojisi, Türk mitolojisinde koruyucu kadın, Lohusaların koruyucusu, Yakut Türkleri, Umay Ayısıt, Umay, BK, Tonyukuk yazıtı, Umay ana inanışları, Türk mitolojisinde tanrıça
Olağanüstü bir varlık, tanrıça, ruh, koruyucu, iye… Umay

Umay, kadim Türklerin millî ilâheleri, çocukların ve hayvan yavrularının koruyucusudur.

“(Buralara kadar) gelenler “(geliş) zor(du)” dediler, (ama pek de zorluk) hissetmediler. Galiba, Tanrı Umay, Kutsal Yer ve Su (ruhları bize) yardımcı oluverdiler. Niye kaçıyoruz?”

Tonyukuk yazıtının 38. satırında kazınmış olan bu bilgiler, Umay’ın varlığının en erken nerelere kadar götürülebileceğinin cevabını da bizlere sunmaktadır.

Çocukların ve yeni doğum yapmış kadınların koruyucusu olan Umay, doğum sırasında, doğumdan sonra ve koruyuculuğunu üstlendiği çocuğu ergenlik çağına ulaşıncaya kadar koruyan doğaüstü bir varlık, belki bir Tanrıça belki de yaratılış mitlerinde adı geçen Ak Ene… Ancak şu da bilinmelidir ki Umay, yalnızca insanların değil bütün canlıların yavrularını korumakla da yükümlüdür.

Çocukların ve lohusaların koruyucu iyesi olarak nitelendirdiğimiz Umay, bazı inanışlarda sadece nefes alan çocukların koruyucusu değil var olması istenen çocukları ailesine bahşeden, bir can bağışlayabilen olağanüstü güçtür. Bunun bir örneğini Yakut Türklerinin çocuk istemeye dair gerçekleştirdiği ritüellerde görebiliriz:

Yakut Türkleri Umay’ı Ayısıt diye çağırır. Çocuğu olmayan bir Yakut kadını, çocuğu olması için Ak Şaman’a başvurur. Tanrılara sunulan her istek ve her dua Ak Şamanlar aracılığıyla gerçekleştirilir. Ak Şaman da Ayısıt Hatun’a dua eder ve kimsenin binemeyeceği bir kurbanı ıduk olarak bağışlar. 

İlk derlemeci olarak bilinen Kaşgarlı Mahmud’un meşhur eseri Dîvânu Lugâti’t-Türk’ünde de Umay’a tapıldığı vakit erkek çocuğu olmayanların erkek çocuklarının olacağı yazmaktadır. Aynı zamanda Umay için bir de kadın doğurduktan sonra karnından çıkan ve hokkaya benzeyen, karında iken çocuğun yoldaşı oluğu söylenen şey, açıklaması da yer almaktadır. Görünen o ki doğumdan sonra çıkan sonda (plasenta)da Umay’ı bulabilmek mümkündür.  Bazı yörelerimizdeki inanışlarda bebeğin eşi yani sonu kimsenin ayağının basamayacağı ıssız ancak temiz yerlere gömülmek zorundadır. İşte buralarda inanılarak gerçekleştirilen bu uygulamalar Umay iyesinin kutsal kabul edilmiş olan varlığının devam etmesine ve ona duyulan saygının değişiklik göstermeden yaşadığına işarettir.


Az ya da çok herkesin karşılaştığı bir hikâye mevcuttur: Anne karnındaki bir bebeğin doğum zamanına kadar yanında bir melek vardır. Bebek o meleğe beni şimdi sen koruyorsun ama dünyaya gittikten sonra beni kim koruyacak diye sorar. Bunun üzerine de koruyucu melek bebeğe, adı Anne olan bir melek seni ölene dek koruyacak cevabını verir. Belki de anlatılan bu hikâyelerdeki bebeğe yoldaş olan varlık Umay’dı, Umay Ana’ydı ve halk farkında olmadan Umay’ı yaşatmaya devam ediyordu.

Yörelerden inanışlarla devam edelim.

Yeni doğum yapmış bir kadının bebeğinin sonunun (eşinin) üzerine kısır bir kadın sıcakken oturtulursa kısır kadının bebeği olacağına inanılmaktadır. Burada döl verme yeteneği olanların gücünü bu sonla birlikte kısır olana geçirme vardır. Yani, kısır kadın döl geçirme yeteneği olan sonun üzerine oturduğunda yeni doğum yapan kadının bu özelliğinin ona geçeceğine inanılır. Bu yüzden kadınlar sıcakken bu sonun üzerine oturtulur.  Daha önce sonda olduğuna inanılan Umay tanrıçasının gücü burada kısır kadına bir bebek vermektedir.

Kadim Türklerden beri süregelen Umay Ana’ya dair inanışlar ve uygulamalar oldukça çoktur. Bu uygulamaları merak edenler varsa Halk İnanışları ve Folklor başlıklı çalışmalar, Mitoloji kitaplarının Umay kısımlarında verilen değerli bilgiler merakları gidermeye yetecektir.

Koruyucu ruh, iye, olağanüstü varlık ve yeri geldiğinde de bir tanrıça olarak kabul edilmiş olan Umay Ana’nın fonksiyonu zamanla değişmiş ve o artık çocukları korkutmak için Umacı olarak adlandırılan olumsuz bir varlığa, Albastı gibi kötü bir ruha ya da Fatma Ana’nın eline dönüştürülmüştür. Kadim Türk devirlerinde Umay Ana’nın varlığı ve olağanüstü fonksiyonu belirginken çocuklara zarar veren, onların ölümüne sebep olan olumsuz, kötü ruhların varlığı da mevcuttu. Somutlaştırmak ve olumsuz bir varlığı oluşturmak için kötü ruhların değiştirilerek Albastıya dönüştürülmüş olması varken kutsal bir varlık olan Umay’ın dönüştürülmesini anlamak şu an için olanaksız gibi görünüyor. Bu olanaksızlığı kaldırmak ve düşüncemizi ortaya atmak için çalışmalara devam ediyoruz, çalışmaya ve bol okumaya devam...

Yazan: Büşra K.