HABERLER
Dini Haber

NE FETVA VEREYİM ABİME?

Hazırlayan: A.Kara


NE FETVA VEREYİM ABİME?


Diyanet İşleri Başkanlığına TOKİ projeleri ile ilgili şöyle bir soru yönelttiler:
TOKİ tarafından uygulanan Sosyal Konut Projesinin dini hükmü nedir?

Başkanlık, projelerde ev almak için kullandırılan kredileri veren kamu bankalarının amacının faiz elde etmek olmadığı, amacın gelir elde etmek değil ev almak olduğunu söyledi. Yani diyanet bu projeden yararlanmanın caiz olduğunu söyledi.

Kurul fetvasında yayınlanan cevap özetle şu şekilde:
“İslam’da faiz, kesin olarak haram kılınmıştır. Bir zaruret bulunmadıkça faiz almak da vermek de caiz değildir. İş kurmak veya genişletmek; ev, araba satın almak üzere kişi, kuruluş veya bankalardan alınan faizli krediler de bu kapsamdadır ve caiz değildir. TOKİ aracılığıyla devreye alınan son uygulama ise devletin, alt veya orta gelirli vatandaşlarına yönelik olarak ürettiği bir sosyal konut projesidir. Bu projede, peşinat haricindeki tutar, kamu bankaları vasıtasıyla kredilendirilmekte olup devletin söz konusu borçlandırmadaki amacı, faiz geliri elde etmek değil, aksine ödeme güçlüğü içindeki vatandaşlarının ev sahibi olmalarına yardımcı olmaktır.

Bu itibarla, devlet TOKİ’nin bu uygulamasında başka bir yolla konut alma imkânı tanımadığından, belirtilen niyet ve amaçlar doğrultusunda söz konusu projeden yararlanmak caizdir.”

Hani hep anlatmaya çalışıyorum ya, din ve siyaset tamamen insanları yönetmek, istediğini elde etmek ve yaptırmak içindir diye, işte bu olay da yüz binlerce örnekten sadece biri. Zamanında "ben peygamberim" "Tanrı benimle konuşuyor" diyen ve peygamber olduğuna inanılan ne kadar zat varsa hepsinin amacı da bugünden farksızdı. Yani amaçları isteklerine ulaşmaktı.

Domuzu haram kılarak yetiştirdikleri küçükbaş hayvanların satışının baltalanmasını engellemek,
Savaşta ele geçirilen kadını ganimet ilan ederek onları köle pazarlarında satma yani para kazanma veya onları kendisi ve çevresindeki destekçilerinin arzuları için kullanma imkanı elde etmek,
Haklarında çıkarılan dedikodulara karşı halkı ilahi mesaj geldi diyerek Tanrı ağzıyla korkutmak,
Eşleri ile yaşadıkları sıkıntıları bile Tanrıyı ortak ederek sahip oldukları kadınları dizginlemek,
Yine sözde ilahi mesajlar sayesinde gönlünün istediği hangi kadın varsa ona sahip olabilmek,
Dönemin önde gelenlerine veya güçlü kabileleri göz kırpan, onları safına çekmeyi amaçlayan söylemler üretebilmek,
Yanında savaşacağı insanlara vaatler vererek onların ölüm korkularını bastırmak,
Allah söyledi, görüşmeden önce bana görüşme parası verin diyerek keseyi doldurabilmek,
Allah öyle emretti, Allah'ın isteği buymuş diyerek evlatlığının karısını kendi karısı yapabilmek,
Bakın, Allah baskın yapan atları, yani aynı zamanda onlara binen sizleri de övüyor diyerek fedailere gaz verebilmek,
Koskoca Allah ganimetten 5 de 1 pay istiyor diyebilmek,
ve bunlar gibi yüzlerce işi halledebilmek, isteklerini yerine getirebilmek için DİN mükemmel bir araçtı.

Günümüzde de görüyoruz ki DİN hala mükemmel bir araç ve nerede para var ise, nerede siyaset var ise orada mutlaka din var. Çünkü dini kullanarak inançlı olan insanların sizin eylemleriniz karşısında susmasını, size karşı sessiz kalmasını hatta sizi şakşaklamasını bile sağlayabilirsiniz.
O yüzden Din ve Siyaset aynı elin parmakları gibidir ve gerek oy toplarken, gerek halkı yönetirken, gerek eylemlerini haklı gösterirken kullanılabilecek en etkili ve mükemmel araç dindir.

Bu yüzden de Diyanet haram olan faize bir kılıf bularak iktidara yaranmak için bir nevi NE FETVA VEREYİM ABİME fetvası vermiş, bu şekilde siyasi iktidara da destek olmuştur. Şaşırdım mı? Hayır...

ALLAH MUHAMMED'E HARAM İŞLEYEBİLİRSİN DİYEBİLİR Mİ?

Yazan: FileOzof


ALLAH MUHAMMED'E HARAM İŞLEYEBİLİRSİN DİYEBİLİR Mİ?


"Seni öyle sevdim ölürcesine
Tanrının yazdığı şiircesine" (Emel Sayın). Bir Tanrı düşünün.
Kitabında sadece "bir kulunu" ilgilendiren şeyler yazmış olabilir mi? Diyeceksiniz ki o bizim için hayat modeli. Fakat istediğiniz kadar kafa patlatın  bir kişiye has olmak üzere verilen imtiyazı kendi hayatınıza uyarlayamazsınız.

Ahzab Suresi 50. ayet
﴾50﴿ Ey peygamber! Mehirlerini verdiğin eşlerini, Allah’ın sana ganimet olarak verip de elinin sahip olduğu kadınları, seninle birlikte hicret eden amca kızlarını, hala kızlarını, dayı kızlarını, teyze kızlarını, kendini peygambere mehirsiz olarak bağışlar da peygamber de onunla evlenmek isterse böyle bir mümin kadını -ki sonuncusu diğer müminlere değil, *zatına mahsustur* - sana helâl kıldık. Müminlere eşleri ve sahip oldukları kadınları hakkında hangi kuralları geçerli kıldığımızı biliyoruz. *Sana mahsus* olanı güçlük çekmeyesin diye meşrû kıldık. Allah çok bağışlayıcı, pek esirgeyicidir.

Bizim sorunumuz Tanrının birilerine cinsel imtiyazlar vermesi değil. Bizim sorunumuz bu imtiyazların evrensel olduğuna inanılan kitaba yazılması.

Biz dahi bunu öyle bir dehşetle okuduk ki çarpıcı bir detayı fark edemedik. Şimdi gelin birbiriyle çelişen ifadelere bakalım ve bunun ancak bir insan ürünü olduğunu gösterelim.

Biliyorsunuz daha önce Muhammed'in Kıpti Mariye ile olan ilişkisinden bahsetmiştik. Muhammed bu ilişkiden sonra bir ay bekliyor ve daha sonra Tanrı'dan ayet geldi diyerek hanımlarını boşamakla tehdit ediyor.
Şimdi gelin, o ayetlere tekrar göz atalım.

Tahrim Suresi 1-5
1﴿ Ey peygamber! Allah’ın sana helâl kıldığını, eşlerini hoşnut etmek arzusuyla niçin kendine haram kılıyorsun? Bununla beraber Allah bağışlayıcıdır, merhametlidir.
﴾2﴿ Allah size (belli durumlarda) yeminlerinizi çözmeyi meşrû kılmıştır. Allah sizin yardımcınızdır; O bilendir, hikmet sahibidir.
﴾3﴿ Hani peygamber, eşlerinden birine gizli bir şey söylemişti. Eşi bunu başkalarına aktarıp Allah da durumu peygambere açıklayınca peygamber bunun bir kısmını anlattı, bir kısmından vazgeçti. Eşine konuyu anlatınca o, "Bunu sana kim haber verdi?" diye sordu. "Her şeyi bilen, her şeyden haberdar olan Allah bana bildirdi" diye cevap verdi.
﴾4﴿ İkiniz de Allah’a tövbe ederseniz (çok iyi olur), çünkü kalpleriniz eğrilmişti. Ama peygambere karşı bir dayanışma içine girecek olursanız bilin ki herkesten önce Allah onun dostu ve koruyucusudur, sonra da Cebrâil ve iyi müminler. Melekler de bunların ardından onun yardımcısıdır.
﴾5﴿ Eğer sizi boşayacak olursa rabbi ona, sizin yerinize sizden daha iyi olan, Allah’a teslimiyet gösteren, yürekten inanan, içtenlikle itaat eden, tövbe eden, kulluk eden, dünyada yolcu gibi yaşayan, dul ve bâkire eşler verebilir.

1. ayete dikkatle bakın. Eşlerini bir arada tutmak arzusuyla, Allah'ın "sadece" Muhammed'e helal kıldığı, Muhammed'in kendisine yasakladığı   şey ne olabilir?  Konuyla ilgili iki rivayet olsa da sadece Muhammed için helal kılınan şey Mariye ile ilişkiye girmektir.

Ahzab 50 Arapçasını ve Tahrim 1 Arapçasını karşılaştıralım.
Tahrim 1
  يَٓا اَيُّهَا النَّبِيُّ لِمَ تُحَرِّمُ مَٓا اَحَلَّ اللّٰهُ *لَكَۚ* تَبْتَغ۪ي مَرْضَاتَ اَزْوَاجِكَۜ وَاللّٰهُ غَفُورٌ رَح۪يمٌ

Yıldız içine aldığımız kelime (leke) sadece bir kişiye söylenilen sözler için kullanılır.
Örneğin Ahzab 50'de geçen kadının peygambere kendini hibe etmesi  ifadesi içinde (leke) kullanılır.
Ahzab 50
يَٓا اَيُّهَا النَّبِيُّ اِنَّٓا اَحْلَلْنَا *لَكَ* اَزْوَاجَكَ الّٰـت۪ٓي اٰتَيْتَ اُجُورَهُنَّ وَمَا مَلَكَتْ يَم۪ينُكَ مِمَّٓا اَفَٓاءَ اللّٰهُ عَلَيْكَ وَبَنَاتِ عَمِّكَ وَبَنَاتِ عَمَّاتِكَ وَبَنَاتِ خَالِكَ وَبَنَاتِ خَالَاتِكَ الّٰت۪ي هَاجَرْنَ مَعَكَۘ وَامْرَاَةً مُؤْمِنَةً اِنْ وَهَبَتْ نَفْسَهَا لِلنَّبِيِّ اِنْ اَرَادَ النَّبِيُّ اَنْ يَسْتَنْكِحَهَا*خَالِصَةً *لَكَ* مِنْ دُونِ الْمُؤْمِن۪ينَۜ قَدْ عَلِمْنَا مَا فَرَضْنَا عَلَيْهِمْ ف۪ٓي اَزْوَاجِهِمْ وَمَا مَلَكَتْ اَيْمَانُهُمْ لِكَيْلَا يَكُونَ عَلَيْكَ حَرَجٌۜ وَكَانَ اللّٰهُ غَفُوراً رَح۪يماً

Görüldüğü gibi yıldız içindeki kelimeden önce gelen (hâlisaten) "mahsus olarak" demektir.
Ve yıldızlı kelimenin sadece bir kişiye mahsus olduğunu destekler niteliktedir. Yani Tahrim suresinin bal şerbetiyle alakası yoktur. Zira bal şerbeti Müminlere de helal kılınmıştır.

Şimdi Ahzab Suresinin devamına bakalım ve daha başka hangi hükümler gelmiş inceleyelim.

Ahzab Suresi 51-52. ayetler
(51) Onlardan dilediğinin beraberliğini erteler, dilediğini yanına alırsın. Uzaklaştırdıklarından birini tekrar istemende senin için bir sakınca yoktur. Bu hüküm onların mutlu olmaları, üzülmemeleri ve hepsinin senin verdiğine razı olmaları için en uygun olanıdır. Allah gönüllerinizdekini bilir, Allah ilim ve hilim sahibidir.
(52) Bundan sonra sana kadınlar helâl olmaz; mülkiyetin altında bulunanlar dışında kadınlarını, "güzellikleri hoşuna gitse bile başka eşlerle değiştirmen de" helâl olmaz. Allah her şeyi görüp gözetmektedir.

Ahzab Suresinin 52. ayetinde Muhammed'e "eşlerini boşamak" haram kılınıyor.
Öte yandan Ahzab Suresi 90. sırada nazil olmuş ve Tahrim Suresi ise 107. sırada nazil olmuştur.(1) Yani başka eşler alınmasını yasaklama emri daha erken gelmiştir. Ve bir daha bakın Tahrim Suresi 5. ayete. Peygamber eşlerini boşayabilir diyor... Herhalde Allah öyle bir öfkeye kapılmış ki daha dün ne dediğini unutmuş.
Ah pardon... Bir insandan böyle hatalar beklenir değil mi? Yani Muhammed öyle bir öfkeye kapılmış ki daha dün ne yazdığını unutmuş.
Şimdi diyeceksiniz ki madem böyle bir çelişki var bu neden söylenmemiş? Söylenmiş tabi... Eskilerin masalları diyen olmuş. O bir şairdir, delidir diyen olmuş. Demiş demesine de kelle koltukta ya hani o zamanlar. Ya öldürülmüş ya da sürgün edilmiş. Lütfen hakaret etmeden bir cevabınız varsa verin sayın Müslümanlar.
Gerçeği görmeniz dileğiyle...

KAYNAKLAR
• http://www.kuranmeali.com/Siralama.php?sira=nuzulsirasi
• Ahzab suresi 50-52.ayetler
• Tahrim suresi 1-5.ayetler

KUR'AN'DA EVRENİN GENİŞLEMESİ (!) #1

Yazan: Kirpi


EVRENİN GENİŞLEMESİ MUCİZESİ (!)

Eski masallarla  Kur'an'ı kurtarma çabaları artık sonuç vermediği gibi başta Caner Taslaman gibi modernist Müslümanlar Kur'an'ı bilime uyarlamak için ayetleri manalarından kopararak sahte mucizeler üretmeye çalışıyorlar. Fakat yaptıkları şey hem kendilerini hemde dini komik bir duruma sokuyor. Örneğin sayın Caner Taslaman neredeyse tüm tartışma programlarında Kuranda evrenin genişlediği yazılıyor modern bilimin 1950 yılında bulduğunu Kuran 1400 sene önce söylemiş diye beyanda bulunuyor. Her ne hikmetse bu güne kadar Kuranda evrenin genişlemesini kimse görememiş fakat şimdi Caner bey bunu görmüş ve bizlere anlatıyor. Fakat geçenlerde çok ilginç bir videoyla karşılaştım sizinle videonun konusunu paylaşmak istiyorum. Abbas Güçlü ile Genç bakış programında genç bir arkadaşımız olan Buğra Caner beye bir soru soruyor. Soru özetle şöyle.

“Şu anki bilimsel gerçekliklerin Kur'an'da var olduğunu söylüyorsunuz. Bilim teoriler üzerine kurulu olduğu için bunlar yarın bir gün yanlışlanabilir. Bugün siz bir bilimsel gerçeğin Kur'an'da olduğunu savunuyorsunuz ama yarın bu bilimsel gerçek yalanlanırsa o zaman tavrınız ne olacak? Ben mi yanlış yaptım diyeceksiniz yoksa Kur'an mı yanıldı diyeceksiniz?”
Bu soruya Caner Taslaman'ın cevabı aynen şu şekilde oldu . “Tabi ki de ben yanlış yaptım derim”

Bunun konumuzla ilgisi ne onu söyleyeyim. Yani bugün Caner bey bilimde evrenin genişlemesi teorisinin Kur'an'da olduğunu savunuyor ama yarın biri çıkıp "yanlış yaptık, aslında evren genişlemiyor, sabit" derse o zaman Caner bey "ben de yanıldım, Kur'an'da evrenin genişlemesi yazmıyormuş" diyecek. Peki bu nabza göre şerbet değilse nedir Caner Bey?

Konumuza dönecek olursak dediğim gibi modernist Müslümanlar bazı bilimsel buluşları bakın işte 1400 yıl önce Kuranda yazılmış diyerek İslamın nakil değil akıl dini olduğunu ispatlamaya çalışıyorlar. Fakat bu bilim dolu kitaptan şimdiye kadar hiç bir bilimsel buluş yapılamamış. Hiç bir bilim adamı da Kur'an okuyarak bilim insanı olamamış. Hep kafir dedikleri insanların yaptıkları bilimsel çalışmaları ayetleri eğip bükerek Kur'an'a uyarlamaya çalışmışlar. Bu çalışmalardan biri de Edwin Hubble tarafından kanıtlanan genişleyen evren çalışmasının Kur'an'a uyarlanmasıdır.

GENİŞLEYEN EVREN

Vesto Slipher (1875-1969), 1912 yılında galaksilerden gelen ışığın tayfını incelemeye başladı ve birçok galaksinin tayfı üzerindeki siyah çizgilerin olmaları gereken yerden kırmızı uca doğru kaydıklarını buldu. Bu olay, kırmızıya kayma olarak bilinmektedir. Ancak incelemeyi genişleten ve kırmızıya kaymanın nedenini bulan kişi, o dönemin en büyük gözlem evi olan Wilson Gözlemevi'nde çalışan Amerikalı astronom Edwin Hubble (1889-1953) oldu. Hubble’ın bilim tarihine geçen yardımcısı ise hiçbir eğitimi olmayan Milton Humason’du (1891-1972). Hubble, tayftaki kırmızıya kaymanın galaksilerin uzaklaşmasının bir sonucu olduğunu buldu. Buna göre uzaklaşan cisimden gelen elektromanyetik dalganın dalga boyu, uzaklaşma hızına bağlı olarak artar. Ama Hubble'ın en büyük başarısı, kırmızıya kaymanın, yani uzaklaşma hızının uzaklık ile orantılı olduğunu ortaya çıkarmasıdır. Başka bir ifadeyle bir galaksi ne kadar uzaksa o kadar büyük bir hızla uzaklaşmaktadır.

KUR'AN'DA GENİŞLEYEN EVREN

Ve-ssemâe beneynâhâ bi-eydin ve-innâ lemûsi’ûn(e)
Diyanet İşleri Meali (Eski)
Göğü, gücümüzle Biz kurduk; şüphesiz biz onu genişleticiyiz.

Öncelikle ayetin orjinal metninde yani Arapçasında "ONU" zamiri bulunmuyor.  Bu sonradan ilave edilmiştir. Ayeti evrenin genişlemesi bilgisine yamayabilmeleri için yapılmıştır. Fakat anlaşılmasın diye parantez içine almamışlar.
Bizim gibi araştırmacıların eleştirileri üzerine Diyanet İşleri hatasını düzelterek şu şekilde çevirmiştir.

Diyanet İşleri Meali (Yeni)
Göğü kudretimizle biz kurduk ve şüphesiz bizim (her şeye) gücümüz yeter.
İşin garip tarafı Zariyat 47 ayetini 1950 yılından Edwin Hubble evrenin genişlediğini bulmadan önce neredeyse tüm tefsirciler  “biz göğü kudretimizle bina ettik. Hiç şüphesiz biz, çok genişlik ve kudret sahibiyiz.” Diye çevirmişler. Örneğin Kurtubi'nin tefsirine bakalım.

"Kudret ve kuvvetle" buyruğu, İbn Abbas ve başkalarından gelen rivayetlere göre kuvvet ve kudretle diye açıklanmıştır.

"Ve muhakkak biz genişleticileriz" İbn Abbas "güç yetirenleriz, kudret sahibi olanlarız, biz genişlik sahibi olanlarız" diye açıklamıştır. Semavi ve başka varlıkları yaratmak dolayısı ile, yaratmayı dilediğimiz herhangi bir şey sebebiyle bize darlık verilmesi söz konusu değildir. Şöyle de açıklanmıştır: Bizler yarattıklarımızın rızıklarını genişletenleriz. Bu açıklama da İbn Abbas'tan rivayet edilmiştir. "Güç yetirenleriz" diye açıklamıştır. Yine rivayete göre; Biz yağmur ile rızkı genişletenleriz, diye açıkladığı nakledilmiştir.
ed-Dahhak dedi ki: Biz sizi zengin kılanlar, ihtiyaçtan kurtaranlarız demektir Bunun delili de "Eli geniş olan kendi halince (Bakara 2/236) buyruğunda aynı kökten gelen lafzın "zengin olan" anlamında kullanılmış olmasıdır.

Kurtubi dedi ki: Biz yarattığımız varlıklar üzerinde geniş lütuf sahibiyiz, demektir. Anlamlar birbirine yakındır.

Bizler sema ile arz arasında bir genişlik yarattık, diye de açıklanmıştır.

el-Cevheri dedi ki: "Adam bolluk ve genişlik içinde doğdu" demektir. Yüce Allah'ın "Ve biz göğü kudret ve kuvvetle bina ettik ve muhakkak biz genişleticileriz" buyruğunda da aynı anlamdadır. Yani biz muhtaç olmayan ve güç yetirenleriz demektir. Bu açıklama bütün görüşleri kapsamaktadır.
[İmam Kurtubi, Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruc Yayınları: 16/379-381]

Kurtubi ilgili ayeti genişlik sahibi kimseleriz diye tefsir etmiş. Kur'an'ın bütününe baktığımızda bu çevirinin daha doğru olduğunu görüyoruz.
Eğer örnek verecek olursak Kur'an'da evrenin genişlediğini iddia ediliyorsa o zaman Kur'an'ın bazı ayetleri çelişkili duruma düşüyor.

Âli İmrân Süresi 133: Rabbinizin bağışına, genişliği göklerle yer arası kadar olan ve Allah'a karşı gelmekten sakınanlar için hazırlanmış bulunan cennete koşun.!

Eğer Kur'an'da evrenin genişlediği bildirilmiş olsaydı o zaman Ali İmran süresinde cenneti anlatırken onun genişliği hakkında bu sabit ölçüler verilmezdi. Nitekim evrenin genişlediğini düşünürsek o zaman cennetinde durmadan devamlı olarak genişlediğini kabul etmemiz gerek. Fakat ne Kur'an'da ne de diğer İslami kaynaklarda böyle bir bilgi yok. Bir şeyle bir şey arası kadar diye bilmek için o iki şeyin sabit bir mesafesinin olması gerekir.

Her şey O'nun katında bir ölçü iledir. (Ra’d Suresi, 8)
Her şeyi yaratmış, ona ölçü, biçim ve düzen vermiştir. (Furkan Suresi,2)

Her şeyi ölçüyle düzenle yarattığını iddia eden Allah'a sizler ölçüsüz ve sürekli genişleyen sabit olmayan bir evren modelini nasıl uygun buluyorsunuz doğrusu aklım almıyor.

KUR'AN DIŞI KAYNAKLAR

Kur'an'da evrenin genişlemesi yazılmış olsa bile bu bir mucize olamaz. Zira Kur'an'dan daha eski kaynaklarda evrenin genişlemesine dair bilgiler aktarılmış zaten. Örneğin Tevratta göğün genişlemesi hakkında çokça bahsedilmiştir.

Eyüp 9:8 O'dur tek başına gökleri geren,denizin dalgaları üzerinde yürüyen.
Yeşaya 40:22 Gök kubbenin üstünde oturan Rab'dir, Yeryüzünde yaşayanlarsa çekirge gibidir. Gökleri perde gibi geren,oturmak için çadır gibi kuran O'dur.
Yeşaya 42:5 Gökleri yaratıp geren, yeryüzünü ve ürününü seren, Dünyadaki insanlara soluk, Orada yaşayanlara ruh veren Rab Tanrı diyor ki…
Yeşaya 44:24-28 Sizi kurtaran,size rahimde biçim veren Rab diyor ki, "Her şeyi yaratan, gökleri yalnız başına geren,yeryüzünü tek başına seren...
Yeşaya 51:13 Sizi yaratan, gökleri geren,dünyanın temellerini atan Rab'bi nasıl olur da unutursunuz?
Yeşaya 45: 12 Dünyayı ben yaptım,üzerindeki insanı ben yarattım. Benim ellerim gerdi gökleri,bütün gök cisimleri benim buyruğumda.
Yeşaya 48: 13 Yeryüzünün temelini elimle attım,gökleri sağ elim gerdi.Onları çağırdığımda birlikte önümde dikilirler.

Müslümanların "işte bak Tevratta söylüyor, Tevrat ta Allah'ın kitabı" dediğini duyar gibiyim ama durun biraz. Hani Tevrat değiştirilmişti? Hani Tevrat güvenilmezdi? Ayrıca dikkat ettiyseniz Yeşaya 45: 12 ve Yeşaya 48: 13 bölümlerinde Allah'ın elinin olduğu anlatımı mevcut. Kur'an'da da bu konuya vurgu yapan ayetler mevcuttur. Misal verecek olursak:

Zümer 67: Onlar, Allah'ın kadrini hakkıyla takdir edemediler. Oysa kıyamet günü yer, bütünüyle O'nun avucundadır; gökler de sağ eliyle dürülüp-bükülmüştür. O, şirk koştuklarından münezzeh ve yücedir.

Gördüğümüz kadarıyla Kurandaki göklerin yaratılış ve yok ediliş serüveni tümden kötü hazırlanmış bir Tevrat kopyasıdır.

Tevrattan önce de göklerin genişlemesi hakkında bilgi veren kaynaklar mevcuttur.  NTV yayınlarının Mitoloji isimli kitabında aynen şu cümleler yer alıyor:
Kadim Çin halkının bilgeliğini ortaya koyan hususlardan biri, Çin mitolojisinin önemli bir kozmik kavrama, yani evrenin genişlemesine değinmesidir. (Ntv Yayınları-Mitoloji-3.Baskı,sayfa 330,4.Paragraf)

Fakat bu bilginin, yani evrenin genişlemesi bilgisinin kaynağı Çinlilerden de eskiye dayanıyor. Bu bilgiye ilk rastladığımız kaynak Hindu Kutsal metinleri olan Brahma Purana'dır:

"Then he began creation with Plasma, which created smoke. From that smoke the entire universe came into existence. Then the universe began to expand by the Will of Brahma and it will go on to do the same in future. He then made 'Heavens and Earth 'from the Golden part of egg ". (Brahma Purana)

O yaratışa Plazma ile başladı,dumanı yarattı.Tüm evren dumandan meydana geldi. O zaman evren Brahma’nın arzusuyla genişlemeye başladı ve gelecekte de genişlemeye devam edecek. Daha sonra O, yumurtanın altın parçasından ”Gökleri ve Yeri” yarattı.

Gördüğünüz gibi Kur'an'ın genişleyen evren modeli Tevrattan kopyadır. Tevrat da bunu kendinden önceki kutsal denen metinlerden kopyalamıştır. Sonuç olarak evrenin genişlemesi bilgisi Kur'an'a kendinden önceki dinlerin kutsal metinlerinden kopyala yapıştır yoluyla geçmiştir. Ne ayıp...

8 TESPİTLE İSLAMI TERK



8 TESPİTLE İSLAMI TERK

İslam'ı anlamak ve terk etmek bilinçaltı mantığını çözerek mümkündür. Dini kaynaklarla anlatmak, terk etmek uzun ve zordur. Nedeni kutsal kılıfla üzeri örtülen ideolojiyi görmemek, süslenmesi, insanların kendi vicdanını din sanması ve inancın empatiyi bastırmasıdır.

1. İyilik yapmak zorla, savaşla olur mu ?
Araplar "Türkleri cennet ehli yapalım, gittiğimiz cenneti herkesle paylaşalım" derdiyle mi ordularla dünyaya savaş açıp kan döktüler ? MAKSAT kutsal kılıf atfedilen cihat anlayışının şu getirileri : Ganimet; ülkeyi, devlet malını yağmalamak, köleler; bedava işçiler toplamak, cariyeler; cinsellik ve iş amaçlı kadın köleler, cizye; koruma kılıfı adı altında haraca bağlamak. İşte İspanya'dan Hindistan'a kadar olan topraklardan ganimetler, köleler, cariyeler, cizyeler toplayarak hiç çalışmaya, üretmeye gerek olmadan yaşadılar. Bize kanla, korkuyla yutturdukları cenneti kendileri aşağı indirdiler. Cennet vadi Araplar için soyguna teşvik, bizim için bu cinayetlere katlanmaktı. Tüm bu cinayetler, soykırımlar, kadınları cariye yaparak onları istismarı meşru kılan kılıflarla yayılmıştı bu din. Klasik Arap için, Arap yarımadasının İslam'ı terk etmesi nankörlüktür. İslam'la emperyalizm kurup çölden saraylara geçtiler, cennet hurilerini kadınları cariye yaparak gördüler. Kapitalizm devrindeyse Kabe hiç bitmeyen iyi bir gelir kaynağı oldu.

2. Cennet ve Cehennem iyiler ve kötüler için mi ?
İslam' da cennet yalnız Müslümanlar içindir, Cehennemse yalnız bu dine inanmayanlar için. Yarattığını iyi kötü demeden sadece şu dine inanmadı diye ebedi zulme tabi tutan bir tanrı olamaz. İnsanları dinine göre imtihan etmenin mantığı olmaz. İyilik dolu tanrının şeytanı, izin verdiği kötülükleri, cehennemi olmaz.

3. İslam tebliğle mi yayıldı ?
Eğer İslam tebliğle kitlesel olarak yayılmış ise son yarım asırda her türlü iletişim, ulaşım çağında insanların en az yarısının İslam'a girmesi gerekmez miydi? Allah'ın dininin tebliğ edilişinden sonra 14 asır geçmiş ama dünyanın 80%'i inanmıyor. Bu kadar insanı da "şu dine inanmıyor" diye yakmayı planlamış. İslam asırlar süren savaşlar, haraç, baskıyla yayılmış ve bu güne şeriat rejimlerin idam korkusu, tehdit, taklitle yayılmıştır.

4. Ahlak neyle bilinir ?
Diyorlar ki dinsiz ahlakı temellendirin. Peki dinler ne kadar ahlaklı, bunu nasıl biliriz ? Dinde anlatılagelen iyi şeylerin çoğunun sadece süs olması da bu durumun delilidir: İslam zina etme diyor ama cinsel köle yani cariyelik var (Nisa 24-25; Nur 33), muta nikahı var. İnsan hakları diyor ama kölelik var (Nahl 75-76). Çalma diyor ama ganimet var (Enfal 1, 41, 69 / Feth 19, 20). Zulüm etme diyor ama cihat, zorla dayatma ve cizye haracı var (Tevbe 29). Kadına değerden bahsediyor ama dövmeyi öneriyor (Nisa 34), ve tek kadının şahitliğini kabul etmiyor (Bakara 282) ve mirasta yarım pay veriyor (Nisa 11). Yani halk arasında din hakkında anlatıların tümü süs. Süssüz din olmaz, süssüz din yaşayamaz.

5. İslam ırzı nasıl korur ?
İslam'da zina yapan ve tecavüz edene ceza için 4 şahit şartı aranır (Nur 4, Nisa 15). Şahitli zina grup ilişkilerde olur. Peki kim birine 4 şahit yanında tecavüz eder ki? Tecavüze uğramış kadın şahidi olmadan şeriat mahkemesine gitse iftira suçundan sopayı yer. 4 şahit gibi mantık dışı talebin altında amacı kadını sosyal alandan çıkarmak için güvenliğini kaldırmak yatar. Zaten kadını cinsel obje, eşya olarak gören Arap kültüründe kadınları kendi toplumundan da korumak gerekli.

6. Gerçek İslam nerde ?
Şeriatı uygulamış ilk Müslümanlar asrı saadet dönemi yaşamışsa sonrasında şeriat uygulayanlar neden o dönemi yaşayamaz ? Asrı saadet iddiası hem tutarsız hem kaynakların yazdığı gibi kargaşa, savaşlar, cennetle müjdelenmiş ashabın bir birilerini öldürmesi, sömürmesi dönemidir. 1000, 1400 yıl Müslüman olmanın sonucu ne ? Müslümanlar nerde şeriatı uyguluyorsa "gerçek şeriat yok" deyip suçu dışa atmak da boş. Şeriatı dış güçler yazmadı. Gerçek şeriat yoktur demek için uygulanan dinin başka din olması gerekir. Laik ülkede kendi vicdanını din sayıp "gerçek şeriat yok" demek kolay ama kökü cihat-dayatma olan dinin şeriatı tıpkı pratiği gibidir. Kur'an kurtarıcıysa dünya devletlerinin hukuku bırakıp ayetleri izlemesi germez mi ? Dinimiz iyilik getirdi, şeriat kalkınmadır gibi sözler var olan gerçeği değiştirmez.

7. Aynı dine, kitaba inananlar.
Müslüman toplum huzur dolu olamaz. Çünkü İslam kendinden olmayanlara hükmünü geç, kendinden olup da muhalefet edenleri insan saymadığı için ne ekersen onu biçersin misali dinin özü kendi tarihine, pratiğine yansımıştır. Bidat ehli için ayrımcı hadisler ve alimlerin bölücü görüşleri var. Mezhep birliği çağrıları düzen için takiyyedir. Çünkü her fırkanın akidesi diğerine göre küfür. Tartışılan çoğu konular kaynaklara göre hem doğru hem yanlış yorumlanabiliyor.
Peygamberin cenazesine 17 kişinin katılması, ahsabın birbirini kesmesi, halifelerin öldürülmesi, cemel savaşı, mezhep savaşları ve günümüzde devam edenler gösteriyor ki gerek dini, gerek diğer yaşam alanlarında Müslüman toplumun kardeşliği aynı mezhepten ve aynı kişisel düşünceye sahip olanlar arasındadır. Allah'ı, dini bir olanların huzurlu toplum olmaması, bir birilerinden kendilerini muhafaza etmesi kendi hataları olamaz. Nedeni Arap kültürüne cihat hükümleri koyarak ganimet, köle, cariye, haraç için soyguna çıkmış; cihatla imparatorluk kurmuş bu güruh, bölücü, çelişkili, kültür bozan, uygarlık söndüren bir dine sahiptiler. Bu güruh sıfır empatili, vahşet saçan, bize din diye Arap kültürünü dayayıp cinayetlerine hak kazandıran sömürücülerdi. İslam Arap medeniyeti olduğu için örnek şeriat ülkesi olmadığı gibi örnek Müslüman toplumu olması da imkansızdır.

8. İslam nedir ?
Bizler laik devlette göz açıp büyüyenler olarak İslam'ı görmedik, yaşamadık. İyi niyetli Müslümanlar olarak kendi merhametimizi, laiklik ortamını İslam sandık. İslam diğer dinler gibi sadece hikaye ve inanç üzerine kurulu değil. İslam, toplumu etkileyen Muhammed'in de şahsiyeti üzerine kuruludur. İnsanları güçle susturan, güçle ünvanlar alan, güçsüzken barışçıl, güçlüyken baskıcı, kısaca güç üzerine kurulu bir şahsiyettir Muhammed. Geliniyle (Ahzab 37), üvey kızıyla (Nisa 23), çocukla evlenmeyi (Talak 4) onaylayan, üç taşla taharet tavsiye eden bir dinin dünyaya ahlak ve temizlik dersi vermeye çalışması tuhaftır. 10- 14 asırdır Müslüman olmalarına rağmen İslam hiç bir kavmi ıslah etmemiştir. Çünkü hayatta kalmak, zenginlik, hükümranlık gibi insani arzulara dayanan gerçek hayata dahil olmak için kutsal kılıflarla cinayeti seçmiş, hep düşman edinen, doğal olarak içinde de bölünen çetelerin mücadele ideolojisinin yer aldığı bir dindir İslam. Dünyada tek din İslam olsa yine mutlaka bir şeyler için savaşlar çıkar ve yeni mezhepler akımı başlardı.

SİZDEN GELENLER | Yazan: A.T.

Eleştirisel bakış açısı ile her din ve inanca ait yazılarınızı, inancınızın değişim sürecini anlattığınız sorgulama süreçlerinizi dinvemitoloji@gmail.com adresine gönderebilirsiniz.
  • Bu yazılar biz-siz gibi sorgulama evresine girmiş herkese mutlaka biraz olsun ışık tutacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazılar sitemizde adınızla veya takma adınızla yayınlanacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazının başka bir internet sitesinde yayınlanmamış olması gerekmektedir. (KOPYA içeriğe karşı olduğumuzdan, sitemizdeki tüm içerikler özgündür)

CEHENNEM VE EBEDİ CEHENNEMLİKLER

Yazan: Serdar Kaangil


NEDİR O CENNET CEHENNEM?


Beni özene bezene yaratan kim? Sen!
Ne yapacağımı da yazmışın önceden.
Demekki sensin bana günah işleten
Öyleyse nedir o cennet cehennem?

İslam Cehennemi şöyle tanımlar:

Cehennem; Allah’ın azap diyarı ve kahır ülkesidir. Elem ve ıstırap yurdu, hıçkırık ve pişmanlık beldesidir.

Cennette rıza ile lezzet birlikte zevk edildiği gibi, cehennemde de azapla gazap beraber tadılacaktır; hem de zifiri karanlık içinde. Şeytanla birlikte yanmanın elemine, bir de peygamberlerden, velilerden, sevdiklerinden ayrı kalmanın elemi katılacak ve ruh bu manevi ıstırapla kıvranıp duracaktır. Dünyada Allah ın emirlerine karşı büyüklük taslayanlar, orada ebediyen zilleti tadacaklar, bu dünyada nefislerinin emrine girenler, orada aralıksız pişmanlık çekeceklerdir. Burada şeytanın peşini bırakmayanlar, orada ona en büyük düşman kesilecekler ve azap arkadaşları olan şeytanın “ben size bir şey yapmış değilim, aklınızı kullansaydınız.” diye çıkışması ise onları büsbütün çıldırtacaktır.

Yani Cehennem, cennetin tersi. İslam’daki ve Kur’an’daki tasvirlere göre cennette olan huzur, mutluluk, keyif ve safa orada yok. Tersine korku, acı, elem, zulüm, işkence var. Cennetteki güzellikler, ağaçlar, çiçekler, ırmaklar, birbirinden lezzetli yiyecekler, birbirinden güzel kadınlar orada yok.  Dinlere göre cehennem, kendi tanrılarına inanmayan ve kötülük yapanların cezalandırılacağı ölüm sonrası mekan. Kimi inançlarda geçici, kimilerinde ebedi. İslam’da günahlarının cezası bitene kadar geçici ama Kur’an’da geçiciliğini belirten tek bir ayet bile yok. Ama ebedi olduğuna dair onlarca ayet mevcut. Sadece Zerdüşt dini ve muhtemelen Hinduizmde cehennem ebedi değil, diğer dinlerin tümünde ebedi. Zerdüşt dininde suçluların cezalarını tamamlamalarından sonra Ahura Mazda’nın yanına kabul edileceği ve cehennemin ortadan kaldırılacağı belirtilir.

EBEDİ CEHENNEMLİKLER
1- Allah’a inanmayanlar:

Bakara-39. İnkâr edenler ve âyetlerimizi yalanlayanlara gelince, işte bunlar cehennemliktir. Onlar orada ebedî kalacaklardır.

2- Dinden dönenler:

Bakara-217. Sizden kim dininden döner de kafir olarak ölürse öylelerin bütün yapıp ettikleri dünyada da, ahirette de boşa gitmiştir. Bunlar cehennemliklerdir, orada sürekli kalacaklardır.

3- Faiz Yiyenler:

Bakara-275. Faiz yiyenler, ancak şeytanın çarptığı kimsenin kalktığı gibi kalkarlar. Bu, onların, “Alış veriş de faiz gibidir” demelerinden dolayıdır. Oysa Allah alışverişi helal, faizi haram kılmıştır. Bundan böyle kime Rabbinden bir öğüt gelir de (o öğüte uyarak) faizden vazgeçerse, artık önceden aldığı onun olur. Durumu da Allah’a kalmıştır. (Allah onu affeder.) Kim tekrar (faize) dönerse, işte onlar cehennemliklerdir. Orada ebedi kalacaklardır.

4- Müslüman katilleri:

Nisa-93. Kim bir mümini kasten öldürürse, cezası, içinde ebedi kalacağı cehennemdir. Allah ona gazap etmiş, lânet etmiş ve onun için büyük bir azap hazırlamıştır.

5- Kibirli Kur’an inkarcıları:

Araf-36. Âyetlerimizi yalanlayanlar ve onlara uymayı kibirlerine yediremeyenlere gelince işte onlar cehennemliklerdir. Onlar orada ebedi kalacaklardır.

6- Kötüler:

Bakara-81. Kim kötülük işler de günahı kendisini kuşatırsa, artık onlar ateşin halkıdırlar, orada ebedi kalırlar.

7-Asiler:

Nisa-14. Kim de Allah’a ve Peygamberine isyan eder ve onun koyduğu sınırları aşarsa, Allah onu ebedi kalacağı cehennem ateşine sokar. Onun için alçaltıcı bir azap vardır.

8- Kafirleri dost edinenler:

Maide-80. Onlardan birçoğunun kâfirleri dost edindiklerini görürsün. Nefislerinin kendilerine sunduğu şey ne kadar kötüdür! Allah onlara gazabetmiştir. Onlar ebedî olarak azap içinde kalacaklardır.

9- Günahları sevaplarından çok olanlar:

Müminun-103. Kimlerin de tartıları hafif gelirse, işte onlar da kendilerini ziyana uğratanların ta kendileridir. Onlar cehennemde ebedi kalacaklardır.

10- Doğru yola iletilmeyen unutkanlar:

Secde/13-14. Dileseydik, herkesi doğru yola iletirdik. Fakat; “Cehennemi tamamen cin ve insanlarla dolduracağım” diye söz verdim. Siz madem bu güne ulaşacağınızı unuttunuz. Biz de sizi unuttuk. Tadın ebedi azabı.

Cehennemliklerin Yiyecekleri

Hud 16: Fakat onlar öyle kimselerdir ki, ahirette kendilerine ateşten başka bir şey yoktur.

Gasiye 6: Darı dikeninden başka yiyecekleri yoktur.

Duhan/ 43-46. Doğrusu günahkarların yiyeceği zakkum ağacıdır; karınlarda suyun kaynaması gibi kaynayan, erimiş maden gibidir.

Hakka-36.  Kanlı irinden başka bir yiyeceği de yoktur.

Yaşanacak İşkenceler:

1- Zincir vurulmak
2- Demir topuzla dövülmek
3- Kavurucu rüzgarlar
4- Duman
5- Ateş
6- Kaynar su
7- İrin

Cehennemliklere bu işkenceler Zebani adı verilen melekler tarafından yapılır.

İşte Cehennem:

Ey aziz, malûm olsun ki, müfessirler ve muhaddisler ittifak etmişlerdir ki: Hak Taâlâ, kudretiyle yerleri birbirinin altında yedi tabaka yaratmıştır. Her yerin genişliği ve her iki yerin ara mesafesini beş yüz yıllık yol edip, hava ile dolu eylemiştir. İlk tabakanın nâmı: Dimka’dır. Kısır rüzgâr gibi havası nâhoştur. Onda bi çeşit yaratık vardır ki, Berşem nâmıyle meşhurdur. onlara hem hesap, hem azap vardır.

İkinci tabakanın adı: Celde’dir. Onda Onda cehennemlikler için azabın he türlüsü hazırdır. Buranın kavminin ismi: Tamas’ıdr. Birbirlerini yerler. Üçüncü tabakanın adı: Celde’dir. Onda cehennemlikler için azabın her türlüsü hazırdır. Buranın kavminin ismi: Tamas’dır. Birbirlerini yerler.

Üçüncü tabakanın ismi: Arka’dır. Onda katır gibi akrepler vardır ki, kuyrukları mızraklar benzeridir. Her birinin kuyruğunda üçyüz boğum vardır ki, öldürücü zehir ile dolmuştur. Onun sakinleri bir hasis taifedir ki onlara: Kabes derler. Onların yiyeceği toprak, içeceği rutubettir.

Dördüncü tabakanın adı: Harba’dır. Onda dağlar gibi ejderhalar vardır ki, kuyrukları uzun hurma ağacı gibidir. eğer birinin zehiri bahr-i muhite karışsa, denizdeki yaratıkların cümlesi helak olurlardı. Onun sâkinlerine: Cülhan deler. Onların ne gözleri, ne ayakları vardır, ancak iki kanatları vardır ki, uçarlar.

Beşinci tabakanın adı: Melsa’dır. Kavminin adı: Muhtat’dır. Sayıları hesaba gelmez. Biribirlerini yerler. Orada kükürtten dağlar gibi taşlar vardır ki, kâfirlerin boyunlarına bağlayıp, cehenneme bırakırlar.

Altıncı tabakanın adı: Siccin’dir. Cehennemliklerin amel defterleri oradadır. Sakinlerine: Kutata derler. Cümlesi kuş şeklindedir. Lâkin elleri adam eli gibi, kulakları öküz kulağı gibi, ayakları koyun ayağı gibidir. Onlar, melekle gibidir; yemezler, içmezler, uyumazlar ve cinsî ilişkide bulunmazlar. Daima Hak Taâlâ’ya ibadet ederler. Bir rivayette, ateşliklerin ruhları, kıyamete kadar orada hapsolmuşlardır.

Yedinci tabakanın adı: Ucba’dır. Kavminin adı: Cüsum’dur. Cümlesi kısa boylu, siyah habeşli gibidir. Elleri ve ayakları, yırtıcı hayvan pençesi gibidir. Ye’cüc ve Me’cüc’ü onlar helak etseler gerektir. Halen, lânetlenmiş İblis, taraftarlarıyla onda sâkindir. Kendisi bir taht üzerinde oturur. Yandaşları etrafında saf saf durup, her biri yeryüzünde insanoğlunu sapıtmakla ettikleri fesat ve fitneleri, İblis’e arz ederler. Onlardan her kimin şer ve fesadı çok ve büyük ise; İblis onu yanına alıp, sahte övgüler düzüp, iltifat ederek yakınlarından sayar. Hak Taâlâ, Ümmet-i Muhammed’i onların şerlerinden korusun.

Anlatılan bu yerin ortasında karanlıktan bir perde vardır.Bu yedi tabaka yer, büyük bir meleğin omuzunda karar kılmıştır. Hak Taâlâ, yedi yer altında bulunan yeşil kaya, kırmızı öküz, büyük balık ve büyük denizden aşağıda kendi haşmetinden yedi tabaka cehennem yaratmıştır ki, birbirinden aşağıdadır. Her tabakanın arası beşyüz yıllık mesafedir.

Cehennemin yedi kapısı vardır ki, her birinin içinde ateşten yetmiş bin dağ vardır. Her dağda ateşten yetmiş bin vâdi vardır. Her bir vâdide ateşten yetmiş bin kale vardır. Her kalede ateşten yetmiş bin ev vardır. Her ev içinde ipler, sandıklar, tokmaklar, topuzlar, zincirler, bukağılar, köpekler, yılanlar, zehirli akrepler, kaynar ve irinli sular, zehir ve zakkum emsali bin türlü azap vardır. Onda kara yüzlü, gök gözlü zebani melekleri vardır ki, cümlesi sağırdır ve onlarda merhamet duygusu yaratılmamıştır. Öyle çoktur ki hesabı yoktur.

Hak Taâlâ, zebanilere bir büyük ve heybetli melek vekil etmiştir ki, ona Mâlik derler. Yedi cehennemin hâkimi ve kapıcısı odur. İlk cehennemin adına: Cehennem derler ve azabı, ötekilerinden hafif, daha zariftir. Bu, Muhammed Ümmetinin âsileri için yapılmıştır. İkinci tabakanın adı: Sair’dir. Hristiyanlar onda eserdir. Üçüncü tabakanın adı: Sakar’dır. Yahudiler için kararlaştırılmış ebedî duraktır. Dördüncü tabakanın adı: Cahim’dir. Mürtedler ve şeytanlar için azabı elimdir. Beşinci tabakanın adı: Hutame’dir. Gayya kuyusu ondadır. Ye’cüc, Me’cüc ve kâfirlerin yeridir. Altıncı tabakanın adı: Leza’dır. Puta tapanlar, ateşe tapanlar ve sihirbazlar için hazırdır. Yedinci tabaka ki, ta diptedir ve adı: Haviye’dir. O, mülhitleri, zındıkları, yalancıları ve münafıkları kucaklayıcıdır. Onun ateşi, harareti, azap ve şiddeti hepsinden üstündür. Cehennemin tabakalarının tümü, yedi bin tabakadan ziyadedir.
(Erzurumlu İbrahim Hakkı’nın Marifetname’sinden)

Musevilik’te Cehennem

Jewish Encyclopedia Musevi inancını şu şekilde açıklar: Dünyanın sonu geldiğinde insanların ruhunun üç çeşidi olacak:

“Bunlardan, doğrular hemen sonsuz yaşama yazılacaklar,
Kötüler cehennem için yazılacaklar; fakat,
İyi ve kötü tarafı terazide dengede olanlar önce cehenneme gidecekler. Bunlar cehennemde temizlendikten sonra oradan çıkarılacaklardır.”
İsa’nın yaşadığı dönemde Museviler, birisi öldüğünde ruhunun Gehenna’da işkence çektiğine inanıyorlardı. Buna karşın Encyclopedia Judaica ise şunları söylemektedir: “Kutsal Yazılarda ölüm sonrasında Gehenna’yla ilgili düşüncelerin hiç bir dayanağı yoktur.

Hristiyanlıkta Cehennem

Markos 9: 43-47: “Eğer elin seni günaha sokuyorsa, onu kes at; çolak olarak hayata erişmen iki elli olarak Hinnom Vadisine, sönmez ateşe gitmenden iyidir. – Eğer ayağın seni günaha sokuyorsa, onu kes at; topal olarak hayata erişmen iki ayağınla Hinnom Vadisine atılmandan iyidir. – Eğer gözün seni günaha sokuyorsa, onu çıkarıp at; tek gözlü olarak Tanrı’nın krallığına erişmen iki gözünle Hinnom Vadisine atılmandan iyidir. Orada onların kurdu ölmez ve ateşi sönmez.”

Her ne kadar semavi dinlerdeki cehennem inancının kökeni olan Hinnom vadisini daha sonra özel olarak ele alacak olsam da hakkında vereceğim kısa bilgi ile konuyu sonlandırayım:

DÜNYADAKİ CEHENNEM | HİNNOM VADİSİ

Matta 10: 28: Sizi öldürmeye gücü yeten fakat hayattan yoksun bırakmaya gücü olmayanlardan korkmayın, asıl sizi Hinnom Vadisinde tamamen yok edebilecek olandan korkun.

Cehennem İbranice’den gelir, aslı Gehinnom’dur ve bu da Kudüs dışında “Hinnom” köyünde boş bir arazidir. “Ge” vadi demektir. ” Gehinnom” ise Hinnom vadisi. Tarihte burası ölen kimsesiz kişilerin cesetlerinin atıldığı bir yerdir, akşam vakitlerinde kurtlar, çakallar, gündüzleri kartallar gelip bu cesetleri yerlerdi. Baktılar olacak gibi değil cesetleri yakmaya başladılar. Ayrıca İlah Molek’e yakı sunulan yer olarak da bilinir. “Seni cehenneme yollarım”, “cehennemin dibine” lafları da bu yüzden söylenmiştir. Cehennem denilen bu yer, daha sonradan da çöp yakım yeri olarak kullanıldı.

A'DAN Z'YE FELSEFE | PDF KİTAP

Alexander Moseley'in "A'dan Z'ye Felsefe" adlı kitabını buraya veya aşağıdaki görsele tıklayarak okuyabilir veya indirip kaydedebilirsiniz. Umarım meraklıları için iyi bir kitap paylaşımı olmuştur. İyi okumalar. 

Uyarı: Telif hakları eser sahibine aittir, uygun görülmemesi durumunda telif sahibi dinvemitoloji@gmail.com adresinden irtibata geçerek yayını kaldırtabilir.

MUHAMMED SAVUNMA SAVAŞI MI YAPIYORDU?

Yazan: FileOzof


MUHAMMED SAVUNMA SAVAŞI MI YAPIYORDU?


Kur'an'da çeşitli kavimlerin peygamberleri yalanladığı ve hatta öldürdüğü bu sebeple Allah'ın onları helak ettiği söylenilir.

Bu konuyla ilgili ayetlere bakalım.
Enam Suresi 6. ayet
﴾6﴿ Görmediler mi ki, onlardan önce yeryüzünde size vermediğimiz onca imkânı kendilerine verdiğimiz, gökten üzerlerine bol bol yağmur indirip (evlerinin) altlarından ırmaklar akıttığımız nice nesilleri helâk ettik. Biz onları günahları sebebiyle helâk ettik ve onların ardından başka nesiller meydana getirdik.

Nisa Suresi 155. ayet
﴾155﴿ Sözlerinden dönmeleri, Allah’ın âyetlerini inkâr etmeleri, haksız yere peygamberleri öldürmeleri ve "Kalplerimiz kılıflanmıştır" demeleri sebebiyle... Dahası inkârları sebebiyle Allah o kalpler üzerine mühür vurmuştur. Pek azı müstesna artık iman etmezler.

Görüldüğü gibi Kur'an bazı kavimlerin peygamberleri öldürdüğünü, onları yalanladıklarını bu sebeple helak olduklarını söyler. Her şeyi bilen Allah kavimlerin yalancı diye ithamlarda bulunacağını bildiği halde Peygamberlerin "öldürüleceğini" bildiği halde yine de Peygamber göndermiş. "Hikmetinden sual olunmaz ya Rab" diyerek bu konuyu geçelim.

Sorulması gereken soru şu:
"Niçin bunca kavmi helak eden Allah kâfirleri helak etmiyor da Müslümanlardan savaşmalarını istiyor?". Ben sizin yerinize hemen cevabı vereyim sayın Müslümanlar. "İmtihan için" savaşmaları emrediliyor. Fakat burada da kalbe... pardon akla takılan bir soru var. Bazı kavimlere de ,örneğin Musa'nın kavmi, savaş emredilse dâhi (bkz. Bakara 246) bazı Müslümanlara sahip olup Müslüman olmayan kavimlerdeki Müslümanlara neden savaş emredilmemiş? (bkz. Ankebut 14-15).
Ben yine cevap vereyim. Hikmetinden sual olunmaz ya Rab!..

Şimdi geçelim savaşla ilgili ayetlere
Tevbe Suresi 1-6. ayetler
﴾1﴿ Allah ve resulünden, antlaşma yapmış olduğunuz müşriklere karşı fesih bildirimidir!
﴾2﴿ Yeryüzünde dört ay daha serbestçe dolaşın; fakat bilin ki asla Allah’ı âciz bırakamazsınız ve Allah inkârcıları er-geç rezil rüsvâ edecektir.
﴾3﴿ Yine Allah ve resulünden bu büyük hac günü insanlara duyurudur: Allah ve resulünün müşriklerle hiçbir bağı yoktur. Şayet tövbe ederseniz, bu kendi iyiliğinize olur; eğer sırt çevirirseniz bilin ki siz Allah’ı âcizliğe düşüremezsiniz. (Resulüm!) İnkârcıları elem veren bir azapla müjdele!
﴾4﴿ Ancak kendileriyle antlaşma yaptığınız müşriklerden bilâhare yükümlülüklerini eksiksiz yerine getiren ve sizin aleyhinize kimseye arka çıkmayanlar müstesna; onlara verdiğiniz söze süresi doluncaya kadar riayet ediniz. Allah haksızlıktan sakınanları sever.
﴾5﴿ Haram aylar çıkınca, müşrikleri bulduğunuz yerde öldürün, esir alın, kuşatın ve onları her geçit yerinde gözetleyin. Şayet tövbe ederler, namazlarını kılarlar ve zekâtlarını verirlerse artık onları serbest bırakın. Allah yargılayıcıdır, bağışlayıcıdır.
﴾6﴿ Ve eğer müşriklerden biri senden korunma isterse, Allah’ın sözünü duymasına fırsat vermek için onu koruma altına al; sonra onu kendi güvenlik bölgesine ulaştır. Bu uygulama, onların bilmeyen bir topluluk olmalarından dolayıdır.

Diyanetin konuyla ilgili tefsiri uzun olduğundan size on maddelik özet geçeceğim. İsteyen okuyup yanlışım varsa düzeltebilir.
1- Müslümanlar için sözünde durmak çok önemlidir.
2- Müşriklerle yapılan bu antlaşma feshedilmiştir.
3- Bu antlaşma yapılırken İslam Peygamberi Muhammed Allah yerine Müslümanları temsil etmiştir. ( Özellikle bkz. Müslim "Cihad" 3)
4-Antlaşmanın feshinden sonra "antlaşmaya uymayan" müşrikler için 4 ay verilmiştir.
5- Kendileriyle antlaşma bulunmayanlar sürekli savaş halindedir.
6- Müşrikler tövbeye yanaşmadıkları yani Müslüman olmadıkları takdirde Müslümanlara savaş açmış "sayılırlar".
7- Eğer kişi Müslüman kimliği gösterirse onlara savaş açılmaz.
8- İslam'ı tanımak isteyen müşriklere fırsat verilir.
9- İslam'ı tanıdıktan sonra güvenli bir yere ulaştırılırlar.
10- Eğer İslam'ı tanıdıktan sonra "kabul etmezlerse" üstüne üstlük kutsal bölgelere -Kâbe- yaklaşırlarsa bulundukları yerde yani kutsal yerlerde "öldürülürler".
Kaynak: Diyanet İşleri Başkanlığı Kur'an Yolu Türkçe Meal ve Tefsir, Cilt 2, s. 720-731.

Kendi yorumumu katarsam müşriklere 8 ve 9. maddelerde fırsat verilmesinin sebebi 10. maddede yaptığım açıklamanın da desteğiyle bir barış göstergesi değil taraf toplama isteğinin bir neticesidir. Zira direk öldürme olsaydı Müslümanlar için taraf toplanamazdı.

Öte yandan savunma savaşı yapılırken bu kadar çok cariye elde etmek ne kadar olası, tartışılır bir konu. Çünkü benim bildiğim savaşa genellikle erkekler katılır.

Şimdi de farklı bir açıdan ele alalım konuyu.
İlk sorumuz şu olsun: Allah neden yemin ediyor?
Buna verilecek cevap Arapçada yemin etmenin bir şeye dikkat çekme özelliği vardır.
Şimdi Adiyat Suresi 1 ve 5. ayetleri buna göre düzenleyelim.
﴾1﴿ Dikkat çekerim; nefes nefese koşanlara;
﴾2﴿ Sonra çakarak kıvılcım saçanlara;
﴾3﴿ Sabahleyin ansızın baskın yapanlara;
﴾4﴿ Derken o sırada tozu dumana katanlara;
﴾5﴿ Peşinden orada bir topluluğun ta ortasına dalanlara!

Şimdi diyeceksiniz orada atın öneminden bahsediyor. Evet, fakat sabahleyin baskın yapan, nefes nefese koşan, tozu dumana katan yani savaştaki atlara dikkat çekiliyor.

Daha bugün yakın bir akrabama cariyeyi anlattığımda bana tövbe et, öyle şey yoktur dedi.
Üstüne üstlük öyle bir şey olsa bile bana Muhammed'in cariyesinin olmadığını söyledi
Güleyim mi ağlayayım mı bilemedim. Fakat inandığı dini Müslümanların sorgulamadığı büyük bir gerçek. İslam'ın vicdanını kendi vicdanınıza göre şekillendirmeye çalışmayın yoksa İslam'a göre kafir olursunuz...

Her şey gözle görülecek kadar açık. Ben ne kalbinizi mühürledim ne de kulaklarınıza ağırlık verdim...

MÜSLÜMANLARA SORULAR

Yazan: Kirpi


MÜSLÜMANLARA SORULAR

Genelde sakin biri olsam da Müslümanlarla tartışmalarım nadiren küfürsüz bitmiştir. Bunun sorumlusu ben değilim zira sorularıma verecek cevapları bittiğinde ya çekip gittiler yada sadece küfür ve tehdit ettiler. Şimdi bazı sorularımı bir kez daha buradan soracağım ve cevap vermek isteyenle severek tartışa bilirim.

Soru #1
Bildiğiniz kadarıyla Müslümanların kutsal kitabı Kur'andır. Farklı mezheplerin kendilerine göre kaynakları olmasına rağmen Kuran sonuç olarak ortak bir kaynak olarak kabul ediliyor. Fakat ne yazık ki Müslümanlar kutsal sandıkları kitabın emirlerine karşı geliyorlar. Örnek olarak HAC. Bildiğiniz üzere Hac İslamın 5 şartından biridir ve durumu iyi olan her insan hacca gitmek zorundadır.

Bakara Suresi, 196. ayet: Haccı ve umreyi Allah için tamamlayın…

Kuranda hacla ilgili onlarca ayet var ama benim asıl sorum hacca nasıl gidecekleriyle alakalı. İlgili ayete bakalım.

Hac Süresi, 27. ayet: "İnsanlar içinde haccı duyur; gerek yaya, gerekse uzak yollardan (derin vadilerden) gelen yorgun düşmüş develer üstünde sana gelsinler."

Ayette açık bir şekilde Haca yaya olarak (رِجَالًا) ve yorgun develerle (ضَامِرٍ) gelsinler deniyor. Peki ama neden siz yaya olarak veya develerle değilde lüks otobüslerle veya uçaklarla gidiyorsunuz? Kutsal kitabınızın emirlerine neden uymuyorsunuz?

Soru #2
Câsiye Süresi 13 ayet Göklerdeki ve yerdeki her şeyi kendi katından (bir nimet olarak) sizin hizmetinize verendir. Elbette bunda düşünen bir toplum için deliller vardır.

Allah göklerde ve yerde olan her şeyi insanların hizmetine verdiğini söylüyor. Sorum şu:


Fotoğrafta gördüğünüz z8GND5296a  (Texas üniversitesi astronomları tarafından 2013 yılında keşif edildi) isimli galaksi bizden tam 30 milyar ışık yılı uzaklıkta. Bu galaksi bizlere nasıl hizmet ediyor?

Soru #3
Kur'an açık ve net bir şekilde Allah için tek geçerli dinin İslam olduğunu söylüyor. İlgili ayetlere göz atalım:

Âli İmrân Süresi 85: Kim İslâm’dan başka bir din ararsa, (bilsin ki o din) ondan kabul edilmeyecek ve o ahirette hüsrana uğrayanlardan olacaktır.

Âli İmrân Süresi 19: Şüphesiz Allah katında din İslam'dır.

Hal böyle iken soruyorum sizlere. Muhammed yaşadığı zaman ve Kur'an nazil edildiği zaman dünyada bilinen yerler hangileriydi? Muhammed ortaya çıktığında Amerika'da Avusturalya'da yaşayan insanların Arabistan diye bir yerin varlığından haberleri bile yoktu.


Amerika 1492 yılında Avusturalya 1605 yılında keşif edildi. Farz edelim ki Kristof Kolomb cebinde bir küçük Kur'an mushafıyla Amerika'ya gitmişti. Peki 1492 yılından önce Amerika'da yaşayan ve Şamanist dinlere mensup olarak hayatlarını süren insanların ahiretteki durumu ne olacak? Burada üç teori söz konusu fakat üçü de Kur'an'a zıttır.

Teori 1-  Kurandan ve İslamdan habersiz olarak başka dinlerde yaşayıp ölenler ahirette affedilicek. O zaman İslam evrensel olmaktan çıkıyor yöresel oluyor ve benim Allah'ın imtihanına tabi tutulmam tamamen tesadüf.  Zira 1492 yılından önce Amerika kıt'asında yaşasaydım ne Muhammedi tanırdım ne İslami.

Teori 2- Kurandan ve İslamdan başka din arayanlar cehenneme atılacak. Buda Kurana zıttır zira eğer yer yüzünde yaşayan tüm insanları Allah yarattıysa o zaman hangi dine uymalarını da tüm insanlara söylemesi gerek. Yani Muhammed bir tek Arabistan'a ve çevresine değil tüm dünyaya hitap etmeliydi.

Teori 3- Tüm toplumlara kendi dillerindeki elçiler onları ikaz etmeleri için gönderilmiş. Fakat Amerikanın yerlilerine gelen elçinin ismi ne? Avustralya'nın yerli aborjinlerine gelen elçinin ismi ne?

Sonuç olarak İslam evrensel değil bölgeseldir, bunu Kur'an kendisi bile söylüyor:

Zuhruf 43 ayet: Doğrusu bu Kuran sana ve ümmetine bir öğüttür, ondan sorumlu tutulacaksınız.

Soru #4
Tevbe süresi 51:  De ki: "Allah'ın bize yazdığından başkası başımıza gelmez. O bizim Mevlamızdır, inananlar Allah'a güvensin."
Ayette insanların başlarına gelecek her şeyin Allah tarafından yazıldığı söyleniyor. Madem her şeyi yazan Allah o zaman dua etmenin manası ne? Yani Allah senin çocuğuna trafik kazasında ölme kaderi yazmışsa senin “Rabbim, evladımı kazadan beladan koru” demenin manası kalmıyor.  10 YTL aldığın dua kitabından okuduğun duayla Allah kendi fikrini değiştiriyorsa o ciddiye alınacak bir yaratıcı değil demektir.

Yazının sonraki serisinde görüşmek üzere..

KAYNAKLAR
a-https://ru.wikipedia.org/wiki/Z8_GND_5296
1-Bakara Suresi, 196. Ayet
2-Hac Suresi, 27. ayet
3-Câsiye Suresi 13 ayet
4-Âli İmrân Suresi 85 ayet
5- Âli İmrân Suresi  19 ayet
6-Zuhruf 43 ayet
7- Tevbe suresi 51 ayet

KUR'AN'DA DAĞLARIN HAREKETİ MUCİZESİ (!)

Yazan: Filozof
din, islamiyet, Dağların hareket etmesi mucizesi, Kur'an mucizeleri, Kuran mucizesi yalanları, Mucize çelişkileri, Kurandaki bilimsel hatalar, Dağların hareket etmesi, Mucize yalanları,

DAĞLARIN HAREKETİ MUCİZESİ İDDİASI ÜZERİNE

Günümüz İslamcıları birden fazla parçaya ayrılsa da davranış olarak iki kısma ayrılır. Birincisi işi olduğu gibi kabul edenler, diğeri ise savaş olmaması gerekir böyle olayların yaşanmaması gerekir diyen taklacı kesim.
İnanın bana küçükken takla atma yeteneğim bu kadar gelişmemişti. Bu kesim genellikle "ilgili kısmın önünü veya sonunu okumayıp, en iyi cımbızlamayı yaptıktan sonra, siz ayeti cımbızlıyorsunuz" diyen kişilerden oluşuyor.
Bu yazımda gerçekleri kanıtlarıyla göz önüne sereceğim. Ne gözlerinize perde çekecek ne de kulaklarınıza ağırlık vereceğim.

Şimdi Kur'an'da geçen ayetleri tek tek dile getirecek ardından bilimsel verileri sunacak en son olarak ta Müslüman argümanlarına değineceğim.

Fussilet 10
﴾10﴿ Arz üzerinde sarsılmaz dağlar oturttu, orayı bereketli hale getirdi; gerekli besinlerini orada -bunlara ihtiyacı olan varlıklar için eşit derecede olmak üzere- uygun ölçülerle yarattı. (Bütün bunlar) dört devirde oldu.

Neml 61
﴾61﴿ Peki yeryüzünü yerleşmeye elverişli kılan, vadilerinden nehirler akıtan, yerde sarsılmaz dağlar yaratan, iki deniz arasına engel koyan kim? Allah’tan başka bir tanrı mı? Doğrusu onların çoğu gerçeği bilmiyorlar.

Nahl 15
﴾15﴿ O, sizi sarsmaması için yere sağlam dağlar yerleştirdi, ırmaklar ve yollar açtı ki gideceğiniz yere ulaşabilesiniz.

Görüldüğü gibi ayetlerden çıkan ortak yorum şu:
Dağlar sabittir, sağlamdır. Dünya yaratılırken dağlar *yerleştirilmiştir* . Yani Kur'an'ın anlatımına göre dağlar duvara çakılmış sağlam birer çivi özelliği taşırlar.

Şimdi konuyla ilgili bilimsel metinlere geçelim.
Fakat bundan önce bazı bilinmesi gereken terimle ilgili bir bilgi vereyim.

Plaka (Levha): Dünyanın en dış yüzeyini kaplarlar. Geoit şeklindeki bir yapbozun parçaları diyebiliriz.
12 adettir.

"Dağlar, plakaların hareketi (bkz. Plaka tektoniği) nedeniyle Dünya yüzeyinin katlanması, faylanması veya yukarı doğru bükülmesi veya volkanik kayanın yüzeye yerleştirilmesi ile oluşur. Örneğin, Hindistan'ın Avrasya Plakası ile buluştuğu Himalaya Dağları, aşırı sıkıştırma katlanmasına ve geniş alanların yükselmesine neden olan plakalar arasındaki bir çarpışma ile oluşturuldu. Pasifik havzasının etrafındaki dağ sıraları, bir plakanın diğerinin altına batmasıyla ilişkilendirilir."
http://web.archive.org/web/20080226053110/http://www.britannica.com:80/ebc/article-9372713

Kur'an'daki anlatımın aksine dağlar yerleştirilen sabit parçalar değildir. Çünkü dağlar iki levhanın çarpışmasıyla oluşur ve bu iki levhadan biri diğerinin altına girer. Üstte kalan plaka dağı oluştururken altta kalan plaka magma içerisinde kalarak erir.
Dağların yerinde durduğu konusu ise bambaşka çelişkidir. Çünkü dağlarda plakanın bir parçası olduğu için bazen yükselmek bazen alçalmak ya da ileri geri gitmek zorundadır. Çünkü plakalar yavaş ve küresel şiddetli olsa da  hareket halindedir. Bu hareketin en belirgin kanıtı yaşanan depremlerdir.

Bazı Müslüman Argümanlar

Bazı modernist kesim Neml 88 ayetini göstererek bu bilgilerin 1400 yıl önce haber verildiğini söylüyor. Bize ayetin öncesini sonrasını okuyun dedikleri halde bunu yapmıyorlar.
Neml 88
﴾88﴿ Dağları görür, onların durduğunu sanırsın; oysa bulutlar gibi hareket ederler. Bu, her şeyi sapasağlam yapan Allah’ın sanatıdır. Şüphesiz ki O, yaptıklarınızdan tamamıyla haberdardır.

Fakat ayetin bir önceki kısmını okursak her şey daha da berrak bir hal alıyor.
Neml 87
Sûrun üflendiği gün, Allah’ın diledikleri dışında, göklerde ve yerde bulunanlar dehşete kapılır, hepsi boyunları bükük olarak O’na gelirler.

Bu ve buna benzer kıyamet anını anlatan bir çok ayet mevcut.
Müzemmil 14
﴾14﴿ O gün yeryüzü ve dağlar sarsılır; dağlar savrulan kum yığınları halini alır.

Hakka 13,14,15
Sûra bir defa üflendiğinde; Yeryüzü ve dağlar yerlerinden sökülüp birbirine bir çarpışta darmadağın edildiğinde; İşte o gün olacak olur.

Nebe 18,19,20
Bu, sûra üfürüleceği gün gerçekleşir ve siz bölük bölük gelirsiniz.
Gök açılır ve kapı kapı olur.
Dağlar yürütülür, serap hâline gelir.

Görüldüğü üzere kıyamet anını destekleyen bu tarz ifadeler Kur'an'da mevcuttur. Diyelim ki Neml suresi 88. ayette yerin hareket edişinden bahsediyor olsun. Yine de yeryüzü ile dağların ayrı bir şekilde olmadığı gerçeğiyle karşı karşıyasınız.

Rad 31
﴾31﴿ "Eğer gelmesi sebebiyle dağların yürütüldüğü veya yerin parçalandığı yahut ölülerin konuşturulduğu bir Kur’an olsaydı (yine inanmazlardı). Fakat bütün işler Allah’a aittir. Müminler hâlâ anlamadılar mı ki Allah dileseydi bütün insanları hidayete erdirirdi? Allah’ın vaadi gelinceye kadar yaptıklarından dolayı inkâr edenler ya kendileri felâkete uğrayıp duracaklar veya felâket onların yurtlarının yakınına inecektir. Allah, vaadinden asla dönmez."

Bütün gerçekler gözle görülecek kadar açık.
Ben ne gözlerinize perde çektim ne de kalbinizi mühürledim...

ARİANY'İN DİNİ TERK ETME SÜRECİ



ARİANY DİNİ TERK ETME SÜRECİNİ ANLATIYOR


Merhaba. Takma ismim Ariany. 22 Yaşındayım ve okumayı, hayatı sorgulamayı, insanların hayatlarını dinlemeye ve onlara bilgim kadarıyla fikir vermeyi seven biriyim. Takma ismim ise hayalimde olan karakter. Bu karakter ne tanımlayan ve benliğimi oluşturan bir karakterdir. Onun hayali olduğunu bilsem de ona sımsıkı bağlıyım çünkü onu ben yarattım ve o benim hayatımın bir parçası. Dinden kurtuluşum da bana yardım eden, sevgi dolu bir dost. İlk önce kurtuluş sürecini anlatırsam bu hayalin neden canlandığını da anlamış olacaksınız. Müslüman bir aile ve çevrede doğup büyüdüm. Hayatım bunun üstüne inşa edildi, bunun üstünde emekledim. Gerçeğim her zaman din oldu. 8 Yaşından beri camiler de din dersi alıyor, din dersi alan insanlara bir arada oluyordum. Camiye gitmekte ilk başta oldukça hevesliydim. Hem arkadaşlarım oradaydı, hem de bir şeyler öğrenecektim. Çocukluğumdan bu yana yazmayı, öğrenmeyi seven biriydim. Hayatım felsefe üzerine kuruludur. Neyse efendim, camiye gittiğim her gün Kur'an derslerini Arapça olmak şartıyla alıyordum. Molalarda da oyunlar oynuyor, kahkalar ile muhabbet ediyorduk. İlk başta oldukça güzel geçen bu yaşantı sonradan yerini şiddete bıraktı. Kur'an ve cüz dersi alırken okuyamazsanız, unutursanız, harf şaşırırsanız vay halinize. Kızılcık veya kocaman bir sopa omzunuzda hissediliyordu. Zamanla gitmekten soğusam da ailem "döver de sever de" diyordu. Çocuktum, gittim. Dayak yiyordum. Okumaya çalışıyor ama beceremiyordum. 15 Yaşına kadar her yaz gitmeye devam ettim. Kur'an'ı öğrenmiş, cüzü okuyordum. Tabi Arapça bir dilde. 16 Yaşımda gitmeyi bıraktım. Çünkü bu yaşta dayak yemek sinirlerimi geriyordu. Sesimi çıkarırsam hem hocadan hemde ailemden dayak yiyecek, çevrede "hocaya karşı geldi, bak kâfire!" Diye dedikodum çıkacaktı. En iyisi bir bahane ile kurtulmaktı. Bu yüzden kendi eğitimimi kendim aldım. Kur'an'ı okumayı kendim öğreniyor, kendim okuyordum ki seneye dayak yemek istemiyordum. İnternetten hem Arapça hemde Türkçe okumaya başladım. Mealleri öylesine öfke doluydu ki, öylesine şiddet içindeydi ki korktum. Okurken aklımdan hep "Tanrı bile ne yapıyor ki hoca nasıl dayak atmasın" diyordum. Sene gelip çattığı zaman ailemi oldukça zor olsa da ikna ettim ama bir fener yandı bende. Bunu 1. Olay olarak ayırmak istiyorum.Tabi Camide olan eğitim haricinde lise de din dersi alıyordum. Hocamız öylesine sinirliydi ki bırakın soru sormayı yanlışlıkla hareket bile yapamazdınız. Öğretmenimiz, sürekli İslam'ın yüceliğini anlatırdı. Ama ben pek dersine odaklanmayan biriydim. Çünkü bu anlatılanları zaten biliyor, defalarca okuyordum. Hayatımın bir parçası olan bir şeyi defalarca okumak beni yavaş yavaş bıktırmaya başladı. Arkadaş çevrem de oldukça Müslüman bir hayat sürüyor, kimi kurslara gidiyordu. Orada gördükleri olayları anlatırken "hay hocamı seveyim" diyordum. Benim hocam bir melekmiş yahu... Dayak atmalar, tehdit etmeler, çocuklara işkence uygulamalar ve daha niceleri vardı. Bu bir kurs için değil, birçok kurs için geçerliydi. Arkadaşlarım artık kurslardan kaçmaya çalışıyorlar, yapamadıkları zaman mecbur ya dayak yiyorlar ya da yine aynı şeyleri dinlemek zorunda kalıyorlardı. Ben ilk başta dediğim gibi insanları dinlemeyi seven biri olduğum için, birçok sırrı biliyordum. Bazı kız arkadaşlarımın yaşadıkları kulağıma geliyordu. Kız arkadaşlarım, bunalmış, korkmuş bir vaziyette olsalar da, ailelerine anlatacak güçleri olmuyordu. Şiddet bir yana efendim, gözlerle taciz, fiziksel taciz, tecavüz girişimleri, yoklamalar ve bazı şeyler yaşıyorlardı. Aileleri onları evden çıkarmıyor, onlara "sen kızsın, edebini bil" diyorlardı. Bazılarının telefonlarına el konuluyor, 17 yaşında ki kız aileden dayak yiyor, kemerle vuruluyordu. Çoğu kurtulmak için evlenmek zorunda kalsa da ailesinin seçtiği eşler yüzünden kurtulamıyorlardı. Aile bitiyor eş dayağına geliyordu sıra. Bazıları 16 yaşında evleniyordu. Tabi, bunlar anlatılırken ben artık hayatı sorgulamaya başlamış, dinlerin ne olduğunu, bu insanların ne olduğunu öğrenmeye çalışıyordum. İlk başta klasik bir söz geliyordu "bu Müslümanlık değil" nerede değil tam olarak da o. Ama bu sorgulama aileme dert olmuş, baskı altına girmiştim. Ailem bana "detaya ne gerek var? Allah var etti ve o alacak. Kafanı nasıl karıştırıyorlar senin. Okul işte böyle bir yer" diyorlardı. Çevrem, saçlarıma, sakalıma, giysime, arkadaş hayatıma karışıyorlardı. Saçım uzun olduğu için bana "kız mısın sen?" Diyorlardı. Ne alakası var? Kız arkadaşlarımın durumunu az da olsa anlamaya başlamıştım. Sokağa çıkma yasağı uygulanıyor, okul zamanlarım düzenleniyor, telefonum kontrol ediliyordu. Amaç bu saçmalıkları "sorgulamayı" kesmekti. Bu karakter işte tam bu zaman da ortaya çıktı. Çünkü etrafımda ki insanlar, sorgulamayı bırakın bir kenara konuşamıyorlardı bile. Düşünceleri, bilgileri anlatacak kimsem yoktu. Sorgulamayı kendimle yapıyordum ama cevap alamıyordum. Zarar gören kız arkadaşlarım bile durumdan şikayetçi ama sorgulamaktan da mutsuz gibilerdi. Beni dinlemeyi bir kenara atın, bana bakmamaya başladılar. İnsanlar bana "delirmiş bu." Diyordu. Ailem "Müslümansın sen kendine gel" diye nasihat veriyordu. Ne iş yaptığım, kimle gezdiğim gözetleniyor, söylediklerim yayılıyordu. Bu sayede ailem rahatça beni takip ediyordu. 17 yaşında iken sadece "Dinimiz barışsa bunca savaş neden baba" diye sormuştum. Babam, "Kâfirler çok evladım, onları arındırmak için" demişti. "İyi de baba, bu kanla olmaktansa, bilgiyle ve kanıtla neden olmuyor" dediğimde bana "senin gibiler yüzünden. Müslüman mısın belli değil, burnun havada, tutturmuşsun bir şeyler " demişti. "Ama, onlar sorguladıkları için bu halde olamazlar mı?" Babam sinirlenmişti. "Ne diyorsun sen evlat, Allah'ı sorgulamak kimin haddine. O hepimizi seviyor" demişti. Devam edersem dayak yiyeceğimi bildiğimden içimden "Hadi oradan, bu yüzden kız arkadaşlarım evden çıkamıyor. Sırf kız oldukları için mi koruyor onları yoksa düşkün olduğu için mi" diyordum. Hayali karakterim bu zamanlarda yetişmişti bana. Onu kendim yarattım, kendim büyüttüm. Duyduğum sırlar, dertler alevlendirdi onu. Ona, öğrendiklerimi anlatıyordum o da bana cevap veriyordu. Düşünüyor, doğruyu bulmak istiyordum. Bana sürekli "Hey, deney faresi, nasılsın?" Diyordu. Haklıydı da. Deney faresinden farkım yoktu. Dünya labirentim, Allah beni deneyen, bu İslamcılar da enjekte edilen ilaçlardı. Hangi yöne gideceksin? Aria ile olan yani hayalimle olan bir konuşmam daha açıklayıcı olur sanırım.
"Allah, seni deniyor mu?"
"Öyle diyorlar."
"Peki buna emin misin?"
"Aslında pek değilim"
"Yahu, senin geleceğini bilen, seni çizdiği çembere rağmen yakacak olan biri seni neden denesin. Bunca şeyi yarattıklarını denemek için neden yapsın? Küçük çocukların haberlerini görüyorsun. Sırf birileri iyi olacak mı diye gelecekleri yok olan çocukların suçu ne? Hani, savaşa gitmemişsindir ama yolda giderken bir kurşun omzuna isabet eder ya, buna 'lanet olası kurşun' dersin, bundan ne farkı var bu durumun?" Kafam oldukça karışmıştı. Çünkü sadece Türkiye veya İslam için değil, dünya ve dünya dinleri için aynı şeyi düşünüyordum. Belgeseller de kendini İsa olarak görenler, din için savaş açanlar, küçük çocukları bile kutsayanlar, Tanrı adına köle olmasını isteyenleri görüyordum. Çevrem de olanlar beni öylesine zorluyordu ki. Tüm bunlar tanrı için mi? Her şeyin basit bir Domino taşı olduğunu çözmüştüm. Şeytan taşlamak için taş alırsın ve atarsın. Bu taşa para verirsin ama taş tekrar satılır. Sen gibiler taş attıkça o taşlar yeniden ve yeniden satılır. Eğer şeytan taşlama olmasa satış olmaz. Ekonomik kazanç işte bu. Eğer Amerika'da veya başka bir ülkede bir dinde değilseniz, bir inancınız yoksa takip edilemezsiniz. Çünkü, sizi eğiten kişiler bellidir. Eğer onların eğitimi dışına çıkarsanız sonuçlar ve olasılıklar artar. Bu durumda, size sürülen eşyalar ve satılan diğer şeyler değişir. Eğer bir toplum Müslüman ise Kur'an eğer değilse İncil eğer inançsız bir kesimse ona göre ürünler getirilir ve pazarlanır. Camiler, kiliseler için verilen paralar, dönen ekonomik oyunları göstermektedir. Yani, siz eğer inançsız biriyseniz, hem köle olamaz hemde alacağınız ürünler azalır. Stratejik bir plan.Bunu çözmeyi başardığım zaman dinin ekonomik kazanç olduğunu, tamamen görünmez kameralar ile izlendiğimizi ve korkutularak bazı şeylere engel olunmasını anlamıştım. Kur'an'ı Türkçe okuyunca zaten değişmeye başlayan fikir oldukça güçlenmiş, oldukça büyümüştü. IŞİD gibi, bir ülkenin stratejisi olmak istiyorsanız veya bir kişiyi ortadan kaldırmak istiyorsanız ona sadece kâfir deyin yeter. Çünkü Tanrılar, bir kâfire verdiği o önemsemeyi, bir çocuğa gösterse idi, bir kez ona bakılmasını söylese idi, koskoca Allah veya diğer tanrılar "Çocukları koruyun" deseydi, bugün savaşlarda, kaoslarda ve türlü iğrenç vak'alarda çocuklarımız ölmeyecekti. Asgard, Valhalla, Diğer cennetler umurumda bile değildi artık. Bizim zaten bir cennetimiz vardı ve biz ona sahip çıkamıyorduk. Hayali karakterim Aria, çevremin cesaret edemediği sorgulamayı yapıyor, benim korkularımı yok ediyor ve tüm o anlatım isteğim tamamlanıyordu. Hayali karakterim ve dinden kurtuluş sürecinin oluşumu tamamen bundan ibarettir.

Ey Toprak ana, ey güzel gökyüzü ve narin bulutu.
Nice dert açtık başınıza, nice gürültü ve uğultu.
Bir kere susmadık, bir kere durmadık ve bir kere sizi duymadık.
Toprak ananın evini görmedik. Ne bir aslanı ne suda yüzen kuğuyu.
Güzel gökyüzünü resmetmek yerine onu kirlettik ve kazanç uğruna öldürdük.
Suyumuzu zehir yaptık, gönlümüzü çamur.
Din getirdik, toprak anaya kan döktük.
Kural getirdik, büyükleri köle yaptık, çocukları boğduk.
Bilirim, kötüyüz biz. Ama ne Roma'yız, Ne İsa ne de Hitler.
Biz, bazıları seni seveniz, seni öğreten, seni kollayan çocuk.
Bebekleri öpeniz, kuğuyu neşeyle izleyen.

Teşekkür ederim, iyi ki varsınız.

SİZDEN GELENLER | Yazan: Ariany

Eleştirisel bakış açısı ile her din ve inanca ait yazılarınızı, inancınızın değişim sürecini anlattığınız sorgulama süreçlerinizi dinvemitoloji@gmail.com adresine gönderebilirsiniz.
  • Bu yazılar biz-siz gibi sorgulama evresine girmiş herkese mutlaka biraz olsun ışık tutacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazılar sitemizde adınızla veya takma adınızla yayınlanacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazının başka bir internet sitesinde yayınlanmamış olması gerekmektedir. (KOPYA içeriğe karşı olduğumuzdan, sitemizdeki tüm içerikler özgündür)