HABERLER
Dini Haber

İSLAM’DAN ÇIKMAK NEDEN ZORDUR?

Yazan: Kainatta Toz Zerresi
KTZ, din, islamiyet, İslam'dan çıkmak, İslamiyet'ten çıkmak, Gerçek din, Çocuklukta dini empoze, Dinden çıkma korkusu, Dini bırakmak, Din ile ahlakı ilişkilendirmek, Din adamlarına güvenmek,

İSLÂM’DAN ÇIKMAK NEDEN ZORDUR?

Bir Müslüman İslâm dininden neden çıkmaz ya da çıkamaz sorusunu cevaplarken ülkemiz şartlarını yani Türkiye’de yaşayan Müslümanların içinde bulundukları şartları daha çok göz önüne alarak değerlendirme yapacağım.

  • Sahiplenme geleneği
Biz Türkler, sahiplenen bir milletiz. Karımıza, kızımıza, mahallemize, malımıza, dinimize, imanımıza, futbol takımımıza, her şeye. Bizler sahipleniciyiz. Bir diğer özelliğimiz ise hepimizin filozof olmasıdır. Her konuyu çok iyi bildiğimizi düşünür, gram bilgi ile ahkâm keseriz. Bunu söylerken kendim de dahil olmak üzere bu ülkenin bir vatandaşı olarak öz eleştiri yapıyorum. Sahiplenici ve çok bilici özelliğimiz, fedailere ya da racon kesen mahalle delikanlılarına benzer. Diğer bir özelliğimiz ise sabırsız, sinirli  ve kavgacı olmamız.  “Sen bizim mahallemizin kızına göz mü koydun? Sen bana bir şey mi dedin? Ne dedin?...” Anlamadan, dinlemeden, kafa yormadan, “Vurdum mu deviririm, kodum mu oturturum ANADIN MI!” Sosyal medya, bu tür kabadayılarımızla dolu. Bizim millet olarak bir şeye sahiplenmemiz için ille de o şey hakkında yeteri kadar bilgiye sahip olmamıza, akıl süzgecimizden geçirmemize gerek yok. Bir kimseye “Allah, kadına tecavüzü yasaklayan hiçbir ayet göndermemiştir” dediğiniz zaman hemen ayağa kalkar, kükremeye başlarlar… “Sen ne biçim konuşuyosun Allah hakkında, hemen söylediklerini geri al. Bir daha da dinime imanıma laf söylediğini, iftira attığını duymayayım, ağzını burnunu kırarım.” Bu şekilde alevlenen şahısın inandığı dinin kutsal kitabındaki bir tek ayetten bile haberi yoktur aslında. Dinine dil uzatan bu adam doğru mu söylüyor yoksa yalan mı söylüyor mevzusuna girip de kontrol bile etmez çünkü delikanlılığın, erkekliğin şanına yakışmaz. Mevzunun kendi inandığı şekilde olduğuna da emindir.  Hem kim karıştıracak o kadar sayfayı, kim okuyacak? Okusa bile dinine dil uzatan adam haklı çıktığında ne yapacak? Eyvah, ben bilmiyor muşum mu diyecek? Millet olarak ne yazık ki hatasını kabul eden, doğru sözü söyleyene saygı gösterten erdemlerden biraz uzağız.

Yıllar önce Ateistlerin paylaşımda bulunduğu bir internet sitesine girmiştim. Hemen forum kısmına daldım. Aslında niyetim “Şu dinsiz imansızlar ne konuşuyormuş ne yazıyormuş, şunlara ağzının payını bir vereyim…” niyetiyle dalmıştım konulara. Bu ateistler hiçbir şey bilmezdi. Din hakkında da hiçbir şey bilmedikleri için ve dinsiz olmak nefsani arzularına daha uygun olduğu için Ateist olmayı tercih ederlerdi. Din öğretmenlerimiz bizi öyle yetiştirmişti çünkü. Dindar üyelerle ateist üyelerin tartıştıkları konuları görünce tepkim aynen şöyle olmuştu: O NE LA!  AMAN ALLAHIM!  Kur’an ayetleri, Arapça ve Türkçesi ile karşılıklı olarak kelime kelime telaffuz ediliyor, he bir telaffuz üzerinden  İslâmi kaynaklar didik didik edilerek o zamana kadar hiç duymadığım, okumadığım konular ve sebepler üzerinde hararetli tartışmalar yaşanıyordu. O zamana kadar din derslerimizde bize ezberletilen basmakalıp dini bilgilerle,  etrafımızdaki hacıların hocaların, sohbet ablalarının geleneksel dini ritüellerinden başka hiçbir bilgim yoktu. Birilerinin ağzının payını vermek için girdiğim forumda dini cehaletimle yüzleşmiştim. Bırakın o tartışmaların arasına girmeyi, klavyeden bir tuşa bile basamadım. Forumu, sabahın dördüne kadar takip ediyor ve gözlerim kan çanağına dönünceye kadar her yazılanı okumaya çalışıyordum. Çok mantıklı iddialar olmasına rağmen beynimdeki “İslâm tek gerçek din, mutlaka bir yanlışlık vardır, tercüme yanlıştır..” gibi şartlanmışlıklara  sığınıp silkinip, kalkıyordum bilgisayar başından. Sonunda kafam kaldırmadı ve bıraktım o sitelerde dolaşmayı fakat dini konuda ne kadar az ve yetersiz bilgiye sahip olduğumu fark etmem, Kur’an ayetleri ile ve dini bilgilerle birden bire ve uzun dönem haşır neşir olmama vesile oldu. Sorgulama yeteneğim gelişti. Buna rağmen ayetlerdeki ve dini uygulamalardaki mantıksızlıklara karşı çok direndim. En sonunda bir ilâhiyatçının “Cennete gitmek için ille de Müslüman olmaya gerek yok, Kur’an’da böyle bir şey yazmaz” demesi ile aniden Müslümanlıktan çıktım ve çıkışımın ardından, yıllar içinde araştırdığım ve hatta daha önce fark edemediğim dini bilgileri daha açık ve daha mantıklı ve daha özgür bir düşünce ile değerlendirmeye başladım. Şu an, o uğruna dinden çıktığım Cennet kavramı bile değişti, bilincimde bambaşka anlamlara büründü.


Sonuç olarak bir Müslüman’ın, dinine yönelik bir eleştiride hemen savunmaya geçmesi ve öfkeye kapılması, daha çok dini bilgilerden yoksun olduğunun bir işaretidir özellikle bizim ülkemizde. Bizim Müslüman’ımız kabadayıdır, fedaidir fakat daha çok cehaletin kabadayısı, cehaletin fedaisidir. O fedaiye bir şeyleri anlatmanız, açıklamanız çok zordur. Bir fedai, dayılandığı insanlardan hiçbir şey öğrenmez, ancak saygı duyduğu, değer verdiği, emir aldığı kişilerden etkilenir, onlardan bir şey öğrenir.

  • Benim inancım bana huzur ve mutluluk veriyor, dualarım kabul görüyor demek ki benim inandığım din doğru ve gerçek din.
Psikologlar, bazen insanlara inancın, iyileşme sürecinde çok etkili ve önemli olduğunu söylerler. Bu  bizim halkımızca “İslâm inancı, iyileşmede önemlidir” şeklinde algılanır. Nasıl algılanırsa algılansın, Hristiyan da olsan, Müslüman da olsan, Budist de olsan inanç inançtır. Muska yapan hocalara gidip, var olan fiziksel bir hastalığı iyileştirmesi için dünya kadar para sayıp(parasız yapanlar da var) ardından iyileşme gözlenen bir çok insan var. Dünya genelinde Büyücü diye adlandırılan bu insanlar sadece İslâm dininde değil her dinin içinde ve her devrin toplumlarının içinde vardı ve varlıklarını sürdürmeye devam ediyorlar. Bizim halkımız içinde mesela “Papaz büyüsü” dedikleri ve Papazlara yaptırılan büyü çeşitleri bile var. Yani büyü yapılması için ille de büyüyü yapan kişinin Müslüman olması gerekmiyor.

Okuduğum bir kitapta, inancın bir insanı nasıl etkilediğine dair gerçek bir hikâye vardı. Hıristiyan bir erkeğin yaşlı babası ağır bir kansere yakalanıyor. Dindar olan babasının iyileşmesi için çare arayan oğul, bir yerlerden bulduğu metal bir yüzüğe eski ve küçük bir tahta parçası yerleştirip babasına getiriyor ve  “Bu yüzükteki tahta parçası, İsa’nın gerildiği çarmıhtan bir parça.  O çarmıhın bir parçasının uzun zamandır nerede olduğunu araştırıyordum ve uzakta bir kilisede buldum. O’ndan küçük bir kıymık alabilmek için kiliseye oldukça yüklü bir yardım yapmak durumunda kaldım” diyor ve yüzüğü babasının parmağına takıyor. Parmağındaki yüzüğün kutsallığına ve şifa verici gücüne iyiden iyiye inanan yaşlı adam kısa süre sonra iyileşmeye başlıyor ve bir müddet sonra doktorların artık umudunu kestiği ilerlemiş kanseri tamamen yeniyor.

Yürekten inandığınız dinin Kutsal kitabını okurken huzur bulursunuz. Hatta bu düşüncenize, “Ben Kur’an okuyorum, Allah’a inanıp O’nu sürekli anıyorum, O’na yakışır bir kul olmaya çalışıp kalbimi iyilikle dolduruyorum. Fark ettim ki  her anım huzurlu. Yaşantımın her anından keyif alıyor, huzur doluyorum”  gibi bir inancı da bilincinize dahil etmişseniz hayatınızın her anından keyif alırsınız ve içiniz huzur dolu olur. Bunun nedeni, inanılan dinin gerçek olması değil, kişinin inancını yani bilinçaltını, bunun gerçek olduğu ve huzur verdiği inancı ile doldurmasıdır. Çünkü Allah olduğuna inanılan  İlâhı sürekli anıp ve ona yakışır bir kul olmayı amaç edinince, mutlulukla ve huzurla ödüllendirileceğine inanılır ve sonuçta o inanç gerçek olur.   İNANIYORSUNUZ ÇÜNKÜ! Adının Allah olduğuna inandığınız bir İlâh var olduğu için değil, siz bu duruma inanmış olduğunuz için bu böyle!

Bu durum sadece İslâm’a özel bir durum değil, bütün dinler için geçerli. Hatta yanı başınızda duran bir çınar ağacına tapındığınızı ve onun bir Tanrı olduğuna inandığınızı düşünsek,  O ağacın gölgesinde oturmak bile sizde muhteşem güzel duygular uyandıracaktır. İnançlı insanlar, hayatlarında gerçekleşen güzel olayları değerlendirirken “her gün dua ediyordum, gerçekleşsin diye, üstelik tam da Allah’ın istediği gibi bir kul olmaya çalışıyorum, bak Allah dualarımı kabul etti, beni ödüllendirdi”  şeklinde bir cümleyi kurarak, arzularının, inandıkları Tanrı tarafından yerine getirildiğine kesin olarak inanırlar. Bu durum sadece Müslümanlara has değildir. Yahudiler, Hristiyanlar için de geçerlidir. Dini inancı olmayıp da evrenin farklı yasalarını ve enerjisini kullandığını düşünen spiritüel yasalara inanan insanlarda da benzeri çalışmalar vardır. O kişiler de hayatlarında gerçekleşen güzel durumlardan sonra “Bu arzumun gerçekleşmesi için kendime her gün sabah akşam telkinde bulundum, bilinçaltımı ve evrenin gücünü bu  arzumla aşıladım ve sonunda başardım, evrensel enerji, arzuma cevap verdi” cümlesini kurarlar. Onlar da mutludur aslında. Peki tamamen inançsız olan ve hayatı mutlulukla, iç huzuruyla geçmiş olan insanların dünya hayatı içinde yaşadıkları bu güzellikler neyden kaynaklanıyor? Onlar dua etmiyorlar ve adının Allah olduğuna inandıkları bir İlâh’a inanıp o İlâhtan yardım istemiyorlar. Ya Budistler? Hastalıkları, meditasyon veya yoga denilen tekniklerle, iç huzuru ile iyileştirmek konusunda dünyada Budizimden daha önde bir din var mı? Huzur bulmak konusunda da öndeler. Onların bu huzuru, dini ritüelleri ile yaşamaları için ille de tapınaklarına kapanmaları gerekmiyor. Bunu gündelik çalışma hayatının içinde çok güzel şekilde başarabiliyorlar. Okul yıllarımızda ve özellikle ilkokul yıllarında, din öğretmenlerimiz bize, Müslüman olmayan insanların hayatlarının iç sıkıntısı ile geçtiğini ve o insanların sürekli olarak buhran geçirdiklerini ve mutlu olmakta zorlandıklarını anlatırlar ve bizi buna iyiden iyiye inandırırlardı. Onların görüşüne göre Allah, var olan tek Tanrı idi ve sadece Allah’a inanan ve Allah’a ibadet eden insanlar mutluluğu ve huzuru bulurdu. Dinden çıkmış biri olarak rahatça söyleyebilirim ki, ASIL DİNDEN ÇIKTIKTAN SONRA  DAHA HUZURLU VE DAHA MUTLU BİRİ HALİNE GELDİM.

Bütün dinlere ve  inanç çeşitlerine tepeden geniş bir manzara olarak bakarsak eğer  inandığı kutsal kitabı her okuduğunda kendini huzurlu ve mutlu hisseden her dinin ya da inancın mensubu, kendi dininin  inancını, yeryüzündeki tek gerçek din ve inanç olduğuna inanır çünkü en büyük nedenlerden birisi, dua ettiği ya da belirli ritüellerle dile getirdiği arzusunun yerine gelmesi ve içinin huzurla dolmasıdır. Her dinden insan, kendi Tanrısının ya da inandığı gücün, dileğini gerçekleştirip, içini huzur ve mutlulukla doldurduğunu iddia ediyorsa O ZAMAN HANGİSİ GERÇEK DİN? HANGİ DİNİN MENSUBU DOĞRUYU SÖYLÜYOR?

  • Çocukluktan kodlama
Dini duygular henüz küçük yaştaki çocuklarımıza verilmeye başlanır. Aslında çocukluktan daha da geriye gidersek anne babanın dindarlığı ve dünyaya gelen çocuğun isminin dini ritüellerle kulağına okunması, mevlüdü, sünneti, ailesiyle birlikte camiye adım atması derken ülkemizde bir insan henüz bebekken dindarlığa adım atar ya da attırılır. Bu durum, bir insanın içinde doğacağı aileyi ve fiziksel vücudu seçme konusunda bir şansının olmaması gibidir. Kişi, hangi ailede ve hangi bedenle bu dünyaya geleceğini seçemeyeceği gibi çocukluktan itibaren  hangi dini ya da din şeklinde ifade edilemeyecek hangi içsel inancı seçeceği konusunda bir seçme şansı  yoktur. Çocuğun hangi dini öğrenip hangi dine inanacağı, ailesinin yani anne babasının seçimidir.

Bir çocuğun beyin yapısının çoğunluğu sekiz yaşına kadar tamamlanır. Bu süre aslında söz konusu çocuğun dini bir alt yapı kazanması için oldukça verimlidir ve kolaydır. Ülkemizde bir çok aile, anasınıfından başlamak üzere, özellikle de birinci sınıfı bitiren çocuklarını, yaz tatilinde Kur’an kurslarına gönderdiği gibi sadece Kur’an kursları ile kalmayıp en büyük dini alt yapıyı evde oluştururlar. “Allah görür, Allah yakar, Besmele çekmeden yemeğe başlama, Fatiha’yı oku bakalım,  öyle davranırsan Allah seni öte dünyada cehennemine atar” gibi sözler ve ihtarlar ülkemizin bir çok bölgesinde ve özellikle kırsalda hâlâ kullanılmaktadır. Hatta bu iş, o kadar ilerlemiştir ki ebeveynler, küçük yaştaki çocuklara, kendilerinin istemediği bir şey yaptığı zaman direkt olarak “Allah seni yakacak” diyerek çocuğun beynine “Allah yakar” kelimesini iyice kazırlar. Küçük yaşta öğrenilen ve telkin edilen bütün bilgiler, o çocuğun bilinçaltına aktarılır ve  çocuğun ileriki yıllarında yani yetişkinlik dönemlerinde kişiyi etkili bir şekilde yönlendirir. Bu yüzden eğitim, dünyanın en önemli işidir, meselesidir. Allah korkusu ile “Allah yakar” inancı ile yetişen insanlar dinlerini öylece kolay kolay bırakamazlar çünkü kendileri farkına varmasalar bile Allah adında bir ilâhın var olduğuna iyice inandırıldıkları gibi dinden çıktıklarında Allah’ın gazabına uğrayacakları korkusu, kişide dinini bırakma konusunda bir karşı tepki ve karşı duruş oluşturur. Yaş biraz ilerledikçe, ergene ya da gence aktarılan dini bilgiler, “dünyanın tek gerçek dini İslâm’dır, O’nda şüphe yoktur, şüpheli bir durum varsa ya tercümede hata vardır ya da yorumlayan kişi, konuyu derinlemesine bilmiyordur” düşünce kalıbı, çocukların, gençlerin beynine adeta dini bir inancın kapısının anahtarı gibi kodlanır. Bu kodu, kendisinden beklendiği şekli ile koruyan bir insan, sorgulama sürecine kolay kolay girmez, girse bile isteksizdir.

  • Korku
Bir insanın yaşamına yön veren en önemli etkenlerden birisi bazen de en önemlisi korkudur. Müslümanlıkta bu korku, dünya hayatında Allah’ın gazabına uğramak, nasıl bir yer olduğu bilinmeyen ve şu an kimsenin göremediği ahret hayatında da cehennemde yanmak korkusudur. Aslında cehennemde yanmak kısmına sadece “yanmak” demek mantıksız bir tarif olur çünkü Müslümanların inancındaki cehennem hayatında günahkâr olan ve cehenneme atılacak olan kişi cehennem ateşinde yandıktan sonra ona tekrar bir deri giydirilir ve tekrar yakılır. Bunun adı İŞKENCE dir. İslâm’ı reddeden yani kâfir olarak nitelendirilen insanların Kur’an’a göre öte alemdeki kaderi, sonsuza kadar cehennem ateşinde yanarak işkence çekmektir. Müslümanlar bu durumu değerlendirirken, çocukluktan gelmiş olan kodlanmanın etkisi ile ne yazık ki mantıklı bir akıl yürütme becerisi gösteremezler. Buradaki mantıksal sorgulama aslında çok basittir. Sonsuz merhamet sahibi olduğuna inanılan ve Kur’an’da da buna sık sık vurgu yapılan ve adı Allah olduğuna inanılan İlâh’ın, onca çirkef ve kötülük abidesi bireyler  dururken sadece kendisine inanmadı diye yarattığı insanlara sonsuz cehennem ateşinde işkenceye çektirmesinin sonsuz merhametlikle uzaktan yakından alakası yoktur. Üstelik buradaki en önemli hususlardan bir tanesi de sonsuzlukla karşılaştırıldığında iğne ucu kadar bile yer kaplamayan insan ömründe bir insan sadece 70 yılını inançsız geçirdi diye onu, zamanla bile ifade edilemeyecek sonsuz cehennem ateşine almak apaçık adaletsizliktir.  Bu durumda her hangi bir konuyu İslâm dini ile ilişkilendirirken “İlâhi adalet” ifadesini kullanmak bayağı bir garip kalıyor. Böyle bir uygulamaya “İlâhî adalet” demek ve İLÂHÎ bir nitelik kazandırmak saçmalıktır. Böyle bir uygulamaya, “vicdansızlığın adaleti” ya da “acımasızın adaleti”,  “bencilin adaleti” ya da “dev egonun  adaleti” diyebilirsiniz fakat bu adalet dediğiniz kelimenin önüne “İlâhî” kelimesini eklerseniz işte o İlâhî dediğiniz kelime, eşitlik, iyilik, merhamet gibi değerleri tarif eden bir hitap şekli olamaz. İşte çocukluktan gelen şartlanmışlıklar ve cehennemde yanmak korkusu, bu kadar basit bir mantıksal sorgulamayı bile Müslüman’ın yapmasına engel olur. Burada çok önemli bir nokta daha vardır ki, bir insan panik halde iken ya da korku içinde iken beyin yeteri kadar çalışmaz, yani kapasitesi oranında değerlendirme yapamaz. Korku, bir insanın düşünce yapısında eksikliklere neden olur. Cehennem azabı ile korkutulan insanlara, cehennem azabı ile korkutuldukları din hakkında sağlıklı sorgulama ve değerlendirme yaptırmanız çok zordur. Çocukluktan gelen kodlamanın ve cehennem korkusunun etkisi ile Müslüman kimse, sorgulama yapmaya her kalkışında yani o kapıyı her açısında karşısında cehennem ateşini ve şeytanı hisseder.

  • Okuma üşengeçliği
Millet olarak okuma özürlüyüz. Bu durum  özellikle de İslâmi konularla ilgili sorular hakkında araştırma yapan kimselerde kendini göstertir. Birkaç kişide rastlayıp gözlemlediğim bir durumu anlatmak istiyorum. Vaktiyle bir arkadaşımız, dinen kapanmanın farz mı yoksa bir gelenek mi olduğunu öğrenmek için küçük çapta bir araştırma yapma gereği duydu. Ulaşabileceği bir yerde bu konularla ilgili ayrıntılı bilgi alacağı kitaplar yoktu. İnternetin başına oturdu ve arama motorundan konuyla ilgili bilgi sahibi olmaya çalıştı. Arama sonucunda İslâmi bir siteye giriş yaptı. Başlık zaten “Allah, kadına kapanmayı emreder” şeklinde idi. Tam olarak bu şekilde miydi hatırlamıyorum ama başlık olarak konu özetlenmiş idi. İlk paragrafta kadının, saçının teli bile görünmeyecek şekilde kapanması gerektiği yazıyordu. Daha sonra bu konunun falanca İslâm âlimlerinin sözlerinden, Peygamberin hayatındaki uygulamalardan ve bazı ayetlerden örnekler verilerek açıklanacağı yazılmış. Arkadaşımız bu kısa açıklamayı okur okumaz “Ha bak, gerçekten de İslâm dininde kapanma varmış” dedikten sonra sayfayı kaydırmaya başladı. “Ohooooooo, amma yazmışlar, oku oku bitmez, ama belli yani bak adamlar ayrıntılı bir şekilde rivayetleri felan da yazmışlar, Kur’an ayetlerinden örnekler vermişler, tamam yaaaa, incelemeye bile gerek yok. Adamlar bu kadar uzun yazıyı keyfe nazaran yazmadı ya!” İslâmi site, yukarıdaki çarpı işaretinden kapatıldı ve internetin başından kalkıldı. Arkadaşımız sadece yedi satır yazı okuyarak ve geriye kalan açıklamanın ne kadar uzun olduğunu görerek  emin olmuş, kararını vermişti.

  • Alışkanlıklar ve dini yaşamın gelenekselleşmiş olması
Alışkanlıklardan vazgeçmek çok zordur. Ülkemizde bir kimse Müslüman olsun ya da olmasın Ramazan ve Kurban bayramlarında resmi tatile yol açan bayram tatillerini değerlendirir. Geleneksel olarak bu bayramları yaşayanlar, aile ve akraba ziyaretlerini gerçekleştirirken diğerleri, tatil beldelerinde tatil fırsatını kullanırlar. Ramazan ayında tutulan oruçlar, ölmüş insanların kırkı ya da elli ikisi gibi adetler. Pilavı, helvası, dini toplantısı, Cuma namazları, “ay ben Kur’an kursunu bitirdim, sen daha gidip öğrenmedin mi?” muhabbetleri. Dilimize yerleşen “Allah korusun, Allah aşkına, Allah nur içinde yatırsın, Allah analı babalı büyütsün, Allah bir yastıkta kocatsın, Allah’ın işine akıl ermez, güç yetmez, Doğrusunu  Allah bilir,  Allah ne dilerse o olur,  Allah bilir biz bilemeyiz, İnşallah, Maşallah, Eyvallah…” gibi dilimize ve yaşantımıza hakim olan ve her telaffuzda insanın dini inancını farkında olmadan pekiştiren ifadeler. Dini ritüellerin bir çoğunun yaşantımızın içine iyice girmiş olması, tarihimizdeki önemli insanların yani atalarımızın yaptığı bir çok önemli işlerin, fetihlerin vb lerin  İslâm inancıyla harmanlanmış hatta yönlendirilmiş olması, şu an günümüzde bile hem siyasilerin hem de mahalle, köy ve benzeri topluluk kültürünün dini inanç ile iç içe girmiş olması, insanların dini inançlarını sorgulamalarını engeller.

Ayrıca ülkemizin bir çok bölgesinde kadınlar, İslâm dininin kendileri için lâyık gördüğü, erkekten birkaç adım geride olmak, erkeğe karşı koymamak ya da erkeği ailenin reisi olarak görmek duygusunu içselleştirmiştir. Hatta bazı yerlerde bu durum öylesine yerleşmiştir ki kadınlar, erkeklerin olduğu odada her hangi bir yere oturamazlar. Erkek oturur, kadın ayakta bekler. Erkek konuşurken laf arasına girip bir şey söyleyemezler. Erkeğin sözü son sözdür. Kız çocukları bu geleneğe uygun olarak yetiştirilir ve sonuçta kadın erkeğin sözünden çıkmaz, çıkarsa dışlanır, arsız ve kuduruk muamelesi görür. Bu geleneğin içinde büyüyen bir genç kız ya da kadın, değil dinini sorgulamak, cinsiyet eşitliğine inanılan bir çağda insan olduğunun bile farkında değildir.

  • Aileyi bırakmak kadar zordur
Bilincin en derinine kadar işlenmiş olan bir alışkanlık.  Sınava girerken bile inandığınız Tanrı’dan yardım istiyorsunuz. Ölen yakınlarınızın, öldükten sonra inandığınız Tanrı tarafından şekillendirildiğini düşündüğünüz cennet ve cehennem diyarına gittiklerine ve sizin de eninde sonunda o diyara gideceğinize inanıyorsunuz. Bu inanç sizinle o kadar bütünleşiyor ki rüyalarınızda bile dini içerikli hayaller görebiliyorsunuz. Kişi, ailesine hatta en yakın arkadaşlarına bile anlatmaktan çekindiği sırlarını, problemlerini, inandığı Tanrıya el açıp anlatıyor, yardım istiyor. Böyle bir inancı bırakmak kolay değil. Kişinin ailesini bırakması ne kadar zor ise, içine, benliğine, hayatının her alanına işlemiş olan bir inancı bırakması da o kadar zordur. Bu zorluğun nedeni, inanılan dinin gerçek olup olmaması değil, kişinin o dini sanki en gerçek dinmiş gibi sahiplenip sarılması ve onu içtenlikle kabullenmesindendir.

  • Ahlâki ve Aile bütünlüğüne yönelik endişeler
Ahlâki endişe dendiğinde akla ilk gelen Cinsel ahlâk, Aile bütünlüğüne yönelik endişeler ise  yaşlılar ile gençler arasındaki uzaklık, aile ve akrabalık ilişkilerinin kopukluğu ve benzeri. İzlediğim bir belgeselde (bir İskandinavya ülkesi idi) evlilik kurumunun adeta öneminin yitip gittiğini, kadınların belirli bir yaştan sonra sadece yalnızlıklarını gidermek için çocuk sahibi olduklarını ve bu çocukların da hayatları boyunca babalarını tanımadıklarını, bilmediklerini anlatıyordu. Peki evlilik dışı ilişkilerin özgürce yaşandığı bütün ülkelerde durum aynı mı? İslâm’ı yaşamayan bütün ülkelerin geleneklerinde cinsel özgürlük söz konusu mu? Lafı fazla uzatmadan en önemli soruyu sorayım: EVLİLİK DIŞI İLİŞKİLERİ ONAYLAMAYAN BİZİM ÜLKEMİZİN CİNSEL AHLÂKI NE DURUMDA?

Evvela genelevlerden ve fuhuş çetelerinden başlayalım manzarayı anlatmaya. Bu sektörde çalışan kadınların kaç tanesi, kendi isteği ve arzusu ile girmiştir bu işe?  Bir kez girip damgayı yedin mi, ömür boyu silemezsin alnından. Böyle bir işte çalışıp da geri dönüşü var mı? Erkeklere mikrofon uzatılıp soru sorulduğunda “Genelevler kapatılmasın, fuhuş sektörünü bitirirseniz erkekler, karınıza kızınıza, komşunuza sarkar” diyen düşünce yapısına tekrar soralım: Siz konu komşunun karısına kızına sarkmayacaksınız diye kendi rızası dışında kaçırılıp fuhuş çetesinin elinde tanımadığı erkeklere pazarlanan kimsesiz genç kadının, kadınların suçu ne? DİNİ BÜTÜN AHLÂK SAHİBİ BİR ÜLKEDE YAŞAMAK MI? Bir erkek olarak senin ve ailenin başına bir kaza gelse, ölseniz, kimsesiz kalan kızın, bir şekilde bu çetelerden birinin eline düşse, sen de yattığın mezardan baksan manzaraya, yine aynı şeyi söyler misin? Yani  “…fuhuş sektörünü bitirirseniz erkekler, karınıza kızınıza, komşunuza sarkar” der misin? Bir genç kadın bu sektöre ya çok mecbur kalıp parasal sıkıntılardan dolayı girmiştir o da istemeye istemeye ya da isteği dışında zorlanmıştır.  Bir ülkenin kadınlarının bir kısmını fuhuşa ayırıp harcayacaksınız, adına da O….pu  diyeceksiniz, bir kısmını da ev hanımı olacak diye sağına soluna göz kulak olup eve kapatacaksınız sonra da “BİZ AHLÂK SAHİBİ İNSANLARIZ” diyeceksiniz. Vaktiyle  ülkemizde, emekli olan ve insanlara küsen bir hayat kadını, tüm mal varlığını kendisi ölünce evdeki kedisine bırakmak için vasiyet yazdırmıştı ve herkesten tepki toplamıştı. Bir kadının ahlâk timsali olarak göstertilen bir ülkede böyle bir şey yapmasını yargılamak yerine herkesin şapkasını çıkartıp, önüne koyup düşünmesi gerek. İSLÂM DİNİNDE EMPATİ VAR MI? …

Bizim ülkemizdeki cinsel ahlâk sorunları bu kadar mı peki? Meselâ çocuk istismarı. Bazı tarikatların içine yuvalanmış, cinsel sapıklıklar. Parası olan bazı zenginlerin yine paralarını kullanarak örtbas etmeye çalıştıkları ve yine paraları ile bunu başardıkları her türlü cinsel rezillikler… EVLİLİK DIŞI İLİŞKİLERİ ONAYLAMAYAN VE AVRUPA MİLLETLERİNE GÖRE ÇOK AHLÂKLI GEÇİNEN BİZİM MİLLETİMİZİN İNSANLARI, KARISINI, KIZINI NEDEN, KİMDEN SAKINMAK ZORUNDA KALIR? Bizim milletimizin içinde bizim ırzımıza göz diken Avrupa halkı mı yaşıyor? 16-17  yaşındaki kız çocuğumuzu bile bir yere gönderirken neden arkasından bakmak ya da sağını solunu kontrol edip “ya başına bir şey gelirse” diye telaşlanmak zorunda kalırız? Biz ahlâkına önem veren Müslüman bir ülke değil miyiz? Neyden korkuyoruz, yüzde %99’u Müslüman’dır dediğimiz kendi ülkemizin insanından mı? Bu mu ahlâk? Şunun bir adını koyalım. Biz ahlâkımıza önem mi veriyoruz yoksa ahlâk denilen kavramdan korkuyor muyuz?

Bizim ülkemizde aslında erkeklere yönelik her türlü cinsel özgürlük var. Sadece dikkat edilir.  Evliysem hanım duymasın, etraf öğrenip beni ayıplamasın. Bekârsam ne olmuş, erkeğim, elimin kiridir. Cinsel ahlâka önem veren bizim ülkemizde ne yazık ki çapkın eşlerinin başka kadınlardan getirdiği cinsel hastalıklardan dolayı kansere yakalanan, bu yüzden cinsel organını kaybeden ve hatta hayatını kaybeden kadınlarımız var. Aslında en büyük endişe, tıpkı erkeklerde olduğu gibi kadınların da böyle bir özgürlüğe adım atacağı endişesidir. Bunun nedeni de hem dini hem de geleneksel olarak Ataerkil yani Erkeği üstün ve özgür gören, kadını erkeğin malı olarak gören  bir yapıda olmamızdan kaynaklanıyor. Bunun çözümü ise dindarlıkta ya da dinsizlikte değildir. Hangi ülkede olursan ol, teknolojik gelişime önem verdiğin kadar sosyal hayata ve aile hayatına da önem verirsen ve ülke olarak kadını da erkeği de belirli bir ahlâk ile yetiştirmek için program ve proje geliştirir ve bu durumu ciddiye alarak yönetirsen, ahlâk olarak erkek çocuğunu kız çocuğundan ayrı tutmaz isen,  aile ve ahlâk yönünde endişe duymazsın.

Başlığı ilgilendiren diğer bir husus ise Aile yaşantısı. “Kızım oğlum,  dinden çıkarsan yani dinsiz olursan bazı  ülkelerin umarsız insanları gibi aile bağları parçalanır, her kes kendi başına savrulur gider” düşüncesine ya da inancına dikkat çekilir. Sırf devletten çocuk parası almak için çocuk yapan ve çocuğu 18 yaşına geldiğinde kapı dışarı eden anne babalarla, 40 yaşına gelmiş ama biberonla beslenen bebek gibi,  kendini ilgilendiren her konuda hâlâ anne babasına danışma gereği duyan aşırı bağımlı anne baba çocuk aile  örneğini karşılaştırdığınızda hangisine NORMAL diyebilirsiniz?  Bizim aşırı korumacı aile yapımızı dini inançla ilişkilendiremeyeceğimiz gibi bazı ülkelerde  yaşayan ilgisiz anne babanın tutumunu da dinsizlikle ya da farklı bir dine tabi olmakla ilişkilendiremeyiz. Kaldı ki bu tür durumlarda örnek verilen ülkeler ve toplumlar, aile bağları açısından en uzak ve en kopuk olanlardan seçilir. Gerçekte, bütün dinsiz ya da Müslüman olmayan toplumların yaşantısı soğuk ve bir birinden kopuk değildir. Genel olarak bu durum, içinde yaşanılan iklimin sıcaklık ya da soğukluğu da birer etken olmak üzere daha çok her toplumun geleneksel yapısıyla ilgilidir. Biz, misafirperverliğimizle ve aile yapımızın kuvvetliliğiyle övünürken “Biz Müslümanlar” diye başlamayız lafa “Biz Türkler” diye giriş yaparız sözlerimize.

  • Dinini yeteri kadar bilmemek ve din adamlarına aşırı güven
Özellikle Diyanet işleri başkanlığı tarafından Kur’an’ın Arapça okunuşunun öğrenilmesi hususunda Türkiye’nin her yerinde Kur’an kursları hizmet vermekte olduğu gibi Müslüman halk da çocuklarının küçük yaştan itibaren Kur’an’ın Arapça okunuşunu öğrenmelerini, Kelime-i Şahadet getirmek gibi önemli bir dini giriş olarak görmektedir. Ayrıca bu durumun, Müslüman halk bilincinde oluşturduğu etki, “Kur’an’ın Arapçası kutsaldır” şeklindedir. Her ne kadar İlâhiyatçılar, Kur’an’ın Arapça okunuşunun bir kutsallık arzetmediğini söyleseler de  halkın genel inanışına yansıması ve kabullenişi bu şekildedir ve bu yansımadan ve kabullenmeden de Türkiye Diyanet İşleri Başkanlığı  gayet memnundur. Türk Müslümanlar, Kur’an-ı Kerim’i, Arapça okunuşu ile okumaya devam ettiği sürece HERŞEY YOLUNDA. Bir de işin içine geleneksel dini bilgiler girdi mi, sorgulamak da neymiş?

“Kur’an okunurken neye dikkat edilir? Adetli iken Sure, ayet okunur mu? Abdest nasıl alınır?, Baş ağrısı için hangi sureden kaç adet okumak lâzım?, Kadın başı açık tuvalete girince etrafa sıçrayan sidik saça sıçrar o da saç dökülmesine neden olabilir. Saçının tek bir teli bile örtünün dışında kalsa, iyi melekler yanından uzaklaşır, şeytanlar başına üşüşür. Tuvalete sağ ayakla mı yoksa sol ayakla mı girilir? Ayetel kürsi’nin mutlaka üçgen muska ile boyunda kolye gibi taşınması ya da her gün okunması gerekir….   Kur’an, o mukaddes kitap, öyle her insanın, her cahilin aklının yetebileceği bir dille yazılmamıştır. O’nu okuyup  anlamak da herkesin harcı değildir. Biz okusak bile anlayamayız. Onca ilâhiyatçı bile yıllarını verip araştırıyor da öyle yorumluyor. Ben şahsen falanca İlâhiyatçının görüşlerini çok doğru buluyorum ve çok beğeniyorum. Maşallah adamda müthiş bir zekâ var ve dini bilgisi muhteşem. O yüzden aklıma bir şey takıldığında O’nun yorumlarını okurum. Hatta geçenlerde televizyonda izledim, geçmişte yaşamış olan falanca İslâm âlimi demiş ki “Her gün Kur’an okunan eve bereket yağar, şeytanlar o evden uzak durur”. Kur’an okumayı biliyorum çok şükür, her gün birkaç ayet okuyorum evde, Allah’ım kabul etsin………”

  • İslâm’ı, günümüz yaşantısına göre uydurabilmek için her türlü ayeti ve dini bilgiyi değiştirip parçalamak ve yeniden inşa etmek gelenek halini aldı.
1400 yıl önce oluşturulmuş bir din veya bir kurum, bu zamana kadar ya kalmaz yok olur gider, ya da kendini geliştirir, yeniler, yaşadığı zamana adapte eder ve daha güçlü bir duruşla varlığını sürdürmeye devam eder.  Bu güçlü duruş, söz konusu dinin  doğru bir din veya gerçek bir din oluşundan kaynaklanmaz. O dine inanan ve dinin ayakta durmasında görev alan kişilerin, özellikle de toplumun dini inancına yön veren kimselerin gayretleri ile olur. Bunu, tarihi bir evi, ayakta kalsın ve her dönem biraz daha cafcaflı hale gelip albenisini kaybetmesin diye sürekli olarak restorasyonunu tamamlayıp yeni baştan dekore etmeye ve dahası reklamını aksatmadan yapmaya benzer. Sedirin yastıklarının üzerindeki örtüde yine kilim desenleri vardır ve orjinaline uygun renkler kullanılmıştır fakat o yastıklar ve yastık örtüleri eskisinin aynısı değildir. Yeni baştan yapılmıştır. Üstelik bu tarihi ev şöhrete de kavuşmuştur ve her sene bir çok turisti ağırlamaktadır.

Yaşı büyük olanlar hatırlar: Eskiden adet gören kadın, namaz kılamaz, oruç tutamaz, abdest alamazdı. Hatta Konca KURİŞ adında bir kadın, “Kadın adetli iken namaz kılabilir, oruç tutabilir” iddiası yüzünden kendisinin de üyesi olduğu dönemin dini bir örgütü tarafından 35 gün işkence edildikten sonra  öldürüldü. Çünkü kadının  adet kanı, pislik olarak görülüyordu ve kadına duyulan saygı, şimdiki kadar değildi. Geldiğimiz şu dönemde bu kural değişti. Kadınlar isterlerse adetli iken namaz kılıp Kur’an okuyabiliyorlar, oruç tutabiliyorlar. Mesela ayetlerin eski ve orijinal çevirisi ve yorumuna göre hırsızlık yapanın elinin gerçek anlamda kesilmesi bilgisine karşılık şimdilerde hırsızın elinin kesilmesi değil, üzerine çizik atılması gerektiği veya el kesme ile ilgili ayetin sonradan iptal edilip bu uygulamanın eski devirlerde yapılabildiği ve günümüzde geçerli olmadığı gibi güncelleme tarzı yorumlar devreye girdi, girmeye de devam ediyor. GEREKÇE HEP AYNI: “Kur’an’ı Kerim’i, bizden öncekiler hep yanlış yorumlamış. Biz doğru yorumlayıp doğru sonuçlara ulaşıyoruz, doğru fetvalar veriyoruz” gerekçesi ya da iddiası.  Kur’an, Modern Müslümanlar tarafından, Modern hayata uyum sağlayacak şekilde  güncelleştiriliyor fakat bu güncelleştirmenin ülkemizdeki dini ifadesi “İslâm evrensel bir dindir, Kur’an, evrensel bir kitaptır ve biz Kur’an’ı, ruhuna uygun olarak, doğru olarak yorumluyoruz” şeklindedir.

  • Tarikatların ve dini cemaatlerin rolü
Tarikat ve cemaat konusu çok uzun ve çetrefilli fakat kısa olsa da değinmek gerekecek. Bizim ülkemiz ne yazık ki uzun bir süredir tarikatların ve dini cemaatlerin yataklandığı bir bölge oldu ve halen de öyle. 1982 darbesinden sonra ülkenin her tarafına dağılmasına ve yayılmasına zemin hazırlandığının ortaya çıktığı Fethullah Gülen cemaatinin gençleri, çocukları ve cahil insanları nasıl kandırdığı ve cemaatin içine dahil ettiğini 15 Temmuz’dan sonra çeşitli televizyon programları aracılığı ile izledik. Kapalı ve havadar olmayan odaya 50-60 kişilik sandalyeler diziliyor. Etkilemek ve cemaate katılmak istenen kişiler ya da çocuklar bu salona alınıyor, kapılar kapatılıyor. Duvardaki büyük ekran televizyonda Fethullah Gülen, vaaz veriyor ve bu sırada içinde uyuşturucu barındıran tütsü çubukları yakılıyor. Uyuşturucunun etkisi ile yarım da olsa beyni tavana ulaşan gurup, dışarı çıktıktan sonra “görüyor musun sen şu mübarek adamı, televizyondan bile izlerken bambaşka alemlere gittim, çok mübarek adam,…” diyerek ulvi ve ilahi olduğunu sandıkları düşüncelerle ve hislerle  oradan ayrılıyor ve cemaate karşı müthiş bir sempati duymaya ve bir süre sonra da bu tür cemaatlerin müdavini olmaya başlıyorlar. Bu ve benzeri yöntemlerin uygulanması aslında tarihin çok eski dönemlerine kadar uzanıyor. Cemaatlerin içine en etkili mürid toplama yöntemi ise ne yazık ki Dershaneler, Lise ve Üniversite yurtları. Öğrenciler hem kendi ceplerinden para harcayıp bu tür yurtlara alınıyorlar hem de öğrenci, üniversiteyi bitirinceye kadar beyin yıkama sürecine alınıyor ve Cemaate kulluk  için yetiştiriliyor. Fakat bu tür cemaatlere insanların ya da gençlerin nasıl girdirildiği kadar girdikten sonra nasıl bir düşünce ve yaşama tarzına dahil edildiği de o kadar önemli. Bir çok tarikat ve cemaat içerisinde, belirlenmiş kişiler haricindeki bireylerin sosyal medyayı takip etmeleri, televizyon izlemeleri, gazete okumaları ve hatta dini bir konuda, bağlı bulundukları şeyh dışında farklı birinden dini fetva ve bilgi almaları da yasaktır. Bunun gerekçesi ise televizyonun şeytan icadı olduğu, internetin ahlâksız olduğu ve insanı ahlâksızlaştırdığı dinsizleştirdiği gibi sebepleri sıralanır fakat gerçek neden, tarikate alınan bu kimselerin, ülke gündemini, farklı kişilerin görüşlerini takip edip gözlerinin açılmasını, akıllarının başlarına gelmesini ve içinde bulundukları garip yaşamı sorgulamalarının engellenmesi yatmaktadır. Bu kişilerin adeta kapalı birer kutu olmalarına çalışılır. Cemaat veya tarikat liderleri adeta ilâhlaştırılır, peygamberden daha üst bir konuma ulaştırılır. Hatta bir kimsenin başı sıkıştığı zaman Allah’tan değil şeyhinden yardım istemesi gerektiği inancı öğretilir. Bu sistemin genel olarak anlamı, kula kulluktur. Bu sisteme hizmet eden kişilerin de beyinlerini yeteri kadar çalıştırmalarına müsaade edilmez, cahil kalmaları sağlanır, böylelikle de bu tür cemaatlerde bulunan ancak çok az sayıda insan, içinde bulunduğu durumun ters ve garip olduğunu sorgulamaya başlar. Bu aslında biraz da, insanların henüz çocukken aileleri tarafından nasıl yetiştirildiği ile alakalıdır. Özgür ve bağımsız düşünce sistemi yerine, tamamen itaatkâr, fikir üreten değil kendisine verilen fikri uygulayan, ses çıkartmadan, hiçbir şeye itiraz etmeden kendisine her söylenene boyun eğmeye alışmış ve güdülmeye hazır koyun gibi yetiştirilmiş insanlar, beyinlerini çalıştırmak yerine akıllarını ve hatta inançlarını kiraya vererek  kendilerini güdecek bir çobana, cemaate veya tarikata eninde sonunda yapışacaklardır. Bu yapışmadan sonra da, kendileri üç kuruş para ile  tamahkâr bir hayat sürerken bağlı oldukları şeyhin lüks yaşamını ve para içinde yüzmesini de Allah’ın özel kuluna yaptığı özel lütfu olarak görüp normal karşılayacaklardır. Bu zihniyetteki insanların  sorgulama sürecine girmeleri  zor gibi görünüyor.

  • Paranın yönettiği ya da parayı yöneten emperyalist ülkelerin, insanları cahil bırakmak için uyguladıkları politikalar
Dünyanın gözü önünde bir Ortadoğu bataklığı. PETROL, PETROL, PETROL. Ajda PEKKAN’ın o meşhur şarkısı:
………
Aman petrol, canım petrol
Artık sana sana muhtacım petrol
Elinde petrol, sonunda petrol
Artık dizginlerim senin elinde petrol
Öyle gururlusun giremem yanına
Girmişsin kimbilir kaç aşığın kanına
Dolardan marktan başka laf çıkmaz dilinden
Neler neler çekiyorum senin elinden
………………………….

Son nakarattaki son cümle, tam da  Ortadoğu halkının gerçeği aslında. Petrole alternatif olabilecek çeşitli enerji kaynakları ortaya çıkartılıp kullanılmaya başlandıysa da henüz Petrolü yerle bir edip “Artık Petrole ihtiyacımız kalmadı. Bizim enerji kaynağımız, Petrolden daha ucuz, daha çok ve hatta zararsız” denecek bir döneme henüz giremedik. Üstelik Petrol şu an sadece bir enerji olarak değil aynı zamanda da bir çok ürünün ve özellikle de deterjanların ve temizleyicilerin hammadesi olarak kullanılıyor. Arap ülkelerinin başında, ülke kaynaklarının getirdiği paraları  lüks hayatlarla yiyip emperyalist ülkelere hizmet eden devlet adamı görünümünde uşaklar ve bu uşakların altında ezilen HALK! Halkın bu durumu garip görmemesi, normal karşılaması gerek. Bunun için cahil olmalılar. Bunun ön şartı ise dini kurallarla yönetilen bir ülke. Dini kurallarla yönetilen ülkelerde aynı zamanda düşünce ve fikir özgürlüğü yasaktır. Petrol arsızı büyük ülkeler, biberon gibi yer altı kaynaklarını emebilecekleri ülkelerin iç işlerini ellerinden geldiğince karıştırmaya çalışırlar. Cumhuriyetin, demokrasinin bu ülkelerde yaşamasına asla müsaade etmezler çünkü bu türlü yönetimler, insanların gözünü açar, uşaklıktan çıkartır ve birey olma, içinde bulunduğu ülkeyi, durumu sorgulama ve bu sorgulamanın ardından harekete geçme sonuçlarını doğurur. Bu yüzden bu halklar, günün birinde Petrol denen popüler yakıtın devri geçip gidinceye kadar cahil kalmaya en yatkın olan yönetime yani DİNİ YÖNETİME mahkûm edilecekler. Ne zaman ki Petrolün hükmü artık geçerliliğini yitirecek, işte o zaman Arap halklarının da, medeniyetle tanışması, bir süre bu medeniyetle yönetilmeleri ve sonraki kuşakların, kendi dilleri ile yazılmış olan kutsal kitaplarını içinde yaşadıkları medeni hayatla karşılaştırıp sorgulamaya başlamalarının ardından İslâm’ı terk etme dönemi başlayacak ve hızlanacaktır. Şu anki  Arapların bir çoğunun dinlerini sorgulamalarına ihtiyaçları yoktur çünkü yaşadıkları hayat zaten Kur’an’a uygundur. Bu sorgulamayı yapabilmeleri için modern hayata adım atmaları gerekir. Hatta o günler geldiğinde, sırf Petrolü ucuza almak için Müslüman halkları cahil bırakmak için çalışan Para ve Şirket zengini ülkeler, bu kez, kendi sanayicilerini zengin etmek ve yeni pazarlara açılıp paralarını katlamak için yani bu kez farklı şekilde kâr edebilmek için  Petrol atığı olarak gördükleri o ülkelerin insanlarını ve yönetimlerini modernleştirmek ve kendi pazarlarına uygun birer müşteri haline getirebilmek için  özenli bir çabaya bile gireceklerdir.

  • Türkiye’nin Cumhuriyet ile yönetilmesi
İnsanımızın dini inancını sorgulamaya gerek görmemesinin en önemli nedenlerinden birisi de içinde yaşadığımız ülkemizin yani Türkiye’nin bir cumhuriyet rejimi ile yönetiliyor olmasıdır. Atatürk gibi bir deha, eline geçirdiği en büyük fırsatı, kendisini Padişah ilan ederek değil aksine egosundan ve nefsani arzularından tamamen uzak ve ülkesini vatanını seven gerçek bir lider olarak değerlendirdi ve tüm ülke insanlarının eşit haklara sahip olması gerektiğini düşünerek Cumhuriyeti kurdu. Kadın haklarının da içinde bulunduğu medeni kanunu getirdi.  O yıllardan bu yıllara kadar, batıdan aldığımız medeni kanun, her devrin gereklerine göre değiştirildi, yenilendi ve geldiğimiz şu noktada dünya genelinde kabul edilen genel insan haklarına en yakın hale geldi (yine de çok eksiklikler var). Diyanet işleri ve din adamlarımız ise, Türkiye’de gelişen modern hayata karşı dini yaşantıyı mümkün olduğu kadar adapte etmeye çalıştılar. Kur’an’ın Arapçasının daha makbul olduğu inancı ve çalışmaları da buna dahil tabi ki. O yıllardan beri, medeni bir kanunla yönetilen insanlarımız, İslâmî yönetim yani Şeriat yönetimi başlarına gelmediği  için İslâmî kuralların ciddiyetinin henüz farkında değiller. Şeriat ile yönetilen bazı  ülkeler ise  kendi insanımız ve ilâhiyatçılarımız tarafından “yobaz, cahil  ve dinini bilmeyen insanlar” olarak nitelendirilir. O ülkelerde uygulanan kanunlar ve kurallar aslında Kur’an’a uygundur fakat bizim insanımız şeriat yönetimini görmedikleri ve bizzat deneyimlemedikleri için Kur’an hükümlerine göre yaşamanın nasıl olduğunu bilmezler, farkında da değillerdir, rahatlardır ve bu rahatlığın verdiği etki ile, şeriat ülkelerini “İslâm’dan uzak” olarak nitelemek kolaylarına gelir. Sonuçta da “başına gelmeyenin hoşuna gelir”.

  • Dinsiz olursam ne yaparım endişeleri
Özgürlük cesarettir. Özgür düşünce bile yeri geldiğinde cesaret ister. Bizler, dışarıya karşı değil ama kendi içimizdeki yani kendi ülkemizdeki bir çok yapıya boyun eğmeye alıştırılmış insanlarız. Birilerinin bizlere emir vermesi, bizlerin de bu emirleri yerine getirmesi lâzım. En özgür ruhlu insanımız bile, inandığı Tanrıya ya da dine boyun eğip, ibadet etmeli. Bu yüzden bir kimsenin, dine ya da bir Tanrıya gereksinim duymadan  hayata yönelik prensiplerini, amaçlarını, yaşama yönelik anlamlarını kendi kendine tespit edip düzenlemesi düşüncesi bir çok kişiyi içten içe korkutur. Tanrıya inanç, biraz da bağımlılıktır aslında. Bu alışkanlığı bir kenara koyalım  en önemli ihtiyaç, kapasiteni aşan, fiziksel dünyada erişebilmeni mümkün kılmayan, sonu belli olmayan, kısacası insanın kendi elinde olmayan belirsiz bütün durumlar ve istekler için el açılır, inanılan Tanrıya dua edilerek yardım istenir. Dinden çıkınca, kimden yardım isteyeceksin? Hangi üstün, sihirli ve kudretli varlık, senin dualarını izleyecek ve yeri zamanı geldiğinde arzularını yerine getirecek? Bu çok doğal bir durum. Bir insan inancını yitirdiğinde doğal olarak içinde kocaman bir boşluk oluşur. Bu boşlukla başa çıkmak, o boşluğu doldurmak beceri, cesaret ve irade ister.

  • Toplum ve aile tarafından dışlanma endişesi
Bu endişenin temelinde yatan gerçek neden, İslâm dininin tıpkı diğer ilâhî dinlerde olduğu gibi kendisini diğer insanlardan, diğer zümrelerden ayrıcalıklı ya da ayrı görme geleneğidir. Son zamanlarda ülkemiz siyasetinde vurgulanan “ikircikli, ayrıştırıcı” olarak tarif edilen yapının bizzat dini yapı içinde bulunmasından kaynaklanır. Çünkü İslâm dininin insana insan olarak bakabilme yetisi ve hatta niyeti yoktur. İslâm inancına göre ya Müslümansınız ya da kâfirsiniz. Yani  “Ya bendensin din kardeşim ya da ötekilerdensin” bakış açısıdır.  Müslüman olmayanların dost edinilmemesi, Müslüman bir kadının, Müslüman olmayan bir erkekle evlenmesinin yasak olması, Müslüman olmayan herkesin kâfir sınıfına koyulması ve bunların da Kur’an isimli kutsal kitapta yazması, zaten kendi başına İslâm’ın insan olduğu için insana değil, Allah’a inandığı için Müslüman olmaya  önem veren bir din olduğunu açıkça vurguluyor. Bu durumda dinden çıkan birisinin, anında ötekilerden birisi haline gelmesi, taraftarlık zihniyetine ve davranışına çok da uygun olan bizim gibi geleneksel bir halkın içinde bu durumu düşünmek ve söylemek anlamında hemen içsel bir tepki ve korku oluşturuyor. “Ben dinden çıkarsam, Müslüman olmayacağım, gavur ya da kâfir olacağım, bizim dinimizde kâfirlerle bırak aile olmayı, dost bile edinilmez. Ailem beni dışlar, toplum beni dışlar, ötekilerden biri olurum. Arkadaşlarımı kaybederim” düşüncesi kaçınılmaz hale gelir. Aslında burada en çok dikkat edilmesi gereken durum şudur: Dinden çıkan ve İslâm dininin tarifi ile Kâfir olan kimse, kâfir olduktan sonra Arkadaşlarına, akrabalarına, komşularına ve arkadaşlarına yüz çevirmez, onlara küsmez, onlarla arasını açmaz. Söz konusu kişi dinden çıktıktan sonra bu kişiye, Müslüman olan ailesi, Müslüman olan akrabaları, Müslüman olan komşuları ve Müslüman olan arkadaş çevresi yüz çevirir ve ilişkilerini keser. Dolayısıyla  İslâm dininin genel olarak insanları ayrıştıran ve gruplandıran böyle bir  yapıda olması, onlar-bizler, şeklindeki Türk milletinde de yoğun bir şekilde bulunan taraftarlık zihniyeti, dinden çıkmak ve çıktıktan sonra da bunu dile getirmek hususunda tereddütlü davranmayı gerektirir.

  • Yeni nesile göre eski neslin bakış açısı, dünya görüşü, dinden çıkmayı zorlaştırır.
Bir şehrin iki katlı evinin ikinci katına çıkın ve balkondan şehri gözlemleyin. Neler görürsünüz ya da şehrin ne kadarını görürsünüz? Bu kez o iki katlı evden inin ve 40  katlı bir gökdelenin en yüksek katına çıkın. Dört bir yandan şehre bakın. Neler görürsünüz? Şehrin ne kadarı görünür? Şehrin güneyinde neler var? Evler hangi yönde daha çoğunlukta? Yeşilliğin, ağaçların bulunduğu yerler nerelerde yoğunluk kazanmış? Trafik en fazla nerede akıyor? Neden trafik orada daha fazla? Sanayi bölgesi ne tarafta? Seralar görünüyor mu?... Bu tür bilgileri belki şehri gezerek de ya da oranın bir yerlisi olarak da bilebilirsiniz fakat her yeri aynı anda görebilmek ve aynı anda karşılaştırma yapabilmek size bambaşka ve daha doğru ve gerçekçi bir bakış açısı kazandırır. Hatta yaşadığınız yani oturduğunuz site sizin gözünüze, o zamana kadar çok küçük bir yer olarak görünmüştür fakat 200 metre yükseklikten baktığınızda ve sizin yerleşim yerinin yakınında bulunan siteleri alabildiğine gözlemleyip anında bir karşılaştırma yaptığınızda  “yahu bizim siteler oldukça büyükmüş aslında, halbuki  benim gözüme ne kadar da küçük görünüyordu” diyeceksiniz. Hatta şehrin diğer bir ucu ile kendi ikâmet ettiğiniz yeri karşılaştırıp “falanca arkadaşımın ağzına baktım, sırf arkadaşım ve falanca komşumla bir arada olayım, biraz da şu kadar kâr ile ev sahibi olayım diye şehrin neredeyse en kurak yerine mitili atmışız ama görüyor musun Şehrin şu tarafı daha bir ağaçlık, daha bir sakin duruyor. Keşke oksijeni bol olan O civardan  ev alsaymışım, hem oradan işyerim yine aynı mesafede kalıyor”  diyeceksiniz. Bir şehre sadece 200 metre yükseklikten bakmak bile o şehrin trafik sorununu tespit edip çözebilmek adına hemen kafanızda bir fikir oluşturacaktır.

Şimdiki yeni nesil gençler ve yaşı büyük diyebileceğimiz çocuklar, bizler kadar ya da eski insanlar kadar çalışmanın, emek vermenin kıymetini bilemiyor olabilir fakat parmaklarının altındaki internet ve internetin sağladığı çeşitli olanaklar ile dünyayı, daha kapsamlı olarak gözlemleyebiliyorlar, belki farkına bile varmadan. Dünyanın öbür ucunda yaşayan insanların videolarını, yaptıkları deneyleri, paylaştıkları hayat deneyimlerini izleyerek bakış açılarını genişletiyorlar. Şimdiki gençler artık mahallenin gençleri değil, dünyanın gençleri sayılır. Bu gençlerden birinin annesi, öte mahalledeki muskacıya, hacıya hocaya gidip psikolojik sorununa dini çareler ararken  bu genç, youtube kanalındaki inanç, şartlanmışlık ve bilinç yönetimi hakkındaki videoyu seyrediyor. Bilinçaltı korkularını yok edecek telkinleri ve bu telkinleri ne kadar süreyle ve nasıl tekniklerle uygulayabileceğini izliyor ve uyguluyor, sonuç alıyor. Ve yine yaşlı bir kadın  “bırakın şu gavurları izlemeyi, hepsi de şeytan dölü, ne aile bilirler, ne ahlâk değer kıymet bilirler dinsiz imansızlar” diye söylenirken bu babaannenin 25 yaşındaki hamile torunu, gavur icadı ve gavur yapımı olan telefonundan yine gavur icadı ve gavur şirketi olan youtube kanalını açarak,  doğacak çocuğunun zekâ seviyesini geliştirebileceğini düşündüğü  gavur icadı zekâ oyuncaklarını, gavurların nasıl tanıttığını  inceliyor. Tesettürlü bir ailede doğup, aile zoru ile tesettüre giren genç kız, elindeki akıllı telefonun internetinden, yabancı ülkelerde yaşayan başı açık ve modern giyimli kadınların yaptığı muhteşem el işi tekniklerini, el sanatlarını izliyor, onların yaptığı işlerden modeller alıyor ve o kadınlarla kendisi arasında, başından ayak tırnağına kadar uzanan tesettürü dışında  fark görmüyor. “Dinden çıkınca ne olacan, gavur mu olacan?” diye bir soru gelse, yeni neslin aklındaki insan tanımı “Gavur” ya da “dinsiz” şeklinde tanımlı değil. Yeni nesil gençlerin kafalarındaki model, nerede yaşarsa yaşasın ve kim olursa olsun “İnsandır” şeklinde. Tabi ki de arada bazı farklar olacaktır. Bizim iyi yanlarımız olduğu gibi onların kötü yanları olacaktır. Onların iyi yanları olduğu gibi bizim de bazı kötü yanlarımız olacaktır fakat yeni nesil, sadece bir iletişim aleti vasıtasıyla adeta dünyanın görüşüne kendini entegre ederken ve bu doğrultuda bakış açısını genişletirken ve bu genişlemiş olan bakış açısı,  kendi beyninde makûl ve mantıklı bir zemin bulduğunda, inandığı dinin gereklerini de, kendi beyninde geliştirdiği bu mantık düzleminde sorgulamaya ve irdelemeye başlayacaktır. Eski nesil insanların ise bu süreci yaşamaları zor gibi duruyor. Ancak belirli bir yaşa gelirken, yeniliklere açık, yaş aldıkça kendisini geliştirebilmeyi başaran insanlarımız, sorgulama sürecine girip bu süreci sağlıklı bir şekilde ilerletebilecektir.

  • Her şey yolunda ise sorgulamana gerek kalmaz.
Eğer bir insanın dinini sorgulaması, hayatında ters giden durumlardan dolayı ortaya çıkacaksa, her şey yolunda olduğu zaman sorgulanacak bir durum kalmıyor demektir. Komşunla iyi geçiniyorsan komşunu sorgulamanın ve araştırmanın bir anlamı yoktur. Din de öyledir. Dini kurallarla ve dini ritüellerle aran iyi ise, maddi gücün yerinde ise, ailende herkes mutlu ise ve inandığın din ile ilgili hiçbir şüphe, hiçbir gariplik hissetmiyor isen  araştırıp soruşturmaya gerek duymazsın. Tıpkı hayatından memnun olan bir gayrımüslimin İslâm dinini araştırmaya gerek duymaması gibi.

  • Din adamı olmak
İslâm dini ile ilgili sorgulamaları en sağlam yapan ve en sağlam bilgilere ulaşanlar şüphesiz din adamlarıdır. Onlar hakkında kesin bir şeyler söyleyemem tabi ki fakat eğer bu din adamları içinde, hangi yüzdelik diliminde olduğunu tahmin edemediğim bir çoğunluk, Kur’an’ın insan eli ile yazılmış bir kitap olduğuna inanıyorsa ve İslâm dininin gerçekte Tanrı ile alakası olmayan bir din olduğuna kanaat getirmişlerse, onların durumu diğer insanların durumundan daha da zor. Yıllarca eğitim aldığın ve parasını kazandığın, ayrıyeten din hususunda çevredeki insanların övgüsünü ve saygısını aldığın bir dini bıraktığını ilan etmek hiç kolay değil. Belki de böyle bir şeyin kolaylığı ya da zorluğu söz konusu kişiyi  ilgilendirmiyordur. Saygı gören bir mesleğin var, iyi de para kazanıyorsun, içsel inancın ya da inançsızlığın da etik olarak senin meselense, aynı yolda devam edersin. Belki bu durum kişisel çıkarına uygundur yani çıkarını düşünüyorsundur ya da ülkemizde yaşayan insanların, henüz dinsizliği kaldıramayacak durumda olduğuna kanaat getirip, “dini inanç bu insanlar için iyidir, bu millete Allah korkusu mutlaka lazım” gibi bir bakış açısına sahipsindir ya da bu inançsızlığını ve maddi kazanç sağladığın işini bırakacak cesarete sahip değilsindir. Belki bu konuda haklı tarafların da olabilir. İnsanlar bu tür durumlarda çoğu kez kendinden önce en yakınındakilerin durumunu yani annesini, babasını, karısını, çocuklarının durumunu düşünür. Öncelikle onların güvenliğinden endişe eder. Bizler de  aslında benzer endişeler yaşıyoruz.

  • Tarihi kaynaklara güvensizlik
Bu güvensizliği yoğun olarak yaşayanlardan birisi de bendim. İslâm kaynaklarının bir kısmı Kur’an’a uygundur, bir kısmı İnsanidir ve diğer kısmı da ne Kur’an’a uygundur ne de bize anlatılan “Hoş ve iyi İslâm” inancına uygundur.  Bu durum artık bir çok kişi tarafından biliniyor fakat hoş olmayan dini kaynaklardan söz açılınca en genel olarak kabul gören düşünce ya da inanç şudur:

“Kur’an, kıyamete kadar korunacak kutsal bir kitap fakat diğer dini kaynakların böyle İlâhi bir korunma süreci ya da garantisi yok. İslâm dini yayıldıktan sonra bu kaynakların bir çokları tahrif edildi. Emeviler ve Abbasiler döneminde de halkı yönetenler gerçek Müslüman değillerdi ve İslâm dinini kendi siyasi çıkarlarına göre değiştirdiler, üzerinde oynadılar, Kur’an’a uymayan fetvalar verdirdiler. Doğal olarak da bu zamana kadar gelen İslâmi kaynakların bir çoğunun  Peygamberin uygulamaları ya da Peygamberin gönderdiği din ile alakası yok. Bu yüzden bir dini kaynağın doğru olup olmadığının tespit edilmesi için o kaynağın Kur’an ayetleri ile karşılaştırılmasının yapılması ve eğer Kur’an ayetlerine uygun ise ancak o zaman doğru kabul edilmesi gerekiyor.”

Ben de uzun bir süre bu düşünceye sıkı sıkı bağlı olduğum için dini sorgulamalarımı, geçmiş Âlimlerin bu zamana kadar gelen kitaplarından takip edip araştırmayı reddediyordum çünkü emin olamıyordum. Okunduğunda insanı şaşkına uğratan İslâmi kaynakların paylaşıldığı internet sitelerinde ya da videoların altında da bu tür yorumları sık sık okuyordum. “Sizin paylaştığınız dini kaynak güvenilir  değil, İslâm dünyası tarafından güvenilen falanca falanca kişilerin kaynaklarına bakmanız gerek…” ya da “O İslâm alemi Peygamber döneminde yaşamadığı gibi, kitabı doldururken etraftan duyduğu her rivayeti ve her bilgiyi söylentiyi doğru olup olmadığına bakmaksızın olduğu gibi nakletmiştir. Bu yüzden kaynak olarak aldığınız kişi güvenilir olsa bile bu konuda yazdığı bilgi sadece duyumdur, gerçeklikle alakası yoktur” gibi uzayan cevaplar verilir. Ben de benzer görüşlere düşüncelere sahiptim, bu yüzden de İslâm tarihini araştırmak yerine daha çok Kur’an ayetlerini didikleyip anlamaya  çalışıyordum.

  • Genel toparlama
Her Müslüman’ın dinine bağlı kalmasının sebepleri var: Gelenekler, İçsel huzurun ve mutluluğun dini sebeplere dayandırılması, atalarının öğrettiğini devam ettirme ihtiyacı, aile bağları, dışlanma korkusu, cehennem korkusu, çocukluktan şartlanmışlıklar, dünyaya ve insanlara bakış açısının niteliği, din duygusunun adeta bir taraftarlık zihniyetine dönüşmesi ve bu zihniyeti kişisel bir kimlik olarak kabullenme, bağımlılık, kendinden üstün bir makama ihtiyaç duyma iç güdüsü, dinsizlere karşı duyulan ön yargı, İslâm’ın güncelleştirilmeye ve değiştirilmeye çalışılması, ahlâki endişeler, dini bilgiler konusunda başka kişilerin bilgisine güvenmek gibi nedenler Türkiye’de bir Müslüman’ın dinini sorgulamasını engellemesinde etkin rol oynuyor.

Kimi insanlar, içinde bulundukları daha rahat ortamlar ve imkânlar sayesinde  İslâm’dan çıkma hususunda sıkıntı yaşamazken bunu daha erken yaşlarda ve daha özgür bir ortamda yapabilecek durumda iken bir çok insan da, içinde bulunduğu olumsuz ve kısıtlayıcı ortamdan dolayı bunu daha geç yaşlarda fark edip ve belki de dışarıya açıklamadan kendi içinde bir çözünme olarak yaşayabilmektedir. Bir Müslüman’ın dinden çıkmasını etkileyen, tetikleyen bir çok neden vardır. Ben sadece kendi penceremden ve kendi çevremden ve parmağımın ucunda olan internetin sağladığı sosyal medyadan edindiğim izlenimlerden yola çıkarak bazı etmenleri inceledim. Zahmet edip okuduğunuz için teşekkür ederim.

ÇEROKİLERDE GÜNEŞ VE AY EFSANESİ

Hazırlayan: A.Kara


ÇEROKİ TOPLULUKLARINDA GÜNEŞ VE AY İNANIŞI

Ön Bilgi: Çerokiler, yurtları ABD'nin Güneydoğusu olan (Georgia, Güney Karolina vb.) ve sömürgeci-ırkçı beyazların baskıları ile platolara sürgün edilen Kızılderili halkıdır.

Çeroki inanışına göre güneş, ay, antik dünya, ilk erkek ve ilk kadın, bir üst dünyadan bu amaç için aşağı inen birtakım iyiliksever insan tarafından yaratıldı.

Yaratılış görevlerini yerine getirdikten sonra üst dünyalarına geri döndüler. Böylece Güneş'i ve Ay'ı yaratmaları ile yaratılan dünya için yapacaklarını bitirmiş oldular, dünyadan ayrılırken de bitirdikleri bu yaratma işi ile güneş ve ayı temsilcileri olarak bıraktılar.

Bu nedenle Yaradan'a bir dua ettiklerinde Güneş ve Ay'a dua etmek yerine "büyük ruhlar" diyerek çoğul şekilde dua ederler, çünkü yukarıda da geçtiği üzere bu düzeni yaratan ve üst dünyadan gelenler birden fazladır, tek bir kişi değildir.

Güneş ve Ay eşit şekilde yaratıcılardan, ruhlardan ve tanrılardan dualar aldılar. Cinsiyetleri ve birbirleriyle olan ilişkileri, ne zaman ihtiyaç duyulduğuna veya ruh hallerine bağlı olarak değişebilir.

Güneş bazen erkek, bazen de dişidir. Aynısı Ay için de geçerlidir.

Doğada daha fazla dişil olsa da Ay erkek veya dişiden de değişir. Bazen sevgilidirler, bazen de kız ve erkek kardeş olarak algılanırlar. Bazen Güneş ve Ay'ın da birbirleriyle çelişkileri olur. İkisi de halkı korumak ve gözetlemek için çalışırlar, ancak Güneş insanlara birden çok kez karşı gelmiştir.

Çerokiler Güneş'in insan formunda zaman geçirdiğine, insanları öldürdüğü ve avladığına inanıyor çünkü onun et için gelişmiş bir tat yapısına sahip olduğuna inanıyorlardı. Gökyüzüne doğru yaptığı günlük yolculuklarda, iştahına hitap edenleri öldürüp onları evine götürüp baş aşağı asardı.

İnanışa göre Ay sonunda Güneş'in ne yaptığını öğrendi ve yaratıcılar tarafından durduruldu. Başka bir efsanede ise Güneş, dünyanın yıkımına neden olma girişiminde bulunmuş, büyü, büyücüler ve yılan Tanrı Uktena'nın yaratılmasına neden olmuştu.

ALLAH TANINMAK VE ANLAŞILMAK İSTİYOR MU?

Yazan: Kainatta Toz Zerresi
KTZ, din, islamiyet, Allah, Allah tanınmak istiyor mu?, Anlayabilesiniz diye onu Arapça Kur'an yaptık, Zuhruf 2, Yusuf suresi 2.ayet, Kur'an'ı anlamak, Kur'an'ın Arapça inmesi,

ALLAH TANINMAK VE ANLAŞILMAK İSTİYOR MU?

Zuhruf  Suresi 2-3: Aydınlatan kitaba yemin olsun ki, Anlayıp düşünesiniz diye onu Arapça Kur’an yaptık.
Yusuf Suresi 2. Ayet: Anlayabilesiniz diye biz onu Arapça bir Kur’an olarak indirdik.

Eğer Kur’an, tüm dünya insanlarına değil de sadece Arapça konuşan Arap milletine indi ise bu ayetlerde anlaşılmayacak bir durum yok. Fakat Kur’an-ı Kerim, Arap milletinin toprakları içinde  bütün dünya insanlarına indirilmişse o zaman burada ciddi bir problem var.

Kur’an’dan, İslâm dininden habersiz yaşayan onca ilkel kabile veya çeşitli ülkelerin köy ve kasabalarında belirli bir kültür ve gelenek içinde  yaşayan insanlar bu kutsal kitabı bırakın anlamayı nasıl haberdar olacaklar? Elinde her türlü bilgiye ulaşma imkânı olmasına karşın, hayatında  yaşadığı yoğun çalışma ya da kargaşalar, problemler  arasında boğulup giden insanlar islâm dinine nasıl yönelecekler?  Bir insan bir şeyi, bir dini anlamadan O’na nasıl yönelir? İslâm ülkesi olarak bilinen cahil insanların yaşantısına yani bireylerinin öbek öbek Avrupa ülkelerine kaçtığı bu ülkelerin dinlerine bakıp nasıl Müslüman olmayı akıllarından geçirecekler? Hıristiyan ve Yahudilerin cennete gidebilecekleri bile söylenirken Budist olan, Hindu olan  ya da 3 büyük İlâhi dine tabi olmayanlar bunu nasıl başaracak? Dikkat ederseniz  Kur’an’ın anlaşılması kısmına bile gelemedik daha. Bu tür soruların cevabı hazır tabi ki. “Hristiyanları ve Yahudileri dost edinmeyin, onlar bir birlerinin dostlarıdır…Maide 51”  diyen Kur’an ayetine rağmen  “Rabbimiz o insanlar hakkında ya da İslâmiyetin yayılmasından sonra dünyaya gelip de İslâmiyet’i tanıyamamış, ulaşamamış insanlar hakkında neyi takdir eder biz bilemeyiz tabi ki. Onların  takdiri Rabbimizin nezdindedir. Tabi ki de o insanların, İslâmiyet’i tanıyamayacak bir durumda yaşayıp ölmelerinde  bizzat kendilerinin bir suçu günahı yoktur fakat Allah da onlara, onların durumlarına yönelik bir af, bir güzellik uygulayacaktır.” İslâmiyet’i tanıyamadan ölüp giden insanlar için yapılan genel açıklama bu şekildedir ama şu da var ki bu açıklama tarzı, modernist dediğimiz yani gericilere göre daha vicdan ve daha akıl sahibi olan İslâmcıların yaptığı bir açıklamadır. Madem ki o insanların akıbetini Allah bilir, Allah mutlaka onlara bir iyilik bir güzellik yapacaktır o zaman şu Allah’ın adaletini bir gözden geçirelim.

“Ben İslâmiyet’i kabul ettim. Müslüman oldum. Namazımı kıldım, orucumu tuttum, hacca gittim, iffetimi korudum, zekâtımı verdim… kısacası Müslüman olarak bütün görevlerimi yaptım ve Kur’an’a göre yaptığım bütün bu görevlerime karşılık cennetin en güzel köşesinde yerim hazır”  diyen bir Müslüman erkeğine karşın,  hayatı iyilik yapmakla geçmiş  ama İslâmiyet’i tanıyamadan ölmüş bir erkek için ne düşünmeliyiz?  Müslüman olmayan  adam neye göre yaşadı?  Ne oldu ona? Bir dinin İlâhı, onca geçmiş dönemde yaşamış gitmiş olan ve sonraki yıllarda yaşayan Müslümanlara hiçbir faydası olmayan tarihi olayları, kıyamete kadar geçerli kıldığı  bir kitabın içine (üstelik bazılarını tekrarlayarak) tıkış tıkış doldururken,  yıllar boyunca insanların kafasını kurcalayan  ve kimilerinin de İslâmiyet’e geçmelerine engel olabilecek bu kadar önemli bir soruya cevap vermek ya da kafalardaki şüpheleri gidermek için bir tanecik anlaşılır bir ayeti göndermeye kibirlendi mi?  Bu nasıl bir ilâh? Bu nasıl bir adalet? Dünyanın öte ucunda yaşayan ve çok da gerekli sebeplerle İslâmiyet’e geçmeye gerek duymayan bir adama bunu söyleseniz o adam Müslümanların ilâhına, “Madem bütün insanları sen yarattın ve madem bütün insanların Müslüman olmasını istiyorsun ve Müslüman olmayanlar kâfir, cehennemlik.. O zaman bizleri neden Müslüman topraklarındaki anaların rahmine göndermedin, bu nasıl adalet” demez mi? Müslümanlığı kabul eden herkese nasıl cennete gidileceğini  tarif edeceksin, bir çok şeyi anlatacaksın, kendi katında bir kulunun nasıl  değerli olacağını izah edeceksin ama  sebep ne olursa olsun senin dinine ulaşamayan insanların kendi hayatları içinde yaptıklarına ve bunun öbür dünyaya yansımasının ne olduğu hakkında tek bir cümle bile kurmayacaksın. Birileri seni İlâh gibi görebilir fakat bir İlâha İlâh denmesi için kibrinin az, olgunluğunun ve şefkatinin yüksek olması gerekir. Senin İlâhlık anlayışın hep bana hep bana. Senin dinine tabi olmayan insanlara beş altı yaşındaki çocuk gibi küsmüşsün ve omuz çırpıyorsun. BİRAZ OLGUNLAŞ LÜTFEN. SENİ TANIMAYANLARI DA KUCAKLAMAYI ÖĞREN ÇÜNKÜ BİZ İNSANLAR BİLE BUNU ÖĞRENMEYE VE ÇEVREMİZDEKİLERE DE ÖĞRETMEYE BAŞLADIK. KAVGA EDEN KÜÇÜCÜK ÇOCUKLARIMIZA BİLE ÖĞRETİYORUZ, ŞŞŞŞT AYRILIN BAKALIM, NEDİR DERDİNİZ?...  SADECE O KADARCIK MI? ÖNCE ÖZÜR DİLEYİN SONRA DA SARILIN BAKALIM BİR BİRİNİZE. BİR DAHA DA NE KÜSTÜĞÜNÜZÜ GÖREYİM NE DE KAVGA EDİP AYRILDIĞINIZI!

Nüfusumuzun yarıdan fazlası Müslüman. Bizim ülkemizin Müslüman’ları  Kur’an-ı ne kadar biliyor? Türkçe konuşuyoruz ve şu an konuştuğumuz anadilimiz Türkçe dili ile Kur’an’ı anlayabiliyor muyuz? Peki bize Arapça olan Kur’an-ı Türkçeye çevirdiğini iddia eden insanlar Kur’an’ı gerçekten düzgün olarak çevirebiliyor ve anlatabiliyorlar mı? Bir Müslüman açısından durum değerlendirmesi yapılacak olursa bu dünyada  çeviri ve tefsir yapan hocaların yanlış çeviri veya tefsirlerinden dolayı yanlışa düşen Müslüman’ı Allah öte dünyada affedecek mi yoksa “Ben kutsal kitabı herkese gönderdim, kendi aklınla okuyup düzgün anlasaydın” mı diyecek? Ya da Müslüman’a  öte dünyada  Allah “Siz yanlış hocaları dinlemişsiniz, sizin suçunuz yok, o yüzden sizi affediyor ve cennetime alıyorum” mu diyecek?

Konuya farklı bir açıdan yaklaşalım ve Kur’an’ı Kerim’i anlamak için hepimiz Arapça öğrenelim. Fakat sadece Arapça öğrenmek her işi halletmiyor. Dünyayı takip edebilmek için mutlaka ve mutlaka dünyada ortak olarak kullanılan İngilizceyi de öğrenmemiz gerek. Şimdi, hem İngilizce hem de Arapça öğreneceğiz. İngilizceyi öğrenmekte çok fazla bir problem yok çünkü İngilizce, Arapçaya göre öğrenilmesi oldukça kolay bir dil. Fakat Kur’an’ı anlamak, Arapça öğrenmekle bitmiyor. Ayetlerdeki bir çok kelimeyi, durumu, anlatılmak isteneni anlamak için hadis, rivayet kaynaklarını cilt cilt yanınızda bulundurmanız ve yıllarınızı vererek her ayeti özümseyip iyi anlamanız gerekiyor. Peki bu anlattığımız işleri  İlâhiyat fakültesini okumuş olan kaç tane ilahiyatçı başarabilmiş? Bu gün artık internet üzerinden ve televizyon programları vasıtası ile Arapçaya anadili gibi hakim olan öyle Kur’an yorumcuları çıkıyor ki,  Türkiye’de,  Kur’an’ı bu zamana kadar bütün ilâhiyatçıların yanlış çevirdiğini, hiç birisinin Arapçanın gramerinden yeteri kadar haberinin olmadığını ve çok basit gramer hatalarının Türkçe tercümelerde sık sık yapılmış olduğunu söylüyor ve izleyenler dumura uğruyor. Anlaşılsın diye Kur’an’ı Arapça indiren  zamandan ve mekândan münezzeh olan Allah, başka milletlerdeki kullarının, gönderdiği kitabı anlayamayacaklarını göremedi mi?

Lütfen dürüst bir şekilde cevap ver. 1400 yıl önce Arap topraklarına inen ve daha çok Arap geleneklerine yakın bir şekilde ve aynı zamanda o zamanın Arapça dilinde gönderilmiş olan Kur’an-ı Kerim’in şu içinde bulunduğumuz dönemde Türkiye gibi dinine bağlı bir ülkede ne yazık ki anlaşılmasında bir türlü ittifak sağlanamadığını yüce Allah görüyor mu? Görüyorsa bu konuda ne yapıyor?

Gelelim Arapça öğrenme konusuna. Dünya ülkeleri büyük bir teknoloji ve medeniyet savaşına girmiş durumda. Eğitimden uzak olan, üretemeyen cahil toplumlar, Hıristiyan, Ateist ve Yahudi topluluklarının yani emperyalist ülkelerinin yönetimlerinin uşağı olmuş durumdalar. Bazıları da bu ülkelerin bizzat kendilerinin ya da bu ülkelerin sebep olduğu durumlardan dolayı tepelerine inen bombalardan kaçınmaya çalışıyorlar, bazıları da bu savaşlarda hayatlarını kaybediyor. Eğitimin, teknolojinin dünyaya yön verdiği böyle bir zamanda bir ülkenin kalkınması için insanları öncelikli olarak hangi konularda eğiteceksiniz? Yani bir ülkenin gençleri, geleceğin genetik mühendisi olmak için, robot ya da gelişmiş yapay zeka yazılımı tasarlamak için ne yapacak? Peki dinlerini gerektiği şekilde anlayabilmek için neler yapacaklar, ne kadar zaman harcayacaklar? Kur’an kurslarına gidip Kur’an’ın hiçbir kelimesinden anlamadığın sadece Arapça okunuşunu öğrenmen, Kur’an’ı anlamanda yeterli oluyor mu? Bu gençler veya yetişkinler hangi işi bir arada yapacak? Her ikisini aynı anda yapabilecek dahi zekâsında  olmayanlar hangisine öncelik verecek?

İşin en ilginç yanı ise Allah, son dinini belirliyor ve kıyamete kadar geçerli olacak olan son dini İslâm dinini, dünyanın en cahil insanlarının arasından seçtiği bir peygambere gönderiyor ve İslâm alimlerinin sürekli sarıldıkları bahaneyi burada zikredersek eğer, Allah sırf İslâm dini cahil Araplar arasında yayılabilsin diye, dinin kurallarını, cahil Arapların sorunlarına, problemlerine  ve yaşantılarına uygun olarak     gönderiyor ve diyor ki “Bu kitap, kıyamete kadar ve bütün dünya insanı için geçerlidir”.  Üstelik, dinin yayılma döneminde bazı insanların da kulaklarını, kalplerini mühürlüyor. Gel de inan!

Şimdi asıl soruyu soralım. Allah, gönderdiği dinini anlama konusunda biz Türklere hangi kolaylığı vermiştir?

MAİDE SURESİ 48.AYET

Yazan: Kainatta Toz Zerresi
KTZ, din, islamiyet, Maide suresi, Maide 48, Maide 48.ayet,Şeriat ve yol, Allah dileseydi sizi tek bir ümmet yapardı, Maide 51, Allah dileseydi, İmtihan dünyası, Allah'ın insanları birbirine düşürmesi,

MAİDE SURESİ 48.AYET

Lütfen aşağıdaki ayeti bir kez okuyunuz.

Mâide 48: (Ey Muhammed!) Sana da o Kitab’ı (Kur’an’ı) hak, önündeki kitapları doğrulayıcı, onları gözetici olarak indirdik. Artık, Allah’ın indirdiği ile aralarında hükmet ve sana gelen haktan ayrılıp da onların arzularına uyma. Sizden her biriniz için bir şeriat ve bir yol koyduk. Eğer Allah dileseydi, elbette sizi tek bir ümmet yapardı. Fakat verdiği şeylerde sizi imtihan etmek için ümmetlere ayırdı. Öyle ise iyiliklerde yarışın. Hepinizin dönüşü Allah’adır. O zaman anlaşmazlığa düşmüş olduğunuz şeyleri size bildirecektir.

Ayette geçen “Sizden her biriniz için bir şeriat ve bir yol koyduk” ifadesinin İslâm dininde istisnasız anlamı: Hristiyanlık, Yahudilik ve benzeridir. Yani İslâm dininden önce Allah tarafından gönderilmiş diğer dinleri ve o dinlerin inananlarını kastetmektedir.

Şimdi aynı ayetin kırmızı renkli bölümlerini tekrar okuyunuz.

Mâide 48: (Ey Muhammed!) Sana da o Kitab’ı (Kur’an’ı) hak, önündeki kitapları doğrulayıcı, onları gözetici olarak indirdik. Artık, Allah’ın indirdiği ile aralarında hükmet ve sana gelen haktan ayrılıp da onların arzularına uyma. Sizden her biriniz için bir şeriat ve bir yol koyduk. Eğer Allah dileseydi, elbette sizi tek bir ümmet yapardı. Fakat verdiği şeylerde sizi imtihan etmek için ümmetlere ayırdı. Öyle ise iyiliklerde yarışın. Hepinizin dönüşü Allah’adır. O zaman anlaşmazlığa düşmüş olduğunuz şeyleri size bildirecektir.

Şimdi de lütfen aşağıdaki ayeti okuyun.

Mâide 51: Ey inananlar! Yahudi ve Hıristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirlerinin dostlarıdırlar. Sizden kim onları dost edinirse, kuşkusuz o da onlardandır. Şüphesiz Allah, zalimler topluluğunu doğruya iletmez.

Bu iki ayetteki çelişkiyi uzun uzun anlatmak yerine kestirmeden gidelim. Maide suresi 48 inci ayetteki kırmızı renkli yazılarla Maide suresi 51 inci ayeti birleştirelim.

Sizden her biriniz için bir şeriat ve bir yol koyduk. Eğer Allah dileseydi, elbette sizi   tek bir ümmet yapardı. Fakat verdiği şeylerde sizi imtihan etmek için ümmetlere ayırdı. Ey inananlar! Yahudi ve Hıristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirlerinin dostlarıdırlar. Sizden kim onları dost edinirse, kuşkusuz o da onlardandır. Şüphesiz Allah, zalimler topluluğunu doğruya iletmez.

Bundan sonraki değerlendirme sizindir.

ALLAH KADINA BOŞANMA HAKKI VERDİ Mİ?

Yazan: Kainatta Toz Zerresi
KTZ, islamiyet, İslamda kadın, İslamiyette kadın, Allah kadına boşanma hakkı verdi mi?, İslamda kadının boşanması, İslamda boşanma, İslamiyette kadının durumu, Kadın karşıtı din,

ALLAH KADINA BOŞANMA HAKKI VERDİ Mİ?

Zavallı Müslüman kadınları….
Arap ülkelerinde yaşayan ve şeriat kurallarına ya da yönetimlerine mahkûm edilen Müslüman kadınlarının insan olduklarından bile haberleri yok.  Dinlerini öğrenmek konusuna gelirsek bu Arap kadınlarının bir çoğunun okuma yazması bile yok. O yüzden bu kadınlar, dinlerini yalnızca, yönetimlerinin kendilerine zoraki olarak dayattığı ve geleneksel yaşantıya soktuğu kurallar yolu ile öğrenirler. Türkiye’de yani bizim ülkemizde yaşayan Müslüman kadınlarımız ise çeşitli sebeplerden dolayı dinlerini yeteri kadar bilemedikleri gibi az buçuk bilenler de “İslâm, kadınları koruyan bir din,  çeviri çok önemli, Kur’an’ı yorumlayabilmek, anlayabilmek çok önemli, bakmayın siz o Arap Müslümanlarına, Peygamberimiz cahil insanlarla çok mücadele etti ama Arap milletleri cehalette devam etti.  Çok şükür Rabbimize ki İslâm’ı gerçek anlamda bize yaşamayı nasip etti…” gibi inanç felsefeleri ile kendilerini avutuyorlar. Bu yazımda kadının İslâm dinindeki var olan ya da var olmayan boşanma hakkını irdeleyeceğim. Konumuz, erkeğin boşadığı kadına ne kadar para verdiği ya da kadına nasıl davranması gerektiği değil. KONU, ALLAH KADINA KOCASINI BOŞAMA HAKKI VERMİŞ Mİ?

Kur’an’ın boşanma ayetleri:

Bakara 226: Kadınlarından uzaklaşmaya yemin edenler için dört ay beklemek vardır. Eğer geri dönerlerse Allah çok bağışlayıcıdır, sonsuz rahmet sahibidir.

Bakara 227: Boşamaya karar vermiş olurlarsa, şüphe yok ki Allah her şeyi işitir ve bilir.

Bakara 228: Boşanan kadınların kendileri üç âdet görünceye kadar beklerler. Allah’a ve âhiret  gününe iman ediyorlarsa, Allah’ın rahimlerinde yarattığını gizlemeleri onlara helâl olmaz. Eğer taraflar arayı düzeltmeyi istiyorlarsa kocaları, onları kendilerine geri çevirme hususunda başkalarından daha ziyade hak sahibidirler. Kadınların, mâkul ve meşrû ölçülerde ödevlerine denk hakları vardır; erkeklerin ise onların üzerinde bir dereceleri mevcuttur. Allah izzet ve hikmet sahibidir.

Bakara 229:  Boşama iki keredir. Her ikisinden sonra ya iyilikle evlilik içinde tutmak veya güzellikle serbest bırakmak gerekir. Allah’ın koyduğu kurallara uymamalarından korkmadığınız sürece onlara verdiğiniz mehirden hiçbir miktarı geri almanız sizin için helâl olmaz. Eğer Allah’ın kurallarına uymamalarından korkarsanız, kadının evlilikten kurtulmak için verdiği meblâğda taraflara bir vebal yoktur. Bunlar Allah’ın koyduğu kurallardır, bu sebeple onları çiğnemeyin. Her kim Allah’ın koyduğu kuralları çiğnerse işte onlar zalimlerin ta kendileridir.

Bakara 230: İkinciden sonra koca eşini bir daha boşarsa, bundan sonra kadın, boşayandan başka bir koca ile evlenmedikçe ona helâl olmaz. İkinci koca da onu boşarsa, birinci kocası ile bu kadının, Allah’ın kurallarına riayet edeceklerini zannederlerse, tekrar evlilik hayatına dönmelerinde bir sakınca yoktur. Bunlar Allah’ın kurallarıdır, bilmek isteyenler için onları açıklamaktadır.


Bakara 231: Kadınları boşadığınızda, onlar da bekleme sürelerini doldurduklarında ya onlarla yeniden evlenip iyilikle tutun ya da iyilikle serbest bırakın. Onları zarar vererek haklarını çiğnemek için nikâh altında tutmayın. Bunu yapan bilsin ki kendine haksızlık etmiştir. Allah’ın âyetlerini sakın alaya almayın. Allah’ın size bahşettiği nimetleri, kitaptan ve hikmetten size öğüt vermek üzere gönderdiklerini dilinizden düşürmeyin. Allah’tan korkun ve bilin ki Allah her şeyi bilmektedir.

Bakara 232: Kadınları boşadığınızda, onlar da bekleme sürelerini tamamladıklarında, aralarında mâkul ve meşrû ölçülerde rızalaştıkları takdirde boşayan kocalarıyla yeniden evlenmelerine engel olmayın. Bu söylenenler, içinizden Allah’a ve âhiret gününe iman edenlere verilen öğüttür. Bunlar sizin için en iyi iç ve dış temizliği sağlayan öğütlerdir. Tam mânasıyla bilen Allah’tır, siz ise bilmezsiniz.

Bakara 236: Kadınları boşarsanız, onlarla birleşmemiş ve mehir de belirlememiş olursanız malî bir sorumluluğunuz yoktur. Zengin olan gücüne göre, eli darda olan da gücüne göre onlara makul ve gönül alıcı bir şeyler versin. iyiler için bu bir borçtur.

Bakara 237:  Bir mehir belirlediğiniz halde onlarla birleşmeden kendilerini boşarsanız, belirlediğiniz mehirin yarısını ödemek size borçtur; ancak kadınların bağışlaması veya nikâh bağı elinde olanın hoşgörülü davranması müstesnadır. Hoşgörülü davranmanız takvâya daha uygundur. Aranızda lutufkâr davranmayı unutmayın. Allah bütün yaptıklarınızı görmektedir.

Bakara 241: Boşanmış kadınlara faydalanacakları uygun bir şeyler verilmesi, Allah’ın rızâsını gözetenlerin borcudur.

Bakara 242: Akledesiniz diye Allah size âyetlerini işte böyle açıklıyor.

Nisa 35: Eğer karı-kocanın aralarının açılmasından korkarsanız, erkeğin ailesinden bir hakem ve kadının ailesinden bir hakem gönderin. Düzeltmek isterlerse Allah aralarını bulur; şüphesiz Allah her şeyi bilen, her şeyden haberdar olandır.

Nisa 128:  Eğer bir kadın kocasının kötü muamelesinden yahut yüz çevirmesinden endişe ederse aralarında bir uzlaşmaya varmalarında onlara günah yoktur ve sulh hayırlıdır. Nefisler de cimriliğe meyillidir. Eğer güzel davranır ve Allah’a itaatsizlikten sakınırsanız bilin ki Allah yaptıklarınızdan haberdardır.

Nisa 130: Eğer karı koca ayrılırlarsa Allah bol rızkından onların ihtiyaçlarını giderir. Allahın lutfu geniştir, hikmeti sonsuzdur.

Ahzab 49: Ey iman edenler! Mümin kadınlarla evlenme akdi yapıp da sonra, birleşmeden onları boşadığınızda onlar üzerinde, hesaplayıp bekleteceğiniz bir iddet hakkınız yoktur. Onları bir şeyler vererek memnun ediniz ve güzellikle boşayınız.

Talak 1: Ey peygamber! Kadınları boşayacağınız zaman iddetlerini gözeterek boşayın ve bekleme sürelerini iyice hesap edin. Rabbiniz Allah’a saygısızlıktan sakının. Apaçık bir hayâsızlık yapmış olmadıkça onları evlerinden çıkarmayın, kendileri de çıkmasınlar. Bunlar Allah’ın koyduğu sınırlardır. Kim Allah’ın koyduğu sınırları aşarsa aslında kendisine yazık etmiş olur. Bilemezsin ki; belki Allah bundan sonra yeni bir durum ortaya çıkarıverir.

Talak 2: Sürelerinin sonuna ulaştıklarında onları ya uygun biçimde tutun yahut onlardan uygun biçimde ayrılın; içinizden adaletli iki kişiyi şahit tutun ve şahitliği Allah için özenle yerine getirin. İşte Allah’a ve âhiret gününe inananlara öğütlenen budur. Kim Allah’a saygısızlıktan sakınırsa ona Allah kendisine bir çıkış yolu gösterir.

Talak 4: Kadınlarınızdan âdetten kesilmiş olanlar ile âdet görmeyenler hakkında tereddüt ederseniz onların bekleme süresi üç aydır. Hamile olanların bekleme süreleri ise doğum yapmalarıyla sona erer. Kim Allah’a saygısızlıktan sakınırsa Allah ona işinde bir kolaylık verir.

Talak 6: O kadınları, durumunuza uygun olarak kendi oturduğunuz yerde oturtun ve onların imkânlarını daraltmak yoluyla kendilerine zarar vermeye kalkışmayın. Eğer hamile iseler, doğum yapıncaya kadar nafakalarını karşılayın. Sizin hesabınıza (çocuğunuzu) emzirirlerse onlara karşılığını ödeyin ve aranızda güzelce konuşup anlaşın. Anlaşmakta zorlanırsanız bu durumda o erkeğin hesabına başka bir kadın emzirecektir.

Talak 7: Varlıklı olan varlığından harcasın, rızkı daralmış bulunan da Allah’ın kendisine verdiği kadarından harcasın. Allah kimseyi kendi verdiğinden fazlasıyla yükümlü tutmaz. Allah bir güçlüğün ardından bir kolaylık sağlayacaktır.

Kur’an’da, boşanma ile ilgili 20  ayet var. Hepsi de yukarıda yazılı.  İlgili ayetleri diyanetin sitesinden alıntı yaparak naklettim. Karı kocanın ayrılmasına ya da ayrılma ihtimaline ve sonrasına  yönelik  toru topu 20 ayeti, içerdiği konulara göre çeşitli başlıklar altında toplayıp gruplandırmak istiyorum ki daha iyi anlaşılabilsin.

1) Erkeğin hanımını nasıl ya da hangi şartlar altında boşayacağı ile ilgili ayetler:
Bunların sayısı 11 tane :
Bakara 226, 227, 230, 231, 232, 236, 237.
Ahzab 49.
Talak 1, 2, 4.

2) Kocası tarafından boşanan kadınların kısa süreli  akıbeti ve Allah’ın lütfunu içeren ayetler:
Bakara 228, 241, 242.
Nisa 130.
Talak 6, 7.

3) Evlilik dışındaki kişilerin müdahelesini gerektiren ayet:
Nisa  35

4) Kocası ile anlaşamayan kadına gönderilen ayet:
Nisa 128

5) Kadınların kocalarını boşayabileceği iddia edilen ayet:
Bakara  229.

Maddeler halinde yazdığım bu başlıkları ayrıntılı bir şekilde inceleyelim:

1) Erkeğin hanımını nasıl ya da hangi şartlar altında boşayacağı ile ilgili ayetler:
Bu ayetler, “Kadınları boşadığınızda,  boşadığınız kadınlar, kadınlarınızdan uzaklaşmaya…” diye devam eder ve erkeklerin kadınları boşarken ya da erkeklerin hanımlarından boşanmaya karar verdiklerinde yapmaları gereken şeyleri anlatan ayetlerdir. Bu ayetlerin içinde kadınların iddet süreleri,  kocalarının onlara ne kadar para vereceği, tekrar barışılıp barışılmayacağı ile ilgili hususlar vardır. Aslında bu başlık altında incelenmesi gereken Bakara 230 da, bir kadının kendisini 3 üncü kez boşayan adamla dördüncü defa evlenebilmesi için başka bir adamla evlenip boşanmasını gerektiren ayet de hiç yenilir yutulur bir şey değildir fakat bu ayete  derinlemesine girip asıl konudan uzaklaşmak istemiyorum. Sonuçta Bakara suresi 230 uncu ayet de erkeğin kendisinin yol açtığı yani kadının boşanmasını değil de erkeğin kadını  3 defa boşamasının bir sonucudur.

2) Kocası tarafından boşanan kadınların kısa süreli  akıbeti ve Allah’ın lütfunu içeren ayetler:
Bu başlık altında topladığım ayetlerde genel olarak boşanan kadınların hamile olma ihtimalleri ve bunu saklamamaları gerektiği,  bekleme süresi sonunda kocaları kendileri ile barışmak isterse kocalarının başkalarına göre bu kararı alma hususunda bir derece fazla hak sahibi oldukları, boşanmış kadınlara geçinebilecekleri bir miktar para verilmesi gerektiği, boşanan kadın ve erkeği Allah’ın nasıl rızıklandırıp  nasıl lütuflandıracağı,  boşanan ve hamile olan kadının çocuğu doğuruncaya kadar mağdur edilmemesi, çocuğun emzirmesinin nasıl olacağı, varlıklı erkeklerin boşadıkları hanımlara karşı parasal anlamda gerekeni yapmaları gibi hususlar ele alınmıştır. Bu ayetlerin de hiç birisinde boşanmak isteyen kadınların kocalarını boşayabileceğine ait bir ayet yoktur.

3) Evlilik dışındaki kişilerin müdahelesini gerektiren ayetler:
Bu başlık altına aldığım tek ayeti olduğu gibi okuyalım:

Nisa 35: "Eğer karı-kocanın aralarının açılmasından korkarsanız, erkeğin ailesinden bir hakem ve kadının ailesinden bir hakem gönderin. Düzeltmek isterlerse Allah aralarını bulur; şüphesiz Allah her şeyi bilen, her şeyden haberdar olandır."

4) Kocası ile anlaşamayan kadına gönderilen ayet:
Bu başlık altına altında alınabilecek tek ayet var o da  Nisa 128. O ayeti tekrar okuyalım:

Nisa 128: "Eğer bir kadın kocasının kötü muamelesinden yahut yüz çevirmesinden endişe ederse aralarında bir uzlaşmaya varmalarında onlara günah yoktur ve sulh hayırlıdır. Nefisler de cimriliğe meyillidir. Eğer güzel davranır ve Allah’a itaatsizlikten sakınırsanız bilin ki Allah yaptıklarınızdan haberdardır."

Kocasının kötü muamelesinden veya ilgisizliğinden endişe eden kadına, adının Allah olduğuna inanılan İlâhtan göstertilen tek yol kocası ile aralarında sulh yapılması yani karşılıklı konuşarak evliliğin devamına ve güzelleşmesine yönelik teşebbüste bulunma hakkıdır. Bunu tekrar etmek istiyorum. Kocasının kötü muamelesinden ve ilgisizliğinden endişe duyan kadına göstertilen Kur’an’daki TEK YOL. KADININ KENDİ NİYETİYLE KENDİ KENDİNE YAPABİLECEĞİ TEK YOL BU AYETİN HÜKMÜDÜR. Biraz sonra kadının boşanmasına yönelik iddia edilen başka bir ayeti de paylaşacağım fakat  kocası ile arası iyi olmayan kadına, kadının özgür niyeti ve teşebbüsü yönünde tek bir hamle ya da girişim hakkı veren sadece ve sadece bu AYETTİR. Bu ayetle ilgili benim ve bir çok kişinin kafasını karıştıran bir diğer gariplik de “…aralarında bir uzlaşmaya varmalarında onlara günah yoktur…” ifadesidir. Nasıl yani, bir kadının, kötü niyetinden ve ilgisizliğinden ötürü kocası ile arasını düzeltmeye çalışma teşebbüsünün kötü ve fena bir tarafı mı var ki,  uzlaşmaya varmanın günah olmadığına ilişkin bir ifade kullanılmış. Bazı çevirilerde “…aralarında uzlaşmaya varmalarında sakınca yoktur…” kelimeleri kullanılmışsa da değişen bir şey yok, aynı anlama gelir. Bu ifadenin saçmalığını, dünya üzerindeki her insanın mantığının anlayabileceği düzlemde açıklayabilecek varsa lütfen yorum kısmına yazsın, ben şahsen çok merak ediyorum.

5) Kadınların kocalarını boşayabileceği iddia edilen ayet:
Bakara 229: "Boşama iki keredir. Her ikisinden sonra ya iyilikle evlilik içinde tutmak veya güzellikle serbest bırakmak gerekir. Allah’ın koyduğu kurallara uymamalarından korkmadığınız sürece onlara verdiğiniz mehirden hiçbir miktarı geri almanız sizin için helâl olmaz. Eğer Allah’ın kurallarına uymamalarından korkarsanız, kadının evlilikten kurtulmak için verdiği meblâğda taraflara bir vebal yoktur. Bunlar Allah’ın koyduğu kurallardır, bu sebeple onları çiğnemeyin. Her kim Allah’ın koyduğu kuralları çiğnerse işte onlar zalimlerin ta kendileridir."

Dini çevreler tarafından kadının dinen kocasından boşanabileceğine dair delil göstertilen bu ayeti başından sonuna kadar okumama rağmen, bir kadının, kocasının kötü davranışından dolayı veya ikisinin de uyuşamayıp anlaşamamak gibi nedenlerden dolayı boşanma talebinde bulunabileceğine  dair hiçbir şey okuyamadım. Aklımızla dalga mı geçiyorsunuz? Bu ayetten mantık kuralları çerçevesinde ne anlaşıldığını daha sade bir şekilde yazıyorum:

Karı kocanın geçinemediği gibi bir mana çıkartılabilen ya da kadının çıkarttığı huzursuz bir durumdan dolayı erkeğin boşanma ihtiyacı duyması gibi bir ayet var. Bu durumda bir erkek, karısının Allah’ın kurallarına  uyacağından emin olduğu  sürece karısına evlenirken verdiği mehiri hiçbir şekilde  almamalı ve onu yani hanımını verdiği mehirle serbest bırakmalı.  Ammmmaaaaa, eğer erkek, evli olduğu kadının Allah’ın kurallarına uymayacağını sezinlerse ya da böyle bir şeyden şüphelenirse  karısının koluna taktığı bilezikleri ya da parayı ya da bu paranın bir kısmını  elinden alıp kadını serbest bırakabilir. Ya da kadın, bazı sebeplerle evliliği bitirmek istiyor fakat kocasını boşayabileceği bir ayet, bir Allah emri olmadığı için huzursuzluk çıkartıyor. Erkek de karısının kendisinden ayrılmasına rıza göstertiyorsa yani izin veriyorsa ve “Benim hanım benim kanaatimce bana iyi bir eş değil. Allah’ın bir kadından istediği şekilde bana kadınlık etmiyor. Geçimsizin, huysuzun önde gideni…” diyorsa hanıma sesleniyor ve diyor ki “bak madem benden boşanmak istiyorsun o zaman bana şu kadar para ver, ben de seni boşayayım”.

Ben bu ayeti, sizlere daha anlaşılır şekilde  anlatayım.  Evli bir Müslüman erkeğinin evliliğinde problemler var. Karısının kendisinden ayrılmak istediğini sezinliyor ya da karısı bunu dile getiriyor. Erkek de anne babasının evine gidip bu durumu anlatıyor. Anne babası diyor ki adama “O mu seni boşamak istiyor oğlum, karın sana göre nasıl biri? Yani Allah’a yaraşır, kocasına yakışır akıllı uslu bir kadın mı?... Madem karın hakkında iyi düşüncelerin yok o zaman bırak gitsin evden, yaramaz.  Ama ona verdiğin o bilezikleri de kolunda bırakma, al elinden. Hem seni boşayacak hem de parasını alıp götürecek öyle mi? Yok öyle yağma…AL BİLEZİKLERİNİ GÖNDER GİTSİN”  Erkeğin ailesinin tutumu bu şekilde. Peki kadının ailesi, akrabaları ne diyor bu işe? Onlardan ses yok değil mi? Aslında ayette erkeğin anne ve babasından söz etmiyor fakat Müslümanların İlâhı olan Allah, bu ayete göre APAÇIK, OĞLAN EVİ ni temsil ediyor. Yani erkeğin tarafını temsil ediyor. Müslümanlar, “Allah taraf tutmaz” gibi bir ifadeyi kullanmaya tenezzül etmesinler. Ayeti okuduğunuz zaman çıkan mânâ bu. Allah bu ayette kadına seslenmiyor ki kardeşim! “Ey mümin kadın, kocanla geçinemiyorsan ona biraz para verip de ayrıl”  bile demiyor Allah. Niye desin dış kapının dış mandalına? Kadına seslenmeye tenezzülü bile yok Allah’ın, kadın kim?  Siz bu ayettekine benzer bir durumda erkek tarafı olsanız,  kendi tarafınız olan erkek ile karşı tarafı temsil eden kadınla ilgili nasıl konuşurdunuz? Nasıl tutum alırdınız? Bu durumu nasıl tarif edip dillendirirdiniz? Bu sorumu lütfen cevaplarken Bakara suresi 229 uncu ayeti tekrar okuyun. Ayeti okuyunca zaten kendinizi otomatikman Erkek tarafı gibi hissedeceksiniz.

İslâm Alimlerine göre bu ayetin nüzul sebebi:  (Rivayete göre, Abdullah Bin Übey Bin Selûl’ün kızı Cemîle, kocası Sabit Bin Kays ile problem yaşıyordu.. Hz. Peygambere gelip şöyle dedi: “Ben ve Sabitin başını hiçbir şey bir araya getiremiyor. (Onunla baş başa olamıyoruz.) Vallahi O’nu dininde ve ahlâkında ayıplamıyorum. Lakin, İslâmda iken küfre düşmekten korkuyorum, Ona buğzetmekten kendimi alamıyorum. Ben dışarıya baktığımda onu bir grup adamla beraber gördüm. Baktım ki, onların içinde en siyah, en kısa ve en çirkin olanı benim kocam.”  Bunun üzerine, Bakara suresi 229. ayet nazil oldu. Sabit’in mehir olarak verdiği bahçeyi, boşanma karşılığı olarak geri verdi.  Ayetteki hitap hâkimleredir, alma ve vermenin isnadı onlaradır. Çünkü onlar, kadın ve erkeğin müracaatı durumunda âmir konumundadırlar.  Hitabın eşlere olduğu, bundan sonrasının hâkimlere bırakıldığı da söylenmiştir.) Alıntıdır.

Eğer bu ayeti,  yukarıdaki gibi bir iniş sebebine bağlar isek, kadının sadece kocasını beğenmediği için veya lüzumsuz veya geçersiz bir sebep için kocasını boşaması durumunda geçerli olduğunu dile getirmek gerekir fakat böyle bile olsa, bu ayette kadına hitap yoktur. İddiaya göre, hakemlere yani erkekle kadının akıbetini belirleyecek olan hakimlere hitap vardır. Yani bu rivayete göre yine kadın, kocasını  erkeğin kadını boşayabildiği gibi bir boşama hakkına sahip değildir. Dahası, adının Allah olduğuna inanılan İlâh, her ne kadar Kur’an’ı, anlaşılsın diye gönderildiğini iddia etmişse de,  eğer bu ayetin yorumu ve anlamlandırılması, iniş sebebinin rivayetinde geçen durumla eşleştiriliyorsa, bu ayeti, “kullarım anlayamasın, kafa patlatıp bir birleri ile didişsinler” diye göndermiş. Kur’an, adının Allah olduğuna inanılan bir İlâhtan gönderilen kutsal bir kitaptır ve kıyamete kadar bir tek harfinin bile değişmeden korunacağına inanılır. Bu hassasiyette bir kitabın, geçmişten bu zamana bir harfinin bile değişmeden gelip gelmediğinden emin olunmayan bir insan yazması rivayet tarafından yorumlanması ve “tamam, bu ayetin anlaşılması bu şekilde olur” denmesi zaten mantıksızdır.

Peki bir Müslüman kadını, eşinin kötü davranışından veya kendisine olan ilgisizliğinden şikâyet ederse hangi ayete başvurulur? Tabi ki de Nisa Suresi 128 inci ayet. Çünkü ayette apaçık şekilde yazıyor  “Eğer bir kadın kocasının kötü muamelesinden yahut yüz çevirmesinden endişe ederse…”  diye gidiyor cümle ve çözümü, kadının kocası ile sulh yapmasıdır yani boşanma moşanma yok kardeşim. Neden yok? Nedeni şudur: Borç ile ilgili bir şahitlik durumunda bir erkeğe karşılık iki kadının şahitliğinin geçerli olduğunu biliyorsunuz. Borç-senet gibi işler, insanın daha çok zekâsına hitap eden işlerdir. Allah katında kadın, takva olarak yani Allah’ı anmak, iman etmek ve ibadet etmek gibi işlerle Allah katında çok güzel yerlere gelebilir. Allah’tan övgüler alabilir ama İslâm dininde kadın, zekâ unsuru olarak görünmeyen ve hatta  zekâsı ile var olmayan bir canlıdır.

Nisa suresi 128 inci ayete göre bir kadın kocasının kötü davranışından ya da ilgisizliğinden endişe ederse kocası ile anlaşmak yoluna yani konuşmak yoluna gitmelidir çünkü kadın bu durumu doğru olarak sezinlememiş olabilir. Yanılmıştır çünkü zekâsı, aklı, bu tür durumları algılayıp karar verecek yapıda değildir. Diğer boşanma ayetlerinde de ipler tamamen erkeğin elindedir. Kadının boşanabileceği ayet olarak göstertilen Bakara 229 uncu ayette ise kadının boşanması gerektiğine ya da evden gitmesi gerektiğine ya da kadının evden gitme isteğinin doğru bir istek olup olmamasına karar veren yine erkektir, erkeğin aklıdır. Çünkü kadın, kocasından hangi sebeple olursa olsun, boşanma isteğini dile getirirse bunu erkeğin düşünmesi, erkeğin karar vermesi ve verdiği bu karar doğrultusunda da Bakara 229 u okuyup ilgili yolu takip etmesi ve ondan sonra ancak hanımına “gitmek istiyorsan benim için de uygundur gidebilirsin” demesi gerekir. Kadının aklı her şeye yetmez.

Zavallı Müslüman kadınları……

Bir çok Müslüman kadını ve erkeği, yıllarca bu konuya kafa patlattı. Çünkü burada bir haksızlık vardı. Türkiye gibi modern kanunların olduğu ve kadınların da insandan sayıldığı ya da insandan sayılmasına gerek duyulduğu bir ülkenin dininin kutsal kitabında,  kadının kocasını boşayabileceği bir ayet neden yoktu? Ellerindeki tek ayet Nisa 128 inci ayetti yani kadının kocası ile anlaşmasını gerektiren ayet. Aradılar taradılar, araştırdılar, sulh ettiler, eski kitapları karıştırdılar ve O DA NESİ!  AHANDA BULDUK!  İŞTE KADININ KOCASINI BOŞAYABİLECEĞİ AYET!  DEMEK Kİ BİR KADIN FİDYE VEREREK KOCASINI BOŞAYABİLİYOR. OLEY OLEY  OLEY… İŞTE CEVAP! BAKARA SURESİ 229 UNCU AYETTE YAZIYORMUŞ, BİZ NEDEN ŞİMDİYE KADAR O AYETİ GÖREMEDİK YAHU! BULDUK BULDUK O AYETİ, YAŞASINNNNN!

Yani bazı dini çevreler şu an, kadının dinen kocasını istediği zaman ya da gerekli nedenler ileri sürerek boşayabileceğine dair kanıt olarak benim yukarda didik didik etmeme rağmen  kadının boşanma talebi ile hiç ilgi ve alakasının olmadığı Bakara suresi 229 uncu ayeti delil olarak göstertiyorlar. Demek, karısıyla yetinmeyip komşusunun  kızını taciz eden, yetmeyip sokakta birilerini bıçaklamaya çalışan kocayı bırakması için karısının  o mahlûkata para vermesi lâzım…  Babababababak sen. Bak sen! Adının Allah olduğuna inanılan Yüce İlâhın kadın kuluna verdiği değere bak sen, gözlerim yaşardı. E kadın parayı bulamazsa?  Evlenirken mehir almamış ise ya da aldığı mehiri gerekli bazı nedenlerle harcamış ya da kocası elinden almış ise?  Eğer kocasına boşanmak için vereceği fidyeyi bulamazsa İslâm fıkıhına göre birileri yardımda bulunur. Yani kadına sadaka verir, kadın da o sadakayı, boşanma fidyesi olarak kocasına verir. Ne kadar ilâhi ve ne kadar adaletli bir yöntem! Üstelik kadının kocası çok kötü ve fena bir adam ise kadın bu durumda, Nisa 128 e göre hareket edip kocası ile sulh mu yapmalı yoksa ıvır zıvır, önemli olmayan bir konu için kocasından ayrılmaya karar verip kocası  ya da Hakem heyeti, Bakara 229 u mu uygulamalı? Şu garipliğe bakar mısın? Hadi bu garipliği vurgulayalım.

  • Kocanın kötü davranışından ya da ilgisizliğinden endişe edersen kocanla aranı düzelt, sulh yap. (Mesela kocan seni dövüyorsa, sürekli küfür ediyorsa, alay edip aşağılıyorsa,…sulh yap SULH, Seni döven, seni aşağılayan adamla evli kal.)
  • Rivayette anlatıldığı gibi kocanı beğenmiyorsan ya da eften püften bir sebeple kocanla beraber olmak istemiyorsan ya da kocan ya da hakimler, böyle bir şey sezinlemişlerse onların kararı sonucu  kocana para ver, evden ayrıl.

Gelelim İslâm dininde kadının boşanma hakkı ile ilgili diğer iddialara ve bu zamana kadar kadınların boşanma hususu ile ilgili dile getirilen ifadelere.  Diğer Müslüman halkların bu konudaki düşüncelerini bilmiyorum fakat bir Türk kadını olarak kendi ülkemdeki  İslâm yorumcularının kadının boşanma talebi ile ilgili düşüncelerini ve dini fetvalarını yıllarca dinliyorum, izliyorum. Eskiden beri bu konuda bu zamana kadar gelen  ve halen bir çok Kur’an yorumcusu tarafından kabul edilen düşünce şudur:

“Kadınlar çok duygusal varlıklardır.  Ufak tefek gönül kırgınlıklarından dolayı ya da aile içinde olabilecek her problemde problemi çözmek yerine duygusal özelliklerinden doğan bir durumun sonucu olarak çok fevri davranabilirler  ve hemen boşanmak isteyebilirler.  Evlilik hayatı, İslâmiyet dininde çok önemlidir. Allah, bu kadar önemli bir kurumun bitirilmesinin kararını tabi ki de erkeğe göre çok fevri davranma yapısına sahip olan kadına veremezdi.  Bu yüzden Kur’an’da, kadının kocasını boşayabileceği bir ayet yoktur. Yani Allah, kadına bu izni vermemiştir.”

Bunları söyleyen ve dile getiren Müslüman beyler ve Müslüman hanımlar sözlerine  şu şekilde devam ederler:

"Fakat İslâm hukukunda genel olarak bir kadın eğer ileride kocası ile bir problem yaşar da boşanmak isterse evlenirken boşanma hakkını evleneceği adamdan alabilir. Bu uygulama, geçmiş dönemlerde de falanca falanca kişiler tarafından uygulanmıştır İslâm dinine uygundur. Bir hanım evlenirken evleneceği adamdan ileride boşanma hakkını ister. Adam da bu hakkı ona verirse evlenirler ve ileride evliliklerinde bir problem yaşanırsa kadın bu hakka istinaden kocasını boşayabilir.”

Kadının hakkına bakar mısınız? “HAK”. Hak nedir? İslâm dinine göre hemen cevaplayalım.  Erkek, erkek olması hasebi ile doğuştan her konuda haklıdır. Kadın ise kocasının kendisine vereceği hak kadar hakka sahiptir. Peki ya kocası ona bu hakkı vermiyorsa? Kadın, ailesinin zoru ile istemediği bir adamla evlendiriliyorsa? Kadın cahil bırakılmışsa ve böyle bir hakkın evlenme sırasında alınacağından haberi yoksa? Böyle bir hak istediğinde o an, babasından ya da eş adayından yanağına bir tokat yiyeceğinden eminse? Sevdiği adama aşık olduğu için evlenirken ileride onunla asla boşanmayacağı ve ömür boyu evli kalacağı hayalleri kuran saf bir kadın ise ve bundan dolayı böyle bir hak istemeyi aklından geçirmemiş ise?

Bu boşanma hakkı ile ilgili en önemli soruyu soralım:
  • Madem Allah, kadının duygusal ve fevri davranışlarından dolayı kadına boşanma hakkı vermemiş, siz kim oluyorsunuz da Allah’ın kurallarını çiğneyip kadına bu hakkı veriyorsunuz? Hani kadın fevri davranışlara sahipti? Niye o zaman kadına böyle bir boşanma hakkını tanıyorsunuz?

Görüldüğü üzere İslâm Alimleri bile kadının gerektiğinde kocasından boşanması gerektiğinin farkında oldukları için Kur’an’da yazmamış olmasına rağmen kadına böyle bir hak vermeyi uygun görmüşler tabi buna hak denilirse. Medeni kanunlarda, kadınlar doğuştan itibaren her türlü hakka sahiptirler fakat İslâm dininde, sadece İslâm Alimlerinin verdiği bir kararla kadına boşanma hakkını isterse kocası yani evlenmekte olduğu adam verebilir. Arap geleneklerine de uygundur.

Benim en çok içimi acıtan  durum ise kendi ülkemizin Kur’an yorumcularının senelerdir bu düşünceyi yani kadının fevri davranışlarından dolayı evlilik müessesesini erkeğe göre daha çabuk bitirebilecek bir yapıda olması nedeni ile Allah’ın kadına kocasını boşama hakkını vermemiş olduğunu yıllardır haykırmalarıdır.  Mesela bizim ülkemizin Türk kadını tam da bu yapıdadır. Hemen kocasından boşanmaya kalkar. Mesela annelerimiz, anneannelerimiz döneminin o asil, o fedakâr diye tarif edilen eşsiz kadınları, yani ne olursa olsun kocasının her türlü kahrını çeken, “kol kırılır, yen içinde kalır” atasözünün de hakkını vererek, evde hangi sıkıntıyı çekerse çeksin gözyaşını yastığına akıtan veya genç yaşta dul kalmasına rağmen, “çocuklarım üvey baba görmesin” düşüncesi ile iş hayatına atılıp çocuklarını evlendirinceye kadar ikinci bir kocaya tövbe diyen asil kadınlarımız GAVUR KADINI dimi?  Bu ülkenin vatandaşı olan  ve aynı zamanda adının altında İlâhiyat Profesörü yazan ……….lar,  televizyon ekranlarına çıkıp da “kadınlar fevri karar verecek bir yapıda olduğu için Allah, onlara kocalarını boşama hakkı vermemiştir”  konuşması yapıyor ya! GÖZÜNÜZE DİZİNİZE DURSUN BU ÜLKENİN KADINLARININ  BU ZAMANA KADAR  SİZ ERKEK MİLLETİ İÇİN ÇEKTİĞİ KAHIR, YAPTIĞI FEDAZARARLIK! UTANMIYORSUNUZ  HİÇ, NANKÖR HERİFLER! Çapkınlıktan evini barkını unutan, bir gecelik kadınları barlarda lüks restorantlarda gezdirip “aşkım, cicim, hayatım” diye pofpoflarken  evde kendi yaşlı annesinin babasının altından alan karısına “sıçtığım, soktuğum, ananı avradını…” diye küfreden kocaya kadınlık yapıp “kaderim böyleymiş, sabretmeli” diyen  ve  sayıları hiç de az olmayan O  MUKADDES KADINLARIN   b…..na  kurban olun siz.  Demek Türk kadını, boşanma sırasında fevri davranabilir. Adı Allah OLMAYAN  benim İlâhım benim Tanrım  sizi bildiği gibi yapsın. Rahmetli anneannem günde beş vakit namaz kılardı ve oturduğu her namazda dua ederdi. Etrafına yaptığı iyiliklerin de haddi hesabı yoktu. Dedemin o kadar kahrını çekti ki! Sonunda çekecek takati  kalmadı, öte dünyaya iki gözü de açık gitti kadıncağız.

ÇOK ŞÜKÜR ŞİMDİKİ NESLİN GENÇ KADINLARI ARTIK GÖZÜNÜ AÇTI. ANNELERİNİN ANNEANNELERİNİN ÇEKTİKLERİNİ SİNDİRE SİNDİRE DERS ETTİLER KENDİLERİNE, KULAKLARINA KÜPE YAPTILAR.  MUTLULUKLARINA, KADINLIK ONURLARINA KISACASI KENDİLERİNE SAHİP ÇIKMAYI ÖĞRENDİLER. YAVAŞ YAVAŞ BU ARAP KAKALAMASI DİNİ DE SORGULAMAYA BAŞLADILAR.

Bütün bu sorgulamalara ve her şeye rağmen, bizim akıllı Profesörlerimiz ve İslâm araştırmacılarımız, gelişen dünya ve Türk insanının gelişen bilincini de göz önüne alarak artık daha akıllı davranıp daha akıllı yorumlar yapıyorlar. Ne yapsınlar, başka çare kalmadı.

İslâm dinine yönelik akıllı boşanma fetvası: “Türkiye’deki boşanmaya yönelik yasalarımız,  Kur’an’a uygundur. Kadınlarımız ve erkeklerimiz, boşanma sürecinde Türk medeni kanununun öngördüğü kurallar çerçevesinde boşanma süreçlerini yürütebilirler, dinen caizdir.”

YALANINIZI SEVSİNLER SİZİN? GÜLEYİM DE BOŞA GİTMESİN BARİ! :D
Türk medeni kanununun boşanma ile ilgili hükümlerinin hangisi Kur’an’ın boşanma kurallarına uygunmuş ki? Medeni kanunun içinde bir adam aynı kadını üçüncü kez boşayınca yine aynı kadınla evlenmesi için kadının başka bir adamla evlenip boşanmasını emreden bir yasa düzenlemesi var mı? Merak ettim şimdi. Hani dini bir kuralın Allah katında doğru olup olmadığının ya da geçmiş dönemlerden gelen uygulamaların ve hatta hadislerin bile dinen doğru olup olmadığının tespiti için Kur’an’daki  ayetlerle kıyas edilip sağlaması yapılır ya! Hadi siz de yukarıdaki boşanma ayetleri ile Türk medeni kanununun boşanma ile ilgili bütün düzenlemelerini vuruşturun, sağlamasını yapın, bakalım  hangileri uygun? Ha şimdi,  uygun olanlarını bulabilirsiniz ve o uygun olanlarını bangır bangır bağırarark söyleyebilirsiniz peki ya uygun olmayanlar? Onları da dile getirir misiniz? Onları da bangır bangır bağırarak söyler misiniz? Sayın İslâm savunucuları, sizler dinen günahkârsınız. Adının Allah olduğuna inanılan İlâhın  ayetlerini saklamaya, üzerini örtmeye ve hükümlerini etkisiz hale getirmeye çalışıyorsunuz. Öte dünyada Allah’a nasıl hesap verecesiniz? Yoksa hesap vermeyeceğinize mi inanıyorsunuz? Yoksa sizler de bizler gibi dinsizsiniz de, mesleğinizi ve itibarınızı kaybetmemek için dindar gibi mi  davranıyorsunuz?

Kusura bakmayın lütfen! Çok sert ve biraz da alaylı bir yazı oldu. Yakın çevresinin  kadınları,  erkeklerin verdiği sıkıntıyla uğraşaduran  ve bazıları da bu çileyi çekerken erkenden öte tarafa göçüp gitmiş bir kadın olarak ve biraz da depreşen anıların verdiği duygular  ile sinirlerim bozuldu.

TEVBE SURESİ 5.AYET

Yazan: Kainatta Toz Zerresi
KTZ, din, islamiyet, Tevbe suresi, Tevbe suresi 5.ayet, Zorla Müslüman, Müslümanlığa zorlamak, Namaz kılıp zekat verme şartı, Zorla İslamiyetin kabul ettirilişi, İslamiyetin yayılışı,

TEVBE SURESİ 5.AYET

Tevbe Suresi 5. Ayet: Haram aylar çıkınca bu Allah’a ortak koşanları artık bulduğunuz yerde öldürün, onları yakalayıp hapsedin ve her gözetleme yerine oturup onları gözetleyin. Eğer tövbe ederler, namazı kılıp zekâtı da verirlerse, kendilerini serbest bırakın. Şüphesiz Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.

Bu ayetle ilgili genel olarak İslâm’ın yayıldığı yıllarda Allah’a ortak koşanlarla savaş halinde olunduğu ve her savaşta olduğu gibi Allah’a ortak koşanların öldürülmesinin ve yakalanıp hapsedilmesinin gerekli olduğu söyleniyor. Bu emrin normal olduğunu iddia edenler zaten İslâm’ın sadece savunma savaşı yaparak ya da iyilik gösterisi yaparak yayılmadığını biliyorlar. Arap yarımadasındaki bir çok kavime savaş açılmıştır. Bu savaşlar sonrasında insanlar Müslüman olmak zorunda kalmışlardır. Ayeti bir kez daha okuyalım.

Tevbe Suresi 5. Ayet: Haram aylar çıkınca bu Allah’a ortak koşanları artık bulduğunuz yerde öldürün, onları yakalayıp hapsedin ve her gözetleme yerine oturup onları gözetleyin. Eğer tövbe ederler, namazı kılıp zekâtı da verirlerse, kendilerini serbest bırakın. Şüphesiz Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.


Ayetteki kırmızı yazılı cümleyi birkaç kez okuyun ve lütfen iyi anlayın. Elinizde Kur’an-ı Kerim’in Türkçe meali varsa, mutlaka içinde Fihrist de vardır, münafıkların olduğu onlarca ayeti bulun ve okuyun.  Kâfirlerin bir kısmı inanmadıklarını açıkça söylerler fakat bir kısmı ise inanmadıkları halde “inandık” derler. Hem kâfirler (yani Müslüman olmayan dinsizler) hem de münâfıklar  Allah indinde aynıdır. Hatta münafıklar Kâfirlere oranla daha günahkâr ve daha fenadırlar.

Birileri tepenize kılıç indirecek ya da canınızı alacak ve size diyecek ki  “ya Müslüman ol, ya da kellen gider”. Ne yaparsınız? Müslüman olmak istemiyorsanız dahi can korkusundan “Müslüman olmak istiyorum” ya da “Müslüman oldum” dersiniz. İşin namaz kılma  ve zekât verme bölümünde sıkıntı olmayacaktır. Zaten yenilmişsiniz, karşı koyacak gücünüz yok.  Canınızın derdindeyseniz eğer bundan sonra yapacaklarınız belli. Müslümanlar gibi camiye gidip günde beş vakit namaz kılacak ya da namaz kılıyor gibi yapacaksınız.  Oruç ayında oruç tutuyormuş gibi yapacaksınız. Kendinizden başka hiç kimsenin de sizin “Müslüman’ım” diye yalan söylediğinizi bilmesine gerek yok. Fakat yine de Kur’an’ın yazarı, her türlü zorlamanın ardından bu kez zorla Müslüman yapılanların can korkusuyla mecburiyetten dolayı Müslüman olmuş gibi görünebileceğini hesaba katmış ki bu  durumdaki insanlar konusunda da dikkatli olmak için ayetler göndermiş. Yani münafıklarla ilgili ayetlerden bahsediyoruz. Münafıkların öte dünyada ne kadar büyük bir azap çekeceği iyice anlaşılıncaya kadar ayetlere yerleştirilmiş ve hakiki Müslümanlar münafıklar konusunda uyarılmış. Ve ayrıca münafıkların uyarıldıkları ve korkutuldukları ayetler dolayısıyla da  münafık olarak yaşayanların da gözü korkutulmak istenmiş olmalı ki gerçek anlamda Müslüman olmaya meyletsinler diye. Yani işin azı uzu, bir yerde İslâm’ın kılıcı varsa orada canınızı korumak için mutlaka ve mutlaka Müslüman olmanız gerek ve hatta imanınız bunun için yeterli değilse ve İslâm’ı kabul etmediğiniz halde kabul etmiş gibi davranacaksanız da buna çok dikkat etmeniz gerek. Zaten ille de Allah sevgisiyle ya da İslâm’ın çok iyi bir din olduğunu anlamak gibi nedenlerle Müslüman olmak gerekmiyor. Gerektiğinde de kılıç zoru ile. “Gerçi dinde zorlama yoktur” diye bilinir emmmmeeee, işte eyle….

Kâfirun 6
لَكُمْ دِينُكُمْ وَلِىَ دِينِ
Le kum dinikum veliye din
(Senin dinin sana benim dinim bana)

Yazıyı bitirirken gerekli soruyu sorayım:
İslâm şekil dinimidir yoksa samimiyet ve içsel bir inanç dini midir?
Seçenek için samimiyet ve içsel bir inanç dinidir diyorsanız eğer Tevbe Suresi 5 inci ayeti tekrar okuyun. CAN KORKUSU İLE TEVBE EDİLİR Mİ?

TANRIYI GÖRMEK

Yazan: Karmaşık
Tanrıyı görmek, Karmaşık, Evrim, Din ve evrim, Din ve bilim, Bilim ve din, Siyanobakteri, Evrim süreci, Evrendeki işleyiş, Canlıların adapte süreci, din,

TANRIYI GÖRMEK

“Bu dünyadaki hiçbir olayın, hiçbir sözün ya da hiçbir kişinin bizi zerre kadar etkileyebilme kapasitesi yoktur.
Bizi etkileyebilecek şeyler o olaya, o kişiye, o söze, o duruma yüklediğimiz anlamlar, verdiğimiz güçlerdir.”

Birisine kutsal bir anlam yüklersiniz ve artık o kişinin esiri olursunuz. O’nun dediklerini sorgulama şansınız kalmamış demektir.  Çünkü artık alt bilincinize o kişinin kutsal olduğunu kabul ettirmişsinizdir.

Dinlerin tamamı da bu noktadan yola çıkarak var olmuşlardır.

Yeryüzünde var olan dinlerin hepsi, istisnasız hepsi tamamen zeki insanların toplum mühendisliğidir.
İspat mı istiyorsunuz ?

Yaratıcımız ile aramızdaki tek somut bağ içinde bulunduğumuz evren ve yasalarıdır. Örneğin yer çekimi tüm evrende değişik normlarda vardır.
Zaman mesela, evrenin her boyutunda zaman vardır ancak canlı bir jel gibi boyut boyut farklılıklar gösterir.

Yani kutsal kitaplarda bahsedilen şeylerin aslında içinde yaşadığımız dünya ve onunda içinde yaşadığı galaksi ile ve hatta onunda içinde yaşadığı evren ile alakası olmadığını gözlemleyebiliriz. Bu topraklarda yaygın din olan İslam olduğu için örnekleri de İslam dininden vereceğim.

Düşünün bir tarafta saniyede 463 metre hızla dönen bir dünya bir yanda,
Diğer yanda “Yemek yedikten sonra çok oturmayın kalkın evinize gidin ey müminler ( Ahzab 53)” diyen kutsal (!) bir kitaptan ayet.

Bir tarafta bilimin ispatlarıyla öğrendiğimiz 3,5 milyon yılda gelişen insan türü,
diğer tarafta “Biz insanı çamur ve balçıktan, nutfeden veya kan pıhtısından yarattık“ diye o dönemin  insanını etkilemeye çalışan kutsal (!) ayetler.

Ve en önemlisi ama en çok önemlisi ise ;
Bir tarafta hiçbir zaman görmediğimiz, sadece 3 kişinin gördüğünü iddia ettiği bir tanrı,
diğer tarafta ise bilimin ispat ede ede işaret ettiği EVREN !

Yani ?

Yani bir tarafta tüm ihtişamı ile Evren var. Ve bilim aracılığı ile göstere göstere yaratan. Diğer tarafta yaşayıp yaşamadıklarından bile emin olmadığımız 3 tane adamın insanlara ilan ettiği görünmez ancak körü körüne inanmazsanız sizi çok kötü cezalandıracağını söyleyen bir TANRI !
En bizimkinden başlarsak, 1400 yıl önce yaşamış olan bir adamın iddiası var. Tanrı benimle konuştu ve size şu şu emirleri iletmemi istedi. İnanmazsanız sizi ateşlerde yakacak ve daha nice nice işkencelerle sonsuza kadar cezalandıracak , ama eğer hiç soru sormadan inanır ve o emirlere ( yani benim sizlere O’ndan geldiğini iddia ettiğim emirlere ) uyarsanız, hiç sorun yok, size muhteşem ödüller vereceğini söyledi. Demiş.

Hatta şunu da ilave etmiş, eğer olur da aklınıza neden bu dünyada ödül vermiyor sorusu gelirse, cevabı hazır, bu dünyada imtihan oluyorsunuz. Bu nedenle başınıza gelen her şeye sabır edeceksiniz ve benim sizden memnun kalmamı bekleyeceksiniz. İşte bu şekilde yaşayıp ölürseniz hem size yapacağım işkenceden kurtulacak, hem de üstüne bonus olarak harika bir yaşam ödülü alacaksınız.

Şimdi bir tarafta nasıl yarattığının delillerini bile toprak altında saklayıp milyon yıllar sonraya ipucu olarak bırakmış bir evren var. Sadece dünyada var bulunmuş deliller ile neredeyse dünyanın ilk oluşumundan bugüne kadar neler yaşanmış ve dünya kaç yaşında bilgisine ulaşıyoruz. Bir bakıyorsunuz Kanada’da, Michigan ( ABD) ‘de toprak içinde kesit olarak demir formasyonları buluyorsunuz. O demir formasyonlarını inceleyip 2.5 milyon yıl ( İki buçuk MİLYON YIL ) önce oluştuklarını keşfediyor bilim. Ve diyor ki demir oksitler atmosfere oksijen pompalıyor. Atmosferdeki oksijen miktarı artınca… Aaaa! İlk yaşam formu olan SİYANOBAKTERİLER ortaya çıkıyor.

Hepimizin başlangıç noktası..

Siyanobakteriler yaşayan yeryüzünde yaşayan ilk canlılar.  Ancak bu bakterilerin işlevi atmosferdeki karbondioksitleri çekmek. O kadar çok karbondioksit çekiyorlar ki, dünya buz devrine giriyor.
Düşünün yaklaşık 3 km yüksekliğinde bir buz tabakası yeryüzünü sarıyor. O dönemlerde dünya o kadar hızlı dönüyor ki 1 gün yaklaşık 6 saat civarında. 3 saat gündüz 3 saat gece. Bunları ben kafamdan uydurmuyorum arkadaşlar, bilim İSPAT EDİYOR bu bilgileri.

Bir bilim insanı bir bilgi ortaya atınca , ispat istenir. İspat ederse tartışılır ve kabul edilir.  Keşke  Arabistan da yaşayan bedeviler de bir kişinin “Tanrı yemek yiyince çok beklemeyin hemen kalkın dedi” demesine kanmayıp, “ispat et” deselerdi.

Efendim buz çağından sonra , buzlar erimeye başlayıp yeryüzü bugünkü şeklini alıyor. Dünyanın dönüş hızı yavaşlamış, 1 gün yaklaşık 22 saat olmuştur. Okyanuslar da hareketlenmeler başlamış ve önce tek hücreliler , sonra çok hücreliler, sonra sonra eklemleri olan , yüzgeçleri olan canlı türleri deniz altında yaşamaya başlamışlardı. Bu son paragrafı yazmak için ben 20 saniye kadar zaman harcadım.. Ancak Evren bunu milyonlarca yılda gerçekleştiriyor. Boyacı küpü değil bu kardeşim, daldır çıkart hop “Allah bana dedikiii şöyle yapmazsanız yakarım haa dedi” diyerek değil. Her saniyesi dolu dolu olmak kaydıyla gerçekleştirerek milyonlarca yıla yayarak yaratıyor.

Sonra ortam bugünküne benzer bir hal alınca ortalık canlıdan geçilmemeye başlıyor. İşte bunlardan bir tanesi de biz oluyoruz şeker kardeşim. Kabul et kardeşim senin biyolojik olarak hayvandan farkın falan yok! Sen evrenin yarattığı canlı türlerinden bir tanesisin. Öyle cennetten falan da kovulmadın. Direk annen ile babanın aşkının meyvesi olarak (!) yaşamına başladın. Eğer bir yaban otunun sararıp toprağa karıştıktan sonra tekrar yeşereceğine inanıyorsan için rahat olsun sende aynı kaderi paylaşırsın. Bir hamam böceğinin öldükten sonra canlanacağına inanıyorsan aynı akıbeti sende paylaşırsın. Anlaman gerek, diğer canlılara ne oluyorsa sana da aynısı olacak!

Bir tarafta 3 kişinin üç bin yıldır varlığından bahsettikleri ancak hiçbir zaman göremediğimiz bir yaratıcı, diğer tarafta göstere göstere yaratıp can verip sonra öldüren bir yaratıcı.
İstediğini seç!..

EĞER ALLAH VARSA

sizden gelenler, Eğer Allah varsa, Allah varsa bile, Allah'a yapılmış en büyük hakaret, islamiyet, din,

EĞER ALLAH VARSA

Allah varsa bile bence Kur'an ve İslam ona yapılmış en büyük hakarettir.
Bu kanaatte olmamın sebebi:
  • Muhammed'in cinsel hayatını kurtarmak için birsürü ayetler olması. (Ahzab,50,51,37 vb...)
  • Cennette bakire, tomurcuk memeli kızlar gibi vaatlerle Allah'a hiç yakıştırılamayacak bir profil çizilmesi.
  • Sözde KISSAS ayetlerinde "Birisi sizin kölenizi öldürürse sizde onun bir kölesini öldürürsünüz" diyerek resmen zenginleri herşeyin üzerinde tutması.
  • Erkeklere sınırsız eş ve sınırsız cariye alma hakkı verirken; kadınları resmen mal gibi görmesi. 
  • Mahkemede 2 kadının şahitliği 1 erkeğinkine eşittir demesi.
  • Kızlarım miras hakkının erkeğin yarısı kadar olması.
  • İnsanları sürekli savaşa teşvik etmesi, farklı düşüncelere hiçbir hoşgörü göstermemesi.
  • Ayetlerin kendi içinde çelişmesi. Bir ayette "Hristiyan ve yahudilerdende iyi insan olanlar cennete gidebilir" derken bir başka ayette "İslamı hak din olarak kabul etmeyenlerin yeri cehennemdir" demesi.
  • Kur'an geldikten sonra hiçbir dönemde barış sağlanamamış olması. 
  • Muhammed'den sonraki Asrı saadet denilen dönemde bile sürekli müslümanın müslümanı kesmiş olması.
  • Dünyada 60'a yakın müslüman ülke olmasına rağmen bunlardan birisinin bile insanlığa örnek gösterilebilecek durumda olmaması.


  • Tüm müslüman ülkelerde insan haklarının çiğnenmesi ve düşünce özgürlüğünün bile olmaması.
  • Hindularda bile ibadet masrafları gönüllüler vasıtasıyla sağlanırken tüm müslüman ülkelerde müslümanların ibadet masraflarının devlet tarafından karşılanması ve bu paraların vatandaşın vergilerinden karşılanarak açıkça kul hakkı yemeleri. Ve müslümanım diyenlerin bu duruma hiç itiraz etmeyip DİLSİZ ŞEYTAN olması.
  • Müslümanların baskıyla insanlara dinlerini kabul ettirmeye çalışmaları. Kendi dinlerinin reklamını yapmak için devletin imkanlarını kullanmaları ama buna rağmen hiçbir yaralı parmağa işememeleri.
  • Ne Kürtlere nede Alevilere yapılan haksızlıklara ses çıkarmamaları. 
  • Azınlıkları ezmek için ellerinden gelen herşeyi yapmaları ve IRKÇILARA göz yummaları.
  • Ramazan çadırlarını bile belediyelerin bütçesinden yani bizim vergilerimizden karşılayıp kendi dinlerinin reklamını yapmak için sürekli kul hakkı yemeleri.
  • İnsanların uykusuna bile saygı göstermemeleri. Sabahın 4'ünde Hoparlörle avaz avaz bağırarak insanları zorla uyandırmaları.
  • Müslümanım diyenlerin en büyük hırsızlar olmaları. Diyanet işleri başkanının bile milletin VERGİLERİYLE göz göre göre milyonluk mercedese binmesi.
  • Ruhban sınıfının masraflarının milletin vergileriyle karşılanması. 
  • Kur'an'da "Allah insanı en güzel biçimde yaratmıştır" yazmasına rağmen müslümanların bununla çelişerek Erkeklerin PİPİSİNİN kusurlu olduğunu iddiğa edip Allahın yarattığını BEĞENMEYİP, SÜNNETLE düzelttiklerini iddiğa etmeleri. Resmen Allah'a beceriksiz demeleri.

Allah veya Zeus veya Afrodit veya Shiva var mı yok mu bilemiyoruz.
Bunların hepsi birer iddiadan ibarettir. Bir iddiaya dayanarak hiçkimsenin hiçkimseye zulmetme, baskı kurma hakkı olamaz. Bize düşen herkese saygılı olup DİN,IRK gibi bölücü unsurlardan kurtulup sadece İNSAN olarak yaşamak ve zulmedenlere sessiz kalmamaktır.

İnsan olarak öyle yaşayalım ki herkese karşı alnımız ak yüreğimiz pak olsun. Böyle olursa öbür tarafta hesap sorulsa bile hertürlü hesap veririz. Öbür tarafta bir şey yoksa bile en azından bizden sonraki nesiller için daha güzel bir dünya bırakmış oluruz. Olurda dünyada 2 milyar insanın inandığı gibi REENKARNASYON varsa da geleceği güzelleştirmiş oluruz.

Ne Mutlu İNSANIM diyene.

SİZDEN GELENLER | Yazan: Tosun Alp

Eleştirisel bakış açısı ile her din ve inanca ait yazılarınızı, inancınızın değişim sürecini anlattığınız sorgulama süreçlerinizi dinvemitoloji@gmail.com adresine gönderebilirsiniz.
  • Bu yazılar biz-siz gibi sorgulama evresine girmiş herkese mutlaka biraz olsun ışık tutacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazılar sitemizde adınızla veya takma adınızla yayınlanacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazının başka bir internet sitesinde yayınlanmamış olması gerekmektedir. (KOPYA içeriğe karşı olduğumuzdan, sitemizdeki tüm içerikler özgündür)

İSLAM’A VE KUR’AN’A YÖNELİK BAZI SORULAR 2

Yazan: Kainatta Toz Zerresi
din, islamiyet, İslamiyet ve Kur'an hakkında sorular, KTZ, Kur'an'daki çelişkiler, Kur'an'ın yaratıcısı, Müslümanlara sorular, İslam'da sanat, İslam'da doğa, Kur'an'da neden düzen yok?, Müslüman olmayanlar, İSLAM’A VE KUR’AN’A YÖNELİK BAZI SORULAR 2

İslâm dininde yani Kur’an’ı Kerim’de, cinsiyet eşitliği var mıdır? Yok ise neden yoktur? Yıllardır her toplumda ezilen ve hala da ezilmeye devam eden kadınları daha çok ilgilendiren cinsiyet eşitliğinin Allah indinde sakıncası nedir?

Ağaçlar, dünyanın ve dünyada yaşayan bütün canlılığın akciğeridir. İslâm dininde bilimsel olduğu söylenen ayetlerin yanı sıra ağacın öneminden, korunmasından ve ağaca verilmesi gereken önemden bahseder mi?

Dünya milletlerinin uzun yıllardır ve halen kanayan yarası olan “çocuk işçiler sorunu”… Yani küçük yaştaki çocukların, para  amaçlı sömürülmelerini yasaklayan bir Kur’an  ayeti var mı? Çocuk hakları konusunda Kur’an ne der?

Kur’an’da, tembellik nedeni ile yani çalışmak istemediği için insanların  yufka yüreklerini istismar ederek  para kazanmaya çalışmakla yani keyfi  dilencilik yapmak isteyen uyanıklarla ilgili bir ayet var mı?

Başkalarına zararı olmayan durumların dinen yasak olmasının mantıksal izahı nedir? Meselâ eşcinsellik, iki kişinin özelinde olup biten bir şey olduğu halde ve eşcinsel insanlar genel olarak sapık ya da kötü insan kategorisinde olmadığı halde(bir kimsenin eşcinsel olması, etraftaki kişilere sarkacağı ya da birilerine kötülük yapacağı anlamına gelmez) neden günahtır?

İslâm’ın Tanrısı Allah,  insanoğluna  çocukları arasında ayırım yapmayan bir ebeveynin evlatlarına duyduğu eşit  sevgi  ve eşitlikçi bir din yerine neden “beni seven, beni pofpoflayan, benim sözümden çıkmayan evladım benden, öteki evlatlarım evlat bile değil yerin dibine batsın geberesiceler” zihniyetiyle  ve karşılık için çocuklarına değer veren bir ebeveyn zihniyetine uygun bir düzen ve din göndermiştir?


İslâm dininde Sanat icra etmek ve Sanat eserine değer vermek ile ilgili durum nedir? Kur’an’da bu durum ile ilgili ayet ya da müminlere tavsiyeler var mıdır? (Kutsal bir kitapta her şeyden bahsedilmesi tabi ki de düşünülemez fakat  kendini Müslüman olarak tarif eden İslâmî toplumlar yüzyıllar boyunca günahtır diye Sanat düşmanlığı yapıyorsa bu durumun çözümünün de Kur’an içinde olması gerekir. Geleceği gören Allah, mutlaka görmüş olmalı bu günleri. Çünkü  bir çok kulunu, sanat icra etmeye yatkın olarak yaratmış.)

Kâinatı, insan denen muhteşem dengedeki canlıyı ve dahasını mükemmel bir titizlikle yaratan Allah’ın gönderdiği Kutsal kitabın içinde neden mükemmel bir titizlik ve mükemmel bir düzen yok?
Kur’an’da, kalp denilen organdan sürekli bahsedilmesine ve beynin de işlevlerinin sanki kalp organındaymış gibi işlenmesine rağmen vücudun en önemli organı olan ve bir dini anlamak ve idrak etmek aşamasında insan vücudunun en gerekli ve tek organı olan beyin ile ilgili bir bilgi neden yoktur?

Dünya insanlarının çok  önem verdiği ve çok gerekli olan bir konu da doğum kontrol yani Aile planlaması. Kur’an’da bu konuya yönelik bir bilgi var mı? Yok ise neden yok? Açlığın hüküm sürdüğü bir bölgede, açlıktan ölen çocuklarını toprağa gömerken sırf Allah öyle istedi diye ha bire çocuk doğurmaya devam eden Müslüman kadınına yaptığının yanlış olduğunu anlatırken Kur’an’ın hangi ayetinden örnek vereceksiniz? Nasıl ikna edeceksiniz?

Kur’an’da, Müslüman olmayan insanları sevmek,  onlarla dost olup güzel ilişkiler geliştirmek ya da onların güzel yanlarını  fark etmek, gerektiğinde onları örnek almak, takdir etmek  ile ilgili ayetler ya da tavsiyeler var mıdır? Yoksa neden yoktur? (Örnek alınan, yaptıkları hoşa giden yabancı Bilim adamları, dinciler tarafından kötülenince sormak gereği duyuyor insan)

Kur’an’da yeniliklere açık olmak ve insanların hayata kattıkları yeniliklere uyumlanmak, ayak uydurmak ile ilgili ayetler ve tavsiyeler var mıdır? (Kusura bakmasın kimse, İslâm ülkelerinin şu anki içinde bulunduğu geri kalmışlığı görünce sorası geliyor insanın)