HABERLER
Dini Haber

TARİHİN İLK BİYOLOJİK VE KİMYASAL SAVAŞLARI

Yazan: Sedat Karadayı

TARİHİN İLK BİYOLOJİK VE KİMYASAL SAVAŞLARI

Geçtiğimiz hafta bir Mardin gezisindeydim. Uzun süreden beri filmlerde izlediğimiz Mardin’in dar sokaklarını, ağaçsız, yeşil yoksunu topraklarını fakat bunun yanında milattan önceki dönemlerden bu yana yaşanan tarihini gözlerimle görmek istedim.

Mardin diye gittiğimiz topraklarda elbette ki Dara’yı, Nisibis’i (Nusaybin), Midyat’ı görmemek olmazdı. Süryanileri, Ezidileri, tanımamak olmazdı. Sasanileri, Romalıları hatırlamamak olmazdı. Ve tabii ki Selçukluların ünlü komutanlarından, Alp Arslan’ın gazilerinden Artuk Gazi’nin kurduğu devleti de hatırlamamak olmazdı.

Sırasıyla tüm konulara değinmek istiyorum ancak geçmişte de yazdığım iki konuyu burada birleştirerek yeniden anlatmak istedim.

Bildiğiniz üzere Mardin’in doğusundan toprak yüzüne çıkan Dicle nehrinin suları ile Urfa’nın batısından ovaya inerek Basra’ya doğru yol alan Fırat nehirlerinin arasında kalan topraklara Yunanlılar Mezopotamya yani “İki Nehir Arası” demişlerdi. Bu topraklar o kadar verimliydi ki birçok dünya insanı akın akın buralara yerleşip bir uygarlık oluşturdular. Onlar kendilerine başka isimler verse de (Kengerler) dünya onları Sümerler olarak tanımıştı. İlk sulu tarımı, ilk sanayi üretimini, ilk yazıyı, ilk kanunları, ilk şehir devletlerini onlar bulmuşlardı. Hatta ilk tanrıları da onlar yarattılar.

Mezopotamya işte bu bereketli toprakların kuzeyinde, Yunanlıların Anatolia dedikleri Türkçesi “Küçük Asya” olan toprakların güneyinden itibaren başlıyordu. Bu topraklarda bulunan Nisbis ise kendi döneminin ticaret ve finans merkezi olarak kabul edilmişti. Kral Süleyman döneminde kuzeyde toplanan vergiler Nisbis’de toplanıyordu. Roma imparatorluğu döneminde ise güneyde toplanan vergilerin saklandığı yerdi Nisbis idi. Nisbis aslında Arapların Diyar-ı Rabbia dedikleri eyaletin başkentiydi. Diğer eyaletler Diyar-ı Muta ve Diyar-ı Bekir’di. Nisbis’e daha önceleri Nabulah, Naşipina dedikleri gibi sonraları Sibeyn adını verdiler. En sonunda da bildiğiniz gibi Nusaybin oldu.

Bu kadar önemli olan kent, Romalıların elindeyken İran topraklarının hâkimi Sasani İmparatoru Şapur kenti ele geçirmek istedi. Büyük bir ordu ile Nisbis’in üzerine yürüdü. Kentin surlarının önüne geldiğinde teslim olmalarını istedi ama olmayacaklarından emindi. Her kralın, ordu komutanının yapacağı gibi kente su taşıyan ırmakları zehirleyerek kent halkını susuz bıraktı fakat bunda da başarılı olamadı. Çaresizce uzun yıllar sürecek kuşatmanın ilk startını vermek amacıyla o dönemlerde Romalıların Hermes, Sasanilerin Mitonya çayı dedikleri akarsuyun akış yönünü değiştirip önüne baraj kurarak sularını biriktirmeye çalıştılar. Romalılar ise bu süre zarfında gelecek için hazırlıklarını sürdürüyorlardı. Bölgenin Hristiyanlık konusunda önemli metropolitlerinden olan Mor Yakup, manastırın öğrencilerini toplayarak kalenin iç kısmına ikinci bir sur örüyordu. Birkaç yıl sonra Sasani imparatoru biriken baraj sularını serbest bırakınca Nisbis’in kale duvarları yerle bir oldu. Ancak hemen arkasında yeni yapılmış olan surları görünce hayal kırıklığına uğradı.

Şapur yine de Nisibis’i alma arzusundan hiçbir şey kaybetmemişti. Danışmanlarını toplayarak ne yapabilecekleri konusunda tartışıp konuştular. Alınan ortak karara göre İran’a gönderdikleri emirle binlerce küp dolusu zehirli çıyan, akrep ve yılan geldi. Bu küpler mancınıklarla kale surları içine atılınca Nisbis halkı bu kadar çok miktardaki zehirli hayvanla mücadele edemeden teslim olmak zorunda kaldılar. Nisbis savaşı dünyadaki ilk yapılan biyolojik savaş olarak tarihe geçti.

Savaşı kaybeden Roma İmparatoru Anastosius, 30 kilometre geri çekilerek eski bir yerleşim yeri olan Dara’da yeniden bir kent inşa etmeye başladı. Dara bir zamanlar Büyük İskender’e yenilerek kaybeden Pers Kralı Darius adına kurulmuş eski bir kentti. Yeniden kurulurken bir ordu kent olarak tasarlanan şehir, kaybedilen Nisbis’in hemen yakınında Sasaniler için yeni bir sınır kenti olarak tasarlanmıştı. Kenti kuran İmparatorun adı verilerek buraya Anastosiopolis denildi. Yeni kurulan kent 4 km uzunluğundaki surlar ve üzerindeki 28 adet kuleden oluşuyordu. İmparator bir süre sonra ölünce Anastosiopolis kenti yeni imparator Justiniaus’un yönetimine kaldı.

VI. Yüzyılda Sasanilerin başında bulunan Kavad Anastasiapolis’i ele geçirmek için çalışmalara başladı. Romalılarla yaptığı meydan savaşlarını kaybedince 18000 kişilik süvari, 23000 kişilik piyade ve 120000 kişilik köylüden oluşan bir ordu ile kenti kuşatmaya karar verdi. Kuşatma sırasında yine her zamanki gibi kente giden suların zehirlenmesi ile başladı. Ancak kent sakinleri buna hazırlıklıydılar. Bugün Aytepe olarak bilinen 7 km uzaklıktaki bir su kaynağından 20 cm genişliğinde 1,5 mt derinliğindeki kanallarla kente gelen suları damıtarak bekletip zor günlerde su ihtiyaçlarını uzun süre karşılayabiliyorlardı. Bu yüzden zehirlenmiş sudan etkilenmediler. Kavad’ın askerleri bir süre surların dibini kazarak yıkmayı deneseler de bunda da başarılı olamadılar. Sonunda Kavad da atası Şapur gibi danışmanları ile çözüm yolu bulmaya çalıştı. Yapılan toplantılardan sonra alınan kararlara istinaden büyük mancınıklarla binlerce zeytinyağı fıçısı kentin surları duvarlarında patlatıldı. Zeytin yağla yıkanmış surların üzerine bu kez ateş atılarak yağlar yakıldı. Surlar yanan zeytinyağlarla alev altında iken yeniden atılan zeytinyağı fıçıları kalker kayalardan yapılmış surların ateş altında kirece dönüşmesini sağladı. Henüz surlar soğumadan bu kez sirke fıçıları surların üzerine atılınca kirece dönüşmüş duvarlar sirkenin etkisi ile yerle bir oldu. Surların yıkılması ile savunmasız kalan Anastasiopolis Kavad’ın askerleri tarafından ele geçirildi. Hızını alamayan Kavad Urfa’ya kadar olan Roma topraklarını da ele geçirmişti. Böylece Mezopotamya’nın kuzeyi tamamen Sasanilerin eline geçmişti. Dara savaşı da dünyada yapılan ilk kimya savaşıydı.

NOT: Günümüzde Nisbis ve Dara antik kentlerinden çok fazla kalıntı yok. Dara'da eski antik kentin henüz %10 kadarı gün yüzüne çıkmış durumda o da Necropol kısmı.

HİNDİSTAN DERS KİTAPLARINDAN EVRİMİ KALDIRDI

Hazırlayan: A.Kara

HİNDİSTAN DERS KİTAPLARINDAN EVRİMİ KALDIRDI

Uyarı : Bu makale çektiğim bir videoda anlatıklarımın metine dökülmüş halidir. Dilerseniz videoyu Youtube kanalımdan izleyebilirsiniz.

Hindistan’ın Başbakanı Narendra Modi’nin Hindu milliyetçisi hükümeti özellikle dini gerekçeler ile devlet okullarında 9 ve 10. sınıflarda okutulan fen bilgisi kitaplarıdan evrime dair her şeyi ve Darwin’den söz edilen bölümleri çıkardı. Hindistan’da milyonlarca öğrencinin okuduğu kitapları seçen, müfredatı belirleyen eğitim konseyi, yani Hindistan’ın MEB’i bu kararı bir süre önce açıkladı.

Ülkeyi yönetecek olan kişilerin gençlerin geleceğine, eğitim kurumlarına temas etme, zorlama hakkının olması, eğitimi kendi inancı üzerinden şekillendirmesi ne kadar acı değil mi? Gerçi bizim de tanıdık olduğumuz bir durum bu.

Tabi tanıdık olduğumuz durumların geri kalmış ülkelerle benzer olması da başka bizi düşündürmesi gereken bir başka nokta.

Konumuza dönersek evrim artık Hindistan’daki orta öğretim öğrencileri için yasaklı konular listesinde. Haliyle bu duruma ses yükseltenler olmadı değil. Nasıl ki bizim ülkemizde bağnazlığı savunanların karşısında yer alabilen satılmamış birkaç aydın eğitimci, bilim insanı varsa tabi ki Hindistan’da da var.

Hint bilim insanları özellikle dini gerekçeler üzerinden evrimi reddeden Hindu milliyetçisi Modi rejimini eleştirip bilimi siyasallaştırdıklarını, bunun büyük bir yanlış olduğunu söylediler. Kimi bilim insanları bu karar için “çok yönlü olması gereken ort aöğretim hakkında verilmiş gülünç bir karar” dediler.

Hindistan’da “Breakthrough Science Society” yani “Çığır Açan Bilim Topluluğu” adlı, kar amacı gütmeyen bir topluluk var. Onlar da tepkilerini gösterdi; “Eğer öğrenciler bilimin bu temel keşfinden mahrum kalırlarsa düşünce süreçlerinde de ciddi şekilde engelli kalacaklardır” şeklinde açıklama yaptılar; ki oldukça haklılar. Tepki göstermekle kalmayıp fen bilgisi kitaplarına evrimin mutlaka geri konmasını istedikleri bir mektup yazıp yaklaşık 5.000 bilim insanı ve araştırmacıdan imza topladılar.

Diğer yandan, diyelim ki 11 ve 12. sınıflarda seçmeli olarak biyoloji okumayı tercih etmiş bir öğrencisiniz, o zaman kitaplarınızda evrim var.

Gerçi bilirsiniz belli bir seviyenin üzerine çıkamamış ülkelerde oy toplayıp hüloyyy diye bağıracak fanatik toplamanın en güzel yolu dini pohpohlamak, bilim ve eğitimi kısıtlamak, dinin çatısı altına koymaktır. O yüzden belki ileride bu kitaplardan da evrimi çıkarabilirler. Tabi bu seçmeli ders kitaplarında evrim anlatılıyor olsa da orta öğretim öğrencilerinin eğitim kitaplarından dini gerekçelerle evrimin çıkartılmış olmasından dolayı hükümete olan eleştiriler devam ediyor.

Özellikle Hindistan’da Cevahirlal Nehru İleri Bilimsel Araştırma Merkezi diye tanınmış bir birim var. Burada görev yapan evrimci biyolog Amitabh Joshi bilim merkezini temsilen hükümetin kararına eleştiriler getirdi. Evrimin tüm vatandaşlar tarafından bilinmesi gerektiğini, insanların kim ve ne olduklarını, dünyadaki konumlarını anlamalarını sağlayacak önemli bir konu olduğunu vurguladı. Yasağı kınadı. Bu arada ek bir bilgi vermek isterim. Söz konusu eğitim merkezi adını Hindistan’ın ilk başbakanı Cevaharlil Nahru’dan almıştır. Kendisi Hindistan’ın bağımsızlık hareketinde önemli rol oynamış bir ateistti. Fakat ateistliğini halka agnostisizm veya şüphecilik gibi yansıtıyordu çünkü inançlı Hint halkının tanrıya inanmayan bir lideri kabul etmeyeceğini, rahatsız olacağını biliyordu.

Konuya döneyim. Milliyetçi Hindular Darwin’in bizlere anlattığı evrimi reddediyor olsalar da hayvan ve insan yaşamanın çeşitli biçimlerini Hinduların yaratıcı tanrısı Vişnu’nun avatarları veya cisimleşmiş halleri olarak gördükleri alternatif bir evrimi destekliyorlar.

Hinduizm soslu alternatif bir evrim görüşünü ortaya atan milliyetçi Hindular diyorlar ki evrimin temeli aslında Hindu kutsal metinlerinde Dashavatara olarak bilinen, dünyaya gelmiş 10 Vişnu avatarıdır. Onlara göre dünyanın farklı aşamalarında ortaya çıkan avatarların yarattığı her bir canlı grubu kendinden önceki avatarın yarattıklarından daha karmaşıktı.

Daha anlaşılır olması açısından bir örnek vereyim. Yani diyorlar ki Vişnu’nun 2. avatarı karidesi yarattı, sonrasında gelen 3. avatarı ondan daha karmaşık, daha gelişmiş olan kerevit ve ıstakozları yarattı. Gülmeyin, canlıların evrimini açıklama yöntemleri bu :) Yani dine uydurulmuş, din soslu evrim :) Aklıma bizim modernistler geldi. Hani İslam ile evrimi bir araya getirip İslam soslu evrim anlatanlar varya, işte onlar :)

Size bir şey sorayım. Köktenci ve aşırı milliyetçi yöneticilerin elleri yalnızca bilime mi uzanır? Cevabın hayır olduğunu biliyoruz.

Dolayısıyla müdahale ettikleri tek şey kitaplardaki evrim olmamıştı. Çeşitli sınıflara okutulan siyaset ve tarih kitaplarından Hindu milliyetçilerini rahatsız edecek kısımleri silmiş, kimilerinde ise değişiklik yapmışlardı. Hemen örnek vereyim. Mesela 2020 yılında, 11 ve 12. sınıflara okutulan siyaset bilimi kitaplarından Mahatma Gandi’nin inanç ve başarılarını anlatan metinlerden kimilerini kaldırdılar.

Kaldırılan cümlelerden birinde “Gandi’nin Hindistan’ı yalnızca Hinduların yaşayacağı bir ülke yapmaya kalkışmanın Hindistan’ı yok edeceğine ikna olduğu” yazıyordu. Silinen bir başka metinde ise “Hindu-Müslüman birliğinin kararlılıkla sürdürülmesinin aşırı Hint milliyetçilerini rahatsız ettiği, bu yüzden Gandi’ye suikast girişiminde bulundukları” anlatılıyordu. Bu tarz metinleri ders kitaplarından sildiler çünkü ucu aşırı dinci Hint milliyetçilerine dokunuyor, onları rahatsız ediyordu.

Yeri gelmişken objektif olmak adına bir noktaya daha değinmek istiyorum.

Bildiğiniz gibi Hindistan’da birçok Müslüman var ve doğal olarak Hindistan tarihinde de önemli Müslüman isimler var.

Söz konusu Hindu gruplar ülkede egemen dinin Hinduizm olmasını istediğinden eğitim kurumunun başındakiler Hindistan tarihinde önemli katkıları olan Müslümanları gayrimeşrulaştırmaya çalışıyor. Hatta bunu o kadar abarttılar ki 16.yy’da Hindistan’ın alt kıtasını yönetmiş olan Babürler’e dair tüm metinlerinden tarih kitaplarından silinmesini emrettiler. Dolayısıyla Hint çocukları bir zamanlar Hindistan’dan Bangladeş ve Afganistan’a kadar uzanan Babür İmparatorluğu hakkında hiçbir şey öğrenmeden Hint tarihi okuyacaklar. Nasıl olacaksa artık. Yumurta koymadan menemen yapmak gibi bir şey :)

Yani iktidar diyor ki tarih ve siyaset oku ama bizim istediğimiz gibi oku. Gerçi dir dakika, bizde de aynı değil mi? Şaka maka, sevgili hüloycular, aşırı dinciler, birçok konuda Hindistan’ı küçük görüp haklarında makara yapıyorsunuz ama birbirinize de çok benziyorsunuz :)

Ülkemizde eğitime bu tarz müdahaleler olduğunda ve bizler ses yükselttiğimizde bir şey değişti mi? İktidar veya MEB “madem tepki geldi, kararımızı hemen geri çekelim” dediler mi? Genellikle hayır. İşte Hindistan’da da durum aynı olduğundan ülkedeki akademisyenler eleştiri ve protestoların kısa vadede bir sonuç getireceğine inanmıyor. Üzerinde çok fazla durulur ve çaba harcanırsa uzun vadede bir şeylerin değişebileceğini umuyorlar.

Diğer yandan Hindistan’ın yaklaşık %14’lük kesimi Müslüman olduğu için Hindu milliyetçileri eğitim bakanlığına Hindistan’ın tarih boyunca Müslüman azınlıklar tarafından nasıl baskı altına alındığına dair kurusal hikayeler konması için baskı yapıyorlar. Evet, Hint tarihinde Müslüman etkisi yok değil, hatta tarihlerinde bir zamanlar İslam’ı yaymak için halkı öldüren Müslüman isimler de var tabi.

Hemen bir örnek vereyim. Mesela 1752 yılında Lahor şehrinin Müslüman valisi Mir Mannu, Sih kadınları yakalattırdıktan sonra İslam’a geçmeleri için çocukları üzerinden tehdit ederek baskı yapmış, kadınlar İslam’a geçmeyi reddedince kadınları işkenceler ile öldürtmüş, çocuklarının, 300’den fazla Sih çocuğun uzuvlarını keserek katlettirmişti. [1]

Gerici Hinduların ders kitaplarına eklenmesini istediği uydurma hikayelere dair komik ve absürt bir örnek vereyim. Mesela Eğitim Bakanlığı’na baskı yaparak eski Hindu bilim insanlarının modern bilimden çok önce kök hücre araştırmaları yaptığı, hatta uzaya gidebilecek kadar gelişmiş uçan makineler icat ettiğine dair hikayelerin bir gerçekmiş gibi eğitim kitaplarına dahil edilmesini istiyorlar.

Ne güzel kafa değil mi? Kendin icat etme, emek verme, uğraşma, var olan ne varsa üzerine konabilmek, bu sayede milli duygularını ve dinini pohpohlayabilmek için işine geldiği şekilde kendince tarih yaz. Oh, mis!

İnanna’nın güzelliğine yemin olsun bir an için Hindistan’dan mı bahsediyorum yoksa kendi ülkemizden mi bahsediyorum diye afallamadım değil.

KERGİTLİ'NİN DİNDEN KURTULMA SÜRECİ


KERGİTLİ'NİN DİNDEN KURTULMA SÜRECİ

Yarı muhafazakar yarı alevi, minik tatlı bir şehirde doğdum. Annem Diyanette Kur'an kursu öğretmeni, babam çok dindar biri ve dedem emekli imamdı... Evet böyle başladı hayatım. 4 yaşında Kur'an kursuna gönderildim ve gayet kendimden memnun bir şekilde 5 yaşına kadar Kur'an okumayı güzelce öğrenmiştim. İlkokul bitene kadar dinle ilgili çok yoğun bir şey yaşamadım. Ortaokulda arkadaşlarımdan koparılıp imam hatibe gönderildim. Bu süreçte bayağı dindarlaştım, yurtta kalıp hafızlığa başladım. Hatta molla olmak istiyordum :) Babam yüzünden Atatürk'e karşıt yetiştirildim, tipik bir muhafazakar çocuğuydum.

İmam hatipte fazla dayanamadım. Ailemin durumu iyiydi ve o çevredeki insanlar sırf bu yüzden beni dışlarılar, bolca kavga ettik. Bu yüzden tekrar arkadaşlarımın yanına döndüm. 6. sınıfta dindarlıkla alakam kalmamıştı; namaz kılmıyordum fakat hala İslam bilgim oldukça fazlaydı. Hafızlık yapmasam da Osmanlıca İlmihal ezberlemiştim ve bolca ilmihal bilgim vardı. Daha sonra Alevi ve çağdaş arkadaşlarımla çokça zaman geçirmiştim. Artık kafam daha da rahatlamış, sıradan bir Türk vatandaşı kadar dindardım :) Alkol ve sigara ile beraber ailemden oldukça soyutlandım ve kendi çizgimi oluşturdum.

Liseye geçiş döneminde büyük şehre taşındık, benim hikayem de burada şekillenmeye başladı. Yaz tatilinde yine muhafazakar bir toplumda diksiyon, hitabet ve liderlik gibi dersler aldım. Tekrar ailemin istediği yöne doğru evrildim ama çok uzun sürmedi... 1. sınıf bitmiş, bu yıllarda benim siyasi algım da iyice değişmişti. Artık felsefe kitapları okuyor, düşünüyor ve her türlü eleştiriye açık yaklaşıyordum.

Bir gün üyesi olduğum oyun grubunun yöneticisi ile sohbet ederken konu dinlere geldi. Yönetici bana kendisinin Tengricilik inancına sahip olduğunu söylediğinde oldukça şaşırdım. İlk defa bu inanca mensup birini gördüm ve sorular sordum. Altın soru şu oldu: "Seni İslam'dan çıkaran şey neydi?". Cevap olarak "sana kesin bir şey söyleyemem fakat şunlara bir göz at." dedi. Bana çok uzun bir metin gönderdi ve metinde şüpheli, ilginç ayetler vardı. Oturdum ve bu ayetleri farklı birçok meallerden inceledim. Hem diyanetten hem de birçok siteden araştırıp ve okudum. Sonucunda ayetlere saf gibi inandıklarını, bazen bu uğurda can çekiştiklerini gördüm.

Bir gün ailecek sofrada yemek yerken şu soruyu sordum. "Diyelim ki bir insan var, Avrupa'da yaşıyor. Bu insan görebileceğiniz en iyi insan, hep ince düşünen, kimseyi incitmeyen, çok zengin olduğu halde gelirinin yarısını düzenli olarak ihtiyaç sahiplerine dağıtan birisi; fakat Müslüman değil. Şimdi bu adam cehenneme mi gidecek ?" bu soru karşısında "inançsız ise cehenneme gidecek" cevabını aldım. Zaten imansız insanlara ne olacağını Allah da acımasızca anlatıyordu.

Tabi ki dinden hemen soğuyamadım, hep araştırma içinde oldum. Yalnızca Sözler köşkü, Hayal hanem gibi kanalları izleyen ben artık başka kanal ve kaynaklara da bakmaya başlamıştım. İlk başta 2 ay içerisinde etrafımdaki iki insan sayesinde Tengricilik inancını benimsedim. Tabi ki bu inancın gerçek olmadığını biliyordum fakat beni bu dönemde oldukça rahatlattı ve bu inancın 3 kuralı çok hoşuma gitmişti; Doğaya saygı duy, Kimseye boyun eğme (bazen Tanrı bile olsa), Atalarına ve geleceğine sahip çık... İşte bu kurallar beni kendine hayran bırakmıştı. Doğaya, evrene farklı bir gözle bakmamı sağladı. Bana kattığı en önemli görüş ise Tanrının bizim ibadetimize muhtaç olmadığıydı. Üç ay kadar bu inancı benimsedim ve artık kendimi cehennem korkusundan arındırmıştım.

İslam'ın tamamen çıkar ve korku üzerine kurulu olduğunu gördüm. Deist olarak hayatıma devam ettim ve daha sonra Panteizm'i mantıklı buldum. İslamiyet'in bize anlatılanlardan çok farklı olduğunu öğrenince kendimi çok kötü hissetmiştim. Var olduğuna inanılan bir tanrı yüzünden atalarımın öldürülmesi, kadınlara tecavüz edilmesi ve cariye olarak alınmaları, Türklerin İslam dinini bu şekilde zorla kabul ettiğini öğrendiğimde çok kötü oldum. Çünkü annem bu dine inanıyordu. İçimden herkese nefret kustum ve hep bu durumu düzeltebilmek için hayaller kurdum. Şimdi aynı doğrultuda ilerliyorum. 17 yıl enayi olarak yaşamışım, bu yüzden kendimi kandırılmış hissettim. Bu durum beni hala çok üzüyor. Kafama taktığım çok şey var ve halkın şu anki durumundan hiç hoşnut değilim. Evrimin derslerden kaldırılması, küçük yaştaki çocukların beynine zorla İslam inancının sokulması, başka hiçbir dinden veya felsefi akımdan bahsedilmiyor olması beni üzüyor. Bunu söylediğimde bana "İslam tarafsız anlatılıyor" diyorlar. Kimi kandırıyorsunuz? Ben "Allah'ın delillerine mantıksal örnek verin?" sorusuna "delil yoktur" yazdığım için eksi puan aldım.

Emin olun milyarlarca gezegen ve onca galakside, sadece Dünya üzerinde, özellikle de Arabistan'da çıkan bir din, hak değildir. Zaten hak din bile olsa, ben böyle acımasız ve egoist bir Tanrıya secde etmektense yanarım daha iyi.

SİZDEN GELENLER | Yazan: Kergitli

Eleştirisel bakış açısı ile her din ve inanca ait yazılarınızı, inancınızın değişim sürecini anlattığınız sorgulama süreçlerinizi dinvemitoloji@gmail.com adresine gönderebilirsiniz.
  • Bu yazılar biz-siz gibi sorgulama evresine girmiş herkese mutlaka biraz olsun ışık tutacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazılar sitemizde adınızla veya takma adınızla yayınlanacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazının başka bir internet sitesinde yayınlanmamış olması gerekmektedir. (KOPYA içeriğe karşı olduğumuzdan, sitemizdeki tüm içerikler özgündür)

İNGİLTERE KRALI VIII. HENRY VE ANGLİKAN KİLİSESİ

Yazan: Sedat Karadayı
İNGİLTERE KRALI VIII. HENRY VE ANGLİKAN KİLİSESİ
BİR UÇKUR İNADI İLE ORTAYA ÇIKAN HRİSTİYANLIK MEZHEBİ

Tudor Hanedanından, İngiltere kralı VII. Henry ile York’lu Elizabeth’in 6 çocuğu olmuştu. VIII. Henry, hayatta kalan dört çocuktan biriydi. Diğer kardeşleri Margaret Tudor, Mary Tudor ve ağabeyi Arthur Tudor’du. Henry 1494 yılında York Dükü ilan edildi. 1502 yılında Kral olması beklenen ağabeyi Arthur ve 7 yıl sonra da babası Kral VII. Henry ölünce VIII. Henry tahta oturdu.

VIII. Henry, İngiltere tarihinde birçok hikâyenin kahramanı olmuş olabilir, ancak bunların hemen hemen hepsi de mutlaka kadınlarla olan ilişkileri ya da eşleri ile ilgili veya onların da içinde olduğu hikayelerdir.

Henry ilk evliliğini daha sonra soruna dönüşecek olan Aragonlu Catherine ile yaptı. Aragonlu Catherine, İspanya Kralı II. Ferdinand ile Kraliçe Isabel’in en küçük kızlarıydı. Bu evlilikteki amaç İngiltere ile İspanya arasındaki bağları güçlendirmekti.

Catherine aslında Henry’nin ağabeyi Arthur ile evlendirilmişti. Ancak Arthur’un beklenmeyen erken ölümü sonrasında yeni taze gelinin diğer erkek kardeş ile evlenmesine karar verildi. Bu uygulama normal koşullarda Katolik inancına göre yasak olmasına rağmen evlilik, araya giren Papa’nın izin vermesi ve gelinin ölen damadın kendisine hiç dokunmadığı konusunda yemin etmesi ile gerçekleşebildi. Henry’nin Aragonlu Catherine’den 6 çocuğu olmasına rağmen hayatta kalan tek kızı Mary oldu. Diğer çocukların erken ölmeleri ve Catherine’nin erkek veliaht verememesi ve yaşlandığı için veremeyecek olması sorun olmuştu.

Henry’nin evlilik dışı ilk metresi Bessie Blount olmuştu. Evliliğe dönüşmeyen bu yasak ilişkiden Henry Fitzroy doğdu. Henry’nin ikinci metresi ise Mary Boleyn oldu. Mary Boleyn o sırada William Carey ile evliydi. Mary Boleyn’den de Catherine ve Henry adını verdiği iki çocuğu daha oldu. Çocukların kayıtlarında baba olarak William Carey geçmişti.

Henry’nin ikinci karısı, ikinci metresinin kız kardeşi Anne Boleyn oldu. Anne Boleyn, ablası Mary Henry ile metres olduğu dönemlerde yurt dışındaydı ve o sırada Fransa kraliçesi olan Henry’nin ablası Mary Tudor’un nedimeliğini yapmaktaydı. Ülkesine döndüğünde ilk olarak Dük Henry Percy ile evlenen Anne Boleyn, Dük’ün başkası ile nişanlı olması sebebiyle bu evlilik iptal olmuştu. Anne Boleyn güzelliği, zekâsı ve kendine güvenli tavırları ile Henry’yi etkiledi. Henry ile metres olarak başladığı ilişki sırasında sürekli ona vereceği erkek çocuklarını anlatarak evliliği kolaylaştırdı. Böylece Kraliçe Catherine’den ve sevgilisi Mary Boleyn’den vazgeçen Henry, Anne Boleyn ile evlenmeye karar verdi. Ancak bir sorun vardı ki Catherine’den boşanabilmesi için Papa’nın buna izin vermesi gerekiyordu. Çünkü Katolik nikahı boşanmayı reddediyordu.

Henry’nin Catherine’den boşanmasına yeğeni İspanya kralı V. Şarlken karşı çıktığı gibi Papa da onay vermiyordu. Bu yüzden 6 yıl daha boşanamayan Henry, Anne Boleyn ile 6 yıl metres yaşamak zorunda kaldı. Anne Boleyn ile gizli evliliğini haber alan Papa, Henry’yi aforoz edince ipler koptu. Tam da o yıllarda Avrupa’da Protestanlık hareketi baş göstermeye başlamıştı. Biraz da bundan cesaret alan VIII. Henry, İngiltere’deki Roma Katolik Kilisesi ile olan bağları kopartarak yerine Anglikan Kilisesini kurulmasını emretti. Dönemin Canterbury Başpiskoposu olan Thomas Cranmer tarafından yazılmış olan Book of Common Prayer derlemeleri baz alınarak Anglikan Kilisesi kurulmuş oldu. Henry Catherine ile olan evliliğini geçersiz kılıp, ondan olan kızını da evlilik dışı ilan ettikten sonra Anne Boleyn ile evlendi. Böylece VIII. Henry, istediği kadınla evlenebilmek için yeni bir mezhep kurarak tarihe geçmiş oldu.

Anglikan Kilisesinin kurulması o kadar kolay olmamıştı. Ülkedeki koyu Katolik halk ve kiliseler birer birer isyan etmeye başladılar. Ancak Henry’nin gözü dönmüştü bir kere. Ülkede isyan eden kiliselerin keşişlerinden, halktan ve diğer Katolik taraftarlardan yaklaşık 40 bin kişiyi idam ettirdi.

Anne Boleyn ile olan evliliği sürerken eşinin hamile olduğunu öğrendi ve doğacak çocuğunun onuruna şölenler düzenleyerek mızraklı turnuvalar yapıldı. Bu gösterilerden birinde attan düşen Henry, sağ bacağında kalıcı bir yara ve sakatlık oluştu.

Henry’nin cinsel arzuları dinmek bilmiyordu. Anne Boleyn ile olan evliliği 3 yıl sürdü. Bu süre içinde Anne’nin kuzeni olan Madge Shelton ve sonraki eşi olacak olan Jane Seymour ile yine metres ilişkisi yaşadı. Anne Boleyn çocuğunu ölü doğurunca, Henry başına gelen bunca kötü olayların, evliliğin büyü ile oluşması sonucu olduğuna karar verdi. Anne Boleyn’den boşanmak için bulduğu yöntem aynı zamanda ondan intikam da almak isteği ile sonuçlandı. Aralarında kardeşi Rochford Vikontu George Boleyn’in de bulunduğu 5 kişiyle zina, vatan hainliği ve ensest ilişki suçlaması ile tutuklanıp yargılandı. Suçlamalar konusunda hiçbir delil olmaksızın 19 Mayıs 1536 tarihinde kendisi, kardeşi ve diğer 4 soylu kişi idam edildiler.

Anne Boleyn’in idamından 10 gün sonra 3. Karısı Jane Seymour ile evlendi. Yeni kraliçe birkaç ay sonra hamile kaldı. 1537 yılında Prens Edward doğdu. Doğumdan 12 gün sonra Kraliçe Jane Seymour öldü.

1540 Yılında bu kez Cleves’li Anne ile evlendi. Ancak bu evliliği sadece 6 ay sürdü. Cleves’li Anne’den boşandıktan sonra Boleyn ailesinden Anne Boleyn’in kuzeni, kendisinden 30 yaş küçük olan Catherine Howard ile evlendi. Catherine Howard ile iki yıl evli kaldıktan sonra Anne Bıleyn’in başına gelen onun da başına geldi. Bu kez de Catherine Howard iki farklı kişi ile zina yapmak suçundan hiç yargılanmasına gerek görülmeden idam edildi.

VIII. Henry son evliliğini Catherine Parr ile yaptı ve öldüğü güne kadar onunla evli kaldı. Yazılı tarihe ve hakkında yapılmış olan filmlere bakılacak olursa, İngiltere’nin tarih yazarlarının o dönemdeki tek işleri Henry’nin ilişkilerini takip etmek olmuş.
Yazan: Sedat Karadayı

BİR İNSAN VE BİR İLÇE : SALİH GÜN VE TAVŞANCIL

Yazan: Sedat Karadayı
BİR İNSAN VE BİR İLÇE
SALİH GÜN VE TAVŞANCIL


Salih Gün 1946 yılında Kocaeli’ne bağlı Dilovası bölgesinde bulunan Tavşancıl’da dünyaya geldi. İlkokul mezunu olup sonraki eğitim sürecini okullarda olmasa bile kendi kendine geliştirip siyasete atıldı. 1989 ve 1994 yerel seçimlerinde doğup yaşadığı beldesinde Sosyal Demokrat Halkçı partiden Belediye Başkanı seçildi. 1999 yılında ise 22. Dönem Cumhuriyet Halk partisinden milletvekili seçilmişti fakat bu yazının konusu o değil.

Belediye başkanı seçildiğinde ilk yaptığı işlerden biri beldenin imar planını gözden geçirip deprem riski olan bir bölgede olması sebebiyle en yüksek 3 katı olan imar planı hazırladı.

Hazırlanan bu imar planı halk arasında tepkiyle karşılandı. Çok olumlu bulanlar olduğu kadar “Buna ne gerek vardı” diyenler de çoğunluktaydı. Hele ki en yakın akrabalarından en yakın arkadaşlarına kadar kendisine küsenler bile olmuştu. İstemeyen ve karşı çıkanların hepsi Tavşancıl’ın köy gibi kaldığından rahatsız olduklarına değiniyorlardı. Tüm şikâyet ve karşı çıkmalarına rağmen Salih Gün beldenin fay hattı üzerinde olduğunu hatırlatıp 3 katta ısrar etti.

17 Ağustos 1999 gece yarısı saat 03.02’de yer sallandı. Kocaeli Gölcük merkezli deprem Richter ölçeğine göre 7.4 olarak belirlenmişti. Ankara’dan Edirne’ye kadar etkisi hissedilen depremde resmi rakamlara göre 17480 kişi hayatını kaybetti. 23781 kişi yaralanmış, 500’den fazla kişi sakat kalmıştı. Toplamda 350 bin bina hasar görmüştü. Bu rakamlar daha sonraki Meclis araştırması raporlarına göre 18,500 kişinin öldüğü 50,000 kişinin yaralandığı şekliyle kayıtlara geçmişti. Bu deprem sırasında 16 milyon kişi değişik düzeylerde depremden etkilenmişti.

O gün o depremin gerçekleştiği sıralarda Salih Gün’ün belediye başkanlığı yaptığı belde olan Tavşancıl’da bırakın tek bir kişinin ölmesi, tek bir kişinin bile burnu kanamamış, hiç kimse yaralanmamış, hiçbir bina hasar görmemişti.

Tek sebep; akıllı, sorumluluk ve liyakat sahibi bir belediye başkanının, fizik kurallarını dikkate alarak bilimsel bir şekilde imar planını uygulamaya koyması idi.

DAVUT'UN TUHAF AİLESİ

Yazan: Sedat Karadayı

DAVUT’UN TUHAF AİLESİ

Samuel 2 kitabında 3 büyük olay anlatılır. Her üç olay da Rab’ın yasalarında cezası ölüm olarak geçen konulardı. Rab’ın bizzat seçtiği ve meshettiği Davut’un böyle bir suçu işlemiş olması ayrı bir soru, Davut’un çocuklarının bu suçları işlemesi de ayrı bir konu. Kaldı ki Tevrat’ın kitaplarından biri olan Rut kitabından hatırlarsanız Naomi’nin dul gelini Rut, Boaz isimi yaşlı bir akrabası ile evlenmişti. Rut ve Boaz’ın Ovet isminde bir oğlu olmuştu. Daha sonra Ovet’in de İşaya isminde bir oğlu ve onun da Davut isminde bir oğlu olacaktır. Yani Davut öyle önemli biriydi ki soyu Rab’ın istediği şekilde oluşturulmuştu. Bununla da bitmeyecekti, bundan sonda Davut’un oğulları yine her seferinde Rab’ı kızdıracaklardı. Bunların içine yine çok sevip meshedeceği Kral Süleyman da dahil. Peki bu soy neden bu kadar lanetli ve sorunlu çıktı?

Üç olaydan birincisi, geçen yazıda bahsedilen Davut’un Bat-Şeba ile yaptığı zina idi. İkincisi ise bu yazının konusu Davut’un çocukları arasında meydana gelen kan davası. Olay Davut’un 3 çocuğu arasında geçer. Taraflardan biri ilk eşlerinden olan Yizreelli Ahinoam’dan doğan Amnon isimli oğlu. Diğer tarafta ise Geşur Kralı Talmay’ın kızı Maaka isimli eşinden doğmuş olan oğlu Avşalom ve kızı Tamar bulunuyor. Yani üvey kardeşler arasında yaşanan bir olay.

Davut’un Amnon ismindeki oğlu, üvey kız kardeşi Tamar’ı çok beğenmektedir. Hatta o kadar beğeniyordur ki bir türlü aklından çıkartamıyordur. Onun bu sıkıntılı hallerini gören kuzeni ve arkadaşı Yonadav, Amnon’a akıl verir. Amnon’a hasta gibi yatmasını, babası geldiğinde ondan Tamar’ın ona yemek yapması için gelmesini isteyecektir. Tamar geldiğinde de ona aşkını anlatmasını önerir. Amnon hasta gibi yattığında babası onu ziyarete gelir ve Yonadav’ın dediği gibi yapar, babasından Tamar’ın ona gelip gözleme yapmasını ister. Davut bu isteği olumlu karşılar ve sarayda yanında yaşayan kızı Tamar’a, “Haydi kardeşin Amnon'un evine gidip ona yiyecek hazırla” der. Tamar, Amnon’un yanına gidip gözlemeyi tavaya koyar ve pişirmeye başlar. Amnon ise bu sırada odada bulunan Tamar dışında herkesin dışarı çıkmasını ister. Amnon, Tamar’dan gözlemeyi yatak odasına getirmesini ister. Tamar yemeğini götürdüğünde Amnon Tamar’ı kolundan yakalayarak yatağa çeker ve “Gel, benimle yat, kız kardeşim” diyerek zorlar. Tamar buna cevap olarak; “Hayır, kardeşim, beni zorlama! İsrail'de böyle şey yapılmamalıdır! Bu iğrençliği yapma! Sonra ben utancımı nasıl üstümden atarım? Sense İsrail'de alçak biri durumuna düşersin. Ne olur krala söyle; o beni senden esirgemez” der. Amnon, buna rıza göstermeyen Tamar’la zorla yatarak üvey kız kardeşine tecavüz eder. Tecavüz sonrasında emeline ulaşan Amnon, kız kardeşinin kendisini istememesinden dolayı hiddetlenir ve onu evden kovar. Tamar, ağabeyinin kendisine yaptığından dolayı ona kızgın olsa da artık iş işten geçmiştir diye susar. Ancak bir de evden kovulması katlanılacak bir durum değildir ve buna itiraz eder. Fakat Amnon onu dinlemez ve uşağını çağırarak “Bu kadını yanımdan dışarı çıkar, ardından da kapıyı sürgüle” diye emir verir. Kovulan ve evden atılan Tamar, kızgınlığından, üzüntüsünden sinir krizi geçirir ve üstünü başını yırtarak başından aşağıya külleri döker ve saraya dönmek yerine öz ağabeyi Avshalom’un evine gider.

Avsahlom olayı ve detayını öğrenince durumu babası Kral Davut’a iletir ve Amnon’un cezalandırılmasını ister. Bu suçun; üvey bile olsa kız kardeşe tecavüz olduğu için cezası ölümdür ve cezasını Davut vermek zorundadır. Ancak Davut öfkelenmekle kalır ve Amnona ceza vermez.

Avshalom kız kardeşine yapılan bu saygısızlığı affetmez. Üvey kardeşi Amnon’u cezalandırmak için fırsat kollamaktadır. Aradan 2 yıl geçip olay herkes tarafından unutulduktan sonra bir gün Avshalom, Baal-Hasor’da koyunlarını kırktırdığı yerde bir ziyafet verir. Bu ziyafete ailenin ve yakın akraba olan tüm erkekleri çağırır. Kral Davut, bu davete “Hayır, oğlum, hepimiz gelmeyelim, sana yük oluruz” diye cevaplasa da Avshalom kardeşi Amnon’un gelmesi için ısrar eder. Davut bir sorun olacağını düşünmese de tüm kardeşler hep bir arada olacağı için Amnon’un gitmesinde bir sakınca görmez ve izin verir.

Avshalom tüm hizmetkarlarını çağırarak onlara Amnon’un sarhoş olduğu bir anda onu öldürmeleri emrini verir. Hizmetkarlar uygun bir anı kollayarak Amnon’un sarhoş olduğu sırada onu kılıçla öldürürler. Kardeşlerinin ölümünü izleyen diğer kardeşler katırlarına atlayıp kaçarlar. Bu olayın haberi Davut’a Avshalom’un tüm kardeşlerini öldürdüğü şekliyle ulaşır. Davut üzüntüsünden elbiselerini yırtarak isyan eder. Bu arada Davut’a ağabeyi Şima’nın oğlu Yonadav, “Efendim kral bütün oğullarının öldürüldüğünü sanmasın; yalnız Amnon öldü. Çünkü o üvey kız kardeşi Tamar'a tecavüz ettiği günden bu yana, Avşalom buna kararlıydı. Onun için, ey efendim kral, bütün oğullarının öldüğü haberini dikkate alma; çünkü yalnız Amnon öldü” bilgisini verince Davut biraz daha sakinleşir. Bir süre sonra kralın oğulları Davut’un yanına vardığında hep beraber hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlarlar.

Amnon’un öldürülmesinden sonra Avshalom, Geşur Kralı Ammihut’un oğlu Talmay’ın (Talmay, anne tarafından dedesi Geşur Kralı Talmay’ın torunuydu) yanına kaçtı. Avshalom Geşur’da 3 yıl kaldı. Bu sürede Davut oğlu Avshalom’u merak ediyordu ve duyduğu endişeden dolayı onun yanına gitmek istiyordu. Amnon’un ölümü Davut’u üzse de yaptığı suçun cezasını çektiğini düşünerek avunmuştu. (Tevrat, Samuel 2, 13. Bölüm)

Davut’un ve oğullarının bu ahlaksız yaşamı Tevrat’a Rab tarafından yazıldıysa Kuran’da neden yer almadı? Eğer Tevrat’a Ezra tarafından yazıldıysa Ezra neden bu konunun geçmesini gerekli gördü? Bunların açıklaması yok. Başka bir konuya gelirsek Rab koyduğu yasalara uymadığını görüyoruz. Bir başka konu da Rab nasıl bir tanrıysa ya adam seçmesini bilmiyor ya da kader yazmaktan haberi yok. Rab, Davut’un kral olmasına karar vermişti ve onu kutsayarak meshetmişti. Fakat Davut bu sevgiye karşılık Rab’ın yasalarına karşı gelerek zina suçu işlemekten geri kalmadı. Yasayı koyan Rab ise Davut’a ölüm cezası vermesi gerekirken günah çocuğu olarak dünyaya gelen oğullarının canını aldı. Amnon da kız kardeşine tecavüz ederek zina suçu işlemişti fakat Davut Rab’ın yasasına uymayarak oğluna ceza vermedi. Avshalom da her ne kadar hakkı olduğunu düşünürsek yine de kardeşini öldürdüğü için Rab’ın yasalarına karşı gelmişti ve suçluydu fakat o da ceza almadı. Bu durum gelecek konularda bu şekilde devam edecek. Davut’un soyu suç işleyecek ama hiçbiri Rab tarafından cezalandırılmayacak.