HABERLER
Dini Haber

ATEİST OLMA HİKAYEM

sizden gelenler, din, Ateist olma hikayem, Neden Ateist oldum?, Nasıl Ateist oldum?, Allah var mı?, Vicdan ve akıl, ateizm,
20 yıl dini bütün bir ailede yaşadım. Her kuralın mantığını sorgularım bu yüzden kuranı da hocaların tefsirlerine göre yorumlayarak anlamlandırmıştım. 2009 yılında hac vazifem sırasında alışveriş yaptığımız kabenin arka sokaklarında 1 adam karısını ve yaklaşık 2 yaşlarındaki çocuğunu tekme tokat eve sokmaya çalışıyordu.

Kilometrelerce uzaktan biz bu kabeye hiza durup namaz kılıyorken adam kabenin arkasında zulüm ediyor?? 2 yaşındaki bebenin imtihanı ne olabilir? Üstelik kimse kimsenin günahını yüklenmez diye ayet varken...?

Üniversitemdeki ilahiyat bölümü doçentinin konuşmalarından dinden uzak olduğunu anladım. O yıllarda hala var olan ablaların arasına karışıp sohbetlere gittik ve bende yeni yeni oluşmaya başlayan soru işaretlerini hocaya sordum.Yüzündeki gülümsemeyi unutamıyorum.Bana sorgulamaya devam et dedi.

Üni. kütüphanesinden bulduğum dinler tarihi, tevrat, incil, kuran hadis kitaplarını....Tarih ve arkeoloji bölümünden bulduğum sümer tarihi,sümer tabletleri,gılgamış,mezapotamya ve eski mısır uygarlıkları,fen bölümünden bulduğum kozmoloji ve astrofizik yayınları ,deneyler....felsefeden görüşler....kısacası sorularım cevaplarını sadece kuranda değil her yerde aradım....Ama bulduğum tek şey şuydu...İnanmak istediğim için inanıyordum ve korkuyordum...O korkuyu küçüklükten sokmuşlar içimize ya yanacağız çünkü....:/

Kuranı sübyan okulunda ezberlemeye başlamıştım...30 yaşına kadarda bir çok mevlütte ve gecelerde...Perşembe kuranlarında onlarca kez hatmettim.


Teker teker ayetleri okuyup genel durumla bağlantı kurmaya çalışınca o bağın aslında hiç olmadığını fark edip dinden çıktım...Dinler tarihindeki tüm dinler insanların kendi istekleri doğrultusunda uydurup yaydığı inanç zincirlerinden başka bir şey değildi....Dinden çıkacak mıyım korkusuyla ayetleri telaşla değiştirmeye çalışan bir sürü insan türemişti...Bir ayetin anlamını 10 farklı çeşit söylüyorlarda hangisi doğruydu? Çelişkiler dalga dalga yayıldı...Kimse ne söyleyeceğini bilemez durumdaydı...

Ve düşündüm...Peki allah? O var mı?

Burada devreye vicdanım girdi...Bana öğretilen allah sonsuz kudret sahibi,sonsuz merhametli,affedici,hoşgörülü...Esmai Hüsnanın bütün sıfatlarına uygundu...Ama olamazdı...

Dünyadaki sınav adı altındaki gidişatta allahın görevi hiç yoktu...Hiç müdahale yoktu...Ama kuranda savaşlara müdahale etmişti...yardımcı olmuştu...

Bunda bir terslik olduğu apaçık ortadaydı...Bir yaratıcının var olamayacağı gerçeği her gün gelen tecavüz taciz haberleriyle yüzüme tokat gibi çarptı...Şeytanla pazarlık yapması...Yakacağını bildiği insanları yaratması....ve bir çok neden bu gerçekle yüzleşmem gerektiğini bana kanıtladı...

Dinden çıkmamak için çok çaba sarfettim çünkü 20 yılımın tamamen bir yalandan ibaret geçtiğini bilmek beni üzmüştü...

Yaşayacak zamanım kaldıysa bunu sonuna kadar değerlendireceğime kendime söz verdim...Çalışıyorum çabalıyorum baş etmeye çalışıyorum ama allah demiyorum çünkü allah diyip el açtığım zamanlarda zaten beni hiç duymamıştı...
Gerçeklerle yüzleşmeniz dileğiyle.....

SİZDEN GELENLER | Yazan: Ozberk Kas

Eleştirisel bakış açısı ile her din ve inanca ait yazılarınızı, inancınızın değişim sürecini anlattığınız sorgulama süreçlerinizi dinvemitoloji@gmail.com adresine gönderebilirsiniz.
  • Bu yazılar biz-siz gibi sorgulama evresine girmiş herkese mutlaka biraz olsun ışık tutacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazılar sitemizde adınızla veya takma adınızla yayınlanacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazının başka bir internet sitesinde yayınlanmamış olması gerekmektedir. (KOPYA içeriğe karşı olduğumuzdan, sitemizdeki tüm içerikler özgündür)

HERMES TRISMEGISTUS KİMDİR ?

Hermetizm, Hermes Trismegistus, Hermetika, Hermetik Corpus, Hermes ve Thoth, mitoloji, Yunan tanrısı Hermes, Putperest peygamber, Zümrüt Tablet, Isaac Newton, A, Açıklanamayanlar,
Hermetizm'in temeli olan ve bir dizi kutsal metinlerin yazdığı Hermetika (Hermetik Corpus) 'a göre Hermes Trismegistus gizemli bir isimdir.

Birçok yazar onu Yunan Tanrısı Hermes ve Mısır Tanrı Thoth ile ilişkilendirir. Örneğin Thot, bilgiyle yoğun bir şekilde ilişkiliydi. Mısır mitolojisinde, Toth kozmosta düzeni sürdürmede çok önemli bir rol oynamıştır ve büyük ölçüde sihir, yazı ve bilimin gelişimi ile ilişkilendirilmiştir.

Antik Yunan mitolojisinde Hermes, din ve mitoloji Tanrısı olarak anılmıştır. Sık sık tanrıların elçisi ve habercisi olarak karşımıza çıkar. Ayrıca Hermes, Roma tanrısı Merkür ile tanımlanır.

MISIR İLE BAĞLANTISI
Gizli literatürde Hermes Trismegistus'dan simyayı yaratan ve günümüzde hermetizm olarak bilinen metafizik inanç sistemi geliştiren bir Mısır bilgesi olarak Thoth ile eşdeğer tutulur.

Bir dizi orta çağ düşünürü için Hermes Trismegistus, Hristiyanlığın ortaya çıkışını açıklayan putperest bir peygamberdi.

Hermetizm, Hermes Trismegistus, Hermetika, Hermetik Corpus, Hermes ve Thoth, mitoloji, Yunan tanrısı Hermes, Putperest peygamber, Zümrüt Tablet, Isaac Newton, A, Açıklanamayanlar,
ZÜMRÜT TABLET VE ISAAC NEWTON
Simya çalışmaları onunla bağlantılıydı, Zümrüt Tablet bizzat Isaac Newton tarafından Latince'den İngilizceye tercüme edilmiştir.

Bu, Isaac Newton’un Zümrüt Tablet çevirisidir. Cambridge Üniversitesi'nin Kral Kütüphanesi'nde bulunan simya makaleleri arasında keşfedilmiştir.

Hiç yalan olmadan doğrudur , kesindir ve çok gerçektir.
Aşağıda olan yukarıda olan gibidir, yukarıda olan da aşağıda olan gibidir , ve birlikte tek bir şeyin mucizesini gerçekleştirirler.
Ve bütün her şey bir olandan geldiğinden , bir olanın düşüncesinden gelmiştir. Böylece her şey bu tek olandan uyum sağlayarak çıktı.
Güneş onun babasıdır, Ay annesidir. Rüzgar onu karnında taşımıştır, toprak beslemiştir.
Dünyanın bütün gücünün babası budur. Onun gücü eğer toprağa dönerse her şeye yeter.
Toprağı ateşten ayıracaksın, sübtil olanı kalın olandan; bu büyük bir maharetle olmalı
Topraktan gökyüzüne çıkacak ve yeniden toprağa inecek , ve yukarıda ve aşağıda olanın gücünü alacak. Bununla bütün dünyanın zaferi senin olacak; bunun için bütün karanlık senden uzaklaşacak.
Bu bütün kuvvetlerin en kuvvetlisi; çünkü her sübtil şeyi yenecek, her katı şeyin içine girecek.
Dünya da böyle yaratıldı.
Hayranlık verici biçimler bundan çıktı , bunların ortamı buradadır.
Bu yüzden bana Üç Kere Büyük Hermes denir , çünkü bütün dünyanın felsefesinin üç bölümü de bana aittir. Güneş’in yaptıkları hakkındaki söylediklerim böylece bitiyor ve tamamlanıyor.

Ayrıca felsefede Hermes Trismegistus ile yoğun bir şekilde bağlantılıdır.
Bununla birlikte, varlığı hakkında kesin kanıtların bulunmaması nedeniyle özellikle de ezoterizmin yeniden dirilişinden sonra bir tarihsel figür olarak Orta Çağ'da hayali bir biçimde inşa edilmiştir.

Avrupalı simyacılar Zümrüt Tablet'i sanatlarının ve hermetik geleneklerinin temeli olarak kabul ettiler.

Eski Mısır inançlarına göre, tanrılar eski Mısır'ı fani firavunlardan daha önce yönetmiştir. Bu Tanrılar uygarlaşmış ölümlü kurallarını onların bilgilerine aktarıyordu.

Mısır tanrısı Thoth, bilgelik tanrısı ve sihirbazların koruyucusuydu. Ayrıca tanrıların bilgisini içeren kayıtların koruyucusu ve katibi idi.

İskenderiye'li Klement, Mısırlıların, Mısır rahiplerinin bütün öğretilerini içeren büyülü/cinli 42 kutsal yazıya sahip olduğunu tahmin ediyor. İskenderiye'li Klement, İskenderiye Hristiyan Okulunda ders veren bir Hristiyan ilahiyatçıydı.

İKİ TANRININ BİRLEŞMESİ
Sonunda Yunan Tanrısı Hermes ve Mısırlı meslektaşı Thoth astroloji ve simyanın koruyucusu olarak birleştirildi.

Hermes Trismegistus'a atfedilen sağ kalan metinler olan Asclepius ve Hermetik Öğreti, Hermetica'nın en önemlileridir.

Rönesans sırasında, Hermes Trismegistus'un Hz.Musa'nın moderni olduğunu kabul eden birçok bilim adamı geldi. Sonunda, bu fikir, Hermetik yazıların MS ikinci veya üçüncü yüzyıldan daha önce yazılmamış olduğu anlaşıldıktan sonra ortadan kalktı.
Ayrıca Seyyid Ahmed Amiruddin gibi bazı yazarlar, Hermes Trismegistus'un Gize Piramitlerinin kurucusu olduğuna inanmaktadır.

Diğer alimler, Hermes Trismegistus ve Hz. Muhammed arasında bir bağlantı olduğunu söylemektedirler.

Miraç gecesinde cennete seyahat ettiğine inanılan Hz. Muhammed, Arap soy bilimcilerin iddialarına göre Hermes Trismegistus'un soyundan gelebilir. Suriye'deki Memluk döneminden çok etkili bir tarihçi, yorumcu ve bilgin İbn Kesir şöyle demiştir:

“İdris'e gelince… O, bir soy bilimciye göre Hz.Muhammed'in soy ağacı zincirinde bulunmaktadır… İbn İshak, kalemle yazan ilk kişi olduğunu söylüyor. Onunla Adem'in hayatı arasında 380 yıllık bir süre vardı. Akademisyenlerin çoğu, bunun hakkında ilk konuşanın o olduğunu iddia ediyorlar ve ona Üçlü Hermes [Hermes Trismegistus], ”- İsmail ibn Kesir (kaynak) diyorlar."

Yazan & Çeviren: Anu

ANTİK SİTELER ARASINDAKİ AÇIKLANAMAYAN BENZERLİKLER

Göbekli Tepe'de bulunan tasarım öğeleri, Paskalya Adası'ndaki devasa Moai Heykelleri, Tiahuanaco ve dünyadaki diğer antik yerler üzerinde de bulunur. Bu nasıl mümkün olabilir?

Atalarımızı, kültürlerini, kökenlerini ve yaşam biçimlerini incelediğimiz gerçeğine rağmen, geçmişimizle ilgili birçok soruyu cevaplayamadık.

Dünyanın dört bir yanına dağılmış olan sayısız anıt, atalarımızın geride bıraktığı eski bir mesajdır, kapsamlı çalışmalara rağmen, henüz çözemediğimiz bir mesaj.

Dünya üzerindeki en esrarengiz antik tapınaklardan biri ülkemiz Türkiye'de Urfa şehrinde bulunuyor.
Orada araştırmacıların MÖ 9.600 civarında yapıldığını söyledikleri antik bir tapınak kompleksi bulunmakta.

A, Açıklanamayanlar, Göbeklitepe, Açıklanamayan benzerlikler,Antik siteler,Antik kazılar,Anik heykellerin benzerlikleri,Antik heykellerdeki duruş,
Göbekli Tepe birçok uzman tarafından dünyanın en eski tapınağı olarak düşünülür fakat önemine rağmen çok az şey biliyoruz.

Bu antik tapınak kompleksi sadece çağından dolayı önemli değil, çünkü kimler tarafından yapıldığı ve ilginç bir şekilde sunduğu sembolizm ile aynı zamanda büyük bir önem taşıyor,.

Göbekli Tepe'ye yakından bakarsanız, dünyanın birçok yerinde bulabileceğimiz tuhaf bir duruş ve sembolizm fark edeceksiniz. Örneğin, Paskalya Adası'ndaki Moai ile Göbekli Tepe'deki sütunlar arasında ilginç bir benzerlik göze çarpıyor. Her iki arkeolojik alanda da eski inşaatçılar aynı sembolojiyi (duruşu) kullanmışlardır.

Peki bu sadece bir tesadüf mü?
Göbekli Tepe'nin arkeolojik alanı, ana yapı motifi 30 ila 60 ton arasında değişen büyük taş sütunlar olan birkaç tapınaktan oluşmaktadır.

Her nasılsa, binlerce yıl önce, “ilkel” kültürler taş ocağı işletmeyi, taşımayı ve bir şeyler inşa etmeyi başarabilmemiz gerektiğini söyler.

Bu esrarengiz T-şekilli sütunlar, tilki, aslan, yılan gibi bir çok hayvanın tasvirleriyle karmaşık bir şekilde dekore edilmiştir.

Ancak Göbekli Tepe'deki çeşitli hayvan tasvirlerine ek olarak bazı sütunlarda insansı karakteristik özellikleri olan heykeller görüyoruz.

Göbekli Tepe'nin T şeklindeki dikilitaşlarının yüzeyinde ve insansı eller vardır ve araştırmacılarca bu insanın tasfiri olarak düşünülmektedir.

Göbekli Tepe'nin kurucuları, t-biçimli heykellerinin üzerine tanrılarının temsili olanın uzun el ve kollar oymuşlardır.

Bununla birlikte bu son derece ilginç sembolizm sadece Göbekli Tepe'ye özgü değildir ve dünyanın dört bir yanındaki çeşitli arkeolojik sitelerde bulunur.

Dünyanın dört bir yanından Pasifik Okyanusu'nun ortasındaki Paskalya Adası'na doğru gidersek, büyük Moai heykellerini ve onların Göbekli Tepe'nin taş sütunlarına benzer bir şekilde ilginç sembolizmlerini görürüz.

Büyük Moai heykeli elleri göbeğinin üzerinde bulunur halde, kutsal bir pozisyonda, karmaşık bir şekilde oyulmuştu. Pek çok yazar bu duruşun doğum veya yeniden doğumu tasvir etmeyi amaçladığını kabul eder.

Fakat bu sembolizmin hem Göbekli Tepe'de hem de Paskalya Adası'nda olması ve aynı olması nasıl mümkün? Bu sadece bir tesadüf mü?

Cilalı taş devrine ait yerleşmeler olan ve Türkiye'de bulunan Nevali Çori ve Kilisik'in benzer tasarım unsurlarını barındırdığı göze çarpmaktadır.
Ama bu kadar da değil.

Bolivya'daki Tiahuanaco, Meksika ve Mezopotamya'daki arkeolojik sitelerdeki heykeller de aynı sembolizme sahiptir; Elleri bir araya gelen büyük taş heykeller.

Cevap aranan soru şu: "Bu antik kültürlerin arkeolojik sitelerinin tümünü birbirine bağlayan şeyin ortak bir tasarımcısı olması mümkün mü?"

Yazan & Çeviren: Anu

MUHAFAZAKARLIĞIN ÇELİŞKİSİ

Diyanet işleri başkanlığı yediği haltı temizlemek için Cuma namazlarında hutbe okutmuş... Ancak hutbede bir özür duyan var mı?? Yoook; biz bir halt ettik, özür dileriz bir daha yapmayacağız demek yerine "çocukları evlendirmeyin, küçük yaştaki çocukları evlendirmek günahtır" diyor... Ulen zaten 9 yaşını geçeni büyük kabul ediyorsun ya!? 9 yaşında bluğa erdi deyince zaten onun çocuk vasfını kendi zihniyetine göre kaldırmış oluyorsun!!

Neyse bunu geçelim; aslında bu olay muhafazakar kesimin kendi içindeki bir çelişkiyi de ortaya çıkardı... Hz. Aişe'nin ağzından olduğu ileri sürülen bir hadise göre ve başka bir grup hadise göre peygamberin Aişe ile 6 yaşında iken evlendiği ve 9 yaşında da birlikte olduğu söyleniyor. Bu aslında hatalı ama işte sorgu olmayınca öyle kabul edip küçük kızların haysiyetiyle oynuyorlar...

Muhafazakar kesim, aslında bu çelişkiyi yaşıyor. Bir yanda İran'da laiklik çağrılarını duyuyor. Bir yanda yurtlarda, cemaatlerde tacizlerin yaygınlaştığını görüyor, bir yandan artık yolsuzluğa arsızlığa eyvallah deyip savunuyor ama kendi içinde bunların yanlış olduğunun farkında ve bu durumda söylenen ilk söz şu oluyor: "Ülkede kanunlar var ve yaş sınırı bellidir." Yani Medeni kanuna ve anayasaya sığınılıyor, sözde elbette...

İşte muhafazakar kesimin hatası bu; 21. yüzyılda 14 yüzyıl öncesini bugüne aktarmaya çalışınca, dinin zaman içinde içine yerleşmiş hurafeler, her türlü yalan dolan, pislik de aynı şekilde ortaya çıkıyor. Herşey mükemmel olacak zannederken, her yer güllük gülistanlık olacak zennederken bir b-k çukurunun ortasında buldular kendilerini...

SİZDEN GELENLER | Yazan: S. Başgöz

Eleştirisel bakış açısı ile her din ve inanca ait yazılarınızı, inancınızın değişim sürecini anlattığınız sorgulama süreçlerinizi dinvemitoloji@gmail.com adresine gönderebilirsiniz.
  • Bu yazılar biz-siz gibi sorgulama evresine girmiş herkese mutlaka biraz olsun ışık tutacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazılar sitemizde adınızla veya takma adınızla yayınlanacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazının başka bir internet sitesinde yayınlanmamış olması gerekmektedir. (KOPYA içeriğe karşı olduğumuzdan, sitemizdeki tüm içerikler özgündür)

KUR'AN'DA MİRAS PAYLAŞIMI ÇELİŞKİSİ

din, islamiyet, Kur'an çelişkileri, Kur'an'da miras paylaşımı, Kur'an'ın hatalı miras hesabı, Kur'an'ın matematiksel hataları, A, Nisa 12, Nisa 11,

KUR'AN'DA MİRAS PAYLAŞIMI ÇELİŞKİSİ

Bir tanrı düşünün : Sonsuz güç ve kudret sahibi. Bir "ol" demesiyle her şey oluyor. Olacak her şeyi önceden görüp biliyor. Hatasız ve kusursuz. En ufak ama en en ufak bir biçimde hata yapmıyor. Mükemmel ötesi bir varlık.

Bu hatasız, kusursuz ve kudretli tanrı yarattığı sonsuz evrende yer alan dünya adlı bir gezegendeki, yine yarattığı insanlarla iletişime geçmek istiyor. Kendini göstermiyor ve insanlar arasından seçtiği bir elçi aracılığı ile onlara şöyle 2 ayet gönderiyor :

Nisa Suresi 11. Ayet : "Allah size, çocuklarınız hakkında, erkeğe, kadının payının iki misli (miras vermenizi) emreder. (çocuklar) İKİDEN FAZLA KADIN İSELER, ÖLÜNÜN BIRAKTIĞININ ÜÇTE İKİSİ ONLARINDIR. Eğer yalnız bir kadınsa yarısı onundur. ÖLENİN ÇOCUĞU VARSA, ANA-BABASINDAN HER BİRİNİN MİRASTAN ALTIDA BİR HİSSESİ VARDIR. Eğer çocuğu yok da ana-babası ona varis olmuş ise, anasına üçte bir (düşer). Eğer ölenin kardeşleri varsa, anasına altıda bir düşer."

Nisa Suresi 12. Ayet : "Yapacakları vasiyetten ve borçtan sonra eşlerinizin, eğer çocukları yoksa, bıraktıklarının yarısı sizindir. Çocukları varsa bıraktıklarının dörtte biri sizindir. Çocuğunuz yoksa, sizin de, yapacağınız vasiyetten ve borçtan sonra, bıraktığınızın dörtte biri onlarındır (zevcelerinizindir). ÇOCUĞUNUZ VARSA, BIRAKTIĞINIZIN SEKİZDE BİRİ ONLARINDIR (ZEVCELERİNİZİNDİR). Eğer bir erkek veya kadının, ana babası ve çocukları bulunmadığı halde malı mirasçılara kalırsa ve bir erkek yahut bir kız kardeşi varsa, her birine altıda bir düşer. bundan fazla iseler üçte bire ortaktırlar. Kimse zarar görmesin; Allah’ın hükmü budur. Allah her şeyi bilendir, ilim sahibidir."

Yani bu hatasız ve kusursuz varlık; bu iki ayet ile insanların ölümlerinden sonra miraslarının nasıl paylaşılacağını söylüyor. "Bakın mirasınızı benim söylediğim bu şekilde paylaşacaksınız" diyor.

Şimdi yukarıdaki ayetlere dayanarak bir adamın öldüğünü; geride 3 kız evlat, ana-babasını ve karısını bıraktığını düşünelim. Bu durumda büyük harflerle yazdığım yerdeki durum ve hisseler geçerli olacaktır. Şimdi bu hatasız ve kusursuz tanrının söylediği paylaşımı yapalım :

Üç kız evlada mirasın 2/3'ü
Ana ve babanın her birine 1/6
Karısına 1/8 kalacaktır.

Matematiksel olarak paylaşımı yapalım :
(2/3) + (1/6) + (1/6) + (1/8) = 27/24 Yani 1,125 bulunur. Oysaki bu oranın 24/24 yani 1 (bir) çıkması lazımdı. Yani miras fazla vermiş, ortada bulunan mirastan fazla paylaşım yapılmış oluyor. Konuyu daha iyi anlamak için somut örnekle açıklayalım :

Adam ölsün ve geride 96 Lira bıraksın. Bu 96 liranın :
2/3 ü yani 64 lirası üç kız evladın
1/6 sı yani 16 lirası annenin
1/6 sı yani 16 lirası babanın
1/8 i yani 12 lirası eşinin

Şimdi bölüşülen miras paralarını topladığımız zaman ana miras miktarını yani 96 lirayı vermesi lazım değil mi ? Toplayalım :

64+16+16+12 = 108

Miras 96 liraydı ama paylaşılan miktarları toplayınca 108 lira çıkıyor. Yani kusursuz, hatasız ve mükemmel tanrının verdiği oranlarla miras paylaşımı yapılamıyor. İmkansız oluyor. Hatta baksanıza, mirası dağıtırken dağıtmaya çalıştığımız miras bile çoğaldı, nasıl mucize ama? Bu nasıl hatasız tanrı ? Bu tanrı matematiği bilmiyor mu ? Sen kalk sonsuz evreni, trilyonlarca yıldızı, galaksiyi, gezegeni yarat, insanı yarat ama en basit toplama-bölme olayını dahi bilemeyip çuvalla ? Olacak iş mi bu ?

Elbette gerçekten mükemmel ve hatasız bir tanrı böyle bir hata yapmayacağına göre, miras paylaşımını anlatan bu ayetleri, Muhammet'in Allah'tan geldi diyerek uydurduğu ama eline yüzüne bulaştırdığı çok açıktır.

Gelelim başka bir noktaya, bahsettiğim gibi Nisa suresi 12.ayette erkeğe kadına göre daha fazla pay veriliyor. Diyanet İşleri ve yüzlerce Kur'an alimine göre ise bunun nedeni "Kadına hiçbir maddi yük yüklenmediği, erkeğin maddi sorumluluk altında" olmasıymış. Şimdi biz bundan nasıl bir anlam çıkaralım? Neresinden bakarsan bak bu ayet, yani bu düşünce tamamen çağ dışıdır.

Eğer her şeyi bilen Allah gelecekte kadınların da iş hayatında yer edineceğini hatta bazılarının erkeklerden çok daha fazla para kazanacağını bilemediyse sözleri çağ dışıdır!

Eğer her şeyden haberdar olan Allah kocası sakatlandığı yada öldüğü için yada maddi güçleri yetmediği için kadınların da çalışmak zorunda kalabildiğini bilemediyse sözleri çağ dışıdır!

Ve yine eğer Allah kadının tek görevinin çocuk yapıp ev temizlemek, kocasını memnun etmek olduğunu bu yüzden de maddi sorumluluğu bulunmadığını ve mirastan az pay alacağını düşünüyorsa kadını konumlandırdığı bu durumdan ve düşünce yapısından dolayı sözleri çağ dışıdır!

Ne bileyim, yada bu sözleri söyleyen adamın sözleridir çağ dışı olan.

Bu arada, mal paylaşımında kadının az paya sahip olmasına getirilen bir diğer absürt açıklama şudur:
"Erkeğin maddi durumunun karısından iyi olması onun aile içindeki konumunu güçlendirir. Çünkü eşi ve çocukları için harcamada bulunamayan bir erkek onlar karşısında küçük düşer ve aile reisliğini gereği gibi yapamaz. Bu durum aile huzurunu temelinden etkiler. Kadının zengin, kocanın fakir olduğu ailelerde huzursuzluğun olduğu, çocukların iyi yetişemediği kadının da mutsuz olduğu daima müşahede olunmaktadır."

Kafaya bakar mısınız, kadının zengin, kocanın fakir olduğu durumlarda aile saadeti olmuyormuş. Yahu iyi de parayı bulup zengin olduğu için ve beş kurusu olmayan, yol yordam bilmediği için hakkını bile arayamayacak olan karısının tepesine padişah gibi çöken, gününü gün eden, fazla parayı bulunca havalara girip aile saadetini batıran erkekler ne olacak?

Yani sadece kadın mı parayı bulunca değişiyor? Erkek değişmiyor mu?
Bu mantıkla ya Allah denen tanrı kadınlardan nefret eden bir cinsiyetçi ya da parayı bulduğunda erkeğin ne naneler yiyeceğini düşünemeyecek kadar bilgisiz. Tabi bir diğer ihtimal ile vahiy geldi diyerek ayet yazan yada yazdıran kişinin, kadınları bastırma, onların toplumdaki statüsünün sadece doğurmak, erkeği memnun etmek olduğunu düşünmek ve düşündürmek çabası da olabilir bunun nedeni. Çünkü biliyoruz ki İslamiyet'in Allah'ı kadının kocasına karşı gelmesinden hoşlanmayıp onları tehdit ediyor. Erkeğin gölgesinin altında sığınma gibi yaşayan kadına tabii ki doğru düzgün haklar verilmesi beklenemezdi.
Aydınlanmanız ve gerçekleri görüp anlamanız dileğiyle...

TEK TANRILI DİNLERİN KÖKENİ

sizden gelenler, Tek tanrılı dinlerin kökeni, Tek tanrının kökeni, mitoloji, Mitoloji ve tek tanrılı dinler,
SÜMER TABLETLERİNDE TEK TANRI

Klasik mitolojide altın çağ, tam bir mutluluk çağı olarak tasvir edilir. O zaman ne zulüm, ne kavga vardı. Sümer edebi tabletlerinin birinde de insanlığın ilk altın çağı anlatılıyor. Altın çağa ait Sümer görüşü "Enmerkar ve Aratta Beyi" isimli destanda bulunuyor. ( sümerlerde bilinen 9 kahramanlık hikayesi mevcut, 5 tanesi gılgamış, 2 tanesi enmerkar, 2 tanesi lugalbanda )

Bu destan içindeki 21 satırda bir zamanlar barış ve güvenlik içinde bulunan bir ülke anlatılıyor ve bölüm bu mutluluğun bittiğini belirterek son buluyor.

Bu bölüm şöyle:
Bir zamanlar ne yılan vardı, ne akrep vardı,
Ne sırtlan vardı, ne arslan vardı,
Ne vahşi köpek vardı, ne kurt.
Ne korku vardı, ne işkence,
Adamın rakibi yoktu.
Bir zamanlar Şubur ve Hamazi ülkeleri,
Çok ('?) - dilli Sumer, prensliğin büyük ülkesi, tanrısal kanunlar.
Uri, bütün bu gerekenlerle donatılmış ülke,
Marttı ülkesi, emniyette duran,
Bütün evren, birlik (?) içinde olan insanlar,
Enlil'i tek dilde öğdüler.
(Fakat) sonra baba-bey, baba-prens, baba-kral,
E nki baba-bey, baba-prens. baba kral
Kızgın ('! ) baba-bey, kızgın eı baha-prens, kızgın el baba-kral
. . . . . . . . . . bolluk . . . . . . . . . .
. . . . . . . . . . (5 satır kırık)
. . . . . . . . . . insan . . . . . . . . . .
Çok iyi durumda olan ilk on bir satır, insanın kuşkusuz, rakipsiz olarak barış ve bolluk içinde yaşadığı dünyadaki " 'o eski" mutlu günlerini anlatıyor. O zamanlarda evrenin bütün insanları aynı tanrıya, Enlil'e taparlardı.

Hakikaten eğer bu ifadeyi düşündüğümüz gibi "tek bir kalple" değilde tam çevrisi ''bir dilde" olarak kabul edecek olursak. Daha sonra gelen İsrail'liler gibi, Sümer'lerin de diller karışmadan önce evrende, tek bir dil kullanıldığına İnandıklarını söyleyebiliriz.

Bölümün daha sonra gelen on satırı çok kırıklı olduğundan ana kapsamını tahmin edebiliyoruz. Görünüşe göre tanrı Enki. Enlil'in üstünlüğünü kabul etmek istemiyor veya kıskanıyor ve onu bozmak için bazı işlemler yapıyor, insanlar arasına bozuşmayı ve savaşı getirerek onların
altın çağlarına son veriyor.


Belki ( 10 ve 11 nci satırların kelimesi kelimesini çevirirsek). Enki çeşitli diller koyarak İnsanların anlaşmasını önlüyor.

Eğer öyle ise, Tevrat'daki ( yaradılış 11 : 1-9) ' "Babil Kulesi'' hikayesinin Sumer' lerdeki paralelini görüyoruz, demektir. Yalnız sümer'ler İnsanın düşüşünü tanrılar arasındaki kıskançlık yüzünden, İbraniler ise Elohim'in insanlara. tanrı gibi hareket ettikleri için, kıskanması sonucu olduğuna inanıyorlar.

Altın çağa ait bölüm "Enki'nin sözleri" olarak belirlenmiş. Enki'nin sevdiği şehir olan Uruk'un beyi Enmerkar, maden yönünden zengin olan Aratta'yı kendine bağlamak istiyor, diye hikaye devam ediyor.

Bunun için O, Aratta'ya bir haberci göndererek. halkının değerli madenler ve taşlar getirerek, Enki'nin mabedi Abzu 'yu yapmazlar ve içini süslemezlerse Aratta'yı eline geçireceğini bildiriyor. Aratta beyine göz dağı vermek için haberciye, Enki'nin, Enlil ve halkının dünya üzerindeki nufüzuna
nasıl son verdiğini bildiren " Enki'nin sözünü " tekrarlamasını
söylüyor.

6-9 ncu satırlardan çıkarılan bilgiye göre, evren 4 ana bölümden oluşuyor. Sümer'lerin oturduğu yer bunların güney bölümü. Bu bölüm kabaca tahmine göre Dicle ile Fırat arasındaki 44 ncü paralelden aşağı Basra körfezine kadar olan kısım,

Sümer'in hemen kuzeyi uri . Burası Dicle ve Fırat arasının 33 ncü paralelden yukarı olan kısımı. Daha sonra Akkad ve Asur olan yerler de bunun içinde.

Sümer ve Uri'nin doğusunda, Kuşkusuz İran'ın batısını da kapsayan Şubur ve Hamazi vardı.

Sümer'in batısı ve güney batısında Fırat ile Akdeniz arasında Martu ve Arabistan bulunuyor. Kısacası Sumer şiirinde, evren kuzeyde Ermenistan'dan Basra körfezine, doğudan İran topraklarından Akdenize kadar uzanıyor.

Kramerden alınan bu bilgiyi doğru yorumlayabilmek için ek olarak genel çerçeveyi bilmemiz gerektiğini düşüyorum. Verilen metinde sümerlere göre altın bir çağ yaşandığından bahsediyor. Bu dönemde tek tanrıya tapıldığını ancak daha sonra düzenin bozulduğundan söz ediyor. Ancak bu konu üzerinde yorum yapabilmek için şu ayrımı bilmemiz gerektiği açık.
Sümerler çok tanrılı bir dine sahiptir..

İlk tanrıları AN yani göktür, baba tanrı figürüne sahiptir.
Ki yani yerdir, ana tanrı olarak betimlenir.
Bu iki gücü karıştırın güç MUMMU'dur.
İçindeki yaşamı sağlayan ve yerle göğü ayıran tanrı yani ENLİL'dir. Ayrıca enlil, erkek bir tanrıyı ifade eder.
Bu dört tanrıdan sonra bir tanrı daha gelir. yeryüzünü yöneten tanrının ismi ENKİ'dir. erkek figürü vardır..
Bunların dışında herşey için küçük tanrılardan bahsedilir.

Bu bilgiler ışığında metni yorumlayalım ve tek tanrı inancının nereye dayandığını sorgulayalım.. ancak şunu da belirtmem lazım ki, burada verdiğim bilgiler hap niyetine bilgiler, afrika ve mısıra dayanan kökler mevcut. ancak bütün inanışları buraya yazmam imkansız.

Metne göre, altın çağda tapınılan tek tanrı, yeri ve göğü yaratan ENLİL'dir. ( ALLAH - BABA - YAHVE ) ancak buradaki ayrım sümerlerin bakışı ile yapılmalıdır. sümerlerde tek tanrı sıfatı, yaratma ve yönetme değil, EN GÜÇLÜ olmak sıfatıdır.


Sümer tanrıları arasındaki çekilme hiç bir zaman yaratma üzerinden çıkmaz, güç ve yönetme üzerinde yoğunlaşır ve hikayelerinde sürekli olarak bu olgu yer değiştirir.
Ancak altınçağ için bu güç, ENLİL deymiş gibi gözüküyor.

Hikayeden anlaşıldığına göre ENLİL'e, ENKİ isyan ediyor.
burada şunu da eklemem lazım; bir çok kaynakta ENKİ'ye dünyayı yönetme görevini ENLİL verir.

Okuduğumuz bu hikayeden çıkan sonuç tek tanrı inancı değil, tapınılması istenen tek tanrı inancı manasında olması gerikir, bu hikayenin özdeşlerini yahve de, hem allahta görüyoruz.
sürekli olarak kendinden başka bir şeye tapınılmamasını öğüt verirler.

Bu durum ilerleyen dönemlerde mitolojik olarak da yer alır.
lugalbanda hikayesinde de bu durum İNANNA ve UTU arasında geçmekteydi.

Bir diğer önemli konu, sümer inanışıyla, tevhit dinleri arasındaki, en dikkat çekici nokta olan dillerin ayrılması ile ilgili kısımdır. dillerin ayrılması konusu hem tevratta hem kuranda ifade edilir. ( bu aktarımın nasıl olduğu konusu çok uzundur. umarım başka zaman anlatma imkanım olur )

Sümerlere göre de tek tapınılan tanrı inancı var sonucunu çıkartmak mümkün ve bu dönemde diller aynı, ancak biliyoruz ki, dünya da insanlık başladığından beri tek dil gibi bir durum yok. bu inanış sümerlere ait bir inanış sadece, ayrıca görüleceği üzere sümerler evrenden bahsederken, sınırlı bir toprak parçasından ve dünyadaki bazı yerlerden bahsediyor. merkez uruk olmak üzere, güney, kuzey, batı, doğu şeklinde verilmiş...

Peki sümerlerin kökeni nereye dayanır. bu bilgi temele ulaşabilmek için çok önemlidir. bir kaynak türklere dayandığını söyler ( Türkler böyle düşünmekten sevinç duyarlar ), ama asıl kanıtlı bilgi, iran ve samilerin oluşturduğu, OBEYD kültürüdür.

İlk yerleşin irandan ve samilerin yaşadığı bölgelerden gelen, göçebe kökenli olan ailelerin uruk şehrine yerleşmesi ile başlar.

Yani bu tek tanrılı altınçağ dönemi, ya sümerler zamanında ( MÖ 3400 den sonra ) ya da obeyd dönemi ve öncesine gitmek durumunda ( MÖ 5900 - 3400 )

Obeyd dönemi hakkında çok fazla bir şey bilmediğimiz için bu iz sürmeyi, başka bir yönden yapmak gerekiyor. madem obeyd kültürünü iranlılar ve samiler oluşturuyorsa, burdan yol almak ne mantıklısı olacaktır..

Bu iz sürmeyi bir sonra ki postum da vereceğim...
Konumuz, hintlilere ve mısırlılara ulaşacak gibi gözüküyor...
Saygılarımla...

SİZDEN GELENLER | Yazan: Ural Haşim

Eleştirisel bakış açısı ile her din ve inanca ait yazılarınızı, inancınızın değişim sürecini anlattığınız sorgulama süreçlerinizi dinvemitoloji@gmail.com adresine gönderebilirsiniz.
  • Bu yazılar biz-siz gibi sorgulama evresine girmiş herkese mutlaka biraz olsun ışık tutacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazılar sitemizde adınızla veya takma adınızla yayınlanacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazının başka bir internet sitesinde yayınlanmamış olması gerekmektedir. (KOPYA içeriğe karşı olduğumuzdan, sitemizdeki tüm içerikler özgündür)

HER ŞEYDE KERAMET ARAMAK

Hazırlayan: A.Kara
İnançlı insanlar kendilerini daha fazla inandırabilmek ve canlılara, inandıkları Tanrıya daha fazla mistik güç kazandırabilmek için her şeyde keramet aramaya başlıyorlar. Hiçbir zaman "bu neden oluyor acaba?" diyerek bilimsel bir araştırma içine girip sorgulamayı seçmiyorlar, sanki onlar için bilim hiç yok gibi. Halbuki hastalandıklarında oturup dua etmek yerine hastaneye gitmeyi de çok iyi biliyorlar ya neyse...

En basiti köpeklerin uluması ve havlaması mevzusu.
Köpekler ezan sırasında uluyup havlamaya başlayınca inanmak için gezintiye çıkan insanoğlu hemen anlam yükleme arayışına giriyor: "Aha bak, gördün mü? köpek ezan okunurken Allah'ı zikrediyor havlayıp bak"

Bu yönden bakarsak köpekler Tüp gaz firmalarını ve ambulansları da zikrediyor olmalılar çünkü o zaman da eşlik edip uluyor yada havlıyorlar.
Yahu güzel kardeşim az kafanı çalıştır, bunun sebebi dini-mistik bir şey değil, tamamen bilimsel.
Köylerde ava çıkarken niye yanına köpek alıyorsun? Neden köpek almak yerine bir dostunuzu yanınıza alıp "oğlum sen git şuraları tara" demiyorsunuz? Çünkü burnu iyi koku almaz ve kulakları uzağı duyamaz değil mi?
Köpeklerin insanlardan kat kat fazla duyma yeteneğine sahip olduğunu, bizim duyamadığımız frekansları da duyabildiklerini söylememe gerek var mı?
A, Bilimsel, din, islamiyet, Köpeklerin ezan okunurken havlaması-uluması,Kuşlar su içerken Allah'a şükür mü ediyor?,Kuşlar su içerken,Allah'ı tespih eden hayvan geyikleri,Köpek kulağı
Bak hacı dayı, ezan okunurken hoparlörden çıkan sesin yüksekliğini anlatmaya gerek yok. O sese eğer A dersek, köpek bu sesi A değil de 4xA gibi duyuyor yani 4 kat daha yüksek. İnsanlar 64-23.000 hz ses aralığını tespit edebilirken kulaklarında 18 kas bulunan köpekler 67-45.000 hz aralığı tespit edebiliyorlar.
Doğal olarak bu kadar fazla sesi duyunca hayvanlar uluyarak ve havlayarak hem korktuklarını belli ediyor hemde daha fazla ses çıkararak üstünlük kurmaya çalışıyorlar. Çünkü onlar bu sesi çıkaranın bir insan olduğunu bilmiyor, onlara göre "güçlü bir ses var" ve eğer bu sese tepki vermezlerse, bu yüksek sesi çıkaranı korkutamazlarsa hayatları tehlikeye girebilir.

Bu köpeklerin doğal iç güdüsü ile ilgilidir. Çünkü köpekler normalde vahşi doğa hayvanlarıdır ve ona göre alışkanlıkları, onlara miras kalan güdüleri ve genleri vardır. Köpekler şuan gördüğünüz sevimli hallerine gelene kadar bir sürü çeşitlilik atlattılar ve sürekli değiştiler. Fakat her ne kadar değişse de hiçbir canlı atalarından kalan özellikleri %100 kaybetmiyor. Köpeklerin bu yaptığı da onlardan biri.

Mesela genelde birkaç köpek bir arada ise, motosikletli birini görürlerse saldırır veya önünü keserler. Oldu olacak bunda da keramet arayın, üretmekte zorlanmazsınız siz, konu yobazlık olunca hakikaten sağlam hurafeler üretebiliyorsunuz. Durun kısa bir süreliğine yobaz olayım ve bunda keramet arayıp yazayım hemen:

Köpekler motosiklete saldırıyoğğğ çünkü biliyoğğğ motorcuların kafür, zındıklar olduğunu ve iki ayaklı şeytana bindüklerini. Köpekler şeytani görebilir, motorda iki ayaklı şeytan olduğuna göre onu görüp korkutmaya çalışır şeytana saldırırlar. Sana da şeytana bindiğin için saldırıyolar atayız motorcu. Motorcu atayızdır o kadar, möslüman adam motor bünmez.

Yahu yok yok, hayvan sürü hayvanı, bakıyor manyak ses çıkaran, onun gözlerine ışıltılı gelen tuhaf bir şey var gelmekte olan, doğal olarak sürü kendini korumaya çalışıyor. Yani onlar motorun motor olduğunu bilmiyor, tıpkı koşup zaman zaman arabalara saldırmaya çalışmaları gibi.

Gel gelelim kuşlara.
Bazı hayalperest arkadaşlar, kuşların su içerken kafasını yukarı kaldırmasının sebebini "şükretmek" zannediyorlar (ne kadar çelişkili bir düşünce, hem deki Allah her yerdedir, hem de deki göğe bakıyor şükrediyor. Yani Allah gökte ve oradaki tahtında oturuyor?).

A, Bilimsel, din, islamiyet, Köpeklerin ezan okunurken havlaması-uluması,Kuşlar su içerken Allah'a şükür mü ediyor?,Kuşlar su içerken,Allah'ı tespih eden hayvan geyikleri,Köpek kulağı
Bunun sebebi de maalesef şükür mükür değil hacı dayı, sebebi şu:
Kuşlar bizim gibi "boğaza bak beaahhh, soba borusu mübarek" tarzı bir boğaza sahip olmadıkları için suyu vakumlayamazlar (yani içine çekemezler). Bu yüzden önce suyu ağızlarına alırlar sonra da ağızlarında biriktirdikleri suyu kafalarını yukarı kaldırarak midelerine gönderirler. Aynı şekilde yemek yerken de bunu yaparlar, örneğin belgesellerde balıkçılların, balığı yakaladıktan sonra kafasını yukarı kaldırıp balığı höpürdettiğini görürsünüz. Kafasını yukarı kaldırana kadar balık ağzındadır çünkü yutamaz, ama kafayı yukarı diktikten sonra balık "cup" diye kayarak mideye gider. Tabi bu sadece kuşlarda yoktur, boğaz yapısı vakumlamaya elverişli olmayan birçok canlı yutkunabilmek için bunu yapmak zorundadır.

Bu arada, istisnayı bozan kuş türleri de vardır, örneğin güvercinler. Onlar kafalarını yukarı dikmeden de su içebilirler, bu da yine boğaz yapıları ile ilgilidir. Eğer olaya sizin gibi "şükür-tespih" yönünden bakacak olursak güvercinler ile ilgili ortaya 2 ihtimal çıkar:
1) Tüm güvercinlerin dinsiz olması ihtimali
2) Güvercinlerin içlerinden şükrediyor olmaları ihtimali...

15 YIL TANRI VE ATEİZM | 5

Yazan: Zübeyde Savaş
15 yıl tanrı ve ateizm 5, din, Farklı tanrılar, Gerçek hayat hikayesi, Küçük çocuklara tanrı masalları, Tanrılar nasıl oluştu?, Zübeyde SAVAŞ,

15 YIL TANRI VE ATEİZM | 5

Köylüler başlarını yavaşça yere eğerler, o yüzlerindeki gülümseme kaybolur bir anda.

Barış:
- Yarın sizlerin başına bir şey gelse, eviniz yansa eşinize bir şey olsa ilk komşunuz gelecektir, kız istenirken bile komşusuna sormuştur peygamber efendimiz, unutmayın ki atalarımız bile ev almadan önce komşu al demiştir, her ihtiyacımızı derdimizi, sevincimizi komşumuzla paylaşmalıyız, baktığımda bu yaşlı insanların yaşları seksenin üzerinde, size baktığımda en yaşlınız belki atmış var, bu da oluyor ki her biriniz dedenin topladığı meyveden yemiş ninenin sıcak ekmeğinden almış, ayranından içmiştir, sizin bilmediğiniz şeyleri gelip bu insanlara sormuşsunuzdur. Bu insanlar aç gezerken, aç uyurken siz nasıl olurda evinizde tok uyursunuz, ben bu gün gelmeseydim bu üç adam onları aç kurtlar gibi parçalardı ve sizler izleyecektiniz, tanrıma binlerce kez dua ederim ki  bu gün buradan geldim sürümle, bu yaşlı insanların dertlerine yardım edebildim, müslüman müslümanın bir derdini giderirse tanrı da onun derdini giderir, bu gün bu fırsadı tanrı bana sundu, komşusuyla iyi geçinmeyen derdine derman olmayan müslüman değildir, bir müslüman ben açım demez, bana yardım edin demez, eğer diyorsa ihtiyacı vardır, yaşlı insanlara bakın gözleri ağlamaktan morlaşmış yardım istemiş alamamış, peki siz ettiniz mi? Yarın öldüğünüzde tanrının sorgu melekleri komşunuza neden yardım etmediniz dediğinde, işte o zaman vay halinize, şimdi kalkın benimle gelin ve bu yaşlı insanlardan özür dileyin, helallik alın yalvarın, sonra af dileyin tanrıdan.

Köylüler bu sözler karşısında gözleri dolar yaptıklarının yanlış olduğunu anlarlar. Köylüler ve Barış yaşlı insanların yanına giderler, köylüler yaşlı insanlardan affetmeleri için yalvarırlar ellerini öperler. Nine ve dede bu sefer sevgi göz yaşları dökerler. Barış dedenin ve ninenin ellerini öper:
- Hakkınızı helal edin.

Nine:
- Oğlum bizim ne hakkımız var, sen hakkını helal et, biz helal ettik, tanrı ne bu dünyada ne de öldüğümüzde sana zorluk, darlık çektirmesin, taş diye tuttuğun her zaman altın olsun oğul.

Barış:
- Konuşmanın bile hakkı vardır.

Nine:
- Oğlum hangi köydensin.

Barış:
- Ak ağaç köyü ninem.

Barış ve yaşlı insanlar bir birlerine uzun uzun sarılırken köylüler yiyecek, giyecek getirirler bir anda yaşlı insanların evi o derin açlık ve kederden kurtulmuştur. Köylüler Barış’a teşekkür eder ve köyün çıkışına kadar yol ederler.

Barış sürüsüyle birlikte yaylaya doğru gider, ömründe hiç bu kadar huzurlu mutlu olduğu anı bilmez içinden; tanrım sen ne kadar büyüksün her şeyi bilensin sanki içime yeni doğmuş gibi huzur verdin. Dua ve ilahi söyleyerek yaylaya yaklaşmıştır, yaylaya geldiğinde koyunları toparlar ibadetini yapar sevinç göz yaşlarıyla yemek yer, yıldızlara bakarak yaşlı insanları düşünür, içi huzur dolar; tanrım sen bizleri zorbaların eline düşürme, şeytana fırsat verme, bu gün ki üç adamı bağışla onları doğru yolu bulmalarına yardımcı ol. Uyuya kalır, sabah namazını kılmak için kalkar, ibadetini bitirdiğinde uzaklardan kurt seslerini duyar, etrafına bakınır ey kurtlar bu sürü bana emanet benim hiç koyunum yok eğer yerseniz ben ne derim sahiplerine beni zor durumda bırakmayın, yüce tanrım sürüm sana emanet. Barış derin uykuya dalmıştır, yolun yorgunluğu ve yaşlı insanlara yardım etmenin verdiği huzurla öğleye kadar uyur. Koyunlar da sanki Barış’ı beklerler gibi uzaklaşmadan otlarlar. Barış uyanır koyunlara bakar; tanrım teşekkür ederim bu yayla çok güzel sen yücesin bu sene koyunlar ikiz etsin benim de sürüm olsun seneye de evimi tamir ettireyim diye dua eder.

Aradan on gün geçmiştir her yeri gezmiş yaylanın nasıl olduğuna bakmıştır, bir sabah kalkar erkenden çayını demler kahvaltı yaparken:
Uzakta biri at sırtında yaklaştığını görür.
Yabancı:
- Merhaba çoban, yeni mi geldin ?

Barış:
- Selam, on beş gün oldu geleli, gel otur, bir çay içelim yeni demledim ne varsa onu yeriz.
Yabancı attan inerek oturur, Barış, çay verir yabancıya.

Yabancı:
- Teşşekkür ederim, açlığım yok çay yeter, sürü senin mi ?

Barış:
- Yok ben bakıyorum, köyümün koyunları.
Yabancı çayını içer koyunlara bakar.
- Sütü ve yünü kimin?

Barış:
- Onlar benim.

Yabancı:
- Ben süt ve yün toplarım eğer anlaşırsak.
Barış yüce tanrım param da çok azdı, senin de yardımınla anlaşırsak param olur diye düşünürken.

Yabancı:
- Niye düşünüyorsun, yanlış bir şeymi söyledim.

Barış:
- Yok, iki üç yıl hiç yün ve süt satamamıştım da onu düşünüyordum.

Yabancı:
- Ben Ramadan. İsmin nedir?

Barış:
- Barış, memnun oldum.

Ramadan:
- İş konuşalım yünler için ne istersin, süt fiyatı belli zaten, fakat sabah, akşam süt olur mu? Ben de ona göre gelirim almaya, bir de burda mı kalacaksın gidecek misin?

Diğer sayfalar:
◄ [4] , [6] ►

HADİSLERİ KİM YAZDI? YAZDIRDI?

DP, din, islamiyet, Hadisleri kim yazdı?, Hadisleri kim yazdırdı?, İslam ve hadis, Hadislere bakmalı mı?Kur'an hadisler için ne diyor?, Kur'an başka kaynak kabul eder mi?, Hadis kaynakları,
Hadisler… Sünni İslam aleminde Kuran-ı Kerimden sonra ikinci kaynak. Birçok mezhep veya düşünce kolu için ise resmen Kafirlik. Yani Allah'a ve onun peygamberi Muhammed'e atılan yazılı iftiralar. Onlara göre Hadisler her ne kadar Kurana veya vicdana uyarsa uysun. Neticede Kuran-ı Kerimde yok. Dolayısı ile Allah kelamı kabul edilmeyeceğinden dolayı İslam dışı. Ülkemizde yaşanılan İslami inanca göre ise daha önce bahsettiğim gibi, Kurandan sonra ikinci kaynak. Daha dünya Müslümanları bile bu konuda hemfikir değil. Birinin ak dediğine öteki kara diyor. Ötekinin helal dediğine diğeri haram diyor. Birinin dinen caiz dediğine öteki caiz değil diyor ve çelişkiler silsilesi böylece uzayıp gidiyor. Ülkemizde televizyon kanallarında bile onlarca profesör din alimleri birbirleri ile hakarete varacak ithamlarla kavga ediyor. İnançta ittifak edemiyorlar. Türkiye sınırını geçin, başka Müslüman ülkelere gittiğinizde ayinler tamamen değişiyor. Hatta küçük kızlarla evlilik yasal ve dinen caiz. Ülkemizde ise din ve ahlak dışı. Her fraksiyon kendi dini davranışını Hadislere dayandırıyor. Bunu nereden biliyoruz? Çünkü Kuran kuralları uygulansa tüm İslam coğrafyası aynı şekilde inanıp aynı şekilde ibadet ediyor olurdu. Dolayısı ile tüm İslam ülkeleri Kuran-ı Kerim’i ana kaynak kabul etse de dinlerini Hadislere göre yaşıyorlar. Sorun da tam bu noktada başlıyor.

Hadisler ilk ne zaman derlendi? Bu cevabı bulmadan önce günümüz hadis külliyatında sahih olarak nitelenen hadisleri bünyesinde bulundurduğu konusunda tüm İslam Alimlerinin ittifak ettiği Kütüb-i Sitte’ den başlayalım. Kütüb-i Sitte’ yi oluşturan hadisler bütününün yazarlarına/naklettiricilerine bir göz atarsak şu isimler göze çarpar; Buhari, Müslim, İbn-i Mace, Ebu Davut, Nesai ve Tirmizi. Bu 6 kişi tarafından toplanıp derlenen hadisler Kütüb-i Sitte olarak İslam kaynakları arasında Kuran-ı Kerim’den sonra ikinci başvuru kaynağıdır.

Şimdi bu yazarların hangi dönem yaşadıklarına bir göz atarsak eğer:
  • Buhari, Hicri 194-256
  • Müslim, Hicri 204-261
  • İbn Mace, Hicri 209-273
  • Ebu Davut, Hicri 202-275
  • Nesai, Hicri 215-303
  • Tirmizi, Hicri 209-279

İslam peygamberi Muhammed, Hicri 11 yılında ölmüştür. Onun ölümünden sonra en erken doğan hadis yazarı olan Buhari, 194 yılında, yani Muhammed’in ölümünden 183 yıl sonra dünyaya gelmiştir. Hadisleri yazmaya 20’li yaşlarda başladığını varsaysak, Muhammedin ölümünden yaklaşık 204 yıl sonra yazıldığını öngörmüş oluyoruz.

Aralarında en gençleri olan Nesai ise Muhammed öldükten 204 yıl sonra dünyaya gelmiştir. Yani, onun da 20’li yaşlarda hadis toplama ve ayıklama işine girdiğini varsayarsak (en iyi ihtimalle), ondan gelen hadisler Muhammed’in ölümünden 224 yıl sonra toparlanmıştır.

Karşımıza çıkan rakam en az 200 yıl… 200 yıl…


Şimdi günümüzden 200 yıl öncesini düşünün. O dönemden bu güne söylevlerden hangileri kalabilir? Ki Kuran-ı Kerim kendisi dışında herhangi bir rehber edinilmesini yasaklarken:
  • Biz bu kitabı sana, her şeyin ayrıntılı açıklayıcısı, bir doğruya iletici, bir rahmet, Müslümanlara bir müjde olarak indirdik. (16-Nahl-89)
  • Kendilerine okunmakta olan Kitab’ı sana indirmemiz onlara yetmiyor mu? (29-Ankebut-51)
  • Kendi hükmünde hiç kimseyi ortak kılmaz. Rabbin’in kitabından sana vahyedileni oku. O’nun kelimelerini değiştirecek hiçbir kudret yoktur. (18-Kehf-26,27)
  • Rabbinin sözü hem doğruluk, hem adalet bakımından tamamlanmıştır. O’nun sözlerini değiştirecek hiçbir kuvvet yoktur. (6-Enam-115)
  • Kitap’ta hiçbir şeyi eksik bırakmadık. (6-Enam-38)
  • O yalnızca bir öğüt ve apaçık bir Kuran’dır. (36-Yasin-69)
  • De ki "Ben sizi ancak vahiy ile uyarıyorum." (21-Enbiya-45)
  • Andolsun bu Kuran’da her örnekten insanlar için türlü türlü açıklamalarda bulunduk. İnsanların çoğu ise tanımamakta ayak diretmektedirler. (17-İsra Suresi-89)
  • Rabbin asla unutkan değildir. (19-Meryem-64)
  • Size ne oluyor, nasıl hüküm veriyorsunuz? Hiç mi öğüt almıyorsunuz? Yoksa sizin apaçık olan bir deliliniz mi var? Şayet doğru söylüyorsanız kitabınızı getirin. (37-Saffat-154-157)
  • Neyiniz var? Nasıl hüküm veriyorsunuz? Yoksa okuyup, ders almakta olduğunuz bir kitabınız mı var? İçinde keyfinize uyanın sizin olduğu. (68-Kalem-36,37)

Peki, neden hadislerin toparlanmasına ve derlenmesine İslam Peygamberi Muhammed öldükten yaklaşık 200-250 yıl sonra ihtiyaç duyuldu? Ya da soruyu değiştirelim. Neden hadisler daha önce yazılmadı veya derlenmedi? Cevaplara bir göz atalım:

"Ebu Bekir, Peygamberin vefatından sonra halkı toplamış ve onlara şöyle demiştir: “Sizler Allah’ın elçisinden farklı hadisler naklediyorsunuz. Bu durumda sizden sonrakiler daha büyük anlaşmazlıklara düşecektir. Allah’ın elçisinden hiçbir hadis nakletmeyin. Sizden hadis nakletmenizi isteyenlere deyiniz ki: İşte Allah’ın Kitabı aramızda, onun helalini helal kılın, haramını haram görün.” [Zehebi, TezkiratulHuffaz 1/3; Buhari l.cilt]

"Hz. Ömer diğer şehirlerdeki sahabelere de mektuplar yazarak ellerinde yazılı bulunan hadis mecmualarını yok etmelerini istedi." [İbni Abdül Berr, Camiul Beyanil İlm]

"Hz. Ömer, Irak’a yolculuğa giden arkadaşlarına şöyle demiştir: “Siz öyle bir ülkeye gidiyorsunuz ki halkı arı uğultusu gibi Kuran okur. Hadislerle onları meşgul etmeyiniz ve yollarını saptırmayınız.” [Hanbel, Kitabul Ilel 1]

"Hz. Ömer şöyle der: “Ancak sizden önceki kavimleri hatırladım, onlar da kitaplar yazmışlar ve Allah’ın Kitabı’nı bırakarak onlara sarılmışlardı. Allah’ın Kitabı’na hiçbir şeyi karıştırmam.” Diğer bir rivayette “Allah’ın Kitabı’nı asla başka bir şeyle değiştirmem.” Başka bir rivayette; “Ben yemin ederim ki Allah’ın Kitabı’nı hiçbir şeyle gölgelemem.” [El Hatip, Takyıdul İlm; İbni Sad, Tabakat]

"Hz. Osman çok hadis nakletmelerinden dolayı Ebu Hureyre’yi Devş dağlarına göndermekle, Kab’ı da Kırede dağlarına sürgün etmekle tehdit etmiştir." [Tahzırul Havas 10b.]

"Şeddad, İbni Abbas’a “Hz. Peygamber bir şey bıraktı mı?” diye sordu. O da “Sadece Kuran’ın iki kapağı arasında olanları bıraktı.” cevabını verdi." [Buhari, K. Fezailul Kuran; Müslim, K Fezailus Sahabe; Ebu Davud, K. Fiten; Tırmizi K. Fiten]

"İbni Abbas hadis yazmayı yasaklar ve şöyle derdi: “Sizden önceki ümmetlerin sapmaları bu şekilde kitaplar vücuda getirmek yüzünden olmuştur.” [İbn Abdül Berr, Camiul Beyanil İlm 1]

"Abdullah bin Mesud elinde bir hadis sayfasıyla geldi. Sonra su isteyerek yazıları sildi, sayfanın yakılmasını emretti ve şunu söyledi: “Allah kime bir hadis sayfasının yerini bildirirse ve o da beni bundan haberdar ederse, Allah’a yemin ederim ki, Hindistan’da dahi olsa o hadisi arar bulur ve yok ederdim." [Ebu Reyye, Muhammedi Sünnetinin Aydınlatılması]

"Hz. Ali minberden şu hutbeyi veriyordu: “Yanında hadis sayfaları bulunanlar gidip onları yok etsinler. Zira halkı helak eden olay, alimlerin naklettikleri hadislere uyarak Kuran’ı terk etmeleridir."
[İbni Abdül Berr, Camiul Beyanil İlm]

"Bir gün Hz. Ali’ye gelirler ve “Halk hadislere dalmış” derler. Hz. Ali sorar: “Gerçekten öyle mi?” “Evet” derler. Peygamber’den işittim ki gelecekte vuku bulabilecek bir fitneden söz ediyordu. “O fitneden kurtuluş nedir, nasıldır?” diye sordum. Resullullah dedi ki: “Kurtuluş Kuran’dadır. Çünkü sizden öncekilerin haberleri de sizden sonrakilerin haberleri de aranızdakilerin hükmü de Ondadır. O, gerçek ile yalanı birbirinden ayıran kesin bir hükümdür, şaka ve boş söz değildir. Onu terk eden her zorbanın Allah boynunu kırar. Hidayeti, doğru yolu Ondan başkasında arayanı Allah sapkınlığa düşürür. O, Allah’ın en sağlam urganıdır. O, hikmetle dolu Kuran’dır. O en doğru yoldur. O, boş arzuların haktan saptıramayacağı, dillerin, karıştırıp belirsiz edemeyeceği, ilim adamlarının doyamayacağı, çok tekrarlanılmasından bıkılmayan, ilginç özellikleri bitip tükenmeyen bir kitaptır."
[Tirmizi; Darimi]


Şimdi Muhammed tarafından söylendiği rivayet edilen bazı sahih hadislere de göz atalım:

"Benden [Kur’an’dan başka] bir şey yazmayınız! Kim benden Kur’an’dan başka bir şey yazmışsa onu imha etsin." [Müslim, Zuhd,72]

"Allah’ın elçisinden sözlerini yazmak için izin istedik, bize izin vermedi." [Tirmizi, Es Sunan, K. İlm 11]

"Biz hadis yazarken Hz. Peygamber yanımıza geldi ve “Yazdığınız şey nedir? ” dedi. “Senden işittiğimiz hadisler” dedik. Hz. Peygamber: “Allah’ın kitabından başka kitap mı istiyorsunuz? Sizden evvelki milletler Allah’ın kitabı yanında başka kitaplar yazdıkları için yoldan çıktılar." [El Hatib, Takyid 33]

Daha önce ertelediğimiz bir soru vardı, neden İslam peygamberi Muhammed öldükten 200-250 yıl sonra hadisler yazılmaya ihtiyaç duyuldu?

İşte bu noktada farklı cevaplar devreye giriyor. Herkes kendi cevabını veriyor. Fakat tüm cevaplar da bir varsayımdan ibaret. Dört halife devrinde neden hadis yazımı yasaklandı? Bilmiyoruz. Aslında cevapları yazı içerisinde verdim ancak o cevaplarında kaynakları hadis ravileri olduğu için onlar da –bana göre- geçersiz.

Peygamber öldükten 200 yıl sonra tasnif edilen bir takım sözlere güvenerek bir dini nasıl inşa edebilirsiniz? Bu 200 yıllık farkı, günümüz 200 yıllık farkı ile bir tutmayın. Örneğin günümüzden yaklaşık 200 yıl öncesi 1800 yıllara denk geliyor. 19. Yüzyılın başında matbaa vardı. Kitap basımı vardı. Kayıt tutuluyordu. Buna rağmen kesin diyemiyoruz bazı verilere.

Birde 800’ lü yılların Arabistan yarımadasını, Ortadoğu coğrafyasını ve ortamını hayal edin. Yani Buharilerin ve Tirmizilerin dönemini… Kuran’ın dahi 200 yıl öncesinde taş ve kemik parçaları, deri ve yaprak yüzeylerinden toparlandığı zamanlar. Kuran-ın bile nasıl derlendiği İslam âleminde bile tartışma konusu iken ki onun yazan Muhammed (İster vahiy ister kendi yazmış olsun), nasıl olur da hiçbir kaydın tutulmadığı bir ortamda 200 yıllık bir “kulaktan kulağa oyunu” gibi nakil edilen sözlü rivayetlere inanırız?

Neye yazıldıkları bile belirli değil. Kimlerin nasıl aktardıkları belirli değil. Hiçbir güvenli bilgi aktarımı yok. Kütüb-i Sitteyi oluşturan hadislerde bile ittifak yok. Örneğin madem sahih hadis peşindesin, o halde 6 hadis derleyicisi de neden farklı sayı ve adette nakilde bulunuyor? Rakamlar birbirinden çok farklı:
  • Buhârî: 9082 hadîs (Tekrarlarıyla)
  • Müslim: 7275 hadîs (Tekrarlarıyla)
  • Nesâî: 5724 hadîs (Tekrarlarıyla)
  • Ebu Dâvud: 5274 hadîs (Tekrarlarıyla)
  • Tirmizî: 3951 hadîs (Tekrarlarıyla)
  • İbnu Mace: 4341 hadîs (Tekrarlarıyla)
  • Toplam: 35647 hadîs (Tekrarlarıyla)

Bir hadis sahih mi yoksa değil mi nasıl test ediliyordu? Yani, hadisin güvenilirliği nasıl belirleniyordu? Elbette Buhari bunun çözümünü bulmuştu. Buhari hadisleri teste tabi tutuyordu. Olaya bilimsel yaklaşıyordu. Peki, test metodu ne idi? Bir bakalım:


Firebrî'nin rivâyetine göre; "Herhangi bir hadîsi Sahîh'e dâhil etmezden önce yıkanıb iki rekât namaz kılan Buhârî, Allah'a istihârede bulunub mânevî bir işâret aramış, ondan sonra hadîsin sıhhatine hükmetmiştir. Bu şekilde sıhhati nazarında subût bulmayan hiçbir hadîsi Sahih'e almadım" der.

Olay çözüldü sanırım. Yani, Buhari hadisleri nasıl bir teste tabi tutuyordu öğrenmiş olduk. Peki, bir başka derleyici için bu hadis sahih ise ne olacak? Birbirlerini tenkite tuttular mı? Cevap hayır. Üstteki rakamlar zaten bunu gösteriyor.

Peki, yazının başlığında olduğu gibi Hadisleri Kim Yazdı? Yazdırdı? Cevap yok. Tüm dünya İslam aleminin yüzyıllardır cevabında ittifak edemediği bir hususta benim cevap bulmamı elbette beklememelisiniz. Çünkü cevabı yok.

Kimine göre hadisleri Emevi İmparatorluğu kendi çıkarı için uydurtup yazdırttı, kimine göre Yahudi ve Hristiyanlar İslamiyet’i yozlaştırmak için hadis külliyatını tasarlattı, kimine göre her coğrafya kendi örf ve adetlerini Dine adapte edip daha rahat uygulamak için uydurttu, kimine göre dini bölgelere uyarlayıp daha yumuşak bir din yaşamak için. Dediğim gibi cevap yok. Ülkemiz Müslümanlarına göre ise cevap var. Onlara göre Hadisler sayesinde dinimizi en doğru ve en mükemmel şekilde yaşıyoruz. Hadisler olmasa dinimiz yitip gidecekti.

Bildiğim tek şey dinini sorgulayanların büyük çoğunluğu bu işe hadislerden başlıyor. “Bana Kuran Yeter!” sloganı ile yola çıkıyorlar. Bakın bakalım sadece Kuran-ı Kerim'e bakarak dininizi yaşayıp ibadetlerinizi yapabiliyor musunuz?

Hadisleri savunarak “Sadece Kuran ile İslam yaşanmaz. Peygamberimizin Hadisleri olmasa dinimizi nasıl yaşarız?” demeyin sakın. Derseniz ayetleri inkar etmiş olursunuz. Tekrar hatırlatmakta fayda görüyorum inançlı okurlar için.
  • Kitap’ta hiçbir şeyi eksik bırakmadık. (6-Enam-38)
  • O yalnızca bir öğüt ve apaçık bir Kuran’dır. (36-Yasin-69)
  • Rabbin asla unutkan değildir. (19-Meryem-64)
  • Biz bu kitabı sana, her şeyin ayrıntılı açıklayıcısı, bir doğruya iletici, bir rahmet, Müslümanlara bir müjde olarak indirdik. (16 Nahl Suresi 89)
  • Allah size kitabı detaylandırılmış bir halde indirmişken Allah’ın dışında bir hakem mi arayayım? (6 Enam Suresi 114)

Görmek isteyenler için sorularda cevaplarda ortada. Her ne kadar kaynaklarını belirmiş olsam da bana da güvenmeyin. Hatta isterseniz bu sitede yer alan hiçbir yazıya güvenmeyin. Araştırın, öğrenin, sorgulayın. Kimsenin etkisinde kalmayın. Bakın bakalım hangi cevaplar veya çelişkiler ile karşılaşacaksınız kendiniz görün. Sağlıcakla kalın.

Yazan: Demon Product

MEZOPOTAMYA TANRILARI

"Kralların ülkesi" olarak bilinen Sümer, güney Mezopotamya'da (modern Irak) M.Ö. 4500 ve 4000 arasında kurulmuştur. Tarihte bilinen şimdiye kadar kurulan ilk medeniyetlerden biri haline gelmiştir. Bu medeniyet, tarım için bataklıkları süzmüş, ticareti geliştirmiş, dokuma, maden ve çanak-çömlek işleri için tesisler kurmuştur.

Her bir şehir, tanrı ya da tanrıça tarafından korunurdu ve kent merkezinde oturmaları için adlarına inşa edilmiş büyük tapınağa sahipti. Mezopotamya'nın tanrıları, hava, ateş ve gök gürültüsü gibi daha önceki ana rollerinin kalıntılarını hala koruyorlardı.

• Anu (cennetin tanrısı) Mezopotamya panteonunun orijinal hükümdarıydı. O, göklerin en yüksek bölgesinde yaşayan ve suç işleyenleri yargılama gücüne sahip olan, takımyıldızların efendisi ve ruhların efendisi olarak bilinen bir ruhani tanrı idi.

• Enlil (hava tanrısı), rüzgar ve açık alanlarla ilişkiliydi ve Nippur şehrinin koruyucusuydu. O cennette Anu'ya ulaşabilen tek tanrıydı, çünkü gökyüzüne hükmediyordu. İnsanları yaratmaya yardım eden Enlil'di, ama çok geçmeden onların kargaşasından rahatsız oldu ve onları büyük bir sel ile öldürmeye çalıştı.

• Enki (tatlısu tanrısı) Eridu şehrinin koruyucusuydu. O, dünya düzleminde yaşayan herkes üzerinde yaşayan bilgi, zanaat ve yaratılışın efendisi olarak biliniyordu. Taş tabletler üzerine yazılan “Me” olarak bilinen ilahi bir gücün koruyucusuydu. Sık sık boynuzlu bir taç ile tasvir edilir ve bir sazan derisi giymektedir.

• Enbilulu (Tanrılar Tanrısı), her ikisi de çok kutsal sayılan Dicle ve Fırat Nehri'nin yönetimindeydi. Tarım alanını yönetmiş, erkeklere sulama ve çiftçiliği öğretmiştir. Yeryüzünün üstünde ve altındaki suların sırlarını bildiği için bunun ona her şeyi geliştirecek gücü verdiği söylenir.

• Nergal (Ölüm Tanrısı), Cuthah'da iktidarda bulunan bir tanrıydı. Çoğunlukla “öfkeli kral” veya “öfkeli olan” olarak bilinen yarı insan yarı aslan olarak tasvir edilirdi. Öğlen vakti güneşi, karanlığı, kaosu, savaş, kıtlık ve haşereleri getireceğine inanılırdı. Ayrıca, sonraki yaşamın ölü ruhlarına yön veren cehenneme başkanlık ediyordu.

• Nanna (Ay Tanrısı) yaygın olarak Ur kentine başkanlık ediyor ve “bilgelik efendisi” olarak biliniyordu. Bilim, astronomi ve astroloji ile ilgili kutsal bilgileri temsil ediyordu. Nanna genellikle hilal boyunca uçan büyük, kanatlı bir boğa olarak tasvir edildi. Yıldız sistemde 30 rakamı ile temsil edilirdi (bir aydaki ortalama gün sayısı anlamına gelir).

• Ninurta (Savaş Tanrısı), genellikle Sharur adlı büyülü bir topuzla tasvir edilen Lagaş'ın efendisi idi. Sadece bir savaş efendisi değil, aynı zamanda insanların yaralanma, hastalık ve şeytani güçlerden kurtulmalarına yardım eden şifa ve tedavilerle ile de ilişkiliydi. Enki, Ninurta’ya savaş ve arkeolojik bilgilerin (muhtemelen Me'nin kutsal öğretilerine dayanan) yollarını öğretmişti.

• Utu (Güneş Tanrısı) hakikat, adalet ve hukuktan sorumlu idi. Genelde kask takan, güneş diski tutan ve tırtıklı bir kılıç taşıyan bir adam olarak tasvir edilir. Utu her gün doğuda bir dağdan doğar, batıda bir mağaraya dönmeden önce iki tekerlekli savaş arabasıyla dünya'ya doğru yol alır ve böylece şafak, gün ortası ve gün batımını yaratır. Her gece ölülerin akıbetine karar vermek için yeraltı dünyasına iner.

• Gerra (Ateş Tanrısı)'nın üstün bir bilgelik ve beceriye sahip olduğu öyle ki hiçbir tanrının bunu anlayamadığı söylenirdi. O takipçileri tarafından güçlü metalleri inceltebilen, insanları kötü ruhlardan arındıran ve insanların bildiği tüm silahlara hakim olan “ateş ve demir ocağı efendisi” olarak biliniyordu. Savaşta yenilmez olduğu iddia edilirdi.

• Tammuz (Bitki Örtüsü Tanrısı) yiyecek ve besin ile ilişkili bir ilahi devriyeydi. İlkbaharda bolluğu ve sonbaharda hayatın azalmasını temsil etti. Yaz mevsiminin geçişi Mezopotamyalı'nın ölümünü temsil etmek için geliyordu ve Tammuz’un adına birçok ayin yapılırdı. Bu ayinlerde Tammuz geçip gittiği için üzülünürdü ve gelecek yıl tekrar geri gelmesi için davet edilirdi.

• Marduk (Fırtına Tanrısı) Babil panteonunun başı olarak yavaş yavaş iktidara gelen tanrıçaydı. O kehanet, diriliş ve gök gürültüsü ile ilişkilendirilen karmaşık bir Tanrıydı. Tanrılar ve onların mucizeleri arasında çıkan bir iç savaş sırasında iktidara yükseldi. Tiamat'ı (bir ilkel tanrıça) öldürmesi ile Tanrı-Kral'ın statüsüne yükselten, Cennete ve Yeryüzüne egemen olan Marduk'du. İnsan da dahil olmak üzere tüm doğa onun varlığına borçluydu.

• Nabu (Tanrıların Katibi) bilgelik ve yazının ustasıydı. Marduk'un oğluydu, onun yazarı ve bakanı olarak hareket etti ve sonunda insanlığın kaderinin kaydedildiği Kader Tabletlerinin koruyucusu oldu. Nabu boynuzlu bir şapka takıyor, eski bir rahiplik jesti ile elleri birbirine kenetli duruyordu. İlk başlarda babası Marduk'a ait olan kanatlı bir ejderhaya biniyordu.

Yazan & Derleyen & Çeviren: Anu

MANNA : TANRININ YEMEĞİ

Yazan: A.Kara
MANNA NEDİR?
TANRININ CENNETTEN GÖNDERDİĞİ BİR YİYECEK Mİ? YOKSA UZAYLI NİMETİ Mİ?

Manna, Mana olarak da bilinir. İncil'e göre, büyük göçü izleyen kırk yıllık süreleri boyunca çölde yolculuk ederken Tanrı tarafından İsraillilere verilen  gizemli bir maddeydi. İncil'de, İsraillilerin köle oldukları Mısır'dan, vaat edilmiş topraklara nasıl geldiğini anlatılmaktadır.

İnanışa göre göç sırasında Sina Çölü'nü geçmek zorunda kaldılar. Fakat kaçınılmaz olarak, bir sürü İsraillinin olduğu ve çok az bitki büyüyen bir çöl toprağı olduğu için yiyecekleri tükeniyordu. Bu noktada, halkın açlıktan ölmesini önlemek için Tanrı cennetten Manna denen yiyeceği indirdi.

Yeryüzüne geldiğinde Manna bir çeşit tohum olarak tanımlanır. Bu tohumlar dünyaya düştükleri gün ile ilişkilendirildiler. Manna Cuma günleri hariç her gün İsraillilerin yiyecek ihtiyacını karşılıyordu. Cuma gününün hariç olması ise sonraki gün olan Cumartesinin Şabat günü olmasıdır.

Manna, Mısır'dan Çıkış 16: 1–36'da iki kez tarif edilmiştir.
Mısır'dan Çıkış'ın (Exodus) İncil kitabında, Manna'nın her gece ve her sabah, çiy ortadan kalktıktan ve güneşin ısısından dolayı erimeden önce toplanması gerektiği yazılmıştır.

Tarihi hesaplara göre, Manna geceleri çiğ ile birlikte geliyordu.
Manna, beyaz renkli, kişnişe benzer bir tohum olarak tarif edilir. Öğütülüp pişirildikten sonra ballı gofretlere benzer olduğu görülür, ancak bazı açıklamalarda Hint mürü (bir çeşit hint yiyeceği) ile aynı renk olarak tarif edilir.

İbranice İncil’e bir bakarsak, Manna’ya atıfta bulunan iki açıklama bulabiliriz:
Çıkış 16: 1–36'da ve bir kez daha numara 11: 1–9'da ilk açıklamayı buluyoruz.
Çıkış'ta, manna, zemindeki dona benzeyen “ince, pul gibi bir şey” olarak tanımlanmaktadır. Çıkış'ta Manna renk olarak kırağıya benzer olarak tanımlanmaktadır. ‘Yiyecek’, güneş tarafından erimeden önce toplanmalıydı. Çıkış, manna'nın tadını ballı gofretler gibi tanımlamaktadır.

"İsrail halkı ona manna ekmeği adını verdi. Kişniş tohumu gibi beyazdı ve balla yapılmış gofretler gibi tadı vardı." Çıkış 16:31

Musa şöyle buyurmuştur: “ Rab buydu ki :“ Bir manna yiyin ve gelecek nesiller gelsin, böylece sizi Mısır'dan getirdiğimde vahşi doğada yemeniz için verdiğim ekmeği görebilirler." Çıkış 16:32

A, yahudilik, Manna, Tanrının yemeği, Mısır'dan Çıkış ve Manna, Tanrının cennetten yiyecek göndermesi, İsrail oğullarına manna gönderen, Mısır'dan Çıkış 16:1-36, din, Açıklanamayanlar,
Sayılar Kitabında (Eski Ahitte 4. kitap) mannanın tüm gece boyunca çiğ ile birlikte geldiği ayrıntılı olarak geçmektedir. Ayrıca Sayılar Kitabında mannanın, Etiyopya, Eritre ve Afrika'da yetişen ağaçlardan elde edilen yarı şeffaf bir margarin-sakız reçinesi olan bdellium'a benzediğine dair detaylar göze çarpmaktadır.

GİZEMLİ MANNA
Yani inanışa göre Manna, halkı aç bırakmamak için Tanrı tarafından gönderilen bir yiyecektir ama hala ne olduğunu bilinmiyor.

Çıkış kitabında İsrailliler'in “saklanan kokulu solucanlar gibi" diye tabir ettikleri olayda her gün manaları toplayıp depoladıklarına dair söylemler görünmektedir.

Ancak Manna, 16: 23–24'te açıkça belirttiği gibi Şabat'tan bir gün önce toplanarak depolandı.
Musa, “RAB’bin buyruğu şudur” dedi, “ ‘Yarın dinlenme günü, RAB için kutsal Şabat Günü’dür. Pişireceğinizi pişirin, haşlayacağınızı haşlayın. Artakalanı bir kenara koyun, sabaha kalsın.’ ” Böylece, Musa'nın emrettiği gibi onu sabaha kadar sakladılar ve o da kokuşmadı ya da kurtlanmadı."

Peki, Manna nedir? Bazılarının inandığı gibi Tanrı tarafından sağlanan doğal olarak bol miktarda yiyecek midir?

A, yahudilik, Manna, Tanrının yemeği, Mısır'dan Çıkış ve Manna, Tanrının cennetten yiyecek göndermesi, İsrail oğullarına manna gönderen, Mısır'dan Çıkış 16:1-36, din, Açıklanamayanlar,
Bazıları, Tevrat'ın ruhani yorum ve yorumlarının bir koleksiyonu olan Zohar'ın mannaya ait tanımlarını baz almayı tercih eder.

Antik astronot kuramcıları tarafından belirtildiği gibi Zohar, farklı büyüklükteki beyinleri, farklı tüpler ve farklı ışık kaynakları ile bağlantılı olan farklı büyüklükteki yüzleri tanımlar. Teologlar bunun Tanrı'nın bir açıklaması olduğunu öne sürmelerine rağmen antik astronot kuramcıları Zohar'da anlatılan şeyin mutlak bir tanrı figürü değil bir makine türü olduğunu iddia eder.
Yani bazı araştırmacılar henüz tanımlanmamış gizemli bir gıda kaynağı olan "manna"yı üreten bir makine olduğunu düşünüyorlar.

Manna makinesi teorisi, İsraillilerin bu makineyi nereden aldıklarına dair iki açıklama sunuyor.
Daha tartışmalı bir diğer teori ise uzaylıların çölde açlık çeken Mısırlılara yardım etmek için bir jest olarak onlara bu makineyi verdiği fakat Mısır'dan ayrılırken bunu İsrailoğullarının geri alarak yanlarında götürdüğüdür. Yani her iki iddia da temelsiz ve absürttür. Fakat insanoğlu mistisizm veya uzaylı sevdası peşinde koşmaktan vazgeçmeyecek gibi görünüyor. Hemen bir örneğine bakalım:

MANNA MAKİNESİ
1978'de George Sassoon ve Rodney Dale, Zohar'ın “Günlerin Kadını” adlı bir bölümün tercümesine dayanan bir kitap yazdılar ve manna adlı besinin bir makine tarafından üretildiğini iddia ettiler.

AİŞE MUHAMMED'LE EVLENDİĞİNDE KAÇ YAŞINDAYDI?

Yazan: Gregoire de Fronsac
Hz Aişe'nin evlenme yaşı,Hz Ayşe kaç yaşında evlendi?,Ayşe evlendiğinde kaç yaşındaydı,Ayşe ile Muhammed'in evliliği,Aişe'nin yaşı,Hz Ayşe'nin yaşı,din, islamiyet, GF, İslamda kadın, Çocuk gelin

AİŞE MUHAMMED'LE EVLENDİĞİNDE KAÇ YAŞINDAYDI?

Bugün, İslam dünyasında , özellikle Arap Müslümanlar dışında kalan Müslüman coğrafyasında , ciddi bir tartışma konusu olan Aişe'nin evlilik yaşı üzerine , sahih kabul edilen hadisler ve kaynaklar üzerinden bir tespitte bulunmaya çalışacağız..
(Tabi bu yazıyı hazırlarken bu hadis ve siyer kaynaklarının doğru olduğuna inanmamakla birlikte , doğru olduğunu varsayarak hareket ettiğimi belirtmeliyim zira bugün 1.5 milyar Müslümanın inandığı erken İslam tarihinin tek kaynağı bunlar )
Önce Aişe kimdir kısaca ona bakalım ;
Ummu'l-mu'minîn Âişe bint Ebî Bekr es-Sıddîk el-Kureşiyye (ö. 58/678)
Ebû Bekir'in kızı ve Muhammed'in eşidir.
Annesi Ummi Rûmân binti Âmir İbn Umeyr'dir.
Babası Ebû Bekir b. Ebû Kuhâfe, es-Sıddîk lakabıyla tanındığı için kendisine Âişe es-Sıddîka (es-Sâdıka) binti's-Sıddîk denilmiştir. Annesi; Kinâne kabilesinden Ummu Rûmân bint Âmir b. Uveymir'dir.

Bi'setin yani Muhammed'in peygamberliğinin 4. yılında (614) Mekke'de doğdu. Onun daha önce doğduğunu ve dolayısıyla Peygamber ile evlendiğinde 14 ile 18 yaşlarında olduğunu ileri süren batının psikolojik saldırıları karşısında tutunamayan bazı çağdaş (!) araştırmacıların (Suleyman Nedvî, V, 12-25; Akkâd, s. 39, 59, 60) dayandıkları rivayetler sağlam değildir.
İbn İshak, Ebû Bekir'in daveti ile müslüman olanları sıralarken Âişe'nin de adını verir ve o sıralarda yaşının küçük olduğunu zikreder.
Âişe'nin, “Ben ebeveynimi bildim bileli onları Müslüman buldum” (Buhârî, “Kefalet”, 4) ifadesinden kendisinin bi'set-i nebeviyyeden sonra doğduğu anlaşılmaktadır. Çocukluğu hakkında fazla bilgi yoktur.

Babası Muhammed ile daha önce hicret ettiği için aynı yıl (622) annesi, ağabeyi Abdullah, kız kardeşi Esma, Peygamber'in hanımı Sevde, kızları Fâtıma ve Ummu Kulsum ile birlikte Medine'ye hicret etti.
Önceleri Medine'nin havasına alışamadığı için babası gibi rahatsızlandı. Ancak kısa bir süre sonra sağlığına tekrar kavuştu. Hicretin 2. yılı Şevval ayında (Nisan 624, iki bayram arasında) Peygamber'le evlendi. (Zehebî, II, 141-142.) Düğün tarihini hicretin 1. yılı Şevval ayı (Nisan 623) olarak kabul edenler de vardır.
Ebû Bekir , düğünü neden geciktirdiğini Peygamber'e sormuş, mehir parasını temin edemediği için tehir ettiğini öğrenince ihtiyacı olan 500 dirhemi ona ödünç vermişti.

18 yaşında dul kalan Âişe ,  Peygamber hanımlarının başkalarıyla evlenmelerini yasaklayan Kur'an hükmüne uyarak bir daha evlenmediği rivayet edilir.
Peygamberden sonra 47 yıl daha yaşadı ve 65 (veya 66) yaşında iken 17 Ramazan 58 (14 Temmuz 678) Çarşamba gecesi, vitir namazını kıldıktan sonra Medine'de vefat etti.
56, 57 veya 59 yıllarında 19 veya 13 Ramazan'da vefat ettiği de rivayet edilmiştir, ölümü Medine'de büyük bir üzüntüyle karşılanmış, cenazesi aynı gece kaldırılmıştır.

Aişe'nin hayatı hakkında kısaca bilgi verdikten sonra , Kur'an da kadınların evlilik yaşları ile ilgili bilgi sunan ayetlere bakalım bir de ;
“Kadınlarınızdan âdetten kesilenlerin iddetinde tereddut ederseniz, onların iddet süreleri 3 aydır. Henüz âdet görmeyenlerin de süreleri böyledir.” (Talak, 4)

“Henüz âdet görmeyenlerin de süreleri böyledir.” 
ifadesi, adet görmemiş kız çocuklarının da evlendirilebileceğini açıkça göstermektedir.

“İçinizden evli olmayanları evlendiriniz.” (Nur, 32)
Ayette ergenlik çağı veya yaş sınırı konulmamıştır.

Şimdi de İslam dünyasında Kur'an dan sonra en güvenilir kaynak kabul edilen Kütübü Sitte'ye ve sahih hadislere bakalım ;

Aişe (r. anhâ) anlatıyor:
"Rasûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), ben 6 yaşında iken benimle evlendi. Medine'ye geldik. Beni'l-Hâris İbnu'l-Hazrec kabîlesine indik. Ben hummaya yakalandım. Saçlarım döküldü. (İyileşince) saçım yine uzadı. 
Annem Ummu Rûman, ben arkadaşlarımla salıncakta oynarken, bana geldi, benden ne istediğini bilmeksizin yanına gittim. Elimden tuttu. Evin kapısında beni durdurdu. Evimizde, ensârdan bir grup kadın vardı. "Hayırlı, bereketli olsun!", "Uğurlu mubarek olsun!" diye dualar, tebrikler ettiler. Annem beni onlara teslim etti. Onlar kılık kıyafetime çeki düzen verdiler. 
Beni, [kuşluk vakti aniden] Rasûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)(ın gelişinden) başka bir şey şaşırtmadı. Annem beni O'na teslim etti. O gün ben 9 yaşında idim." 
(Buhârî, Nikâh 38, 39, 57, 59, 61; Muslim, Nikâh 69, (1422); Ebu Dâvud, Nikâh 34, (2121); Edeb 63, (4933,4934,4935, 4936, 4937); Nesâî, Nikâh 29, (6, 82). Ayrıca Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayın: 15/486.)

Evet Aişe"nin Muhammed  ile evlenme yaşı ihtilaflıdır.
Fakat yapılan tahkiklere göre en ziyade kabul gören ve en sahih addedilen rivayetlere nazaran 6 yaşında iken nikahlanmış, 9 yaşında iken zifaf edilmiş olmasıdır.
Muhammed'le evlendiği zaman Aişe'nin 16-17 ve hatta 18 yaşlarında olduğuna dair yapılan bazı açıklamalar varsa da tatminkâr değildir. Sahih rivayetlerin zahirine uygun gelmemektedir. Bu sebeble ihtiyatla karşılanması daha doğrudur.
Muhammed vefat ettiği zaman Aişe 18 yaşında idi.
İbni İshak'a göre ; Muhammed ,  Hatice'nin vefatından sonra Sevde ile evlenmiş, Sevde'den sonra Aişe ile evlenmiştir. Ancak bazı rivayetlere göre, Hatice'den sonra Aişe  ile evlenmiştir. Yapılan tahkikler, İbn-i İshak'ın kaydını haklı çıkarmıştır. Muhammed, henüz hicret etmeden önce Sevde ile evlenmiştir. Aişe'nin evliliği hicretten sonra Medine'de olmuştur.

Bu hadise dayanan İslâm ulemâsı, küçük yaşta bulunan kız çocuğunun babası tarafından nikahlanabileceği hükmünü çıkarmıştır. Nevevî, bu cevaz hususunda İslâm ulemâsının icma ettiğini belirtir.
Hanefî'lere göre bu câizdir. Ancak kızın buluğa erince seçme hakkı vardır, dilerse kabul etmeyebilir. Bu hakkını daha önce kullanamaz.
Şâfiî, Mâlikî gibi Hicaz ulemâsı bu seçme hakkını tanımazlar. İmam Şâfiî, Mâlik, Ahmed, Ebu Yusuf gibi bir kısım ulemâ buluğa ermeyen küçüğü nikahlama yetkisine sadece babanın sahib olduğunu, diğer velilerin bu hakka sahib olmadığını söylerler. Ebu Hanife, Evzâi ve diğer bir kısım ulemâ velilerin de evlendirebileceğine hükmetmiştir.

Hadis, gerdekten önce gelinin hususî bir hazırlığa tabi tutularak süslenmesinin mustehab olduğunu gösterir. Başka rivayetlerde, câhiliye devrinde, mâşıta denen kadın berberlerinin varlığını, bunların gerdeğe girecek kadınları -aynen günümüzde olduğu gibi- hususî bir hazırlık ve süslemeden geçirdiklerini, İslâm'dan sonra, aynı mesleğe devam edip edemeyeceklerini Muhammed'e sorduklarını, Muhammed'in de "kadınları süsleyin, kocalarına hazırlayın" diyerek cevaz verdiği rivayet edilir.

Gerdeğe girecek kızın yanında kadınların toplanıp ilgi göstermeleri, zifaf âdâbını öğretmeleri, hayır ve bereket duasında bulunmaları mustehabtır.

Bu hadisin bazı vecihlerinde, Peygamberin kuşluk vakti zifafa girdiği tasrîh edildiğine göre, gündüzleyin de zifaf caizdir. (Kutub-i Sitte Tercume ve Şerhi, Akçağ Yayın: 15/486.)

Âişe radiyallahu anhâ'dan:
"Allah Rasulu , benimle ben 6 yaşımdayken evlendi (nişanlandı). Medine'ye geldik. Haris bin el-Hazrecoğullarında konakladık. Sıtmaya yakalandım. Saçlarım döküldü, (iyileşince) yine uzadı. Ben salıncakta arkadaşlarımla sallanıp oynarken annem Ummu Rûmân bana geldi. Benden ne istediğini bilmeden yanma vardım. Elimden tutup beni evin kapısında durdurdu. Ben soluk soluğa idim. Nerdeyse kalbim duracaktı. Biraz su alıp yüzüme ve başıma sürdüm. Beni eve soktu. Evde bir takım Ensâr hanımları vardı.
«Hayırlı, uğurlu ve bereketli olsun!» dediler. 
Annem beni onlara teslim etti. Üstümü başımı düzelttiler. Çok geçmeden Allah Rasulu  orada görünce irkildim. Beni hemen ona teslim ettiler. Ben o zaman 9 yaşındaydım."
(Bu hadisi Buhârî (nikâh 38-39, VI, 134; 57-59, VI, 139; 61, VI, 140), Muslim (nikâh no. 69-72, s. 1038-9), Ebû Dâvud (no. 2121,4933-7), Nesâî (nikâh 29/1-3, VI, 82) ve İbn Mâce (no. 1876), Hisâm b. Urve an ebîhî an Âişe asl-ı senedi ile tahrîc ettiler. Rudani, Büyük Hadis Kulliyatı, Cem’ul-fevaid, İz Yayıncılık: 2/226-227.)

4066- Urve dedi ki:
"Hatice, Peygamber , Medine'ye gitmeden 3 yıl önce vefat etti. Ondan sonra 2 veya 2 seneye yakın bir müddet bekledikten sonra Âişe ile 6 yaşındayken evlendi, 9 yaşına bastığında onunla zifafa girdi."
(Bu hadisi Buhârî (nikâh 38-39, VI, 134; 57-59, VI, 139; 61, VI, 140), Muslim (nikâh no. 69-72, s. 1038-9), Ebû Dâvud (no. 2121,4933-7), Nesâî (nikâh 29/1-3, VI, 82) ve İbn Mâce (no. 1876), Hisâm b. Urve an ebîhî an Âişe asl-ı senedi ile tahrîc ettiler. Rudani,Büyük Hadis Kulliyatı, Cem’ul-fevaid, İz Yayıncılık: 2/227)

4067- Diğer rivayet: "Onunla 9 sene birlikte oldu."
(Bu hadisi Buhârî (nikâh 38-39, VI, 134; 57-59, VI, 139; 61, VI, 140), Muslim (nikâh no. 69-72, s. 1038-9), Ebû Dâvud (no. 2121,4933-7), Nesâî (nikâh 29/1-3, VI, 82) ve İbn Mâce (no. 1876), Hisâm b. Urve an ebîhî an Âişe asl-ı senedi ile tahrîc ettiler. Rudani, Büyük Hadis Kulliyatı, Cem’ul-fevaid, İz Yayıncılık: 2/227)

4068- Diğer rivayet: "Benimle, 7 yaşımdayken evlendi."
[Buhârî, Muslim, Ebû Dâvud ve Nesâî.]
(Bu hadisi Buhârî (nikâh 38-39, VI, 134; 57-59, VI, 139; 61, VI, 140), Muslim (nikâh no. 69-72, s. 1038-9), Ebû Dâvud (no. 2121,4933-7), Nesâî (nikâh 29/1-3, VI, 82) ve İbn Mâce (no. 1876), Hisâm b. Urve an ebîhî an Âişe asl-ı senedi ile tahrîc ettiler. Rudani, Büyük Hadis Kulliyatı, Cem’ul-fevaid, İz Yayıncılık: 2/227)

Tüm hadis ve rivayetleri dikkatli şekilde analiz edince Aişe'nin evlendiği yaşta net şekilde tespit edilebilir aslında ..
Evet çok uzak bir dönemden bahsediyoruz , insanların doğum tarihleri günü gününe kayıt altına alınamıyor fakat yaralandığımız kaynaklarda ki tespit yöntemine göre hareket edersek ;
Aişe’nin vefat tarihinden, yaşı çıkarıldığında yaklaşık olarak doğum tarihi bulunabilir. İslam tarihçileri, Aişe’nin vefat tarihi olarak genelde H. 58 yılını, vefatı sırasındaki yaşı olarak da 66 yaşını vermektedirler. Bir kısmı, vefat tarihi olarak H.56-59′u, vefatı sırasındaki yaşı olarak da 65-67 yi belirtseler de, çoğunluğu birinci görüşte müttefiktirler. Böylece  Aişe’nin vefat esnasındaki yaşından, vefat tarihini çıkardığımızda (66-58=8) Hicret sırasında Hz. Aişe’nin yaşının 8 olduğu ortaya çıkar. Hicretten bir yıl sonra evlendiğine göre ise evlilik yaşı 9 olacaktır.
İbn Kesir bu yaşta evlendiği konusunda hiçbir ihtilafın olmadığını belirtir.

Hicretin ilk yılında evlendiği sırada 9 yaşında olduğuna göre, doğum tarihi Nübüvvet’in IV. yılına tekabül etmektedir. Hz. Aişe’den gelen “Ben kendimi bildim bileli İslam'ın içindeyim” sözü de bunu kanıtlamaktadır. Bazı İlahiyatçılar ,  Aişe’nin vefat ettiği sırada 74 yaşında olduğunu belirtse de bu rakamı (yaşı), tarihsel olarak kabul etmek mümkün değildir. Çünkü hiçbir tarihi kayıtta  Aişe’nin bu yaşta vefat ettiği belirtilmemektedir. Müellifin,  Aişe’nin 74 yaşında öldüğü konusundaki görüşü yalnızca Aişe’nin 17 yaşında evlendiği yalanını haklı çıkarmaya çalışmak için  yaptığı yanlış bir kıyaslamanın sonucudur.

Sonuç olarak Hatice’nin Nübüvvetin 10. Yılında vefat etmesi üzerine Havle’nin teklifi ile söz kesilmiş ve Hicretin I. Yılında ise evlilik gerçekleşmiştir. Bizzat Aişe’den gelen rivayetlerde 6 yaşında sözlendiği ve 9 yaşında da evlendiği belirtmektedir.

Her daim umut ve sevgi ile kalın dostlar.