HABERLER
Dini Haber

ALEVİLİKTE VAHDET-İ VÜCUD VE VAHDET-İ MEVCUD

Alevilik, din, N.Kara, Alevilikte vahdet-i vücud, Vahdet-i vücud nedir?,vahdet-i mevcud,Alevilikte tanrı, Alevilikte tasavvuf, Aevi inancı, Vahdet-i vücut ve panteizm
Vahdet-i Vücud 'Varlığın Birliği” anlamına gelir bir başka haliyle alemde var olan her şey Allah'ın bir yansıması ve insan “varlığın” bir parçası demektir. Alevi inancına göre Tanrı çoklukta teklik arz eden Bir’in kendisidir ve bu inanış vahdeti vücut ve vahdeti mevcut inancına dayanır. İnanışa  göre Tanrı bütün var olanların tümüdür ve bütün var olanların dışına çıkıp dışarıdan bakabilseydik tek bir varlık görecektik ki, o da Tanrı’dır.

Bunu daha iyi açıklayacak bir örnek verilirse. Bildiğimiz meyve olan narı düşünün.Küçülüp narın içine girebilme imkanımız olsaydı ; içeride binlerce, milyonlarca hatta milyarlarca şey görecektik ama dıştan bakıldığında o tek bir cisimdir.

Başka bir örnekle;
Bir insanı ele alalım. İçine girebilsek milyarlarca şey görünür. Hatta organlarımızın iradeleri bile vardır. Mesela kalbimiz bizim irademizle değil kendi iradesiyle çalışır. Biz istemesekte o çalışır ve kan pompalar. ama bu milyarlarca şeyin dışından baktığımızda tek bir cisimdir.. Bu sebepledir ki Tanrı çoklukta teklik arz eden birin kendisidir. İnsan Tanrı’nın bir cüzzü yani parçasıdır.
İslamiyete göre bu inanış şu şekilde anlatılır. ‘Allah Adem'i yaratır ve ona kendinden üfler. Böylece Adem Tanrıdan bir parça olur ve ardından Allah'a halife olur. Bu sebeple melekler ona secde eder, meleklerin bilemediği isimleri bilir ve meleklerden üstün olur. O’na dağın taşın yüklenemediği emanet yüklenir. İçinde potansiyel Tanrı vardır çünkü. Bu sebepten dolayı Aleviler kabeye değil insana dönerler. Çünkü asıl beytullah (Allah'ın evi) insan bedenidir.

Alevilerin önemli deyişlerinden biri de bunu tasdikleyecek derecededir.
"Secde ettik yüzümüzü Allah'a çevirdik, ki nereye baksak gördüğümüz odur. Aynayı tuttum yüzüme Ali göründü gözüme."

Yaratanla yaratılanın tek kaynaktan geldiğini ve "bir" olduğunu savunan görüştür Vahdet-i Vücud. Tasavvuf inancına göre de açıklaması vardır.

Künt'ü Kenz inancına göre "Gizli bir Hazine idim bilinmeyi istedim" der. Künt-ü Kenzin anlamı: Tanrı'nın ilk durumu anlamında gizli hazinedir. Tanrı, küntü kenz durumundayken kendi güzelliğini görmek istedi ardından evreni ve insanı yarattı . Yol Kapısı inancında da evren, tanrısal sevgi ve aşk nedeniyle yaratıldı ve dünyadaki bütün varlıkların ve tüm evrenin Tanrı'nın yansımaları olduğu anlamını taşır.
Alevilikte bu düşünce insanların Allah'tan gelip yine Allah'a dönüşleridir. Nefsini terbiye eden insan oğlu Hukuk, Yol, Marifet ve Hakikat kapılarından geçer ve en sonunda Hak ile Hak olur. Bilindiği üzere Hallac-ı Mansur ve Seyyid Nesimi'nin kendilerini ölüme götüren "En-el Hak" sözü, bu inancın yansımasıdır. Bu inanışı benimseyen ve anlatmaya çalışan o dönemin Evliyaları dinden çıkmakla ,sapkınlıkla ve şirkle suçlanmıştır. Hallac-ı Mansur, ölüm anında şu sözleri söylemiş ve Allah'tan katillerini bağışlamasını dilemiştir: Ya Rabbi canımı alan bu kullarını bağışla; çünkü onlar senin bana gösterdiğin sırlarından haberdar değiller, senin bana gösterdiklerini onlar göremezler bilemezler.’ Bu inancın en büyük temsilcileri Hallac-ı Mansur ,Hacı Bektaş Veli, Yunus Emre, Bayazid Bestami, Niyâzî-i Mısrî gibi düşünürlerdir. Alevi toplumunca saygı ile anılan değerli önderler vardır. Bu düşüncenin Aleviliğin oluşmasında çok büyük etkisi olmuştur.


Ayrıca bir diğer tartışılan konu da şudur: Aralarında sufi ve selefilerin (dini hareket savunucuları) de bulunduğu bazı Müslümanlar vahdet-i vücud ve panteizm arasında karşılaştırmalar yaparak ikisi arasındaki benzerliklere dikkat çekmişlerdir. Diğer bazı Müslüman bilgin ve sufiler ise her iki kavramın birbirlerinden tümüyle ayrı anlamlar taşıdıklarını ileri sürmüşlerdir. Yunus Emre için de vahdet-i vücud konusu, İslam topraklarında tarafların kimi zaman birbirlerini mülhidlik ,cahillik, sapkınlık, zındıklık ve dinden çıkmakla suçladıkları çok tartışmalı konulardan biri olmuştur.
İsmail Fenni Ertuğrul Vahdet-i Vücud ile ilgili önemli bir eser sahibidir. Eserinde vahdet-i vücutta, panteizmin aksine, Tanrı'nın evrenin bütünü ve toplamı olmadığını ileri sürer. Evrenin Hak’kın vücuduyla ayakta durduğu (mevcudiyeti) ayrı bir varlığa sahip olmadığı ve evrenin varlık (vücud) itibariyle Hak'kın aynı ise de eşyanın hususiyet ve belirtileri itibariyle Hakkın eşyadan ayrı olduğunu söyler. Tanrı'nın dışındaki her şey yani eşya, varlığını Hak’kın varlığına borçludur ve bir an bile ona muhtaç olmaktan azade değildir. Yani evren panteizmde olduğu gibi kesin mutlaklık taşımamakta ve Hak'kın varlığı aleme ihtiyaç duymamaktadır.

Evren Haktan var olmuşların tümüdür. Bir ulu çınarda da O vardır, bir taş parçasında da O vardır. Her yerde olan bu Hak terimi İslamiyetin Allah kavramıyla bir değildir. Alevilikte Vahdet-i Vücud ve Vahdet-i Mevcud kavramında “Hak” (Tanrı) başlangıçtır. O her şeyin “başlangıcı, özü ve varoluş noktasıdır”. Yıldızlar, galaksiler,gezegenler, uzay, boşluk ve bu boşluktaki bütün canlılar bu nedenle Hakkın farklı görünüşlerinden başka bir şey değildir.

Aşağıda aktaracağım İbn-i Arabiye ait olan eserdeki Hak terimi ile İslamiyetteki Allah kavramı arasındaki farkların ve çelişkilerin ayrımını okuyucuya bırakıyorum.

Mansur; “Ben Hakkım, Hak bendedir”
Hasan Sabbah; “İnsan Hakkın bir parçasıdır”
Ünlü bir sufi olan Ferîdüddîn-i Attâr; “İnsan Hak ile özdeştir”
Hâcı Bektâş-ı Velî ise; “Ne ararsan kendinde ara” demiştir.

Bazı düşüncelere göre de bütün bu tanımlar salt bir tasavvufi görüş veya sufist bir duruş değil, günümüz biliminin öne sürdüğü tek gerçektir ve onlara göre kuantum fiziği “Vahdeti Vücudun” bilimsel olarak kanıtlanmış halidir. Binlerce yıllık “Vahdeti Vücud” gerçeği bir kaç yıllık “Kuantum fiziği” biliminin ta kendisidir.
CERN’de calışan profesör Gökhan Ünel evrenin kronolojik sıralamaya göre oluşumunu bu noktayı baz alarak şöyle anlatıyor;

  • 0 saniye: Büyük Patlama, enerji yoğunluğu sonsuz, çünkü evren nokta kadar.
  • 0, (25 tane sıfır) 1 saniye, yani saniyenin trilyonda birinin trilyonda biri: BHÇ’nin ulaşabileceği en yüksek yoğunluk, nokta halindeki evren yaklaşık 300 milyon km’ye genişlemiş.
  • 0,00001 saniye: Proton ve nötronlar oluşuyor.
  • 3 dakika = 180 saniye: Hidrojen ve helyum gibi hafif çekirdekler oluşuyor.
  • 380 000 yıl: Elektronlarla birleşen hafif çekirdekler hidrojen ve helyum atomlarını oluşturuyor.
  • 200 milyon yıl: Yıldızlar ve gökadalar oluşuyor.
  • 9.2 milyar yıl: Güneş sistemi oluşuyor.
  • 10 milyar yıl: Dünya’da hayat başlıyor.
  • 13.7 milyar yıl: Bugün…

Bugünün bilim dünyası bu konu hakkında her ne kadar hemfikir değilse de en azından evrenin sürekli genişlediği konusunda hemfikirler. Evren sürekli genişleyen bir yapıya sahip ise bu demek oluyor ki bir başlangıç noktası vardı. Bir başlangıç noktası olmasaydı sürekli genişlemesi de imkansız olurdu.
Bir Alevi deyişinde şöyle der:

'Lâ mekân elinden bir nişan iken
Meni zuhur etti ol kan içinde
Üç yüz altmış altı şehirden gelip
Özüm katre oldu umman içinde'


Evren sürekli büyüyen, genişleyen fakat hiçbir yere sığmayan bir yapıdadır. Bu yapıya Alevi literatüründe “lâ mekân” deniyor. Peki dünyanın varoluşunu düşünecek olursak nedir eni ve boyu olmayıp mekana sığmayan? Tabi ki evren ve uzay.
Deyiş şu dörtlük ile devam etmekte;

Bir zaman ummanda cansız yatırdı
Cana ceset verip vücut yetirdi
Gıda verip kalp içinde oturttu
Rızkımı yarattı ol kan içinde
Noksanî

Bütün evrenin bir noktadan oluştuğunu,
Evrendeki bütün varlıkların birbirleri ya da kendi eksenleri etrafında dönduklerini,
Dünyayı oluşturacak koşulları, yaşamın güneşten geldiğini,
İlk canlıların okyanustan çıktığını,
Evrenin en küçük zerresinde bütüne ait olan bilgilerin tümünün bulunduğunu,
Tüm canlıların evrimleştiklerini,
İnsan bedeninin dört elementten oluştuğunu,
Uzayın eni ve boyu (lamekân) olmadığını…
Alevî pirleri, ozanları bunca derin bilgileri günümüzden yüzlerce yıl evvel nereden oğrenmişlerdi?
Bunun cevabını da size bırakıyorum.

VAHDET-İ MEVCUD
Tanrı ile evrenin birliğini savunan maddeci düşüncedir. Vücudiye de denilen vahdet-i mevcud, Batı felsefesindeki materyalist panteizmin İslam dünyasındaki karşılığıdır. Görülen dünya lehine Allah'ın varlığını reddettiği için İslam bilginleri tarafından dinsizlerin, zındıkların yolu olarak tanımlanır. Zaman zaman vahdet-i vücud anlayışı ile karıştırıldığı da görülür.
Vahdet-i mevcud düşüncesine göre dışta bağımsız bir varlık ile var olan ruhlar ve cisimler evreni dışında bir Allah yoktur. Allah denilen varlık, evreni oluşturan varlıklar toplamından başka birşey değildir. Panteizme göre Tanrı evrendir. Var olan her şey, bu evrenden ibarettir.
Vahdet-i mevcud ile ilgili Panteizmle de ilişkili olan itirazlar arasında evrenin ezeliliği (mevcudiyeti) bahsi geçmektedir. Vahdet-i Vücudu savunanlar (hadis) yönünde bu konuya da savunma getirmişlerdir. Onlara göre ‘Alemin Allah'ın ezeli ilminde bulunması sebebiyle ezeli olduğu ancak harici varlığı itibariyle ezeli olmadığı ‘ düşüncesi vardır.

Vahdet-i mevcud düşüncesi, İslam tasavvufundaki vahdet-i vücud anlayışının tam karşısında yer alır. Birincisi, Allah'ı yok sayarak varlığı evrenle sınırlandırırken, ikincisi mutlak varlığın Allah olduğunu, evrenin ise kendi başına bir varlığı ve gerçekliği olmadığını savunur. Vahdet-i mevcuda göre evren sonsuz ve zorunludur . Vahdet-i vücuda göre ise evren, sonlu ve mümkün bir varlıktır.
Bu yazıdan sonra Alevilikte aslında sorgulayabilen,insana,yaratıcıya,vicdana yönelik ibadetlerinin kalben yapıldığının farkına varacaksınız. Alevilik eğer dinden gelen ibadetleri kapsamasa çok  daha güzel bir felsefeye sahip olacaktı.

Yazan: N.Kara

DRUİDLER (KELT RAHİPLERİ)

Druidler, Kelt ırkının ve geleneklerinin koruyucusu olan bir rahipler (ruhban) sınıfıydı. Kendi toplumları içinde bilgi ve bilgelikleriyle büyük saygı gören ve neredeyse her sözleri kanun kabul edilip yerine getirilen Druidler aynı zamanda çok güçlü birer büyücüydüler. Başta Julius Caesar olmak üzere pek çok Romalı yazarın anlattığı Druidler, kimilerine göre doğanın koruyucuları kimilerine göre de insan kurban eden gözünü kan bürümüş vahşilerdi. Hangi görüş doğru olursa olsun hem Galya’da hem de Britanya Adasında Kelt halkının istilacılara karşı durmasında en büyük rolü oynadıklarını ve yok edilmelerine kadar Kelt birliğinin en sağlam teminatı olarak kaldıklarını kabul etmemiz gerekmektedir.

Bir başka Romalı yazar Diodorus Siculus MÖ. 1 yy’da yazdığı “Bibliotheca Historia” isimli eserinde Druidler hakkında şöyle yazmaktaydı: "Bunlar geleceği kuşların uçuşuna bakıp ötüşlerini dinleyerek ve kutsal saydıkları hayvanları kurban edip iç organlarıyla kanlarının akışına bakarak tahmin ederlerdi. … çok önemli bazı meselelerde ise insan kurban ederlerdi. Önce kurbanın göğsünü ve karnını bir hançerle yararlar, iç organlarının dökülüşü ile kanının akma biçimine göre geleceği okurlardı."

Druid inancının en belirgin özelliklerinden biri de ruhun ölmezliği ve göçüne inanmalarıdır.  Caesar’dan öğrendiğimize göre Druidler bütün eğitimlerini ruhun yok edilemezliği ve bulunduğu beden öldükten sonra bir başka bedene geçtiği düşüncesi üzerine şekillendirmişlerdir. Bu inanca sahip olmak onlar için ölümün bütün korkunçluğunu yok etmiş ve insanı olabilecek en cesur hale getirmeyi mümkün kılmıştır.
Aynı konuda Yunan kökenli Romalı tarihçi Lucius Cornelius Aleksander Polyhistor MÖ. 1 yy’da şöyle yazmaktadır: "Galyalılar arasında insan ruhunun ölümsüz olduğuna ve bulunduğu bedenin ölümünden belirli bir süre sonra başka bir bedene geçtiğine dair Pythagorasçı bir inanç karşımıza çıkmaktadır." Polyhistor Druidleri filozof olarak görmekte ve ruh göçü inançlarını Pythagoras’tan almış olduklarını düşünmektedir. Bunun dışında Druidlerin astronomiye büyük önem vermiş olduklarını, yerin coğrafi durumu, doğa felsefesinin farklı alanları ve dinle ilgili problemleri incelediklerini yine Caesar’dan öğrenmekteyiz.

Druidler Kelt toplumu içerisinde otoriteleri kesinlikle sorgulanamayan yol gösterici bilge kişilerdi. O kadar etkiliydiler ki Diodorus ve Strabo’dan ayrı ayrı öğrendiğimize göre savaşmak üzere olan iki ordunun arasına girip savaşı bitirme gücüne bile sahiptiler. Strabo Druidler için insanların en adil olanları demektedir. Caesar da onların kökenlerini klasik Roma düşüncesine göre Tanrı Jüpiter’e dayandırmakta bir mahsur görmemiştir.

Druidler üzerine pek çok eserde bahisler bulunmasına rağmen ismi verilerek herhangi bir klasik metinde kendisinden bahsedilen tek Druid’e Cicero’nun De Divinatione adlı eserinde rastgeliriz. Cicero Galya’daki kahinler ve kuş falcılarından bahsederken Haedui Kavmi’nden Diviciacus’u bir Druid olarak tanıtır.

Kelt toplumunda çok önemli bir yere sahip olan Druidler pek çok farklı görev ve yetkiye sahiptiler. Öncelikle yargıç konumundaydılar, üstün güçleri ve bilgileri sebebiyle şifacı ve kahindiler, bütün dini meselelerin tek otoritesi olarak bilgin-rahip, kadim bilgilerin sahibi olarak eğitimci ve sezgilerinin gücüyle de kral-seçen kişiydiler.

Druidler kendi aralarında da üç farklı kategoriye ayrılmışlardı. Buna göre;
  1. Ozan Druid: (Bard) Müzik, şiir ve sanatsal yetenekleri ile ön plana çıkanlar;
  2. Büyücü Druid: (Ovates veya Vates) Öncelikle sezgi gücü ve büyü yetenekleriyle şifacılık, astroloji ve kehanet konularında yetenekleriyle ön plana çıkanlar;
  3. Druid: Yargıda bulunma, toplumsal tören ve ritüelleri yönetme, esinlenme, cezalandırma-ödüllendirme ve her konuda doğru karar verebilme yeteneklerine sahip olanlar.
Druidler kendi aralarında yaptıkları toplantılarda daima bir daire oluşturacak şekilde otururlardı. Bu herhangi birinin diğerinden üstün olmadığını göstermenin yanı sıra mevsimsel döngüyü de sembolize ederdi. Başlangıç ya da sonları yoktu. Öte yandan daire biçimi Güneşi de sembolize etmekteydi. Druid inancında yapılan ve konuşulan her şey Güneşin gözünün önünde ve birbirlerinin şahitliğinde gerçekleştirilirdi.

KUTSAL İMGELER
Plinius’tan öğrendiğimize göre Druidler doğaya ait imgelere yani doğanın farklı görünümlerine kutsallık atfetmekteydiler. Bu imgelerin en bilinenleri Korular, Meşe Ağacı ve Ökse Otu’dur. Kimi uzmanlar buradan yola çıkarak Druid inancını animizmle özdeşleştirmişlerdir.

Druidler, Plinius ve Lucan’dan öğrendiğimize göre toplantılarını taştan tapınaklar ya da farklı yapılarda değil kutsal kabul ettikleri korularda yaparlardı. Kelt çok tanrıcılığına göre “Nemeton” da denilen “Kutsal Korular” Druidler tarafından korunurlardı. İnsan ve hayvan kurban törenleri burada gerçekleştirilirdi. Kelt dilinde kutsal mekan anlamına gelen Nemeton’lar bir Kelt kavmi olan Nemetesler’in tanrıçası Nemetona’dan isimlerini almaktaydı. Bu korulara Almanya, Macaristan, İsviçre gibi Orta Avrupa ülkelerinden başka Fransız Galyası’ndan Türkiye’ye Kuzey İrlanda’dan Finlandiya’ya kadar pek çok yerde rastlanmıştır. Nemetonlar genellikle hendek ve siper kazıkları ile çevrelenmiş dörtgen biçimli korulardır. Ülkemizde Galatya bölgesinde bulunan Nemeton’a Strabo’ya göre “Drunemeton” adı verilmekteydi.

Lucan , Pharsalia adlı eserinde böyle bir koruyu biraz abartarak tasvir eder: "Nemeton’da hiçbir kuş yuva yapmaz ya da hayvanlar dolaşmaz. Ağaçların yaprakları hiç esinti olmamasına rağmen sürekli hışırdayıp durur. Korunun tam ortasında bir sunak vardır ve hemen yanında Tanrılarının tasviri yer alır. Her bir ağaç bu sunakta kurban edilmiş kişilerin kanlarıyla lekelenmiştir. Toprak sürekli derinden gelen bir kükremeyle sarsılır. Yıkılmış ağaçların çevresi alevlerle çevrilidir. Devasa yılanlar meşe ağaçlarının etrafını sarmıştır. İnsanlar koruya yaklaşmaktan korkarlar hatta rahipler bile gün ortası ya da gece yarısında korunun ilahi koruyucusu ile karşılaşmamak için oraya gitmezler."

Druidler için Nemetonlar dışında meşe ağacı  ve ökse otu da kutsal kabul ediliyordu. Bu konuda en önemli ve tek kaynağımız MS. I. yy’da yazılmış olan Plinius’un Naturalis Historia isimli eseridir. Plinius’a göre: "Druid adını verdikleri büyücüleri için en kutsal şey ökse otu ve bu otun üzerinde yetiştiği meşe ağacı idi. Ökse otu son derece az bulunan bir ottu ve rast gelindiğinde özel bir tören eşliğinde ayın altıncı gününde kesilirdi. Her şeyin şifacısı olarak görünen ay kutsandıktan sonra ağacın hemen altında bir ziyafet sofrası kurulur ve kurban töreni için hazırlık yapılırdı. Bu törende beyaz bir kıyafet giymiş Druid ağaca çıkar ve altın bir orakla ökse otunu kesip yine beyaz bir pelerinin içine koyardı. Hemen sonra iki boğa kurban edilir ve verdiği nimet için tanrılara dua edilirdi. Druidlere göre ökse otu katılmış içkilerin içirildiği hayvanlarda doğurganlık artar ve bu içki her türlü zehre karşı bir panzehir haline gelirdi."

Roma’nın ilk coğrafyacısı kabul edilen Pomponius Mella, MS. 43’de yazdığı “De Situ Orbis” adlı eserinin III. bölümünde Druid ayinlerinin gizli olduğunu ve koruluklar dışında mağaralarda da yapıldığını ilk defa olarak söyleyen yazardır.

Kadın Druidler ise “Dryades” adı altında 3-4. yüzyıllara tarihlenen imparatorluk biyografileri “Historia Augusta”da karşımıza çıkar. Her ne kadar Dryades’lerin gerçek anlamda Druid olup olmadıkları tartışmalıysa da yine de Roma’da 3-4. yüzyıllarda halk arasında Druid inancının ve uygulamalarının bir şekilde devam ettiğini göstermesi bakımından bu kayıt önemlidir. Kıta Avrupası’ndaki Druidler Galya’nın Romalılaştırılma politikası sebebiyle yok edildiler. Zaman zaman Romanın güçsüzleştiği dönemlerde ortaya çıkmaya çalışmışlarsa da Druidler MS. I. yüzyılda büyük ölçüde Avrupa’dan silinmişlerdi. Varlıkları büyük oranda Britanya adasında sürmeye devam etti. Galya ve Bretagne’de ciddi kovuşturmaya uğrayan Druid inancı ilmi ve kozmogonik yanlarından arındırılmış bir biçimde ağırlıklı olarak İrlanda’da devam etmiştir. Britanya Adası’nda Hıristiyanlığın yayılmasına karşı önemli bir engel teşkil etmiş bulunan Druidler ve Druid inancı ancak VI. yy. sonlarında tamamen ortadan kaldırılabilmiştir. Ancak izleri ve etkileri bütün ortaçağ boyunca devam edip XII. yy’a kadar sürmüştür.

GF, Druid nedir?, tarih, Tarihte Druidler,Kelt rahipleri,Orman rahipleri,Kelt toplumlarında Druid,Druid türleri,Britanya Druidleri,İrlanda Druidleri,Druidlerin kutsal imgeleri,Druidler kimlerdir?
BRİTANYA DRUİDLERİ
Antik çağ yazarları içinde Britanya’da ki Druid inancından bahseden tek yazar Tacitus’tur. Genel anlamda Druidlere karşı düşmanca bir yaklaşım sergilemiş olan Tacitus onları insan kurban eden ve sunakları her zaman insan kanıyla ıslak vahşiler olarak anlatır. Druidler’in büyü gücüyle ilgili olarak Tacitus’ta şöyle bir olay anlatılır: "Mona Adası’na (Galler adası Anglesey) yapılan ve başında Suetonius Paulinus’un bulunduğu bir saldırıda askerlerimiz karşılarına bir gurup Druid çıkınca dehşete kapıldılar. Druidler ellerini gökyüzüne kaldırıp büyülü sözler söyleyerek askerlerimizin üzerine felaket yağdırdılar." Tacitus, böyle bir olaya daha önce şahit olmamış askerlerimiz çok korkmuştu ama sonunda Roma cesareti üstün geldi ve düşmanı yendik diye devam eder. Sonuçta Romalılar adadan Britonları sürmüş ve adanın kutsal korusundaki ağaçların hepsini kesmişlerdir.

Bunun dışında Adalar’daki Druid varlığı ile ilgili olarak elimizdeki en önemli kanıt ada Keltçesi’nde yer alan druwid kelimesidir. Eski İrlanda dilinde yer alan ve büyü anlamına gelen draoiocht kelimesi de bir başka kanıt olarak görülebilir. Galler dilinde ise geleceği gören, kahin manasında dryw kelimesi bulunmaktadır. İrlanda dilinde yer alan faith kelimesi ile Galler dilindeki dryw kelimesi arasında etimolojik bir bağ olduğu düşünülmektedir. Faith kelimesinin vates ya da ovates kelimesinden geldiği ve her ikisinin de Kelt kültüründeki rahip sınıfını anlattığına inanılmaktadır. Öte yandan İrlanda’daki Druid geleneğinin 7. yüzyıla kadar sürmüş olabileceğine dair gösterilen bir diğer kanıt da Augustinus Hibernicus’un “De Mirabilibus Sacrae Scripturae” adlı eseridir. Bu eserde kuş formunda gerçekleşen ruh göçü öğretisini anlatan magus’lardan bahsedilmektedir. Latince ve İrlanda dillerinin karışımından meydana gelen Hiberno-Latin dilinde “magus” kelimesinin sıklıkla druid kelimesinin karşılığı olarak kullanıldığı bilinmektedir. İrlanda ve İskoç dillerinde Druid bilge adam anlamına gelmektedir. Briton dillerinden Galler dili ile Cornwall dilinde ise büyü ya da meşenin gizemine (bilgisine) vakıf olan anlamlarına sahiptir. Meşe ağacı Kelt mitolojisine göre dünyalar arasındaki kapıların ağacıdır, bir geçiş noktasıdır. Caesar’ın Druidleri Jüpiter’e dayandırmasına yol açan etken belki de Jüpiter’in de kutsal ağacı olan meşe ağacına Druidler ve tabii ki Keltler’in verdiği değerdi. Öte yandan meşe ağacı Kuzey Avrupa’nın en yüksek ağacıydı ve bu sebeple yıldırımların en fazla üstüne düştüğü ağaç olarak da dikkat çekiyordu.

GF, Druid nedir?, tarih, Tarihte Druidler,Kelt rahipleri,Orman rahipleri,Kelt toplumlarında Druid,Druid türleri,Britanya Druidleri,İrlanda Druidleri,Druidlerin kutsal imgeleri,Druidler kimlerdir?
İRLANDA DRUİDLERİ
İlk olarak 7 ve 8. yüzyıllarda yazılmış olan kanun metinlerinden anlaşıldığı kadarıyla Hristiyanlığın gelişiyle Druidler’in İrlanda toplumundaki rolü basit büyücülere ve şifacılara dönüşmüştü. İrlanda sagaları ve azizlerin hayatını anlatan Hristiyanlık öncesi metinlerde ise çok saygın bir konumda yer alıyorlardı. Sekizinci yüzyıla kadar giden eski İrlanda edebiyatında Druidler’den bahseden pek çok hikaye bulunmaktadır. Bunlarda Druidler genelde krala tavsiyelerde bulunan kimseler olarak anlatılırlar. Geleceği görme güçlerinden bahsedilir. Örneğin Bec mac De isimli bir Druid, Tara Kralı Diarmait mac Cerbaill’in ölüm tarihini üç Hristiyan azizinden daha kesin bir şekilde önceden bilmiştir. Druidler’in İrlanda’da özel bir topluluk ya da sınıf olarak görüldüklerine dair herhangi bir kanıt olmadığı gibi askerlikten muaf olduklarına dair de bir kayıt bulunmamaktadır. Druidler İrlanda mitolojisinde de oldukça fazla yer almışlardır. Ulster Çemberi’nin krallarından Conchobar’ın sarayının baş Druid’i Cathbad; kahraman Cuchulainn’e yardım eden Druid karakter; Connacht kraliçesi Medb’in Ulster’e yaptığı seferde yanında yer alan Druidler gibi.

Avrupa’da 16. yüzyıla gelindiğinde Druid inanç yeniden keşfedilir. Kelt mirasına yönelik ilgi artarak devam eder. Özellikle John Aubrey’in (1626-1697) ortaya attığı Stonehenge ve diğer megalitik anıtların Druidler tarafından yapılmış olduğu iddiası arkeoloji biliminin kurucularından biri olarak kabul edilen William Stukeley’in (1687-1765) çabası ve yayınlarıyla geniş kesimlere ulaşır. John Toland 1717’de Antik Druid Düzeni adlı oluşumu kurar. ADO (Ancient Druid Order) 1964 yılında ikiye bölünene kadar faaliyetlerini sürdürecektir. Oluşumun Seçilmiş Şef’i 1799’dan 1827’ye kadar William Blake olur.

Chateaubriand 1809 yılında bir Druid rahibesi ile Romalı askerin lanetli aşkını anlattığı Les Martyrs’i yazdığında Druidler de popüler kültür içerisinde ilk defa görünmüş olurlar. Giovanni Pacini 1817 yılında sahnelenen operası Trieste ve 1831’de sahnelenen Vincenzo Bellini’nin Norma ile Druidler opera sahnelerine de arz-ı endam ederler.

Popüler kültür içinde belki de en çok tanınan ve sevilen Druid karakteri ise kuşkusuz Rene Goscinny ile Albert Uderzo tarafından yaratılan Galyalı Asterix’in maceralarında yer alan köyün Druid’i Getafix’tir. Yere kadar uzamış bembeyaz sakalları, beyaz cüppesi ve kırmızı pelerini ile her zaman yanında taşıdığı altından yapılma küçük orağı ile Getafix tipik bir Druid’dir. Bütün karakterlerin çocukluk hallerinin anlatıldığı bir macerada bile o her zamanki yaşlı görünümüyle yer almıştır. Köyün sihirli kuvvet iksirini hazırlayabilen tek kişidir. Başka iksirler de yapabilir, şifacıdır ve aynı zamanda köyün eğitmenidir. Eğlencesine yapılan kavgalara bile karışmaz. Sihirli iksiri köylülerin fazla bencil davranışlar içinde bulunduğunu gördüğü zamanlarda hazırlamaz. Her zaman Asteriks ve arkadaşlarının akıl hocasıdır. Onlara yol gösterir, akıllıca tavsiyelerde bulunur.

Getafix, pek çok anlatıda yer alan ve kahramana yol gösteren bilge yaşlı adamdır. Popüler kültürde pek çok benzeri bulunur. Örneğin Yüzüklerin Efendisi filminde Gandalf, Yıldız Savaşları’nda Obi van Kenobi, Harry Potter’da Albus Dumbledore gibi karakterler tipik birer Druid'dirler. Edebiyat alanında ise hala büyük bir zevkle okunan ve beyaz perdeye de maceraları defalarca aktarılmış bulunan Kral Arthur’un akıl hocası büyücü Merlin de birçokları tarafından son Druid olarak kabul edilmektedir.

İlk olarak John Aubrey’in ortaya attığı sonrasında da William Stukeley’in yayılmasına öncülük ettiği, Stonehenge gibi megalitik yapıların Keltler tarafından yapıldığı ve haliyle Druidler’in tapınakları olduğu görüşü 60’lı yıllara kadar pek de ciddiye alınmamıştı. Bunun ana sebebi Keltler’in Britanya’ya MÖ. 500-600 yılları civarında gelmiş olduklarının düşünülmesiydi. Oysa bu megalitik yapıların en sonuncusu MÖ 1400’lerde inşa edilmişti. Ancak son dönemlerde araştırmacılar Britanya’da MÖ 2000’lerden itibaren bir ön-Kelt uygarlığının yaşamış olabileceğini dile getirmektedirler. Söz konusu yapıları inşa edenlerin de bunlar olabileceği düşüncesi her geçen gün daha fazla taraftar toplamaya devam etmektedir. Druidler ve Keltlerin son derece gizemli yapılar olan bu taş meclislerde tapınımlarını gerçekleştirmiş oldukları fikri günümüz Britanya’sında da büyük ilgi görmektedir. Öyle ki pek çok Yeni-Druid oluşumu halen İngiltere, İrlanda ve İskoçya’da faaliyet göstermektedir. Birçok mistik ögenin de katılımıyla tarih boyunca şahit olduğumuz Druid inancından oldukça farklılaşmış olan günümüz Druidliği bağımsız bir din olarak kabul edilmekte ve müritleri her geçen gün artmaktadır. Doğayla beraber onu koruyarak yaşamayı ilke edinmiş günümüz Druidler’i geleneksel toplantılarını ve ibadetlerini Ada’nın bir çok yerinde karşımıza çıkan Stonehenge gibi mekanlarda sürdürmektedir.

Her daim sevgi ve umutla kalın dostlar.

Yazan: Gregoire de Fronsac

İSLAMI NEDEN TERK ETTİM ?

din, sizden gelenler, Dinden nasıl çıktım, Nasıl dinden çıktım?, Dini terk ediş hikayem, Dini neden terk ettim, Din yerine bilim, Dinsizlik, İslam çelişkileri, İslamı neden terk ettim?
Herkes gibi eskiden bende dindardım ta ki dinin iç yüzünü öğrenene ve Allah denilen Tanrı'yı tanıyana kadar. Müslümandım ama ailem Müslüman olsa da dindar değildi. Kalbimiz temiz ibadet etmesem de olur, iyilik yapsak yeter derlerdi. Ama bir türlü onlara "Allah size ibadet etmeyi buyuruyor başka yolla cennete gidemezsiniz, 5 vakit namaz kılın oruç tutun, İslam'ın şartlarını yerine getirin diyemezdim. İslami bilgileri en yakın arkadaşımdan alıyordum ve kendim de araştırıyordum. Bazen Kur'an bile okuyordum. İnancım ve Allah'a sevgimin büyüklüğünü kimseye anlatamazdım. O kadar güzel bir histi ki, namaz kılmak bile istiyordum. Ama ailem izin vermiyordu. Sen iyilik yap, iyi insan ol derlerdi. Çok üstlerine gidince (arkadaşım çok dindardı, İslam'ın her şartını sonuna kadar yapan biriydi ve günah işlememek için çok titiz davranırdı.) o seni Vahabi yapacak, İşid ve diğer dini terör örgütlerine yönlendirecek diyor ve çocuğumuz Vahabi oluyor diye söyleniyorlardı. Hatta işin büyüklüğü akrabalarıma kadar uzamıştı. Tarafımı tutan yoktu, boş işler bunlar derlerdi. Ama çocuk ehl-i sünnetti, hiç öyle şeylerle alakası yoktu fakat sert fikirleri vardı. Ben karşı çıkınca Kur'an'da var derdi ve bende o yüzden susardım. Taki bu dinin ve tanrının insanlara yaptığını öğrendikten sonra.

Geleceği görebilen bir tanrının yarattığı peygamberi oğluyla sınaması, cariyelik denilen köle kavramının kabul edilmesi, hırsızın elinin kesilerek cezalandırılabilmesi ve sırf iyilik olsun diye kurban bayramında hayvan kesip millete dağıtma kuralı, "hacca gittiğimde herkes bana hacı diyecek, güzel insan diyecek" diye oraya gidenler, peygamber o taşı öptü bizde öpmeliyiz diye Arabistan'a gidip Arapları paraya boğmalar, şeytan taşlamalar, eski mısırda diğerlerden farklı olmak için fahişelerin (tapınak rahibeleri) giydiği çarçafı günümüz insanlarının ve Türklerin giyinip simsiyah gezmesi, dinde zorlama yok dedikten sonra dinsiz veya o dinden olmayanları hoş karşılamamak ve adeta onlara düşman kesilmek gibi olaylar çok mantıksızca ve gerici geliyordu. Şu anda bile Arap dini olan İslam 7.yüzyıldan kalma bir din olduğunu, çağa uymadığını bile bile ayetleri eğip büküp o sert kanunları yumuşatıp sevimli bir hale getirmeleri beni İslamdan uzaklaştırmaya başladı.


Kur'an'da kadına değer verilmemesi, aşağılanması, "kadınlar sizin tarlanızdır istediğiniz gibi girin denmesi", çok eşli evlilikler, faizin haram olması, sırf peygamber sakal uzattı diye bütün Müslümanların sakal uzatması ve sakalı olamayanlara erkek gözüyle bakılmaması ve "kendilerini kadına benzetiyorlar" sözleri, oruçlu olan birinin oruç tutmayan birini çevresinde yerken görünce "git o tarafta ye, burada içme, şurada yapma" diyerek kendilerini rahatlatırken diğerlerini kısıtlamaları beni adeta çileden çıkartmıştı.

Cübbeli gibi hocaların Mahmut'u neredeyse ilahlaştırması, söylediği sözler; "Mars'da ne var parayı bana verin söyleyeyim" o haram, bu haram ve diğer hocaların buna benzer akıl almaz fetvaları tırnak içinde "bizi iyi yola getireceklerini söylerken ülkeyi ve insanları cehalete sürükleyip yobazlaştırmaları" ve daha sonra bize saygı duyun demeleri beni dinden tiksindirdi.

İslamda mantıksız şeyleri görünce ve bu dinin insanları köle edip beyinlerini yıkamasına üzülüyordum. Orucun mahiyeti nedir? denince "açların halini anlamak için" diyorlardı. O zaman em-pati ve vicdan nereye kayboldu? Em-pati kurabiliyorsam demek ki oruç tutmadan da insanlara yardım edebilirim, bunun için özel bir gün olması gerekmez. İnsan insana her zaman yardım etmelidir. Fakirin halinden anlamak için fakir, zenginin halinden anlamak için zengin, hastanın halinden anlamak için hasta olmak mı gerekiyor?! Tabi ki hayır

Tarikatlar, mezhepler fikir ayrılıkları, mezhep düşmanlığı, din üzerinden kazanılan paralar, dini teröre alet etme ve insanların o terör örgütlerinde Allah için barınmaları ve kendilerini patlatıp yüzlerce insanı katletmeleri, bombalı saldırıda can veren veya yaralanan insanların "Allah'ım yardım et" diye ettiği ve karşılık bulmayan boş duaları, "ben sizi sınıyorum, bu bir imtihan" diyen tanrının 3 yaşındaki çocuğun tecavüze uğramasına göz yumması ve "imtihanı kazanırsan sana cennet vereceğim ne kadar ömrün varsa geçir, rezil yaşa bu hayatı" demesi... Bunları görünce "Tanrı yok, sadist bir varlık" demek geliyordu içimden.

Dinlerde barış vardır deyip Hristiyan ve Yahudilerle kafirlere dost olmayın, onlar gazaba uğramışlardandır denmesi kulağa hiç barışçıl gelmiyordu. Yoksa tanrı bu ayetle Yahudileri, Hristiyanları, Budistleri ve diğer şirke bulaşanları yoluna döndüreceğini mi sanıyordu? Yoksa gelecekte tüm bunların bu şekilde olmayacağını bilmiyor yada göremiyor muydu?! Bence böyle bir tanrı kavramı olamaz. Bu benim tanrım olamaz. Hele hele koskoca bir evrende, o sonsuzlukta sinek pisliği kadar yer kaplayan insan toplumunu tanrı neden sınasın ki? Birde Tanrı'nın Arap yarımadasına peygamber görevlendirip "ey peygamber dinimi yay, bu helal, domuz haram" demesi. Tanrı'nın işi gücü bitti de içkiye domuza mı karışıyor?  Koskoca Tanrısın, bizi sınıyorsun, cennet ve cehenneme göndermek için yarattığın yer küresinde berbat bir hal geçirerek özgürlüğümüzü kısıtlamamızı istemen, kısıtlamayanları da cehenneme gönderip orada orada yanacaklarını söylemen hiçte senin varlığını bana yansıtmıyordu.

Küçücük insanlarız bizim ibadetimize neden ihtiyacın var ki? Neden uzlaşmak istiyorsun bizimle? Yoksa bazı şeylere gücün mü yetmiyor?


Allah'ın  124,000 peygamberi her kavime gönderip onları görevlendirip bu insanları "bana tapın" demekle görevlendirmesi ve daha sonra insanların bu peygamberlere inanmaması ve puta tapması neden Allah'ın varlığına kanıt olsun ki? Kaldı ki 124,000 peygamberin varlığına dair sağlam bir kanıt dahi olmaması, dinin yayılması için yapılan savaşlar, katliamlar, Talas savaşı, Haçlı seferleri, hiç bir şey bilmeyen küçük çocuğun mecburen sünnet edilmesi dinlerin nasıl yayıldığını ve ortaya neler yaydıklarını açıkça gösteriyordu.

Meryem'in bakire olarak İsa'yı dünyaya getirmesinin, İsa'nın ölüleri diriltmesinin, 2 kişi olan Adem ve Havva'dan tüm insanların dünyaya gelmesinin bilimle baya çeliştiğine, hatta masal olduklarına kanaat getirdim.

Biraz mitoloji okudum Sümerleri araştırdım ve bunlarla neredeyse birebir aynı eşleşen hikayeleri gördüm. Enki, Marduk ve diğer eski mezopotomya tanrılarını araştırdım. Allah'ın 99 isminin bile çalıntı olduğunu öğrendiğimde tamamen her şey açıklığa kavuşuyordu. Kur'an ve ibrahimi dinlerin hepsinin kökeni Sümer'den geliyordu maalesef. İnançların nasıl ortaya çıkışını da araştırdım, Allah'ın ay tanrısı olduğunu ve eskiden put diye ona tapıldığını, Uzza, Lat, Menat'ı öğrendim. Günümüzde bile kullandığımız bazı kelimelerin eski Tanrı adları olduğunu fark ettim. Allah sözünün kökenine kadar indim ve düzmece bir tanrı karşıma çıktı.

Hatta mescitlerin neden hepsinin kıbleye baktığını daha sonra kıble yönünün değiştiğini araştırdım. Bu yolda bilgimin artmasına Muazzez İlmiye Çığ'ın, Tanrı'nın 4.000 yıllık tarihi kitabının ve Turan Dursun'un büyük faydaları oldu.

Salem güneş tanrısının kardeşi var ki, onun adı Seher'dir. Seher veya Sahar da denir. Allah'ın oğludur ve çıkmakta olan güneş tanrısıdır. Seher, Salem'in üvey kardeşidir ve annesinin ismi Anat'tır. Sama  hem güneş hem gök yüzü tanrısıdır ve biz buna sema diyoruz. Samas güneş tanrısıdır ve Kur'an'da da güneş şems olarak geçer. Peki neden Kur'an'da bir put adı kullanıyor? Dediğim gibi gündelik hayatımızda bile bu adları kullanıyoruz

İslamda ve ibrahimi dinlerde olan ve mucize denen şeylerin bin yıl öncede bilindiğini gördüm. Daha sonra evrim teorisini araştırdım ve çok mantıklı geldi. Darwin'in "Türlerin Kökeni" kitabını okudum ve burada yazan teoriler dinle çelişiyordu. İnsanın evrimleşerek şimdiki haline geldiğini ve giderek  evrimleştiğini dile getiriyordu. Bulunan fosiller, canlıların fosil kalıntıları meseleyi gün yüzüne çıkarmakta ısrarcıydı. Ben bilimi tercih ettim, okudum, araştırdım, gördüm ve dinden çıktım. Bu benim hikayem, seçim sizin...

SİZDEN GELENLER | Yazan: Zaur Hetemov

Eleştirisel bakış açısı ile her din ve inanca ait yazılarınızı, inancınızın değişim sürecini anlattığınız sorgulama süreçlerinizi dinvemitoloji@gmail.com adresine gönderebilirsiniz.
  • Bu yazılar biz-siz gibi sorgulama evresine girmiş herkese mutlaka biraz olsun ışık tutacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazılar sitemizde adınızla veya takma adınızla yayınlanacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazının başka bir internet sitesinde yayınlanmamış olması gerekmektedir. (KOPYA içeriğe karşı olduğumuzdan, sitemizdeki tüm içerikler özgündür)

ALLAH İNSANI MUHAMMED İÇİN Mİ YARATTI?

A, Allah insanı Muhammed'i sevdiği için mi yarattı?, Allah insanı Muhammed'in yüzü suyu hürmetine mi yarattı?, Allah insanı niye yarattı?, din, islamiyet,
ALLAH İNSANI MUHAMMED'İN YÜZÜ SUYU HÜRMETİNE Mİ YARATTI?
Bu, hadisçi olan bir kısım Müslümanca söylenen sözlerdendir, kanıt olarak ise aşağıdaki hadisler gösterilir:
  • (Bu nur, gökte Ahmed, yerde Muhammed denilen, zürriyetinden bir peygamberin nurudur. O olmasaydı, seni de, yer ve gökleri de yaratmazdım.) [Mevahib-i ledünniyye]
  • (Yâ Âdem, Muhammed aleyhisselamın ismiyle her ne isteseydin, kabul ederdim. O olmasaydı, seni yaratmazdım.) [Hâkim]
  • (Ey Resulüm, İbrahim’i halil [dost], seni de habib [sevgili] edindim. Senden daha sevgili hiçbir şey yaratmadım. Senin, benim indimdeki yüksek derecenin bilinmesi için, dünyayı ve dünya ehlini yarattım. Sen olmasaydın, kâinatı yaratmazdım.) [Mevahib-i ledünniyye]

Fakat bu konuda Müslümanlar bile kendi içlerinde ortak noktada buluşamadılar. Bazı Müslümanlar bu hadislerin güvenilir olmadığını ve Kur'an'da geçen aşağıdaki ayetlerden dolayı kabulünün mümkün olmadığını söylüyorlar:
  • O Allah’tır ki, yeryüzündekilerin tümünü sizin için yarattı. (2-Bakara-29)
  • Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım. (51-Zariyat-56)
  • “Biz Allah’ın peygamberleri arasında ayırım yapmayız, duyduk ve itaat ettik. Ey Rabbimiz, bağışlamanı dileriz, dönüş ancak sanadır.” dediler. (2-Bakara-285)
  • Şöyle deyin: “Allah’a, bize indirilene, İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakub’a, onun torunlarına indirilene, Mûsa’ya ve İsa’ya verilene ve diğer nebilere verilene inandık. Bunlar arasından hiç kimseyi ayırmayız. Biz yalnız O’na teslim olanlarız. (2-Bakara-136)

Tabi ki ortada bir gerçek varsa o da "hadis" konusunda bile bir ortak görüş olmadığıdır. Kur'an'dan sonra en güvenilir kaynak kabul edilen Buhari bile bazı Müslümanlarca reddedilebiliyor, fakat gel gör ki tüm ibadetler de "hadislere göre" yapılıyor.

Neyse konudan kaymayayım, bu konu ile ilgili karar sizin kendinize aittir. Fakat şu gerçek ki eğer insanlar bir başkası için yaratılmışlarsa bu yaratıcının bir başkası için yarattığı canlıyı "gerçekten" sevdiğine inanmak kendini kandırmak olur.
Peki o halde İslamiyete göre Allah insanı niye yarattı? diye soruyorsanız, onun için de buraya tıklayınız.

Yazan: Anu

ALLAH İNSANI NİYE YARATTI ?

Hazırlayan: A.Kara
A, din, islamiyet, Allah insanı niye yarattı?, İnsan neden yaratıldı?, Allah bizi neden yarattı?, İmtihan için yaratılmak, Dünya sınav mı?, Allah'ın bilinmek istemesi, Allah ibadete muhtaç mı?,

İslamiyet'te "Allah insanı neden yarattı?" diye sorduğunuzda alacağınız farklı farklı cevaplar vardır. Bu cevaplar şunlardır:
  1. Allah "Bilinmek" ve tapınmak istedi.
  2. İbadet için yarattı.
  3. Onun her şeyden daha büyük olduğunu ilan etmemizi istediği için yarattı.
  4. İnsanı imtihana sokmak için yarattı.
Peki bu cevaplar sizin aklınıza %100 yatıyor mu? Yani hiçbir şeye ihtiyacı olmayan her şeyden üstün olan bir yaratıcının yukarıdaki nedenlerden dolayı insanı yaratmış olduğuna inanmak konusundaki çelişkiyi görmüyor musunuz, yoksa inancınız gereği gözlerinizi kapayıp görmezden mi geliyorsunuz?
"Neden böyle diyorsun yahu zındık" diyecek olursanız cevaplamaya başlayayım. Tek tek insanın yaratılması için İslamiyet'te anlatılan sebepleri inceleyelim:

1) BİLİNMEK VE TAPINMAK İSTEDİ
Kur'an'da anlatıldığı üzere Allah insanı yaratmadan önce meleklerin ve cinlerin var olduğu anlatılıyor. Ayrıca bu melekler ve cinler Allah'ı "biliyor" ve ona "ibadet" ediyor yani tapıyorlar. Doğru mu? Sende biliyorsun ki, doğru.

O halde, zaten ona tapanlar ve ibadet edenler olduğu halde insanı neden bu bahaneyle yaratsın? Bu orijinal yani yeni bir fikir değil ve tapılmaya, bilinmeye ihtiyacı yok çünkü bunlara zaten sahip.

Belki diyeceksin ki, eee tamam ama insana özgür irade verdi, belki de özgür iradesi olanlar tarafından bilinmek ve tapılmak istiyordu? iyi güzel hoş ama bu tez de içinde bir sürü mantık hatası barındırıyor:
1) Allah tapılmaya muhtaç mı?
2) Allah bir yandan her şeyden üstün bir güç gibi anlatılırken diğer yandan "insanmış gibi" görünmüyor mu? İstekleri, sözleri, hırsı, siniri ve egosu onu yüce yaratıcı sınıfından uzaklaştırmıyor mu?
3) İnsana özgür irade vermiş olsa bile aynı zamanda kaderi kendinin yazdığını, dilediğini saptırıp dilediğini iyi yola sürüklediğini söyleyerek büyük bir çelişkiye ve tapınma isteği ile çelişkiye düşmüş olmuyor mu? Çünkü eğer benim kalbimi mühürlemiş ise ve ben onun isteği ile ona tapmıyor isem beni yaratma gayesi amacından sapmış olur (Ayrıca Kur'an'da kader konusunda büyük çelişkiler vardır, bunu önceki yazılarımızda anlattık, tıklayarak okuyabilirsiniz).
4) Birini size tapması için yaratmak ego ve kibir değilse nedir?
5) "İnsan olmayan" insandan ve her şeyden üstün denilen ilahi bir gücün bu gibi istekleri olması ve trilyonlarca insanı sırf bu yüzden yaratması sizin mantığınıza nasıl sığıyor?

2) İBADET İÇİN YARATTI
Yukarıda da dediğim gibi, eğer ibadet için yarattı ise bu onu bir şeylere muhtaç konuma iter. Eğer muhtaç değil ve beni ibadet etmem için yarattı ise bu sefer de "boşuna" yaratmış olur çünkü eğer bana ve benim ibadetime ihtiyacım yok ise yaptığım ibadet "boşadır".

Yooo, ibadet boşa değil, ahiret için yapıyoruz, yani imtihan için diyorsanız eğer, onu 4. madde de yazacağım merak etmeyin.

3) ONUN HER ŞEYDEN ÜSTÜN OLDUĞUNU İLAN ETMEMİZ İÇİN YARATTI
Tamam, diyelim ki tüm insanlar inandı, onun her şeyden üstün olduğuna da söylediler. Peki ya sonra? Neye ulaşacak? Ne elde etmiş olacak? Bu bile dinlerdeki ve İslamiyet'teki yaratıcının insan ürünü olduğunun göstergesidir.

Çünkü istediği şeyin sonucunun bir "faydası" yok. Tüm insanlar "Evet Allah çok büyük" dese bu ona ne kazandıracak? Bilinmenin sevincini, istediğin şeyin sonucunu elde etmenin mutluluğunu, zafer duygusunu mu neyi kazandıracak? Bunlar insani arzular değil mi? O halde bu maddeye bakarsak eski pagan tanrıları ile arasında bir fark yoktur. İstekleri insanidir.

4) İMTİHANA SOKMAK İÇİN YARATTI
Laf olsun, sadece anlayabilmeniz için hayal edin diye diyorum. Diyelim ki öyle bir gücün var ki ne istesen yaratabiliyorsun. Bir gün "bir canlı yaratacağım çünkü onları imtihana sokmak istiyorum" dedin ve bir canlı türü yaratıp bir araziye saldın. Bu, temelde kendin için yaptığın bir şey mi yoksa onlar için mi? Kendin için dimi? Çünkü onlar yokluktan seslenerek "bizi yarat" demediler.
Ama sen hem onları yarattın, hem de sana ibadet etmezlerse onları ateşlerde yakacağını, akla hayale gelmeyecek yollarla işkence edeceğini söyledin. Bu yaptığın ve bundan doğacak olan sonuçları (ibadet etmeyip yakacağın canlılar) vicdanın kaldırır mıydı? Onları oyuncağın olmaktan, satranç tahtasındaki bir piyon olmaktan öteye götürür müydü?

Kendi yarattığın canlıya zorunlu olarak bir şeyler dayatan ve yapmazlarsa onlara işkence edecek biri olarak eğer kalkıp yarattığın canlılara "iyilik yapın", "iyi olun" deseydiniz ve "merhametli" olduğunuzu söyleseydiniz bu ne kadar samimi olurdu? Çelişki barındırmaz mıydı?
Cevap sizde...

ŞAMANİZM'İN KÖKENİ

A, din, Dinlerin atası, Dinlerin temelleri, şamanizm, Şamanizm kalıntıları, Şamanizm tarihi, Şamanizmin kökeni, Amerikan Şamanizmi,Sibirya Şamanizmi,Şamanlar,Tengrizm

ŞAMANİZM'İN KÖKENİ

Şamanlar gerçekliğin enerjik doğasını doğrudan deneyimlediklerine inanıyorlardı ve maddi dünyanın, her zaman etkileşime girdiğimiz daha hoş bir enerji aleminin bir ifadesi olduğunu düşünüyorlardı. Dünyalarını bu alemde nasıl var olduğunu hayal edebilmeyi öğrendiler, böylece birçok insanın gerçeklik dediği şeye, yani dünyanın yaratılışı ve yönetimine ortak oldular. Doğanın tüm tezahürlerine saygı duyuyorlardı.

ŞAMANİZMİN TARİHİ
Şamanizm, yerli kabile üyelerinin bazen zehirli olabilen ve yüksek derecede uyuşturucu etkisi gösteren bir mantar olan Amanita Muscaria'yı topladığı Sibirya'da doğmuştur. Şamanizm olarak kabul edildikten ve sınıflandırıldıktan sonra, dünyanın her yerinde benzer uygulamalar yapan birçok kültür ortaya çıktı.

Şamanizmin avcı / toplayıcı (Paleolitik) kültürlere dayanan tarih öncesi bir gelenek olduğunu bilinmektedir. 30.000 yıllık mağara sanatları şamanik uygulamaların kanıtlarını gösterirken, şaman ayinlerinde kullanılan çıngıraklar ve diğer nesneler Demir Çağı'ndan geriye kalan malzeme kalıntıları arasında bulunmuştur.

Şamanizm “insanlığın en eski ve evrensel dindarlık ifadesi” olarak adlandırılmıştır ve avcı / toplayıcı toplumlar arasındaki kültürler arası varlığı beynin evrimi konusunda bağlantıya işaret etmektedir. Aslında, tüm modern dünya dinlerinin Şamanizm kökenli uygulamaları olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.

Araştırmacılar, Asya, Tibet, Okyanusya, Macaristan, İsveç, Kuzey ve Güney Amerika, Orta Avrupa ve Afrika'da Şamanizm'i belgelemişlerdir. Şamanizm uygulamaları dünyanın dört bir yanına yayılmıştır ama şamanın bir şifacı ve ruhani rehber olarak oynadığı rol tüm dünya üzerinde yaygın olarak paylaşılmıştır.

Peru'nun Andean şamanlarının manevi kökenleri yaklaşık 50.000 yıl önce Himalayaların eteklerine yerleşmiş olan ilk halklara dayanmaktadır. Güney Asya'nın kuzeybatı bölgelerindeki İndus Vadisi'ndeki göçmenler (günümüz Pakistan'ı), son buzul döneminden sonra Sibirya'dan Bering Boğazı'nı geçmeye başlayan ilk insanlardı ve Laika (Dünyanın eski koruyucuları) olarak biliniyordu.

ŞAMAN MİSTİSİZMİ
Dünyadaki en eski ruhsal uygulama olabilir - bu, zorunlu olarak belirli bir tanrıya inanmaya dayanmayan, ama daha çok animizm'e yani her şeyin yaşadığı ve bir ruha sahip olduğu inancına dayanır. Şamanizm, Sibirya, Hint, Kızılderili ve Güney Amerika Şamanları gibi eski yerli kültürlerdeki başlangıcından bu yana dünyanın her yerinde varlığını sürdürmüştür. Şamanizm, onun dünya çapında manyak ve ilkel bir uygulama olduğunu söyleyen hükümet ve dinlerden gelen baskılarla savaşmak zorunda kalmıştır. Ancak benzer gelenekleri, inançları ve ayinleri korurken, pek çoğu yüzyıllarca birbiri ile hiçbir ilgisi bulunmayan çok sayıda kabilenin bu kültüre sahip olmasıyla mistisizm ve sürdürülen uygulamaları, gelenekleri güçlü kalmıştır.

Peki Şamanizm nedir? İnanışa göre Şamanizmin var olmanın anahtarı olduğu düşünülmektedir. Şamanlar daha yüksek varoluş düzlemleri arasında bir bağlantı olarak görülürler. İyileştirmek, ölen atalara başvurmak, hava durumunu düzenlemek ve bilincini beslemek için ruh dünyası ile bağlantı kurarlar.

Bugün, sadece birkaç geleneksel şaman kalmıştır. Medeniyetlerine zarar verilmesiyle genç kuşak, artık kendilerine sunulan heyecan verici yeni seçenekleri keşfetmeye daha çok ilgi gösteriyor. Bu gelenek ve inanışlarını koruyan şamanlar ise gerçeğin aydınlık doğasıyla ilgilendiklerini, hastaları iyileştirmeye yardımcı olduklarını, hastalığın nasıl önlenebileceğini öğrendiklerini ve ölenlerin ruhlarının ruhlar dünyasına gitmesi için yolculuklarında yardım ettiklerine inanıyorlar.

ŞAMANLARIN GÖREVİ
Bir şaman, yalnızca bir kişinin değil, tüm topluluğun sağlığı ve iyiliği ile ilgilidir. Tüm bitkilere, hayvanlara ve tüm çevreye uzanır. Şamanlar ruhlar dünyası ile iletişim kurarlar bu da daha sonra, hipnoz hali ve manevi veya bazen de fiziksel dönüşümlere yol açar. Bu hal, bir şamanın geleneklerine bağlı olarak, çoğunlukla bulundukları yere göre farklı yöntemlerle gerçekleşir. Kuzey Amerika şamanlarının, Amerikan Kızılderili kabilelerinde olduğu gibi, oruç tutma ve soyutlanma gibi mahrumiyet teknikleriyle kendinden geçmiş bir hal yarattığı bilinmektedir. Güney Amerika ve Sibirya şamanlarının mantarlar, peyote, Ayahuasca ve alkol gibi mest olma hallerini uyarmak için halisünasyon etkisi olan ve sarhoş edici maddeleri kullandıkları bilinmektedir.

A, din, Dinlerin atası, Dinlerin temelleri, şamanizm, Şamanizm kalıntıları, Şamanizm tarihi, Şamanizmin kökeni, Amerikan Şamanizmi,Sibirya Şamanizmi,Şamanlar,Tengrizm
KUZEY AMERİKA ŞAMANLARI
Kuzey Amerika'nın şamanları genellikle güçlerini miras (veraset), içsel arayış, seçim ya da manevi güç yoluyla kazanırlar. Çoğunlukla davetsiz şeylerin ortadan kaldırılmasında uzmanlaşırlar - bu genellikle fiziksel bir şeyi ya da bir illeti çıkarmak için, kelimenin tam anlamıyla ya da mecazi olarak nesneyi emerek yapılır. Diğer şaman uygulamaları, hava durumunu etkilemeyi, bir avda yardım etmeyi ya da şans sağlamayı amaçlar.

Ancak, Kuzey Amerika Şamanizminin temel odağı şifadır. Yerli Amerikan şamanlarının çoğunluğu erkeklerden oluşuyordu ancak kadın şamanlar kuzey Kaliforniya'da bulunan kabilelerde yaygındı. Kuzey Kutbundaki Amerikan Şamanizmi, kıtanın daha güney kesimlerindeki Sibirya Şamanizmi ile daha yakından ilişkilidir.

A, din, Dinlerin atası, Dinlerin temelleri, şamanizm, Şamanizm kalıntıları, Şamanizm tarihi, Şamanizmin kökeni, Amerikan Şamanizmi,Sibirya Şamanizmi,Şamanlar,Tengrizm
GÜNEY AMERİKA ŞAMANLARI
Öncelikle Amazon'da bulunan Güney Amerika şamanları, kabilelerindeki baş karakterlerdir. Güney Amerika şamanı, jaguarlar ile yakından ilişkilidir ve çoğu kez bir şaman için kullanılan sözcük, jaguar kelimesine benzerdir. Şamanların, istedikleri zaman jaguarlara dönüşebileceği ve jaguarların aslında hayvan değil, dönüştürülmüş bir şaman ya da bedensel alanda ilerleyen ölen bir şamanın ruhu olduğu düşünülüyordu (Buradan bakıldığında bazı Hint efsanelerinin Şamanizm'den etkilendiği güçlü bir ihtimal gibi duruyor, çünkü efsanelerinde hayvan şekillerine girerek meditasyon yapan tanrıları yer alır. Maymun gibi görünür ama aslında bir tanrıdır vb.). Amazonda hiç farklı kabilelerle etkileşimde bulunmayanlar, tüm şamanların jaguarlara dönüşme yeteneklerine inanırlardı.

Bir şaman, bir tören gerçekleştirdiğinde, kendinden geçmiş bir hale ulaşmak için, çoğunlukla, ya yagé ya da Ayahuasca adı verilen Banisteriopsis caapi bitkisinden bir çay yaparlardı. Halisünojen içeren bir bitki ile birleştirilen bu çay bir insan için en yoğun sanrı yolculuklarından birini meydana getirirdi. Şamanlar arayışta olanları bu bitkileri bulabilmeleri için yönlendirir, bazen isteyenlere bu bitkileri öğretip verirdi fakat çoğu zaman ruh dünyasına bağlanıp yardımcı olabilmek için bunları kendileri alırlardı. Güney Amerika'daki diğer şamanlar, ruhlarla iletişime geçmek için Peyote, San Pedro ya da diğer kaktüslerde bulunan meskalini kullanırlardı.

Şamanlar tarafından kullanılan ve anahtar görevi gören şey ise mest olunmuş ruh durumuna geçmede  kullanılan enstrümanlardır. Tipik olarak bir davul kullanılır, ancak Güney Amerika'da bazen davulun yerine bazense davulun yanında çıngıraklar kullanılırdı. Güney Amerika şamanları için çıngırak, dünyamız ile bağladıkları ruh dünyası arasındaki uyandırılmış durum için çok semboliktir. Çıngırağın kabağı evreni simgelerken, içerisindeki tohumlar veya taşlar geçmiş olan ataların ruhlarını temsil eder. Şaman ve atalar arasındaki bağlantı, çıngırak kulpundan geçerek, dünya ağacındaki yoldan geçerek evrenle iletişime geçme yolunu simgelerdi.

A, din, Dinlerin atası, Dinlerin temelleri, şamanizm, Şamanizm kalıntıları, Şamanizm tarihi, Şamanizmin kökeni, Amerikan Şamanizmi,Sibirya Şamanizmi,Şamanlar,Tengrizm
SİBİRYA ŞAMANLARI
Sibirya'daki Şamanizm, bu uygulamanın kaynağı olarak kabul edilir. Kültür, Kuzey Asya'daki sürü nüfuslarında, özellikle Tungus olarak adlandırılan bir dili konuşan grupta bulunuyordu. Sibirya ve Moğolistan boyunca Şamanizm yayıldı ve şaman bir kabilenin en saygın üyelerinden biri oldu. Yeni şamanlar ya diğer şamanlar tarafından şamanlığa kabul edilir ya da Şamanizm yollarını öğrenmeleri ve ruhlarla temasa geçmeleri için kabileden ayrılarak yalnız, ruhsal bir yolculuğa çıkarlardı. Şamanlar, uzmanlaştıkları alanlara göre farklı sınıflara ayrılırlardı. Bazıları kötü ruhlardan koruyacak, diğerleri şifacılar olarak görev alacak, bazıları sihir ya da kara büyü yapacaklardı.

Sibirya ve Moğolistan'ın göçebe bölgelerinde yaygın olan yurtlar, Şamanizmde çok semboliktir. Yurt, yeraltı dünyası, fiziksel düzlem ve cennet arasındaki bağlantıdır. Yurdun ortasından çıkan duman, şamanın ölümle temas kurması için kozmik dünyaya götürüldüğü düşünülen yoldur (Muhtemelen dilimizdeki Yurt kelimesi Şamanizm dönemlerimizden gelmektedir).

Sibirya'daki şamanlar için tercih edilen botanik halüsinojen, Amanita muscaria ya da çayır mantarıdır. Mantar çok zehirlidir ve aşırı dozda alındığında ölümcül olabilir, bu nedenle şaman düzgün bir şekilde tanımlayıp uygun miktarda alabilmelidir. Sibirya şamanları, mantarı ren geyiğine yedirir ve arından zehri etkisiz hale getirmek, onun sanrı yaratan etkilerini elde etmek için mantarı yedirdikleri ren geyiğinin idrarını içecektir.

Şamanizm Sovyetler Birliği altında yasa dışı ilan edilirken, SSCB'nin çöküşünden bu yana yeniden dirilişe geçmiştir. Modern Sibirya şamanları, Sibirya nüfusunun dörtte birinin Şamanizmi uyguladığına inanıyorlar. Bu modern Şamanizm cemaatinin inancı Tengrizm (Türk Şamanların da sahip olduğu inanç) olarak adlandırılır ve ulusal bir din olarak kabul edilmiştir. Bu modern Şamanizm, çevreciliğe ve diğer dinlerle birlikte uyum içinde yaşamaya odaklanır. Bazıları bunu Şamanizmin modern çağa göre bir tekerrürü olarak görürken, bazıları Şamanizmin kökeninin temel unsurlarını kaybettiğini ve günümüzde trend olduğu için uygulandığını düşünüyorlar.

Fakat bir gerçek varsa o da Tengrizm'in çok eski bir inanç olduğu ve İslamiyet öncesi Türk toplumlarının arasında çok uzun zaman önce bu Şamanizm türünün hayat bulduğudur. SSCB'nin çöküşü sonrası yaygınlaşması bunu daha yeni bir inanış yapmaz, kökleri çok daha eskiye dayanır.

Yazan & Çeviren & Derleyen: Anu

SPİRİTİZM (RUHÇULUK) DİN MİDİR?

Hazırlayan: A.Kara
spiritizm, Spiritizm din midir?, ruhçuluk, Ruhçuluk din midir? Spiritizm ve Mesnevi,Ruhçuluk ve Mesnevi,Hristiyan toplumlarda Ruhçuluk, ispiritizm, A,din

Spiritizm (ruhçuluk) bir dindir, ancak geleneksel anlamda dinlerle aynı değildir. Dinler genellikle her türden ibadet ile ilişkilidir. Örneğin: şarkı söyleyerek ibadet, belirli bir fiziksel pozisyonda dua etmek, mum ve tütsülerin yakılması, merkezi bir figüre dayanan emirlerin hiyerarşisi, heykellerde temsil edilen manevi varlıklara bağlılıklar, para toplama, oruç vb. ibadetler. Ruhçulara göre bu anlamda Spiritizm bir din değildir, çünkü herhangi bir ayini-ibadeti yoktur. "Eğer bir ruhçuluk merkezine yani topluluğuna katılacak olsaydınız, geleneksel dinler ile ilişkilendirilen ayinlerden hiçbirini bulamazdınız" derler. Tabi ki ruhçular bunu söylese de bu bile ülkedeki dine ve onun coğrafi yapısına göre değişecektir. Örneğin eğer Türkiye'de ruhçular olsaydı eminim ki İslami uygulamalar bir şekilde içlerine girecekti.

Bir başka önemli nokta Allan Kardec'tir. Ruhçuluk ile yeni tanışan biri onların Allan Kardec'e bir tür peygamber olarak ibadet ettikleri izlenimine kapılabilir fakat ruhçular bunun doğru olmadığını söylüyorlar. Onlar için Allan Kardec ruhçuluğun derlenmesinde yer alan bir aracıydı. Allan Kardec, Spiritizm'in kodlayıcısı, diğer bir deyişle düzenleyicisi ya da ruhçuluğun şefidir ve İsa Mesih'in takip edilebilecek en yüksek ahlaki model ve rehberi olarak görülür. Buradan da anlaşılabileceği gibi, başta da dediğim gibi, ülkedeki egemen din, ruhçuluğu dolaylı yollardan etkilemektedir. Örneğin bu yazımda ruhçuluğun Mesnevilikle oldukça benzer olduğunu söylemiştim.

Bununla birlikte ruhçuluk bir dindir çünkü içinde, Tanrı'nın varlığı, ruhun ölümsüzlüğü, eylemlerin sonuçları gibi birçok dinin temel inançları vardır. Hristiyan toplumlardaki ruhçulara göre  Spiritizm'in bir din olmasının diğer sebebi İsa Mesih'in ahlaki öğretilerini kinaye ve şüpheli yorumlardan arındırıyor olmasıdır. Son olarak evet Spiritizm bir dindir çünkü onlara göre ruhçuluk, bireyleri tüm dinlerin peşinde olduğu yaratıcı ile birleştirmeyi amaçlamaktadır.

Şahsi kanaatimce ruhçuluk da tıpkı dinler gibi insan ürünü olduğundan, coğrafyalardaki egemen din ve toplumlara göre değişiklik gösterir ve etkilenir. Egemen dinlerini korumak isteyenler bir ispat-kaynak olmamasına rağmen ruhlarla iletişime geçtiklerini, medyum güçleri olduğunu iddia ederek dinlerini savunacak sözler söyleyebilir, bazıları ise kendilerini daha güçlü hissetmek adına ruhlarla konuşabilmek gibi insanüstü güçleri olduğunu iddia edebilir. Bu yüzden ruhçular ülkedeki egemen dinin inananları tarafından zaman zaman alkışlanır (eğer inandıkları dini savunan sözler sarf ediyorsa), zaman zaman ise dini bozmakla suçlanırlarlar (dinlerini savunan sözler söylemiyor veya kendini ilahlaştırıyorsa).

JAİNİZM'DE DHARMA

A, din, jainizm, Jainizm hakkında, Jainizm ve Dharma, Jainizm'de Dharma, Jainizmde sofuculuk, Jainizme göre din, Jainler, Jainlerin antları, Mahavira, Mahavira'nın yolları,
Jainler, zararsızlığın en yüksek din olduğuna inanırlar.
Onlar, jivalarının (ruhlarının) daha fazla karmaya (talih döngüsü) sahip olmayacakları şekilde yaşamayı amaçlar ve böylece zaten sahip oldukları karmayı ya ortadan kaldırdıklarına ya da çökmesine yardımcı olduklarına inanırlar. Bunu disiplinli bir yaşam yolunu izleyerek yaparlar.

Yol yada Mahavira'nın savunduğu Dharma (gerçek, öğreti) katı bir sofuculuk, çilecilik, vazgeçme ve manevi yönden gelişmeydi. İzleyicilerine şu üç mücevheri geliştirmeleri için talimat verdi:
  • Doğru İnanç
  • Doğru bilgi
  • Doğru davranış
Bu üç mücevherden ortaya çıkan ve doğru davranışlarla ilgili olan şey şu sözlerin yer aldığı beş yoksunluktur:
  • Ahimsa (şiddet dışı)
  • Satya (doğruluk)
  • Asteya (çalmama)
  • Aparigraha (edinimsiz)
  • Brahmacarya (ikincisi)
Bu 5 yeminin iki farklı şekli vardır:
Mahavrata: Jain rahipleri ve rahibeleri tarafından takip edilen 5 büyük ant
Anuvrata: Jainler tarafından takip edilen daha az ant içeren bir yemin. Bunlar büyük yeminlerin daha az katı olanlarıdır.

Yazan & Çeviren: Anu

15 YIL TANRI VE ATEİZM | 8

Yazan: Zübeyde Savaş
15 yıl tanrı ve ateizm 8, din, Farklı tanrılar, Gerçek hayat hikayesi, Küçük çocuklara tanrı masalları, Tanrılar nasıl oluştu?, Zübeyde SAVAŞ,

15 YIL TANRI VE ATEİZM | 8

Barış evine gider, bu olan bitene hiç bir anlam veremez, bir yanlışlık var ama nerde, artık günün neredeyse tamamını ibadete ayırır, tanrıya yalvarır.

Barış ülkenin din merkezine her hafta bir mektup gönderir hiç cevap alamaz, bir ay sonunda haftada iki mektup gönderir, sonra üç mektup göndermeye başlar üç ay sonra bir mektup gelir, ülkenin din merkezindeki yetkililerin söylediklerinin aynısı yazar, bir daha mektup göndermemesini isterler. Barış’ın çelişkisi iyice artar, bir akşam üzeri din kurumlarına verdiği parayı hesaplar ve evinin çatısını üç kez yaptıracağını anlar, tam o sırada kapısı çalar, Barış kapıyı açar, gelenler muhtar ve yanında iki kişidir.
Muhtar:
- Biz gelmesek senin geleceğin soracağın yok.
Barış:
- Hoş geldiniz, olur mu muhtarım senin yerin başkadır içeri geçin lütfen.
İçeri girerler otururlar, yabancılar üzülerek evin içine bakarlar.
Muhtar:
- Sana kırgınım ya neyse, bu arkadaşlar kurtlara verici takmak istiyorlar, bu bölgeleri iyi bilen birisini arıyorlar, ben de senin olduğunu söyledim, bunun içinde sana para verecekler, ne dersin?
Barış:
- Olur, ne zaman başlarız?
Yabancı:
- Hemen, bu gece, kar aşırı yağmadan olmalı.
Barış:
- Olur da at var ahırda nasıl olacak?
Muhtar:
- Ben varım ya oğlum.
Barış hazırlanmaya başlar.
Barış:
- Gidelim, ben hazırım.

Barış muhtarla vedalaşır, iki yabancıyla birlikte arabaya binerek yola koyulurlar, sohbete başlarlar, Engin ve Arda'dır isimleri sabaha doğru kurtların yoğun olduğu bölgeye gelirler, Barış sabah namazını kılar ve on beş dakika kadar da ibadetini sürdürür, sonra arabaya biner, Engin o arada İncil okur.
Barış merakla:
- O kitap ne bakabilir miyim?
Engin:
- Tabi, bu İncil.
Barış:
- Okumamda sakınca var mı?
Engin, İncili Barışa verir.
Arda:
- Olur mu öyle şey okuyabilirsin istersen sende  kalabilir, biz Hristiyanız, senin için bir sorun olur mu?
Barış:
- Hayır, neden olsun ki, ben de tanrıya inanıyorum siz de tanrıya inanıyorsunuz sadece bizim ibadetlerimiz farklı.

Barış bir anda tanrıya ulaşmak için kullandığı yolun yanlış olduğu fikrine kapılır, demek ki bu yüzden tanrı bana yardım etmedi sekiz yıl boyunca, acaba doğru yol bu mu diye düşünceye kapılır.
Barış:
Bana İncil’den bahseder misiniz?
Arda:
- Tabi, bundan zevk duyarım.

Arda Hristiyanlık dini hakkında çok iyi bilgisi olduğunu söyler ve Engin’le anlatmaya başlarlar, Barış sadece dinler, saat gece yarısını bulmuştur, yatmaya karar verirler, sabahtan kalkarak kurtları ararlar ve  İncil’i anlatırlar. İki hafta olmuştur kurtlara altı verici takmışlardır, işleri biterek köye doğru dönerler, Barış dinlemeye devam eder, köye yaklaşırken.
Barış:
- Bana daha fazla din kitabı gönderir misiniz?
Arda:
- Evet, bundan memnun oluruz.

Köye gelirler, Arda Barış’a para verir, teşekkür ederler ve giderler. Barış günlerce İncil’i okur, aradan iki hafta geçmeden onlarca kitap gelir, Barış kışı kitapları okuyarak geçirir. Yayla dönemi yaklaşırken Arda’ya bir mektup gönderir hangi yaylaya gittiğini ve Hristiyan olmak istediğini yazar, yayla dönemi gelmiştir, Barış koyunları köyde toparlarken din görevlisi gelir yanına:
- Barış kış boyunca camide göremedim seni ne oldu merak ettim.
Barış, tebessüm ederek:
- Beni bekle lütfen.
Barış koşarak eve gider gelir:
- Hocam bu benim yıllarca yaptığım yardım listesi, her cuma ve bayram namazlarında camiye verdiğim tarih ve miktarlarıyla not aldığım liste, bu da ülkenin din merkezinin en yetkili yerin bana gönderdiği mektubun bir kopyası al oku.

Din görevlisi  liste ve mektuba bakar fakat hiçbir şey söylemeden oradan ayrılır. Barış koyunları alarak yaylaya doğru yola koyulur. Yaylada bir ay olmadan, Arda ve Engin birçok kişi oraya gelerek Barış’ı vaftiz ederler sevgiyle kucaklarlar, Arda dinle ilgili yüzlerce kitaplar verir. Barış çok sevinir herkese hediye olarak peynir verir, koyun yedirmek ister fakat kendi koyunları olmadığı için bunu yapamaz, üzülür, Barış tanrıya Hristiyan olarak koyunların ikiz olması ve kendi sürüsü olması için dualar eder. Barış yolda gördüğü  zor durumda olan herkese yardım etmeyi sürdürür, artık yaylalarda bile tanımıyan ve sevmeyen kimse kalmaz. Aradan yedi yıl geçer koyunlar yayla döneminde ikiz etmez, ikiz olanlar da ölür, Barış Arda’ya bir mektup gönderir evinin çatısı için Hristiyan kardeşlerinden yardım istemiştir.

Barış yaylaya geleli bir hafta olmamıştır, bir gecenin sabahına doğru  kurt sesleriyle uyanır, güneşin doğmasına bir saat vardır, kurtların sesleri o kadar yakından gelir ki korku sarar her yanını, köpekler Barış’ın yanından ayrılmaz Barış kurt sesleri kulağında yankı yaptığını duyar, kurtlar koyunlara saldırmaz, köpekler Barış’a bakarlar, titrer tanrıya dua ederken kurtların uluması sarar her yanı, ayağa kalkar köpeklere gidin der bu gün savaş günü. Köpekler savaşa giden askerler gibi heybetli cengaver havasında ölüme koşarcasına kurtlara doğru mermi hızında atılırlar. Güneş doğmaya başlar, köpekler kurtlara yaklaştıklarında dururlar kurtlar oldukları yerden ayrılmazlar, köpekler kurtlara on beş yirmi metre kadar yakınken durup Barış’a son kez komut versin diye bakarlar, kurtlarsa savaş alanını ölüm pahasına terk etmeyen askerler gibiydi. Barış bir anda tepe başında altı ayı'nın olduğunu görür, kurtlara baktığında ise kurtlar bir anda kaybolmuşlardı, hadi der köpeklere, köpekler ayıların peşine düşer ve onları uzaklaştırırlar, Barış kurtların yardım ettiğini düşünür.

Sabah olduğunda, içinde korku oluşmuştur nedenini anlamaz gece yaşananlardır diye düşünürken tepelerden gelen sisi görür, dakikalar içinde sis her yanı kaplar, koyun sürüsünü göremez daha önce  bunun gibi bir sis görmemiştir. Dua etmeye başlar içinde olan korku artar bir saat olmamışken sis kaybolmaya başlar sürüyü göremez sanki sis koyunları almıştır. Her yana koşar bulamaz ne koyunlar ne köpekler, yaylada tek başına çaresiz koşarken köpeklerin seslerini duyar kayalıklarda, oraya doğru gider koyunların bazıları uçurumdan düştüğünü görür, düşen koyunların yanına giderken Ramadan gelir, Ramadanı  köylülere haber vermesi için gönderir, düşen koyunlardan sağ kurtulan yoktur iki yüz seksen altı koyun ölmüştür. Dua etmeye başlar, ya hepsi ölseydi ne olurdu tanrıya teşekkür ederek dua eder, bir süre sonra  köylüler gelir, köylüler Barış’ı suçlarlar koyunların ölümünden, bağırırlar küfür ederler bir dövmedikleri kalmıştır. Ramadan veteniner ve yetkili insanlarla gelir, gelen yetkililer koyunları ve kayalıkları incelerler. Barış olanları anlatır.

Diğer sayfalar:
◄ [7] , [9] ►

KUR'AN'DA KADIN VE HZ MUHAMMED'İN HANIMLARI | PDF KİTAP

Arif Tekin'in "Kur'an'da Kadın ve Hz.Muhammed'in Hanımları" adlı kitabının epub ve pdf formatını sizlerle paylaşmak istedim. Kur'an'da kadının konumu hakkında ve Muhammed'in eşleri konusunda sizi bilgilendirecek kaynaklardan biridir. Arif Tekin'in diğer kitaplarını da indirip okumanızı tavsiye ederim. Kitabı okumak veya indirmek için aşağıdaki resme tıklayabilirsiniz.
PDF olarak indirmek için ise lütfen buraya tıklayınız.
iyi okumalar.

Uyarı: Telif hakları eser sahibine aittir, uygun görülmemesi durumunda telif sahibi dinvemitoloji@gmail.com adresinden irtibata geçerek yayını kaldırtabilir.

Arif Tekin Kur'an'da Kadın ve Hz.Muhammed'in Hanımları pdf, Arif Tekin pdf, Kur'an'da Kadın ve Hz.Muhammed'in Hanımları pdf, din konulu kitaplar, Kur'an'da kadın pdf, Pdf kitap, pdf kitap indir,

OUROBOROS

Antik semboller, Ouroboros,Viking sembolleri,Yıkımdan sonra yaşam,Evrenin kendini tüketip tekrar yaratması,Ouroboros neyi sembolize eder?,Ragnar Lorthbrok,A,Kuyruğunu yiyen ejderha
Ouroboros, çeşitli antik kültürlerde kıtalar arasında bulunan eski bir semboldür. Kendi kuyruğunu yemekte olan bir ejderha, bazen mükemmel bir çember içine sarılmış bir yılan sembolüdür. Bu sembol bazılarına rahatsız edici gelse de, onun birçok insan için büyük bir güç ve anlam taşıdığı gerçektir. Vikingler'den Keltlere, eski Avrupa kültürleri bu sembolü mezarların, taş anıtların, mağaraların, çömleklerin, kalkanların ve daha pek çok şeyin üzerine yada kenarına oymuştur. Aslında, Ouroboros şu sıralar popüler olan televizyon dizisi "Vikings"den de bildiğimiz Viking kahramanı Ragnar Lothbrok ile ilişkilidir.

Ouroboros sadece Avrupa tarihinde değil, daha eski medeniyetlerde de öne çıkıyordu, mesela eski Mısır'da. Araştırmacılar ve tarihçiler bu kutsal sembolün Mısır'da ortaya çıktığını ve daha sonra Avrupa'ya yayıldığını söylüyorlar. Ouroboros'un (bildiğimiz) bilinen ilk kullanımı, Tutankhamun'un (Tutankamon) mezarıdır ve Cehennemin Gizemli Kitabı'nda yer alır. Mısırlılara göre, Ouroboros'un sonsuzluğu temsil etmektedir ve evrenin yıkımdan sonra kendi içinde yeniden kendini yarattığı düşüncesidir.

Diğer kültürlerin bazı yaratıcısı tanrılarının efsaneleri de kendi kuyruklarını yiyen yılan biçimindedir. Bu sembol genellikle iki sarmalın sembolü olan Caduceus ile yakından ilişkilidir. Caduceus, modern batı tıbbının bir simgesidir ve mavi haç, mavi kalkan logosunda kullanılır.

Ouroboros, antik Keltler ve Mısırlıların ortadan kaybolmasından çok sonra simyacılar ve gnostikler tarafından kullanıldı. Günümüzde çeşitli metin ve mimaride kullanımı görülebilir. Eğer Ouroboros, ebedi yaşamın ve rekreasyonun bir temsili ise, belki de bize yıkımdan sonra yenilenmenin geldiğini göstermektedir.

Yazan & Çeviren: Anu

ALEVİLİKTE 4 PİR, 4 KAPI VE 40 MAKAM

Alevilik genel olarak bir dine dayandırılsa da dine tamamiyle bağlı olmadan yaşayan ve yaşatılan bir felsefedir. Kimileri İslam’ın doğuş koşullarından başlatır ve bunu İslam heterodoksisi ( yani İslam muhalefeti ) biçiminde algılar. Kimileri Aleviliği İslam’i bir cilaya bürünmüş Zedüştlü’ğün bir güncellemesi olarak algılarlar. Kimileri ise yine İslam’i bir örtü altında Şamanizm’in güncel bir olgusu olarak algılar. Bazıları İslam’dan önce Luviler-Aluviler Işık insanlarından geldiğini düşünmektedir. Toplum içerisinde Alevilik İslam içinde bir mezhep veya bir gruptur. Kimine göre doğaya ve insana dayanan antik bir inanç yada kimine göre tamamen kendine özgü kuralları ve felsefesi olan bir tasavvufi inanç sitemidir.

İslamdan sonra temeli kaynaklara ve hikayelere bakılacak olursa dine dayalı olsa da aslında daha sonradan bir felsefeye dönüşmüştür. Peygamber öğretilerinden çok okullu bir geleneğe sahiptir. Örneğin Hacı Bektaş ilçesinde ki Pir Dergahı ana üniversitedir, Elmalı’da ki Abdal Musa Dergahı bir ünversitedir, geçmişte Mısır’da Kahire’de Mukaddem Tepesi’nde ki Kaygusuz Abdal Dergahı bir ünversitedir, Kerbela’daki Kerbela bir üniversitedir. Bugün Yunanistan içerisinde bulunan Kızıl Deli Dergahı bir üniversitedir. Bu ve buna benzer belki kaynaklara geçmeyen daha çok okul vardır.

Bu konuya dayanarak Alevilikte önem arz eden 4 Pir'i anlatacağım.

4 PİR

Alevilik, din, N.Kara, 4 Pir 4 Kapı ve 40 Makam, 4 Pir, Hallac-ı Mansur, Fazlullah Hurufi, Seyyid İmameddin Nesimi, Hz Hüseyin, Alevilik makamları, Kızılbaşlılık, Alevilikte tasavvuf, 40 makam,
HALLAC-I MANSUR (Ölüm-MS 26 Mart 922) 
1.Hallac-ı Mansur toplu bir ibadet sırasında Allah aşkı ile kendinden geçtiği bir sırada; "Enel-Hak" dedi. Bu sözün anlamı (Ben Hakkım ve Haktan başka hiç kimse yok) demekti. Bu sözü için katline fetva verdiler. Halife, onun bir yıl zindana atılmasını emretti. Mansur özgün adı ile Kızılbaş, Sünnilerin nefretle andığı birinci Pir olarak seçilmiştir. MS 922 yılında o dönemin Halifesi , "O, fitne çıkarmak istiyor, onu katledin veya Enel-Hak sözünden dönene kadar dövün" emrini verdi. Ona önce yüz kırbaç vurdular. Hiç ses çıkarmadı. Ölmediğini görünce, ellerini ve ayaklarını kestiler. "Korkudan sarardığımı sanmayın. Kan kaybetmekten sararıyorum" dedi... Darağacında "Tasavvuf nedir?"diye sordular. "Tasavvufun en aşağı derecesi, işte bende gördüğünüz bu hâldir." "Ya ileri derecesi?" dediler. "Onu görmeye tahammülünüz olmaz" dedi.

Hallac idam edilmeden önce halk O’na taş atmaya başladı. Atılan taşlara hiç ses çıkarmıyor, hatta tebessüm ediyordu. Ardından bir dostu, gül attı. O zaman inlemeye başladı. Sebebi sorulduğunda; "Taş atanlar beni tanımaz. Halden anlayanların bir gülü beni incitti" dedi. Ellerinden, bacaklarından sonra dilini de kesmek istediler. Hallac kendini katledenlerden İzin isteyip; "Allah’ım, bana senin için bu işkenceyi reva görenleri affet!" diye yalvardı. Mansur En-el Hak (Ben tanrıyım) dediği için muhabbet edilen bir ibadet eyrinin ortasında bulunan dar ağacına asılmış ve vücudu parçalara ayrılıp sonra yakılarak külleri Dicle’ye atılarak ortadan kaldırılmıştır. Hallac-ı Mansur’un asıldığı dar ağacı ve dar ağacında asılı bir bedenin duruş biçiminden esinlenilerek bir dar duruşu tanımlanmıştır. Alevililikte kızıl başlılıkta ki anlamı olarak da tevsir edilir. Kollar önde çapraz, baş yana hafif kesik biçimde duruş, ayakları mühürlü duruş Hallac-ı Mansur duruşudur ve bu yola teslim olunduğunu, can vermeye hazırım demeyi ifade eder.

Kısa bir sözü : "Hakka olan aşk, hakka götürür, Bir’e olan aşk, Bir’e götürür!"

Alevilik, din, N.Kara, 4 Pir 4 Kapı ve 40 Makam, 4 Pir, Hallac-ı Mansur, Fazlullah Hurufi, Seyyid İmameddin Nesimi, Hz Hüseyin, Alevilik makamları, Kızılbaşlılık, Alevilikte tasavvuf, 40 makam,
FAZLULLAH ESTERABADİ (Ölüm- 1394)
2.Fazlullah Hurufi’dir. 1339-40 yılında Hazar Denizinin güneydoğusunda bulunan Esrerabat şehrinde dünyaya gelmiştir. Asıl adı Fazlullah Naim Tabrizi Astarabadi’dır. Yaşamaının büyük bir bölümünü Azerbaycan’da geçirmiştir. 7 imamcılığın kanadı olarak tanımlayabileceğimiz bugün ki Azarbeycan toprakları üzerinde Hasan Sabbah hareketi iklimi üzerinde gelişmiş olan egemenleri ürküten ve korkutan çok cüretli bir felsefecidir. Ayrıca Fazlullah Hurufi bu inanç ve öğretinin kurucusudur. Sırtından bıçaklanarak öldürüldüğü (1394 yılında 56 yaşında düşüncelerinden dolayı öldürülmüştür) genel kabul gördüğü için bir Kızılbaş yere kapandığında yani yere eğildiğinde (dara durmuş) Fazlullah gibi yolum için, felsefem için, inancım için bıçaklanmaya hazırım demek ister.

Hurufi öğreticisinin kurucusu olan Fazlullah Hurufi , inanç ve kültür tarihimiz açsından önemli bir yer tutar. Onun asıl amacı çok fazla etkisi altında kaldığı Batıni fikirlerinin İran’da ve Türk memleketlerinde hakim kılınmasıdır. Ayrıca Arap kültürüne karşılık Fars kültürünün hakim kılınması için harflerle ifadeyi öne çekmesinin nedenlerinden biri de budur. Hurufi dini hükümleri 28 ve 32 sayısına tatbik edip bu harflerin insanda bulunduğunu kabul etmiştir. O ‘İlahi ışığa ancak rüya yoluyla ulaşılabilir. Beni gören hakkı görmüş olur” sözü ile feyz kapısının açık olduğunu göstermektedir.

Fazlullah 32 harfin her birinde evrenin kendisinin görüldüğünü ısrarla belirtmektedir. Harflerin içerdikleri toprak,insan,su,ateş(4 kapı) her birisi küçük bir evrendir.

Kısaca bir şiiri :
Ömrüm boyunca şîrvân’da bir tek dostum olmadı.
Dost nerede? hangi dost? keşke bir tanıdık olsaydı.
Bu çağın hüseyin’iyim; düşmanlarım, yezîd ve şemir’im,
Bütün günlerim aşure benim ve şîrvân da, kerbelâ...
Varlığım olmadığı zamanlarda,
Allah’tan başkası var değildi.
Varlık mısr’ına geldiğimde,
Züleyha yusuf’la birlikte değildi
Meleğin bana secde ettiği gün,
Baksana; havva, ademle birlikte değildi.
Ben yaşamaktan söz ettiğimde,
Mesîh meryem’in teninde değildi.
Musa’mız allah’la konuştuğunda,
Ortalıkta konuşan mevcut değildi.

Alevilik, din, N.Kara, 4 Pir 4 Kapı ve 40 Makam, 4 Pir, Hallac-ı Mansur, Fazlullah Hurufi, Seyyid İmameddin Nesimi, Hz Hüseyin, Alevilik makamları, Kızılbaşlılık, Alevilikte tasavvuf, 40 makam,
SEYYİD İMAMEDDİN NESİMİ ( Ölüm- 1417 )
3.Halep’te derisi yüzülerek öldürülen Seyyid İmadeddin Nesimi’dir .1369 veya 1370 yılında Azerbaycan'ın Şamahı şehrinde doğmuştur. İdamının da 1417 yılında olduğu düşünülmektedir. Türkçe ve Farsça divanları vardır. Şiirleri dönemin bir çok şairini etkilemiştir. Şiirlerinde Hallac-ı Mansur'u andıran ifadeler kullanmasıyla idarecilerin tepkilerini üzerine çok çekmiştir.

Nesîmî bir Türkmen'dir ve Şeyh Şiblî'nin dervişlerindendir. Nesimi İran'da Hurufîliğin önderi olan Fazlullah-ı Hurûfî'ye intisap etmiş, daha sonra onun halifesi olmuştur. Sonrasında Hacı Bayram-ı Velî'ye intisap etmek istemiş ancak bu isteği kabul edilmemiştir.

Nesimi Alevilik ve bölge Şiiliğinde Yedi Ulu Ozan'dan biri kabul edilmiştir. Toplumda genellikle Kul Nesimî adlı Alevi ozanla karıştırılır. Aslında bu iki kişi farklı yerlerde yaşamış farklı insanlardır. Kul Nesimî şiirlerini saf Anadolu Türkçesi ile yazarken , Azerbaycanlı Nesimî'nin şiirlerinde bolca Arapça ve Farsça kelimeler bulunur.

Kısaca bir şiiri:
Har içinde biten gonca güle minnet eylemem
Arabi farisi bilmem, dile minnet eylemem
Sırat-i müstakim üzre gözetirim rahimi
iblisin talim ettiği yola minnet eylemem

Bir acaip derde düştüm herkes gider karına
Bugün buldum bugün yerim, hak kerimdir yarına
Zerrece tamahım yoktur şu dünyanın varına
Rızkımı veren hüda'dır, kula minnet eylemem

Oy Nesimi, can Nesimi ol gani mihman iken
Yarın şefaatlarım ahmed-i muhtar iken
Cümlenin rızkını veren ol gani settar iken
Yeryüzünün halifesi hünkara minnet eylemem

Alevilik, din, N.Kara, 4 Pir 4 Kapı ve 40 Makam, 4 Pir, Hallac-ı Mansur, Fazlullah Hurufi, Seyyid İmameddin Nesimi, Hz Hüseyin, Alevilik makamları, Kızılbaşlılık, Alevilikte tasavvuf, 40 makam,
HZ.HÜSEYİN (  Ölüm -MS.10 ekim 680 )
4.Kerbela direnişinin simge adı Hz. Hüseyin’dir. Aleviler (Kızılbaşlar) Hz.Hüseyin’i baş Pirleri olarak görmektedir.Hüseyin içn dar duruş ayak mühürleme duruşu ile temsil edilir. Ayak mühürleme sağ ayağın sol ayağın baş parmağı üzerine bastırma şeklinde uygulanır. Kaynak Zerdüştlük’tür. Zerdüştlük’te Avesta’yı (Zerdüştlüğün kutsal metinlerinin derlendiği kitabı) incelediğimizde orada vücudu olumsuz güçlerden özellikle şeytandan arındırma erkanı vardır. Bu uygulama alevilikte genelde öldükten sonra yapılır ama yaşarken de yapılabilir. Burada su ile şeytan düşmandır, daha doğrusu şeytan sudan hoşlanmaz. Başına su serpildiği zaman başından şeytan kaçar sağ omuza, sağ omuza su serpilir sol omuza derken en sonra sol ayağın baş parmağın ucuna kadar şeytan kovalanır. Şeytan görür ki başka kaçacak yer yok, bedeni terk etmek istemez ve geri döner. Onun geri dönüşünü engellemek için sağ ayağın baş parmağı sol ayağın baş parmağı ucu serbest bırakılacak biçimde bastırılır.Bu uygulama çeşitli kültürler içinden gelmiş Kızılbaşlara yansımıştır fakat daha sonra bunu silmiş daha doğrusu unutmuşlar ve yerine kutsal gerekçe tasarımlamışlardır. Bu kutsal tasarıma göre Ali yada Muhammed torunlarından yada  çocuklarından su istemiş onlarda koşmuşlardır. Hüseyin’in ayağı taşa takılmıştır. Sol ayağının baş parmağı kanamaktadır. Babası yada dedesi görmesin diye sağ ayağı ile sol ayağının kanamakta olan baş parmağının üzerine bastırır. Bu yaptığı uygulama üzerinden bir kutsal gerekçe üretilmiştir.

Kısaca bir sözü:
'İnsanların en cömerti istemeden veren, en asili de intikama gücü yeterken bağışlayandır.'

ALEVİLİKTE 4 KAPI VE 40 MAKAM
Dört kapı kırk makam Kızılbaş’lılığın, Alevi’liğin, Bektaşi’liliğin eğitim programıdır.Alevi/Kızılbaş inancına göre; her canlı doğuştan olgunlaşmamış ham bir kişiliğe sahiptir. İnsan ise kendi iradesinin dışında herhangi bir toplumda doğar ve o toplumun kültürel, ulusal, manevi, özelliklerini devralırlar. O toplumun gelenek ve göreneklerine göre şekillenirler. İnsan evladı gelişimi, yaşam biçimi, fiziksel açıdan olgunluğa erişebilmesi için çeşitli evrelerden geçer. Bebeklik, çocukluk, ergenlik, gençlik gibi evreleri aştıktan sonra yeni bir dönem başlar: olgunlaşma. Tabii ki burada toplumsal olgular önemli bir rol oynar.

Alevi , Kızılbaş öğretisinde bir talibin eğitim gördüğü ve el aldığı, icazet aldığı kademelere “Kapı” denir. Orada geçilen aşamalara ise “Makam” denir. Alevi inancında 4 Kapı ve her kapının 10 Makamı vardır. Bu inanışta yerin altını, üstünü, evreni çevreleyen toprak, su, hava ve ateştir. Kızılbaş , Alevi inancına göre insanın olgunlaşabilmesi için yani İnsanı Kâmil olabilmesi için “4 Kapı” da uygulama olarak belli aşamalardan geçtikten sonra olgunlaşır. 4 Kapı ve 40 makam öğretisiyle eğitilen toplum gereken koşullarda olgunlaşır ve kâmil insanlar topluluğunu oluştururlar. Bir insan bu kapıyla, makamlardan geçerek benliğini yıkar, arı ve duru olur. Alevi ,Kızılbaş erkânında her kapı simgesel elementle tanımlanır ve her kapının simgesel bir anlamı vardır. Hava, su, toprak ve ateş bu kapıların simgeleridirler. İnanışlarına göre milliyet, ırk, cins, dil, din ayırımı yapılamaz. Çünkü onlara göre insan evladının yaşayabilmesi için hava, su, toprak ve ateş bu doğada yaşayan bütün canlı varlıklara Hakk’tır.

4 KAPI

1. Hukuk Kapısı:
Hukuk Kapısının evrensel simgesi Hava’dır. Alevi, Kızılbaş inancına göre Hukuk Kapısında talipler ve öğrenciler Alevi inancıyla Hukuk Kapısında yüzleşirler. Bu vesile ile de Hakk’a inanırlar.
Hukuk Kapısında taliplere öğretilen 10 Makam öğretisi:
Hakk’a inanmak
Pirlere inanmak,
İlim yolundan gitmek,
Çevreye uyum sağlamak,
Çevreye ve doğaya zarar vermemek,
Hak yememek,
Adil ve şefkatli davranmak,
Toplumsal değerlere sahip çıkmak
Toplumsal değerlerle bağdaşmayan işlerden uzak durmak,
Temiz olmak
Ailesine faydalı olmak öğretilir.

2. Yol Kapısı:
Yol Kapısının evrensel simgesi Ateş’tir. Alevi Kızılbaş inancında Yol Kapısı ikrar kapısıdır. Bir talip bir can bu kapıda mürşide ikrar vermiş talip olmuştur. İkrar töreni – erkânı bu kapıda yapılır. Bu kapıda Meydan’a (cem evine) girmiştir. Meydan’a her can kendi arzusuyla gelir. Ama yalnız değildir. Yanında “Yol” arkadaşı, yani “Musahibi” vardır.Meydan (Cem) ateşten gömlektir. “Yol“a meydana gelen talip ateşten gömlek giymiş, ateşten sınanmıştır artık. Alevi yaşamında her daim yeninin kültürü ateş olmuştur. Ateş kötülüğü, cahilliği, kini, kasaveti yakmıştır.
Yol Kapısında taliplere öğretilen 10 Makam öğretisi
Mürşidin öğütlerine uymak,
Arınmak,
Cem’e girmek,
Yol Arkadaşı (Musahib)lik
Hizmeti görev olarak kabul etmek,
Özüne sadık kalmak (özünü fakir görmek),
İyilik için çaba harcamak,
Haksızlık yapmamak
Ümitsizliğe kapılmamak,
Bilgiçlik tasarlamamak.

3. Marifet Kapısı:
Marifet Kapısının evrensel simgesi Su’dur. Su arıdır,durudur. İlham verir. Çünkü insan bilir ki yaşam su ile başlar. Alevilikte gönül verme, kabul etme evrensel olarak suyun uzantısıdır. Alevi Kızılbaş inancında Marifet Kapısı kendini bilme, kendini tanımadır. Semavi dinlerde kendini bilen Hakk’ı da bilir, kendini bilmeyen Hakk’ı bilmez. Kendini bilen bir talip evrenin sırlarını da bilir.
Marifet Kapısında taliplere öğretilen 10 makam öğretisi
Kendini bilme,
Su gibi duru olmak,
İlim irfan sahibi olmak,
Güzel ahlaklı olmak,
Sabırlı olmak,
Hoşgörülü olmak,
Bencil olmamak,
Kin ve garezden uzak durmak,
Özüne sadık olmak,
Cömert ve yiğit olmak.

4. Hakikat Kapısı: 
Hakikat Kapısının evrensel simgesi Toprak’tır. Hakk bu kapıda kendini bu aşamaya ulaşmış olanla birleştirmiştir. O yüzden Alevi , Kızılbaş inancında bir talibin ulaştığı en üstün aşama Hakikat Kapısıdır. Bu kapıda “Gerçeği gerçekle izlemek” vardır ve bu kapıya ulaşmış , Hakk yolunda buluşmuş olan talibin “Gerçeği gerçekle gördüğü” kişi kendisinden başkası değildir. Hakk kendi suretindedir.
Hakikat Kapısında taliplere öğretilen 10 makam öğretisi
Hakk’ın varlığına ulaşmak,
Hakk’ın sırını öğrenmek,
Gerçeği bilmek gerçeği gizlememek,
Birlik ve beraberliğe yönelmek,
İnsanı sevmek,
bir görmek İyilik yapmak,
Mütevazı olmak,
Kimseyi hor görmemek,
Kimsenin ayıbını görmemek,
Eğitici ve öğretici olmak

Alevi Kızılbaş inancına göre Toprak, aynı zamanda yeraltındaki iyiliklerin, güzelliklerin, kötülüklerin temsilcisi, bereketin bolluğun, tarlaların, ürünlerin, doğumun, ölümün, aşkın kontrolü onun simgesidir.Pirlerimiz “Hızır, cenneti toprağın altına değil, üzerine kurmuştur” demişler. Hakikat Kapısının sevgisi insan sevgisidir. Aleviler Hakikat Kapısının simgesi olan toprağı, bir bilge olarak görmüş onu yer ve gökle birleştirmiştir. Onlara göre “yer ana ,gök gerçeğin babasıdır” bu yüzden insan sevgisini gökyüzünün direği olarak kabul edilmiştir.

Önemli Not: Osmanlılar Alevi,Kızılbaşları asimile etmek ve İslam’ın içine çekmek için 1600 yıllarından sonra Alevi,Kızılbaşlıkta var olan 4 Kapı’dan Hukuk Kapı’sını Şeriat Kapısı olarak, Yol Kapısını ise Tarikat Kapısı olarak değiştirmeye çalışmışlar. Oysaki Alevi,Kızılbaşlar İslam’ın doğuşundan bu yana şeriatı reddetmişler. Şuan birçok yerde Şeriat ve Tarikat Kapısı olarak geçse de ben ilk ve öz haliyle yazmaya çalıştım.

Bu yazımın ardından Vahdeti Vücut ve Vahdeti Mevcud nedir? Alevilik ile Mevlevilik arasında bağ var mı? Alevilik Felsefesi ve Alevilikte Cem Nedir? ‘Alevilikte Benimsenen Şahıslar’ gibi yazılarımla sizlerle olacağım. Görüşmek üzere.

Yazan: N.Kara