HABERLER
Dini Haber
A etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
A etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

KADINLARA İLİŞKİN 10 TARTIŞMALI AYET

Yazan & Çeviren: A.Kara
A,din, islamiyet, Kur'an'da kadın, İslam'da kadın, Erkek kadından üstündür, Kadının şahitliği, Kadınlarla ilgili hadisler, İslam'da evlilik, İslamda cariyelik, Cariyelerle ilişki, Kur'an'da dayak, Çocuk gelin,Evlenme yaşı ,

1) Adam karısı ile toprağı sürer gibi birlikte olur.

Bakara Suresi 223.Ayet (Diyanet meali): "Kadınlar sizin ekinliğinizdir; ekinliğinize hangi taraftan isterseniz oradan varın. Kendiniz için de önceden hazırlık yapın. Allah’tan sakının ve bilin ki O’na kavuşacaksınız. Müminleri müjdele."

Çeşitli şekillerde zorlama farklı yorumlamalarla anlamı değiştirilmeye çalışılan bu ayet açık bir şekilde cinsel ilişki pozisyonundan bahsetmektedir. Aşağıdaki hadis de bu konuya ışık tutmaktadır:

"Cabir (Allah ondan razı olsun) Yahudilerin şöyle dediğini açıkladı:
Bir erkek karısı ile vajinadan cinsel ilişkiye girdiğinde, fakat bunu yaparken kadının arkasında olduğunda çocuk şaşı olacak. Bu yüzden de bu ayet geliverdi: "Kadınlar sizin tarlanızdır; tarlanıza hangi taraftan isterseniz oradan varın"
[Sahih-i Muslim, Kitap içi referans: 16, Hadis 138, Referans: Hadis 1435a, İlgili Kur'an ayeti: Bakara 223]

2) Erkek kadından bir derece üstündür.

Bakara Suresi 228.Ayet (Diyanet meali): "Boşanan kadınların kendileri üç âdet görünceye kadar beklerler. Allah’a ve âhiret gününe iman ediyorlarsa, Allah’ın rahimlerinde yarattığını gizlemeleri onlara helâl olmaz. Eğer taraflar arayı düzeltmeyi istiyorlarsa kocaları, onları kendilerine geri çevirme hususunda başkalarından daha ziyade hak sahibidirler. Kadınların, mâkul ve meşrû ölçülerde ödevlerine denk hakları vardır; erkeklerin ise onların üzerinde bir dereceleri mevcuttur. Allah izzet ve hikmet sahibidir."

Burada cinsiyet eşitsizliği teolojik bir bağlamda ortaya çıkmaktadır. Aşağıdaki hadis cehennem sakinlerinin çoğunluğunun kadın olduğunu, çünkü kocalarına karşı nankör ve kaba olduklarını göstermektedir. Fakat kocaların sadakatsizliği veya kabalığı hakkında bir ifade yoktur.

"Abdullah bin Abbas anlatıyor:
...Peygamber daha sonra, “Güneş ve ay Allah'ın belirtileri arasındaki iki işarettir ve birisinin ölümü ya da doğumundan dolayı batmazlar, bu nedenle güneşin battığını gözlemlediğinizde Allah'ı hatırlayın (Güneşin batışı için dua önerisi)." Onlar (insanlar), “Ey Allah'ın Elçisi! bir şey almak için elinizi uzattığınızı, sonra da geriye doğru adım attığınızı gördük.” dediler.
"Cenneti gördüm ve bir demet (üzüm) koparmak için elimi uzattım, eğer onu kopardıysam bu dünya var olduğu sürece onu yerdiniz. "Cehennem Ateşi"ni gördüm ve daha önce hiç böyle korkunç bir manzara gördüm ve cehennem sakinlerinin çoğunun kadın olduğunu gördüm."
Halk, “Ey Allah'ın Elçisi! Bunun sebebi nedir?” diye sordu.
"Nankörlüklerinden dolayı" diye yanıtladı.
“Allah'a mı inanmıyorlar?” diye soruldu.
“Onlar kendilerine yapılan iyiliklerden dolayı kocalarına müteşekkir değiller ve nankörler. Hayatınız boyunca onlardan birine iyi davransanız bile sizden biraz sertlik gördükleri zaman “senden herhangi bir iyilik görmedim" diyeceklerdi." dedi."
[Sahih-i Buhari, Hadis 5197, Kitap içi referans  Kitap 67, Hadis 131]

3) Erkek mirastan kadına göre 2 kat fazla pay alır.

Nisa Suresi 11.Ayet (Diyanet meali): "Allah size, çocuklarınız hakkında erkeğe, iki kadın payı kadar (vermenizi) emreder. İkiden fazla kadın iseler bıraktığının üçte ikisi onlarındır. Eğer yalnız bir kadınsa yarısı onundur. Ölenin çocuğu varsa, ana-babasından her birinin mirastan altıda bir hissesi vardır. Eğer çocuğu yok da ana-babası ona vâris olmuşlarsa anasının hakkı üçte birdir. Ölenin kardeşleri varsa anasının payı, vasiyetten ve borçtan sonra altıda birdir. Babalarınız ve oğullarınızdan hangisinin fayda bakımından size daha yakın olduğunu bilemezsiniz. Bunlar Allah tarafından konmuş paylardır; şüphesiz Allah ilim ve hikmet sahibidir."

4) 2 Kadının şahitliği 1 erkeğin şahitliğine denktir.

Bakara Suresi 282.Ayet (Diyanet meali): "Ey iman edenler! Belirlenmiş bir zamana kadar bir borç ilişkisi kurduğunuzda bunu yazın. Aranızdan bir kâtip bunu adaletle yazsın. Kâtip Allah’ın kendisine öğrettiği gibi yazmaktan geri durmasın. Artık o yazsın, borçlu da yazdırsın; rabbi olan Allah’tan korksun ve borçtan hiçbir şeyi eksik bırakmasın. Eğer borçlu akılca zayıf veya eksik yahut kendisi yazdıramaz durumda olursa velisi adaletle yazdırsın. Erkeklerinizden iki şahidi de tanık tutun. Şahitler iki erkek olmazlarsa, rıza göstereceğiniz şahitlerden bir erkekle -biri yanılırsa diğerinin ona hatırlatması için- iki de kadın olsunlar. Çağrıldıklarında şahitler gelmezlik etmesinler. Borç küçük olsun büyük olsun vadesini belirterek onu yazmaktan üşenmeyin. Böyle yapmanız Allah katında daha adaletli, şahitlik için daha destekleyici ve şüpheye düşmemeniz için daha uygundur. Borç ilişkisinin, aranızda alıp vererek bitirdiğiniz peşin ticaret olması müstesnadır; onu yazmamanızda sizin için bir sakınca yoktur. Alış veriş yaptığınızda şahit tutun. Kâtip de şahit de zarar görmesin. Eğer bunu yapar da zarar verirseniz şüphesiz bu sizin yoldan çıkmanız demektir. Allah’tan korkun, Allah size öğretiyor, Allah her şeyi hakkıyla bilmektedir."

Bu hadis Bakara 282'deki kadınların şahitliği ile ilgili her türlü belirsizliği ortadan kaldırıyor:

"Ebu Said El-Hudri: Peygamber "Bir kadının şahitliği bir erkeğin yarısına eşit değil mi?" Dedi. Kadınlar "Evet" dediler. Dedi ki, "Bunun nedeni kadının aklındaki eksikliktir."
[Sahih-i Buhari, Dar-us-Salam referansı Hadis 2658, Kitap içi referans Kitap 52, Hadis 22]

5) Bir kadının eski kocası ile tekrar evlenebilmesi için başka bir erkekle evlenip ilişkiye girmesi ve sonrasında bu ikinci adamın onu boşaması gerekir.

Bakara Suresi 230.Ayet (Diyanet meali): "İkinciden sonra koca eşini bir daha boşarsa, bundan sonra kadın, boşayandan başka bir koca ile evlenmedikçe ona helâl olmaz. İkinci koca da onu boşarsa, birinci kocası ile bu kadının, Allah’ın kurallarına riayet edeceklerini zannederlerse, tekrar evlilik hayatına dönmelerinde bir sakınca yoktur. Bunlar Allah’ın kurallarıdır, bilmek isteyenler için onları açıklamaktadır."

Görüldüğü gibi kadının kocası ile tekrar evlenmesine izin verilmiyor, öncesinde başka bir adamla evlenip birlikte olması ve o adamın onu boşaması şartı koşuluyor. Neden ikinci bir evlilik eski kocaya dönmek için gerekli bir basamak olarak şart koşulsun ve bir çözümmüş gibi sunulsun?

6) Köle kızlar, sahipleri için cinsel mülktür.

Nisa Suresi 24.Ayet (Diyanet meali): "Elinizin altında bulunan câriyeler müstesna, evli kadınlar da size haram kılındı; Allah’ın size emri budur. Bunlardan başkasını, iffetli yaşamak ve zina etmemek kaydıyla, mallarınızla (mehir ile) istemeniz size helâl kılındı. Onlarla karı-koca ilişkisi yaşamanıza karşılık kararlaştırılmış olan mehirlerini verin. Mehir kesiminden sonra karşılıklı anlaşmanızda size günah yoktur. Şüphesiz Allah ilim ve hikmet sahibidir."

Saygı duyulan geleneksel bir yorumcu ve bilgin olan Mevdudi (d. 1979) ayet yorumunda Müslüman savaşçıların kocaları hala hayatta olan köle kadınlarla (cariye) bile evlendiklerini ve bunun yasal olduğunu söyler:

Mevdudi, Cilt. 1, Sayfa. 319
"Başkalarının eşi olan evli kadınlar yasaktır, eline düşenler hariç (Savaş esirleri, cariyeler)"

Ama kocalar karılarıyla birlikte esir düşerse ne olur? Mevdudi, Müslümanların onlarla evlenemeyebileceğini söyleyen bir hukuk ekolünden bahsediyor ancak diğer iki ekol esir kocalarla eşleri arasındaki evliliğin bozulduğunu söylüyor (not 44).
Peki neden bu zulüm üzerine bir tartışma başlarda ortaya çıkıyor? Savaş mahkumları ile tutsakları arasında evli olsun olmasın, evlilik yapılmamalıdır. Esasında kadın esirlerle Müslümanların üst düzey yöneticileri arasında bir cinsel birliktelik olmamalıdır. İslam bu şekilde çaresiz durumda olan kadınlara karşı büyük bir ahlaksızlığa izin vermiş oluyor. Bunu kınayabilirsiniz ancak yine de Allah buna razı olur çünkü Kur'an öyle diyor.
Hadis, Müslümanların cihatçıların evli olsun olmasın esir düşen kadınlarla gerçekten seks yaptığını göstermektedir. Sonraki hadiste Humus savaş ganimetinin beşte birinden bahseder. Muhammed'in kuzeni ve damadı olan Ali rahatlatıcı bir banyodan yeni çıkmıştı. Niye? Hadise bakınız:

Bureyda anlatıyor: "Peygamber Humus ganimetini getirmesi için Halid'i Ali'ye gönderdi ve ben Ali'den nefret ettim çünkü Ali banyo yapmıştı (Humus'tan köle bir kızla cinsel ilişki sonrası). Ben Halid’e “Bunu görmüyor musun (yani Ali'yi)?” dedim. Peygamberin yanına vardığımızda ona bundan bahsettim. "Ey Bureyda! Ali'den nefret mi ediyorsun?" dedi. Evet dedim." "Ondan nefret mi ediyorsunuz, çünkü o Humus'ludan daha fazlasını hak ediyor" dedi."
[Sahih-i Buhari, Hadis 4350, Kitap içi referans  Kitap 64, Hadis 377]

Aynı kaynaktan çıkan hadis Muhammed'in köle kadınlarla da yakın olduğunu gösteriyor:

Ayşe anlatıyor: "Hz. Peygamber bu Kutsal Ayeti okuduktan sonra (Mümtehine Suresi 12.Ayet) kadınlardan bağlılık sözü alır. Allah'ın elçisinin eli o kadının dışında hiçbir kadın eline dokunmadı, sağ eli ile ele geçirdikleri hariç (yani esirleri veya kadın köleleri)."
[Sahih-i Buhari, Hadis 7214, Kitap içi referans  Kitap 93, Hadis 74]

7) Bir erkek dört kadınla evlenebilir.

Nisa Suresi 3.Ayet (Diyanet meali): "Yetimlerin hakkına riayet edemeyeceğinizden korkarsanız, beğendiğiniz kadınlardan ikişer, üçer, dörder nikâhlayın. Haksızlık etmekten korkarsanız tek kadın veya mülkiyetinizde bulunan câriye ile yetinin; bu, adaletten ayrılmamanız için en uygun olanıdır."

'Beğendiğiniz kadınlardan ikişer, üçer, dörder nikahlayın' maddesi bir savaştan sonra yakalanan köle kadınları ifade eder. Erkekler onlarla 'evlenebilir' çünkü köleler özgür kadınlar kadar masrafa neden olmazlar. Bu da "dört eş" üzerindeki sınırın yapay olduğu anlamına gelir. Erkekler istedikleri kadar köle kızla cinsel birliktelik-evlilik yapabilir.

Mevdudi ayeti şöyle ifade eder:

“Birden fazla kadına ihtiyacınız varsa, ancak özgür insanlar arasından seçtiğiniz eşinize adaletli davranamayacağınızdan korkuyorsanız bu durumda daha az sorumluluğu olan köle kızları tercih edebilirsiniz (Bkz. Nisa Suresi 24.Ayet). Bununla birlikte, Muhammed damadı Ali için çok eşliliğe izin vermeyecekti çünkü fazladan bir eş Hatice tarafından Muhammed'in ilk kızı Fatima'ya zarar verecekti. Çünkü Fatima (Fatma) Ali ile evliydi."
[Sahih-i Buhari, Hadis 5230, Kitap içi referans  Kitap 67, Hadis 163]

8) Bir koca, arzu etmediği eşlerden birinden kurtulabilir.

Nisa Suresi 129.Ayet (Diyanet meali): "Ne kadar üzerine düşseniz de kadınlar arasında âdil davranmaya güç yetiremezsiniz; bari birine büsbütün kapılıp da diğerini askıda imiş gibi bırakmayın. Eğer arayı düzeltir ve Allah’a itaatsizlikten sakınırsanız bilin ki Allah çok bağışlayıcıdır, engin rahmet sahibidir."

Mevdudi bu ayeti şöyle yorumlar [Cilt. 1, Sayfa. 383-84, Not 161]:
"Allah, kocanın kelimenin tam anlamıyla iki veya daha fazla eş arasındaki eşitliği koruyamayacağını açıkça belirtti çünkü kendileri her bakımdan eşit olamazlar. Bir kocadan güzel bir eşe ve çirkin bir eşe, genç bir eşe ve yaşlı bir eşe, sağlıklı bir eşe ve yararsız bir eşe eşit bir muamele göstermesini istemek çok fazla. Bu ve benzeri şeyler doğal olarak kocanın bir eşe daha fazla meyillenmesini etkiler.
Bu da bir erkeğin eşlerinin hepsine eşit muamele gösterememesinin kaynağı olduğu anlamına gelir. Biri güzel, diğeri çirkin gibi. Bu durumda Allah eşlerindeki değişen bu şartlar altında bir erkekten insanüstü bir gücü nasıl talep edebilir? (Tüm kadınları aynı anda memnun edebilmek)

Bu gibi durumlarda İslam hukuku şefkat ve sevgi içinde onlar arasında eşit muamele talep etmez. Talep ettiği şey bir kadının kocası olmayan bir kadın konumuna pratik olarak indirgenmesi nedeniyle ihmal edilmemesi gerektiğidir. Eğer kocası herhangi bir sebeple veya kendi isteği üzerine onu boşanmazsa en azından yine de karısı olarak görülmelidir. Bu şartlar altında kocanın doğal olarak en sevdiği karısına doğru eğilimli olduğu doğrudur, ancak diğer bir deyişle diğer kadınları karıları değil gibi bir gerginlik durumunda tutmaması gerekir."

9) Kocalar baş kaldırmasından endişe ettikleri eşlerine vurabilirler.

Nisa Suresi 34.Ayet (Diyanet meali): "Allah’ın insanlardan bir kısmını diğerlerine üstün kılmasına bağlı olarak ve mallarından harcama yapmaları sebebiyle erkekler kadınların yöneticisi ve koruyucusudurlar. Sâliha kadınlar Allah’a itaatkârdırlar. Allah’ın korumasına uygun olarak, kimsenin görmediği durumlarda da kendilerini korurlar. (Evlilik hukukuna) baş kaldırmasından endişe ettiğiniz kadınlara öğüt verin, onları yataklarda yalnız bırakın ve onları dövün. Eğer size itaat ederlerse artık onların aleyhine başka bir yol aramayın; çünkü Allah yücedir, büyüktür."

Bu hadis Muhammed zamanında Müslüman kadınların evlilik yasalarını karıştırmama bağlamında aile içi şiddete maruz kaldıklarını söylüyor:

“İkrime anlatıyor:  Rifâa karısından boşandı sonra da Abdurrahman b. Zübeyr el-Kurazî onunla evlendi. 'Hz.Ayşe, kadının yeşil bir örtü takarak yanına geldiğini ve ona kocasının uyguladığı şiddetten dolayı yeşile dönen yerlerini göstererek şikayet ettiğini söyledi. Birbirlerini desteklemek kadınların alışkanlığıydı, bu yüzden Allah'ın elçisi geldiğinde Ayşe ona “İnanan kadınlar kadar acı çeken bir kadın görmedim. Bak! Teni kıyafetlerinden daha yeşil!” dedi."
[Sahih-i Buhari, Hadis 5825, Kitap içi referans  Kitap 77, Hadis 42]

Bu hadis ise Muhammed'in çocuk yaşta onunla evlendirilen Ayşe'ye vurduğunu gösteriyor:

"Muhammed b. Kays dedi ki (insanlara): Size yetkim ve annemin yetkisi hakkında (Kutsal Peygamberin bir hadisini) söylememeli miyim? Biz, onu doğuran annesini kastettiğini düşündük. O (Muhammed B. Kays) daha sonra bunu anlatanın 'Hz. Ayşe' olduğunu bildirdi: Size kendim ve Allah'ın elçisi hakkında bilgi vermeli miyim? diye sordu. Evet dedik. Dedi ki: Allah'ın resulünün geceyi benimle geçirme zamanı geldiğinde (sıram geldiğinde) kendi tarafına döndü, mantosunu giydi, ayakkabılarını çıkardı ve ayaklarının yanına koydu, şalını yatağına aldıktan sonra uyuduğuma inanana kadar uzandı. Mantosunu yavaşça tuttu ve yavaşça ayakkabılarını giydi, kapıyı açtı, dışarı çıktı ve hafifçe kapattı. Başımı örttüm, peçemi taktım ve bel sargıcımı sıktım ve Baki'ye ulaşana kadar adımlarını izledim. Orada durdu ve uzun süre ayakta dikildi. Sonra üç kez ellerini kaldırdı, sonra geri döndü ve ben de geri döndüm. Adımlarını hızlandırınca ben de adımlarımı hızlandırdım. Koştu ve ben de koştum. O geldi (eve) ve ben de (eve) geldim. Eve ondan önce geldim ve yatağa uzanırken O (Kutsal Peygamber) eve girdi ve şöyle dedi: Ayşe neden nefesin kesildi? 'Hiçbir şey yok' dedim. Dedi ki: Söyle ya da beni bilgilendir. 'Allah'ın Elçisi, anam babam sana kurban olsun dedim ve sonra ona tüm hikayeyi anlattım. Dedi ki: Önümde gördüğüm karanlık senin gölgen miydi? 'Evet' dedim. Bana acı veren bir şekilde göğsüme vurdu."
[Sahih-i Muslim, Kitap içi referans  Kitap 11, Hadis 132, referans  Hadis 974b]

10) Yaşlı erkeklerin ergenliğe girmemiş kızlarla evlenmesine izin verilir.

Talak Suresi 4.Ayet (Diyanet meali): "Kadınlarınızdan âdetten kesilmiş olanlarla, henüz âdet görmeyenler hususunda tereddüt ederseniz, onların bekleme süresi üç aydır. Hamile olanların bekleme süresi ise, doğum yapmalarıyla sona erer. Kim Allah’a karşı gelmekten sakınırsa, Allah ona işinde bir kolaylık verir."

Mevdudi, boşanma bağlamında görünen 4. ayetin sade anlamını doğru bir şekilde yorumlamaktadır:

Mevdudi, Cilt. 5, Sayfa. 620, Not 13:
"Henüz adet görmemiş olan kızların bekleme süresinden bahsetmek sadece erkeğin bu yaştaki kızdan kurtulmasına (boşanmasına) izin verilmediğini aynı zamanda kocanın onunla olan evliliğini devam ettirmesine izin verildiğini açıkça göstermektedir. Şimdi, açık bir şekilde, hiçbir Müslüman Kuran'ın izin verdiği bir şeyi yasaklama hakkına sahip değildir."

Ergenliğe girmemiş kızlardan boşanmak, onlarla evlenildiği anlamına gelir. Evlenmediğin biriyle boşanamazsın değil mi? Öyleyse ergenliğe girmemiş kızların babaları onları veriyor ve yeni kocalarının onlarla evlenmelerini sağlıyor olabilir."
(Arap kültüründe kız çocuklarının eşe-dosta evlenmeleri için verildiğini kaynaklardan biliyoruz).

Tüm bunlara bakıldığında Diyanet veya bir hoca tarafından "9 yaşındaki kızla evlenilebilir dendiğinde" kimse şaşırmamalıdır çünkü hem Arap gelenek ve kültürü hem de Kur'an buna açık kapı bırakmakta ve onaylamaktadır.



TUHAF BİR JAPON AYİNİ : HİNA MATSURİ

Yazan: A.Kara
A, din, Şintoizm, Japon ayinleri, Şinto ayini, Şinto geleneği, Şintoizm geleneği, Eski Japon geleneği, Japon oyuncak bebek, Hina Matsuri, Kötülüğü def etme, Oyuncak bebekler ve ruhlar

HİNA MATSURİ FESTİVALİ
Hina Matsuri festivali bize ve farklı kültürden birçok insana göre oldukça değişik bir manzaradır. Çünkü bu festivalde okyanusa doğru sürüklenmekte olan teknelerde oturan kırmızı ve sarı kimono giymiş çeşitli şekillerde bin oyuncak bebek görüyorsunuz.

Peki Japonlar neden bu festivali her yıl 3 Mart'ta kutluyorlar?

Hina Matsuri festivali dekoratif sanat ve sosyal anlam birliğini temsil etmektedir.
Miras ve geleneğini korumaya oldukça düşkün bir ülke olan Japonya, eski bir Şinto ayini olan Hina Nagashi (bebek yüzdürme) adlı töreni hala uygulamakta ve yaşatmaktadır. Eski Japon inanışlarına göre talihsizlikler el yapımı bir oyuncak bebeğe aktarılabilirdi. Eğer bırakıldıktan sonra bebek bir nehir veya okyanusun üzerinde batmadan-devrilmeden durursa bütün sıkıntıları ve kötü ruhları alırdı. (Aynı olmasalar da aklıma Yahudilerin günahlarını tavuğa aktardıklarına inandığı Kaparot ayinini getirdi)

Hina Matsuri festivali Japonya'da Oyuncak Bebek Günü veya Kızların Günü olarak bilinir. Japon aileleri her yıl güzel giyimli bebekler hazırlayıp onları dilek ve duaların mesajlarıyla birlikte tahta teknelere yerleştirirler. Japon şehirlerinde bulunan Şinto tapınakları bu ayin için platformlar kurmaktadır.

Şinto tapınağının baş rahibi kötü ruhları yok ettikten sonra küçük, sevimli bebekler tekneyle okyanusa salınır. Bu sırada insanlar ailelerindeki genç kadınların mutluluğu ve sağlığı için dualar eder ve bu bebeklerin kötü şansı engellemesini umuyorlar.

Üçüncü ayın üçüncü günü bu bebekler evlerde misafir ediliyor ve evleri kutsadıklarına inanılıyor. Festival süresince kelimenin tam anlamıyla bebeklerin bedenlerinde ikamet ettiğine inanılan ruhlar gelecek yılın nimetlerini koruyacakları ve güvence altına alacaklarına inanıldığı için eğlendiriliyor ve evlerde misafir ediliyor.

Dışarıdan tuhaf görünen bu ayin Japon halkı için oldukça önemlidir.

Erkeklerin de ayrıca kendi bebek festivalleri vardır. Buna Musha Ningyo (Savaşçı bebekler) denir ve 5 Mayıs'ta kutlanır. Buradaki bebekler Samuray'ın savaş ruhunu somutlaştırmak için kullanılır.

Erkekler için olan festival beşinci ayın beşinci günü yapılıyordu ve "Tango no Sekku" olarak adlandırıldı. Ancak bu gün artık Japonya'da Çocuk Günü olarak kutlanmakta.

Özetle oyuncak bebeklerin dahil olduğu bu ayinler bize hem diğer dinlerde de bulunan iyi-kötü gibi etkileri bir nesneye aktarma inancının özellikle eski Japon halkında ve Şinto'larda yaygın olduğunu hem de uzakdoğu korku filmlerinde neden daha çok "bebek" kullanıldığını, bunların neden iyi-kötü ruhlarla ilişkilendirildiğini daha iyi açıklıyor.

ÖLÜMSÜZLÜK İKSİRİ "AMRİTA"

Yazan: A.Kara
Hint mitolojisi, Amrita, Ölümszlük iksiri, Hint efsaneleri, Tanrıların iksiri, Hint inanışları, Büyük tufan, Tanrıların okyanusu çalkalaması, A, mitoloji, Vişnu, Güneş tutulması, Ay tutulması, TANRILARI GÜÇLÜ VE ÖLÜMSÜZ YAPAN İKSİR : AMRİTA
İnsanoğlu yüzyıllardır ölümsüz olmasına yardım edebilecek bir ilaç-iksir arıyor ve ölümsüzlük hayalleri kuruyor. Ölümsüzlüğü su altına gizlenmiş hazinelerle ilişkilendirenler sadece Mezopotamya halkları değildi. Hindu mitlerine ve efsanelerine göre tatlı bir tada sahip olan amrita (kelimenin tam anlamıyla: "ölü olmayan") denizin dibinden çıkarılan bir ölümsüzlük içeceğiydi.

Bu mucizevi nektara dair kayıtlar yalnızca MÖ 2.binyılın birkaç yüzyıl boyunca yarattığı, Hinduizm'in kutsal kitaplarının en eskisi olan Rig Veda'da değil aynı zamanda Budist veya Sih edebiyatında da göze çarpmaktadır.

Amrita ölümsüzlüğü ve gücü sağladığı gibi aynı zamanda yeni tanrıların ortaya çıkmasına neden oluyor, tanrıların ilahi içeceği korumak için savaşmak zorunda kaldığı şeytanlara karşı mücadelede zafer kazanmasını sağlıyordu.

İlahilerde geçen Indra'nın favori içeceği muhtemelen Vedik zamanlarının büyülü içeceği olan "soma" (devaların içeceği) ile aynı içecektir. Soma, amrita fikrinin öncüsü olmuş olabilir ancak Vedik halkının soma suyunu nasıl çıkardığı bilinmemektedir. Bununla birlikte Vedik rahiplerin ayinlerinde tanrılar ve atalarla iletişim kurmak için bu içeceği kendinden geçmede kullandığı, sarhoş edici bir madde olduğuna dair bazı ikna edici göstergeler de vardır.

Daha sonraları ölümlülerin ölümsüzlüğü elde etmek için kullandığı Amrita'nın Yunan ve Roma mitolojisindeki tanrıların yemeği olan "ambrosia" (ambrotos) kavramının temeli olduğu teorisi yapılmıştır.

Tıpkı Amrita gibi o da aynı adı taşıyan bir bitki suyundan hazırlanmıştır. Süt ilavesiyle bir içecek tüketmek (belli ayinlerde) aşkın vizyonlar ve tanrılarla birlik duygusu elde etmek için izin verilen bir uygulamaydı.


OKYANUSUN ÇALKALANMASI İLE ELDE EDİLEN AMRİTA
Hikayeye göre tanrıların ve tanrıların düşmanlarının süt okyanusunu çalkalaması için güçlerini birleştirmeleri gerektiği bir zamandı. Bu gerekliydi çünkü tanrıların en kıymetli hazineleri büyük tufan nedeniyle (bkz: Sümerlerden çalınan tufan efsanesi, birçok din ve efsanede yer alır) başlangıçtan beri var olan ilk okyanusun altında kaybolmuştu.

Bu ilahi hazineler arasında ölümsüzlük nektarı olan amrita da vardı. İnanışa göre okyanusu çalkalamanın zorlu sürecinde devasa bir dağ sopa olarak, ilahi yılan Adishesha (ya da Hindu ve Budist dininin Kral yılanlarından biri olan Vasuki) ise çubuğun etrafındaki ip olarak kullanılmıştı.

Süt Okyanusu'ndan bir çok şey çıkmıştı ve bunların arasında devaların ilahi doktoru Dhanvantari'nin tutmakta olduğu efendi Vişnu'nun (Vishnu) bir avatarının bulunduğu bir bardaktaki amrita da vardı. Fakat bulunan amrita, tanrı karşıtları (asuralar) tarafından çalınma tehlikesi içerisindeydi, bu yüzden bir sonraki problemi önlemek için tanrılardan Brahma ve Şiva (Shiva) bile Vişnu'dan yardım istediler. (Çünkü efsanenin başında da belirttiğim gibi tanrılar ve tanrı karşıtları bu içeceği birlikte okyanustan çıkarmışlardı)

Vişnu başarılı bir şekilde asuralıların meşhur bakire kızı Mohini'nin şeklini aldıktan sonra aralarına sızarak iksiri değiştirdi ve değerli sıvıyı tanrılara geri verdi.

Böylece Amrita sadece tanrılar için güvence altına alındı. Ancak kurnaz şeytanlardan biri olan ve sonunda bir tanrı kılığına girmiş olan Rahu, Amrita'nın tadına bakmayı başarmıştı. Güneş ve ay zaman kaybetmeden Rahu'nun kafasını kesmesi yönünde Vişnu'yu uyarmışlardı ama şeytan onu ölümsüz yapmak için zaten bazı iksirleri içirmişti.

Artık çok geçti. O zamandan beri efsanelerde onun kafası olarak geçen Rahu ve bedeni Ketu Güneş ve Ay'ın en güçlü düşmanı olmuşlardı. İnanışa göre de Güneş ve Ay tutulmalarının nedeni Rahu ve Ketu'nun birbirine yaklaşarak Güneş ve Ay'ı yutmalarıydı.

BABİL KRALI HAMMURABİ

Yazan: A.Kara
A, Antik tarih, tarih, Hammurabi, Hammurabi kanunları, Hammurabi yasaları, Kral Hammurabi, İbrahimi dinler ve Hammurabi yasaları, Mezopotamya kralı, Babil kralı,

BABİL'İN BÜYÜK KRALI HAMMURABİ VE KURALLARI

Eski dünyanın en büyük kişilikleri arasında şüphesiz ki Hammurabi de vardır. Babil'in yöneticisi olarak askeri başarılarından gurur duyulan Hammurabi "tanrıların hizmetçisi", "halkının babası" ve "barış getiren çoban" olarak hatırlanmak istiyordu. (Çoban kelimesine dikkat, bildiğiniz gibi İncil'de İsa'nın da çoban sıfatı ile anlatıldığı görülür)

M.Ö. 1792-1750 yılları arasında hüküm süren ve Babil'in Birinci Amorite Hanedanlığı'nın altıncı kralı olan Hammurabi, babası Sin-Muballit'ten tahtı devraldı ve tüm eski Mezopotamya'yı fethetmek için krallığını genişletti.

43 yıl süren yönetimi sırasında ilk olarak Mezopotamya'yı birleştirdi ve sayısız savaşlar kazanarak Babil krallığının sınırlarını önemli ölçüde genişletti.

MÖ 1787'de güçlü Uruk ve İsin'i fethetti; Asıl amacı Dicle ve Fırat suları üzerinde kontrol sahibi olmaktı, ancak kolay değildi.

Bölgesel genişleme politikasının ardından Hammurabi komşu ülkeleri Asur, Elam ve Mari'lerle savaşmak zorunda kaldı. Sonunda, birçok savaştan sonra onların da yöneticilerini yendi ve topraklarını aldı. Babil Krallığı hem muazzam hem de güçlü olmuştu. Babil artık dünyanın en güçlü şehriydi.

Hammurabi hakkında bildiğimiz bir çok şey yazarının kendisinin olduğunu ilan ettiği ve kendini kralların bile favori kralı olarak nitelendirdiği yazılarından geliyor. Hammurabi uzun saltanatı boyunca ülkesinin ekonomik gelişimini üstlendi; sulama kanalı sistemlerini, tarımdaki ilerlemeleri, vergi tahsilatını ve birçok tapınağın yapımını bizzat kendisi denetleyerek yeniden düzenledi ve iyileştirdi. Bununla birlikte adı çoğunlukla “Hammurabi Kuralları” ile ilişkilendirilir.

Yasaların ilki ve en uzun olanları bir zamanlar Babil hayatını yöneten cezalar, şahsi haklar ve usule ilişkin yasaları içeriyordu. Yasalar sekiz metre boyundaki (2,4 metre) siyah dikilitaş üzerine kazınmış, dayanıklı olduğu ancak oyması zor olduğu bilinen dört tonluk bir diyorit (bir kaya türü) levhadan oyulmuştur ve aşağıdakilere benzer konuları kapsamıştır:

İFTİRA
Ör. Kanun # 127: "Eğer biri bir tanrının kız kardeşini (yani bir kadını) veya bir kimsenin karısını parmakla işaret ederse" (işaret etmekten kasıt suçlamak, iddiada bulunmak) ve iddiasını ispat edemezse bu adam hakimlerden önce alınmalı ve alnı işaretlenmeli (derisi  veya belki de saçı kesilerek).

TİCARET
Ör. Kanun # 265: "Sığır veya koyunların emanet edildiği bir çoban dolandırıcılık yapmaktan suçlu bulunursa ve hayvanlardan sağladığı kaynakların doğal artışları konusunda yalan söyler ya da para karşılığı satarsa suçlu bulunur ve mal sahibine kaybının on katı kadar ödeme yapar.

KÖLELİK VE KÖLELERİN MÜLK OLARAK DURUMU
Ör. Kanun # 15: "Şehir mahkemelerinin dışında biri, erkek veya kadın kölesini veya serbest bırakılmış bir erkeğin erkek veya kadın kölesini alırsa ölüm cezasına çarptırılır." (Yani eskiden köle olan birinin kölesini bile elinden alırsan cezası ölüm)

İŞÇİLERİN GÖREVLERİ
Ör. Kanun # 42: "Eğer biri tarlayı işlemek için alırda onu işlemez, hasat almazsa, bu onun tarlada çalışmadığının kanıtı sayılır ve komşusunun yetiştirdiği kadar tahılı arazi sahibine teslim etmelidir."

HIRSIZLIK
Ör. Kanun # 22: "Biri hırsızlık yapıyorsa ve yakalanırsa o halde cezası ölümdür."

TİCARET
Ör. Kanun # 104: "Eğer bir satıcı bir nakliyeciye mısır, yün, yağ veya benzer malları nakletmesi için verirse, nakliyeci tutara dair bir makbuz verir ve satıcı tüccara verdiği para ve malları için bir makbuz alır."

MESULİYET
Ör. Kanun # 53: "Eğer barajını en önemli unsur olarak iyi durumda tutamayacak kadar kayıtsız biri varsa ve bu ilgisizliğini sürdürürse, o zaman baraj yıkılır ve tüm alanlar sular altında kalırsa baraj para karşılığı satılır ve para mahvolmasına neden olduğu mahsuller için ilgili kişiye ödenir"

BOŞANMA
Ör. Kanun # 142: "Bir kadın kocasıyla kavga edip şöyle söylerse: "Sen benim için uygun değilsin" bu hükmünün sebepleri ortaya konmalıdır. Eğer kadın suçsuz ise ve kendinden kaynaklanan bir problem yoksa veya adam onu ihmal ediyorsa kadın hiçbir şekilde suçlanamaz, çeyizini alır ve babasının evine döner."

Hammurabi kanunları arasında en çok bilinenlerden biri de şuydu:
96 No'lu Yasa: "Eğer bir erkek başka bir erkeğin gözüne zarar verirse o da onun gözüne zarar verir. Eğer bir erkek diğerinin kemiğini kırarsa o da onun kemiğini kırar.
Eğer biri azad edilmiş (özgür) bir kölenin gözüne zarar verir veya kemiğini kırarsa bir mina (ağırlık birimi) altın ödeyecek ve eğer biri bir başkasının kölesinin gözünü tahrip ederse veya kemiğini kırarsa bu bedelin yarısını ödeyecektir."

Hammurabi'de birçok ceza vardı.
Örneğin bir oğul babasına saldırırsa elleri kesilirdi.

ZİNA
Ör. Kanun # 129: "Eğer bir erkeğin karısı başka bir erkekle yatarsa onları birbirlerine bağlar ve suya atarlar. Eğer eşin sahibi karısını kurtarırsa o halde kral da hizmetkârını koruyabilir."

YALANCI ŞAHİTLİK
Ör. Kanun # 3: "Eğer bir adam duruşmada yalancı şahitlikte bulmuşsa veya yapmış olduğu ifadesinin gerçek olmadığı ıspatlanmışsa ve bu dava bir kazanç duruşması ise adam ölümle cezalandırılır."

KANATLI GÜNEŞ DİSKİ

Yazan & Çeviren: A.Kara
Antik semboller, Semboller, Semboller ve anlamları, Kanatlı güneş diski, Kanatlı disk, Eski semboller, Kanatları olan disk, Güneş diski, A, Ra, Tanrı sembolü ANTİK DÖNEMİN EN ÖNEMLİ SİMGELERİNDEN BİRİ : KANATLI GÜNEŞ DİSKİ
Çok eski zamanlardan beri kanatlı güneş diskinin tüm dünyada birçok kültür tarafından kullanıldığı görülmektedir. En eski dini ve güneş simgelerinden biri olan kanatlı güneş diskinin farklı varyasyonları antik topluluklardan olan Sümerler, Asurlar ve Hititler'de ve birçok toplulukta görülmektedir.

Kanatlı güneş, her yerde birden bulunmanın bir işaretidir; Antik Mısır, Mezopotamya, Anadolu ve Pers toplumunda ilahiyat, kraliyet ve yüce güç ile ilişkilidir. Bu simge genellikle tanrı Horus'un şahin kanatlarıyla taşınan, koç tanrı Amun'un yayılan boynuzlarının üzerinde olduğu bir güneş küresi olarak yorumlanır.

Başka bir varyasyonda ise güneş diski iki kobra yılanı tarafından çevrelenmiş açık başlıklar olarak görülürken bazen ise başa takılan taç olarak göze çarparlar.

Kanatlı disk, kurtarıcı'nın tekil bir simgesini, kanatlı bir güneşi, doğruluk güneşini, kanatlarında şifa ile ortaya çıkan tek bir simgeyi temsil eder.

Aynı zamanda güneş tanrısı Ra'nın bir simgesidir. İbranice'de "Ra" iyiyi bir hiçliğe, felakete ve acıya dönüştürmek anlamına gelir. Çin'de ilahi kusursuzluğun simgesi iken Hindistan ve Mısır'da ise yüksek tabakalara (gökyüzü, dünya ve dünyanın dışı) yükselişi simgeler.

Gizemli bir şekilde bu simge gücün simgesi haline geldi. Tarot kartlarında sıklıkla kullanıldığını görebilirsiniz.

ESKİ MISIR, MEZOPOTAMYA VE DOĞU AKDENİZ ÜLKELERİNDE KANATLI GÜNEŞ DİSKİ
Bu simgenin varlığı antik Mısır'daki eski krallık ile tasdik edilir (M.Ö. 2613-2181) ve simgenin genellikle iki kobra yılanı tarafından kuşatıldığı görülür. Orta Krallıktan itibaren ise koruma simgesi olarak dikili taşlarda ve tapınak girişlerinde bulunur. Horus ile birleştirildikten sonra "Behdety" olarak adlandırılarak Behdet'in Horus'u olarak bilinen Behdety tanrısı ile ilişkilendirildi.

Firavun Akhenaton tüm diğer tanrıları ortadan kaldırmayı ve yalnızca güneş diskinin ibadetini kabul ettirmeyi denemişti ama girişimleri başarısız oldu. Eski Mısır'daki çok tanrılı inanç sistemi Akhenaton’un fikirlerini ve vizyonlarını kabul etmeyerek ismini dikilitaştan sildi.

Güneş diski Mısır'da birçok isim altında tanınan ve tapılan baş cennet tanrısının ana simgesi haline geldi. Geleneksel olarak birçok Mısır mezarı ve tapınağında güneş disklerinin kapılara oyulduğu görülmektedir.

Doğu Akdeniz Ülkelerinde, Mezopotamya ve Küçük Asya'da kanatlı güneş diski simgesi M.Ö 2000 yıllarında ortaya çıktı.

Asur hükümdarları onu kraliyet simgesi olarak görüyordu. Önemi şu kelimelerle ifade edildi: SOL SUUS (Harfi harfine tam anlamıyla, "kendi kendine, Güneş", yani "Majesteleri").

MÖ 8. yy'da kanatlı güneş diski, Yahuda Krallığı'nın kraliyet evine ait İbranice mühürler üzerinde görünür ve bu simge özellikle "l'melekh" ("krala ait") yazıtıyla birlikte kavanozlarda ve mühürlerde bulunur. Kudüs'teki Yahuda Kralı olarak Davud'un 13. halefi olan Hizkiya saltanatından (M.Ö. 715-706 yıllarında) Hizkiya'nın kraliyet mühürleri, merkezi güneş diskinden çıkan altı ışını ve aşağıya doğru iki kanadını barındırıyordu.

Bazı mühürler iki tarafında da Mısır simgesi olan ankh ("hayatın anahtarı") simgesiyle kuşatılmış olarak bulundu.

Zerdüştlük'te ise kanatlı güneş diski Zerdüşt Persler döneminde "Faravahar" ("Ahura Mazda'nın görsel yönü") olarak biliniyordu.



SAYYİDE EL-HURRA

Yazan: A.Kara
A, tarih, Sayyida, Sayyida Al-Hurra, Korsan kadın, Fas'lı korsan kadın, Barbaros Hayrettin Paşa, İslam tarihi, Müslüman kadın korsan, Kadın savaşçılar,

FAS'IN KORKULAN VE SAYGI DUYULAN KORSAN KRALİÇESİ "SAYYİDE EL HURRA"

1492'de Katolik Hükümdarları Kastilya'dan I.Isabel ve Aragon'dan II.Ferdinand İber Yarımadası'nın kontrolüne sahip olarak Grenada'yı ele geçirmeyi başardı. Hristiyanlığa geçmeyi reddedenler bölgeyi terk etmeye zorlandılar. Grenada'dan gelen ve Fas'ta sığınma isteyen mülteciler arasında Sayyide adında küçük bir kız vardı, ailesi ve akrabaları ile birlikte bölgeye sığınmışlardı.

Sayyide yabancı bir ülkede yeni bir yuvaya sahip olduğunda sadece 2 yaşındaydı. Güçlü ve zengin bir kabile olan Banu Rashid'in bir aile üyesi olduğu için çocukluğu güvenli ve mutlu geçiyordu. Ama Sayyide Grenada'dan ayrılmaya zorlanmalarının onları küçük düşürmesini asla unutamadı ve affetmedi. Büyüdüğünde Hristiyanların çetin bir düşmanı haline gelerek İspanyollardan intikam almaya çalıştı.

SAYYİDE EL-HURRA KİMDİR?
Gerçek adı tarihte kaybolmuştur ancak günümüzde "özgür ve bağımsız soylu kadın, üstün otoriteye boyun eğmeyen asil kadın" anlamlarına gelen "Sayyide el-Hurra" ismiyle bilinir. Sayyide el-Hurra (1485 - 1561) 16 yaşında iken Endülüs'ten gelen mülteciler arasından yaşlı bir adam olan Ali Al Mandri ile evlendi. Babasının da bir arkadaşı olan kocası Fas'ın kuzeyindeki Tetuan şehrinin valisi idi. Bazı kaynaklar Sayyide'nın onun oğluyla evlendiğini de ifade ettiğini söylemek gerekir.

Hangisiyle evlendiğine bakılmaksızın akıllı bir kadın olan Sayyide'nın kocasına tavsiyelerde bulunduğu, işlerinde yardım ettiği ve politikaya karıştığı bilinmektedir.

Sayyide birçok önemli toplantıya katılmasıyla birlikte hayatının ilerleyen kısmında önemli bir rol oynayacak birçok güçlü insanla tanıştı. Bunlardan biri de 1400'ler civarında Kastilyalılar tarafından tahrip edilen Tetuan kentini yeniden inşa etmesi için ona izin veren Wattasid hanedanlığından Faslı Sultan Ebu Al-Abbas-Ahmad İbn Muhammad idi.

Sayyide el-Hurra kocası öldükten sonra Tetuan valisi olarak göreve başladı ve şehrin tek yöneticisi olduğunu ilan etti. "Endülüs-Fas Sözlü Anlatılarında Feminist Gelenekleri" kitabının yazarı Hasna Lebbady'e göre "Sayyide farklı koşullar altında yapılması gerekenleri biliyordu ve bunlar onu lider yapacak niteliklerdi."


SAYYİDE'NIN KORSANLIĞA BAŞLAMASI
Laura Sook Duncombe "Korsan Kadın" adlı kitabında şöyle diyor:
"Sayyide’nin döneminde şeriat yasası altındaki kadınlar dönemin birçok Batı hukuk sistemi altındaki kadınlardan daha fazla özgürlüğe sahipti. Örneğin şeriat hukukunun geleneksel yorumları müslüman kadınların boşanabileceğini, evlendikten sonra soyadlarını koruyabildiklerini ve kendi mali meselelerini idare edebileceğini söylüyordu."

(Hristiyan ve Yahudi topluluklarda kadının statüsünün kötü olduğunu hatta Hristiyanların cadı diye binlerce kadın ve çocuğu yakıp astığını size bir yazımda anlatmıştım. Fakat bu yine de İslamiyet kadına boşanma hakkı vermiştir demeye neden olamaz. Çünkü Kur'an hiçbir zaman kadını muhatap almamış, her zaman erkeklere seslenmiştir. Ayrıca birçok İslami kaynağa göre kadının boşanma hakkını bile kocasından alması gerekmektedir. Yani kocası ona yol vermedikçe kadın ondan ayrılamaz. Laura Sook bu açıklamayı yapmadan önce konuyu daha iyi araştırmalıydı.)

Sayyide 1541'de Faslı Wattasid hanedanlığının bir Sultanı olan Ahmed Al-Wattasi ile evlendi. Bu onun hayatında yeni bir bölümün başlangıcıydı. Rahat bir hayat yaşayabilir ve politik başarının tadını çıkartabilirdi ama o daha fazlasını istedi. Geçmişten gelen hatıralar onu rahatsız etti ve İspanyolların ailesine neler yaptığını unutamadı. Grenada'dan gönderildikleri ve gitmeye zorlandığı gerçeğini unutamadı.

Tarihçiler o zamanlar sadece küçük bir çocuk olmasına rağmen nefretinin çoğunun çocukluk döneminde yetişkinlerin konuşmalarına kulak misafiri olduğundan kaynaklandığını düşünüyor. Sürgün edilen birçok kişi İspanyollardan intikam almaktan bahsediyordu ve Sayyide'nın aklı Hristiyan istilacılarla nasıl mücadele edebileceği konusunda fikirlerle doluyordu. Hristiyan düşmanlarından intikam almak istediği için korsanlığa başladı ve Cezayir'deki ünlü Osmanlı denizcisi Barbaros Hayrettin Paşa ile temasa geçti.

Barbaros (1475 - 1536), Sayyide el Hurra ile ilk tanıştığında ona gülse de saygı duyması gereken olağanüstü bir kadın olduğunu fark ettiğinde ona karşı olan tutumu hızla değişti. Sayyide Cebelitarık'ta başarılı birkaç korsan operasyonuna liderlik etti ve bir gün Endülüs'e geri dönmeyi hayal etmeye devam etti fakat rüyası asla gerçekleşmedi.

Lebbady şöyle diyor:
"Fas’ın bir donanmaya sahip olmamasından ve ülkenin sahili savunmak için bazı korsanlara bağlı olmasından dolayı Sayyide'yi korsan olarak adlandırmanın yanlış olduğunu belirtti. Korsanların çoğu Salé ve Tetuan gibi yerlere yerleşen Endülüs'lüler idi. Sayidda'nın emri altında, Fas'ı sömüren ve zaman zaman nüfuslarının çoğunu köleleştiren agresif İberyalıları savuşturmak için ona yardım ettiler.

Bu yüzden ona korsan demezdim. Ona korsan olarak atıfta bulunmak topraklarını agresif sömürgeci güçlerden savunanlar üzerine suç atmaktır"

Ancak diğer araştırmacılar farklı görüşlere sahipler.

Fatima Mernissi'nin "İslam'ın Unutulmuş Kraliçeleri" kitabında Sayyide'nin "Batı Akdeniz'deki korsanların tartışmasız lideri" olduğunu yazdı. Akdeniz’in kontrolünü elinde bulundurduğunu anlayan Hristiyanlar tarafından ona saygı duyuldu. Ayrıca Portekiz ve İspanyol esirlerin serbest bırakılıp bırakılmama sürecini o yönetti. Komuta ettiği korsanlarla gerçekten yelken açıp açıp açmadığı belli değil ancak yağmadan elde ettiği gelirleri ile kenti Tetuan'a yatırım yapılıyordu.

Sayyide bir korsan olarak 20 yıl boyunca batı Akdeniz'i yönetti. Kariyeri ise ironik bir şekilde damadı olan Muhammed al-Hasan al-Mandri tarafından sona erdi. Sayyide 1524 Ekim'de sınır dışı edilirken malları el konuldu ve elindeki gücü alındı.

Laura Sook Duncombe:
"Sevilen bir yönetici olmasına ve çeyrek asırdan fazla bir süredir refah getirmesine rağmen, taht iddiasını korumak için başvuracak kimsesi yoktu" diyor.

Sayyide gururlu bir kadın olarak kaderini kabul etti ve Şafşavan'a giderek 14 Temmuz 1561'e kadar yaklaşık 20 yıl kadar daha yaşadı.

Her ne kadar Sayyide bu kadar yıl geçirse ve Tetuan'ı müreffeh bir şehre çevirmiş olsa da yaptıklarını belgeleyen tarihi kayıtlar neredeyse hiç yok.

BOYNUZLU TAVŞAN EFSANESİ

Yazan: A.Kara
A,mitoloji, Jackalope,Boynuzlu tavşan, Boynuzlu tavşan efsanesi, Efsaneler, Efsanevi canlılar, Mit, Efsane ile aldatma, Mitolojik canlılar, Geyik boynuzlu tavşan,
EFSANEVİ BOYNUZLU TAVŞAN JACKALOPE

Jackalope birçok Avrupa'lının günümüzde bile gördüğünü iddia ettiği efsanevi bir hayvandır. Bu boynuzlu tavşan gerçekten var mıdır yoksa sadece bir efsane midir hala tartışma konusudur. Neden bu kadar çok insan onu gördüğünü iddia ediyor ya da bu "gördüm" iddialarının arkasındaki gerçek ne olabilir?

Bu olağandışı hayvanın birçok efsanesi Amerika'dan gelir ancak boynuzlu tavşan hikayelerinin dünya çapında birçok antik kültür tarafından da bilindiği görülmektedir. Kuzey Amerika kültüründe jackalope antilop boynuzlarına sahip olan bir dağ tavşanıdır. Orta Amerika'da ise boynuzlu tavşan yaratığına dair mitolojik referanslar Huichol efsanelerinde görülmektedir. Eski Pers topluluğundaki insanlar İncil'de yedi kez bahsi geçen ünlü Unicorn'a benzeyen tek boynuzlu bir tavşandan bahsediyorlardı. İncil'in tek boynuzlu atı aslında bir oniksdi.

Ayrıca Vikingler de Avrupalıları yüzlerce yıl boyunca boynuzlu atların yalanlarıyla kandırmayı başarmıştı. Tek boynuzlu ata ait bir boynuz olduğunu iddia ederek hayvan dişlerini bile satmaya başlamışlardı. Almanya'da ise boynuzlu tavşanlar sıklıkla başka garip vücut kısımlarına, kanatlar ve gagalara sahiptiler ve Wolpertinger veya Rasselbock olarak adlandırılırdılar.

Eski halkların efsaneleri birçok boynuzlu hayvandan ve diğer canlılardan söz eder. Farklı isimler altında bilinen boynuzlu yılan efsanelerine Kuzey Amerika, Mısır, Mezopotamya ve Avrupa'da rastlanmıştır. Ayrıca Avrupa'da boynuzu olduğuna inanılan birçok mitolojik varlık bulunmakta.

Kelt mitolojisinde başının üstünde iki geyik boynuzu bulunan bir tanrı olan Cernunnos. İngiliz Berkshire ilçesinde Windsor Ormanı ve Büyük Park'ta yaşadığı söylenen efsanevi bir yaratık olan avcı Herne'nin de boynuzları vardı.

Atalarımıza göre boynuzlar doğanın ilkel gücünü temsil ediyordu. İnsanlık tarihi boyunca halklar boynuzları kullanarak bu gücü ifade ettiler. Bu nedenle boynuzlar güç ile eşanlamlı bir hal alarak evrensel bir antik sembol haline geldiler.

Örneğin zenginlik kavramı Cornucopia (Bolluk Boynuzu) dinlerinin ana parçası olan Keltler de dahil olmak üzere birçok eski kültür tarafından saygı duyulan zenginlik, bereket, bereket ve beslenme sembolüdür. Bu sembol hala bazı bölgelerde plastik, hasır, metal, ahşap veya başka malzemelerden yapılarak bereket getirmesi için evlerde kullanılır. İçi sembolik olarak değerli ya da sadece güzel şeylerle doldurulur.

BOYNUZLU TAVŞAN İNANCI NASIL POPÜLER HALE GELDİ?
Boynuzlu tavşan efsanesinin yayılması ve varlığına dair olan inanç bir anda Ortaçağ resimlerinde ortaya çıkmıştır. Rönesans döneminde ve sonrasında bilim adamları bu yaratığın gerçek bir biyolojik tür olup olmadığını tartışmaya başladılar. 18. yüzyılın sonunda birçok bilim adamı boynuzlu tavşanların mitolojik hayvanlar olduğu fikrini kabul etti.

Boynuzlu tavşanı gerçekten ünlü yapan kişi Wyoming sakini olan Douglas Herrick (1920–2003) idi. 1932'de bir av gezisinden dönerken dinlenmeye geldiği yerdeki hayvan leşinde bir çift geyik boynuzu gördü. Gördüğü bu boynuzlar bir tahnitçi olan Douglas'a bazı fikirler verdi ve oğlu ile birlikte boynuzlu tavşanlar üretmeye başladılar.

82 yaşında vefat etmeden önce o ve oğlu binlerce jackalope yapmışlardı. Douglas Herrick jackalope tavşanları satarak çok şey kazanmıştı ancak "işi" ve sattığı tavşanlar sadece bir aldatmacaydı. İnsanlar bu hayvanı batının bir sembolü olarak benimsediler. Kartpostallar ve posterler üzerinde jackalope kullanılmaya başlandı ve Wyoming "Dünyanın Boynuzlu Tavşan Başkenti" olarak tanındı. Meraklı bazı insanlar bazılarının var olduğuna inandığı bu boynuzlu tavşanı aramak için bölgeye gelmeye başladılar ancak olmayan bir şeyi arıyorlardı.

Bunun üzerine 2005 yılında Wyoming yasa koyucuları Jackalope'yi "Efsanevi Yaratık" olarak ilan etti.

Bazıları hala bu tavşanı gördüğünü iddia etse de ne yazık ki bu iddia edilen görüşlerin çoğunun arkasında aldatmaca ve medya faaliyetlerinin bir kombinasyonu bulunmakta. İnsanlar bu efsanevi yaratığı maddi kazanç elde etmek için kullandılar. Bilim insanlarına göre atalarımız tarafından tarif edildiği gibi bir tavşana dair somut, fiziksel bir kanıt yoktur. Yine de zaman zaman insanlar bu hayvanı gördüğünü bildirmeye devam ediyor ve var olduğuna inanıyorlar. Bir çoğu ise bunun bir efsane olduğunu biliyor ve kamp ateşi etrafında söylenen şarkılarla bu efsaneyi canlı tutuyor.



İLK İNCİL'İN BASILIŞI

Yazan: A.Kara
A, hristiyanlık, Gutenberg, Gutenberg İncili, Biblia Sacra, İlk İncil Baskısı, tarih, İlk basılı İncil, İnciller nasıl çoğaltıldı?, Alman mucit Gutenberg, Hristiyanlığın yayılışı,
23 ŞUBAT 1455 YILINDA GUTENBERG İLK İNCİL BASKISI

23 Şubat 1455'te Avrupa'nın ilk seri üretilen kitabı olan Gutenberg İncil'i Almanya Mainz'deki hareketli tipteki bir baskı makinesi ile basılmıştır. Basıln bu kitap Latin dilinde bir İncil idi.

Hristiyanlık tarihinin en önemli olaylarından biriydi (keşke diğer din kitapları gibi İncil'de hiç dünyaya yayılmasaydı ya neyse). 1455'ten önce kitaplar çoğunlukla çok varlıklı ve yüksek mevkili insanlar içindi yani fakir yada sıradan halkın kitap sahibi olabilmesi çok zordu. Kitaplar kesinlikle ucuz falan da değildi.

Kitap kopyalamak uzun ve sıkıcı bir işti. Uzun bir süre boyunca İncil elle kopyalanmıştı. Yazması neredeyse tek bir keşişin 20 yılını alıyordu.

Johann Gutenberg’in mükemmel matbaa buluşu kitapların ve içerdikleri bilgilerin popülerleşmesine yardımcı oldu.


Buluşu tek bir çalışmanın birçok doğru kopyasını üretmeyi mümkün kılarak bilginin yayılımı konusunda devrim yarattı. Böylece basılı kitaplar daha geniş bir nüfusa daha kolay ulaşabilir hale geldi.

Gutenberg zengin bir adam değildi ama kitapları yaymak istedi. Bu yüzden 1448'de borç para alaral hareketli tip baskı yapabilen matbaasını icat edip inşa ettirdi.

Baskı sisteminden çok az para kazanıyordu ama 1455'te her biri 300 florin değerinde iki İncil (Biblia Sacra) kopyası satarak matbaanın gücünü gösterdi.

Bu para ortalama bir tezgahtar için yaklaşık üç yıllık maaşın karşılığıydı ancak el yazısı bir İncil'den çok daha ucuzdu.

İncil'in kaç kopyasının basıldığı bilinmemektedir ve tahminler yaklaşık olarak 150 ila 180 arasındadır. Bugün çeşitli eyaletlerde kayıt altına alınan 48 kopyası bulunmaktadır.

Parşömen kopyalarının tamamı Paris Bibliotheque Nationale Kütüphanesi, Londra İngiliz Kütüphanesi, Washington, D.C Kongre Kütüphanesi ve Almanya’daki Göttingen Eyalet ve Üniversite Kütüphanesinde bulunabilir.

Kaynak: Gutenberg-Bible.com

JAPON MİTOLOJİSİNDE EŞCİNSELLİK

Hazırlayan: A.Kara

JAPON MİTOLOJİSİNDE EŞCİNSELLİK

"MİTOLOJİLERDE EŞCİNSELLİK" başlıklı videoyu izleyerek çeşitli toplumlarda eşcinselliği dair inanışları, tavrı öğrenebilirsiniz.

Japon efsanelerinde eşcinsel aşk yaşayan ve Güneş tanrıçası Amaterasu'nun hizmetkarları olan Shinu No Hafuri ve Ama No Hafuri iki kişi vardır. Hikaye Shinu öldükten sonra buna dayanamayan Ama'nın intihar etmesi ve aynı mezara gömülmesini anlatırken bu ikili ayrı ayrı gömülene kadar Güneş ışınlarının mezarlarının üzerine yansımadığı yer alır. [1]

Başka bir hikayede tanrıça Amaterasu, erkek kardeşi ile; Susanoo (Takehaya) olarak bilinen fırtına ve yağmur tanrısı ile kavga eder. Bunun üzerine kendini göksel bir mağaraya çeker. Onu mağaradan çıkarmak isteyen şafak tanrıçası Ame No Uzume dans etmeye, kıyafetlerini yırtmaya, diğer tanrı ve tanrıçalara seslenmeye başlar. Güneş tanrıçası Amaterasu saklandığı yerden dışarı çıkıp onu izlemeye koyulduğunda bunu fırsat bilen tanrılar mağaranın ağzını kapatırlar. Böylece yeryüzü tekrar güneş ışığına kavuşur. Tabi yine de bu hikayenin eşcinselliğe atıfta bulunup bulunmadığı net değildir. [2]

Diğer yandan Şinto tanrıları yaşamın tüm yönleri ile ilişkili hale getirilmiştir; ki bunlardan biri de geleneksel oğlancılık (pederasti) uygulamasıdır. Bazı halkların Şinto mezheplerinde standart Şinto panteonunun bir parçası olmayan, erkek erkeğe aşk ve birlikteliğin koruyucu tanrısı olan "Shudō Daimyōjin (衆道大明神)" yer alır. [3]

Şintoizm'de kami adı verilen kutsal ruhlar vardır. Bunlardan bazıları aynı cinsiyetten aşk ve birliktelik ile ilişkilidir. Örneğin Shirabyōshi adlı kadın kami, yarı insan yarı yılan olarak temsil edilir. Onun adını taşıyan Şinto rahibeleri ayinler sırasında erkek kıyafetleri giyerek dans ederlerdi. [4]

Fakat şunu belirtmekte fayda var: Bazı eski kültürlerde olduğu gibi rahip ya da rahibelerin karşıt cinsiyeti yansıtan kıyafetler giymeleri doğada her cinsiyetin var olduğunu göstermek, yansıtmak amacı taşıyor da olabilir.  

Kamilere geri dönüp, bunlardan konuyla ilgili olan diğerlerine değinelim:

Oyamakui adlı dağ ruhu çocuk doğumlarını gözetir ve cinsiyet değiştiren bir ruhtur. [5]

Öte yandan İnari çeşitli cinsiyetlerde tasvir edilen, bazen yemek tanrıçası genç bir kadın olarak bazen ise pirinç taşıyan yaşlı bir adam olarak temsil edilen, pirinç ve tarımın kutsal ruhudur. [6]

Orta Çağ Japonya'sında yaygın olan inanış alacakaranlıkta veya gece yalnız başına görünen kadının aslında bir kadın değil tilki ruhu olabileceği yönündeydi. Bu yüzden erkekler onlardan uzak durmalıydı. İşte İnari aynı zamanda Japon mitolojisindeki tilkilerle ve erkekleri tuzağa düşürüp onlardan beslenmek için gerçek cinsiyetlerinden bağımsız olarak kadın kılığına giren hileci tilki ruhları yani Kitsune'lerle de ilişkiliydi. [7]

FREYA VE KOCASI ODR

Yazan: A.Kara
A,mitoloji, İskandinav mitolojisi, Freya, Freya ve Odr, Slavların tutkulu tanrıçası, Slav mitolojisi, Slav mitleri, İskandinav efsaneleri, Tanrıça Freya, Freya'nın altın takısı, Brisingamen kolyesi
FREYA VE YAZ GÜNEŞİNİN TANRISI KOCASI ODR

İnanışa göre Freya yaz güneşinin ve tutkunun sembolü olan Odr (Odur) ile evlendi. Odr'i çok seviyordu ve çiftin Hnoss ve Gersemi adlarında iki kızı vardı.

Bu bakire kızlar (isimleri "mücevher" anlamına geliyordu) o kadar güzeldi ki, güzel ve kıymetli olan her şeye isimleri verildi.

Odr onun yanında mutlu bir şekilde kalırken Freya neşeliydi ve gülücükler saçıyordu fakat bu durum uzun sürmedi. Odr ile olan evliliği problemsiz değildi.

Freya hakkında sık sık şunu merak ederdi: Benim için mi giyiniyor yoksa başka bir şey mi var?

Freya'nın Brisingamen Kolyesini almak için cücelerle dört gün dört gece geçirerek ona ihanet ettiğini biliyor muydu?

ODİN VE LOKİ, FREYA'NIN ODR'E İHANET ETTİĞİNİ BİLİYORDU
Freya cücelerle birlikte iken tamamen yalnız değildi. Dışarıda ne yaptığını gören hileci tanrı Loki vardı. Loki onun sevgili kocası Odr'e ihanet ettiğini biliyordu.

Tanrıça evi olan Asgard'a giderken kolyesini boynunun etrafına doluyordu ki daha o kolyesini takana kadar Loki hızlı bir şekilde Freya'nın ihanetini anlatmak için doğrudan Odin'in yanına gitti. Odin, Odr'i bilgilendirdi ama o duyduklarına inanmak istemiyordu.

Odr “Bu yalana yalnızca Loki bana bakmam için kolyeyi getirebilirse inanırım” dedi.
“O kolyeyi benim için al,” diye emretti Odin. Kızgın ve üzgündü ve bir hiddetle yanıyordu. Loki'ye "Onu alana kadar yüzünü bir daha görmek istemiyorum, almadan gelme" dedi.

Bu utanç verici kolyenin gece vaktinden önce getirilmesine karar verdiler.


BRISINGAMEN KOLYESİNİN ÇALINIŞI
Freya’nın büyük salonu Sessrumnir’den içeri girmek kolay değildi bu yüzden Loki kendini sineğe dönüştürmek zorunda kaldı. Freya'nın kızlarının ve hizmet eden hizmetçilerin uykuda olduğundan emin olduktan sonra Freya'nın başucuna uçtu ama Freya uyurken bile kolyesini takıyordu ve kolyeyi çıkarabileceği toka kısmı arkada kalmıştı. Görüş alanı dışındaydı ve ulaşılamıyordu.

Durum böyle olunca bu sefer şekil değiştirici Loki şeklini tekrar değiştirdi ve bu kez bir pireye dönüştü. Freya’nın yanağını ısırınca uyumakta olan tanrıça yan tarafına döndü. Artık kolyenin tokası açıkça görülüyordu. Bu sayede Loki kolyenin tokasını açtı ve Freyja'nın boynundan sessizce çıkardı.
Sonrasında kimsenin onu görmediğinden emin olarak Freya'nın salonundan ayrıldı.

Sabah olduğunda Freya, Brisingamen kolyesinin çalındığını ve onun sevgili kocası Odr'de olduğunu fark etti.

Ağlayıp sızlayarak af dilemek ve pişman olduğunu söylemek için Odr'e bir elçi gönderdi, böylece hatasını itiraf etmiş oldu ve affedilmesi için yalvardı. Fakat artık çok geçti, Odr Asgard'dan ayrılmıştı.

Freya çok üzgündü ve Odin'e gitti.

"Davranışlarım için çok üzgünüm. Bana Odr'in nerede olduğunu söylemelisin ki gidip onu bulup af dileyeyim." dedi. "Odin kafasını salladı ve gitmeden önce Odr'in kendisine söylediklerini ona anlattı."

"Asgard'dan ayrılmaya ve Midgard boyunca dolaşmaya karar verdi. Onu durduracak ya da geri arayacak gücüm yok" dedi.

Freya gözyaşları içinde cevap verdi "Onun peşinden gideceğim ve onu bulup affetmesi için yalvarıncaya kadar dinlenmeyeceğim, mutlu olamayacağım."

"Dilediğin gibi" dedi Odin. "Asgard'daki her şey aptal bir altın zincire verdiğin aptalca değer için seni bağışlayacak"

Akabinde Freya ayrılmadan önce Odin şunları söyledi: "Utancınızı asla unutamayacaksınız, ceza olarak Brisingamen'i boynunuzda taşıyacaksınız. Odr'i bulana ve affını kabul edene kadar onu asla boynundan çıkarmayacaksın."

Freya kolyeyi aldı ve boynuna bağladı.

FREYA KOCASI ODR'İ BULMAYA ÇALIŞIYOR
Freya salonuna geri döndüğünde Asgard'dan ayrılmak için gerekli tüm hazırlıkları yapmaya başladı. Odr'in yokluğu için ağlayıp sızlanacak zaman yoktu, hızlıca onu aramaya başladı.

Odr'i ararken kendisini pek çok isim altında gizlemek zorunda kaldı. Uzun süre Asgard'dan ayrı kalınca özellikle de kardeşi Freyr onu dışarı yolladığı için Odin'i suçladı. Odin Freya'yı geri çağırabilirdi ama yapmak istemedi. Kendince sebepleri vardı.

Odin, Freya ve üzücü deneyimleri sayesinde Midgard halkına aşk, tutku, mutluluk ve acının yollarını öğretmek istedi.

Sonunda Freya dünyanın güneşli ve ılık olan kısmına ulaştı ve Odr'i yaprak dökmeyen ve çiçek açan mersin ağaçlarının altında, çekici ve hoş bir kokusu olduğu bilinen bir yer buldu. Freya'ya olan sevgisi geri gelmişti ve Freya tekrar mutlu olmuştu. O ve kocası hayatlarını mutluluk içinde sürdürmek için evlerine geri dönmüştü.

Araştırmacılara göre bazı insanlar bu efsaneye göre çiçeklerin açtığı mersinlerin hoş atmosferi Odr'in Freya'ya olan sevgisini yeniden kazanmasına yardımcı olduğuna inanmıştı. Bu nedenle kuzeydeki gelinler şu an bile tıpkı bu efsanede olduğu gibi popüler olan geleneksel turuncu çelengi tercih ederek onu mersin çiçekleri ile donatırlar.