HABERLER
Dini Haber

AGNOSTİK TUTUM

A, Agnostik kime denir?, Agnostik tutum, Agnostiklerin Tanrı inancı, agnostisizm, agnostisizm nedir, Ateist Agnostik, Bertrand Russell, din, Tanrı vardır yada yoktur,
Agnostisizm, tanrının varlığının ya da yokluğunun ispat edilemeyeceği inancıdır. Pek çok Agnostik, şu anda bir tanrı hakkında hiçbir şey bildiğimize inanmıyor ancak bazıları için bunun gelecekte değişebilme ihtimali vardır. (Bkz: Agnostisizm Nedir?)

  • Belirli bir Tanrı'ya, Tanrıçaya ya da tanrıların birleşmesine inanan bir kişi bir "Teist"dir.
  • Herhangi bir ilahın varlığını aktif olarak reddeden bir kişi Ateisttir.
  • Bir tanrının var olup olmadığı konusunda bir metodumuz olmadığını hisseden bir kişi, bir Agnostiktir.

Agnostisizm, Tanrının varlığına ya da var olmamasına ilişkin bir inançtır. Bir Agnostik, Tanrının varlığının, kanıtlanıp kanıtlanamayacağı hakkında düşünen bir kişidir. Onlar, ilahiyatçıların ve filozofların, Tanrının var olup olmadığını binlerce yıl boyunca kanıtlamaya çalıştıklarını ancak tanrının varlığının yada yokluğunun bilinemeyeceğini belirtirler.

Peki onlar teist'ler midir? Hayır, çünkü Agnostikler kesin olarak bir Tanrıya inanmıyorlar. Ancak kendini aynı zamanda Ateist olarak gören Agnostikler'de vardır. Çünkü "Ateist" teriminin iki anlamı vardır:

1) Hiçbir Tanrının olmadığına inanan bir kişi. Tanrıya inanmayan bir kişi. Yeni doğmuş bir bebeğin bir tanrı kavramının olmadığı gibi, bazı yetişkinlerin de böyle bir inancı yoktur. Ateizm terimi "Hayır, yok" anlamındaki A- ve Teizm (Tanrı) birleşimi ile basitçe "Tanrı yok" anlamına gelir.
2) Bir kişi, Tanrının varoluşunu aktif olarak inkar etmeden Tanrı'ya olan inancından yoksun olarak bir gayri-Müslüman olabilir.


Bazı Agnostikler, inançlarının ikinci tanımla eşleştiğini hisseder ve böylece hem Ateist hem de Agnostik olarak düşünür ve zaman zaman arasında kalabilirler.

Bir Agnostik genellikle, daha fazla kanıtın varlığını beklerken, Tanrının olup olmadığı sorusunu da aklında tutar. Gelecekte sağlam bir delil veya mantıksal bir kanıt bulunması halinde inançlarını değiştirmeye isteklidirler. Bununla birlikte, bazıları, bir ilahın varlığının ya da yokluğunun kanıtlanamadığı mantıksal bir yolun bulunmadığı tutumunu almıştır. Aslında bu tutuma sahip olan Agnostikler için Nihilizm daha uygun bir felsefi yol olabilir çünkü Nihilistler Tanrının varlığının yada yokluğunun insan duyu organları ile anlaşılamayacağına inanırlar. (Detaylı olarak okumak için : Nihilizm nedir?)

Bertrand Russell, 20. yüzyılın tanınmış bir İngiliz filozofuydu. Savaş karşıtı eylemlerinden dolayı Birinci Dünya Savaşı sırasında tutuklandı ve hapishanede bir form doldurdu. Subay, Russell'ın dinsel ilişkisini "Agnostik" olarak tanımladığını ve ona "Ah evet; hepimiz O'na kendi yolumuzla ibadet ediyoruz, değil mi?" dediğini iletiyor. İddiaya göre Russell'ın bu yorumu onu ilk birkaç gün hapis cezasına çarptırılmasına sebep olmuştu.

Yazan: Anu

ANUNNAKİ'NİN ATASI "ANU"

A, Anu, Anunnaki, Anunnaki'nin atası Anu, Anunnakiler, Anunnakilerin babası, Cennetten gelenler, mitoloji, sümer mitolojisi, Sümer panteonu, Sümer tanrıları Anunnakiler, Tanrıların babası,
ANU, TÜM OTORİTENİN YÜCE KAYNAĞI VE ANUNNAKİ'NİN ATASI

Sümer panteonun en eski tanrılarından olan Anu, tanrıların babası ve ilk kralı olarak kabul edilir ve antik Anunnaki'nin atası olarak anılır. Sümerliler için kutsal olan 60 rakamı ile ilişkilendirilmiştir.

Sümer mitolojisinde An yada Akadca adıyla Anu "gök" demektir. O gökyüzünün tanrısı, takımyıldızlarının efendisi, tanrıların kralı olarak tanınırdı ve gökyüzünün en yüksek yerinde karısı Ki (Sümer'de "Dünya" veya Akadca'da Antu) ile birlikte yaşardı.

Suç işleyenleri yargılama yetkisine sahip olduğuna ve yıldızları kötülüğü yok etmek için asker olarak yarattığına inanılıyordu. (Bkz: Kur'an'da Allah'ın yıldızlarla şeytan taşlaması)

Onun niteliği kraliyet tacı idi. Hizmetkarı ve bakanı, tanrı Ilabrat'dı.
Daha da önemlisi o, eski Mezopotamya'daki rüzgar, hava, toprak ve fırtına tanrısı Enlil'in babası ve tüm otoritenin en yüce kaynağı olan Anunnaki'nin atasıydı.

Peki, eski Anunnaki kimdir?
ANUNNAKI terimi; ANU: “Cennet” -NNA: “İnmek” - KI: “Dünya”: “Cennetten dünyaya inenler…”

Bugün pek çok yazar onların bir tanrı yada melek olmadıklarına ikna olmuştur fakat  üstün fizik bilgisine ve ilkel insanın genleri, dnaları üzerinde oynayabilecek gelişmiş teknolojiye sahip olan dünya dışı varlıkların ilkel insanı geliştirerek köle olarak kullandığı görüşü vardır.

Anunnaki gibi bir teknolojik uygarlık ile daha önce hiç karşılaşmamış olan ilkel insanların onların önünde diz çöktüğü düşünülmektedir.

Başka bir deyişle bu "ziyaretçiler", ilkel insanın anlamadığı bir teknolojiye sahip oldukları için "yüce tanrılar" olarak yanlış yorumlanmıştır.

An, Sümer panteonunun en güçlü ve en önemli tanrılarından biriydi ve Anunnaki Tanrılarının, An ve onun eşi Ki'nin oğulları olduğuna inanılıyordu. Birçok araştırmacı Anunnakiler'in tam olarak "An'ın çocukları olduğunu söylemektedir.

Anunnaki'lerden “karar veren yedi tanrı” şöyle listelenebilir: Bir, Enlil, Enki, Ninhursag, Nanna, Utu ve İnanna.

Anunnaki'den bahsederken bilmek gerekir ki eski Sümer tabletleri bu Tanrılara yalnızca eterik yaratıklar olarak gönderme yapmazlar, onları insan gibi vücudu ve kanı olan biyolojik varlıkları olarak tanımlarlar.

Tanrılar hakkında konuştuğumuzda, gerçekliğin belirsiz bir düzleminin sınırlarından çıkan bulutsu, göksel varlıkları, ruh hallerini hayal ediyoruz ancak, Sümerlerin Anunnaki'ye verdiği tanım bu değildir.

Antik Sümerler’e göre bu tanrılar her yönden gerçekti. Tanrılar insanla bir arada yaşarlardı (Bkz Mormon inancı). Bu göksel varlıklar yaşamlarını paylaşmış ve yeryüzündeki antik şehirlerde insanla bir arada yaşamışlardı. Fiziksel ve elle tutulabilir varlıklardı, kimi zaman yemek yediler, kimi zaman uyudular ve hatta öldüler.

Bu tanrılar herkesin gözüyle görülebilirdi; Onlar, gök gürültüsüne benzer sesler çıkaran, alev çıkaran ve dağları titreten araçlarla göklere doğru hareket ediyorlardı.

Anu, Babil'in güneyindeki Uruk (İncil'deki Erech) şehrinin E-anna tapınağı ile ilişkilidir ve buranın, Anu'nun ibadetinin özgün yeri olduğunu işaret eden iyi bir neden vardır.

Uruk'taki Anu'nun tapınağına E-an-na (cennetin evi) denir. Cennetteki tahtında oturan Anu egemen olduğu tüm nitelikleriyle betimlenir: asa, taç, baş örtüsü ve personelleri gibi…

Onun ordusunu yıldızlar oluşturuyordu. Sembolik olarak krallar güçlerini doğrudan Anu'dan alıyorlardı. Bu yüzden faniler değil, egemenler, hükümdarlar olarak adlandırıldılar.

Anu'ya aşağıdaki 3 şey olarak tapılmıştır:
"Tanrıların babası" (abû ilâni),
"Cennetin babası" (ab shamê),
"Cennetin kralı" (il shamê).

Anu'nun batı sami dilindeki eşdeğeri tanrı El olurdu. Aynı zamanda Filistinler ve Fenikeliler'in Dagon Tanrısı ile eşdeğer gibi görünmektedir.

Astronomik açıdan Anu, gökyüzünün ekvator ile çakışan bir bölgesi olan An yolu ile (ya da An'ın yolu) ile ilişkilendirilmiştir.

Kaynaklar:
Beaulieu 2003, The pantheon of Uruk.
Ebeling 1932, "An-Anum".
Foster 2005, Before the Muses.
Frayne 2008, Presargonic Period.
George 1993, House Most High.
Grayson 1987, Assyrian Rulers ... (to 1115 BC)
Horowitz 2001, Mesopotamian Cosmic Geography.

Yazan & Çeviren: A.Kara

TEK DİN İSLAM AMA ÜÇ FARKLI İSLAM

din, DP, islamiyet, İslamiyetin çelişkileri,Hangisi gerçek İslam, Gerçek İslam, 3 farklı İslam,Vehhabilik,Mehmet Şevket Eygi,Gazali,İbn Rüşd,İslam ve Kur'an apaçık değildir
Kimileri bizleri dinlere hakaret etmekle suçluyor. Ne hakareti? Sure, ayet, hadis paylaşmak ne zamandır hakaret oldu? Kur'an veya İslami kaynaklardan örnekler veriyorum hepsi bu. Sen bu paylaşımları hakaret olarak algılıyorsan bu senin sorunun. Mesela Zeyd'in eşi Zeynep’in bir ayet ile Hz. Muhammed'e eş yapılması konusunda hakaret ediyormuşum. Çarpıtma yapıyormuşum. Kuran veya sünnette yer almayan hangi hususu İslamiyette varmış gibi gösterdim? Hiç yüce Allah, peygamberine "kadınlar kendisini hibe etsin" der miymiş? "O’na teyzelerinin, halalarının, amcalarının kızlarını helal ettik" der miymiş? Yahu Kuran’da var. Ben demedim ki? Aç tefsirleri, mealleri oku be kardeşim! Hiç Kur'an'da kadın ve erkeği eşit yaratan ve eşit haklarla donatan yüce Allah kadınları Cariye yapar mıymış? Savaş ganimeti der miymiş? Açın ayetleri okuyun.

Hiç ravilerin sahih nitelendirmesinde bulunduğu hadislerde Hz. Muhammed’in yok 40 erkek gücünde olduğu, yok gecede kaç hanımıyla beraber olduğu ile ilgili hadis olur muymuş? Var be kardeşim, aç oku.

Tek bir yazımda Kuran veya Kütüb-i Sitte'de yer almayan, kaynağı olmayan/tamamen uydurma tek bir veri bulun, bu sitede yazı yazmayı bırakacağım.

Bu noktada Yalova Üniversitesi’nden İlahiyat Fakültesi öğretim üyesi Ebubekir SİFİL hocayı takdir edeceğim hiç aklıma gelmezdi. Adam İslamiyet’i olduğu gibi kabul ediyor. Ehl-i Sünnet Vel Cemaat doğrultusunda Sünni Hanefi İslam inancı neyi gerektiriyorsa aynen bunu söylüyor. Dışına çıkmıyor. Caner TASLAMAN ile tartıştıkları bir TV programında:  “Ayette kadını dövün diyorsa anlamı dövün ’dür. Ayeti eğip bükmeye gerek yok! Eğer hadiste sineğin bir kanadında zehir ötekinde panzehir var diyorsa bunu kabul edeceksin! ” diyor bu hoca. Var mı yanlışlık? Hele ki Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR ile tartışmaları var ki evlere şenlik. Onun sorduğu soruyu dinden sıyrılmış bir kişiden dahi duymadım. Hem İlahiyat fakültesinde doçent olacaksın hem de böyle bir soru soracaksın. Abdülaziz BAYINDIR Hoca’ya şöyle sordu: “Kuran-ı Kerim’in Kuran-ı Kerim olduğuna Kuran dışından bir delil getirin!”. Abdülaziz hoca kalakaldı. Bu bahsettiğim hususlarda Ebubekir SİFİL’in kendi videoları internet ortamında mevcuttur. Arama motorlarında araştırarak veya Youtube üzerinde arayarak rahatlıkla bulabilirsiniz.

Bu hususta bana kızabilirsiniz ancak eğer birisi İslamiyet’i yaşıyorum diyorsa eğip bükmeyecek. İslamiyet ne ise onu yaşayacak ve onu söyleyecek. Ağzı bir olacak. Tatlı su Müslümanlığı yapmayacak. “Aslında orada o denmek istenmemiş, Aslında orada anlatılmak istenen şöyle…” gibi cümleler kurmayacak. İşte bu nedenle Ebubekir SİFİL hocayı takdir ediyorum. Bizim bahsettiğimiz çelişkilerden (çelişki olarak adlandırmasa da) o da bahsediyor. Ancak o iman etme yolunu seçiyor. Yani “Allah böyle demiştir o halde böyle olmalı ve böyle yapmalıyız.” diyor. Kısacası Tatlısu Müslümanlığı yapmıyor.

Yani bizim bahsettiğimiz çelişkileri yaşayan ya da ortaya koyan sadece biz değiliz. Hakaret etmeden önce oku, araştır sonra eleştir.

Bu çelişkiler üzerinde o kadar çok yazı ve kaynak var ki. Yazıya girişten anlayacağınız üzere yine bu çelişkilerden devam edeceğim.

İhtiyarlık işte. İnsan yazı hazırlarken bazen konuları karıştırıyor bazen de aynı konuyu temcit pilavı gibi tekrar tekrar kaynatıp duruyor. Yazılarım arasında paralellik ve benzerlik olması doğal olacaktır. İhtiyarlığıma verin. Ancak bir husus var ki üzerine fasikül fasikül ansiklopediler yazılsa da cevabı yok. Bize göre yok. Dindarlara göre cevap var.

Dinden sıyrılanların çoğunluğunu aslında yaşadığı dini okuyup araştıranlardan çıkıyor. Tabi küçüklüğünden bu yana dinsel ögeleri reddederek ateist olanlar gibi istisnalar mevcut.

Dinden sıyrılma dönemine girenlerin yaşadıkları süreci bir cetvel haline getirsek, ilk bölümleri sorgulama aşaması kapsar.

Peki, insanlar sorgulama aşamasında kimi, neyi ya da kimleri ve neleri sorgular? Bu noktada birçok parametre var. Bu parametrelerden bir tanesi de din içi pratik çelişkiler.

Aslında bu çelişkiler bile kendi içerisinde dallanıp budaklanıyor. Ancak ben sadece biri üzerinde kafa yoracağım. Daha önceki bir yazımda “Mezhepler” hakkında yazmıştım. Mezhepleri açığa çıkaran hususlar ile ilgili bazı varsayımlarda bulunmuştum. Nasıl ve neden ortaya çıktılar vs.

Kendini “Elhamdülillah Müslüman” olarak nitelendiren her birey dinini en doğru ve en mükemmel haliyle yaşayarak gerçek bir “Mümin” olma peşindedir. Peki, en doğru ve en mükemmel dini nasıl öğreneceğiz? Elbette hocalar yardımıyla.

Hocaların hemen her hususa bir cevabı vardır. Bazen bu cevaplarına kaynak dahi getirirler. Kaynak olarak kimi hocaların veya İslam alimlerinin yüzyıllar evvel yazdıkları bilgiler ile bizi aydınlatırlar.

İçimiz sonsuz bir huzur kaplar. Hocalarımızdan öğrendiklerimizi hayatımıza uygular, bu doğrultuda sonsuz mutluluğu, cenneti, yani ahireti en güzel şekilde hak ederiz. Sanırım buraya kadar sorun yok. İbadetlerini yap, öğrendiğin bilgileri uygula, kendini Cenabı Hakka teslim et. Zaten cennetliksin. Mükafatların en güzeli seni bekliyor.

Şimdi Allah'ın dini ve emri tek olmalıdır. Bu konuda inançlı okurlarımız ile hem fikiriz. İbadetler olsun, pratikler olsun, sünnetler, yorumlar… Hepsi ortak olmalıdır. Sonsuz kudrete sahip yüce yaradan hiç bunlardan yoksun olur mu? Hiç yoruma açık olur mu? Her şey Hz. Muhammed vasıtası ile Kuran-ı Kerim’de şüphesiz ve apaçık bildirildiğinden dolayı ortada farklılık olamaz. Anca usul de belki farklılıklar olabilir ki bunlar da zaten işin tuzu biberi.

İşte tamda bu noktada sorun başlıyor. Küçükken İslamiyet tekti benim için. Yani Tüm Müslüman ülkeler aynı şekilde ibadet ediyor, aynı şekilde yaşıyor, aynı şekilde inanıyordu. İslamiyet’in mucizelerinden bir tanesi de buydu bana göre.

Ancak baktım ki tamda böyle değil. Hemen her İslam ülkesinin ayinleri ve inanç şekli ayrı. Mesela İran şii. Onlar farklı. Tesettür, Allah inancı ve Kuran aynı olmasına rağmen pratikler inanılmaz farklı. Resmen Siyah ve Beyaz gibi. Siyah ve Beyaz’ın ortak yanı bir renk çeşidi olmaları. Onun dışında ortak yanları yok. Yani, İran ‘da Müslüman, Türkiye’de Müslüman, Arabistan’da Müslüman. Ancak hepsi birbirinden farklı. Hangisine sorsanız diğerleri sapkın ve cehennemlik. Kendisinin ki cennete giden yegane yol.

Şimdi inançlı okurlarımız da cennet ile müjdelenene müminlerden olmak istiyorken şu soru akıllarına takılmıyor mu? : "İyi de doğrusu hangisi?"

Sünnilik, Şiilik, Vehhabilik… Hangisi doğru? Size göre Sünnilik ile cennete gideceğiz. Ya onlara göre? Onlara göre de onların mezhebi sadece Cennet'e gidecek. Şimdi Cennet'e giriş hakkını kim kazanacak? Hepsi kazanabiliyor mu? Mantıken hayır. Mantığı geçin, istediğiniz hocaya ve alime sorun, onlar sapkın.

Kısacası, birisi hak ise öbürlerinin cehennemlik olması lazım. Peki, HAK olan mezhep hangisi? Hak Din İslam ise Hak Mezhep hangisi? Allah’ın dini farklı farklı olur mu?
Resmen “Meksika Açmazı” var karşımızda.

Ülkemizde hâkim olan Sünni Hanefi İslamiyet ile Suudi Arabistan’da hâkim olan Vehhabi İslamiyet' i irdeleyelim:
Vazgeçtim. Şimdi irdeleyen ben olursam cahillik ile suçlanacağım.

İyisi mi İslami camiada saygı duyulan bir isimden, Mehmet Şevket EYGİ'nin bu konuda ki fikirlerine bakalım. Kendisinin 06.11.2008 tarihli Milli Gazete ’de yayımlanan makalesine bir göz atalım:

Türkiye de siyasi iktidar İbn Teymiyyeci, İbn Abdülvehhabçı Vehhabîlerin eline geçse ve aşağıda anlattığım işleri yapacak güçleri olsa mutlaka yaparlar:
(1) Başta İstanbul da Eyyub Sultan semtine şeref veren Ashab-ı Kiram ın büyüklerinden, mihmandar-ı Resûl-i Kibriya (Sallallahu Aleyhi ve sellem), gerçekten büyük mücahid Ebu Eyyub el-Ensarî radiyallahu anh efendimizin türbe-i şerifini yıkarlar. Mezarını düzleyip yerini bilinmez hale getirirler. Ülkede bir tek evliya türbesi bırakmazlar, dümdüz ederler.
(2) Sadece bununla yetinmezler, ne kadar eski yeni Müslüman kabri varsa kırarlar, düzlerler.
(3) Tarikatlar bizde zaten yasak, açıkça zikrullah yapılamıyor; onlar büsbütün yasaklar.
(4) Mevlid-i şerif okunmasını yasak kılarlar.
(5) En makbul ve muteber salavat kitabı olan Delail-i Hayrat ı yasak ederler, mevcut nüshalarını toplayıp imha ederler.
Gerçek mi söylüyorum .. Suudî Arabistan da bu dediklerim yapılmamış mıdır? Sadece Efendinizin (sallallahu aleyhi ve sellem) türbe-i şerifini yıkmadılar, daha doğrusu yıkamadılar.
Şimdi bazı kimseler itiraz edecekler ve "Onlar namazın ikamesi, cemaate devam, kadınların tesettürü, şer î hadlerin muhafazası gibi çok faydalı işler de yapıyorlar..." diyecekler. Elbette yapıyorlar, bunları inkâr eden yok. Namaza ve cemaate, tesettüre önem veriyor diye yanlış taraflarına, bilhassa akaid sahasındaki bozukluklarına göz mü yumalım
Akaid sahasındaki bazı bozuklukları nelerdir?
Müslümanların büyük kısmını şirk ve küfür ile suçluyorlar. Onlara göre dünya üzerindeki Müslüman sayısı pek azdır.
Allah-u Teâlâ hazretlerine cisim, cihet, el, ayak, yüz isnad ederek mücessime fırkasıyla paralellikler arz ediyorlar.
İslâm ın bir boyutu olan tasavvufu inkâr ediyorlar, tasavvuf ve tarikat büyüklerine müşrik, "Şeytan evliyası" diyorlar.
Tevessülü ve istigaseyi sapıklık olarak kabul ediyorlar.
Vehhabî isyanları esnasında, kendileri gibi inanmayan Müslümanların kanlarını heder, mallarını ganimet olarak kabul etmişler, çok Müslüman kanı dökmüşler, çok yağma yapmışlardır. (Eyüp Sabri Paşa nın "Tarih-i Vehhâbiyan" kitabını okuyunuz. Bugünkü Türkçeyle yanında Osmanlıcası hem İslam harfleriyle, hem latin harfleriyle hepsi tek kitap halinde baskısı vardır.)
Ehl-i Sünnet büyüklerinden Ruhü l-Beyan tefsiri sahibi Bursalı İsmail Hakkı Hazretleri, Şeyh-i Ekber Muhyiddin İbn Arabî hazretleri için "O hâtemü l-Evliyadır" buyurmaktadır. Vehhabîler ise, pîrleri İbn Teymiyye gibi ona "Şeyh-i Ekfer" (En kâfir şeyh) derler. Vehhabîlerin ve zihniyetlerinin hakim olduğu yerlerde İbn Arabî yi yüceltmek, açıkça sevmek yasaktır.
Vehhabîlik tek boyutlu ve çok bozuklukları olan bir İslâm anlayışıdır.
Onlar kendilerine Vehhabî denilmesinden hoşlanmazlar, kendilerini Selefî olarak tanıtırlar. Bu selefîlik, İslâm ın başındaki Sâlih Seleflere mi dayanır Hayır, kurucusu İbn Teymiyye olan bir fırka veya mezheptir.
Tarih boyunca dünyanın çeşitli coğrafyalarında çeşitli İslâmî uygulamalar olmuştu. Birkaçını zikr edeyim: Emevî uygulaması, Abbasî uygulaması, Fatımî uygulaması, Hindistan da İslâm sultanlığı uygulaması, Endülüs uygulaması, Osmanlı uygulaması, Vehhabî uygulaması, İran uygulaması...
Bu uygulamada, Kur ân a ve Sünnet e en yakını Osmanlı uygulamasıdır. Nitekim 19 uncu asırda yaşamış büyük alimlerden Mekke Şafiî Reisü l-uleması Zeyni Dahlan hazretleri Fütuhat-i İslâmiye Tarihi adlı eserinin Osmanlılar bölümünde "Hulefa-i Râşidîn den sonra Kitap ve Sünnete en uygun İslâmî devlet Osmanlı devletidir" demektedir. (Bu zatı Vehhabîler hiç sevmezler. Çünkü "Ed-Dürretü l-seniyye fi r-Reddi ale l-Vehhabiyye" adında bir reddiye kitabı yazarak Vehhabîliği çürütmüştür.)
Vehhabîlik konusunda Ehl-i Sünnet alimleri şu ana kadar binlerce red kitabı ve risalesi telif etmişlerdir.
Günümüzde birtakım ilahiyatçılar Vehhabîliği gerçek İslammış gibi yorumluyorlar. Gerçek İslam Ehl-i Sünnet İslamlığıdır ve onunla Vehhabîlik arasında hayli derin uçurumlar, büyük uyuşmazlıklar bulunmaktadır.
Suudî Arabistan, petro dolarla dünyanın her yerinde Vehhabîlik propagandası yapmakta, ekipler çalıştırmakta, kitaplar yayınlamaktadır. Bir ara Almanya daki imamların maaşlarını Mekke deki Râbitatü l-İslâmiyye teşkilatı veriyordu.
Keşke bu paralarla Kitap ve Sünnete uygun gerçek İslâm ın propagandası, daveti yapılsaydı... Heyhat!
Vehhabîlik mezhebi diyorlar. Doğrusu Vehhabîlik fırkasıdır.
Vehhabîlerin son devirde yaşamış, kendilerince büyük alimlerinden biri Medine-i Münevvere deki İslam Üniversitesi rektörü Abdülaziz bin Baz dır. Bundan kırk sene önce bu zat ile bir görüşmem olmuştu. Kendisinin iki gözü ama idi, yani görmezdi. Bir derste Kur'ân'daki müteşâbihatın tevil edilmemesi gerektiğini, zahirî ve lügavî manalarına alınmasını söylemiş. Talebelerinin biri de itiraz etmiş (Ne cesaret), hoca diretmiş, talebe de onu "Bu dünyada kör olanlar, ahirette de kör olacaktır ayetini sizin zihniyetinizle yorumlarsak, siz ahirette de kör kalacaksınız..." diyerek çürütmüş. Öğrencinin akıbeti acaba ne olmuştur
Bu Bin Baz cenaplarının, yer küresinin yuvarlak olmadığına, güneşin etrafında dönmediğine dair bir de matbu (basılmış) kitabı vardır.
Medine de iken duymuştum. Bu Abdülaziz bin Baz bir gün o kutsal caminin bir köşesinde şöyle vaaz ediyormuş: "Tarikat velileri, mesela Gazalî, Abdülkadir Geylanî, Ahmed er-Rufaî ve diğerleri evliyaurrahman değil evliyauşşeytandır..." Bunu duyan yerli Sünnî Müslümanlar kısık sesle "Neuzübillah (Allah a sığınırız)" diyerek oradan uzaklaşmışlar.
Ülkemizde şu anda hayli Vehhabî yazar, hoca, ilahiyatçı, yayıncı bulunmaktadır. Bunlar bilhassa internet siteleriyle propaganda yapıyor. Yayınladıkları kitap ve risalelerin sayısı da az değildir.
Böyle giderse, petro dolarlarla beslenen bu akım Ehl-i Sünnet i ikinci plana itebilir.

Yazının tamamına yer vermemin sebebi, eğer aradan belirli cümleleri seçsem hemen suçlamalar gelecekti “Yazının tamamına bakmadan cımbızla ayıklamışsınız, Ya öyle denmiyorsa!...” neden yazının tamamını buraya koyduğumu şimdi anlamışsınızdır.

Bizi eleştirenler Kuran’da yer alan ayetleri eğip bükmek ile suçluyorlar.
Bakın bakalım ayetleri eğip büken biz miyiz? Yoksa ayetleri eğip bükerek, farklı anlamlar çıkartıp İslamiyet’i mezheplere ve fırkalara bölen hocalarınız ve alimleriniz mi?

Bu yazıda yer alan hususlar ile ilgili türlü reddiyeler geliştirerek türlü türlü cevaplar verebilirsiniz. Hatta bu reddiyeleri "Yüce Öngörü sahibi, yıllar önce yaşamış bilmem ne hoca efendi hazretleri" de risalelerinde yazmış olabilir. Zaten bu hususlar yüzyıllardır tartışılıyor.

Eğer ki beyin kıvrımlarınızda bu sorular ve çelişkiler dolanıyorsa sizi şeytan kandırmıyor ya da nefsiniz size ihanet etmiyor. Mantığınız ile baş başa kaldınız. İster kendi öz mantığınıza uyarsınız, isterseniz başkasının mantığına. Size kalmış.

Ortada tek ve son olan din İslam var. Ama bu İslam aynı zamanda 3 farklı model almış. Sünni, Şii, Vehhabi… Ben çıkamadım bu Meksika açmazından. İnançlı arkadaşlar çıkar umarım.

Bu noktadan sonra dinden sıyrılmış okurlar yazıya devam etmeyebilirler. Ancak, inançlı okurlarımıza yönelik olarak midenize son bir küçük sinek, aklınıza bir Hin’lik düşürerek yazıma son vereyim. Normal tabi. Benim gibi sapkın, cehennemlik, şüphesiz zalimlerden olan birinden ne beklenir ki? Neyse sadede geleyim.

Şu meşhur Gazali’yi hepiniz bilirsiniz. Hani ülkemizde ne kadar Tasavvuf ehli varsa onların Piri. Ehli Sünnet Vel Cemaat Hanefi Sünni mezhebinin neredeyse kutbu olan Gazali.

Ya İbn Rüşd’ü bilir misiniz? Biliyor iseniz ya İbn Rüşd’ün Gazali’ye yaptığı o muhteşem reddiyelerden haberiniz var mı? Eğer İslam alemi vakti zamanında Gazali değil de İbn Rüşd’ü tercih etseydi şu an nasıl bir İslam coğrafyasından yaşıyor olunurdu?
Hadi bir araştırın bakalım.
Sağlıcakla kalın.

Yazan: Demon Product