Hazırlayan: A.Kara
HÜR KÖLE FİLMİNİN MESAJLARI VE CEMAATLERİN SANATTAKİ ELİ
Cumartesi akşamı eşimle ne izlesek diye film arıyorduk çünkü çok film
izlediğimizden izlenmedik düzgün film bulma zorluğu yaşıyoruz.
Neyse,
Youtube'den film bakalım dedik, yerli olsun dedik. Hür Köle diye bi film çıktı
karşımıza. Ama kapak görselini görmeniz lazım. İşte yok efendim 119 ödül bilmem
ne yazmışlar da yazmışlar. Filmin başında bile uluslararası film festivallerinde
Türkiye rekoru, 67 ödül, 92 en iyi final ödülü diyerek ödülleri savaş madalyası
gibi dizmişler.
Eşim bi gaza geldi, bak işte güzel film buldum aşkım,
şu kadar ödül almış vs. Vs. Nasıl gaza geldiysek hiç IMDb puanına bakmak
aklımıza gelmedi çünkü puanı can çekişiyor resmen. Bu arada Mehmet Tanrısever
adlı yönetmeni de hayatımızda hiç duymamıştık. “Bu kadar ödül almış bir filme
sahip olan bir yönetmeni nasıl oldu da duymadık yahu” diye hayret ettik.
Filmin
ilk dakikalarında başladı hemen din-iman muhabbetleri. İçten içe diyorum ki aha,
ayvayı yedik. Ama bir yanım da diyor ki “oğlum ön yargılı olma ya, belki
güzeldir konusu”. Filmi öyle zor bitirdik ki bitene kadar karnımıza kramp girdi
resmen, bazı sahneler ise öyle klişe ve saçmaydı ki komedi filmi izler gibi
güldük. Saman TV nin salih abisi tadında oyunculuklar, kalp gözü
kalitesizliğinde 2 saatlik bir film. Saçma sapan İslami-dini mesajlar. Filmin
insanlara aşılamaya çalıştığı İslami mesajları anlatıp eleştirmeden önce başka
bir şeyden bahsetmek istiyorum.
Filmden sonra merak edip Mehmet
Tanrısever kimmiş, hakkında medyada nasıl haberler çıkmış, bir bakayım dedim.
ŞAK diye
Fethullah Gülen çıktı önüme. Şaşırdım mı? Hayır.
Nede olsa
İslam konulu film ve zamanında Gülen’i yağlayıp eteğindeki bakterileri
solumayan, öpmeyen zengin veya çıkarcı dindar yok denecek kadar az.
Gülen
ile ilgili bağlantısı şöyle. Said Nursi hakkında film yapmış bu abimiz. Filmi
çekerken de Gülen’den icazet almış. Kalkıp sırf filmi izlettirip icazet almak
için Pensilvanya’ya, Gülen’in çiftliğine gitmiş, çiftlikteki sinevizyonla
Gülen’e özel gösterim yapmışlar. Beğenince de yayına girmiş.
Cüneyt
Özdemir yönetmene diyor ki
“Gülen size filmin şurasını, şurasını çıkart deseydi
çıkartır mıydınız”Yönetmenin cevabı aynen şu:
“Çıkartırdım. Hocaefendi’ye
karşı büyük bir saygım var”Yani klasik, teslimiyetçi kafa yapısı.
Zaten
bu nasıl bir sevgi ise filmi Gülen’e ithaf etmek istemiş fakat Gülen gerek yok
diyip istememiş. Samimi bulmadığım şey ise klasik “Atatürk’ü severim” ayakları.
Sanki çocuk kandırıyorlar, İslam’ın istedikleri ile Atatürk’ün istediği yollar
öyle zıt ki özellikle de Cemaatler ve cemaat seviciler Atatürk’ü severiz
dediğinde bunu çok iki yüzlü buluyorum ve sadece filmleri daha çok izlensin diye
uyguladıkları bir strateji olarak görüyorum bunu.
Araştırmalarıma
devam ederken gördüm ki filmlerinin yapımına destek verdiği için bazı cemaatlere
teşekkür etmiş bazılarına da veryansın yapmış. Mesela Zaman gazetesine filme
destek çıkmadıklarını için köpürmüş “kağıtlarını bile ben veriyordum” falan diye
giydirmiş.
Bazılarınız bunları neden anlattı diye düşünürken işin o
kısmına geleyim. Azımsanamayacak bir süre tasarım, reklam ve dijital pazarlama
alanında, yoğun bir firmada görev aldım, çalıştım. Orada çalışınca öğrendiğim
bazı şeyler beni büyük ölçüde şok etmişti. Örneğin haberlerdeki çoğu haberin,
gazete ve dergilerdeki gerçek haber gibi görünen birçok şeyin aslında reklam
olduğunu, bunların parayla satın alındığını gördüm, öğrendim. Hatta bir süre
sonra çalıştığım firmanın bu işlerine destek olup televizyon kanallarıyla,
gazetelerle falan görüşüp haber veya ödül fiyatı soruyordum.
Şaşırmayın,
ödül bile parayla!
Yılın en iyi doktoru ödülü, yılın en iyi cerrahı
ödülü falan. Hepsi parayla satın alınıyor, çalıştığım firmada biz de patronumuza ödül
satın almıştık :D
Bunların içine girip dijital pazarlama ve medya
satın alma süreçlerini görünce ödüllere ve haberlere olan inanç ve samimiyetim
ciddi şekilde azalmıştı.
Bu yüzden cemaatlerin destekleri ile
yapılmış, oyunculuğun rezalet olduğu, konudan konuya jet gibi atlandığı böyle
saçma sapan filmlerin bu kadar fazla ödülü hakkıyla aldığına da inanmıyorum.
Çünkü bu alanda çalışırken çok şey gördüm. Parayı ver, ödülü al.
Şimdi
gelelim söz konusu filme, içeriğine ve verdiği mesajlarına.
Film bir
yönetmenin hayat hikayesi gibi başlıyor. Baş rolde, film yapamayan, yazdığı
senaryoları çekilmeyen, kızıyla yaşayan, imamlığı bırakmış fakir bir yönetmen
var. Bu karakter etkileyici olsun diye her zaman hüzünlü, acıklı tonda
konuşuyor. Malum, İslamı anlatmanın en güzel yolu ajitasyon ve dramdır :)
Vereceksin dramı, vereceksin dramı...
Filmdeki fakir yönetmen evsiz
kalınca yapımcıdan avans istiyor. Yapımcı da bunu ezikleyip eline biraz para
tutuşturup postalıyor. Evsiz ve parasız kalan adam, kızını yurda teslim ediyor.
Sonra deniz kıyısına gidip efkarlı efkarlı oturuyor derken, o da ne! Kalp gözü
dizisinden fırlamış, ak sakallı dedenin bir varyantı olan sakallı genç bir
evliya elindeki kafam kadar tespihi ile beliriveriyor, başlıyor bizim dertli
elemana vaaz vermeye.
Bu evliya kısaca diyor ki
“Boş işlerden vazgeç,
boş şeylerden de vazgeç. İblis, deccal her tarafı sardı. Her eve girdi, esir
etti. İnsanlar korkaklaştı ve yalnızlaştı. Özgürlükleri gitti. Şehvetin ve
paranın kölesi oldular.
Deccal insanların aşkını, sevgisini, iyilik ve
merhametini, tanrısal ışığını bitiriyor.
İnsan ruhunu yarın Allah’a teslim
edeceğini bilerek, bunu düşünerek yaşamalı.
Film yapmak istiyorsan para
yada zenginliği beklememelisin. Savaşın çok çetin.”Tüm bunları
dedikten sonra birden ortadan kayboluyor. Bizim eleman zaten gayet normal bir
durummuş gibi birden beliren bu adamı hiç yadırgamadan dinlemişti, birden
ortadan kaybolunca da hiç şaşırmadı ne hikmetse.
Şimdi bu kısımda
verilmeye çalışan bu mesajlara cevap vereyim.
1)BOŞ İŞLER (Tek önemli olan ibadet)Bildiğiniz gibi İslam’a göre ibadet dışındaki her şey ve dünya
boştur. Filmde “boş işlerden, boş şeylerden vazgeç” deniyor fakat Müslümanlar
her şeyden vazgeçiyor mu?
Arabası çizildi diye, yada trafik kazasında
aracı zarar gördü diye birbirini öldüresiye dövenler sizler değil misiniz?
Boş
dediğiniz dünyada sayısız cariye ve eşleri olmuş olanlar sizin peygamberleriniz
değil mi?
150 tllik borç için birbirinizin boğazını sıkanlar hatta
öldürenler sizler değil misiniz?
Görkemli camiler inşa etmek için
insanlardan boş iş dediğiniz şeylerden kazanılan “parayı” dilenen sizler değil
misiniz? Dünya boşsa, her şey boşsa, para kazanmak boşsa o zaman cami inşaa
etme, git herhangi bir yerde kıl namazını. Cemaatten para isteme, bizden zorla
vergi kesme.
Yani dine göre hem “dünya boş” deniyor hemde diğer
yandan sürekli para muhabbetleri dönüyor. Her şey boşmuş, her şeyi terk edip
Allah’a, öteki aleme odaklanmak gerekirmiş.
Saçma bir dini felsefe
bu. İnsan tabiatı gereği sizin boş dediğiniz her şeyden vazgeçemez.
Kaldı ki her şey boşsa Allah birçok şeyi de lüzumsuz yaratmış
demektir, gezegenleri, sayısız yıldız ve galaksiyi, dünyadaki birçok canlıyı
mesela. Hepsi boşa. Çok daha kısa yoldan, daha basit ve kısa bir hayat ile bu
kadar yaratılış gerektirmeyen bir düzen ile de sınava tabi tutabilirdi bizi.
Allah’ın bile yaptığı birçok iş ve yaratma eylemi boşa.
2)DECCAL İNSANLARI SAPTIRIYORFilm diyor ki Deccal insanın aşkını (ki bahsedilen şey Allah aşkı),
sevgisini, iyiliğini, merhametini bitiyormuş.
Yani Müslüman olmayanı
ayrıştıran, başka dinden olanı aşağılayıp Müslümanları onlara karşı kin
beslemeye iten, savaşta ele geçirilen kadın cariyedir diyen, sabah erkenden
baskın yapıp insanları öldüren yağmacıları öven Allah ve onun dini insanın
iyilik ve merhameti duygularını bitirmiyor da uydurma deccal bitiriyor öyle mi
:) ?
Savaşta kocasını öldürdüğü cariye ile aynı gece birlikte olan
peygamberiniz, 6 yaşındaki kızla evlenilebilir denen alimleriniz insanın
merhametini bitirmiyor mu?
Hepimiz bir gün öleceğimiz için Allah’a
nasıl hesap vereceğimizi düşünerek yaşamalıymışız.
Ben de diyorum ki
Huehueteotl, Virakoşa, Apsu, Yehova, Zeus, Odin, Ahura Mazda gibi ilahlar
kaşısında hesaba çekilmeniz de aynı ihtimal. Müslümanlar eğer bir ilah varsa
bile onun Allah olduğundan öyle eminler ki, cidden tuhaf. İçi boş bir emin olma
hissi. Çünkü Allah’ı görmedin, duymadın, tıpkı diğer binlerce ilah gibi. Biri
sana küçüklüğünden beri var dedi, onu empoze etti. Sen de delicesine onun var
olduğuna inandın. İspat göster diyince de “yaratılanlara bak, bunları kim
yarattı” geyiklerine giriyorsunuz. Yaratırken Allah’ı gördünüz mü? Hayır.
E
o zaman dünyayı Zeus’un yaratmadığı ne malum? O zaman da diyorsunuz ki ama
Kur’an’da “Allah, ben yarattım diyor.”
Eee, insan eliyle yazılmış bir
kitap bunun ispatı olabilir mi? Geçmişte farklı ilahlar için yazılmış bir sürü
metin var. Metinler ve gördükleriniz Allah’ın ispatı olamaz.
3)FİLM YAPMAK İÇİN PARA BEKLEMEFilm yapmak istiyorsan para yada zenginlik beklememelisin kısmına
ise iyi güldüm çünkü başta da dediğim gibi filmin yönetmeni cemaatlerden yardım
istiyor ve bazı cemaatlere destek çıkmadığı için sitem ediyordu :) Bir insanın
filmi yazar ve yönetmeni ile bu kadar mı çelişir.
Ayrıca film yapmak
para işidir, he düşük bütçeli yaparsın ama yine de para gerekir. Ekipman,
oyuncu, her şey paradır. Filmi çektiğin kamerayı mağaza sahibine öpücük
kondurarak alamazsın di mi?
Yönetmen filminde komedi ve eğlence
filmlerine gönderide bulunmayı da ihmal etmiyor ama bunu yaparken kendi filmini
“düşündüren film” kategorisine koyuyor. Halbuki filmin bir şey düşündürdüğü yok,
Müslümanların zaten bildiği, inandığı şeyleri tekrar ona pazarlıyor o kadar.
İşlediği eşsiz bir felsefe yok ki düşündürücü olsun.
Bu arada
filmdeki karakterimiz de yaşamak için para lazım olduğundan iş arıyor, eski
arkadaşlarına uğruyor falan. Hayat boş, dünya hayatı boş ama Allah kimsenin iban
numarasına para göndermiyor tabi.
Bir gün uyurken rüyasında evreni
görüyor ve şöyle bir ses duyuyor: Allah yeryüzünün cenneti. Her yerde onun ismi,
her yerde onun resmi.
Allah yeryüzünün cenneti ise yeryüzünün
cehennemi kim ???
Her yerde onun ismi dediği şey Esma’ül Hüsna, ki bu
da sadece Allah’a atfedilmiş sıfatlardır. Tıpkı İslam öncesi Arapların ilahları
atfettikleri türlü sıfatlar gibi.
Her yerde onun resmi kısmı ile her
şeyde Allah var demek istemişler ve panteizm ile İslam’ı harmanlamışlar.
Parklarda
yatan, parasızlıktan eşyalarını satan yönetmenin yanına arada bir evliya da
uğruyor tabi. İntihar etmek için deniz kıyısındaki bir tepeye gidiyor, tam
atlayacakken bir ses geliyor ve o sesle konuşmaya başlıyor.
Ses diyor
ki “Yeryüzünde çektiğin ıstıraplar boşuna değil, en acı ıstıraptan insanın
olgunlaşıp, gelişmesi doğar.”
Ben çok merak ediyorum yıllarca bir
odaya hapsedilip öz babası tarafından istismar edilmek insanı ne gibi bir
olgunluğa eriştirir mesela? Bana izah etsinler.
Ses devamla diyor ki
“Eğer intihar edersen insanların ilişkiler ağını bozarsın, hepinizi birbiriniz
ile ilişkilendirdiğimiz için milyonlarca insanın yaşamını dramatik bir şekilde
etkiler ve kötü örnek olursun”
İlişkiler ağı falan ne alaka? Sanırım
yönetmen kelebek etkisinin etkisinde kalmış fakat İslama göre herkesin kaderi
zaten en başta belirlenmiştir ve Levh-i Mahfuz’da bellidir. Bazı Müslümanlar da
bununla çelişerek diyor ki Allah ne olacağını bilir ama kaderi tam sen onu
yaşarken yazar.
O zaman da ben aciz bir kul olarak Allah’ın yazacağı
kaderi sürekli değiştirebiliyor oluyorum ve ben yaşarken yazıyorsa Allah ne
olacağını bilmemiş oluyor, bilse zaten önceden yazardı. Yani Müslüman karar
vermeli Levh- i Mahfuz mu yoksa yaşandığı anda yazılan kader mi?
Enteresan
olan şu ki, şahsın burada konuştuğu kişi güya Allah. Şunu bir türlü anlamıyorum,
Muhammed’in karikatürü, hatta SESİ konusunda çok hassas olan, filmlerde onu
göstermeyen hatta seslendirmeyen insanlar Allah’ı seslendirme konusunda neden
problem görmüyorlar? Ondan sonra Muhammed Allah’tır diyince kızıyorsunuz. Biraz
samimi olun ve yaptıklarını, içinde bulunduğunuz çelişkileri fark edin.
Muhammed’e gösterdiğiniz imtinayı Allah’ınıza göstermiyorsunuz.
Yani
bu konuda İslam aleminde ortak bir görüş yok. Fakat Kur’an’da Allah izin
vermeden hiçbir şey yapılamayacağı, iyiliğin de kötülüğünde Allah’tan olduğu
yazıyor. Bu konuda Kur’an’da birbiri ile çelişen çokça ayet mevcut ama
videolarımda bunu zaten anlattım.
Buradan gerisi tam komedi, bildiğin
yeşil çam filmlerinden araklamalar ve artık gına getiren klişelerle dolu.
Engelli bir kız, zengin bir baba, hayatı onlarla kesişen fakir ama gururlu
oğlan, öksürünce ağza tutulan peçeteye kan gelmesi vs.
Yönetmen
muhtemelen Şener Şen’in Arabesk filminden çok etkilenmiş çünkü tıpkı oradaki
gibi absürt geçiş sahneleri var. Mesela zengin adamın evinden çıkınca yer altına
doğru inen bir tünel görüyor. Oraya girip kendini diğerlerinden soyutlayarak
yaşadığını söyleyen insanları görüp biraz edebiyat parçalıyor.
Bu
sefer evine giderken bir bekçi düdük çalarak geliyor. Üstelik bekçi de filmde
sürekli ona görünen evliya :D Ne hikmetse bizimki adamı tanıyamıyor bir türlü.
Buradaki sahne tam komedi çünkü tıpkı Kemal Sunal filmindeki gibi bekçi de
yönetmenle sadece düdük çalarak konuşuyor :D
Kalacak yer arıyorum
deyince bekçinin gösterdiği yere giriyor, HOOOP Disko. Meğer girdiği yer
diskoymuş. Bak sen ya, adam sınava tutuluyor ya ;)
Birlikte diskoya
ışınlanıyorlar. Yabancı müzik giriyor, bizim evliya merdivenlerden dans ederek,
şov yaparak iniyor :D Fakir yönetmenimiz de ortama ayak uyduruyor, başlıyor
kopmaya. Ama o da ne, koparlarken birden Sema yapmaya başlıyorlar, bu sırada
üzerilerine de bir nur yağıyor ki sormayın, diskodakiler şaşkın, herkes şok :D
Dönerken
dönerken kendilerini semazenler arasında görmeye başlıyorlar. Az daha dönünce,
dönmenin kazandırdığı kinetik enerjiden olsa gerek uçuşa geçip uzaya çıkıyorlar,
bizim yönetmenle evliya dayı dünyanın üstünde semaya devam ediyorlar.
Burada
çok önemli bir detay var, dünyadan bir tek Kabe görünüyor ve tam merkezde. Güya
Kabe dünyanın merkeziymiş ya. Mekke’nin Kutuplara ve 0 boylamı ile gün dönümü
çizgisine uzaklık olarak altın oran noktasında olduğunu iddia edenler var.
Bu
tarz uydurma haber ve iddialara bakmadan matematiğe başvurup bilimsel hesap
yapıldığında altın oranın denk geldiği noktanın Kabe’nin 40 km güneyindeki
dağlık alana denk geldiği görülüyor. Fakat bunu ayrıca bir videoda ele
alacağım.
Dönerlerken, dönerlerken yine evrenin içinde süzülmeye
başlıyorlar ve evrenle bir hissetmeye başlıyorlar gibi. Film anlatmak istediğini
net anlatamadığından sanırım bu sahnelerle vahdet-i vücud’u anlatmaya
çalışmışlar fakat bu inanış da Kur’an’daki Allah ile ciddi şekilde çelişir.
Neyse,
dönmeler, evrende seyahatler bitince başrol abimiz tıpkı sürekli yanında beliren
evliya abimiz gibi bir türbede beliriyor.
Başrol midesinden rahatsız,
ya Şafi, Allah’ım şifa ver diyor ama ölüp gidene kadar şifa mifa bulamıyor. Yani
hep dediğimiz şeyi farkında olmadan onlar da göstermişler, dua etmek işe
yaramaz. İslama göre Allah sana bir kader yazmışsa, seni o şekilde sınava
tutacaksa onları yaşayacaksın. Dua etmek boşadır. Dua etmek bir şeyleri
değiştirebilecek olsa aciz olan her insan sürekli olarak Allah’ın yazdığı kaderi
değiştirebilir hale gelirdi, o zaman da Allah sürekli kader güncellemekten,
kabul ettiği dualara göre kaderleri tekrar tayin etmekten başını
kaldıramazdı..
Tabi konu İslam olunca olay yine cinsellik ve eğlence
karşıtlığına geliyor. Yönetmen bunları eleştiriyor fırsat buldukça. Tabi ki her
şeyin aşırısı kötüdür ama İslam’ın ve tarikatların cinsellik veya eğlence
karşıtlığı da aşırı. Resim çizmeyi, müzik dinlemeyi bile günah ilan ediyorlar,
varsa yoksa Allah, varsa yoksa ibadet, ne egoistmiş, övülmeye ne muhtaç,
yarattıklarını yasaklamaya ne meraklıymış bu Allah!
Tüm bu saçma
filme rağmen yorumlarda desteklenmiş çünkü Müslüman için filmin iyi kötü olması
fark etmez, İslamı anlatsın yeter. Bu desteklemek ve beğen tuşuna basmak için
yeterli. Maalesef onlardaki bu dayanışma bizde yok...