HABERLER
Dini Haber

NASIL ATEİST OLDUM?

Yazan: Karanehir35


NASIL ATEİST OLDUM?

Herkese merhaba. Neredeyse hepimiz İslam kültürünün içinde doğmuş insanlarız. Her insanın bir sorgulama ve şüphe etme dönemi vardır ancak bu yolla gerçeğe ulaşabiliriz. Ben de gerçeğe nasıl ulaştığımı anlatmak istedim, belki benim durumumda olanlar için de bir fikir ve bir ilham olur kaynağı olur.

 Benim annem beş vakit namaz kılan, çok katı bir dindardır. 9-10 yaşlarından beri her okul bitiminde beni Kur'an kursuna yollardı. Orada cüz, namaz ve sureler öğretilirdi. Hocanın elinde kalın ve uzun tahta bir cetvel olurdu. Yaramazlık yapana ya da sureyi ezberlemeyene şak diye indirirdi. Ben de 9-10 yaşlarında bir çocuktum. Bir gün hoca yanımda duran arkadaş yaramazlık yaptı diye o ağır tahta cetvelle ona bir tane indirecekken arkadaş elini hızla çekti ve cetvel benim omzuma indi. Anında arkaya devrildim. Devrilmem ile beraber camiden kaçtım. Anneme ben camiye gitmeyeceğim, hocadan korkuyorum, böyle din mi öğretilir dedim ve o sene camiye gitmedim.

Ertesi sene annem yine beni zorla Kur'an kursuna gönderdi. Bu defa önceki hoca yoktu, daha sevecen biri vardı. 3 ay kursa devam ettim, cüzü bitirdim, namaz kılmayı öğrendim. Sonraki sene yine sil baştan bir daha Kur'an kursuna yolladı beni annem. Cami avlusunda beklerken kursa gelmiş olan bir kız çocuğu, hocaya "Allah var mıdır, nasıl görebilirim, neden kendini göstermiyor" diye birkaç sordu. Hoca da rüzgarı da göremeyiz ama rüzgar vardır, onu hissederiz dedi. Çocuk "rüzgarın fırtına, hortum şeklinde işaretleri var ama Allah'ın hiç işareti yok" dedi. Hoca da ona kızdı. Bu diyalog o gün kafama takıldı ve içimde yer etti. Bendeki ilk şüphe orada, bu konuşmayla oluştu diyebilirim. O sene de kursu bitirdim. Sonraki seneler annem ne yaptıysa bir daha Kur'an kursuna gitmedim. Kendimi dine, namaza tam veremedim. İçimde Allah'a dair bir şey hissetmedim. Zaten kurstan sonra namaz kılmayı da bırakmıştım. Teyzemin 14-15 yaşındaki kızları bazen bize uğrar, "neden Kur'an okumuyor, namaz kılmıyorsun" diye bana kızarlardı.

Annemin bütün zorlamalarına rağmen hiçbir Ramazan'da oruçta tutmadım, kardeşlerim ise oruç tutuyorlardı. Annem kendi anne babasından ve televizyondan ne duymuşsa üstüne bir şey eklememişti. Ne Kur'an'ın mealini okuduğu ne de din üstüne başka kitapları okuduğu vardı. Türbe ziyaretlerine ve türbelerin bahçesinden şifalıdır diye taş toplayıp eve getirmeye, onları kendine sürtmeye pek meraklıydı.

Lise 2'ye gidene kadar, yani 16-17 yaşıma kadar ne dine çok yakın ne de çok uzaktım, fakat kesinlikle bir dinsiz değildim. Henüz sorgulama dönemim başlamamıştı. Lise 2'de felsefeye merak saldım, özellikle Nietzsche'nin kitaplarını okudum. Nietzsche bu kitaplarda Tanrı'yı insanın/insanın zihninin yarattığından bahsediyor, Tanrı öldü diyerek Tanrı'nın ölümünü ilan ediyor, kutsal kitaplarda yazılanların bir masal olduğundan söz ediyordu. Özellikle Hristiyanlığa çok keskin eleştiriler getiriyordu.

Ona göre bu tanrı, insanları yeryüzüne acı çekmesi için yollamıştır. Emredicidir. Birçok buyruk ve yasağı vardır ve hayatı katlanabilir kılar. Nietzsche buna karşı çıkar. Çünkü ona göre, gerçekleşmeyecek vaatler veren dinler insanı sadece çileciliğe iterler. Bu da insanın özgür doğasına aykırıdır.
Nietzsche’ye göre Hristiyanlık bilim düşmanıdır. Deccal adlı kitabında şöyle der:

“Hristiyanlık gibi gerçeklikle ilişkisi olmayan, gerçeklik gelir gelmez uzaklaşmak zorunda olan bir din, doğal olarak dünya hikmetinin, yani bilimin düşmanı olacaktır”

Nietzsche Yahudiliğin de Hristiyanlık gibi insanın önüne engeller koyan bir din olduğunu düşünüyordu. O'nun bu düşünceleri üstünde epey düşünmüştüm ve bana mantıklı gelmişti. Sonra varoluşçuluk kuramının kurucusu Fransız Filozof Jean Paul Sartre'ı (okunuş: Jön Poül Saght*) okumaya başladım.

Sartre’nin ahlak anlayışı iki temele dayanmaktaydı:  Birincisi Tanrı’nın yok sayılmasının gerekliliği, ikincisi ise insanın özgürlüğe mahkum oluşudur. Tanrı’nın olmaması ile insanın özgür olması arasında sıkı bir ilişki vardır. Tanrı’nın varlığı kabul edildiği taktirde insan özgürlüğünü kaybedecektir. Çünkü Tanrı, insan üzerinde bir belirlenmişliğe neden olmaktadır. Böylesi aşkın bir varlığın kabulü de insanı sınırlandıracaktır. Böylece insan ne özünü kendisi belirleyecek, ne de özgürce hareket edecektir. Sonunda da hayatının her anında kendisi için belirlenen bir kaderi yaşamaya mahkum olacaktır. Tanrı olmadığında ise durum tersine dönecektir. Bu durumda insan dünyaya geldiği andan itibaren belirlenmemiş bir öze sahip olmasından dolayı özgürce hareket ederek özünü belirleyecek, özüyle birlikte değerlerini oluşturacaktır.

Ben de kendi özümü oluşturabilmek için öncelikle kafamdaki tanrı imgesinden kurtulmam gerektiğini anladım. Çünkü ben varsam tanrı yoktu, tanrı varsa da ben yoktum. Niezsche'nin günlük hayatta Tanrı'yı hiç düşünmemek hakkında, var olmayan bir varlık üstüne düşünmeye değmeyeceği yönündeki sözlerini de kendine ilke edindim ve Tanrı'yı yok sayıp onun üstüne hiç düşünmemeye başladım. Bu sorgulamalardan yaklaşık bir kaç ay sonra tam anlamıyla ateist oldum.

 Felsefi araştırmalardan sonra bir de Kur'an'ın mealini okuyayım dedim. Şiirle ve edebiyatla aram iyi olduğundan ve şiir de yazdığımdan, Kur'an'ın kafiyeli yapısı dikkatimi çeken ilk öge oldu. Kur'an mealini okudukça çok şaşırdım, o zamana kadar Kur'an acaba neler anlatıyor diye merak edip açıp okumamıştım. Bize hep Arapçası öğretilmişti. Ne büyük bir hata işlediğimi ve gaflette bulunduğumu o zaman anladım. Felsefeden yola çıkıp aklımı çalıştırmasaydım belki de Kur'an'ı araştırıp gerçeklere hiç ulaşamayacaktım.

Kur'an'da çok fazla tekrar gördüm, ayet sonlarında nakarat gibi devamlı "Allah ilim ve hikmet sahibidir" gibi tekrarlanan ayet sayısı bir hayli çoktu. Konu bütünlüğü yoktu, sürrealist metinler gibi bilinç akışı yöntemi ile rastgele yazılmış gibiydi. Üstelik bu Allah çok fazla ve durmaksızın yemin ediyordu. Bazen incirin, bazen zeytinin üstüne edilen yeminler oldukça çoktu. Aynı konular çeşitli ayetlerde devamlı işleniyor, tekrarlanıyordu. Özellikle Musa'nın adı her yerde ve çokça geçiyordu.  Ve okurken karşımda çok öfkeli ve hiddetli bir Allah buldum. Halbuki camide "Allah insanları sever" deniyordu. Buradaki Allah tam tersiydi. Sürekli insanları tehdit ediyor, cehennemden bahsediyor, insanlara maymun ve köpek diye hakaret ediyordu. Kendi kendime dedim ki "bir Tanrı bu kadar öfkeli olamaz." Her şey o kadar açık ve seçik yazılmış ki ayetlerde, inanın bu yüzden tefsirlere bakma gereği bile duymadım. Çoğu ayetin bir açıklamaya ihtiyacı bile yoktu. İslam alimlerinin hepsi ayetlere takla attıran cinsten olduğu için tefsirleri okuma gereği duymadım.

Dinin direği denilen namazın Kur'an'da nasıl kılınacağı bile anlatılmazken, Muhammet'in hanımlarına, cihada, ganimete ve Nuh tufanı-Musa-Yusuf gibi efsanelere-kıssalara bu kadar çok yer ayrılması Allah kelamı denilen bir kitaba yakışmayacak türdendi. Bu kitap her haliyle belli ki bir insan sözüydü. Bazı ayetler ise diğer ayetlerin hükmünü geçersiz kılıyordu.
Basit bir ceza hukukunda bile birbirini geçersiz kılan maddeler ve çelişkiler yoktur. Allah kelamı olduğu söylenen bir kitapta böyle çelişkilerin olması hayatın olağan akışına terstir.

Kısaca Kur'an'da say say bitmeyecek bir yığın çelişki ve hata var. Kur'an'da aynı ayetlerin devamlı tekrar edilmesi, hiçbir surede konu ve anlam bütünlüğünün olmaması, bir surede anlatılıp kesilen bir olayın başka bir surede tekrar anlatılması, daha başka bir surede o anlatılan olayın devam etmesi bana aynı zamanda Muhammet'in ne kadar unutkan ve dikkatsiz biri olduğunu düşündürdü. Böyle bir kitap yazıp bir editöre gönderin, editör işin içinden çıkamayacak, her yeri düzeltilmeye muhtaç bu kitabı olduğu gibi size geri yollayacaktır. Benim gözümde İslam, Muhammet'in günlük siyaseti ve işleri sonucu oluşmuş bir kurallar bütünüdür. Kesinlikle bir Tanrı buyruğu kitap değildir. Bir tane bile orjinal hikaye barındırmaz. Ne bileyim insanda biraz hayal gücü olur. En azından Tevrat'tan ayrıştırmak için içine farklı hikayeler koyar insan. Tevrat'ta, İncil'de hangi hikaye geçiyorsa Muhammet onları özet olarak aynen Kur'an'a eklemişti.

Bununla da yetinilmemiş, İmrul Kays gibi büyük Arap şairlerinin şiirleri ayet olarak Kur'an'a alınmış, Zerdüştlük'ten cennet-cehennem ve sırat köprüsü motifleri alınmış. Kısaca Kur'an kolaj bir kitaptır. Özellikle bizim insanlarımız bir kere Kur'an'ın mealini açıp okusalar gerçeği görecekler fakat ülkedeki sistem Kur'an'ı Türkçe olarak okumamak, anlamamak ve okutmamak üzerine kurulu. Kur'an Arapça okunup geçiliyor. Anlamını soran var mı? Yok.

Daha sonra İslam tarihi üzerine derin okumalara giriştiğimde, bize okullarda öğretilen İslam'ın gerçek İslam tarihiyle alakası olmadığını öğrendim. Öncelikle bize yüce kişilikler olarak gözyaşları içinde Ebu Bekir'den tutun da Ömer'e Osman'a Ali'ye kadar anlatılan o kahramanlık ve yoksulluk hikayelerinin hepsi yalanmış. Bizzat Muhammet bile eceliyle ölmemiş, Ebu Bekir ve Ömer tarafından zehirlenerek öldürülmüş. Muhammed peygamber olduğu için toprak altında bile bozulmayacağı söylenen cesedi 3 gün boyunca Arabistan sıcağında bekletilerek çürümüş. Alelacele, gece Ali tarafından defni yapılmış. Çünkü Ebu Bekir ve Ömer o ara halifelikle ilgileniyorlar. Birbirini seven şu insanlara bakın. Mevki makam derdindeler. Muhammet umurlarında mı?
İslam'ın kurucu kadrosu Ebu Bekir, Ömer, Osman ve Ali bile öldürülmüş. Hiçbiri eceliyle ölmemiş. Üstelik Muhammet'in ölümünden sonra zorla Müslüman olanların büyük kısmı kitleler halinde İslam'ı terk ediyorlar. Buna fırsat vermemek için Ebu Bekir gönderdiği ordularla büyük katliamlara imza atıyor. Yani İslam'ın temeli kan, kolonları kan, binası, her şeyi kan. İslam tarihinde beyaz bir sayfa göremezsiniz. Bütün dinler tehlikelidir. Fakat İslam kadar tehlikeli bir din daha yoktur. İslam insanları cahil bırakmak için özel olarak oluşturulmuş, tümüyle bilim ve insanlık dışı bir din. Hiçbir uygulaması İnsan haklarına uygun değil. Öyle ki köleliği bile kaldırmamış ve köleliği kaldırmaya gücü yetmeyen Allah, kitabında köleliğin şartlarını iyileştirmekle övünmüştür. Nereden tutsan elinde kalıyor.

Özellikle beni İslam'ın gerçek yüzünü görme konusunda aydınlattıkları için Turan Dursun, İlhan Arsel, Muazzez İlmiye Çığ ve Arif Tekin'e teşekkürü bir borç bilirim. Herkesin gerçekleri söylemekten tereddüt ettiği bir ülkede büyük bir cesaretle ortaya çıktılar. Ve İslam yine o kanlı yüzüyle, eleştiriye tahammül edemeyen o azı dişleriyle Turan Dursun'u katledip aldı aramızdan. Oysa ki Turan Dursun sadece gerçekleri yazmıştı. Ebu Bekir, Ömer, Osman ve Ali gibi kimseyi katletmemişti. Muhammet gibi 9-10 yaşlarındaki kız çocuklarıyla evlenmemiş, evlatlığının hanımını kendine eş yapmamış, insanları din diyerek kandırmamış, kimseleri sömürmemişti. Sadece gerçekleri söylemişti. Buna bile tahammül edemediler.

Müslümanlar sakın ola inancımıza saygı gösterin demesinler. Müslümanlar gücü ele geçirince diğer inanç sahiplerine neler yaptığını çok iyi biliyoruz. "İnancıma saygı göster" sözü aslında bir kılıftır, "dinim hakkında konuşma, gerçekleri gün yüzüne çıkarma" kılıfıdır bu.
« ÖNCEKİ YAYIN
SONRAKİ YAYIN »