HABERLER
Dini Haber
Dini Haber etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Dini Haber etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

DİNİ AZINLIKLAR SAYGI BEKLİYOR

Haber

Türkiye'deki Hristiyanlar Yeni Kiliselerini Kutluyor, Ancak Dini Azınlıklar Hala Saygı Bekliyor

15 Ekim'de, Türkiye'deki yüzlerce Süryani Hristiyanı, İstanbul'un yeşillikler içindeki Yeşilköy semtinde bir araya gelerek, cemaatin yüzyılı aşkın süredir açtığı ilk yeni kilise olan Mor Efrem Süryani Ortodoks Kilisesi'nin açılışına tanıklık etti.

Bir nesil önce, İstanbul'da yeni bir Süryani Hristiyan kilisesi inşa etme fikri hayalden öteye gidemezdi. Kilisenin en eski kollarından biri olan Süryani Ortodoks Hristiyanlığı, ayinlerinde hâlâ İsa ve havarilerinin dili olan Aramice'nin bir lehçesini kullanıyor. Türkiye'nin azınlık halkları üzerine çalışan Süryani Katia Arslan, "Biz çok eski bir halkız, bir Mezopotamya halkıyız" diyor.

Ancak bugün Türkiye'de Süryani Kilisesi, Doğu Süryani Kilisesi ve Roma'ya bağlı Latin Birliği Kiliseleri'nde temsil edilen, ancak çoğu Süryani Ortodoks olan yaklaşık 25.000 Süryani Hristiyan yaşamaktadır.

Bir zamanlar Türkiye'nin güneydoğusunda sayıları yüz binlerle ifade edilen ancak Osmanlı İmparatorluğu'nun son dönemlerindeki savaş koşulları ve ekonomik sebeplerle dünyanın çeşitli yerlerine göç etmiş bir topluluğun son kalıntılarıdır. Modern Türkiye'nin ilk günlerinde daha fazla kitlesel biçimde yurtdışına veya Türkiye'nin batı şehirlerine göç etmişlerdir. Göç sırasında devlet, kiliseler ve manastırlar da dahil olmak üzere Süryanilere ait bazı mülkleri kamulaştırmıştır.

Öte yandan İstanbul, Ankara ve İzmir Süryani metropoliti Yusuf Çetin, bu ay İstanbul'daki yeni kilisenin açılışında, kilisenin kapılarını meshederken ve dua okurken kalabalığın alkış ve tezahüratlarıyla karşılandı.

Daha da önemlisi ve belki de daha da şaşırtıcı olanı, önceki pazar günü, İslam'ı Türk kimliğinin bir parçası haline getirmek için çok çaba sarf eden Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın kilisenin tamamlanmasını kutlamak üzere bir ziyaret gerçekleştirmiş olmasıdır.

Cumhurbaşkanı, "İnşa ettiğimiz kilise, ülkemizdeki din ve inanç özgürlüğünün bir sembolüdür" dedi. "Bölgemizde ve dünyada dini ve etnik kökene dayalı bölünmelerin, çatışmaların ve nefret suçlarının arttığı bir dönemde Türkiye'nin bu kucaklayıcı tavrı çok önemlidir" dedi.

Erdoğan'ın 1990'ların sonunda iktidara gelmesinden bu yana Türkiye'deki Hristiyanlarla girift bir ilişkisi oldu. Seleflerinin yaklaşık bir asırlık katı laik politikasının ardından Türkiye'de İslam'ı kamusal alana geri getirirken, devletin kamulaştırdığı birçok kilise ve sinagogun müze ve kültür merkezi, hatta aktif ibadethane olarak yeniden açılmasına da izin verdi.

Mor Efrem'in inşaatının başladığı 2019 yılında Erdoğan temel taşlarından birini yerleştirdi.

Metropolit Yusuf Çetin 15 Ekim'deki açılışta Türk medyasına verdiği demeçte "Cemaat olarak ona inandık ve samimiyetine güvendik" dedi. "Sadece Türkiye'deki Süryanileri değil, yurt dışındaki Süryanileri de onurlandırdı."

İstanbul'daki MEF Üniversitesi'nde siyaset bilimi öğretim üyesi olan Özgür Kaymak, AKP'nin dini azınlıklara yönelik politikalarının, hükümetin Türkiye'nin laik geçmişinden kopuşunun bir parçası olduğunu, fakat aynı zamanda siyasi pragmatizmini yansıttığını belirtti.

Süryani diasporası üzerine yayın yapan Sabro dergisinin editörü David Vergili de aynı görüşte. Vergili, "AKP'nin özellikle çatışma dönemlerinde ve Batılı ülkelerin gözünde azınlıkların varlığından fayda sağlamaya çalıştığını açıkça görüyoruz" dedi.

Gerçekten de Mor Efrem'in açılışı sadece Süryani liderler tarafından değil, diğer Hristiyan mezhepleri tarafından da kutlandı: Kilise sadece ilk Süryani binası değil, aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulduğu 1923 yılından bu yana herhangi bir mezhebe ait yeniden inşa edilen ilk kilisedir ki Cumhuriyet'in ilk yılları, üniter ve milliyetçi bir Türk kimliğini pekiştirmek maksadıyla etnik ve dini azınlıkların baskı altına alınmasıyla sonuçlanan Türkleştirme politikalarıyla şekillenmişti.

Süryani kilisesinin yakınında bulunan Tesbih'in Kraliçesi Meryem Katolik Kilisesi'nin Dominiken papazı Rahip Luka Refatti, Mor Efrem'in açılışında kilisenin önünde diğer din adamlarıyla birlikte durdu.

Refatti'nin kilisesi, İstanbul'da sadece tek bir kilisesi olan Süryani cemaatine yıllarca ev sahipliği yapan birkaç Hristiyan cemaatinden (Ermeni ve Rum Ortodokslar, Latin Katolikler ve diğerleri) biriydi ve İstanbul'daki 18.000 Süryani'nin çoğunun kümelendiği Tarlabaşı semtinden uzakta bulunan bir kiliseydi.

Refatti, "Şimdi onlar için bu yeni bir dönem" dedi. "Umarım burası sadece kendi kimliklerini gösterecekleri ve sergileyecekleri bir yer değil, aynı zamanda dua edecekleri ve Tanrı'yla buluşacakları bir yer olur. Sadece Süryani Hristiyanlar için değil, tüm mezhepler için" diye ekledi.

750 kadar kişinin ayin yapabileceği bu yeni bina beş katlıdır ve modern mimari ile geleneksel Süryani tarzını harmanlamaktadır. Dış cephesi, tarihi bir Süryani bölgesi olan Türkiye'nin güneydoğusunda yer alan Mardin ilinde bulunan Süryani kiliselerini yansıtan kumtaşından bir tasarıma sahipken, ibadethane de dördüncü yüzyıldaki adaşı Suriyeli Aziz Efrem gibi erken dönem kilise figürlerinin freskleriyle donatılmıştır.

Kilisenin açılması pek çok Hristiyan için sevindirici bir gelişme olsa da Türkiye'deki dini azınlıkların durumunu uzun süredir takip eden bazı kişiler bu duruma şüpheyle yaklaşıyor. Kaymak, Türk anayasasının gayrimüslim azınlıklara eşit haklar tanıdığını ancak gerçek eşitliğin nadiren sağlandığını belirtiyor.

Erdoğan'ın Hristiyanlarla olan ilişkisinde de belirsizlikler var. Mor Efrem'in temelini attıktan sadece bir yıl sonra Erdoğan, UNESCO Dünya Mirası Listesi'nde yer alan ve hem Bizans Ortodoks Hristiyanlığı'nın hem de Osmanlı İslamı'nın merkezi olan Ayasofya'yı tekrar camiye dönüştürerek Hristiyan dünyasının tepkisini çekmiştir.

Bir ay sonra, Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşundan bu yana müze olarak tarafsız bir şekilde korunan antik Kariye Kilisesi/Kariye Camii de Müslümanların ibadet mekanına dönüştü. Yunanistan Dışişleri Bakanlığı bunu "tüm inananlara karşı bir provokasyon" olarak nitelendirdi.

Bu hamle Süryani cemaati tarafından da hoş karşılanmadı.

Vergili, "İstanbul'daki Ayasofya'nın ve ülkedeki diğer kiliselerin dönüştürülmesi, Hristiyan mirasının yok edilmesi ve ülkedeki kadim Hristiyan topluluklar için uzun süredir devam eden engeller ve zorluklar halkımız için gerçek endişe kaynağıdır" dedi.

Erdoğan'ın Mor Efrem'deki açılış törenine katıldığı hafta, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Türkiye'nin güneydoğusundaki Mor Gabriel Süryani Manastırı'na ait bir mülkle ilgili anlaşmazlıkta Türkiye'nin Süryani cemaatinin haklarını ihlal ettiğine karar verdi.

Türkiye 2011 yılında manastırın arazisinin %60'ından fazlasına el koymuştu. Bu arazinin büyük bir kısmı 2018 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin aldığı bir kararla Süryani kilisesine iade edildi, ancak Mardin'de bulunan bir arazi üzerindeki anlaşmazlık devam ediyor.

Arslan, "Hükümetin Süryani cemaatine yaklaşımı biraz muğlak ve değişken" diyor. "Güneydoğu bölgesinde farklı, batı bölgesinde farklı bir politikası var."

2021 yılında Türkiye'nin güneydoğusunda bir Süryani rahip olan Aho Bileçen'in tutuklanıp hapse atılması da dünya çapında Süryani toplumunun tepkisine sebep oldu.

Her türden Hristiyan için, Erdoğan'ın azınlıkların kamusal yaşamdaki yerine yönelik politikasının, kilise mülkiyeti konusu kadar, gerçek anlamda çoğulcu bir toplumu oluşturmak adına saygıyı yeniden tesis etme konusunu da kapsaması gerekiyor.

Vergili, "Süryani halkının ve Hristiyan topluluklarının korunması ve refahı için hakikat, şeffaflık ve demokratik ilkeler doğrultusunda uzun vadeli bir programa ihtiyaç var" dedi.

NOT: Haberin orijinalinde Osmanlı İmparatorluğu’nun son döneminde Süryanilerin soykırıma uğradığı yazıyor. Bu kısım aslına sadık kalarak çevrilmemiştir. Batılı paradigmaya göre Türkler bahsi geçen dönemde adeta bir canavar gibi bütün azınlıklara (Ermeniler, Süryaniler, Pontuslular, Rumlar vs.) soykırım uygulamıştır. Doğru olmadığını, soykırıma uğradığı ve neredeyse tümüyle yok edildiği söylenen toplulukların yurtdışında (ve çevre ülkelerde) yaşayan milyonlarca ferdinin bulunmasından bildiğimiz bu anlatının tekrarlanması sebebiyle haberin bir kısmı aslına uygun çevrilmemiştir.

    KAYNAK

●►Patreon'dan Üye Olarak Destek Olmak İçin: PATREON
●►Youtube 'Katıl': KATIL

BATILI KİLİSELER ATEŞKES ÇAĞRISINDA BULUNDU

Haber

Batılı Kiliseler Ateşkes Çağrısında Bulundu Ancak Filistinli Hristiyanlar Boş Sözler İşittiler

Rahibe Sally Azar yıla yüksek bir notla başladı. Ocak ayında Luteryenler onun ilk Filistinli kadın papaz olarak atanmasını kutlamak için dünyanın dört bir yanından geldiler. Muhabirler ve fotoğrafçılar onunla vakit geçirmek için can attılar ve Kudüs'te kırılan cam tavan hakkında yazılar yazdılar.

Ancak 7 Ekim'den ve İsrail ile Hamas arasındaki savaşın patlak vermesinden bu yana Azar, işgal altındaki topraklara ve Ürdün'e dağılmış 2.500 kişilik cemaatini bir arada tutmak için mücadele ediyor. Batı Şeria'daki pek çok kişi hareket özgürlüğünde ciddi kısıtlamalar, artan yerleşimci saldırıları ve iş kayıpları yaşıyor.

Azar, protestoların ve yerinden edilmelerin ortasında, Batılı Hristiyan kilise liderlerinin İsrail'i desteklemelerinin ya da çatışmanın her iki tarafı hakkında tarafsız beyanlarda bulunmalarının, cemaatin kendisini terk edilmiş hissetmesine neden olduğunu söyledi. Ona göre, bazıları savaşı Batılı mezheplerin sömürgeci geçmişleriyle hesaplaşması için bir fırsat olarak görüyor.

Azar, "Herkes tarafsız olmaya çalışıyor ama Hristiyan bakış açısıyla, bunun tarafsızlık için uygun bir zaman olduğunu düşünmüyorum" dedi.

Filistin'deki Anglikan toplumu ile İngiliz Mandası dönemine dek uzanan uzun bir ilişkisi olan İngiltere Kilisesi'nin ruhani lideri Canterbury Başpiskoposu Justin Welby, savaşın başlamasından bu yana İsrail'i birçok kez ziyaret etti. 13 Kasım'da çatışmayla ilgili bir konuşma yapan Welby, İsrail'in Gazze'ye yönelik bombardıman ve kuşatmasının "ahlaki olarak haklı gösterilemeyeceğini" söyledi. Ancak Hamas'ın vahşeti ile "İsrail'in kendini savunma hakkı ve görevi" arasında bir denklik olmadığını açıklayarak 14 Aralık'ta bu tutumunu yineledi.

Yaklaşık 20 milyon Alman Protestanı temsil eden ve Azar'ın papazlık yaptığı kiliseyi 1898 yılında kuran Almanya Evanjelik Kilisesi – İmparator Wilhelm II beyaz bir at üzerinde Kudüs'e gelerek kutsamıştır – İsrail'in kendini savunma hakkını tutarlı bir şekilde savunurken çatışmaların durdurulması çağrısında bulunmuştu.

Kilisenin kısa bir süre önce bir cinsel istismarı örtbas ettiği iddiaları üzerine istifa eden lideri Annette Kurschus, 11 Kasım'da düzenlenen sinodda yaptığı konuşmada "Yahudi nefretinin hiçbir haklı gerekçesi olamaz. Ve 7 Ekim katliamını hafifletmeye yönelik her türlü girişim anti-semitizmdir. Her 'evet, ama' önemsizdir" dedi.

Bu tür al gülüm ver gülüm yaklaşımları bazı Filistinli Hristiyanları şaşkına çevirdi.

Beytüllahim'de, Luteryen bir papaz ve Filistinli bir ilahiyatçı olan Rahip Mitri Raheb, "Ateşkes yeterli değil" dedi.

Mevcut savaş nasıl sona ererse ersin, yıllar içinde daha fazla çatışmanın yaşanacağını öngören Raheb, Kutsal Topraklar dışındaki kilise liderlerinin Batı'daki güçlü hükümetlere gerçek bir siyasi çözüm bulmaları için baskı yapma konusunda aktif bir rol üstlenmeleri gerektiğini söyledi.

Raheb, "Filistinliler için adalet olmadan İsrail için barış olmaz" dedi. "Adalet İncil'in kalbinde yer alır. Adalet konusunda taviz veremeyiz. Diğer kiliseler adalet olmadan barış istiyor."

27 Kasım'da Filistinli Hristiyanlardan oluşan bir heyet Biden yönetimi ile temaslarda bulunmak üzere Washington'a gitti. Beytüllahim'deki Luteryen, Ortodoks, Ermeni ve Katolik liderlerin mühürleriyle damgalanmış, kapsamlı ve acil bir ateşkes talep eden bir mektup teslim ettiler.

Delegelerden biri olan Luteryen papaz Munther Isaac, çatışmanın geçmişine değinmeyen son açıklamalardan dolayı "büyük hayal kırıklığına uğradığını" söyledi. "Olaylar 7 Ekim'de başlamadı. İsrail'in kendini savunma hakkına odaklanıyorlar, peki ya Filistinlilerin kendilerini ve topraklarını kolonizasyona karşı savunma hakkı ne olacak?" dedi.

"Kiliseler İsrail'in anlatısını sorgulamadan tekrarladığında rahatsız oluyorum," diye ekledi. "Bir soykırıma makul bir zemin kazandırmaya çalışıyorlar."

Vatikan'ın tepkileri bile Isaac'ın gözünde yetersizdi. Papa Francis 22 Kasım'da genel sinodda yaptığı konuşmada İsrail'in Gazze'de yürüttüğü harekatın "savaşın ötesine geçtiğini" söyledi.

Francis, "Bu savaş değil, terörizmdir" açıklamasında bulundu. Francis'in daha güçlü bir duruş sergileyip sergilemediğine ilişkin bir soruya Isaac şu yanıtı verdi: "Evet ama yeterli değil. Daha fazlasına ihtiyacımız var."

"Benim kiliselerden beklentim her şeyin adını doğru koymalarıdır: Bu bir soykırımdır. Çok sayıda kurum tarafından kanıtlandığı üzere ortada açık savaş suçları var. Kiliseler hala İsrail'i açıkça ve doğrudan kınamaya yanaşmıyor" dedi.

Washington'a gelen bir diğer delege olan Tamar Haddad da benzer bir hayal kırıklığını dile getirdi. Bölgedeki Ortodoks, Katolik ve Protestan kiliselerinin oluşturduğu bir koalisyon olan Orta Doğu Barışı için Kiliseler'de koordinatör olan Haddad, Batılı kiliseleri ateşkese verdikleri destekte ikircikli davranmakla suçladı. "Ateşkes çağrısında bulunsalar bile" dedi, "bunu her zaman çelişkili ifadelerle birlikte yapıyorlar."

Haddad, "Neden korktuklarını bilmiyorum" dedi. "Tekrar tekrar yanlış şeylere odaklanıyorlar."

Savaşın başlarında Batı Şeria'daki Anglikanlar da 21 Ekim'de benzer itirazlarını ağır bir mektupla dile getirmişlerdi. Batı Şeria'nın Ramallah ve Birzeit kentlerindeki cemaatler, Canterbury Başpiskoposu'nun İsrail'in meşru müdafaa hakkını destekleyen açıklamalarından dolayı "tamamen şaşkın" olduklarını yazmışlardı.

Welby'ye gönderilen mektupta "Kilise, yaşananların, tüm dünyanın gözleri önünde halkımızın vazgeçilemez haklarının 75 yıldır sistematik olarak yok sayılmasının bir sonucu olmadığına inanmıyor mu?" ifadeleri yer aldı.

Raheb ve Haddad, ABD'deki bazı mezhep ve örgütlerin, özellikle de Protestan olanların Filistinlilere daha güçlü destek verdiğini belirtiyor. İsrail'i apartheid devleti olarak niteleyen bir kararı 2022 yılında kabul eden Presbiteryen Kilisesi (ABD), Filistinlilerin "işgal olmaksızın kendi topraklarında özgürce yaşama hakkını" ve İsrail'in "özgür ve egemen bir ulus olarak var olma hakkını" desteklediğini ifade etti.

Birleşik İsa Kilisesi, İsa'nın Havarileri ve Amerika'daki Evanjelik Lüteriyen Kilisesi, diğer 26 Protestan grupla birlikte, 12 Ekim'de Kongre'ye gönderdikleri bir mektupta Filistinlilere yönelik "on yıllardır süren kurumsallaşmış baskı ve toplu cezalandırmaya" dikkat çekti.

Ancak Raheb, Amerika'daki Evanjelik Hristiyanlar ile Cumhuriyetçi Parti arasındaki uyuma işaret ederek, bu kiliselerin tepede etkisi olan kiliseler olmadığını söyledi.

Nitekim bazı ibadethaneler tarihi bir leke taşıyor gibi görünüyor ve eleştirilen resmi duruşları değil, emperyalist savaş makinesiyle olan köklü bağlantılarıdır.

Filistinli Hristiyanlar da Batılı kiliselerden sadece mevcut tutumlarını değil, ülkelerindeki çatışma ortamının yaratılmasındaki tarihi rollerini de değiştirmelerini ve tövbe etmelerini istiyor.

Raheb, "Başpiskopos neden 'Balfour Deklarasyonu ve İngiliz Mandası eliyle siz Filistinlilere yanlış yaptık' diyemedi?" dedi. "Bunun için özür dileriz ve hatamızı telafi etmek istiyoruz. Artık bu ülke bir değil iki halk tarafından paylaşılmalı."

"Filistin'de tüm bu yerleşimci sömürge projesini başlattıkları için asla pişman olmadılar. Bu hiçbir zaman ele alınmadı" diyen Raheb, İngiltere'nin İsrail'in kuruluşundaki başlıca rolüne atıfta bulundu.

Azar'a göre mesele tarihi bir suçluluk değil, insanlık meselesidir. "Kiliseler politikacı değildir. Biz Hristiyanca karşılık veririz." dedi.

    KAYNAK

●►Patreon'dan Üye Olarak Destek Olmak İçin: PATREON
●►Youtube 'Katıl': KATIL

PAPA FRANCİS İSRAİL'İN KİLİSEYE YAPTIĞI SALDIRI HAKKINDA KONUŞTU

Haber

Papa Francis Cumartesi Günü İsrail'in Hristiyan Kilisesine Düzenlediği Saldırıyı Terör Eylemi Olarak Niteleyerek Kınadı

Papa Francis, haftalık Pazar duasında (17 Aralık), İsrail'in cumartesi günü Gazze'deki bir Hristiyan kilisesine düzenlediği ve iki kadının ölümüne, çok sayıda kişinin de yaralanmasına yol açan keskin nişancı saldırısını kınadı.

Aziz Petrus Meydanı'nda toplanan inananlara seslenen Francis, "Gazze'den çok vahim ve acı haberler almaya devam ediyorum. Çaresiz siviller bombalamaların ve silahlı saldırıların kurbanı oluyor. Bu bir savaş, bu bir terörizm." dedi. Papa uluslararası toplumu dünyada barış için çaba göstermeye çağırdı.

Cumartesi günü Nahida Khalil Anton ve kızı Samar Kamal Anton, çatışmalardan kaçarak sığındıkları Gazze'deki Kutsal Aile Kilisesi'nin tuvaletine doğru yürürken keskin nişancılar tarafından vuruldu. Kilise cemaatinden alınan bilgilere göre iki kadın Hristiyan cemaatinin aktif üyeleriydi.

Kudüs Latin Patrikhanesi tarafından cumartesi günü yapılan açıklamaya göre kilisede bulunan yedi kişi daha yaralandı. "Hiçbir uyarı yapılmadı, hiçbir bildirimde bulunulmadı" diyen patriklik açıklamasında, iki kadının "hiçbir savaşçının bulunmadığı Kilise binasının içinde soğukkanlılıkla vurulduğu" ifade edildi.

Papa da kilisede terörist olmadığını, "sadece ailelerin, çocukların, hasta ve engellilerin, rahibelerin" bulunduğunu söyledi.

İsrail ordusu "konuyu ciddiye aldığını" ve saldırıyla ilgili bir soruşturma başlattığını açıkladı. Askerlerin Hamas teröristlerinin Hristiyan kilisesinin bulunduğu bölgeye sığındıklarına inandıklarını iddia ettiler.

Patriğin bildirdiğine göre, cumartesi sabahı erken saatlerde bir roket 54 engellinin ikamet ettiği Rahibe Theresa'nın kız kardeşleri manastırını hedef aldı. Binanın jeneratörü tahrip oldu ve manastır yaşanmaz hale gelerek sakinleri yerlerinden oldu.

"Tüm Hristiyan cemaatiyle birlikte dua ederek, bu anlamsız trajediden etkilenen ailelere yakınlığımızı ifade ediyoruz. Aynı zamanda, tüm kilise Noel'e hazırlanırken böyle bir saldırının nasıl gerçekleştirilebildiğini anlamakta güçlük çektiğimizi ifade etmekten başka bir şey yapamıyoruz" dedi.

Kardinal Pierbattista Pizzaballa tarafından yönetilen Kudüs Latin Patrikhanesi, Kutsal Topraklardaki Katolik cemaatini temsil etmektedir.

İtalyan medya kuruluşlarına konuşan ve Kudüs'teki Katolikler için tarihi öneme sahip dini mekânları denetlemekle görevli bir Fransisken tarikatı olan Kutsal Topraklar Vesayeti, kiliseye karşı güç kullanımını "kesinlikle haksız" olarak nitelendirdi.

ABD Piskoposlar Birliği de cumartesi günü yaptığı açıklamada son olaylara "büyük bir üzüntü ve dehşet" ile tepki göstererek şiddetin durdurulması ve barış görüşmelerine bağlılık çağrısında bulundu. "Bu çatışmanın tüm taraflarına savaşın asla bir çözüm olmadığını, aksine her zaman bir yenilgi olduğunu hatırlatan Kutsal Babamız Papa Francis'e kararlılıkla eşlik ediyoruz. Yalvarıyoruz, 'barış, lütfen barış!'" ifadeleri yer aldı.

Francis daha önce Hamas ve İsrail arasındaki şiddeti terörizm olarak nitelendirmiş ve bunun "savaşın ötesine geçtiğini" belirtmişti. Bu terörizmdir" demişti.

İsrailli temsilciler Papa'nın İsrail güçlerinin eylemlerini Hamas militanlarınınkiyle bir tutmasına karşı çıktılar. İsrail'in Vatikan Büyükelçisi Raphael Schutz, patrikhanenin açıklamasının "kan iftirası olarak en sert şekilde kınanması gerektiğini" söyledi ve iki Hristiyan kadının ölümünü "korkunç bir hata" olarak nitelendirdi.
    KAYNAK

●►Patreon'dan Üye Olarak Destek Olmak İçin: PATREON
●►Youtube 'Katıl': KATIL

DANİMARKA PARLAMENTOSU DİNİ KİTAPLARIN YAKILMASINI YASAKLADI

Haber

Danimarka Parlamentosu Kur'an-ı Kerim ve Diğer Dini Kitapların Yakılmasını Yasaklayan Yasayı Kabul Etti

Yakın zamanda bir avuç İslam karşıtı aktivist tarafından Kuran'a yapılan saygısızlıkların Müslüman ülkelerde şiddetli gösterilere yol açmasının ardından Perşembe günü Danimarka parlamentosunda, ülkede herhangi bir kutsal metne saygısızlık yapılmasını yasadışı hale getiren yeni bir yasa kabul edildi.

Bu İskandinav ülkesi yurt dışında diğer ülkelerin kültürlerine, dinlerine ve geleneklerine hakaret edilmesini ve aşağılanmasını kolaylaştıran bir yer olarak görülüyor. Adalet Bakanlığı, yasanın amacının, diğer şeylerin yanı sıra Danimarka'da terörizm tehdidinin artmasına katkıda bulunan "sistematik alaycılığa" karşı koymak olduğunu söyledi.

Adalet Bakanı Peter Hummelgaard yaptığı açıklamada "Danimarka'nın ve Danimarkalıların güvenliğini korumalıyız" dedi. "Bu nedenle uzun zamandır gördüğümüz sistematik saygısızlıklara karşı artık daha iyi bir koruma sağlıyor olmamız önemlidir."

Folketing yani parlamento, sekiz milletvekilinin katılmadığı oylamada 94'e karşı 77 oyla yasayı kabul etti. Yeni yasa, "dini bir topluluk için önemli bir dini anlamı olan bir yazıya ya da bu şekilde görünen bir nesneye, alenen ya da daha geniş bir kesime ulaşmak amacıyla uygunsuz muamelede bulunmayı" suç haline getirecek. "Küçük bir bölümü" saygısızlık içeren ancak daha büyük bir sanatsal üretimin parçası olan sanat eserleri yasak kapsamına girmiyor.

Dört saatten fazla süren tartışma sırasında sol ve aşırı sağ partiler merkez sağ hükümete karşı birleşerek 25 Ağustos'ta taslağı sunan üç partili koalisyonun da tartışmaya katılmasını talep etti. Hükümet hiçbir şey söylemedi, bu yüzden muhalefet tarafından "korkak" olarak nitelendirildi.

Sosyalist Halk Partisi'nden Karina Lorentzen "İran, Danimarka bir İranlının yapabileceği bir şeyden rahatsız olduğu için yasalarını değiştirir mi? Pakistan değiştirir mi? Suudi Arabistan değiştirir mi? Cevap hayır" diye retorik bir soru sordu. Göçmen karşıtı Danimarka Demokratları'ndan Inger Støjberg ise yeni yasanın İslam'a teslimiyet ve "bizim değerlerimizi paylaşmayan" ülkelere boyun eğmek anlamına geldiğini söyledi.

Støjberg, "Danimarka gibi modern ve aydınlanmış bir toplumda ifade özgürlüğünün kısıtlanması yanlıştır" dedi.

Sadece bu yıl içinde aktivistler, Müslüman ülkelerin büyükelçilikleri önünde, ibadet yerlerinde ve göçmen mahallelerinde Kuran yakma da dahil olmak üzere 500'den fazla protesto gösterisi düzenledi.

Danimarka defalarca bu saygısızlıklarla arasına mesafe koymuş ancak ifade özgürlüğünün Danimarka toplumunun en önemli değerlerinden biri olduğu konusunda ısrar etmişti. Hükümet "dini eleştiriye açık kapı bırakılması" gerektiğini ve 2017 yılında yürürlükten kaldırılan dine hakaret maddesini yeniden yürürlüğe koyma planlarının olmadığını söyledi.

Danimarka'nın ikinci büyük şehri Aarhus'ta bir camide imamlık yapan Oussama Elsaadi, B.T. gazetesine yaptığı açıklamada bunun "tüm Müslümanlar için iyi bir mesaj" olduğunu söyledi.

B.T.'ye göre Elsaadi, "Kuran'ın yakılması ötekilere hakarettir" dedi ve ekledi: "Kendinizi istediğiniz gibi ifade edebilirsiniz ama öteki insanların hayatlarını altüst edecek şekilde değil."

2006 yılında Danimarka'da bir gazetenin aralarında türban olarak bomba takan bir Muhammed Peygamber karikatürünün de bulunduğu 12 karikatürü yayınlamasının ardından Danimarka, Müslüman dünyasında geniş çaplı bir öfkenin odağı haline geldi. Müslümanlar peygamberin tasvirlerini kutsal değerlere saygısızlık ve putperestliğe teşvik olarak görmektedir. Bu resimler dünya çapında Müslümanlar tarafından Danimarka karşıtı şiddetli protestolara yol açtı.

Yeni yasayı ihlal edenler para cezasına ya da iki yıla kadar hapis cezasına çarptırılabilecek. Yasanın yürürlüğe girmesi için Danimarka'nın temsili hükümdarı Kraliçe Margrethe'nin yasayı resmen imzalaması gerekiyor. Bunun da bu ay içinde gerçekleşmesi bekleniyor.

İsveç haber ajansı TT, bir dizi Kuran yakma olayına ve kutsal kitapların tahrip edilmesini içeren protesto gösterileri düzenleme taleplerine sahne olan komşu İsveç'te, hükümet tarafından başlatılan bir soruşturmanın sonucunda polis yönetmeliğinin gözden geçirilmesi gerekip gerekmediğinin ortaya çıkacağını yazdı.

TT, İsveç polisinin kutsal kitaplara saygısızlık içeren bir halk toplantısı başvurusunu değerlendirirken ülkenin güvenliğine yönelik tehditleri de göz önünde bulundurabilmesi gerektiğini ve bu konudaki çalışmaların önümüzdeki yıl 1 Temmuz'a kadar tamamlanacağını belirtti.

İsveç'te Kuran'ın ya da diğer dini metinlerin yakılmasını veya bunlara saygısızlık edilmesini özel olarak yasaklayan bir yasa bulunmuyor. Pek çok Batı ülkesinde olduğu gibi İsveç'te de dine hakarete ilişkin bir yasa bulunmuyor.

Temel ilkelerin çatışması konusu İsveç'in, Rusya'nın Ukrayna'yı işgalinden sonra aciliyet kazanan ancak mevcut tüm üyelerin onayına ihtiyaç duyduğu NATO'ya katılma yönündeki isteğini zora soktu. Türkiye, Stockholm'deki Türk ve İslam karşıtı protestoları gerekçe göstererek İsveç'in üyeliğini geçen yıldan bu yana engelliyor.

    KAYNAK

●►Patreon'dan Üye Olarak Destek Olmak İçin: PATREON
●►Youtube 'Katıl': KATIL

HİNDİSTAN DERS KİTAPLARINDAN EVRİMİ KALDIRDI

Hazırlayan: A.Kara

HİNDİSTAN DERS KİTAPLARINDAN EVRİMİ KALDIRDI

Uyarı : Bu makale çektiğim bir videoda anlatıklarımın metine dökülmüş halidir. Dilerseniz videoyu Youtube kanalımdan izleyebilirsiniz.

Hindistan’ın Başbakanı Narendra Modi’nin Hindu milliyetçisi hükümeti özellikle dini gerekçeler ile devlet okullarında 9 ve 10. sınıflarda okutulan fen bilgisi kitaplarıdan evrime dair her şeyi ve Darwin’den söz edilen bölümleri çıkardı. Hindistan’da milyonlarca öğrencinin okuduğu kitapları seçen, müfredatı belirleyen eğitim konseyi, yani Hindistan’ın MEB’i bu kararı bir süre önce açıkladı.

Ülkeyi yönetecek olan kişilerin gençlerin geleceğine, eğitim kurumlarına temas etme, zorlama hakkının olması, eğitimi kendi inancı üzerinden şekillendirmesi ne kadar acı değil mi? Gerçi bizim de tanıdık olduğumuz bir durum bu.

Tabi tanıdık olduğumuz durumların geri kalmış ülkelerle benzer olması da başka bizi düşündürmesi gereken bir başka nokta.

Konumuza dönersek evrim artık Hindistan’daki orta öğretim öğrencileri için yasaklı konular listesinde. Haliyle bu duruma ses yükseltenler olmadı değil. Nasıl ki bizim ülkemizde bağnazlığı savunanların karşısında yer alabilen satılmamış birkaç aydın eğitimci, bilim insanı varsa tabi ki Hindistan’da da var.

Hint bilim insanları özellikle dini gerekçeler üzerinden evrimi reddeden Hindu milliyetçisi Modi rejimini eleştirip bilimi siyasallaştırdıklarını, bunun büyük bir yanlış olduğunu söylediler. Kimi bilim insanları bu karar için “çok yönlü olması gereken ort aöğretim hakkında verilmiş gülünç bir karar” dediler.

Hindistan’da “Breakthrough Science Society” yani “Çığır Açan Bilim Topluluğu” adlı, kar amacı gütmeyen bir topluluk var. Onlar da tepkilerini gösterdi; “Eğer öğrenciler bilimin bu temel keşfinden mahrum kalırlarsa düşünce süreçlerinde de ciddi şekilde engelli kalacaklardır” şeklinde açıklama yaptılar; ki oldukça haklılar. Tepki göstermekle kalmayıp fen bilgisi kitaplarına evrimin mutlaka geri konmasını istedikleri bir mektup yazıp yaklaşık 5.000 bilim insanı ve araştırmacıdan imza topladılar.

Diğer yandan, diyelim ki 11 ve 12. sınıflarda seçmeli olarak biyoloji okumayı tercih etmiş bir öğrencisiniz, o zaman kitaplarınızda evrim var.

Gerçi bilirsiniz belli bir seviyenin üzerine çıkamamış ülkelerde oy toplayıp hüloyyy diye bağıracak fanatik toplamanın en güzel yolu dini pohpohlamak, bilim ve eğitimi kısıtlamak, dinin çatısı altına koymaktır. O yüzden belki ileride bu kitaplardan da evrimi çıkarabilirler. Tabi bu seçmeli ders kitaplarında evrim anlatılıyor olsa da orta öğretim öğrencilerinin eğitim kitaplarından dini gerekçelerle evrimin çıkartılmış olmasından dolayı hükümete olan eleştiriler devam ediyor.

Özellikle Hindistan’da Cevahirlal Nehru İleri Bilimsel Araştırma Merkezi diye tanınmış bir birim var. Burada görev yapan evrimci biyolog Amitabh Joshi bilim merkezini temsilen hükümetin kararına eleştiriler getirdi. Evrimin tüm vatandaşlar tarafından bilinmesi gerektiğini, insanların kim ve ne olduklarını, dünyadaki konumlarını anlamalarını sağlayacak önemli bir konu olduğunu vurguladı. Yasağı kınadı. Bu arada ek bir bilgi vermek isterim. Söz konusu eğitim merkezi adını Hindistan’ın ilk başbakanı Cevaharlil Nahru’dan almıştır. Kendisi Hindistan’ın bağımsızlık hareketinde önemli rol oynamış bir ateistti. Fakat ateistliğini halka agnostisizm veya şüphecilik gibi yansıtıyordu çünkü inançlı Hint halkının tanrıya inanmayan bir lideri kabul etmeyeceğini, rahatsız olacağını biliyordu.

Konuya döneyim. Milliyetçi Hindular Darwin’in bizlere anlattığı evrimi reddediyor olsalar da hayvan ve insan yaşamanın çeşitli biçimlerini Hinduların yaratıcı tanrısı Vişnu’nun avatarları veya cisimleşmiş halleri olarak gördükleri alternatif bir evrimi destekliyorlar.

Hinduizm soslu alternatif bir evrim görüşünü ortaya atan milliyetçi Hindular diyorlar ki evrimin temeli aslında Hindu kutsal metinlerinde Dashavatara olarak bilinen, dünyaya gelmiş 10 Vişnu avatarıdır. Onlara göre dünyanın farklı aşamalarında ortaya çıkan avatarların yarattığı her bir canlı grubu kendinden önceki avatarın yarattıklarından daha karmaşıktı.

Daha anlaşılır olması açısından bir örnek vereyim. Yani diyorlar ki Vişnu’nun 2. avatarı karidesi yarattı, sonrasında gelen 3. avatarı ondan daha karmaşık, daha gelişmiş olan kerevit ve ıstakozları yarattı. Gülmeyin, canlıların evrimini açıklama yöntemleri bu :) Yani dine uydurulmuş, din soslu evrim :) Aklıma bizim modernistler geldi. Hani İslam ile evrimi bir araya getirip İslam soslu evrim anlatanlar varya, işte onlar :)

Size bir şey sorayım. Köktenci ve aşırı milliyetçi yöneticilerin elleri yalnızca bilime mi uzanır? Cevabın hayır olduğunu biliyoruz.

Dolayısıyla müdahale ettikleri tek şey kitaplardaki evrim olmamıştı. Çeşitli sınıflara okutulan siyaset ve tarih kitaplarından Hindu milliyetçilerini rahatsız edecek kısımleri silmiş, kimilerinde ise değişiklik yapmışlardı. Hemen örnek vereyim. Mesela 2020 yılında, 11 ve 12. sınıflara okutulan siyaset bilimi kitaplarından Mahatma Gandi’nin inanç ve başarılarını anlatan metinlerden kimilerini kaldırdılar.

Kaldırılan cümlelerden birinde “Gandi’nin Hindistan’ı yalnızca Hinduların yaşayacağı bir ülke yapmaya kalkışmanın Hindistan’ı yok edeceğine ikna olduğu” yazıyordu. Silinen bir başka metinde ise “Hindu-Müslüman birliğinin kararlılıkla sürdürülmesinin aşırı Hint milliyetçilerini rahatsız ettiği, bu yüzden Gandi’ye suikast girişiminde bulundukları” anlatılıyordu. Bu tarz metinleri ders kitaplarından sildiler çünkü ucu aşırı dinci Hint milliyetçilerine dokunuyor, onları rahatsız ediyordu.

Yeri gelmişken objektif olmak adına bir noktaya daha değinmek istiyorum.

Bildiğiniz gibi Hindistan’da birçok Müslüman var ve doğal olarak Hindistan tarihinde de önemli Müslüman isimler var.

Söz konusu Hindu gruplar ülkede egemen dinin Hinduizm olmasını istediğinden eğitim kurumunun başındakiler Hindistan tarihinde önemli katkıları olan Müslümanları gayrimeşrulaştırmaya çalışıyor. Hatta bunu o kadar abarttılar ki 16.yy’da Hindistan’ın alt kıtasını yönetmiş olan Babürler’e dair tüm metinlerinden tarih kitaplarından silinmesini emrettiler. Dolayısıyla Hint çocukları bir zamanlar Hindistan’dan Bangladeş ve Afganistan’a kadar uzanan Babür İmparatorluğu hakkında hiçbir şey öğrenmeden Hint tarihi okuyacaklar. Nasıl olacaksa artık. Yumurta koymadan menemen yapmak gibi bir şey :)

Yani iktidar diyor ki tarih ve siyaset oku ama bizim istediğimiz gibi oku. Gerçi dir dakika, bizde de aynı değil mi? Şaka maka, sevgili hüloycular, aşırı dinciler, birçok konuda Hindistan’ı küçük görüp haklarında makara yapıyorsunuz ama birbirinize de çok benziyorsunuz :)

Ülkemizde eğitime bu tarz müdahaleler olduğunda ve bizler ses yükselttiğimizde bir şey değişti mi? İktidar veya MEB “madem tepki geldi, kararımızı hemen geri çekelim” dediler mi? Genellikle hayır. İşte Hindistan’da da durum aynı olduğundan ülkedeki akademisyenler eleştiri ve protestoların kısa vadede bir sonuç getireceğine inanmıyor. Üzerinde çok fazla durulur ve çaba harcanırsa uzun vadede bir şeylerin değişebileceğini umuyorlar.

Diğer yandan Hindistan’ın yaklaşık %14’lük kesimi Müslüman olduğu için Hindu milliyetçileri eğitim bakanlığına Hindistan’ın tarih boyunca Müslüman azınlıklar tarafından nasıl baskı altına alındığına dair kurusal hikayeler konması için baskı yapıyorlar. Evet, Hint tarihinde Müslüman etkisi yok değil, hatta tarihlerinde bir zamanlar İslam’ı yaymak için halkı öldüren Müslüman isimler de var tabi.

Hemen bir örnek vereyim. Mesela 1752 yılında Lahor şehrinin Müslüman valisi Mir Mannu, Sih kadınları yakalattırdıktan sonra İslam’a geçmeleri için çocukları üzerinden tehdit ederek baskı yapmış, kadınlar İslam’a geçmeyi reddedince kadınları işkenceler ile öldürtmüş, çocuklarının, 300’den fazla Sih çocuğun uzuvlarını keserek katlettirmişti. [1]

Gerici Hinduların ders kitaplarına eklenmesini istediği uydurma hikayelere dair komik ve absürt bir örnek vereyim. Mesela Eğitim Bakanlığı’na baskı yaparak eski Hindu bilim insanlarının modern bilimden çok önce kök hücre araştırmaları yaptığı, hatta uzaya gidebilecek kadar gelişmiş uçan makineler icat ettiğine dair hikayelerin bir gerçekmiş gibi eğitim kitaplarına dahil edilmesini istiyorlar.

Ne güzel kafa değil mi? Kendin icat etme, emek verme, uğraşma, var olan ne varsa üzerine konabilmek, bu sayede milli duygularını ve dinini pohpohlayabilmek için işine geldiği şekilde kendince tarih yaz. Oh, mis!

İnanna’nın güzelliğine yemin olsun bir an için Hindistan’dan mı bahsediyorum yoksa kendi ülkemizden mi bahsediyorum diye afallamadım değil.

İÇİNDEKİ CİNİ ÇIKARALIM DERKEN ÖLDÜRDÜLER!

Yazan: A.Kara

İÇİNDEKİ CİNİ ÇIKARALIM DERKEN İŞKENCE EDİP ÖLDÜRDÜLER!

Ankara Keçiören’de bir olay yaşandı. Bir yandan bu olayı kısaca anlatıp diğer yandan konuyla ilgili söylemek istediklerimi paylaşmak istiyorum.

Henüz 8 aylık evli olan Özge Nur Tekin adlı kadının eşi evliliklerinin 6. ayından itibaren sorun yaşadıklarını anlattı. Söylenene göre kadının psikolojik sorunları vardı, cinci hocadan yardım istediler.

Kocasının aradığı Erdal adlı cinci hoca “Eşine cinler musallat olmuş, dediklerimi yaparsanız eşini kurtarırım” demiş, telefondan dua okumuş. Güya adam telefondan duayı okuyunca eşi rahatlamış. Ancak kocasının anlattığına göre bir süre sonra kadın tekrar rahatsızlanınca tekrar hocayı aramış. Hoca “Önce eşine bir kurban keseceksin” demiş. Sonra da sırtına hafif şekilde 100 sefer oklava ile vuracaksın, ardından vücudundaki pis kanın temizlenmesi için hacamat yaptırmanız gerekecek” demiş. Adamdan da 23 gün boyunca kefaret orucu tutmasını istemiş, neyin kefareti ise...

Adam cinci hocayı dinliyor, itibar gören tıbbi makam cinci hocalar ya hani ülkede, ona güveniyor, dediklerini yapmaya başlıyor. Eşinin sırtına, baldır kısmına hafifçe fakat hissedilebilecek bir şekilde yüz kez vurduğunu bu sırada bir yandan da dua okuduğunu söylüyor. Tabi adamın hissedilebilecek sertlikteki vuruşu kadına göre oldukça sert olabilir. Yavaş vurduğunu zanneder ama aslında eziyordur. Üstelik bunlar yaşanırken eşinin ailesi ve kendi ailesi de aynı ortamda, hepsi odadalar. Hiçbiri “yahu biz ne yapıyoruz” demiyor çünkü inanıyorlar. Çünkü din insana anormal şeyleri normal gösteriyor.

Aklınıza Kemal Sunal filmi gelecek biliyorum ama kadını sopalarken bir yandan da hep beraber “cin çık cin çık” diye tekrarlamışlar. Bu yetmemiş, cinci hoca dedi diye kadına hacamat yaptırmışlar. Tabi hacamat sırasında odada başka kadınlar da varmış.

Hacamatcı kadın ayrı bir alem. Hacamat yapmaya bir tanıdığının ısrarı ile gitmiş. Yerde yüz üstü yatan, sırtı ve kolları morluk içinde olan kadını görünce neler olduğunu sormuş. “İçine 3 harfliler kaçmış, Kayseri’de bulduğumuz bir hocanın talimatıyla sopa ile vurduk. Bu şekilde cini öldürmeye çalıştık” diyorlar. Hacamatcı kadın bunu hiç sorgulamıyor bile, tam görev kadını, bir nevi “he tamam o zaman” diyerek hacamatını yapıp evden ayrılıyor. Polis aramak mı? İhbar etmek mi? Ambulans çağırmak mı? Yok canım ne gerek var. Neticede çok olağan bir durum bu. Hepimiz her gün çevremizde içindeki cin çıkarılsın diye sopa atılmış, yüzüstü yatan insanlar görmüyor muyuz? Yapmayın yani sizde, sanki çok tuhaf bir durummuş gibi...(!)

Neyse, hacamat bitince kadın rahat bir şekilde uyumuş. Adam öyle diyor. Kadına 100 sopa vurmuş, akabinde hacamat yapıp vücut direncini yerle bir etmişler, doğal olarak kadın ölü gibi uyumuş, adam bunu uygulama işe yaradı diye görüyor. Eşim rahat bir şekilde uyudu diyor.

Tabi kadının psikolojik sorunu olduğu için sopaydı, hacamattı işe yaramaz. Öyle de olmuş, ertesi sabah eşi tekrar rahatsızlanmış. Başvurulacak güvenilir merci kim? Psikolog ya da hastane diye düşünmeyin, başvurulacak, akıl danışılacak, çare aranacak kişi tabi ki cinci hoca Erdal. Adam cinci hocayı tekrar arayınca, hoca “kurban kesersen eşin rahatlar” demiş. Bunun üzerine eşi, eşinin anne ve babası, kendi annesi, kardeşi ve bir akrabalarını alarak kurban kesmeye gidiyorlar. Üstelik eşi kurban kesmeye giderken oruçluymuş. Yani kadın 100 sopa yemiş, hacamat yapılmış, bunlar da yetmemiş oruç tutturuluyor.

Kurban kesilirken kadın rahatsızlanarak bayılıyor. Durun, şaşırmayın. Adam tekrar cinci hocayı arıyor. Hoca ne dese beğenirsiniz? “Bir kurban daha keserseniz eşin kendine gelir”.

Dediğini yapıp ikinci kurbanı da kesiyorlar ama eşi kendine gelmiyor. İkinci kurbanı kesmelerine rağmen karısı kendine gelmeyen adam Odin’in tek gözüne, Poseidon’un balıkçı değneğine, Kukulkan’ın kuyruğuna, Erlik’in pos bıyıklarına, İnanna’nın kalçasına, Ninsaki’nin birasına şükürler olsun ki hastaneye götürmeyi düşünebiliyor.

Kadını hastaneye götürüyorlar fakat gittiklerinde sağlık görevlileri kadının öldüğünü belirtiyor...

Tabi olay patlak verince cinci hocayı sorguya çekiyorlar. O da haliyle işten nasıl yırtarım derdinde. Cinci hoca “Ayette aslında vurun demiyor, yavaşça dürtün diyor” diyerek dini kurtarmayan çalışan modernistlerle benzerlik gösterecek şekilde “ben oklava ile vurmalarını, hacamat yaptırmalarını falan söylemedim” diyor. Üstelik kendisi kendi çapında dini bilgileri olan, bunlara dayanarak insanlara tavsiyeler veren ve karşılığında para almayan biriymiş. Ne hikmetse kendi çapında bilgisi olan adam büyük bir özgüvenle tonla talimat verebiliyor.

Tüm bunların sonucunda olan, hayatını kaybeden Özge Nur Tekin’e oldu. Eğer bilinçli bir çevreye sahip olsaydı, onu hastaneye götürmeyi akıl edebilecek, dine değil de tıbba başvurmayı, etrafında şifayı dinde değil de tıpta arayan insanlar olsaydı şuan yaşıyor olacaktı. Üstelik tedavi göreceği için muhtemelen iyileşecekti.

Hanginiz bir sağlık sorununun dua ile çözüldüğünü gördünüz? Ben 26 yıl boyunca Müslümandım, kendim, annem, babam, akrabalarım için defalarca Allah’tan yardım istemişimdir. Keza çevremde gördüğüm insanlar da bunu yapmıştır. Ne yaptı inandığınız tanrı, iyileştirdi mi? Şifa mı yolladı? Yahu anlayın artık şunu, çare bilimde. İstersen 100 yıl boyunca Allah’a dua et, bilime başvurmadığın, bir sağlık kuruluşuna gitmediğin sürece i-yi-le-şe-mez-sinnn.

Şimdi bazı değişikler çıkar der ki “Doktor da Allah’ın izni ile iyileştiriyor”. Hadi oradan! Doktor kılını kımıldatmasa, bilimsel uğraşlar olmasa kimse hastaları iyileştiremez. Sizin var olduğuna inandığınız Allah’ınızın istemesine değil doktorun tedavi etmesine, bilgi ve becerisine bir de hastanın rahatsızlığının seviyesine bağlıdır iyileşmesi. Şu dua şuna iyi geliyor diye kitap satan ama rahatsızlanınca hastanedeki doktorun koluna sarılan Cübbeli Ahmet gibi kıvırıp durmayın. Sizin için zor da olsa gerçeği kabul edin.

Tabi çevresi bilinçli olsaydı bile hayatını kaybeden kadın inançlı biri olduğundan belki de hiçbirini dinlemeyecek, kendisi de cinci hocalarda keramet arayacaktı. Bu da bir ihtimal. İşte din bu kadar tehlikeli. İnsanı gözle görülmeyen doğaüstü varlıklar tarafından ele geçirildiğine inandırabilecek kadar etkili bir olgu. Dinin ağırlıklı olduğu aileler de doktor veya bilime duyulan saygı maalesef bir cinci hocaya duyulan saygının yarısına bile denk gelmiyor.

Cinci hoca denen şahsın yapmalarını söylediği işlemlere geleyim. Güzel kardeşim sopa vurarak cin çıkarmak nedir? Neyin kafasıdır bu? Yahu hadi cin gibi bir varlığa inanıyorsun, iyi tamam, senin tercihin. Ama fiziksel olmayan bir varlığı sopa ile vurarak öldürmeye veya kovmaya çalışmak neyin kafasıdır gözünüzü seveyim. Soyut-somut kavramlarından bu kadar mı uzaksınız?

Sopalarken cin çık, cin çık demek nedir? İçine bir varlık girdi ve Türkçe biliyor öyle mi? Diyelim ki biliyor, bu varlık siz kadının bedenini dövüyorsunuz ve ona çık diyorsunuz diye çıkacak öyle mi? Neden? Ben olsam çıkmam. “Banane ölürse çıkar başkasına girerim” derim olur biter.

Kaldı ki mistik bir varlık varsa niye sizi ele geçirmekle uğraşıp dursun. Bırakın şu ortadoğu masallarına takılıp kalmayı. Zihinsel olarak rahatsız olmayan, içine gerçekten cin girdiği elle tutulur şekilde, bilimsel testlerle tespit edilen kaç insan gördünüz ki bu cin masallarına inanmaktan vazgeçmiyorsunuz?

Nerede bu 3 harfliler. Yaptığım birkaç canlı yayında “bana cin musallat edin, bekliyorum” diye kaç kez tekrarladım. Üstelik musallat etmek için birine danışacağını söyleyen bile olmuştu. Hani, nerede bu cinler? Hayatım boyunca akşam vakti tırnak kesip dışarı da döktüm, camdan çay demi de attım, envai çeşit ağacın dibine de işedim, mezar yanından geçerken ıslık ta çaldım, hiçbir şey olmadı. Nerede arkadaş bu cinler? Var diyorsanız, teklifimi yeniliyorum, gönderin bana cinleri. Hadi bakalım hodri meydan.

Diyelim ki cin var, içine de girdi. Cin çıkarırken hacamat yapmak nedir? Bu nasıl bir absürtlük. Hacamat deriden vakumlayarak kan alınmasıdır. Yani vücuttan kan alıyorsun. Bu cinin çıkışına nasıl fayda sağlasın? Hoca “vücuttaki pis kanın çıkması için” demiş. Vay be, mistik bir konu üzerine ne kadar realistik ve bilimsel bir yaklaşım. Tabi canım, zaten cin kana karışıyor ya, kan çekip temizleyeceksin (!)

Kurban kısmı ayrı bir olay. Hoca kurban kes dedi diye iki kez hayvan kesiyorsunuz. Neden? Kadın iyileşecekmiş. Mezopotamya’da, Babil’de var olan gelenek aradan binlerce yıl geçmesine rağmen hala devam ediyor ya pes. Birçok Mezopotamya toplumu tanrılarının öfkesi dinsin diye veya kendini ya da bir sevdiğini iyileştirsin diye kurban kesip kan akıtıyordu. Yani tanrıya rüşvet veriyorlardı rüşvet. Günümüzdeki kurban, adak uygulamalarının büyük kısmı da bu uygulamalara dayanır. Nedir adak? İnandığınız tanrı sizi iyileştirmek veya korumak için sizden neden bir hayvanı kesip kanını akıtmanızı istesin? Neye yarayacak ki bu? Hiçbir şeye di mi? Eski toplumlar tanrıların kurban etine ve kanına geldiğini, hatta onlardan yiyip içtiğini, ziyafet çektiklerini düşünüyor, neredeyse her sorunun çözümü için kurban kesiyorlardı. Aradan bunca yıl geçmiş, onların dine dönüştürülen bu uygulamalarını hiç sorgulamadan devam ettiriyorsunuz. Aklınız var, başkasının aklına danışmadan oturup etraflıca bir düşünün. Zor değil.

Üzücü bir ülkem manzarası. Cemaat ve tarikatlara, tvdeki din şovlarına yapılan yatırımın sonucunda gelinen nokta. Bir kadını iyileştirmeye çalışırken öldürmek ve çevredeki insanların buna ortak olması. Sebebi ise inandıkları din ve barındırdığı hurafeler...

Haber Tarihi: 13.01.2022

HABER KAYNAKLARI

OTOBÜSLERE GETİRİLEN NAMAZ AYARI HAKKINDA

Yazan: A.Kara

ŞEHİRLERARASI OTOBÜSLERE NAMAZ MOLASI AYARI

Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş hazırlayıp ilgili bakanlıklara gönderdiği yazı ile anayasanın 24. maddesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 9. maddesi ve İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'nin 18. maddesini ele alarak herkesin düşünce ve din özgürlüğüne, dinini ve inancını kamuya açık veya kapalı yerlerde tek ya da toplu yaşama, uygulama veya öğretme hakkına sahip olduğunu da belirtti.

Bu doğrultuda şehirlerarası otobüslerin mola saatlerini namaz saatlerine göre ayarlamasını istedi ve "Namazların vaktinde kılınmasını sağlayabilmek için makul bir süre ayrılmalı" dedi. [1][2]

Tabi burada herkesin dinini yaşama ve öğretme hakkına sahip olduğunu, hatta düşünce özgürlüğüne sahip olduğunu belirtmiş olsa da bu görüşünde ne kadar samimi olduğu ayrı bir tartışma konusudur. Çünkü düşünce özgürlüğü olsa din hakkında bir görüş belirttiğimizde terörist damgası yemememiz gerekirdi.

İnsanların dinlerini yaşama ve öğretme konusunda özgür olduklarını söylediği kısım bambaşka bir ütopya. Türkiye'de farklı dinden insanlar toplanıp dinlerini tebliğ edip öğretmeye çalışsa misyoner ya da ajan denerek dayak manyağı yapılırlar, linç edilir ve sayısız hakaret yerler.

Bu karar namaz kılmak isteyen insanları mağdur etmemek adına yapılan bir uygulama olarak görünse de zamanla namaz kılmak istemeyenleri mağdur edecek hale gelecektir. Ayrıca bir sürü olaya, kavgaya sebep olacaktır. Bakın hemen geçmişten konuya dair bir haber ve ilgililerin açıklamaları ile örnek vereyim:

Otobüsten inen bazı kişiler, caminin avlusunda önce abdest aldı, ardından namaz kıldı. Bu sırada otobüste yarım saat bekleyen yolcuların itirazı üzerine gerginlik yaşandı. Gerginlik sırasında şoför ile muavin arasında sözlü tartışma da oldu. Yolcular, otobüsü camiye çekmek zorunda bırakılan şoförün de zorunlu namaz molasından rahatsız olduğunu söylediler. Metro Turizm Genel Müdürü Sinan Solok, şoförün mecbur kalmış olabileceğini, ancak bu durumun asla kabul edilemeyeceğini söyledi.

Solok, "Bu, yönetmeliğimize ve uygulamalarımıza ters düşen bir durumdur. Günlük 1500 seferimiz var, her mola talebine yanıt veremeyiz. Bu olay, cezaya tabidir, gereği yapılacak" dedi.

Şehirlerarası sefer yapan firmalara bağlı bazı otobüslerin, yolculuk sırasında "namaz molası" için camilerin önüne götürüldüğü belirlendi. Tartışmalı uygulamalardan biri, 2 Eylül Pazar akşamı Samsun'un Terme ilçesinden İstanbul'a gelmek üzere Metro Turizm'e ait bir otobüsü kullanan yolcunun şikâyeti üzerine ortaya çıktı. Yolcu, yaptığı açıklamada, 34 SM 746 plakalı aracın saat 18.15'te hareket ettiğini, biri yolcu almak üzere iki kez mola verildikten sonra saat 20.00'de bir caminin önünde park edildiğini anlattı. Konunun şehirlerarası seferlerde ciddi tartışmalara neden olduğunu da, Türkiye Otobüsçüler Federasyonu Başkanı ve Ulusoy Genel Müdürü Mustafa Yıldırım'ın açıklamaları ortaya koydu.

Yıldırım, "Namaz vakitlerinde camiye gidilerek mola verilmesi talepleri sektörün baş ağrısı oldu. Şoför kabul etmezse ciddi tartışmalar çıkıyor" dedi. Türkiye'nin dört bir yanından, özellikle Doğu Karadeniz'den gelen otobüslerde bazı yolcuların zorla otobüsü durdurmaya çalıştığını anlatan Yıldırım, şöyle konuştu: "Bunu bir gerilim unsuru haline getirmeye başladılar. Namaz talebi oluyordu, ama şimdi bir kesim bu işin üzerine gidiyor, durmadığınız zaman sorun çıkıyor."
Yıldırım şöyle devam etti: "Otobüs içinde hoş gören de var, tepki gösteren de. Doğru olan otobüsün bu nedenle durmamasıdır, çünkü kaza namazı kılınabilir. Türkiye'de günde yaklaşık 15 bin sefer yapılıyor, günde 90 bin otobüs çalışıyor. Günde beş vakit namaz için durulması büyük bir olay. Baskı yapıp kavga çıkarmak doğru değil. Şoförlerin kaza riski artıyor, çünkü 'dinsizlikle' suçlanıyorlar, sinirleri bozuluyor." Bu nedenle Ulusoy firmasında önlem almak zorunda kaldıklarını söyleyen Yıldırım, camiye gidilmesi için ısrar eden yolcu olursa otobüsten parası iade edilerek indirilmesine ya da bir sonraki otobüsle yolculuğunun devamının sağlanmasına karar verildiğini söyledi.

Bir seferde benzer bir tartışmaya kendisinin müdahale ettiğini anlatan Yıldırım, "Diyanet İşleri Başkanlığı bu konuda açıklama yapmalı. Çünkü hiçbir din adamı 'otobüsü durdurun' demez. Amerika'ya o kadar Müslüman gidiyor, uçağı mı durduruyorlar?" diye konuştu. Şoförlere suçlama: Dinsiz! 

BOSS Genel Müdürü Ramazan Tara: Bizim böyle bir uygulamamız yok, ancak garajlarda konuşuyorlar, duyuluyor, 'Namaz için şurada duruldu' diye konuşmalar oluyor. Şoför kendi inisiyatifini kullanmış olabilir. Yerel firmalarda daha çok olur gibi geliyor.

İbrahim Rıfkı (Pamukkale Turizm Genel Koor.): Biz İzmirli bir firma olduğumuz ve genellikle batı bölgelerine hizmet verdiğimiz için bu durumla hiç karşılaşmadık. Böyle bir uygulama söz konusu olamaz.

İstanbul Müftüsü Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı: Otobüsün içerisindeki diğer yolcuların üzerinde psikolojik baskı kullanarak, otobüsü zorla bir yerlerde bekletmek hoş değil. Otobüsün içerisinde işaretle namaz kılmak mümkündür. Vakit denk geliyorsa, ki çoğunlukla denk gelir, mola yerlerinde kılınabilir. Namazını hiç kılamadıysa kaza edebilir. Bunun için, ilk uygun yerde, kaçırdığı namazların farzlarını kılar. Aynen oruç borcu gibidir, seferi durumdadır, kaza namazı kılar. 'Daha sonra kaza namazı kılınabilir'
[3]

Yani bu karar otobüs şoförlerinin tartışmalar yaşayıp gerilmesine, hatta bu yüzden dikkati dağılıp kaza yapmasına, sonucunda onca insanın ölümüne yol açabileceği gibi dindarlar tarafından şoför veya bazı yolcuların dinsiz ilan edilmesine, kavga ve sataşma çıkmasına neden olacaktır. Zaten en ufak bir mevzu yüzünden kan akıtan şiddet yanlısı kesim bir de bu tartışmalar yüzünden insanları boğazlayacaktır.

Üstelik namaz daha sonra kılınabilir, kaza namazı diye bir şey var. Onu da geçtim, namazın ezan okunduğu anda kılınması zorunluluğu yoktur. Dolayısıyla namaz vakti içindeyken otobüs mola verdiğinde tesisteki mescitlerde namaz kılınabilir.
Fakat otobüsteki yolculardan işlerini ve hayatlarını etkileyebilecek derecede acelesi olanlar için namaz kılınsın diye ayrıca verilen mola yüzünden giden zamanın ve doğuracağı kötü sonuçların telafisi olmayacaktır. Çünkü geçmişte yaşananlar gösteriyor ki bu namaz molalarında standart bir süre uygulanamayacaktır. 10 dakika diye durulsa bile bu süre 20-30 dakikalara uzayabilecek ya da otobüsler cami önlerine çekilerek dinsel şov yapılacaktır. Cami önüne çekilen otobüs yüzünden bu sefer de namaz kılmayıp otobüste bulunan insanlar yeme-içme gibi ihtiyaçlarını karşılayamayacaktır.
Namazını nasıl kılacağına çözüm bulması gereken, alternatifler sunmak zorunda olan biz ya da otobüsteki diğer yolcular değildir. Çözümü kendi bulmalıdır ve bu çözüm kendisi dışındaki insanları etkilememelidir. Her fırsatta kul hakkı konusunda edebiyat parçalayanlar namaz kılmak istedikleri için başkalarının hakkını gasp ederlerse bu durum söyledikleri şeye kendilerinin bile inanmadığının ya da söz konusu kul hakkı olduğunda yalnızca Müslüman'ın hakkını gözettiklerinin göstergesidir.

Belli bir inanca göre oluşturulan kurallar ile toplumun geneline baskı yapılırsa bu diktatörlükten başka bir şey değildir. Zaten devletin dini olmaz, kabile hayatı yaşamıyoruz. Artık dünyanın neredeyse her yerinde kozmopolit bir yaşam hakim. Ülkemizde de öyle. Ülkede sadece Müslümanlar yaşamıyor, "%99'u Müslüman olan ülke" masalını bırakın. Artık nüfusun ciddi bir bölümü dinlere inanmadığı gibi Avrupa'dan gelip Türkiye'ye yerleşen, vatandaşı olan, farklı dine mensup ya da inançsız insanlar da bu topraklarda yaşıyor. Kendinizi ve dininizi hayatın odak noktası yaparak herkesi etkileyecek kararlar veremezsiniz. 

En üzücü olanı ise Türkiye'yi sürekli Arabistan ile aynı zanneden, Türkiye'den bahsederken arka fona Arap müziği koyan, yollarda develerin kol gezdiğini, hatta şeriatın hüküm sürdüğünü zannederek ülkemizi Arap ülkeleri ile aynı doğrultuda gören turistler açısında da hoş bir durum olmayacaktır.

Tabi hepimiz biliyoruz ki amaçlanan şey ibadet özgürlüğü vs. değildir. Gece 12'den sonra müzik yasağı getirilmesi, onca aç ve yetim varken trilyonlar harcanıp her yere cami dikilmesi vb. tüm olaylar dindarlardan, özellikle de dinini başkasının gözüne sokmayı seven yobaz kesimden, şeriat aşıklarından oy devşirmek için yapılan olaylardır. Aslında bir siyaset olan din, görüldüğü gibi hala siyaset olmaktan çıkamamıştır.

Namaz kılabilmeleri için otobüslerin mola vermesini yoğun şekilde talep eden Müslümanların, yolsuzluk, kadınlara uygulanan şiddet ve baskı, dini kurumlardaki çocuk istismarı, ergenliğe girmemiş kız çocuklarının evlendirilmesi, ifade özgürlüğünün engellenmesi-suç sayılması, din kurumlarına ve çeşitli derneklere verilen, içinde dindar-dinsiz herkesin hakkı bulunan paralar konusunda da çözüm bulunması için yoğun istekte bulunmalarını isterdim.

KARİKATÜR YÜZÜNDEN ÖLDÜRÜLEN FRANSIZ ÖĞRETMEN

Hazırlayan: A.Kara


MUHAMMED KARİKATÜRÜ GÖSTERDİĞİ İÇİN BAŞI KESİLEREK ÖLDÜRÜLEN FRANSIZ ÖĞRETMEN SAMUEL


Fransa’da birkaç gün önce Paris yakınlarında yaşanan terör olayını çoğunuz duymuşsunuzdur. Durum tamamen, sık sık gördüğümüz: “Bak, inandığım Allah gönderdiği dinini savunmaktan aciz, ben onun yerine, onun adına savunuyorum ” kafası.

Tarih öğretmeni sınıfında bizim derslerimizde asla anlatılmayan ve bu gidişle anlatılamayacak konulardan birini “ifade özgürlüğü” kavramını anlatıyor. Bunu yaparken de Hz. Muhammed karikatürü göstereceğini söyleyerek rencide olmasınlar yada görüp şok olurlar diye Müslüman öğrencilerin parmak kaldırmasını, dışarı çıkmalarını istiyor. Yani aslında ifade özgürlüğünü anlatırken bile bir ifadeyi özgürce sunmuş olan karikatürü göstermekten, korkuyor yada çekiniyor çünkü muhtemelen Fransa’da ne kadar yobaz yaşadığını biliyor ve hatta Charlie Hebdo dergisinde olanları aklının bir kenarında tutuyor. Tabi öğretmenin aklından geçeni bilemeyiz.

Öğrenci velilerinden biri "Öğretmen, sınıfta, Müslüman öğrenciler el kaldırsın diyor. Benim kızım da el kaldırıyor. Öğretmen onların sınıftan çıkmasını istiyor. Diğerleri çıkıyor. Ama benim kızım çıkmayacağını söylüyor ve kalıyor. Öğretmen Hz. Muhammed karikatürünü gösteriyor. Anlamıyorum, neden 13 yaşındaki çocuklara bunları gösteriyor?" diyor.

Bir başka veli ise France Inter Radyosu'na, "Öğretmen Müslüman öğrencilerden rahatsız olmaması için dışarı çıkmasını istemiş. Görünüşe göre bunu kötü niyetle yapmamış. Oğlum bana bunu çocukları korumak için yaptığını söyledi. Onlara: 'Bir resim göstereceğim. Size, üzülmemeniz, şok olmamanız için dışarı çıkmanızı tavsiye ederim' demiş. Bunu küçümsemek veya saygısız olmak için yapmamış" diyor.

Yani öğretmenin gösterdiği karikatürü gidip ailesine anlatan Müslüman öğrenciler var; başka öğrenciler de Müslüman olmasına rağmen parmak kaldırmayıp sınıfta kalmış, karikatürü görmüş ve gidip ailesine anlatmış. Bu ailelerden bazıları da yobazlık seviyeleri ve terör eylemleri, şiddete olan kara sevdaları ile yakından tanıdığımız Çeçenler.

Veliler okula gidip öğretmenden şikayetçi oluyor, karakola suç duyurusunda bulunuyor fakat okul yönetimi olayları biraz yatıştırıyor. Tabi olay yatışmış gibi görünse de öğretmeni öldürme planı kuran birinin olduğunu kimse bilemiyor.

Bir gün okul civarında elinde bıçak bulunan şüpheli bir şahısın dolaştığına dair ihbar gelince polis olay yerine gidiyor. Elindeki bıçağı bırakmasını söylüyor fakat tehditler savuran genç elindeki bıçakla Allahüekber diye bağırarak polisin üzerine yürüyünce vurulup öldürülüyor.

Üzerinden patlayıcı madde de çıkınca bir de bomba imha çağrılıyor falan. Sonra bir bakıyorlar saldırganın yanında başı kesilmiş bir ceset var, karikatür gösteren, ifade özgürlüğünü anlatmaya çalışırken hoşgörü ve barış dini olan, Allah’ın verdiği canı başka kimsenin alamayacağı masallarının anlatıldığı İslam dininin insanlara aşıladığı hisler yüzünden canından olan tarih öğretmeninin cesedi.

Düşünün, 18 yaşında, Moskova doğumlu Çeçen kökenli bir genç, inandığı peygamberinin karikatürü gösterildi diye hiç çekinmeden kafa kesebiliyor.

Ne yalan söyleyeyim ben şaşırmadım. Çünkü birçoğumuz anne-babasına yada yakınlarına bırak Muhammed karikatürü göstermeyi, artık İslam’a inanmadığını söylediğimizde bile dayak yiyor, tehdit ediliyoruz. Abi dediği 10 yıllık arkadaşına dine inanmadığını söylediği için otobüs durağında öldüresiye dayak yiyen, ağzı burnu kan içinde kalan kadın bile var.

Yani ifade özgürlüğü Müslüman alemi için yok hükmündedir. Sabah akşam hoşgörüden bahseden Müslümanlar sizin İslam’a inanmamanıza bile sinir yapar, kafaya takarlar. Sanırım itiraf edemedikleri bazı şeyler var.

İçten içe “ulan ben namaz kılıyorsam, oruç tutuyorsam, içki içmiyorsam sizde yapmayacaksınız, kızlı erkekli bir araya gelip sohbet edip eğlenmeyeceksiniz. Enayi miyim lan ben, ha enayi mi? Yok öyle yağma, ben inanıp bunlardan uzak duruyorsam sizde duracaksınız arkadaş, ben yaşayamıyorum diye zoruma gidiyor.” diye düşünüyor ve aslında sizi kıskanıp içinde bulundukları durumu üstü kapalı yeriyorlar.

Şimdi gel de bu kafalara ifade özgürlüğünü anlat. Çünkü onlara göre inandıkları şeye asla laf edilemez. Kutsal denen şeyin kişinin kendi kutsalı olduğunu, kendi kutsalının başkası için kutsal sayılmadığını, dolayısı ile şakasının yapılabileceğini, eleştirilebileceğini kavrayamıyorlar ama bunu kavrayamayan bu sakalı kibirliler Hindulardan bahsederken “hahahahahah geri zekalılar ya, ineğe tapıyorlar ----na koyayım” demekten, bunu derken çoğu dökülmüş, sararmış dişlerini sergilemekten de geri kalmıyorlar.

Muhammed’in resmedilmesinin yasak olduğu Suudi Arabistan’daki vahabilerin ürettiği bir propaganda. Çünkü modern öncesi dönemde bırakın hadisi, Muhammed’in resminin çizilmesinin yasak olduğunu anlatan bir fetva bile yok. Enteresan olan şeylerden biri de şu ki Muhammed’in günümüze kadar ulaşmış, bir resmi yok. Yani çizilmiş bazı minyatürler var ama doğrudan onun döneminde onu gören biri tarafından çizilmiş bir resmi yok. Dolayısı ile biri “bak Muhammed çizdim” dediğinde kızmanız bile anlamsız çünkü kimse tam olarak nasıl göründüğünü bilmiyor dolayısı ile günümüzde çizilen karikatür yada resimlerin birebir onu yansıtması, birebir benzemesi imkansız.

Tam olarak nasıl göründüğünün bile bilinmediği Muhammed’i çizdiği veya çizilmiş resmini gösterdiği için birini öldürmek saçmalığın daniskası değilse nedir? Kaldı ki Muhammed’in nasıl göründüğünü bilip çiziyor olsa bile bu size kişiyi öldürme, cezalandırma hakkı vermez. Kutsal olanın sizin kutsalınız olduğunu anlamıyor yada anlamak istemiyorsunuz. Üstelik kutsalım dediğiniz şeyleri savunmak için kan dökerken “her şeye kadirdir” dediğiniz ilahınızın da gönderdiği dini korumaktan aciz olduğunu, onu yalnız sizin koruyabileceğinizi göstermiş, dolaylı yoldan kendi ilahınızı kendi eylemlerinizle çürütmüş oluyorsunuz.

Sabah akşam dua ettiğiniz Allah’ın dinine inanmayanlara bir şey yapamıyor olması öyle zorunuza gitti ki kendizini onun can alma elçisi bilerek aciz duruma düştünüz, kan dökmekten korkmadınız. Turan Dursun, Bahriye Üçok, Ali Günday, Muammer Aksoy, İhsan Güven, Andrea Santoro gibi nice insanın akıttığınız kanı kurumuş olsa da zihinlerdeki lekesi üzerinizden asla silinmeyecek.

DEVLET İÇİNDE MENZİL VE İSLAM'IN KADINA BAKIŞI

Hazırlayan: A.Kara


MENZİLCİ DOKTOR ALİ EDİZER VE İSLAM'IN KADINA BAKIŞI


Ali Edizer; Cübbeli Ahmet’e ve menzil tarikatına methiyeler düzen bir doktor. Enteresan bir şekilde 2005’te bir sağlık ocağında doktor iken 2012’de Sağlık Bakanlığı’nda özel kalem müdürü olmuş.

13 yıl sağlık bakanlığı yapan Recep Akdağ için “Recep Abimle yakın çalıştım” diyor, yani o makama nasıl geldiği belli. Zaten Recep Akdağ döneminde sağlık bakanlığı için Menzil Bakanlığı tabiri kullanılıyordu, araştıranlar nedenini anlar.

Menzil tarikatının şeyhi Muhammed Raşid Erol öldükten sonra cemaat ikiye bölündü. Kardeşi ve yeğeni Menzildeki tarikatın başına geçerken oğlu Feyzeddin Erol Eskişehir'de kendi dergahını kurdu.

Gazeteci Saygı Öztürk’ün daha önce yaptığı röportajda Menzil’in başındaki bu kişilerin sözleri hayli enteresan.

Menzil’in Eskişehir'deki kolunun önderi Feyzeddin Erol “Enerji Bakanı Taner Yıldız da Sağlık Bakanı Recep Akdağ da bizim evimizde büyüdüler”. diyor.

Peki Menzil tarikatının diğer kolunun başına geçen oğul ne diyor:
“Doğru, Recep Akdağ’ı tanıyorum. Buraya (Menzil’e) gelmiş gitmiş. Sağlık Bakanlığı, Menzil cemaatine bağlı diye liyakatsiz bir insanı almışsa vallahi o doğru değildir.”

Yani devlet kademeleri bile tarikatların elinde olunca böyle enteresan tiplerin sağlık bakanlığı özel kalem müdürü olarak atanmasının önünün nasıl açıldığı anlaşılmış oluyor.

Ali Edizer diyor ki "dün gördüm, kocası aldattı diye bir yuva yıkılmış, ayıptır, günahtır! Oğlum niye aldatıyosunuz lan!"

Deyince, insan “herhalde devamında aldatanı ayıplayacak, niye yapıyorsun oğlum” falan diyecek diye beklerken sözüne şöyle devam ediyor:
Allah sana ruhsat vermiş. Aldınız, bir başkasını sevdiniz, onu da alın.
He gözünüz yiyo yemiyo ayrı bir şey, insan yuvasını yıkar mı? Yapmayın ya.
Medeni kanunla zaten mücadele ediyoruz. Bizi bacılara mahcup etmeyin, yuvanızı niye yıkıyorsunuz ya?
Diyor.

Bir başka videosunda da alay ederek “Eeeeey benim laik halkım” diyor. Devamında halkın hayata dair birçok konuya Allah’ı dahil ettiğini ama sıra devlet işlerine geldiğinde niye Allah’ı karıştırma dendiğini söyleyerek, “niçin, siz nasıl bir Allah’a inanıyorsunuz” diyor. Yani laiklik konusunda ciddi kuyruk acısı var.

İşin daha da üzücü yanı sosyal medyada yorum atarak bu adamın sözlerine destek olanlar, kahrolsun laik düzen diye çığırtkanlık yapanlar da var. Şu uçkur sevdası bir bitmedi.

Adam da haksız değil çünkü İslam kadına değer vermez.

Zaten kadına değer vermediği gibi bir de kadını Müslüman olan olmayan şeklinde ayırarak kafir kadını daha da ayaklar altına alır.

En basit örneği Bakara 228 ve 234 de eşi ölen-öldürülen Müslüman kadınların 4 ay 10 gün veya 3 ay hali adet görünceye kadar beklemesi gerektiği yazılıdır.

Bakara 228: Boşanan kadınların kendileri üç âdet görünceye kadar beklerler. Allah’a ve âhiret gününe iman ediyorlarsa, Allah’ın rahimlerinde yarattığını gizlemeleri onlara helâl olmaz. Eğer taraflar arayı düzeltmeyi istiyorlarsa kocaları, onları kendilerine geri çevirme hususunda başkalarından daha ziyade hak sahibidirler. Kadınların, mâkul ve meşrû ölçülerde ödevlerine denk hakları vardır; erkeklerin ise onların üzerinde bir dereceleri mevcuttur. Allah izzet ve hikmet sahibidir.

Bakara 234: İçinizden ölenlerin geride bıraktıkları eşleri kendi başlarına (evlenmeksizin) dört ay on gün beklerler. Bekleme sürelerinin sonuna geldiklerinde kendileri hakkında, normal ölçülerde yapıp ettiklerinden size bir sorumluluk yoktur. Allah yaptığınız her şeyden haberdardır.

Fakat savaş esiri cariyeler için bu kadar uzun bir iddet süresi geçerli değildir, sebebi de tahmin ettiğiniz üzere bellidir. Ayetlere bakalım:

Nisa 24: Elinizin altında bulunan câriyeler müstesna, evli kadınlar da size haram kılındı; Allah’ın size emri budur. Bunlardan başkasını, iffetli yaşamak ve zina etmemek kaydıyla, mallarınızla (mehir ile) istemeniz size helâl kılındı. Onlarla karı-koca ilişkisi yaşamanıza karşılık kararlaştırılmış olan mehirlerini verin. Mehir kesiminden sonra karşılıklı anlaşmanızda size günah yoktur. Şüphesiz Allah ilim ve hikmet sahibidir.

Nisa 25 ile cariyeler konusunda Müslümanlara daha da geniş yetki tanınmıştır:
İçinizden mümin ve hür kadınlarla evlenmeye gücü yetmeyen kimse, ellerinizin altında bulunan mümin câriye kızlarınızdan alsın. Allah sizin imanınızı daha iyi bilmektedir. Birbirinizden türeyip gelmektesiniz. Öyleyse iffetli yaşamaları, zina etmemeleri ve gizli dost da tutmamaları şartıyla ve ailelerinin de izniyle onları nikâhlayıp alın, mehirlerini de âdete uygun olarak verin. Evlendikten sonra bir fuhuş yaparlarsa onlara, hür kadınların cezasının yarısı gerekir. Bu, içinizden günaha düşmekten korkanlar içindir; sabretmeniz ise sizin için daha hayırlıdır. Allah çok bağışlayıcı ve esirgeyicidir.

İslam’ın kadını nereden nereye getirdiğini söylemeye gerek var mı?
Buhara Melikesi Kabac Hatunla veya Tomris ile İslamın dönüştürdüğü kadın modeli kıyaslanabilir mi?

Birçok hadiste cariyelerin satın alınırken veya satılırken hangi muamelelere maruz kaldığı da açıktır.
Ama bu yayında cariye konusuna çok girmeyeceğim, daha çok İslamın kadını getirdiği konuma odaklanmak istiyorum.

İslama göre kadın tıpkı günümüz aşırı dindar yada cemaat ailelerinde gördüğümüz gibi itaatkar olmalıdır, bir nevi nikahlı köle gibi.

Bir hadisten bahsetmek istiyorum fakat çok uzun olduğundan size dikkat çekmek istediğim bölümünü göstereceğim:

Bakın bir hadiste Ömer ne diyor:
...Ben Ensar'dan bir komşum ile beraber Benu Umeyye ibn Zeyd yurdunda (oturuyor) idim. Bu yurt Medine'nin Avali denilen semtindedir. Bir şey öğrenmek ümidiyle peygamberin yanına nöbetleşe inerdik. Bir gün o iner, bir gün ben inerdim. Ben indiğim zaman o gün vahiy ve diğer şeylere dair ne duyarsam haberini komşuma getirirdim. O da indiği zaman böyle yapardı. Ve biz Kureyş topluluğu, kadınlara galebe ediyorduk. Medine'ye Ensar üzerine geldiğimizde bir de gördük ki onlar, kadınları erkeklerine galebe eder bir kavim (yani kadınlar erkekleri üzerinde üstünlük sağlıyorlar). Derken bizim kadınlarımız, Ensar kadınlarının edebinden almaya başladılar. Bir gün ben karıma karşı bağırdım; o da bana cevap verdi. Ben onun bana söz döndürüp cevap vermesinden hoşlanmadım; azarladım.
[Sahih Buhari, Darüssalem hadis no 2468; Kitap içi kaynak: Buhari 46.Kitap, 29. hadis]
[Sahih Buhari, Darüssalem hadis no 5191; Kitap içi kaynak: Buhari 67.Kitap, 125.hadis]

Zaten Nisa 34’deki sözler de bu hadisten farksız değil, bakın ne diyor:
Allah’ın insanlardan bir kısmını diğerlerine üstün kılmasına bağlı olarak ve mallarından harcama yapmaları sebebiyle erkekler kadınların yöneticisi ve koruyucusudurlar. Sâliha kadınlar Allah’a itaatkârdırlar. Allah’ın korumasına uygun olarak, kimsenin görmediği durumlarda da kendilerini korurlar. (Evlilik hukukuna) baş kaldırmasından endişe ettiğiniz kadınlara öğüt verin, onları yataklarda yalnız bırakın ve onları dövün. Eğer size itaat ederlerse artık onların aleyhine başka bir yol aramayın; çünkü Allah yücedir, büyüktür.

Bildiğiniz gibi Allah mesajlarını net şekilde anlatmayı başaramadığından onun kulları parantez içleri ile "aslında Allah burada şöyle demek istedi diyerek" apaçık ve kusursuzdur dedikleri Kur'an'ı güncelemeye çalışıyorlar. Tıpkı yukarıda, Nisa 34'deki parantez içi gibi. Ne yazıyor parantez içinde "(Evlilik hukukuna) baş kaldırmasından endişe ettiğiniz kadınlara..." Halbuki ayette orada Evlilik hukukuna diye bir ibare yoktur. Birçok mealde de yoktu, fakat insanlar Kur'an'ı didik didik etmeye başlayınca Allah'ın kulları da insanlar İslam'dan kaçmasın diye kutsal parantez içlerine başvurdular. Bol bol o kutsal parantez içleri ile "Allah bunu ima etti" diyorlar. Nisa 34'de bahsettiği şey evlilik hukuku değil erkektir. Allah o ayette her zaman olduğu gibi erkek kuluna seslenmektedir ve erkek kuluna şöyle der: "Baş kaldırmasından endişe ettiğiniz kadınlara..."

Yani tıpkı hadisteki gibi kadın erkeğe karşı gelemez, cevap veremez, aksi taktirde dayağı yer.

Kadın her daim, her konuda itaatkar olmalıdır, tıpkı şimdi okuyacağım hadislerdeki gibi:
  • "Erkek hanımını yatağa çağırdığı zaman, kadın gelmekten imtina ederse, sabaha kadar melekler lânet okur."
  • "Nefsim kudret elinde olan Zât-ı Zülcelâl'e yemin ederim, bir erkek hanımını yatağa davet ettiğinde kadın imtina edip gelmezse, kocası ondan râzı oluncaya kadar semada olan (melekler) ona gadab ederler."
  • "Erkek, kadınını yatağına çağırır, kadın da gelmeye yanaşmaz, erkek öfkelenmiş olarak sabahlarsa, melekler sabaha kadar (bir rivayette yatağa gelinceye kadar) kadına lânet okurlar."
  • "Kadın küskünlükle kocasının yatağından ayrı olarak sabahlarsa, melekler onu lanetler."
[Buharî, Nikâh 85, Bed'ü'l-Halk 6; Müslim, Nikâh 120-122 (1436); Ebu Dâvud, Nikâh 41, (2141)]

Yani İslamda kadın, eşine cevap veremez, karşı gelemez, başım ağrıyor deyip diğer yana dönemez. Bunları yaparsa ya günaha girer yada lanet okunmaya uğrar. Hani az daha zorlasalarmış “kadın erkeğin kölesidir” diyeceklermiş ama dilleri varmamış.

O yüzden birkaç ay önce tv de bir haber gördüğümde hem üzülmüş hem de gülmüştüm. Haber şöyleydi: TRT’deki Kur’an okuma yarışması birincisi Fatih Akçay eşine şiddetten yargılanıyor.

Üzücü bir olay, fakat neden güldüm? Çünkü bunu ayıplayan, yorumlarıyla adamı gömen bir sürü Müslüman kadın vardı, saymakla bitmez. Hiçbiri bilmiyor ki dini zaten kadına “erkeğine itaat et” diyor ve erkeğe "kadını dövmek de dahil olmak üzere" türlü ruhsatlar verip üstünlükler tanıyor.
Yani bir kadının İslama inanması insanın celladını savunması gibi bir şey..

NE FETVA VEREYİM ABİME?

Hazırlayan: A.Kara


NE FETVA VEREYİM ABİME?


Diyanet İşleri Başkanlığına TOKİ projeleri ile ilgili şöyle bir soru yönelttiler:
TOKİ tarafından uygulanan Sosyal Konut Projesinin dini hükmü nedir?

Başkanlık, projelerde ev almak için kullandırılan kredileri veren kamu bankalarının amacının faiz elde etmek olmadığı, amacın gelir elde etmek değil ev almak olduğunu söyledi. Yani diyanet bu projeden yararlanmanın caiz olduğunu söyledi.

Kurul fetvasında yayınlanan cevap özetle şu şekilde:
“İslam’da faiz, kesin olarak haram kılınmıştır. Bir zaruret bulunmadıkça faiz almak da vermek de caiz değildir. İş kurmak veya genişletmek; ev, araba satın almak üzere kişi, kuruluş veya bankalardan alınan faizli krediler de bu kapsamdadır ve caiz değildir. TOKİ aracılığıyla devreye alınan son uygulama ise devletin, alt veya orta gelirli vatandaşlarına yönelik olarak ürettiği bir sosyal konut projesidir. Bu projede, peşinat haricindeki tutar, kamu bankaları vasıtasıyla kredilendirilmekte olup devletin söz konusu borçlandırmadaki amacı, faiz geliri elde etmek değil, aksine ödeme güçlüğü içindeki vatandaşlarının ev sahibi olmalarına yardımcı olmaktır.

Bu itibarla, devlet TOKİ’nin bu uygulamasında başka bir yolla konut alma imkânı tanımadığından, belirtilen niyet ve amaçlar doğrultusunda söz konusu projeden yararlanmak caizdir.”

Hani hep anlatmaya çalışıyorum ya, din ve siyaset tamamen insanları yönetmek, istediğini elde etmek ve yaptırmak içindir diye, işte bu olay da yüz binlerce örnekten sadece biri. Zamanında "ben peygamberim" "Tanrı benimle konuşuyor" diyen ve peygamber olduğuna inanılan ne kadar zat varsa hepsinin amacı da bugünden farksızdı. Yani amaçları isteklerine ulaşmaktı.

Domuzu haram kılarak yetiştirdikleri küçükbaş hayvanların satışının baltalanmasını engellemek,
Savaşta ele geçirilen kadını ganimet ilan ederek onları köle pazarlarında satma yani para kazanma veya onları kendisi ve çevresindeki destekçilerinin arzuları için kullanma imkanı elde etmek,
Haklarında çıkarılan dedikodulara karşı halkı ilahi mesaj geldi diyerek Tanrı ağzıyla korkutmak,
Eşleri ile yaşadıkları sıkıntıları bile Tanrıyı ortak ederek sahip oldukları kadınları dizginlemek,
Yine sözde ilahi mesajlar sayesinde gönlünün istediği hangi kadın varsa ona sahip olabilmek,
Dönemin önde gelenlerine veya güçlü kabileleri göz kırpan, onları safına çekmeyi amaçlayan söylemler üretebilmek,
Yanında savaşacağı insanlara vaatler vererek onların ölüm korkularını bastırmak,
Allah söyledi, görüşmeden önce bana görüşme parası verin diyerek keseyi doldurabilmek,
Allah öyle emretti, Allah'ın isteği buymuş diyerek evlatlığının karısını kendi karısı yapabilmek,
Bakın, Allah baskın yapan atları, yani aynı zamanda onlara binen sizleri de övüyor diyerek fedailere gaz verebilmek,
Koskoca Allah ganimetten 5 de 1 pay istiyor diyebilmek,
ve bunlar gibi yüzlerce işi halledebilmek, isteklerini yerine getirebilmek için DİN mükemmel bir araçtı.

Günümüzde de görüyoruz ki DİN hala mükemmel bir araç ve nerede para var ise, nerede siyaset var ise orada mutlaka din var. Çünkü dini kullanarak inançlı olan insanların sizin eylemleriniz karşısında susmasını, size karşı sessiz kalmasını hatta sizi şakşaklamasını bile sağlayabilirsiniz.
O yüzden Din ve Siyaset aynı elin parmakları gibidir ve gerek oy toplarken, gerek halkı yönetirken, gerek eylemlerini haklı gösterirken kullanılabilecek en etkili ve mükemmel araç dindir.

Bu yüzden de Diyanet haram olan faize bir kılıf bularak iktidara yaranmak için bir nevi NE FETVA VEREYİM ABİME fetvası vermiş, bu şekilde siyasi iktidara da destek olmuştur. Şaşırdım mı? Hayır...